31 Mayıs 2017 Çarşamba

Filmi Olan Kitaplar #9 - Kötü Çocuk


"Filmi Olan Kitaplar yazı dizimde 9. yazı olmuş vay be!" diyerek giriş yapmak istiyorum. :) Yazarı Büşra Küçük olan Kötü Çocuk kitabının film ve kitabını yorumlayacağım bu yazımda. Şimdiden iyi okumalar dilerim... :) Daha önceki Filmi Olan Kitaplar yazılarıma da buradan ulaşabilirsiniz...



Kötü Çocuk adlı bu kitap ile ilgili okumadan epey zaman öncesinde birçok yorumla karşılaştım ama çoğunluğu "Amatör Wattpad Yazarı işte, berbat!" tarzında yorumlardı. Oysa ben de bir Wattpad platformu okuyucusuyum. Öyle çok kaliteli hikayelerle karşılaştım ki, denilenlere o kadar da inanmadım. Aksine çok da merak ettim, neymiş bu kadar berbat dedikleri diye... Sonuç şu oldu, okuduğumda birçok yetenekli yazarın kitabında bulamadığım betimlemeler ve de anlatımlar hakimdi. Kitap berbat falan değil yani, "sadece yabancı yapımlara benzetenlerin ve de başarıyı kutlayamayanların yorumları onlar" diyebilirim size gönülden...

Evet, beğeni kişiden kişiye ve de zamandan zamana değişen bir olgu ama kitabın anlatımı ile ilgili vardığım sonuçları şöyle söylemek istiyorum; sürekli kendini yenileyen cümle kalıpları yok, basit bir anlatım da hakim değil, aşırı ergen ve alıntı cümle kalıpları da yok. Bana kalırsa, vampir kitabının Türk versiyonu diyenlere de katılmıyorum. Güzel bir gençlik kitabı idi benim okuduğum. Aşırısı elbette var, hangi kitabın dünyasında aşırı yok ki? Bu bir roman, dünyası hayal gücünüzün aldığı ve almak istediği kadar... :)

Benden geçer not aldı kitap. Büşra Küçük'ü kutlarım bu güzel kitaptan ötürü. Serinin ikinci kitabını da okudum ama 3. kitabı okumaya vakit bulamadım. Ona da sıra gelecek inşallah.

Kitapta en sevdiğim karakter, Ömer karakteri idi. Karya'nın aşırılıklarını da sevdim, Meriç'in bazı huylarına gıcık da oldum. Ama karakterleri olduğu gibi kabul edecek olursak eğer; en kabul ettiğim karakterler Semih ve Ömer oldu, elbetteki baş karakterler Meriç ve Kayra da çok iyiydi... Büşra Küçük, Meriç'in dünyasını anlatmak için epey başarılı bir anlatım sunmuş, özellikle serinin ikinci kitabında beni tatmin eden birçok anlatım vardı... :)

Filmine Gelince;


İlk kitabı bu senenin başında okudum ama filmi izlemem ancak Mayıs ayını buldu. İnternette yayınlanmasını epey bekledim. Oysa sinemalarda 20 Ocak'ta yayınlanmıştı. Açıkçası sinemalara benim şehrimde gidebilmem pek mümkün değil, henüz pek bilmiyorum engellilere dair girişlerinin olup olmadığını. Hiç denk de gelmedim üstelik.. Bir gün bu konuyu da araştırma altına alma düşüncem var, ancak henüz fiziki durumum buna bile uygun değil... 

Filmin Oyuncuları;

Kayla (Afra Saraçoğlu)
Meriç (Tolga Sarıtaş)
Kayla'nın Babası (Sarp Akkaya)
Ömer (Aytaç Şaşmaz)
Semih (Can Sipahi)

Geçelim film ile ilgili notlarıma;

Oyuncular arasında başrollerden sonra en oturmuş karakterlerden biri Kalya'nın babası rolündeki Sarp Akkaya idi ve tam bir kitapta ve filmde başta "gereksiz biyolojik" diye de anılsa iyi bir baba portföyü idi. Bir başka filmde yine izleyebilmeyi umuyorum...

Hikayeye dönecek olursak; kitaptaki gibi dolu dolu beklemiştim filmi, ancak beklediğim gibi değildi alınan sahneler açısından. Ama kitaplarından uyarlama filmlerde büyük beklentilere girmemeyi öğrendim artık. Karakter seçimlerine odaklandığımda, gerçekten yerli yerine oturmuş bir kadro vardı; bir tek karakter hariç, Semih karakteri. Semih karakterini bir türlü filmdeki gibi hissetmedim, benim hayal dünyamdaki Semih karakterim daha iyiydi bence. :) 

Konuları fazla yüzeysel almışlar filmde. Meriç karakterinin haklılığını bile anlatamamışlar, bir kitap dolusu yazılan her şeyi filmde anlatabilmeleri elbet kolay değil. Ama gerekirse iki film yapılabilirdi ve hakkıyla işlenebilirdi kitabın konusu filmde de... Filmdeki Karya karakteri de kendini tam bulmuş mu emin olamadım başlangıçta. Ama benim filmde en yakıştırdığım ve en çok görmek istediğim karakter "Ömer" karakteri idi. O da maalesef 3-4 sahneden fazla görülmedi ve bu durum beni çok üzdü. "Ömer kitabın olduğu kadar, filmin de üçüncü karakteri olmalıydı. Ama maalesef olamamış... Eğer filmde Ömer'in sahneleri hakkıyla daha çok anılsa idi, film benim gözümde 10 puandı. Ama maalesef 2-3 puan kırdım sırf bu nokta sebebiyle... :) 

Acımasız olmayayım, Türkiye'ye göre sahne seçimleri epey iyi bir filmdi. Kitaptaki halleriyle olabilir diye düşünmedim değil, mekan seçimleri için. Ama burası Türkiye, öyle yerleri inşa etmek epey maaliyet alırdı sanırım. Ama yurtdışında olsaydı, mekan seçimleri açısından tamamlanmış bir film olurdu elbette. Meriç'in tepe başındaki evi diye nitelendirebileceğim yer, kitap ile benim kurduğum şekilde idi mesela... Onun haricinde diğerleri de fena değildi. Türk yapımı olup da, böyle bulup buluşturulmuş mekan ayarlaması yapılmış bir film olduğunu ve büyük emek verildiğini gördüm. Müzikleri ve sahneleri sağlam olsa da, konu eksiklerini gideren mekan seçimleri idi... 

Diyeceğim o ki; "Ömer" karakterinin eksikliği, birkaç esas konunun eksikliği olmasa imiş, cillop gibi filmmiş. Tüm bunlara rağmen, güzel bir filmdi tabi. Güzel vakit geçirtmeye yarayan filmlerden biri idi. Ama yine de, kitabının yanına yaklaşamayan bir uyarlama filmi daha olmuş diyeceğim. Bu serimde yazdığım ve unutamadığım yazılardan biri olan Göçebe kitabının filmi gibi değildi... Ama Kitabının güzelliğine yaklaşan bir film yapmakta o kadar kolay değil tabii... :)

Kitabını çok beğendiğim, filmini de kitabının yanına yaklaşamasa da kitaptan ayrı tutarsak mekanlarıyla ve oyuncu seçimleriyle güzel bulduğum, Kötü Çocuk kitabının "Filmi Olan ,Kitaplar" yazısının sonuna geldik. Aytaç Şaşmaz, yani Kötü Çocuk filminde "Ömer" karakteri; kafamda birebir oluşan bir karakterdi resmen... Ah be Ömer, diyerek ayrılıyorum aranızdan. :) 

Okuduğunuz için teşekkür ederim, önyargılara kapılmadan Büşra Küçük'ün yazı diline bir göz gezdirin derim. Ben akıcılığını da, konu bütünlüğünü de çok sevdim... 

Sevgilerimle... :)


30 Mayıs 2017 Salı

Anılarda Bugün - 30 Mayıs


30 Mayıs'ın hayatımda güzel bir yeri var benim. 2010 yılının Eylül ayında başladığım Sındırgı Myo'nun Dış Ticaret bölümünden 30 Mayıs 2012 Perşembe günü mezun olmuştum-olmuştuk. Sınıf arkadaşlarımdan ve de okulumdan birçok kişiyi kazandım. Kimiyle senelerce konuştum, kimiyle de senelerdir konuşmaya devam ettiğim üzere bu alışkanlığımızı sürdürmekteyim. birkaç senedir görüşemez oldum ama yine de beraber görüşebildiğimiz arkadaşlar edindim. Mezuniyet günümüz, bu bloğumu açıp ilk yazımı yazdığımın ertesi günü idi. sonra o güzelim günü Bir Macera Biter, Bir Diğeri Başlar isimli yazımla da anlatmıştım... Yani uzun uzun yine o günleri anlatmayacağım ama 5 sene geçmiş mezun olalı, değinmeden edemedim de... :)



O günün heyecanı ve mutluluğunu hala hatırlıyor ve anıyorum. O güzel günün anısına saygıyla, bana kazandırdıklarıyla ve sonrasında yaşayacaklarımın ve yaşamak istediklerimi hesapladıklarımla, 5 senenin ardından neler neler değişti kendimce tahlil etmek istedim...


Ben bu 5 seneye, bir lisans öğrenimi daha sığdırdım ve hayırlısıyla bir dahaki döneme bu okulumu da bitireceğim, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Sosyoloji Lisans bölümünden de mezun olacağım. Umarım önümüzdeki senelerde iş hayatına atılıp çalışmaya da başlayacağım... Son 10 dersim kaldı, bu dönemki 5 dersimi de verirsem bir dahaki döneme de 5 ders kalacak inşallah...

