Olduk olası alışkanlığımızdır, mutlu olmaktan korkarız. Çok gülsek de az gülsek de, yine de mutlu olmaktan yana içimizde bir ufak korku vardır. En kötüsü belki de, bu konunun en kötü alışkanlıklarımızdan biri olduğunu kabul etmemiz gerektiğidir bence...
Ülkece mutlu olmaktan korkarak, iyi haberlerin ardından binlerce kötü haberin geleceğini tahmin ederek yaşadık bu seneyi; hem de diğer senelere göre daha derinden bence. Geriye bakınca, yorgunluk ve acı hissettiren bir sene oldu benim için. Elbet güzelliklerle de doluydu, es geçemeyeceğim kadar. Ama acı, yorgunluk ve üzüntünün ağır bastığı günleri daha ağırlıklı hatırlıyorum...
Ben de Mutlu Olmaktan Korkuyorum... Karda Yürümek İsteyip de, izini belli etmemen gerektiğini de bilmek gibi bir his bu...
2016'da da mutlu anlarımda korkarak düşündüğüm ve belki de yoğunlukla düşüncelerimle kötüyü çağırdığım oldu. Bunu itiraf edebiliyorum artık. İyi giderken her şey, kötüyü çağırmak neden acaba? diye sordum kendime. Verebildiğim cevap, şartlanmak ve kendine heyecan aramak oldu... Ülkece heyecan içinde heyecan dileniyoruz belki de... :) Çünkü olan bu deyip şartlandırır olmuşuz kendimizi, böyle geldi böyle gidecek diye. Alışkanlık burada, adrenaline ve acılara şartlandık bence...
Şartlanmışlığı geçirmeye nasıl bir çare bulabiliriz ki? diye düşündüğümde; "korkmayı unutarak," oldu benim cevabım. O nasıl olacak? dersek de, kendini dinlemeye daha çok olanak vererek. Biraz merakımdan biraz da denemeyi sevme huyumdan ötürü, daha çok kendimi dinlemeye yöneldim yeniden son birkaç aydır. Ne sebepsiz ağlamalara ulaştı sonu, biliyor musunuz? Hepsi birikmişliğin eseriydi. Hıçkıra hıçkıra değil, gözlerden yaşları derinden ama yavaş akıttığım. Çok büyük bir sıkıntısı olmalı böyle bir iç döküşü olanın değil mi?
Benim sıkıntım, kendimi dinlemeyi ihmal etmek ve de hayatın kendini tekrarlayabileceğinden yana kendimi şartlandırmamdan ötürü oldu biraz da... Son 6 aydır her şey üst üste de gelince, tuz biber oldu yanıma. Hem de ne tuz ne biber, ağzımı süremedim bir ara lokmalarıma...
Alıştırılıyoruz ve Mutsuzluklarımızı Normallestiriyoruz...
Mutlu olmaktan korkmak fazla normalleştiriliyor ülkemde. Öyle ki buna çare bulmakta zorlanıyorum bende bazen kendimce. Ama kısa bir süredir, mutlu olmaktan korktuğum anlara şükür'lerimin üstüne bir de kendimi açıklarımı kapatmaya yönelttim. Neden korkmalıyım ki, en nihayetinde olacaksa da olacak? diyebilmeyi denedim her seferinde. Bir zamanlar yapabildiğim, ama yine yapabilmeyi unuttuğum alışkanlığımı unutmuştum işte...
Yıllar önce, korkmaktan bahsettiğimde biri bana şöyle demişti (Bu arada farkettim, bunu çok hatırlıyorum korkmak dediğimde) ; "Neyden korkarsan, o kadar gelir başına? Korktuğunu kovmasını bil." Giren çıkan her kişi, size bir şeyler bırakıp gidebiliyor işte... Bu da öyle bir anı olarak kaldı bana, gidenin ardından....
Peki ne yapmalı, en nihayetinde değil mi? Korksak da korkmasak da bir şeyler yaşanacak ya hani! Biz korkarak daha da çok çağırıp, mutsuz anlarımıza öncesinden de sonraya bırakacağımız bir suçluluk hissi de biriktiriyoruz. Yani dediğim şu ki, mutluluktan korkma anlarımızın ve sonrasının garip formülü bence şu; Şu an Mutluyum --> ama yine mutsuz olacağım --> mutsuzum --> ben çağırdım mutsuzluğu --> pişmanım...
Her bir mutluluk ardına gelen mutsuzluk anlarınıza, daha da çok katlanarak eklenecek bu suçluluk durumu. Katlanıp katlanıp birden de sıfırlanabiliyor bazen sonra. Bunu biz yapıyoruz, sonu umutsuzluğa bağlanabilecek bir olaylar örgüsü örüyoruz kendimize... Garip bir formül oluşturup, daima onu uyguluyoruz hayatımıza. Bu formül mutlu anlarımızla beraber, dayanma kabiliyetimizi de elimizden alıyor bu hayatta...
Kendimce bir önerim var, deneyimlediğim ve kimi zaman çözüm bilebildiğim...
