30 Eylül 2017 Cumartesi

2017 Ağustos Ve 2017 Eylül Nasıl Geçti?


Eylül ayı bitmek üzere iken yazıyorum bu yazıyı ama vardır bir hayırlısı diyelim, olmadı denk gelmedi ve bir türlü yazamadığım yazılar arasına girdi. Ağustos 2017, hızlı ve bir o kadar da dolu dolu geçti benim için. Ama esas olarak Eylül ile beraber yazmama karar verdiren de birbirine benzemesi oldu. Şimdiden iyi okumalar diliyorum. :)


Birer kitap okudum - birçok kitabı da yarım bıraktım, bu iki ay içinde;




Ateş- Ertürk Akşun (Destek Yayınları); Yarım bıraktım; Her şey fuarda alıp da bir türlü bitiremediğim Ateş kitabı ile başladı. Ertürk Akşun'un kitabını Destek Yayınları'nın standından 5 Tl'ye almıştım Mart ayında Bursa 15. Kitap Fuarı'ndan almıştım bu sene. Çok beğeneceğime emindim ama bazen olmayınca olmuyor. 4-5 ay boyunca geri dönüp durdum, elime almıştı kitap benim için hep aynı hızda aktı. Bana göre fazlasıyla kendini tekrarlayan kelime ve cümleler vardı kitapta... Eylül ayında bu bitirme çabamdan vazgeçtim, "olmayınca olmuyor demek ki, bazen vazgeçmek gerek" dedim. Yarım bıraktığım kitaplardan oldu böylece...


Emile Zola - Nana' yı bitirmiştim Ağustos ayında ama sorun bir nasıl; binbir zorlukla. Tarafımdan okunmayı bekleyen kitaplarımın büyük çoğunlukla bitmeye başlaması ile sona bıraktığım kitapları okuyamaz oldum bu iki ayda resmen...


Mrs. Dalloway - Virginia Wolf (İletişim Yayınları); Yarım bıraktım; Mrs. Dalloway bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bir kitap imiş. Ağustos ayında başlayıp bir türlü bitiremediğim kitaplardan ilki oldu benim için. Bir de bu teknik ile yazılmış kitaplardan okumaya uğraştığım ilk kitap oldu kendisi... 

İnce bir kitap olmasına rağmen, tek bir gün içerisinde Mrs. Dalloway'in bilincinden akıp giden kişi ve olaylar örgüsünün anlatımına ne yaptıysam bir türlü tutunamadım. Kitap benim için durakladı durdu sanki... Yayınevinden veya olay örgüsünden değil bence, bu bilinç akışı tekniği benlik olmayabilir. Bu benim fikrim...


Boş Koltuk - J.K. Rowling (Doğan Kitap); Yarım Bıraktım; J.K. Rowling'i okumaya başladığım en yanlış hikaye olmalı bence bu kitap. Harry Potter filmlerine bayılıp, bir türlü okumaya başlayamadığıma üzülür dururum bunca sene. Belki bir gün derdim eskiden, şimdi de belki ilerleyen günlerde ilk kitaptan okumaya başlarım Harry Potter hikayesini diyorum. 

Ama Boş Koltuk bence J.K. Rowling'in hikayesi değil. 150. sayfada yarım bıraktım, konuya bir türlü giriş yapamamasına deli gibi üzüldüm kendimce. Yarım bıraktığıma en üzgün olduğum kitap ki, kitaplığımdan çıkarmamayı ve birkaç ay sonra yeniden kaldığım yerden devam etmeyi denemeyi düşünüyorum. Çok büyük heveslerle almıştım ama olmadı... Ama bu kitap aynı zamanda, Temmuz ve Ağustos ayında Kağanımın sayfalarını saymaya doyamayıp okuduğu kitaptı. Sırf bu yüzden bile kitaplığımdan çıkaramam, zira o artık Kağanımın kitabı... :) (Öyle diyor kendisi beyefendi!)


İstanbul'da Ölüm - Douglas Frantz&Catherine Collins (Mitra Yayınları); İstanbul'da Ölüm kitabına kurban bayramda Antalya'da başladım. Konusu ne kadar güzelse de, bir o kadar benim için değildi. Struma'nın Gizli Hikayesini, Yahudilerin ölümlerine göz yumanları anlatıyordu ama tüm işkencelerinin ayrıntılarıyla beraber. 30 sayfaya kadar dayandım, sanırım bayramın ikinci veya üçüncü günü idi.

Başladığım gibi 30 sayfa okudum ama daha ötesine gitmeye cesaret edemedim. Akıcı bir kitap ama gelin görün ki, ama sosyolojik bir konu da olsa benlik değildi anlatımı. Bende Antalya'da Hatice yengemlerde, Saniye Kivramlar ile kalır iken bayram üstü ona hediye ettim. "Bu kitap tam senlikmiş, sana vermek istiyorum Saniye teyzem. Çünkü ben devam edemedim." dedim. Çok mutlu oldu, okudukça beni hatırlayacağını söyledi. Ama biliyorum hiç unutmaz ki o. <3 :)


İşte böyle; Ağustos ve Eylül'de 4 kitap yarım bıraktım, 2 kitap (Nana ve Sevda Sözleri) okudum. Sevda Sözleri'nden bahsetmeyi sona bırakmam şu sebepten, o başucu kitabım artık zira. Onu hep okumaya devam edeceğim, Cemal Süreya'nın şiirleri benim için başucudur artık... :)




9 Film İzledim, Ağustos 2017'de; 




Ağustos 2017'de iki film beğendim, ikisi de en çok beğendiğim idi tabii ki. İzlediğim diğer filmler de fena değildi ama bir Esaretin Bedeli ve Evdeki Düşman kadar değillerdi. :)

Esaretin Bedeli'ni, bayram öncesinde kuzenim Gizem ile izledik; bir akşam üstü izlediğimiz bu film bana "Monte Kristo Kontu" kitabını ve filmini anımsattı. Daha ben çok küçükken kitabının iki cildini de ablam okumuş ve çok kitap okumayı sevmediğim için, büyülendiği bu hikayeyi bana anlatmıştı. Sonra filmini de beraber izlemiştik. Ama sadece olanları hayal meyal hatırlıyorum. Film aklımda değil tamamıyla ama ablamın kitaptan anlattığı hikaye hala hatırımda... Esaretin Bedeli, bana ablamla yaşadığımız bu güzel hatırayı anımsattı. 

Esaretin Bedeli filmini kuzenimle beraber beğenerek izledik ama İmbd'nin listesinde birinci olacak kadar güzel mi bilemedik. Birçok film var, birinci sıraya bundan başka film mi yoktu bile dedik. Benim için İnception İmbd'nin birinci sırasına layık filmlerden mesela... :) 

Evdeki Düşman'a gelince; uzun zamandan sonra izlediğim ilk korku filmi idi ve ailecek izlediğimiz için bazı yerlerde çok korkuyorum diye kastığım oldu başlarda. Ne yaparsınız, bir türlü korku filmlerine alışamadım. Sanırım ömrüm boyunca da anlayamayacağım, neden korkmak için film izliyoruz ki? Bana korku hikayesi anlatıldığında bile korkuyorum ben, böyle adrenaline gerek bile yok! =)

Ağustos 2017'de izlediğim 9 film;

Bir Zamanlar (Once) – 01.08.2017-Salı
Gelin Benim Olacak (Made Of Honor) – 01.08.2017-Salı
Felekten Bir Gece (The Hangover) – 01.08.2017-Salı
Yok Artık – 09.08.2017-Salı
Hayalet Dayı – 16.08.2017-Çarşamba
Küçük Ortak (2017) -18.08.2017-Cuma
Dev Avcısı Jack – 20.08.2017-Pazar
Esaretin Bedeli – 24.08.2017- Perşembe
Evdeki Düşman – 29.08.2017- Salı



5 Film İzledim, Eylül 2017'de; 4'ünü tavsiye ediyorum




Eylül 2017, film izleme konusunda Ağustos kadar verimli değildi. Ama Malefiz'le başlayıp, bugün Neşeli Ayaklar 2 ile bitirdiğim bu ayın en iyi filmi benim için kesinlikle "Ulak" idi. 

Malefiz; bu ay izlediğim en güzel animasyon film idi. Ailecek izlediğimiz bir filmdi yine. Bu aralar daha iyi ailecek film izliyoruz galiba. Angelina Jolie filmi izlemeyeli o kadar uzun zaman olmuş ki, beni şaşırtan bir oyunculuk göstergisi idi bu film resmen... Hani Uyuyan Güzel filmini klasik biliriz ya, "kötü kalpli peri ve iyi kalpli kral".. Malefiz filmini izleyin ve bir de bu açıdan bakın diyorum... Benim için artık Uyuyan Güzel filminin hikayesi bu filmdir... :)

High Strung; uzun zamandan sonra izlediğim en güzel dans içerikli romantik filmlerdendi. Ben tam bir romantik film izleme tutkunuyum. High Strung klasik sayılabilecek bir konu da olsa, güzel işlenmiş bir film idi. Bu sebeple Eylül tavsiyelerime ekledim bu filmi...