Çok sağlık problemleri yaşadım. Korkularla dolu 2 atak daha geçirdim, bu atakları atlatabilmek için devletten ek tedavi raporlarımızı alabilmek için ailemle çok uğraş verdim. Sonucunda şimdilerde daha iyiyim ve geçen günlerde yazısını yazdığım benim için çok önemli olan bir gelişme daha edindim; yazısı burada. :)

Yazacağım ve artık bitireceğim deyip ara sıra yazdığım ama bir türlü istediğim gibi başlayıp bitiremediğim hayat hikayem, hala yarım halde beni bekler durur 5 sene de geçmiş olsa aradan. Ama onu bitiremedi isem de, bu alanda da kendimi geliştirdim. Yazmaya devam ettim, bloğumu yazmayı bırakmadım, Wattpad'de sadece okuyucu olmaktan çıkıp birkaç hikaye taslağı ile giriş yaptım. Artık kendimi bu alanda başarma korkusuyla değil, yapabilirim gözüyle motive edip bir yerden başladım. Artık olsa da benim olmasa da desem de, oldurma çabamla devam ediyorum en azından yoluma. Yine içimde bu yaz yapabileceğime olan inancım var. Bu dönemin bitiminden sonra son 5 dersim kalacak inşallah, en azından bu derslerimi de vermeye uğraşırken daha sıkı tutacağım diyorum. Olmazsa da, tüm derslerimi verip öyle başlayacağım diyorum. Başaramam korkusunu bir kenara bıraktım, başarmak için çabalıyorum artık...

Mezun olduktan 1,5 ay sonra yeğenim doğdu ve 5 senedir teyzeyim. Çok şükür Kağan Efe'mizi büyüttük ve 1,5 ay sonra 6 yaşına adım atacak... Allahım hep mutlu etsin bizi, onun mutluluğu ve sağlığıyla inşallah... :)

5 seneye dostluklarımı sığdırdım, dostlarımla daha sıkı bir bağ kurdum ve de onlara ayırmam gereken zamanın esas olarak bana yaradığını ve de bu durumun beni nasıl mutlu ettiğini kavradım. Ömrüm boyunca istediğim en değerli şeylerden biri de sıkı dostlarımın olması idi. Bu 5 seneye, sıkı dostluklar ekledim; zor gün, kolay gün, iyi gün, kötü gün diye ayırt etmeden yanımda olan kişiler bunlar, hayatımda yer edinmek isteyen kişiler çok şükür ki...

Sevdiklerimin beni yıkan çok kavgasına şahit oldum. Her defasında bitti sandığım böyle anlara çok rastladım ve her birinde güçlenmem gerektiğini anladım. Meğer bu kavgalar bizi güçlendirmeliymiş, bunlar için varmış. Hayat her defasında bizi bir şekilde sınıyormuş ve bu sınama bizim kozamızdan çıkmamız ve hayatımızı elimize almamız için gerekli imiş. Bu konuda da güçlendim ama değişmedim. Hala bir kavga olduğunda, bir sorun olduğunda, dünya başıma yıkılıyor gibi oluyor. Ama ölürüm sandığım anlardan sağ kurtuluyorum. Yıllar sonra, şu ana geri dönsem dediğim anlara sırf bu kavgaları yeniden yaşamamak adına da geri dönme fikrine artık sıcak bakamıyorum. Geçmişin geçmişte kaldığı ve kalması gerektiği fikrine de bu sebeple alışmış bulunuyorum...

2012'nin ardından aldığım kiloları, son iki senedir belirgin de olsa vermeye başladım. 2013-2014-2015'i kilolu, 2016 ve 2017'yi de daha fit geçirmeye başlar olduğumu kendim bile farkettim... :)


Kısacası son 5 sene epey zorlu ama sonucunda görüldüğü üzere güzelliklere kavuşabilen veya beklediğim güzelliklerin yoluna girebildiğimiz bir dönem oldu. Tamam yapmak istediğim birçok şeyi henüz yerine getiremedim; hayat hikayemi yazmak, ayağa kalkmak, Sosyoloji bölümümü zamanında bitirmek gibi... Ama her biri için çok çabaladım ve çabalamaya devam ediyorum. Dediğim gibi, yollarına giriş yaptım emin adımlarla da yürüyorum evelallah çok şükür...



Bir de 30 Mayıs 2015'e Dair Diyeceklerim Var...


30 Mayıs 5 sene öncesi ile kalmamıştı, 2 sene önce rastgeldiği günle planımıza plan ekleyerek; 30 Mayıs 2015'te İstanbul'da annemin kuzeni Neslihan ablamın düğününün sonrasına, Sındırgı MYO'dan sınıf arkadaşım Pelin'lere de gitmek üzere plan yapmıştık. 30 Mayıs 2015'de İstanbul'a gittik, gündüz vakti düğünümüzü yaptık ve akşamına da Pelinimgillere gitmiştik. 3 senedir dolu dolu kavuşabileceğimiz güzel 1,5 gün geçirmiştik. :) O anımızın yazısı da burada...

Diyeceğim o ki, 30 Mayıs ömrüm boyunca hatırlamaktan vazgeçmeyeceğim güzel günlerden biri. Zira benim için hayallerden birini annemle beraber gerçekleştirdiğimiz, üniversite diploması almama vesile olan bir yerden mezuniyet töreni ile vedalaştığımız gün... Bu durum, sevdiklerimin doğum günlerini, sevdiklerimle tanıştığım veyahut özel anlar yaşadığım tarihleri unutmamam gibi bir şey... Böyle hatırladığım çok tarih var ve her sene hatırlayıp anılarıyla mutlu ve umutlu olabildiğim için minnettarım... Daim olsun, yenileri eklensin, hepimiz anıp mutlu olalım bu güzel anılarımızla... :)


27 Mayıs 2017 Cumartesi

Sürpriz Gelişmelerim Var - 16.05.2017


Ben bir Kas Erimesi hastasıyım, 1997-1998'den beri. Hastalığımda ilk atağımı 2011'de ikinci atağımı da 2013'de geçirdiğimden beri, en güzel gelişmelerimizden birini Mayıs 2017'de alabildik. Bu o sürpriz gelişmenin, gurur, mutluluk ve şükür dolu yazısıdır...



16 Mayıs 2017 Günü bir sürprize tanık oldum ve tanık ettim ailemi. Mutluluk ve gurur dolu bu yazımı yazarken, şükürlerimle başlamak istiyorum. Şükür ki, bağdaş kurma pozisyonumu yeniden alabiliyorum; 16.05.2017 günü keşfettiğim üzere. :) 


Egzersizlerimi yapmış ve de yatak ucunda oturur halde kendimi esnetmeye ve de keşfetmeye devam ediyordum o gün (16.05.2017-Salı) yine. Ataklarımdan sonra diz kapaklarım maalesef müsaade etmez olmuştu birçok pozisyonu almama. Bu pozisyonlardan biri de bağdaş kurma pozisyonuydu. Benim en sevdiğim pozisyonlardan birini, ataklarım sayesinde ağrılar ve kas kısalmalarımın meydana gelmesi ile yapamaz hale gelmiştim. Bu durum beni çok üzmüştü ilk başlarda... En kısa zamanda bu ataklar geçince yapabileceğimi umsam da, uzun zaman süreceğini anlamam için de çok zaman geçmedi. 


Diz kapaklarımın ağrıları ve kasılmalarım hat safhaya çıktığından sonra, ağrıları geçirmemiz ve kasılmaları durdurmamız 1-2 seneyi aldı. Diz kapaklarımın ağrılarının geçmesi de daha zor oldu. Bağdaş kurma pozisyonumu almam ise 5 sene... Çok ama çok şükür, bu sebeplerle -5 sene sonrasında- bu büyük bir gelişme benim için; hem de en sürprizlisinden. :)


2011 yılına dek, Bağdaş kurma pozisyonunda rahatlamaya çalıştığım anların çok olduğunu hatırlıyorum. O pozisyonda kalır kendimce de meditasyon yapardım. Tabanlarımı birbirine değdirip oturduğumda benden iyisi yoktu. Hala o pozisyonda popom yerle bir iken oturamıyorum. Ama o zamanların bana ne hissettirdiğini biliyorum. Tabanlarım birbirine bitişikken, kelebek kanadı gibi bacaklarımı açıp kapayarak kendimi tam hissettiğimi hatırlıyordum kendime. Ayakta ama hasta, birçok hareketi yapamayan ama yürüyebilen biri olarak, bağdaş kurma pozisyonuna oturduğumda inanılmaz rahat hissediyordum kendimi... Yapabildiğim şeyleri sürdürmek ve bunlardan hayatıma yer edindirdiğim birçok alışkanlık kazanmak müthiş bir doyumdu; 2011'e dek tabii ki. 


Meditasyonlarıma gelince, onlar; ellerim kalbimin veyahut dizlerimin üstünde, kendi düşüncelerimin yoğunluğuna veya an'a odaklanmak demekti benim için. Kötü bir gün geçirmişsem, belimi ensetmek inanılmaz iyi geliyordu. Birileriyle anlaşamamışsam, birileri beni yanlış anlamışsa veyahut birilerine kendimi anlatamamışsam; oturup o pozisyonda kendimi anlatıyordum kendime. Şimdi o pozisyonlarda değilse de, yattığım yerden veya yaptığım beni rahatlatan pozisyonlarımda yapıyorum aynılarını... Değişen sadece Bağdaş kurma pozisyonlarıma eskisi gibi gelememem. İşte o kadar...



Esas olarak sürpriz gelişmelerimin nasıl farkına vardığımı anlatacağım şimdi sizlere ve de kendime; :)



Egzersizlerimin sonrasında, yer yatağının ucuna oturup belimi esnetiyoruz çoğu zaman. Belimi esnetmek hala beni ruhsal ve fiziksel olarak rahatlatıyor. O gün de egzersizler sonrası esneme pozisyonumu almıştım. Tabanlarım birbirine bitişik, ama kelebek kanadı gibi büyük çırpınışlar yapamıyorum artık, küçük çırpınışlar yapabilir hallerdeyim epey bir süredir. Ara sıra önüme esneyerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum yine. 