2016 yılında çok net farkettiğim durumlardan biri şu oldu; biz kendimizi yeterince dinlemiyoruz. Etrafımda öfkeli olduğunu söyleyen biriyle konuştuğumda, kendini sakinleştirmesi için sayarak veya sakin kalmaya çalışmasını ve aslında böylece kendini başka yöne çeker gibi kendine çekmesi gerektiğini söylüyorum; öğrendiğim ve olması gerektiğini düşündüğüm kadarıyla... Garip geliyor herkese tabii... Kendi içine mi dönmek, ne gereği var! Gibisinden yanıtlar alıyorum. Oysa kendi içini ve kendisini bilmeyen insan, nasıl yararlı olabilir ki çevresine de...
Meditasyon dediğimiz olgu, derin düşünmedir Türkçe'de. Sorarım size; içinizden gelen hislere karşı kendiniz için bir şeyleri toparlayabilmek adına, en son ne zaman derin düşünme yaptınız?
Ooo kaç kere, dediğinizi duyar gibiyim. Mutsuzluğa kapılıp gitmeyi de derin düşünme olarak algılıyoruz ama bizler. Bunu kendimden de farkettiğim için söylüyorum. Ben derin düşünce demezdim mutsuzluğuma kapılıp gitmelerime ama bu sene bende mutsuzluğa kapıldığım anlarımı da derin düşünmeye kattım. Oysa mutsuz iken düşündüğüm tek şey mutsuzluğum. Ötesini hiç düşünmüyorum bile. Yaşam denilen, ölüm denilen olguyu unutuyorum ve sadece mutsuzluğumla dolu bir hayatı yaşatıyorum kendime. Sonrası depresyon, sonrası daha da hüzün; umurumda bile olmuyor bunlar, mutsuz olduğum anlarda.
--> Mutsuzum ve kendimi mutsuz etmem mübahmış gibi. Ne kadar çok üzülürsem o kadar çabuk kurtulabilecekmişim gibi! Bu durum bir yere kadar doğruyken ben daha da ötesine sürüklenmeyi tercih ediyorum. "Bataklıktan çıkmak ne kadar zor ise, batmak bir o kadar kolay." diye düşünerek... Oysa esas yapmam gereken, batmak için değil çıkmak için uğraşmak. Benden beklenen zoru boşurmam!
2016'da kendimi daha çok dinlemeye gayret etmeye devam edeceğime söz veriyorum ben. Sinirli-üzgün hallerimde, kendimi ve an'ı dinlemeyi unutturmayacağım kendime. Ve sinirli üzgün olmadan önce de, kendimi haftalık olarak dinlemeyi daha derine indireceğim...
Bana iyi geldiğini keşfettiğim iki derin düşünme tekniğim var bu arada;
İlki; nefesimi dinlemek ve bu arada akışla zihnime üşüşen düşüncelerimi müdahale etmeden seyretmek. Müdahale etmeden dayanabildiğim yere kadar devam ediyorum önce, en son sorunlarımı ve çözümlerimi not etmeye başlıyorum. Yazıp silmek bile iyi geliyor sonrasında bana böyle anların. Sonrasında üretme aşkı daha da sarıyor bazen beni, hayata dair mutluluğu ardından mutsuzluğun geleceğine şartlanmadan hayatımı yaşamaya çalışabilirim diyorum nihayetinde...
Bir diğer tekniğim de şu; beynimde an'ı ve hayatımı henüz kaplamamış bir geleceğin hayali kurmak. Bunun için en derine inebilmeyi başarmak gerekiyor. Bunu en son geçtiğimiz Cuma günü (23.12.2016) yaptım. Öyle bir hayal ki; şimdiyi oraya götürebildiğim mutlulukla ve oranın hayalini de yaşadığım an'a aktarabilecek kadar umutla dolu ve kuvvetli idi. Başarabildim geçtiğimiz Cuma günü yeniden. Bir itiraftır bu, bunu başaramadığım için mutsuzdum bir ara. Kendimi kaybetmişim gibi hissediyordum içimde. Şimdi buldum diyebiliyorum...
Mutlu Olmaktan Korkuyoruz ya hani biz, korkmayalım diyemem ki bize. Kendi içimizde bu konuda hep haklıyız. Sadece diyebiliyorum ki, mutlu olmaktan korktuğumuz anlara da kendimizi dinleyebilmeyi sığdırabilelim. Öyle kolay, öyle gerekli ki (Tabii başlarda hiç kolay değildi) "iyi ki" dediğim bir diğer alışkanlığım oldu 2016'da bu bana...
Sevgilerimle... :)
Not; Bu yazımdaki tespitlerim: kendimce, kendime ve çevremde gözlemlediğime dair tespitlerimdir. Bilimsel bir yanı veya kesinliği herkese göre aynı olmayabilecektir. Bana göre hayatımda deneyimlerimle sabitleşen naçizane fikirlerim bunlar. Yardımcı olabilecek bir yazı olabilmesini umuyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)