Ulak; Çağan Irmak'ın izlemediğim filmlerinden biri idi. Sanırım neredeyse tüm filmini izlediğim tek yönetmen, Çağan Irmak. Her filmini zevkle izledim, sıkılmadım da. Ulak'tan çok sıkılacağımı geride kalmışlığı sebebiyle düşünmüştüm. Ama hiç tahmin ettiğim gibi olmadı. Beni bu hikaye öyle etkiledi ki; çocuk oyuncuların oyunculuklarına mı hayran kalsam, hikayenin anlatımı sırasında içine işleyen sahnelere mi? Bilemiyorum... 

Benim Ulak filminde favori oyuncum, Ezel dizisinde de oyunculuğuna hayran kaldığım Yağız Atakan Savaş idi. Bir repliği vardı Ferhat'ın, babasına birkaç kez söylediği; "Ulak gelecek, sana kalbinin karasını göstertecek. Gözünü kör eylecek. Bekle hele bekle, Ulak İbrahim sana gelecek!" Ah o Ferhat'ın babası için ne çok gelsin istedim film boyunca. Geri planda kaldığını düşündüğüm, az kişi tarafından bilinen şahseser filmlerden bence bu Çağan Irmak'ın filmi... İzlemenizi tavsiye ediyorum.

Neşeli Ayaklar 2 ise; birinci filmine bayıldığım animasyon filmin ne zamandır ikinci filmini de izlemek istiyordum. İzledim ama hem çok beğendim, hem de birinci film daha güzeldi de dedim. :) İzleyince pişman olunmayacak filmlerden ama her koşulda...


Eylül 2017'de izlediğim 5 Film;


Malefiz – 12.09.2017 – Salı
High Strung – 15.09.2017 – Cuma
Ulak - 16.09.2017 – Cumartesi
Eski Sevgili – 19.09.2017 – Salı
Neşeli Ayaklar 2 - 30.09.2017-Cumartesi


-- 2017 Ağustos ve 2017 Eylül ayında epey kendimi dinlediğim günler, anladığım - anlamlandırdığım zamanlar da yaşadım... 


Ağustos 2017 Kurban bayramı sebebiyle Antalya'da bitti, Eylül 2017'de de Antalya'da başladı... 

Neler mi yaptık Antalya'da; Köprülü Kanyon'u gezdikLunapark'a gittik, Phaselis'e gittik, Meromla beraber muhabbetlerin dibine vurmaya uğraştık, Merom ve abisiyle Okey oynayıp  Tabu partileri yaptık. Anı biriktirmeyi ziyadesiyle başardık... :)

Kalabalık ile geçen bayramı ardımızda bırakıp eve döndük, Kağanım anaokuluna başladı. Gerek 2017-2018 dönem derslerime, gerekse de fizik tedavi derslerime tüm hızıyla başladık.. Terapilerim güzel geçti bu ay, yine fazlasıyla dolu dolu ve fazlasıyla verimli. Yazısını bugün yazdım güzel gelişmelerimin, burada bulabilirsiniz o yazımı da...

Şimdi Eylül bitiyor, dolu dolu geçirdiğimi bildiğim bir Sonbahar başlangıcını uğurluyorum bu sefer. Artık çok şükür deyip, geçmişin kötü anlarıyla kıyaslarken sağlığımı mutlu oluyorum sağlığım hakkında. Dilerim geçmişimde kaldığını düşündüğüm anları da daha iyi canlandıracağım zamanla...


Bu iki ayda biriktirdiğim bir cümleler topluluğum var kendi adıma da, bu cümleler ile veda etmek istiyorum bu yazıma...

İçime tutsak ettiğim cümlelerim varmış meğer, ama tutsak ettiğim cümlelerin ve olayların bir o kadar beni mutlu etmesi durumu da varmış; bu iki ayda daha iyi anladım...

Anılar biriktiriyormuşum, zamanı şimdi ve geçmiş olarak ikiye ayırıp geçmişten aldığım derslerle geleceğimi yazıyormuşum meğer.

Kim nasıl görürse görsün, ben başarabildiğime ve başarabileceğime öyle inanmışım ki, baştan başlamaktan hiç bıkmaz olmuşum zamanla. Öyle ki; yine mi ya demeden, her şeye yeniden karar verip hiç olmamış gibi yeni kararlarla başlatabiliyor olmuşum anlarımı...

Sonbaharın giriş ayını uğurlarken de çekilmez olabiliyorum diye biliyormuşum ama ilk defa kendimi çekebilir olmuşum yeniden; çabalayınca oluyormuş meğer, oldurabilmişim de bu kadar çok konuşasım gelmiş. :)

Cesaret dolabilmek için karar almışım Ekim'e, başaracağım diyormuşum yine. Ve yılmadan güle güle git Eylül, diyormuşum yine. Hoş gel yeni ay Ekim 2017...

Mutluluk, sağlık ve huzur dolu; başarabileceğimize olan inancımızı hiç kaybetmeyeceğimiz bir ay gelsin yeniden. Ekim hoş gelsin hepimize. Sevgilerimle...


Tatlı Yorgunluk Mu - Eylül 2017 Terapilerim


Ne zamandır uzay terapilerimden ve fizik tedavilerimden haberler veremiyordum, bayram sonrası geldiğim gibi başladık oysa derslerimize. Haftanın iki günü fizik tedavi, iki günü uzay tedavi almaya devam ediyorum... Ama bir yandan da ders kayıtları başlamadan derslerime çalışmaya başladım ve şimdiden iki dersin ara sınav ünitelerini çalışmayı da bitirdim... Perşembe günü Yalova'dan geldiğimde, İnstagram hesabımda bunlardan bahsettim işte. İyi haberleri yazamadığımdan, soğukların "vurmayacak bu sefer kaslarımı" derken vurmaya başladığından bahsettim. Bir de o paylaşımımdan sonra buraya da bir şeyler yazmak istedim. O paylaşımım burada...

Bu yazı da bayramdan sonraki, Eylül ayının Fizik Tedavi ve Uzay Terapilerimin Gelişmelerinin yazısı... :)


3 hafta olmuş bayram tatili bitip yine evimize döneli. 3 haftada hiçbir şey yapamadım diye düşünürken, yapabildiklerimi yazınca yine mutlu oldum geçen gün... İlk hafta Uzay Terapide de, Fizik Tedavide de fizyoterapistlerim, 10 günlük bayram tatili boyunca aksatmadığım egzersizlerim sebebiyle kas kuvvetimin değişmediğini ve gerilemediğini söyleyip bu durumumu beğenmişlerdi... 2 haftadır da her ne kadar yorgun da olsam performansımı koruyabildiğim için mutlu ama havaların değişimi sebebiyle biraz yorgun geçiriyorum günlerimi. Yine de aynı durumumu koruma çabasında, egzersizlerimi aksatmadan devam edebiliyorum günlerime şükür ki... :)


İki Perşembedir üst üste terapiler sonrasında kaslarımda oluşan yorgunluğu, üstteki resimdeki pozisyonumda yatar iken dinlendirebiliyorum; pilates topum ayaklarımın altında iken, bacaklarımı gerip uzatmış iken. Bu durumu paylaşmak istedim; çünkü öylesine rahatlatıcı ki, belki size de yorgunluğunuzu geçirmenizde yardımcı olur... Bu pozisyon benim resmen kurtuluşum gibi, 4-5 aydır en sevdiğim yatış pozisyonum oldu. Hem belimi düzleştirip dinlendiriyor, hem de ayaklarımı gerdirip dinlendirirken kaslarımın çalışmasını da sağlıyorum bu halde. Bir de bu pozisyonda iken yaptığım egzersizlerim var; hem dinlendiren, hem çalıştıran hem de mutlu eden cinsten... 


Bayram tatilinden döndüğümüz günün ertesi günü, 11.09.2017-Pazartesi, Uzay Terapi'de Örümcek sisteminde bağlı iken Yürüme bandında bu zamana kadar yaptığım en iyi performansımı gerçekleştirdim. 3 set halinde olup toplamda 15 dakika yürüdüm. En güzel gelişmem buydu öncelikle... :)

Geçen hafta perşembe günü en son örümcek sisteminde yürüme bandında idim yine, ama bu sefer 6-7 dakika ancak yürüyebildim; çünkü epey yorgundum bir gün öncesinden. Eve döndüğümde bu yorgunluk, havanın güzelliği ile dinlenmeyi daha keyifli hale getirmişti balkonumuzda. (21.09.2017-Perşembe) 

Bu perşembe ise (28.09.2017), örümcek sisteminde iken güçlendirme çalıştık sadece. Epey yoğun ve dizlere yönelik güçlendirmelerdi yaptıklarımız. Fizyoterapistimin yapmamı istediği birçok denge hareketini, yapamayacağımı düşündüğüm halde yapabileceğime inanınca gerçekleştirebildiğimi gördüm. Bu duruma geldiğime çok mutlu oldum ama bir o kadar da yoruldum... Çok çabuk yorulmaya başlamalarıma 2 haftadır anlam veremiyordum ama yine havaların değişiminin etkisine girdiğimi anlayabildim. Havanın serinliğinden ötürü eve döndüğümüzde odama geçirip yatırdı bu sefer annem. Geçen hafta perşembe günü ile bu perşembe gününün ortak yönü yorgunluğum, farklı yönü ise hava durumu oldu bu sebeple... :)


Fizik tedavilerimde ise Yasemin ile güzel bir gidişat çiziyoruz yine üç haftadır. Soğuk havaların gelmesi ile son iki haftadır ev ödevlerim daha da ağırlaştı. Fizyoterapistlerim daha iyi olmam için uğraşıyor, bende onlarla çalıştığımız zamanlardan bana kalan zamanları, kaslarıma hem güçlendirme hem de bol bol rahatlama sağlayabilmek için kendi görevlerimi yerine getirmeye uğraşıyorum... 