En sevmediğim şeylerden biri, aynı pozisyonda duran herhangi bir yerimin aşırı uyuşması durumu. Uyuşukluğumu geçirmek için yaptığım hareketlerin işe yaradığı zamanlarda feci bir rahatsızlık hissi oluyor ya, bazen de uyuşuklukları geçirmek zor oluyor hani; sevmiyorum işte bunları ne bileyim. :)

Belli bir pozisyonda kaldığım için, iki ayağım birden uyuşmuştu o gün yine. Bu uyuşukluk beni üstteki hareketleri yapabildiğimi keşfettirdi bu sefer. Her defasında o pozisyonda otururken parmaklarımı oynatmaya çalışarak uyuşukluğu geçirmeye uğraşıyordum, bu sefer başka hareketlerle de geçirebilir miyim acaba dedim. Derken ayağımı yere basabilir hale getirebileceğimi gördüm. Ellerimle hareket ettirmemin yanı sıra, ayaklarım da buna izin veriyordu; bu sefer ağrı, acı veya sızı yoktu. Beni en çok şaşırtan ise; dengede oturabiliyorum artık yatağın ucunda, ayaklarımı tutmasam bile. :) Yapamayan için büyük bir mutluluktur, böylesi küçük bir şey; tahmin edebilirsiniz...



Üstteki kolaj fotoğrafta, dizlerimi karnıma çekip oturabildiğim pozisyonlarımı görüyorsunuz ya; o pozisyonlarda 5 seneye yaklaşık zamandır kendimi hiç hatırlamıyorum. Bir resim var elimde, çocukluk arkadaşım Duygu'mun vefat etmeden önce yaptığı ve bir defterimin arasında unuttuğu dizleri karnına çekik oturma pozisyonunda biri. O pozisyona yaklaşmam için çenemi dizlerime koymam ve bir de bacaklarımı birbirine daha da yaklaştırmam gerek bir tek işte... :) 

Neyse; ben bunları keşfederken, tek bacağımdan tutunarak yanlarıma kaykılabildiğimi ve popomu yataktan kaldırabildiğimi de keşfettim. Tek taraflı da olsa, büyük bir gelişme bu da. Dengede durup hareketleri yapabilmek, başlı başına bir gelişme zaten... 


Maddeler halinde de saymak isterim neler yapabildiğimi;

Ayaklarımı yere bastırır pozisyonda durabiliyorum, demek ki kas kısalığım azalmış.

Tek tarafa yönelerek de olsa, bir tarafa yaslanır gibi yapıp kalçalarımı kaldırabiliyorum.

Dengeli şekilde, yatağın ucunda oturabiliyorum: Oturma pozisyonumda bir sorun olmasa da, yere yakın hallerde oturmalarımda sorunlarım var; diz kapaklarım ve de kas kısalıklarımla alakalı olarak.

Bir de "Bunları yapabiliyorsam, ayaklarımı birbirinin üstüne de atabilir miyim ki?" demiştim kendime. Bunu dedikten sonra önce tabanlarımı birleştirdim, sonra da diz kapaklarımdan izin isteyerek ayaklarımı kaldırmaya gayret ettim. Sonuç; üstte de gördüğünüz gibi bağdaş kurabilir hallere de gelebilir olduğumu keşfettim... :)


Tüm bu anlattıklarımda önemsediğim en önemli noktayı da söylemeliyim; diz kapaklarım bu hareketleri yaparken artık ağrımıyor! Yani yıllar sonra; diz kapaklarımın beni neredeyse hiçbir hareketin başlangıcını bile yaptırmayacakmışçasına, kalkıştığım birçok harekette ağrılarla bana izin vermeme gafletinden beni kurtarmış!


Velhasıl, o günkü mutluluğumuzu ve de gururumuzu daha nasıl anlatabilirdim bilmiyorum, bu yazının yazılması ile olabilirdi ancak. Tüm bu güzel gelişmelerimin arkasında; fizik tedavi-uzay terapi seanslarımın, bu seanslarımda beni sağlığıma kavuşturmaya uğraşan fizyoterapistlerimle ortak çabalarımızın ve planlarımızın, ailemin, dostlarımın, kendime inancımın olduğu kadar onların da bana inançlarının-desteklerinin eseridir bu haklı gururumuz... Sevdiklerime bu müjdeyi, instagram hesabımda ayrı bir yazıyla verdim; 3 gün önce bu yazıyı yazamaz halde dayanamayıp: ki o da burada... 


Devamının ne zaman geleceğini bilmediğim; her nefesimde ve her küçük gelişmede heyecanlanmaya devam edeceğime inandığım bu hayat uğraşımın ne başlangıcı ne de sonundayım. Daha gerçekleştirecek çok hayalim ve her biri için de çok yolum var, sabırla devam etmem gereken; bunu da çok iyi biliyorum. Kendimize ve yaratıcı güce inanmaya ve de çabalamaya devam edelim her birimiz, başarmak ve mutlu yaşamak istiyorsak bu ilk şartımız olmaya devam etsin... Bizi güzel sürprizler beklemeye devam etsin. Sevgilerimle... :)


21 Mayıs 2017 Pazar

Pazar Yazısı #33 - Örgü Dolu Bir Pazar


Ara sınav haftasından öncesinden beri, uzun zaman geçti örgülerimi yarım bırakalı. Ve bu Cuma'dan bu yana ve bugün olmak üzere o aranın ardından yeniden örgülerim elimde idi... Bugün sabah kahvaltısından sonra, elime alıp da akşama dek örgü örebilmek için kendime izin verdiğim; Örgü dolu bir Pazar'dı... :)


19 Mayıs 2017- Cuma günü; Saniye kivram ve Kamil kivram bir hafta öncesinden haber verdikleri üzere, gelme tarihlerini belirleyip biletlerini ayarlayıp geldiler nihayet. Nisan ayında Ankara'ya gittiğimiz tarih aklıma geldi hemen. Biz Ankara'dan onlardan geleli ne kadar oldu ki diye baktığımda, onlara gittiğimiz ve Gemlik'e geri döndüğümüz tarihlere baktım ve karşıma şu durum çıktı; Ankara'ya 19 Nisan'da gitmiştik ve 19 Mayıs'ta da kivramlar buraya geldiler. Bu durum kimi tesadüf der, kimi kader; öylesine güzel ve tatlı bir şeydi ki benim için... Geldikleri akşam, annemlerle ve Saniye teyzemlerle de paylaştım bunu ve hepimizin çok mutlu olduğu küçük bir detay olduğunu farkettik ve gülümsedik... 

Saniye teyzemler gelmeden önce, ders çalışmalarıma onlar burada iken sadece okuma olarak devam edeceğimi düşündüğümden, onlar gelene dek 1,5 adet ders bırakana dek çalıştım ve dün itibariyle de 1 ders kaldı çalışmam gereken. Finallere olabildiğince hazır olacağım yani... 

Saniye teyzem birçok kez de bahsettiğim gibi, benim örgü hobimi geliştirmeme yardımcı olan hocam. O yüzden ikimiz bir araya geldikçe, örgüden bahsetmekten ve örgü yapmaktan çok hoşlanıyoruz. E hal böyle olunca, senenin 6 ayı boyunca Almanya'dan gelip Türkiye'de kaldıkları süre zarfında buluştukça örüyor ve öğrenmeye devam ediyoruz... :) Bu 3 gün de bizim için örgü doluydu. Üç güne bir örgü bitirmeyi sığdırdım mesela, yazısını yazmayı düşünüyorum dikişi bitince... 

Üstteki görüntüm de, yarım kalan pembe şal işimi örmeye devam ederken ablama çektirdiğim bir resim. Pinterest hesabıma eklemeye başlayacağım el emeklerim klasörüme, dolu resim çıktı; sadece bugünden diyebilirim yani... :)


Saniye Kivram, her gelişinde veya her gidişimde örgü ipi ve benzeri birçok hediyeyle gelmeyi sever; elbet bende ondan hediye almayı çok seviyorum. Her defasında şunu soruyor; "Ankara'dan bir isteğin var mı?" Her defasında "yok." derdim ama bu sefer vardı; "Geçen sene gelirken Ankara'dan aldığı beyaz ipin aynısı." Ben o iple bir boyunluk örmüştüm ve de kalan ipi de artık iplerimle başlamak istediğim hırkaya başladım. Ama maalesef yetmedi beyaz tabii ki. İstediğim beyaz ipin kağıdı yok, Saniye teyzeme verdiğim küçük bir örneği de yok (Ankara'ya kadar götürdüm ama vermeyi unutup geri döndüm çünkü), sadece beyaz olduğu ihraç fazlası olduğu ve de bizim Gemlik'ten bulamadığımıza dair fikri var epeydir. "Bulursam getireceğim." dedi sağolsun Saniye teyzem. 

Cuma akşamı geldiklerinde, birkaç saat içinde çıkardığı iple "Aynısı mı bilmiyorum ama bu vardı, en güzeli bu idi beyazlar arasında. İnşallah tutar, tutmazsa da başka bir şey yaparsın artık." demişti bana. İpin tipi tamamen aynı ve sadece geçen sene getirdiği kırık beyazın temiz beyazı, düşünün nasıl mutlu olduğumu! :) Çünkü çok hevesle başlayıp, hırkama devam edemeyeceğimin üzüntüsüyle bekletiyordum hırkamı. (Üst resimde gördüğünüz üzere, hırkamın arka kısmı ile ablam ve Saniye teyzem ve de üzerinde "Bernat" yazan beyaz ipim.) 

Bugün ve dün örgü dolu idi ve öyle olmaya da devam ediyor. Yazısı gelecek olan Hırkamın fotoğraflarını da ilerledikçe çekmeye devam edeceğim. Saniye teyzemler burada iken hırkamın kol kısımlarını yapmayı öğreneceğim ve de büyük ölçüde bitireceğimizi umuyorum. Bugün bir boyunluk bitirdim, pembe şalımı olabildiğince devam ettirdim ve de kendimce bol-rahat-renkli olacak hırkamı örmeye de kaldığım yerden devam ettim... :) 

Saniye teyzem, Kamil Amcam, Ailemizin diğer fertleri ile akşama dek balkonumuzda oturup Saniye teyzemle örgü örmeye "henüz" doyamadığımız bir gün geçirdik. Sonra babam ile ben hariç, sünnet düğününe gitti diğerleri; ben dersime babam da yönetici toplantısına odaklandık ve derken gün bitti... 

Dolu dolu bir Pazardı ve bitmek üzere şimdi. Uzun zamandır bu kadar uzun Pazar yazısı yazmamıştım, değil mi? Ben bile şaşkınım. Sevgilerimle... :))

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Senenin İlk Pikniğini Yaptık - 14.05.2017



2017'nin ilk pikniğini 14.05.2017- Pazar günü gerçekleştirdik ailecek. Uzun zaman olmuştu toplanıp gitmeyeli ve bir anneler gününde tüm gün dışarıda olmak fikri, en çok annem ve ablam için iyi bir dinlenme fırsatı idi diye düşünüyorum. İznik Gölü'ne gittik pikniğe ve o gün çektiğim en güzel fotoğraf üstteki fotoğraftı ki; Kağanımın üstte bir arkadaş bulup, onunla sohbet etmesini fotoğraflarken ortaya çıktı. Öyle kartpostallık ki, bence uzun zamandır çektiğim en güzel fotoğraflardan biri... :) Maşallah tüm çocuklarımıza... 


Sabah 10'u geçiyordu çıktık evlerimizden , eksiklerimizi tamamlayıp İznik'e varıp, yer bulana ve oturup kahvaltımızı kurana kadar saat 12.30'u buldu o gün. Güne erken başlayacağız derken geç başladık ve yine geç bitirdik... Kahvaltı sonrası şu pozlarımız çıktı ki ortaya, benim için tam bir şenlikti. Bir yere gittiğimizde veya bir arada bulunduğumuz güzel günler de; o günlere ait birkaç tane poz bile yakalasam biz dair, mutlu ediyor beni...

Piknik günü sık sık, arada yapmak gerek böyle piknikleri dedik, temiz havadan çarpıla çarpıla bir hal olurken. Uzun zaman olmuştu beraber piknik'e gitmeyeli. 1,5 sene kadar oldu diye hatırlıyorum ben mesela...

İznik bölgesi piknik için güzel bir yer olsa da, eskisi kadar beğendiğimiz bir yer değil aslında şimdilerde. Bulabildiğimiz tek yer, yola yakın bir yerdi ve epey toz alıyordu. Bir yere kadar asfalt yapılmış, bizim yer bulabildiğimiz piknik alanına doğru asfalt çalışması bitirilmişti resmen. Ama buna rağmen güzeldi işte...


Yemek sonrası üstteki görüntü hakimdi, her birimizin elinde bir soda şişesi ile oturduğumuz... Açık havadan olsa gerek, hepimiz daha çok salataya düştük ve yediklerimiz ağır gelmemiş olsa bile soda üzerine yakıştı. Tabii bu sırada, ablam ve annemin günleri için bir hafta öncesinden planlanan o gün için birkaç fotoğraf alayım dedim. İstediğim; tek bir fotoğraf ve ikisinin de bana bakmış olduğu fotoğraf olması idi. Ama birden fazla doğal fotoğraf çıktı, ikisini de bana bakar halde yakalabilmem için; çünkü annemin baktığı fotoğrafta ablam kameraya bakmadı, ablamın baktığı fotoğrafta annem kameraya bakmayı, ya da ikisi de apayrı veya aynı ama kamera olmayan yerlere baktılar. :) Doğal fotoğraflar her zaman daha güzel tabii ki, düşünsenize tek bir fotoğraf olsa; annem ve ablamın günleri idi, iyi ki varlar deyip geçecektim. Ama resme daha güzel bakmış olduk onların sayesinde. Ve ekleyeyim tekrar, onlar iyi ki varlar... Allahım başımızdan eksik etmesin, ailelerimizin her bir ferdini... :)



Yeğenim için büyük bir nimetti o arazi, dilediğince koşmak istedi ve amacına ulaşırken de en çok babam ve eniştemi yordu piknikte. :) Kovalamaca o günün oyunuydu resmen. Babam da çareyi, dövüş simülatörü yapıyormuşçasına Kağan'la kendilerine sopalarla oyun kurmakta buldu. Bu sıralar dur durak bilmeyen Kağan'ı, aşırılıklarını dizginlemek epey zor. Piknik günü, atamadığı enerjiyi atması için nimet gibiydi resmen Kağanıma bu sebeplerden. Babamla sopalarını yarıştırırlarken, birkaç küçük hamlelerle poposuna sopa da yedi. Oyunun kuralının popoya vurulması gibi algılayan Kağanım da çok geçmeden dedesinin poposuna vurmaya başladı bu sefer. Deli gibi yoruldu sonucunda, gece eve zor düştü diyebiliriz yeğenim için... Böyle günler de ve böyle günlerin ardında, gönül birçok kez yineliyor ki; keşke bizim çocukluğumuzda olduğu gibi, sokaklar yine çocuklarla dolu olabilse diye...


Piknik'in olmazsa olmazlarından biri elbette Çay'dır. Açık havada içilen çayın yerini ise bir başka şekilde içilen çayların tutmadığını düşünenlerdenim. :)

Kahvaltıda içtiğimiz çaylarımız termostandı, mangal öncesi içilen çayımız ilk közden, sonrası da yemek sonrası son közden... Allahım nasip etsin her birimize, açık havada rahatça oturabilmenin keyfini. Annem ve ablamın da bizimle oturabilmesi büyük nimetti, ev içinde habire bir iş peşinde koşmak durumunda kalıyor çünkü insan. Piknikleri bu sebeple de seviyor olabilirim, mutfak gereçlerinin her biri önünde ve masa başından "su ihtiyacı olmadıkça" ayrılmak durumunda kalmıyorsun... 

Derken ortaya şu üstteki görüntü çıkıyor ki, o fotoğraf beraber gün batımına doğru yemek sonrası çayımızı beklerkendi...



O gün piknik yerinde epey boş vaktimin olabileceğinin umudu ile yanımda okuma kitabımı da, en son çalıştığım dersin notlarını da götürdüm. Ama sonuç olarak sadece kitabımı okuyabildim, yaklaşık 30 sayfa kadar. Amacım daha fazla okuyabilmektiyse de, Kağan'a göz kulak olabilmeye uğraştığım anlarda bu hedefimi gerçekleştiremedim. Halihazırda, Yeni Moda Turuncu'yu hala okuyorum. Sebebi de, derslere yoğunlaşmaktan gece okuması bile yapamamam. Eğlenceli ve akıcı bir yazı dili var, piknik'te de okuma yapmaktan çok zevk almıştım; yemek sonrası çay ile hele ki...



Kendi fotoğrafını çekmeyi sevenler topluluğu oluşturabiliriz bence. Sizce? :)

Ben kendi fotoğrafını çekmeyi sevenlerdenim. 80'e yakın çektiğim fotoğraflardan en beğendiğim ve en bu yazı için olanlar bunlardı. Ve özçekimlerim de hafife alamadığım kadar hoşuma gitti ki birini facebook sayfamın fotoğrafı yapmayı düşünmüyor değilim. Yaklaşık 1 sene öncesinde piknik sırası çekindiğim bir fotoğraf duruyor hala profilde. Umarım bir dahakine piknik'ten piknik'e değiştirmem... 

Sağımda solumda, arkamda önümde ağaçlar bulunan bir ortamda özçekim çekinmem de ne yaparım ki? diyerek çekindim üstteki fotoğrafları. Ve üç fotoğrafı da çok sevdim. Madem öyle bu yazıyı bitirirken şunları demek geliyor içimden; 

1.) Piknik zamanlarının açık hava fırsatını her türlü değerlendirmeyi ihmal etmeyelim, havalar güzelleşmişken.
2.) Kendimizi sevmekten ve bunu dile getirmekten çekinmeyelim lütfen. Kendimi seviyorum, ailemi ve çevremde bana destek olan doslarımı seviyorum... :)

Sevgilerimle...

16 Mayıs 2017 Salı

E Ben İyiymişim Ya!


Cuma gününden beri yazmaya fırsat bulamadığım bir yazı bu. Sebebine gelince, dersler desem yeter zaten diye düşünüyorum... Başlık atmaya gelince, yazmadan çok öncesinde; bundan güzel bir başlık olamazdı, dedim. Zira "E Ben İyiymişim Ya! Uzay Terapilerimde gerileme durumum falan yokmuş." Demek istedim, çevremdeki herkese dediğim gibi bu yazımda da. Çok ama çok şükür... Ne gerilemesi derseniz, Kas Kuvvetsizliği - Bir Uzay Cuma'sı yazımda yazdığım gerileme sadece birbiriyle anlaşamamış bir hasta-doktor yanlış anlaşılmasıymış...


Yalova'dan aldığım yıllık tedavimde bu sene Ali abi ile ders yapıyorduk Uzay Terapi'de... Nisan ayında Ali abi hastanedeki işinden ayrıldıktan sonra, Mayıs'ın ilk haftasında iki ders olmak üzere Muhammet abi ile çalışmaya başladık... Ama bir türlü Ali abi ile çalıştığımız gibi çalışamadık. Alışacağız birbirimize, yeni bir tanışma süreci diyordum ve diyorduk. Ama görüyordum ki ben gerilemişim gibi bir tablo söz konusu oluyor, açıkçası hiç yapamıyormuşum gibi de bir tablo hakim oluyor derslerimizde... 9 kg yaptığım harekette 4 kg ağırlığı zor basıyorum Muhammet abi ile ve birçok hareketin sonunu getiremiyorum; sonrası acayip bir kas ağrısı ile sonuçlanıyor ve bu benim epey canımı sıkıyordu. Derken ister istemez, toparlanma sürecimizin zor olacağını düşünürken çürüdüm diyebilirim...

Buraları geçelim, Muhammet abi ile geçinememek değildi bizim ki ben kendimi anlatamadım ve Muhammet abi de belli ki henüz alışamamıştı. Onun çalışma stili ile devam etsek birkaç haftaya ona da uyabilirdim belki ama bu benim gerilememe de sebep olabilirdi...