Yasemin ile her dersimizde germelerimi yapıyoruz ve ilk başladığımızdan bu yana büyük gelişme olduğunu ve iyi gittiğimizi söyledi. Yasemin benim fizyoterapistim olmayı geçip, arkadaşım da oldu tanıştık tanışalı. Her hafta sadece hasta fizyoterapist olarak değil, iki arkadaş olarak da buluşuyoruz. Çok şükür... Bir dersin sonunda yüz üstü sırt çalışıyoruz, bir dersin sonunda da yatak ucunda otururken denge ve sırt-bel gerdirme...

Durumlar böyle yani şimdilik... Dinç ama biraz yorgun haldeyim, geçmişle kıyaslayınca da çok şükür demekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu perşembe Uzay Terapideki seansım sonrası fizyoterapistim performansıma, "100 üzerinden 101 vermiş" ve "102'de olabilirdi" diye eklemiş de olsa, buna da şükür diye avunmam bu sebepten... :)




Ve bu perşembenin hava durumu da üst resimde... Gün batımı, hava fırtınaya çevirmeden önce kendini kapatmaya yakın göğü patlatmaya hazırdı ama patlamaz halde idi. Olmadı tabii ki, beklediğimiz fırtına çıkmadı. Sakin gelsin diliyorum havalar, çünkü bu mevsim geçişini ağır geçirmekten korkuyorum hala. Kaslarım bu sefer daha hafif üşüyor olsa da, yine de çok çabuk yorulmama engel olamıyorum. Bu durum artık kaçınılmaz bir şey, benim yapabileceğim tek şeyin kendimi daha çok korumaya devam etmek olduğunu da artık kabullendim. "Neler yapabiliriz"e odaklandık Yasemin ile dün...


Hareketlerle güçlendirmeye, beslenmeme dikkat etmeye devam ederken; yüz üstü yatıp ayaklarımı tersten gerdirmeye başlamama ve bunu her akşam ihmal etmemeye dikkat etmeme karar verildi dün Yasemin ile... 


Diyeceğim o ki; terapiler güzel gidiyor, havalar da fena değil. Yorgunluklarım şimdilik tatlı, daha fenalarını da gördüm ve Allahım o fenalardan korusun diliyorum. Bu kışı da sağ salim atlatacağım inşaallah, hazırlıklara şimdiden başladık. Malum üşümek kaçınılmaz kas erimesinde ama önlem almak ise farzı bu durumun. Allahım her birimizin yardımcısı olsun inşallah.

Fizyoterapistlerimin beni bir yandan kontrollü yorması ve de rahatlatma çabaları, benim yorulmam ve kendimi rahatlatma çabam; biliyorum ki her birinin yeri ayrı ve birbirini tamamlayıcı. Umarım hep bir arada ve sapasağlam devam eder bu güzel çabalar ve gelişmeler.. Sevgiler... :)


26 Eylül 2017 Salı

Öğrendim - Aşuk İle Maşuk (2014'den Bir Yazı)


Taslaklardan bir yazı ile çıkıyorum karşınıza yine, öyle çok biriktirmişim ki bloğumun taslaklar kısmında yazılmış yazıları- yarım bırakılmış yazıları ve sadece ismini yazıp hiç elimi sürmediğim yazı başlıklarını... Bugün, neden yazıp bırakmışım dediğim birçok yazı başlığını sildim ve karşıma bu yazı çıktı. En son düzenlemelerini bile yapmışım ve öylece bırakmışım, son kaydetmesi 26.10.2014 idi; ben bu notu yazmaya başlayana kadar... 

İyi okumalar olsun o zaman, Aşık İle Maşuk'u öğrenmiştim o zaman ve şimdi yine o günlere gittim. O anı en net biçimde hatırladım. İnanır mısınız tek bir düzenleme yapmadan da yayınlıyorum şu an; 2014'den bu yazı, neden taslaklarda kalmasına izin vermişim ki? :) 

Sevgilerimle... :)


Aşuk İle Maşuk


Bir film izliyordum; Bayramda annemler bayram gezmesinde iken, ablam ve görümcesi Berrin ablam da Gelibolu'da Eniştemin annesinin evini süpürürken. Yalnızdım odada, karşıma bir dizi oyuncusu Aşuk ile Maşuk gibi dedi. Ne sahneyi hatırlıyorum şimdi, ne de dizinin hangisi olduğunu...

Düşündüm de duyduğumda, Aşuk'un seven kişi, Maşuk'un da sevilen kişi olmasından başka bir şey bilmiyorum. Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun gibi bir hikayesi var mı acaba dedim. Not aldım kenara araştırmak için. Araştırdığımda gördüğüm, şu yukarıdaki dansa konu olan orta oyunu gösterisi karakterleri idi. Bilmiyordum bu ikiliye Aşuk ile Maşuk denildiğini. Siz biliyor muydunuz? Bilmeyenler için söylüyorum, çok garip değil mi? :)

Araştırdım Tasavvuf Edebiyatında, Seven ve sevilen kişilere verilen isimler olduğunu. Ancak bir hikayesi olduğuna dair hiçbir şey bulamadım. Oysa ne hayaller kurmuştum. Ancak şöyle deniliyor. "Tasavvuf Edebiyatında, Aşuk: aşık olan, Maşuk ise kendisine aşık olunandır.. Bir de Rakib var deniliyor, aşuk ile maşuk'un kavuşmasını engelleyen 3. şahıs. Tasavvuf edebiyatında Maşuk'tan kasıt Allah'mış. Aşuk ise, kendini Allah sevgisine adamış olandır."

İnternette araştırdığım kadarıyla, anlatabilmeye çalıştım. Görmeseydim duymasaydım, üstteki resimde bulunan dans kıyafetlerine bürünen kişilere verilen isimlerin de Aşuk ile Maşuk mazmunlarından geldiğini bilemeyecektim sanırım... Not almak bundan ötürü faydalı oluyor işte... :) 

Buradanburadan ve buradan okuduklarımdan yola çıkarak yazdım üsttekileri. Tasavvuf Edebiyatına ve Divan Edebiyatına dayandığını hiç düşünmezdim Aşuk ile Maşuk teriminin. Not almanın bundan ötürü faydası çok oluyor bana işte. Buyurun buradan yakın. :) Ayrıca, annem ve babama da sordum dün akşam öğrendiklerimi anlatmadan önce. Üstteki orta oyunu sahneleyen dansçılara verilen ismin Aşuk ile Maşuk olduğunu onlarda benim söylememden ötürü öğrendiler.


“Kimi âşık görecek olursan, bil ki o maşuktur. Çünkü o, âşık olmakla birlikte maşuk tarafından sevildiği için aynı zamanda maşuktur da,” diyor Yüce Mevlâna. (İşte şimdi anladım bu cümleyi)



Aşık ile Maşuk'un hikayesi olarak ise bahsettiği, sevgiliye ben diye değil ben senim diye gelmekten geçermiş. Özdemir Asaf'ın bir şiirindeki sözleri tam anlatıyor bu durumu, direk aklıma o geldi bunu okuduğumda da;


"Kim O'' deme boşuna
Benim ben...
Öyle bir ben ki gelen kapına,
Baştan başa sen...

Özdemir Asaf.

24 Eylül 2017 Pazar

Pazar Yazısı #37 - Şanslı Pazar


Bazı pazarlar yeni haftaya hazırlık ile geçiyor, bazısı da ailecek veya sevdiklerinle vakit geçirerek... Bugün ikinci gruptaki durumla başlayıp, birinci durumla tamamlanan bir pazarı geride bırakmak üzereyiz şimdi. Şansımın döndüğü bir pazar idi benim için, bir de kendimi anlamlandırıp toparladığım bir pazar idi; 1-2 aydır kimseyi yenemediğim okey'de ablamla bir olup bugün iki oyun aldık, annem ile eniştemi yendik... :)



Bayram tatilinde Antalya'ya gittiğimizde de okey oynamıştık Merom, Gizoşum ve Meromun abisi Tolga ile ama olmadı, bir türlü orada kimseyi yenemedim. Tam şansım döndü derken de, son akşam oyunu yarıda kesmek durumunda kalmıştık. Bu hafta içinde de Damlam ile beraber olup, annem ile babamı aldık karşımıza ama yok yine yenemedik. Sanırsınız üzerimde bir şanssızlık çöreklenmiş, ben artık öyle sandım da... Şaka bir yana, buna takılmıyorum ama şanssızlığımın bacağını kırmışım gibi de hissediyorum biraz ister istemez... :) 

Bugün kahvaltıda bizde idi ablamlar; Pazar günlerini seviyorum, ailemin bir arada olmasını ve onlarla hep beraber vakit geçirebilmemize imkan sağlıyor... Kendimi de geçtim artık, en çok Kağanım için iyi oluyor bu durum. Her birimizi çevresinde buldukça daha da değişik bir moda bürünüyor. Bugün pazar olduğundan herkes evde olacaktı, bir tek babam mesaisi gereği evde değildi... Kahvaltı sonrası Kağanım okey torbasını görmüş, "oynayalım" dedi getirtti. "Tamam" dedik; önce oturttu hepimizi, sonra da türlü mızıkçılıklarla masayı bize bırakıp gitti. Biz başladıktan sonra da geri gelince, bu sefer de bize küstü yanımızda oynamak istemediği için. Daha sonra kendi başına oynamaya karar verip, diğer okey taşlarını aldı ve kendince köşesine çekildi kuzum...