Bir sonraki Pazartesi gidemedim Yalova'ya, Geçen Cuma (12.05.2017) yine gittim. Muhammet abi izinli idi ve benimle daha önceden bir ders de olsa çalışmış olan Mümin abi ile ders yapmak için anlaştık o gün. Durumumun garipliğinin farkında olduğunu ve gerilemiş olduğuma inanmadığını söyledi. Sonuç olarak derse geçtiğimizde, birkaç dakika içinde moralim tavan oldu diyebilirim size. :) 9 kg'da çalıştığım hareketi 8,5 kg.'da, 8 kg. ağırlıkla yaptığım hareketi 7,5 kg.'da ve de 1,5 kg ile yaptığım hareketi 3 kg.'da yapabildiğimi gördüm. Diyeceğim o ki gerileme değil, ilerleme bile olduğunu gördük durumumda. 

O gün (12.05.2017-Cuma günü),
Mümin abi ile konuşup anlaştığımız üzere beraber derslere devam etme kararı aldık. Sebep kimse değildi aslında buna; Muhammet abi iyi bir fizyoterapist olduğuna kanaat getirmiş de olsam Uzay Terapi konusunda düzenek kurmaya henüz alışamadı diye düşünüyoruz şimdi...



Bu yazıdaki resimler bu Pazartesi'nin Uzay Terapi seansının sonrasındaki Tilt esnasında çekildi... Mümin abiyle derslerimiz iyi şekilde devam ediyor şimdi. Bu Pazartesi daha da iyi olduğumu gördük ve tilt öncesindeki performansımda yine moralim "Uzay'a çıktı" diyebilirim. :)

Mümin abi ile çalışmaya başladım başlayalı şunu diyorum şu an; "Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir, sonra da buldururmuş; aynı o hesap hissediyorum." İçimde öyle bir rahatlık olduğu resimlerden de belli mi acaba? Açıkçası çok şükür Allahın sevgili kullarından hissediyorum, benim için her gelişme de her gerileme de Allahtan bana lütuf. Allahımın bana uyarısıydı belki de, yaşamamız gerekiyordu diyorum bu konuda da. O atak geçirme korkusu ile yeniden karşılaşsam ne yapardım diye düşünüyordum zaman zaman. Geçen haftalarda bir an atak geçiriyormuş gibi düşünüp, bir o kadar sakin ve yapıcı odaklı düşündüm ki; evet bu bir uyarı idi bana, dedim en sonunda kendi kendime... Gururlandım kendimle ve iyi karşıladığım oranda da sevindim.


Kendi kendimi test edebildiğim ve durum değerlendirmesi yapıp, hayatın beni şaşırtmadığını gördüğüme sevinmek ile üzülmek arasında kaldığım 2 hafta geçirdim resmen yani. Uzay Terapi konusunda da gerilemediğimi görmek, ama gerileseydim bile savaşabilme içgüdümün içimde hakim olduğunu görmek beni mutlu etti. Şimdi iyiyim, öyle iyiyim ki başka iyi yönde giden sağlık haberlerim de var; yazacağım. Üstelik bugünden keşfettiğim ve yazamadığıma şu an üzüldüğüm iyi haberler bunlar...

Sağlık durumum iyiye gidiyor, daha da iyi olacağıma inancım tam. Savaşabilmeme de inancım tam... Mümin abime, Yasemin ablama ve de tüm bu durumların farkındalığına kavuşturan Muhammet abime de selamlarım ve teşekkürlerimle. İyi olalım, iyi olun. Çünkü, "E Ben İyiymişim Ya!" :)

İyileşmek için savaşmaya devam edelim. Savaşabileceğimize olan inancımızı ve gücümüzü ise hiç kaybetmeyelim. Sağlığımıza ve düzenlerimize sahip çıkalım inşallah. Sevgilerimle... (:

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Nisan 2017 Nasıl Geçti?


2017'nin 4. ayını da geride bıraktık demek, bu sene bu aylık değerlendirme yazılarımı epey sevdim ben. İşime yaradı resmen; kitap okumalarım da film izlemelerim de düzene girdi. Ayda en az 2 film, en az da bir kitap bitirir oldum resmen; maşallah bana!

Zaman geçmeye devam ediyor. Nisan ayı dolu dolu ve epey yorucu geçti. Ama buna rağmen, okuduğum ve izlediğim filmler olabildiğine göre ve bir de yazabildiğim yazıları da düşündükçe; verimli hallerimi epey seviyorum be, diye gururlanmak istiyorum bu değerlendirme yazısı öncesi kendimle. İyi okumalar... :)


İki Film İzledim, Bir Kitap Okudum;



Benim Adım Feridun filmi;
Çağan Irmak'ın izlemediğim filmlerinden biri idi. 2000 senesinden beri yaptığı filmlerden, izlemediğim bir veya iki tanesi kaldı gibi. Ve Çağan Irmak film dünyasının en başarılı yazar-yönetmenlerinden bence. Filmlerini oldukça başarılı buluyorum. Birbiriyle bağlantısı olmayan filmlerinin, her birinin ayrı ve güzel bir konu bütünlüğünün olması ve izlettiriyor olması benim için büyük artı... Filmlerinde oynayan oyuncularıyla da, adını ve varlığını film dünyasına ispatlamış durumda bence. Benim Adım Feridun, diğerlerinden de ayrı biraz daha durağan gibi idi. Ama sonra oyuncularının çeşitliliği ve kalitesi ile öyle izlenir kılındı ki yine. Sonu benim için sürprizli idi, diğer Çağan Irmak filmlerine hiç benzemiyor ama güzel vakit geçirmek için amacına uygun bir film yine bence.. :)

Benim Adım Khan; "Benim Adım Khan ve ben terörist değilim." bu replik filmin başında basit gelirken, filmin devamında öyle bir anlamlanıyor ki... En sevdiğim film repliklerinden bir diğeri şuydu; "Dünyada sadece iki tür insan vardır; iyi şeyler yapan iyi insanlar, kötü şeyler yapan kötü insanlar." İzlenip görülmesi ve düşünülmesi gereken güzel bir film...

Atlıkarınca - Jelena Bacic Alimpic; Nisan ayında, uzun zamandır 21 günde bitirmediğim tek kitap ve öneri listeme girmiş bir kitap olan, Atlıkarınca'yı okudum bitirdim. Yazısı ise burada. :)

Nisan Ayında 19-24 Nisan Tarihleri arasında Ankara'da idik;



Annem, Babam, Kağan ve ben, Ankara'ya babamın bilardo turnuvası sebebiyle gitmiştik ve bu fırsattan istifade Kivramlarla güzel zamanlar geçirdik yine. Ankara'da olmak, bu 5 gün içerisinde bana ruhsal olduğu kadar fiziksel olarak da iyi geldi. Bir alışkanlığa, ayağımı uzatıp oturmalarıma başlamalarıma sebep oldu Ankara. Şimdi her fırsat bulduğumda oturmaya çalışıyorum, ayaklarımı uzatarak, karnıma çekili oturarak; tabii ders çalışmalarımdan fırsat oluşturmalarıma çalışarak. Ankara'da Olmak bana ne hissettiriyor yazdım bir de; garip, deneyim, değişkenlik dolu anılarla dolu ve artık güzel hissettiriyor...


Ara Sınavları Atlattım; 

Bir ara sınav dönemini daha geride bıraktım Nisan ayında ve tek bir günde tüm dönem derslerime girmemin vereceği gariplik vardı bu sene bu dönemde. Çok yoğun bir ders dönemi daha atlattım bu şekilde... Ve sınavlar bugün açıklandı, 5 dersin ara dönem sınavından bir tanesi hariç şimdilik geçer not aldım. Devamını dönem sonu sınavlarına diliyorum hepimize. Bir de, her sınav haftasonu 5 senedir benim için ayrı anılarla dolu geçiyor, bu sefer de böyleydi; dolu dolu ve heybeme dolan anı ve düşünceleriyle dolu... Onun da yazısı burada.


Bunlar haricinde; Nisan ayında çok sevindiğim iki güzel olay da oldu; Bir dostum işe girdi, bir dostum da Ukrayna'ya gitti. :) :)



Onların hayatındaki bu ilkleri, bende onlarla birlikte yaşadım. Üstteki resim, Damlamın kedisi Bekir ile çekindiğimiz fotoğraflarımız... Tarihlerden 12.04.2017- Çarşamba günüydü, aynı gün içerisinde geldi bu iki güzel haber de, benim Bekir ile tanıştığım o günde... Bu fotoğraflardan birkaç dakika öncesinde Meromun iş görüşmesine çağırıldığını ve görüşmeye gidiyor olduğunu öğrendim...

Sonra Damlama indim, çünkü o gün onunla yemek yeme sözleşmemiz vardı. Damlanın ikinci kedisi Bekir ile ilk defa tanıştım o gün, çünkü ben en son gittiğimde onlara Bekir yoktu. O kadar zamandır onlara gidemiyordum... Biz yemek yapmadan önce tanışma ve kaynaşma adı altında dolu etkileşimler kurduk Bekir ile ve o sırada Damla da resimlerimizi çekti. Bekir öyle sevilesi ve kendini sevdirmeyi seven bir kedi ki, aşık olmamak elde değil. O gün Bekir her yaklaştığında bana sevmeden edemedim, kucağımda-omzumda-ardımda ve bacaklarımda uyudu durdu her fırsatta; bence o da beni sevdi, niye gezsin ki etrafımda de mi? :)

Ve o gün ikinci haber olarak ise Damlamdan yurtdışına gitme işlemlerinin başladığını öğrendim. Ukrayna'ya gitmek için pasaportunu hazırlamış, son işlem olarak biletlerinin alınacağını söylemişti. İki dostumun da hayatında olan güzel gidişatlarının haberini almıştım ve bu durum aynı güne denk gelmişti... Meryemimden aynı gün işe deneme süresi için alındığı haberini de aldım. Sonra Damlamların evinden ayrılmadan önce netleşen bilgi ile bir hafta sonrasına Ukrayna'ya gidebileceğini de öğrendim...