Bizse Okey'e bir hedef belirledik önce, 3 setlik oyunda yenilen taraf bir dahaki haftalardan birinde pikniğe götürsün tüm aileyi dedik... 3 seti, ablamla ben 2 setlik oyunda 2-0 yendik annem ile eniştemi. Cadı kahkahalarımızı atıp, annem ve eniştem ile çok eğlendiğimiz bir gün oldu bugün böylece... :)



Şanssızlığımı üzerimden attım bugün, bu okey oyunu bahanesiyle. Yani bu büyük bir şey değil gibi belki de, çok küçük ama güzel bir durumdu... Bir batıl inanç gibi mi görürsünüz bilmem, bazen insan herşeyi üstüne üstüne geliyor gibi görüyor hayatın içinde. Uzun zamandır kendimi bazı durumlarım sebebiyle herşey üst üste gelmiş gibi hissediyordum. İsteklerimi tam yerine getiremiyor ve sıralı günlerde duygularımı yeterince tam yaşamıyor ve anlamlandıramıyor hissediyordum sanki... 


Hayattan bir işaret bekliyor gibi hissedersiniz hani böyle durumlarda ve sonra küçük gördüğünüz somut bir tek şey karşınıza çıkar da ona sarılmak istersiniz. Öyle bir şey bu işte... Bugünkü bu etkinlik benim için aynen böyle bir şeydi. Yenmek miydi seni böyle hissettiren diyeceksiniz şimdi, orası işin komedisi ve eğlencesi. Doyuma götüren şey, ondan aldığım ufak bir işaretti sanki...

Önüme evrenin koyduğu engelleri yıkmak için yeni bir başlangıç olarak görmeye başladım ister istemez bugün... Yani bu okey unsuru çok büyük değil basit bir olgu ama bu pazarı benim kafamdaki çok küçük ama şanssızlık konusunda yılmaz bir his duyduğum durumları silip attı gibi bir şey... Yani yenilsem de durum böyle olacaktı biliyorum! Çünkü bugün beni doyuma ulaştıran şey yenmek değil, ailem ile bir arada yaşadığım kendimi iyi hissettiren komedi ve duygu hali idi... 


Artık hafif halde kurtulabildiğimi düşündüğüm ama yine de her defasında anlatılamaz duygulara sürüklemeye devam edebilmesine şaşırdığım "mevsim geçişi-Eylül etkisi" sebepli biraz da bu durumlar... Eylül'ün etkisi geçiyor yavaş yavaş, bende toparlanıyorum ama her defasında bana bile garip gelen haller içinde kendimi bulmayı hala sevemiyorum. Ama buna da şükür... Yeni haftaya kendimi şanssız, karmaşık hissettiğimin üstüne, üstteki son oyunu da kazandığımız ıstakamdaki numaralar ile girelim hep beraber. Olur mu olur, şans illa ki yine döner ve döndü de bence bizden yana... 


Mevsim geçişi etkisini geride bırakıyor ve ben kendime geliyorum. Yeni hafta bunun etkisiyle başlayıp, hayata yeniden akabildiğim günlerle dolu olsun; benim için de, cümlemiz için de. Mutlu bir haftaya olsun, sevgilerimle... :)

21 Eylül 2017 Perşembe

Aktur Lunapark, Antalya - 03.09.2017


Yıllar sonra ilk defa Lunapark'a gittim, 3 Eylül 2017 akşamı Antalya'da... Daha öncesinde en son 12-13 yaşında iken gitmiş olmalıydım, diye hatırlamaya çalıştım akşam boyunca. Sonra anladım ki, hatırlayamadığım kadar uzun zaman olmuş...

Lunapark Bayram tatilimizde gezdiğimiz ikinci günümüzde gittiğimiz yerdi işte, anlık bir kararla gidiverdik; bayramın 3 gününde... Antalya'ya giderken yanımıza alamadığımız tekerlekli sandalyem sebepli, akşamın 10'una doğru bulabildiğimiz açık hava tek yer çıktı karşımıza; tekerlekli sandalye bulabileceğimizi düşündüğümüz Lunapark... Yıllar sonra gittiğim bir Lunapark'ta hislerimi kontrol etme şansını elde ettim bu sayede işte; ne hissediyorum, ne istiyorum ve de küçüklüğümün büyülü dünyası üzebilir mi acaba beni, yeniden cezbetmesinden ötürü? Üzmedi, aksine hisleri ortaya çıkardı. Ölçtüm biçtim, ben adrenalini bu anlamda hiç özlememişim...



Aktur Lunapark'da eğlence, annem Gizem ve Yurdagül yengemin hız trenine binmesi ile başladı. Tabi dayımla beraber onların bu pozlarını çekmemizle bir de... Onlar yukarıda döne döne dolaşırlar iken, Mustafa dayımla aşağıda fotoğraf çekinerek ve onları takip etmeye uğraşarak vakit geçirdik... Bir 5 dakika kadar sonra yanımıza geldiklerinde, hepsinin yüzünde kocaman bir gülümseme ile eğlenmiş ve yukarıda birbirlerine bağırarak streslerini atmış olduklarını anlatıyorlardı... :)

O akşamın birkaç görüntüsün İnstagram story'de paylaşmaya başladım üstteki fotoğrafla başlayarak... Sevdiklerimin mutluluğu ile epey eğlendim, binmeyi hiç istemediğim birçok lunapark oyuncağı arasında olduğumu hissettim bol bol. Ama beni ışıklar ve müzikler cezbediyordu, onların arasında ve açık havada sevdiklerimle geziyor olmak güzeldi. Beni en çok etkileyen, rengarenk ışıkları olan oyuncakların etrafında dolaşıyor olmaktı. Bir tek ışıklar küçüklüğümü anımsattı güzelce...


Annemler hız treninden indikten sonra Merom aramıştı, "neredesiniz?" Diye. Yerimizi bildirdik ve onlar da geldi. Kadro genişledikçe eğlence daha da arttı. Her ne kadar çok fazla oyuncağa binilmemiş de olsa, güzel bir akşam olmasına vesile olanlarla üstteki fotoğraflarda idik işte; Lunapark'ın içinde ve giriş-çıkış kapısında...


İnstagram Story'de o akşam paylaştığım diğer resimler üstteki kolajdakilerdi... Meryem ile Gizem Captan Barbarossa isimli gondola bindiler mesela İncim ve Tolga ile beraber geldikten biraz sonra. "Captan Barbarossa olsa bile güvenemem." diye bir espri yaptım İnstagram üzerinde. O gece gerçekten hiçbiri bana göre değil gibi geldi, ayakta da olsam binmek istemezdim şuna da dedim kendime hep. Küçüklüğümde de böyle idim, diye düşündüm sonra. Korkaklık mı dersiniz, mizaç mı?

Bu konularda bile canım tatlı galiba hala... Bir zaman paraşütle Fethiye yi turlama hayali kuruyordum oysa, sanki üzerinden 5 değil de 15 yıl geçmiş gibi... :) Heyecanın fazlasına tahammülüm bitti galiba artık..


Dayım ile Gizeme hayret ettim o akşam, Gondol'dan önce "Crazy Dance"a bindiklerinde... Crazy Dance'ın ne fotoğrafını ne de doğru dürüst videosunu çekebildim. Öyle sağlam duran bir şey değil ki, müzik ve ışıklar eşliğinde oturduğun platformu her tarafa döndürüyor. Belki sapasağlam olsa idim, ona binebilirdim bir tek; en fazla sonunda kusardım belki. Ama epey sallayıp oturduğun yerde allak bullak edene kadar her yere döndüren ve ışıkları acayip derecede keskin ve hızla yanıp sönen değişik bir dönence tarzı bu oyuncağa da dayanamazdım. Yok yok, ben böyle iyiyim.. :) 

Dayım bel fıtığı olmasına rağmen bindi ama öncesinde bu kadarına ihtimal verebilsem binmez idim dedi indiğinde. Neyse ki bir şey olmadan da indiler baba kız... Gizem epey eğlenmiş ama onun da başı çok dönmüş. Dayıma gülüyordu indiğinde, allak bullak olmuşlardı hani onlar bile... 

Meroma hayret ettik o gece bir de, Ranger'a bindi tek başına; yanında onun gibi cesaret edip ona eşlik edecek kimse olmadı. Sizi tepe taplak bile bırakan oyuncak var ya hani, işte ona bindi tek başına. Ve ben hiçbir şartta binmek istemezdim o oyuncağa. İnsan korkudan dilini yutar, bayılır ayılır yine bayılır o alette... Ama Merom nasıl gitti ise, ağzı daha çok gülmekten açılmış halde geldi. Bir daha olsa binerim diyordu üstelik, adrenalin işi işte; benlik değil maalesef... :) 




Lunapark gecesi bana küçüklüğümde bir kez bindiğim Balerini ve de onda bile nasıl korktuğumu, en sevdiğim Lunapark oyununun ise Çarpışan Oto'ya binmek olduğunu anımsattı. Her birinde dudağımda gülümsemem ile "geri döndürmeyi de bir kez daha yaşamayı da istemediğim" ve az-öz yaşadığım bu duyguları hatırladığıma sevindiğimi hissettiğime mutlu oldum... :)


Pek burada yazmadığım ama derinden hissetmeye hep devam ettiğim bir şeyi orada bir kez daha acı tatlı fark ettim işte; dans etmeyi çok ama çok özledim... Çalan her türlü müzikle ayağa kalkıp dans etmek istedim. Dans etmek istedimle geçiştirebileceğim bir histen de ibaret değil ama bu, yazısını yazdığımda ancak beni anlayabileceğinizi düşündüğüm derin bir özlem benimkisi... O ışıklar ve müzikler arasında çok derinden hissedip bunları dönünce yazacağım dedim kendime o gece sık sık, şükür ki yazıyorum. Daha fazlası da gelecek ama...


O gece Lunapark eğlencesi, annemlerin 3lü şekilde binip başlattıkları gibi hız trenine binmeyi tekrarlamaları ile bitti. Söylediklerine göre bu seferki daha uzun ve de daha dolambaçlı imiş. Geceyi başladıkları gibi birbirlerine bağırarak bitirmişler... :)

Lunapark bana beni anımsattı da, çekemedi o gün kendine. Ayakta olsa idim gideceğim yer dans partisi olurdu herhalde, Lunapark artık benlik değilmiş; çok küçüklüğümde kalmış hatırlayamadığım kadar. O gün sevdiklerim eğlendi ben de eğlendim, onların heyecanlarıyla mutlu oldum ki en iyisi de bu idi galiba... :) 

Sevgiler... (:

20 Eylül 2017 Çarşamba

Kağan Anaokuluna Başladı - 18.09.2017


2017-2018 Eğitim-Öğretim yılının başlaması ile Kağanım da anaokuluna başlamış oldu bu sene. Maşallah, artık resmen okullu olma yolundayız artık çok şükür... :) 2 sene kreşe gitmiş olmasından sebep olsa gerek, endişeleri olsa da adapte olması kreş dönemine göre daha iyi oldu. Şükür ve maşallah ki, Anaokulu dönemine de eriştik. Bu yazı, uyum haftasından itibaren alıştırmaya çalıştığımız bu dönemi hep hatırlanmak için yazılıyor tarafımdan... :)

İlk gün biraz "korkuyorum" lafları ile dolu idi sabah Kağan. Bizi Yalova'ya tedaviye götürmek üzere evden alan servisimiz Kağan'ın okulunun başlamasından 1 saat önce geldiği için, yeğenimi akrabamıza bırakıp gitmek durumunda kaldık. Ama atlamadan telkinlerimizi ve öğütlerimizi belirtmeden gitmedim o sabah. Korkusunun belirsizlikten olduğunu biliyorduk, biz bile bu yaşta yeni ortamlara girerken tereddütlü oluyoruz. 


Bu fotoğraf, uyum haftasını saymaz isek ilk gün yaptıkları boyama etkinliğinden... :) 


Pazartesi günü Yalova'ya gitmeden önce kahvaltı sonrasında, ilk okul günümüz için konuştuk biraz. O gün okula gideceği aklına geldikçe sık söylediği cümle şu oldu; "Öğretmenimi sevdim ama okumaktan korkuyorum. Ben okuyamamam ki şimdi.." Hissettiği korkunun sebebinin, belirsizlikler karşısında ne yapacağını bilememek olduğunu biliyorduk birkaç gündür. Ona tekrar bunu anlatmaya çalıştım, 

"Kreşte ne yaptı iseniz, bir benzerini bu okulunda da yapacaksınız. Henüz okuma yazma öğrenmek yok Kağancım." dedim. 

Az biraz ikna oldu, ama "Şimdi gidip ne yapacağım ben orada?" dedi bu sefer de. 

"Anaokulu okuyacaksın, okumayı da seneye öğreneceksin." dedim. 

"Nasıl yani?" diye sorunca anlatmış bulundum. "Seneye birinci sınıfa geçeceksin, okuma yazmayı o zaman öğrenmeye başlayacaksınız." "Sonra da ikiye mi geçeceğim?" diye sordu. Tabii ki iki rakamını sevdiği için gözleri parlayarak. :)

"Aynen öyle dedikten sonra saymaya başladık beraber, "Sonra 3, sonra 4..." diye 16'ya kadar. "Ta ki 16'ya kadar Kağancım..." dedim en son.


Uyum haftasına da pek katılamadı kuzum belki de bundandı tereddütü daha çok... Ama şükür ki atlattık, bol bol konuşarak... :) Uyum haftasında bir tek Cuma günü gidebildi arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle tanışmaya kuzumuz. Cuma günü öğretmen ve arkadaşları ile tanışmış da, nihayet çok da sevmiş öğretmenini. Anneannesine şöyle demiş o gün, "Anneanne korktuğum gibi olmadı, oh öğretmenim kızmış ve çok da güzelmiş." :) Öğretmen önemli mesele, hele ki Kağan gibi az biraz detayları düşünen bir çocuk ise; daha da önemli mesele... 

Babam geçen Perşembe (14.09.2017) okula götürmüş, eline poşetini tutuşturup sınıfına bırakmak üzere ama dediğim gibi uyum saatlerini yanlış bildirmişler yetişememişti ikinci sefer kuzum. Madem geldik okulunu iyice tanısın, diye okulu gezmişler beraber o gün. Atatürk'ün sözü ile oluşturulan şu köşede fotoğraf çekmiş babam yeğenimi, yukarıdaki resimde; "Yalnız tek şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak." yazıyor panoda... 

Hangi öğretmenim söylemişti hatırlamıyorum ama ortaokulda iken bir öğretmenim; "çalışkan olmaya devam edersek, bize hiçbir şey olmaz." demişti bize bu söz üzerine. Küçüktük ama kalmış aklımda, unutmamışım. Hayatının her anında çalışkan olur ve sorumluluklarını bilir yeğenim de umarım... Çalışkan olmak fayda verirmiş çünkü insana ve yormaz "çalış" lafını duymak kadar insanı...


Kağanımın evdeki resmi de 18 Eylül 2017'den, diğerleri ise bir önceki Perşembe gününden... Bu aralar parmaklarıyla iki hareketi yaparak poz vermeye yine epey meraklı. En sevdiği rakamın iki olmasının etkisi elbette ki büyük bu durum içerisinde... :)


Bu aralar biraz Altınova takıntımız var, bu yaz Antalya'daki tatilimizde metro duraklarından en sevdiği durağın ismi. Bir de Yalova yolu üzerinde de görünce Altınova'yı, artık Kocaeli ve Altınova ismini sayıklayıp durur oldu iyiden iyiye... İlk Anaokul günü sabahı bana şunu dedi en son Kağan, beni en şaşırtan ve en güldüren de bu konuşmalarımız oldu; 

"9. yaşımdan sonra Altınova'da okuyacağım ben o zaman. Ya da Kocaeli'de." 

"Tamam üniversiteyi orada okursun olur mu Kağancım?"

"Olur. Üniversiteyi Kocaelide okuyacağım."

Ben kanatlanıyorum bu sözlerden sonra tabii ki, kuzum daha şimdiden plan program yapıyor. Gelecek adına planların hep sağlam olsun, hayatını şekillendirebileceğin kadar çalışkan ve ayaklarının üzerinde kararlı dur Küçüğüm. Seni seven ailen ve bizler yanında olmaya devam edeceğiz, Allah izin verdikçe... Allahım gönlüne göre verir inşallah yeğenim.. =)

Allahım tüm çocuklarımıza zihin açıklığı versin ve de sağlam kararlar alıp yollarını çizebilsinler. Gönüllerince mutlu yaşasınlar inşallah... Allahım isteyen herkese de yeğen sahibi olmayı ve bu güzel günleri yaşamayı nasip etsin. Eğitim öğretim yılı tüm öğrencilerimize hayırlı olur umarım. Sevgilerimle... :)

18 Eylül 2017 Pazartesi

Köprülü Kanyon Gezimiz, Antalya - 02.09.2017


Antalya'da 10 günlük bayram tatilimizin 3. günü ve bayramın ikinci günü idi; Köprülü Kanyon'a gittik, Serik'i geçtikten 5 km sonra Köprülü Kanyon- Beşkonak sapağına dönüp yolumuz uzun da olsa Kanyon'a vardık... Eşsiz bir doğa harikası, ki yıllardır engel durumum sebebiyle gidemeyeceğimizin söylendiği yerdi ailemle bana. 

Bu durumu aştık ve bu sefer gittik. Arabanız var ise, bir de arkasına bir tabure alabiliyor iseniz, engel durumunuzu sorun etmeden gidebilirsiniz; suyun ve yeşilin birbiriyle dans ettiği güzellikte bir yerdi. Rafting yapanların çığlıklarını duymak bile yetti inanın, oranın heyecanını her türlü hissetmeye; sadece oturarak ve izleyerek olsa bile... :)

Buyrun o zaman benim fotoğraflarımla görün birazcık oraları, bende anılarımı tazeleyip ölümsüzleştireyim bir kez daha böylece. İyi okumalar... :)


Köprülü Kanyon; Isparta'nın ilçesi Sütçüler'de başlayıp, Antalya'da denize dökülen ve raftingçilerin en sevdiği mekanlardan olduğu söylenen Köprüçay'ın vadisi... Daha fazla bilgi için; buraya bakabilirsiniz... :)

Yol biraz uzun ama gittiğinize inanın değiyor. Annemle Yurdagül yengem yol boyu; denizden çok su ve doğanın bulunduğu böyle yerleri gezmeyi sevdiklerini, söyledi durdular. Sizin için de durum böyle ise, Köprülü Kanyon bu tanıma gayet uygun. Köprülü Kanyon ve Beşkonak tarafına döndükten sonra da bir saat kadar daha yol gidiyorsunuz ve toplamda merkezden varış noktasına kadar 1,5- 2 saatte varıyorsunuz istikamete... 