Velhasıl; Meryem'in bir işi var şu an ve işe alındı. :) Damla ise, daha bugün evine döndü, 10 günlük Ukrayna yolculuğundan... :) İkisinin de sayesinde, şu an yapamadığım iki şeyi gerçekleştirmiş kadar mutlu hissediyorum kendimi. Umarım böyle sürer gider hayallerinin ve planlarının gerçekleşmesi... Tabii inşallah benim de İtalya'ya gitme vaktim gelir bir gün... =)


Bugün Berat Kandili; ben ailem, dostlarım ve kendim için hayallerimizin ve planlarımızın gerçekleşmesini, bir arada sağlık ve mutlulukla yaşayabilmeyi diliyorum hepimize. Nisan ayı garip şekilde güzel geçti, çok şükür ki. Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos,... diğer aylarda öyle geçsin dilerim ki. 

2017 Nisan seni sevdim, 2017 Mayıs seni de sevmek istiyorum. Sevgilerimle... :)

9 Mayıs 2017 Salı

Okudum; Atlıkarınca - Jelena Bacic Alimpic


Hatice Yengem, dayım, İncim, Merom ve dedemin, Mercan halamın vefatının ilk haftasında burada oldukları zaman içinde Hatice yengemin bana aldığı bir kitaptı; Atlı Karınca. Yazarı Jelena Bacic Alimpic, daha önce hiç okumamayı geçtim hiçbirimizin duymadığı ama konu itibariyle arka kapağını okuyunca yengemin bana almak istediği ve ben okuduğumda ise okuma listemde en ön sıralara aldığım bir diğer kitap oldu...

Uzun zamandır bu kadar uzun bir kitabı 21 günde bitirmemiş ve böyle hem bitsin hem de bitmesin ikileminde kalmamıştım. Nisan ayında bitirdiğim tek kitap oldu, malum ara sınavlarına hazırlıklar sırasında bu bile büyük bir şey... :) Kısaca söylemek gerekirse; kitap acayip sürükleyici ve çok güzel bir konu bütünlüğüne sahipti.



Hani derler ya; ciklet kitaplar var diye, hayır sadece öyle bir kitap değil bu. Bana göre okuması çok zevkli ama birçok yerinde de duraklanası bir kitaptı. Hikayenin arasında çok güzel tespitleri vardı mesela, ikinciye okuduğumda daha fazla alıntılarım arasında duraklayacağıma eminim. Ancak ben okurken en çok hikaye bütünlüğüne odaklanıp, "acaba şimdi ne olacak ve bitmese mi ki?" düşüncelerinde dolandım durdum... :)


Kitabın konu özetini yapacağım, kendimce :) (Olabildiğince ayrıntı vermemeye çalıştım ama yine de tam başarılı olamadım bu konuda); 


Anna Balint, Annesi Lenka Balint'in de desteğiyle hayallerininin peşinden koşmak için izbe çiftliklerinden kaçmaya ikna olduğunda sadece 6 yaşındadır. Anna annesinin sözünü dinleyen bir kız ve bir o kadar da dans etmek için tutkuludur. Bu tutku başına neler getirecek bilmeden, Atlıkarınca'sından ayrılmayı göze alabileceği kadar büyüktür. Lenka ise, kızı için her şeyi yapabilecek kadar cesurdur. Önce büyük aşkı için kendi hayatını hiçe saymıştır, şimdi de kızı için herkesi karşısına almaya hazırdır. Lenka'nın hisleri hakkında şöyle bir tabir var başlarda;

"Sadece yıldızlar ve çocuklar büyük zorluklar içerisinde doğarlar."
Lenka tüm zorlukların üstesinden gelebilecek bir annedir, tüm annelerimiz gibi... Anneliği uğruna, yalnızlığı da karşılaşacağı zorlukları da büyük bir cesaretle göğüslüyor. Annelerimizin varlığına şükür dedirtiyor...

Anna Balint'in hayatına birçok insan giriyor. Kitabın başlarında hep, anne-kızın hayallere giden yolculuklarının babasının engeliyle son bulacağı hissine kapılıyorum nedense. Ama öyle bir şey olmuyor, Anna'nın hayatına o kadar çok insan giriyor ki; dost oluyor, kardeş oluyor, abla oluyor, abi oluyor, hayatında hem hep varmış gibi hem de hiç olmamış gibi kalabalıklar var oluyor. Çoğunlukla kitap boyunca, bu durum için "güzel mi değil mi?" diye de sorgulatıyor kitap. Anlatımla ilgili şünü söyleyebilirim ki; hikaye birçok kez "bundan sonra biter hikaye" dediğinizde devam etmeyi öylesine başarıyor, bu sebeple de çok sevdiğimi düşünüyorum. Kitap boyunca okumaktan usanmadığım nadir kitaplardandı benim için, Atlıkarınca...

"İlk aşk gelip çattığında ihtiyat dediğin şey eldivenindeki kar tanesi gibi eriyip gider."

Aşk, sıklıkla konu alınan bir duygu kitapta. Sevgiliye duyulan, evlada duyulan, dansa duyulan, kaybettiklerine ve elden kaçırdıklarına duyulan aşk... Duygu karmaşasına bile sokuyor diyebilirim... :) Başta sevemediğim birkaç karakteri bile, sanırım duydukları aşklarının güzel anlatımının uğruna sevdim. Tek bir karakter değil, her karakterin hikayesi dolu dolu anlatılıyor; her karakterin içerisine rahatlıkla girebildim doğrusu. Beni bu sebeple de mutlu eden bir kitaptı işte...

"Tanrı insana her şeyi bir arada vermiyor."
Kitabın ana fikirlerinden biri bile diyebileceğim bir olgu bu idi, "Tanrı insana her şeyi bir arada vermiyor." Öyle ki, kitabın ortalarında bunun yazarın fikri olduğuna emin olmaya başladım. Birinin başına mutluluk da mutsuzluk da bu kadar mı gelir, derken; "hangimizin başına gelmiyor ki sanki." dedim hayata döndüm geri. :) Belki de maalesef ki öyle, diyor insan...


Birkaç alıntım daha var kitaptan. Bana iyi ve doğru gelen son iki alıntım;


"En gerektiği zamanda en sevdiklerinizin yanında olmak arzusu, acılarınız, talihsizlikleri hatta doğru teşhisleri bile silip atabiliyor." (Kesinlikle!)

"Size hayat vermiş, sizin için yaşamış olan annenizin boşluğunu kim doldurabilirdi ki? Hiç kimse dolduramazdı; çünkü hayatta en zor acılar benliğinizi sarmaya başladığında, sizi anlayabilecek, teselli edebilecek ve yeni umutlar verebilecek olan o kişi annenizdir. En ufak bir sözü bile güzel söz olarak kabul edilen, hatta kendinizi aşıp, hep daha iyi olabilmeniz için gerektiğinde sizi tenkit eden babamız da öyle değil midir? Varlığınızın sebebi olan canlarınız bu dünyayı terk edip gittiklerinde, işte o zaman gerçekten de yalnızsınızdır."



Anna iyi bir evlat, dünya güzeli bir kız. Hayallerine kavuşup, en ünlü ve en iyi baş balerin olan şanslı biri. Aşık olup, hayallerini bir arada götürebilmeyi de başarabilen biri. Ama nice üzüntülerle. Sonya teyzesinin, Klara teyzesinin yaşadıklarını öğrenip, aşkına sahip çıkabilmeye uğraşan biri; Sergey'e... Ama sevse de sevilse de şanslı olmadığı nokta, sahip olduğu aşk belki de... Kitabı okurken çoğu kez şöyle dedim; bir aşka sahip olamamak da şu an ki şansımızdır belki, bize zamanın gelmediğini fısıldıyor ve bizi acılardan koruyordur belki hayat... 

Anna; aşkına da hayatına da nice acılar yaşasa da sahip çıkmaya uğraştı, hayalleri gerçekleşirken de yolunda gitmeyen şeylere dayanabilmeyi keşfetmeye uğraştı. Sonra; neler yaşamış, ne hayallerin peşinde koşmuş, ne aşklar ne üzüntüler ne mutluluklar yaşamış... Bunları okurken kitap bitti. Bir hikaye kahramanı da olsa tutunursunuz ya bir anılar dizisine, öyle tutundum bu kitaba... Bittiğine üzüldüğüm kitaplardan biri oldu Atlıkarınca. Her şeyin bir gün bittiği gibi, her hikaye de biter işte. Bu hikaye de bitti böyle...

Aşk-Dram okumak isteyen varsa, tavsiye ederim. Hikayedeki karakterleri unutmamak adına da; Anna'nın büyükleri Lenka ve Steven, Sonya, Klara, Nina Pavlovna... Hikayenin erkekleri Sergey Pavloviç başta olmak üzere; Sergey, Yuriy ve Corce, bunları bile unutmak istemiyorum. Hatice yengem ve dayıma bu kitap için tekrar teşekkür ederim. :) Favorilerim ve önereceğim kitaplar listeme girmiş durumda Atlıkarınca... Böyle kitaplar yazabilenlerin kalemlerine sağlık...

Bir kitap yorumunun daha sonuna geldik. Uzun zamandır yazmıyordum kitap yorumu, şimdilik bu boşluğu da doldurduğuma göre; yakın zamanda yeniden görüşmek dileğimle ve sevgilerimle... :)


6 Mayıs 2017 Cumartesi

Kas Kuvvetsizliği - Bir Uzay Cuma'sı



Gülüyordu ama neden? Ders öncesi arkasındaki ağırlıkların onun kas kuvvetsizliğine düşman olduğunu bilmiyordu mesela... Onlar ne pis ağırlıklardı, onlar!! :): (05.05.2017-Cuma gününün Uzay Terapi dersinin öncesi. Yer Yalova...)

Böyle bir giriş yapayım dedim, zira bu hafta Pazartesi günü de Cuma günü de benim için güzel geçmedi Uzay Terapi. Moral olarak çökebilirdim ama çökmedim şükür. Neden? Çünkü bir işe yaramayacağını biliyordum... 