Üstteki resimlerde de gördüğünüz gibi; Antalya sıcağında bile olsa, varış noktası için o yol çekilir... :)


Önce bir köşeye çekildik, ağaçlarla ve rafting botlarının çığlıklarını ata ata taşların üzerinden botla indikleri ve suyun epey ses çıkardığı yere oturttular beni. Ama ne yazık ki oraya ne çaydanlığı koyup tüpü yakabilecek ne de sofra bezi serebilecek bir mekandı. Bu sebeple Kanyon'un kıyısına Raftingçilerin başlangıç noktası olan yere kadar gittik, yaklaşık 150 metre ötede idi dediğim yer. Neyse oturduk kurulduk; önce piknik malzemeleri getirildi arabadan, sonra sofra bezi serildi suyun kıyısında bulunan taşlara. Biz taşların çevirdiği köşeye doğru kurulduk, az ötemizde de servis araçlarında arkalarına bağlamış oldukları botlarıyla beraber raftingçiler geldi durdu. Eğitimleri tam önümüzde başladı çoğunun, direktifi veren deneyimli hocalar ve küreklere asılmış heyecanlı raftingçiler... 

Bizimkiler o sırada sofra bezlerini seriyorlar, karpuzu ve içeceklerini suyun içerisine yerleştiriyor ve kaymasın diye de taşlarla torbaları taş üzerine tutturup önlemlerini alıyorlardı. Sanırım o günün yine en keyifçisi bendim, gözlemlerimle fazlasıyla tadını çıkardım yine... :)


Çok az çevreyi kolaçan edip sohbete daldıktan sonra sofra bezine kurdular Hatice yengem, Yurdagül yengem ve annem sofrayı... Karpuzumuz, simitlerimiz, ekmeklerimiz ve peynirlerimiz. Hatice yengem ve dayımın organize olmalarına da bayıldım doğrusu, herşey çok güzeldi. :) Organize olmakta annem ve Yurdagül yengemlerin de üstüne tanımam ama bir de Hatice yengemler var şimdi bu konuda... :)

Önümüzden ilk indiğimiz yere doğru heyecanla giden Raftingçileri izlerken, İnstagram'a o gün attığım ilk story'ye baktım durdum; "Tutmayın beni Rafting yapacağım." diye yazmıştım videoda bottakilerin çığlık çığlığa inen hallerini videoya alıp. Özlediğim birçok şey var ayakta olduğum halime dair ama o gün de kendime yinelediğim şey şuydu; "adrenalin içeren hiçbir aktiviteyi yapmaya dair bir istek yok içimde. Benim özlediklerim çok başka..." 

Yani engelli olmanın böyle yerlerin tadını çıkarmaya dair hiçbir engeli olduğu yok aslında. Aksine yardım eden ve seni bir şeylere dahil etmeye çalışan aileniz ve sevdiklerini var ise, böyle yerlerin tadını otururken daha çok çıkartıyor insan... Şükür ki...


Gelelim rafting yapma meselesine... Biz o gün iki araba gittik; Mustafa dayımların arabası (içinde Mustafa Dayım, Yurdagül yengem, Gizoş, annem ve ben vardık), Mehmet dayımın arabası (içinde Mehmet dayım, Hatice yengem, İncim, Saniye kivram ve Kamil kivram vardı). Oturup pikniğimize başladığımızdan sonra bir şeyler yerken, rafting yapmak düşünülüyordu ama yemekten sonraya bırakıldığı için yengemler sorduğu sırada 1,5 saat sürdüğünü ve saatin geç olduğundan ötürü buna zamanımızın olmadığına karar verildi. Bu sebepten, Kanyon'un akışının tersine gezi yapma kararı alındı; Saniye kivram ve Kamil kivram ile benim haricimde tüm tayfa bota binmeye hazırlandı ve gittiler...

Annem her ne kadar; "seni de götürebilseydim keşke." dese de gitmeden önce sık sık, onu inandırmak biraz zor olsa da, gerçekten bot ile gezmeyi istediğim bir yer değildi benim o an için. Gönül rahatlığı ile gönderdik onları bot gezisine ve sohbete koyulduk biz de kivramlarla; en şarkılısından. :) Suyun sesi ile beraber o hareketli şarkılar nasıl iyi gitti bir bilseniz. Açık hava herhangi bir yerde ve doğanın içinde şarkı söylemeye ayrı bayıldığımı bir kez daha anlamış bulundum, çok zevk aldım o andan da...

Ve unutmadan üstte gördüğünüz 3'lü kolajda bulunan en alttaki resimde; bizim oturduğumuz yerden karşı kıyı çaprazımızda tahta ev gibi çardak var ya, yeşillikler arasında görünen, işte oraya gitmek isterdim. O tahta çardağa dair hayaller kurdum nedense oturduğum yerde o gün, hem de birçok hayal... En üst katına çıkıp kanyonu az daha tepeden seyretmek ve içime biraz da oradan oksijen doldurmak isterdim, o çardaktan... Kısmet olursa seneye babamla gidersek Antalya'ya onu da götüreceğiz Kanyon'a. Belki o zaman o tahta çardağa gidip otururuz bu sefer... :)




Kanyon'un soğuk sularının aktığı yerleri ve köprülerini görmeye giden tayfa hazırlanır ve gider iken bu kolaj da... Ah bir bilseniz annem ile Yurdagül yengem ne komedi idi, bot gezisine gidiyorlarmış ve ne olur ne olmazmış "Ben Saniye kivramlara emanet imişim. Gizoş zaten yanlarında olduğu için, Yurdagül yengem de evlerinin borcunu ödememizi rica edermiş." :D Bu konuyla epey eğlendi ve gittiler. Bana da kolajda gördüğünüz üzere; Hatice yengem, Yurdagül yengem ve annemi onlar giderken arkadan fotoğraflamak düştü. :) Gezi 50 dakika sürecekmiş dediler, dedikleri gibi de gittiklerinden sonra 50 dakikaya yaklaşırken de geldiler...

İncim, kesinlikle o günün en tatlısıydı. Maşallah, o bota binmeden önce giydirdikleri cankurtaran yeleği turuncu turuncu öyle yakıştı ki; nazar değmesin minik kuzenime. :) Onunla o kıyafet içinde iken; bir küçücük raftingçi varmış, diye şarkı söyledik. "Hazırım ben, hadi gezmeyeee" diye bağırıyordu giderken... :) Dilerim ki, çocukların neşe çığlıklarını ve kahkahalarını duyalım hep... 


Ve onlar gittikten sonra kalan boş alan, dediğim gibi bizim şarkı söyleme ve doğayla iç içe sohbet etme fırsatımız oldu. Karşıdaki evi tekrar görün isterim, ağaçların içerisine öyle saklandığını sanmış ama saklanamamış bir güzellikti ki benim için. Bence börtü böcekten hoşlanmayan benim, bu kadar çok doğayı sevmeme annem önayak oldu. Yoksa ben o yeşillikler arasındaki güzelliğe uzaktan bile olsa bakacağım he? Mümkünatı yoktu... :)

Bu arada su kenarında, çay içip çekirdek çitlerken en severek söylediğimiz şarkı ise; Kesik Çayır idi, şahsen en çok Bedia Akartürk yorumunu seviyorum o şarkının da. Onu da buradan dinleyebilirsiniz. :) Doğada söylenmesi enfes bir şarkı bence kendisi...



Ve son kolaj, Kanyon Gezisi yapmaya giden canların çektikleri fotoğraflardan... 

Annem, dayım ve Yurdagül yengemin 3lü halde akan suya bakarken tesadüfi doğal çekilen fotoğrafları ve hepsinin aynı karede oldukları fotoğrafları ayırıp bot gezilerinden böyle bir kolaj yapabildim ancak. Aslında çok fazla fotoğraf var ve çoklu halde bir kolaja sığdırdığımda fotoğraflar, kendi bütünlüklerini küçüldükleri için kaybediyorlar. Ama o anılar da bizde kalsın madem... :)

Son bir fikir verecek olursam; havalar hala çok fazla soğuk değilken, en azından Antalya için, Köprülü Kanyon'a gidebilir ve dayımlar gibi o buz gibi suya girebilirsiniz botla gezi sırasında. Kesinlikle değdiğini, soğuk olsa bile tadını fazlasıyla çıkardıklarını söylediler hep çünkü dayımlar...


 Köprülü Kanyon sanırım bu sene Antalya'da gezdiğimiz en güzel yerlerin başında gelebilir. Özellikle ben oturduğum yerden fazlasıyla ruhumu doyurdum. Dilerim sizler de gider ve bu eşsiz doğa harikasının tadını çıkartabilirsiniz. Allahım çok güzel doğa güzelliği yaratmış biz insanlar için ve diğer tüm canlılar için, sırf eksik kalan ruhumuzu da doyurabilmemiz için. Bence öyle... 

Dilerim o güzellikleri yakıp yıkmaya gücü yetemez, doğanın değerini anlayamayan ve bilemeyenler. Sevgiler... :)

16 Eylül 2017 Cumartesi

Eve Dönmek - Eylül 2017


Antalya'daki 10 günlük bayram tatilimizden döneli bugün 5 gün oldu. Pazar günü döndük evlerimize ve yurdumuza, annemle ve dayımlarla. Ama sanki kendime yeni geliyor gibi hissediyorum... Bu yaz geçen seneden daha az ev dışında olmuş olmamıza rağmen, 10 günlük bayram tatilinde evde olmayı daha çok özledim. İlk zamanlar bir şey değildi de, bayram sonrası 3-4 gün epey yorgun ve özlem dolu idim..

Geride bıraktığımız sevdiklerimizi daha şimdiden çok özledim ama rutinlerin içerisine dalmış olmaktan ötürü de beş gündür rahatım nedense. Kendimce tespitlerim var bir de...


5 gündür şu görüntüye karşı uyanmak yeniden çok güzel, Allahım kimseyi evinden uzak koymasın. Rutine dönmeyi bu sefer çok istedim, kendi içimde halletmem gereken sorunlarım baş göstermişti son günlerde çünkü. Geldik geleli düşündüm, bir orta yol bulmaya çaba gösterdim, belki de buldum; onu da zaman gösterecek... 

Eve dönmek bu Eylül ayında daha çok kendime dönmekti benim için; rutine dönmek,  anlaşmazlıkları ve tatsızlıkları geride bırakabilmek, anıları kucaklayıp yerine yurduna dönmek demekti... Kabul edemediğim gerçekler varmış meğer, kalabalıklar içerisinde anlamam gerekiyormuş. Kabul edemediğim içsel olgularım vardı bir de, fırsat buldukça düşündüm veya erteledim. Derken içsel olgularımı büyütüp durmuş olduğumu da algıladım... 

Çabuk ağlayan biriyim ben, ikili ilişkilerde ve tartışmalı anlardaki sıkıntılarla uzun süreli başa çıkabilmem zordur; savaş açtım bu durumuma da yeniden... Ama hazmedemediklerimi göz ardı edemedim; çok kötü bir durum söz konusu olmasa da, ne yazık ki bunu içselleştirdim. İçimde ufak bir yaram daha var şimdi, iyileştirebilmek için kendimle kalmaya ihtiyacım olduğuna karar verdim yeniden... 

Dün kendi kendime yazmaya döndüm, yaklaşık 10 ay gibi uzun bir sürenin ardından. Ne zamandır devam ettiremediğim ama küçüklüğümden beri en sevdiğim alışkanlığımdır, meğer daha çok şey biriktirmişim. Anılarla beraber onları da yazmanın sırası gelecek elbet... 

Kendi kendime bloğuma da dökülmem gerekiyordu, kırgınlıkları ve birikmiş anılarımı aldım yanıma; yarına gezdiğimiz yerlerin yazılarını yazmaya başlamadan önce, bunları yazmalıyım dedim kendimce... 


Geldiğimiz gün, 10.09.2017, annem ile babamın evlilik yıldönümleri idi... Gizoş ile Ankara'da vakit geçirdik o gün. Yengemlerin annesigilde önce kahvaltı sonra son toparlanma işlerimlerimizi bitirdikten sonra, Gizoş bizi kaldığı yurdun yakınında bir Uygur Lokantası'nda değişik tatlar tattırdı. Uygur makarnası ve pilavı yedik. Vakit geçirdik biraz birlikte, sonra da Gizoşu yurduna bırakıp Bursa yoluna çıktık ve ancak akşam 21.00'da evimize varabildik. Dayım ve yengem ile beraber annemlerin 34. yıldönümlerini kutladık, yemek yiyip çay eşliğinde pasta kestik. Babam organizasyonu iyi ayarlamıştı, geceyi güzel bitirdik... :) Daha nice 34 yıllarımızı, ailecek akraba ve dostlarımızla kutlamak nasip olur umarım bizlere. Yüzümüzden gülücükler, hep beraber eksik olmaz inşallah...


Fizik tedaviler tam hızıyla başladı bu arada, Uzay Terapi de Fizik Tedavi de çok iyi gidiyor. Pazartesi günü Uzay Terapide yürüme bandı üzerine çıkıp 15 dakika yürüdüm, 3 set toplamında...

Salı günü Fizik Tedaviye kaldığımız yerden devam ettik, fizyoterapistim Yasemin'den Fizik Tedavi yaparken birçok takdir aldım; hareketlerimi ihmal etmediğim için kas durumum gayet iyi konumda kalmış. Sanki 10 gündür tedavi almıyormuşçasına gibi değilmiş. Çünkü hiç ihmal etmedim, şükür ki. Durumum her iki fizyoterapistimin de dediğine göre, gayet iyiymiş... 

Açıköğretim Kayıt Yenilemeler başlamadı ama bu arada ben derslere de çoktandır başlamıştım, kaldığım yerden çalışmaya da başladım yine. Bu haftayı bir dersin ara sınav ünitelerine çalışmış bitireceğim inşallah bu haftasonunda... 

Kağanıma, babama, ablama ve enişteme dönmüş olmak da eve dönmemizin en güzel yanı; ki uzun zamandır bir tatile yanımızda götürmediğimiz Kağanımızın yokluğunu çok hissettik annemle. Şükür ki kavuştuk yeniden... Annem ile birbirlerine doymaya, benimle de dolu dolu resim çizmeye ve sarılmaya devam ediyor. Vakitler bizim olsun, sağlıklarımız da yerinde olsun. Allahım sevdiklerimizden ayrı koymasın cümlemizi...


5 günün sonucunda bu yazı çıktı işte; gezdim, geldim ve yazmaya hazır olmayı bekledim. Yarına bir gezi yazısı yazacağım, ama öncesi eve dönmek olmalıydı. Evimize döndük, rutine başladık ve önümüzdeki Pazartesi Kağanım anaokuluna da başlıyor bile. Herşeyin hayırlısı... :)

Anlatamadığım birçok konunun sebebinin, geri plana attığım itiraflarım olduğunu anladım. Bu yazı olmamalıydı geri dönüşüm ama bazen olmuyormuş işte. Zorlamanın faydası yok, akışına bıraktım.

Sevgilerimle. :)


8 Eylül 2017 Cuma

Antalya'dan Yanıma Kar Kalanlar - 08.07.2017


Dün eve dönüş yolculuğunun ilk ayağını atlatıp Ankara'ya geldik. Haftasonunun son gününe dek buradayız gibi görülüyor. İyi veya kötü, günlük veya konulu; yazmamak beni acayip boş hissettiriyor. Ama bilgisayar başında yazmamak da bir o kadar eksik hissettiriyor...


Yengemin annesigildeyiz dün akşamdan beri, zor olacak derken buraya eve çıkmamız da kolay oldu şükür ki... Şimdi Ankara'da olmanın tadını çıkarmaya öalılıyor ve Antalya'dan yanıma kar kalanları düşünürken telefondan yazmaya karar verdim. Dünden önceki yani Antalya'dan dönmeden önceki akşam dostum Mero getirmiş bu kitabı, ne zamandır okumak istiyor ve ondaki kitabı almak istiyordum. Aldım yanıma ve eşlik etti yolculuğumuza. Bugün de okumaya başladım...

Sehpada duruyor iken düşündüğüm; "Yanıma neler kar kalmadı ki bu 8 günde, dolu dolu geçti yine ve çok anı biriktirdim kendime..." idi... O yüzden bu yazıyı yazıp ne yaptığımızı not edeyim bari dedim. Sonra eve dönünce resimleri ile beraber yazacağım yazıları buradaki notları bağlantılarım diye düşündüm... :)




Antalya'da ne yaptık bu 8 günde;

-- Yolculuk sonrası uyandığımız ertesi gün arife günü idi. Arife günü, sabah Hatice yengem kahvaltı sonrası annesinin evine hazırlığa gitti. Yengemlerin evde de, yengemin annesigilin evde de toplu yemek yeme heyecanı ile bir şeyler hazırlandı ve akşam Yengemin annesigilin eve geçti herkes; ben ile Mero hariç. Saniye Kivram ile Kamil kivrama da yoldan geldikten sonra oldu bu. Sanırım en sakin oturup konuşabildiğimiz bir akşam o oldu Merom ile...


-- Bayramın ilk günü, kurban kesme telaşı ile geçti kimileri için. Akşam olup da yengemlerin annesigile yemeğe ve bayramlaşmaya geçene kadar da bizim için evde oturmakla ve sakinlikle devam etti...

-- Bayramın ikinci günü; Köprülü Kanyon'a, Başkonak denilen yere gittik. Topluluk ile gezi epey eğlenceliydi, Gemlik tayfası biz ve Ankara tayfası Kivramları gezdirdi yengem dayım ve İncim... Resimlerinden ve yazısında neler döküleceğimi merak ettiğim yazı doğrusu eve dönünce...

-- Bayramın üçüncü günü, 40'ı dolmuş olan Hüseyin dedenin 40 yemeği vardı. Akşam üzeri hazırlanıp gittik. Allah kabul etsin, herşeyiyle dört dörtlük ve fazlasıyla hüzün dolu bir akşam üzeri oldu. O akşam okuma yapıldıktan sonra toplanma ve biraz o hüzünle oturduktan sonra oradan ayrıldık. Gemlik tayfa biraz hava almaya diye çıktık sahile ama tekerlekli sandalyem olmadığından ötürü yer bulabilmek ne fayda?! Saat 22.00 oldu ve avmler de kapanacaktı. Biz Lunapark a gittik, sonra Merom-abisi ve İncim de geldi, akşam rengarenk bitti...