Kaslar nankör diye giriş de yapabilirdim aslında, ara verdiğim 2 haftanın sonrasında döndüğümde kas kuvvetsizliğimle karşılaştım yine. Benim bile derinden hissettiğim derece ama çok da ağır değil aslında... Sadece bu da değildi, 2 haftadan sonra yeniden Uzay Terapi'ye döndüğümde  karşılayacağım manzara epey değişmiş halde idi... Yeni bir fizyoterapist ile karşılaştım önce, beraber Uzay Terapi yaptığımız Ali abi işten ayrılmış meğer. Şans bu ya, Pazartesi günü gittiğimde benden önce çok hasta vardı, benim zamanım da yetmedi. Derken o kısa zamana tanışma dersini sığdırabildik, moralimin epey bozulduğu bir gündü... 

Pazartesi günü; Ali abi ile çalıştığımız düzene göre yaptığımız ağırlıkları söylediğim üzere eski ağırlık çalışmalarımızda yaptığım kiloların hiçbirini yapamadım. Bu moralimi epey bozdu ama en sonunda 2 haftalık aranın büyük bir kas güçsüzlüğüne yol açmış olabileceğine kanaat getirdik, yeni fizyoterapistim Muammet abi ile... 

Gün Geldi Cuma'ya; Yalova'ya yine gittik ve sıram gelene dek yine kitabımı okudum. Bunun da öncesinde yapamadığımız dersler için rahatsızlığımı dile getirdim fizyoterapistime ve derslerin sırasını düzenleyen ablaya. Bir ders süresi kadar sonra derse başlamak üzere yattım. Ders öncesinde gülüyordum, umudum çoktu çünkü yapacağımız dersten ötürü. Ama sadece Pazartesi güne ek olarak, daha da emin olduk ki "ara verdiğim 2 hafta ve öncesinde düzenli Uzay Terapi alamamamın sonucunda" bir kas kaybı vardı; beni epey yoran ve hareketlerimi tam yapamamanın verdiği garip rahatsızlığa-sıkıntıya boğan...

Kas kaybı demek gerçekten kötü, güçsüzlük demek de cidden üzücü. İyileştirmeye uğraştığınız vücudunuzun o bölgesinde elde edilen gerileme bir gıdım bile olsa morali çok bozuyor maalesef... Ama esas yapılabilecek tek şey, yeniden çabalayıp düzeni yeniden sağlayabilmek efendim... Bunu biliyor olarak üzülüyorum da ama yeniden daha iyisini yapabilmek adına bu seferki üzüntüm.  Buna rağmen de gülmem gerekiyor yine elbet... :)



Öyle yaptım bende, güldüm işte... Aylardır Uzay Terapi'deki yoğunluktan hep genellikle derslerimiz sona kalıyor bende Tilt'e çıkamıyordum. Durum en azından Tilt'te kötü değildi dedim ve bununla avundum daha çok Cuma günü dersimin sonrasında... Ama bir yandan da, haftada iki gün fizik terapi aldığım fizyoterapistim Yasemin'in Perşembe günkü dersimizde dediği şu cümle de beni sağlam tutmaya yeten cümlelerden biriydi; "Her yeni fizyoterapistle ders programı çizmek en az 1 ay. Şimdiki durumun kötülüğü moralini hiç bozmasın, o sana sen ona alışacak ve zamanla anlaşacaksınız. Eski deneyimlerini hatırlasana..." 

Yasemin haklıydı; her yeni fizyoterapist deneyimim, hep iyi başlayıp iyi ilerlemedi. Bazen iyi başlayıp kötü gitti, bazen kötü başlayıp iyi gitti. Bu gerek benim gerekse de fizyoterapistin durumu ile ilgili idi. Bu sefer benimle alakalı bir güçsüzlük mevzu bahis işte... 

Ben her fizyoterapist ile tanıştığımızda, birbirimizi tanıma başlangıcında şuna dikkat ederim; "Fizyoterapist ilk önce nereden başlıyor?" Benim Hacettepe Üniversitesi kontrollerimden kalma bir alışkanlığım var ki, fizyoterapist ve doktorlar önce benim hastalık geçmişimi dinlemelidir. Öyle ya, sadece kaslara ve hareket kapasitesine bakılarak, hastalığın ne olduğu ve hangi gidişatta olduğu anlaşılamaz...

Velhasıl bu konuda Muhammet abi ile de iyi başladık, çünkü ilk olarak adımı sorduktan hemen sonra; "Şikayetiniz ve hastalığınızın durumu nedir?" diye sordu bana. Sonradan bu konuda bir ipucu verdi benim sorularımla; yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi'nden almış. :) Gelin görün ki; sadece oradan eğitim alan fizyoterapistlerin değil, hastanın isteğine ve iyiliğine önem veren fizyoterapistlerin yapmasını istediğim ve yapması gerektiğini düşündüğüm bir harekettir bu... :)

Diyeceğim o ki; bu sefer epey kas kuvvetsizliğim var. Öyle ki; uzay terapide ayak uzatma hareketini "9 kilo ağırlıktan > 4 kilo ağırlıkla", bastırma hareketini de "6 kilo ağırlıktan > 3,5 kilo gibi bir ağırlıkla" çalışabilir hale düşmüşüm... Moral bozmamayı başarabilir, azmimi korursam; bir de Muhammet abi ile çalışmalarımızın gidişatı konusunda bu şekilde anlaşmalı hallerimizi korursak, birkaç haftaya toparlarım da inşallah... :)

Okuduğunuz için teşekkürlerimle ve istediğimiz başarıları elde etme konusunda azmimizi kaybetmemiz dileğimle... Başaracağız alimallah, kendimize inanmaya devam... =)

5 Mayıs 2017 Cuma

Hıdırellez Ve Hayatımdaki Önemi


En son ateşlerle kutladığımızı hatırladığım Hıdırellez akşamı, bundan tamı tamına 10 yıl önce idi; 5 Mayıs 2007... 2-3 sene üst üste sitede Hıdırellezi kutlayabildiğimiz ve o akşamlarda sitemizde eğlenebildiğimiz zamanlardı... Şimdiye gelince, o zamanlar çok eskide kaldı ama benim yüreğimden ve anılarımdan hayatım boyunca silemeyeceğime inandığım anılardan hala...


Hıdırellezin hayatımda bir yeri var, 2005'ten 2009'a kadar bu yer hep aynı kalacak ve hiç değişmeyecek sanıyordum. 2010 senesinde o eski yerini bir daha bulamayacağımı, belki bulmak için uzun zamanlar geçmesi gerektiğini anladım; kaybettiğimiz arkadaşımız Duygumuzdan sonra...


2012'den beri bloğuma yazıyorum ama bu konuda yazmaya kıyamamışım. Anlattım sanırken bu konuyu burada, bugün baktım ki hiç yazmamışım. Hıdırellez benim için önemli bir gecedir; yıllar öncesinde böyle bir gecenin varlığını öğrendiğimizde büyülendiğim, böyle bir gecenin düzenlendiğine duyduğum heyecandan ötürü ve de o ateş etrafında kalabalıkla toplanıp eğlenmemizi sağlayan gecenin varlığı güzeldir benim için...

Yıllar önce idi, bir büyüğümüz söyledi ama kimdi hatırlamıyorum şimdi. Bahar yeni gelmiş, biz beraber oturmaktan, beraber yürüyüşler yapmaktan başka bir eğlenceye daha ihtiyaç duyuyoruz. Hepimizin ders sıkıntısı mevcut, okul hala bitmemiş ama bitmek üzere. Derken bir büyüğümüz dedi işte; "Siz hıdırellezi biliyor musunuz?" diye. Ondan sonra birçok kişiye sorup da öğrendik ki; hıdırellez'de ateşler yakılır, o gece dilekler dilenir, Hızır aleyhisselam gelir ve dilek kapıları açılır Allah dileklerimizi görürmüş... 

Velhasıl bunları öğrendikten sonra, tek bir şey kalıyordu bize; site yöneticimizden izin almak... Biz ilk iznimizi aldıktan sonra, sitemizin yan tarafını kendimize yer belledik ve çalı çırpı toplamaya başladık. O ilk heyecan ve sonraki senelerde süren heyecanlarımızı hiç unutamıyorum... :)



Hıdırellez geceleri, sitemizin yanına doluşurduk böylece. İlk Hıdırellez gecemizde 5-6 kişiden nasıl o kadar büyüdük hala inanamıyorum. Sitenin yanı öyle kalabalık olmuştu, öyle dolu dolu bir ateş yakılmış ve o ateş başındakilerin bir arada oluşu ile şarkı söylemelerimiz geceye öyle güzel karışmıştı ki... 5 Mayıs gecesinin sihri olmasını istediğimiz unsur idi bu... Bence böyleydi.

Ateş üstünden atlamak, ayakta olmama rağmen o zaman da kolay değildi yine benim için. İki kişi elimden tutardı ve beraber atlardık. Annemle atlardık hep, bir diğer elimden de bir arkadaşım tutardı. Benim atladığım küçükler için yakılan ateşti ama her defasında her birimize de mutluluk dilemiştim. En büyüğünden bir defasında atladığımda da hem sağlığımın hem de mutluluklarımızın sürmesi adına birçok dilek dilemiştim. O ateşten atlayanlara destek çıkmak da, o ateşten atlamak gibiydi benim için. Her bir atlayan, benim adıma da dilediğini söylerdi. Bunun için de o gecenin önemi büyükdü benim için...

Patates, biber, domates fasıllarımız olurdu gecenin ilerleyen zamanlarında. :) Eve çıkan, patateslerini biberlerini ve tuzlarını alır gelirdi gecenin ilerleyen saatlerinde geri aşağıya. Küçük yanan ateşin dibine atılırdı patatesler, kimisi pişer kimisi pişmez ama mutlaka yenirdi. Dışarıda ve kalabalıkla yemenin hali başka tabii ki... O gece yenen yiyecekler, söylenen şarkılar, edilen sohbetler ve tutulan dilekler herşey çok başkaydı. Görün ki işte hala unutulmuyor yıllar geçmiş de olsa...