-- Bayramın son günü öğleden sonrası Phaselis Antik Kentinde piknik keyfi ve de deniz keyfi ile geçti. Biz Gemlik'lilerden Antalya'lılara katılan bir tek dayım vardı deniz sefasına, Antalya'lılardan denize girmeyen de bir tek Merom vardı... :) Oranın da tadını en çok ben çıkardım galiba, kamp sandalyesine kuruldum yengemlerin ve kulağımdaki müzikle doğaya eşlik ettim. Diğerleri gezerken bol bol düşünebildiğim ve yanımdakilerle bol bol doğanın keyfini çıkarmaya çalıştığım güzel bir gündü yine. Şükür...

-- Ertesi günün öğleden sonrası Avm'de geçti. Kuzenim Gizoş ile Mark Antalya'yı gezdik önce, hanımlar da  birkaç çarşı gezisine çıktılar. Sonrasında önce biz Hatice yengem ile buluşup bir şeyler yedik, diğer hanımlar ile buluşup kahve içtik sonra da toparlanıp eve geçtik. O akşamın gece 4'te bitmesine, okey müsabakalarının başlaması sebep olmuştu bir de... :)

-- Ertesi gün ise dönüş günü öncesi idi; o gün de Topçam Günü Birlik Piknik Alanında öğleden sonramız geçti ve bir günü orada bitirdikten. Eve döndüğümüzde duşlar yapılıp sohbet masasına oturduk ama saat 5te yatmamız gerekti, öyle doyamadık sohbete; Meryem'i uykuya saat 3te yolladıktan sonra; Gizem, Tolga ve ben olmak üzere...

Antalya'dan yanıma kâr kalan birçok anı oldu yine, ama bu sefer gezi odaklı idi... En sevdiklerim; Gizoşla gece sohbetlerimiz, Meromla her fırsatı değerlendirip yan yana oluşlarımızı değerlendirmelerimiz, Meromun abisi ile beraber 4lü olup okey ve tabu oyun anlarımız ve bilimum sohbet ve gezilere şahit olmak..  Her birini sevmişim ben bu tatilin galiba, zira 8 günlük Antalya'da bayram tatilimiz bunlardan ibaretti; dostlar sağolsun ve varolsun. :)

Eşlik eden herkese selamlarım, sevgilerim ve özlem dolu hislerimle... Görüşmek üzere... :)

1 Eylül 2017 Cuma

Antalya'da Kalabalık Bayram - Eylül 2017


30 Ağustos 2017 Çarşamba günü, saat 11.30 sularında; annem ben, Yurdagül Yengem Mustafa dayım ve kuzenim Gizem  olmak üzere dayımların arabayla yola çıktık. Akşamına 21.30da Antalya'ya vardığımız üzere, bu bayramda buradayız. Antalya'dan selamlar yeniden; ailecek kurban bayramınızı kutlar, sevdiklerinizle güzel ve mutlulukla hayırlara vesile olmasını dileriz... :)

Dün sabaha Mehmet dayım ve yengemin evinde, küçük kuzenim İncinin "Hadi geç oldu, uyanın." talimatıyla uyandık ve bu mutluluk içeren uyandırılış biçimlerindendi. Antalya'da bayram arifesi böyle güzel başladı benim için... :) Bugün ise, kuzenimin sesiyle değil ama bayram sebebiyle erken kalktık, tabi en son kalkan ben olsam da; (09.00 erken bir saatti benim için)... Küçük kuzenim İncime gelince, her gördüğümde daha büyümüş oluyor ve inanır mısınız 1 ayda bile öyle büyümüş geldi ki; maşallah olsun kuzumuza... :)



Üstteki tabak kuzenimin bana dün sabah hazırladığı kahvaltı tabağı idi. Bir önceki günkü Bursa'dan Antalya'ya yolculuğumuzla, küçüklüğümüzden beri hatırladığımız en uzun ilk yolculuğumuzu yapmış bulunduk ve oturmaktan ötürü o günün sonunda ve dün bitkin düşmüşte olsak güzel bir deneyim oldu... Bu deneyime bir de uzun zamandan sonra yeniden baş başa kahvaltı etmeyi de ekledik işte... Beraber bir şeyler yapmayalı öyle uzun zaman olmuştu kuzenim ile, bu yolculuk bana-bize yaradı resmen.  :)

Sabah Gizoşla kahvaltı yaparken biz, yengemin ve Meromun annesi İsmet teyzemin babalarının 40'ı vardı... Herkes yengemlerin baba evinde idi, biz de Gizoş ile yengemlerde. Allah yerinde rahat yatırsın, mekanı cennet olsun Hüseyin dedenin inşallah..

İki hafta öncesinden gelmeyeceğimden bahsedildiği ve başta Annemin de Mustafa dayımların arabada yer olmayacağı ihtimali olduğundan, pek umutlu değildim Antalya'ya yolculuk yapacağıma. Sonra bir baktım yoldayız; bu güzel kalabalığı ve birlikteliği kaçırmadığıma memnun halde, şimdi Antalya'dayım 1 ay sonra annemle yine... :)


Uzay Terapi'deki son gelişmemden de sonra, Antalya'da yine kendimi ihmal etmeden bol bol dinlendirmeye gayret ediyorum; ayaklarımı pilates topum yanımda yoksa da yüksek bir yastık üzerine uzattım, hareketlerimi gerek otururken gerekse de yatarken yaptım, sürdürüyorum düzenimi ve ders döneminde dahi sürdürebilmeyi diliyorum yine de kendime...

Dün üstteki resimin içinde; Gizoşum ve Merom ile sohbet ederek başlattık akşamı, sonra biz Meromla yengemlerde, diğerleri yengemlerin annesigilde yemeklerimizi yedik. Ve aynı günün akşamına üst resimdeki üçlü Sherlock Holmes dizisine başladık... Mero Sherlock Holmes'a kaçıncıya başlıyor bilmiyorum, o epey seviyor ve birkaç kez izleyip bitirmiş durumda zaten. Esas olarak benim için bir garip durumdu ki, polisiye sevmem ve Sherlock'tan olabildiğince kaçardım bu zamana dek. Dün kaçamadım yine, yakalayıp izlettiler sağolsunlar kuzenim ve dostum... Gariplik bundan sonra oldu ki, ilk kez sevdim ve sanırım Sherlock dizisine devam edebileceğime karar verdim... :)

Dün geceyi de bol sohbet ve kahkaha dolu noktaladıktan sonra da bu sabaha uyandık işte erkenden. Bayram sonuna dek buradayız ve sanırım dersler başlamadan önce benim son boş kaldığım zamanlar olacak bunlar, öyle olmalı da çünkü. Şu anları kaçırmadığıma sevinerek ve anları kaçırmamaya gayret ederek günlerimizi bitirdikten sonrasını da şimdilik unutmaya devam etmem gerek... :)



Antalya'ya dün Saniye teyzem ve Kamil amcamın da gelmesi ile beraber, bugün kalabalık ve daha bol sohbet bir ortama uyandık. Bayram tam benim sevdiğim gibi kalabalık ve tam bayram havasında başladı işte... Bilirsiniz bence, ben sevdiklerimden oluşan kalabalığı severim; kalabalıklardan çekinenlerin tam tersine, kalabalıklarla bir arada olmayı seviyorum. Özel gün ve anların tadı kalabalıkla doruğa çıkıyor bence. Hepimiz Hatice Yengem ve Mehmet dayımın evindeyiz ya şimdi de, sabah kalabalıkla uyanmak, kahvaltımızı ettikten sonra annemle bayram hazırlığımızı yapmak daha güzeldi... Biliyorum, kalabalıklardan hoşlanmayan anlamayacak ve yorularak okuyacak bu satırları; anlayabiliyorum... :)

Bu bayram 2008'den beri giyinmeyi çok sevdiğim yeşil beyaz tişörtümü bayramlık ettik, üstte gördüğünüz üzere... Ablamlar İstanbul tarafında, babam Gemlik'te, biz annemle Antalya'da, dayımlar ve yengemlerle ve de Saniye teyzemlerle; ailemiz dört bir yanda, Gemlik'tekiler her bir yanda ama her birimizin yine kalbi bir arada bu bayram da yine. Eskiden bu kadar bayram konuşmaları hatırlamıyorum telefonda, ama bayramlar telefon görüşmeleri ile başlayıp bitiyor resmen; bu sabah da öyle oldu işte... :)


Giydiğim bayramlıktan, yanımda ve kalbimde olduğuna şükrettiğim kalabalığımızla beraber; Antalya'da bayram böyle güzel anlarla başladı ve güzelce devam ediyor şükür.. Bu bayram ve sonrasında da dileğim şudur ki;


Kula adanan kurbanlık hayvanlardan çok, kula adanan iyiliklerin de daha fazlasıyla yer aldığı ve mümkün mertebe insanların içten dışa iyilikle birbirine yönelebildiği günler hepimize nasip olsun.

Bayramımız bu çerçeveler içerisinde hayırlara vesile olup, cümlemizi mutluluğa sağlığa huzura boğsun sevdiklerimizle beraber; nice bayramlara... :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...