Gecenin sonu elbet dileklerle biterdi. Kimi gül ağacının diline kağıtlara yazdığı dileklerini asardı, iplerle bağlayarak veya keselere koyarak. İçine mutlaka para konulurdu o zamanlar, demir para olmak kaydıyla. Taşlara yazmak da makbulmuş diye duyanlar, taşlara da çizerdi. Hiç unutmam; sitede bir ablamız bir sene gül ağacının yakınındaki bir taş betona, hıdırellez gecesi gitmek istediği okulu çizip adını yazmıştı. O sene istediği okulu tutturmuştu ve evet biliyorum ki çalışıyordu da ondan oldu; ama bu gecenin de dilek kapısının açıklığına güvenmiştik çok işte. :)



Eski hıdırellez maalesef yok şimdi ama biz neredeyse her sene bir araya gelebildikçe sadece dilek kısmında bütünleşip yan yana, veya ayrı ayrı; dileklerimizi gül ağaçlarına bağladık, altlarına gömdük ve sabahına da denize attırdık dileklerimizi... Güzel günlerdi ve benim için hala güzel bir gelenek. Hıdırellez gecesinin büyüsünü, hıdırellez gecesinin varlığını çok seviyorum. Bu sene dileklerimizi gül ağacına bağlamama kararını bu akşam son anda aldık, zira bu akşam çok yağmur yağdı daha bağlayamadan eriyip gidecek dilek kağıtlarımız yoksa. Ben bu sene için şöyle yapacağım; dileklerimizi yazdığım kağıdı masamın üstünde açık cüzdanımla beraber bekletecek, yarın da denize attıracağım babam yürüyüşe çıktığında...

Velhasıl gelenekler bitmez de, ateşten atlama ve sitenin kenarında toplanma alışkanlığımız çok çabuk bitti. Anısı bizde saklı, benim gibi birçok arkadaşım da biliyorum ki hala unutmadı. Ve umarım bir nesil boyunca unutulmasın, sonra belki ilerleyen zamanlarda çocuklarımıza yeğenlerimize büyüdüğümüzde anlatır, onlara bu güzellikleri yapar öğretiriz.. Zaman ne gösterir, kim bilir, kim görür... Ya da sadece unutulmasa bile yeter... :)

Sevgilerimle, dualarımızın dileklerimizin kabul olduğu bir Hıdırellez Gecesi olsun hepimize. Ben de birbirimizin dualarda olmanın gücüne inanıyorum, dualarımızda da buluşmak dileğimle... :) 


4 Mayıs 2017 Perşembe

Not Aldım Veya Not Ettim #32 - Ekran Görüntülerim...


Benim birkaç aydan beri en sık not alma yöntemlerimden biri haline geldi, Ekran Görüntüsü almak. Mobilde gezerken büyük kolaylık ve güzellik oluyor. Bazen bir arkadaşıma bazen de kendime notlar almış bulunuyorum ve artık bunların bazılarını da saklama alışkanlığı kazandığımı görür oldum son zamanlarda. E o zaman, neden burada da bir yazısı olmasın ki dedim.

Nisan ayının ve en çok da Ankara'da geçirdiğimiz 5 günlük zaman diliminin dahil olduğu zamanlarımızın ekran görüntüleri yazısı bu. Tarihleriyle ve hesaplarıyla beraber sizlere çoğunluğu İnstagram paylaşımı olan ekran görüntülerim ve konularından bahsedeceğim. İyi okumalar olsun yine o zaman... :)

İtalyanca'ya olan merakımı yakın arkadaşlarım çok iyi biliyor. Çok uzun zamandır, küçüklüğümden beri var bu merak ama örgün öğretimde okurken ciddi anlamda başlamıştım kendimce öğrenmeye İtalyanca'yı. Şimdilerde o ciddi öğrenme yöntemimi birazcık boşlamış da olsam hala öğrenmekten ve merak etmekten vazgeçemediğim bir dil kendisi, İnstagram hesapları ve internet sitelerini takip ederek desteklediğim...

E hal böyle olunca, İnstagram'da çok gezen biri olarak instagram hesaplarında cümlelerle ve kelime yapılarıyla ilgili bilgi veren hesapları da takip ediyor insan. Benim böyle takip ettiğim iki hesap var; biri italyanca_cok_guzel (ki yukarıdaki resim de o hesaptan bir paylaşımın ekran görüntüsü, bir diğeri de italyancaveitalyankulturu adlı hesap. Bir dili cümle kalıplarıyla öğrenmek de gerektiğine inanıyorum ve bu hesapları bu sebeplerle de takip etmeyi seviyorum...

Üstteki ekran görüntüsünü aldığım hesap daha çok cümle ve kelime kalıplarıyla dil öğrenimini amaç edinmiş. Diğer hesap ise İtalyan kültürünü de tanıtmayı amaç edinmiş bir blogger sahibi, sitesi de burada. İlgili olanlara tavsiye ederim. Emek verenler sağolsun, interneti bu sebeplerle çok seviyorum... :)  

İtalyanca ve İtalyan kültürüne dair merakım hakkında bir yazı yazacağım düşünüyorum da, bu yazının da henüz zamanı gelmedi galiba... :)




20 Nisan 2017 günü, Ankara'da iken; televizyondaki dizi veya düzgün programlar bitmiş ve evlilik programları saati gelmişken, Star Tv'yi açmış ve biraz Zuhal Topal'ın evlilik programına bakayım dedim ve üstte Bülent Parlak'ın yazdığı duruma bizzat şahit oldum. Ben ekran görüntüsü aldım unutmamak ve paylaşmak için, zira bende bu konudan bahsedeceğim döndüğümde derken akşamına bu paylaşımı yaptı Bülent Parlak. Buradan daha rahat görebilir ve okuyabilirsiniz... 

Ekran görüntüsünü aldığım paylaşımda da yazıyor zaten ama bu hoş olmayan davranışı gerçekleştiren kişi, Zuhal Topal'ın programında talibini arayan Naz adlı bir kadın. Televizyon ve Sanat dünyasının anlaşamadığı şu sansür ve yasaklama olayları, neden böyle canlı yayınlarında da uygulanmıyor bende merak etmedim değil doğrusu. 

Kesinlikle hoş bulmadığım ve devamını bir daha görmemek adına, bu programlar için güzel kararlar alınmasını umuyorum. İzlemiyorum demeyeceğim, kadın-erkek arasındaki ilişkileri nasıl tartıştıkları adına bazen ben de izliyorum bu programları evet. Ama sorarsanız biraz da izletilmek durumunda kalıyoruz; aynı saat diliminde, 3 kanalda da evlilik programı olunca bazen ses olsun diye bile açılıyor. Velhasıl, daha güzel programlar izlemeyi ve daha önemli konuları veya orada konuşulan konuları daha ciddi ortamlarda tartışmayı kim istemez ki?



Penguen Kapatılıyormuş!

Blogcu Anne'nin instagram hesabından öğrendiğimden beri beni epey üzen bir haber bu. Ortaokul son, Lise ve Üniversite hayatımın hepsini kapsayan zaman dilimlerinden beri var çünkü Penguen dergisi. zamanla çok pahalı hale gelmeye başlayınca kesmiştim almayı ama elimde baya sayısı var 10-15 tane kadar. Ortaokul zamanlarında iken, internetin ülkemizde yeni yeni benimsendiği ve hayatlarımıza dahil olduğu zamanlarda, nickname kullanmak meşhur iken, üstüme kalan ve benimle özdeşleşen nickname-lakabım vardı; Patikli Penguen. O zamanlarla beraber girmişti benim hayatıma Penguen dergisi, çok okuduğum ve çok sevdiğim bir dergi idi ve en sevdiğim köşeler de, Semra Can ve Yiğit Özgür'ün köşeleriydi... 

Yani şimdi bir devrin kapanması gibi nitelendirebileceğim bu olay beni hala üzüyor. Neden derseniz, eskiler bittikçe dönemlerin değiştiği ve bazı değerleri yitirdiğimizi hissediyorum. Bir derginin sektörün ve tüketim toplumunun acımasızlığına ve talep ettikçe talep eden aç düzene yenildiğini düşünüyor ve üzülüyorum. Gazete ve dergiler, mizahın ve haberleşmenin yapı taşlarından benim için. Zira biz dergilerle ve gazetelerle büyüdük, onlardan çıkan hediyeler ve posterler bizim için büyük nimetlerdi. Gelecek nesillere bu güzellikleri götüremeyecek olmak düşüncesi üzüyor insanı ister istemez... Umarım Penguen kapanmaz veya kapanırsa da bir başka şekilde yine hayatlarımızda yerini almak için gelir. Dilerim...



İnstagram ve Facebook mobil'de gezinirken, sponsorlu sayfalar da çıkıyor karşıma ve bu sponsorlu sayfalardan da takip ettiğim sayfalar oluyor kimi zaman. 

Bu paylaşım karşıma çıkan sponsorlu hesapların paylaşımlarından en sevdiğim oldu; çünkü çok doğru geldi, içten içe hep dikkat ettiğim bir noktaydı.  Sizde, İlkbaharda usul usul yürüyün... :) (Yasak Elma)


Nisan ayı geçti, Mayıs ayına bile girdik. Nisan ayında yazdığım tek bir Not Aldım yazısı var, Mayıs ayında durum böyle olmaz dilerim. Yazı dizilerimi seviyorum ve bu Not Aldım'ın yeri de ayrı güzel. Dilerim daha çok yazar ve daha çok okurum bu ay. Şimdilik benden bu kadar, Mayıs ayında daha çok görüşebilmeyi dilerim. Sevgilerimle... :)


Not; Aldığım ekran görüntüleri; benim değil, altlarında hesaplarını paylaştığım hesap sahiplerinindir. Paylaştığım ekran görüntüleri not aldıklarımı ve sevdiğim hesapları da sizlerle paylaşmak adına bir paylaşımdır, ekran görüntülerini aldığım paylaşım sahiplerinin emeklerine ve paylaşımlarına saygıyla...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...