29 Ağustos 2017 Salı

Yürümenin Ötesinde Hissettirdi - 28.08.2017


Bu yazı Sürpriz içermektedir; duyurulur... :) Sevgilerimle, başlıyorum o zaman. (:


3 aydır; nasıl hissederim, nasıl olur diye merak ediyordum ama bu kadar yakın zamanda ve bu kadar başarılı şekilde gerçekleştirebileceğimi hiç düşünmemiştim. İnsan kendine güveniyormuş da, gel gelelim iş icraata gelince istemsiz bir korku da ortaya çıkabiliyormuş... Dün bende de korku durumu ortaya çıktı yine; Örümcek'e alınacağımı tahmin etmemiştim yine, bayram öncesi kuvvetlenme yapmak için ağırlık çalışırız sanıyordum, Uzay terapide beraber çalıştığımız Galip ile...

Gelgelelim önce gerdirmelerimi sonra da Örümcek sistemine bağlayabilmek için kıyafeti hazırlamaya başladığında anladım ve "Bugün örümcek'te zıplayacağız yine, süper!" dedim içimden. Başlangıçta sisteme bağladı; zıpladım, yuvarlak daire aletin üzerinde belden aşağımı döndürdüm, otur kalk yaptım. Derken beni yürüme bandına alacağını söyleyince birden şok oldum; içimde ya yapamazsam hissi vardı, delicesine korku dolu idim. Galip'e "Bugün olmasın ya hazır değilim bak, korkuyorum." desem de başta utana sıkıla, kaçışım yoktu ve yürüme bandına çıktım sonunda... :)


Dün; örümcek sisteminde yürüme bandında yürüyüş yaptım, yapabildim. Hiç yapamam derken, bir simülasyon gerçekleştiriyormuşçasına yürüdüm ve şükür ki bu seviyeyi de atladım. İçimde tamamlanmışlık hissedercesine, dünü tam yaşamışlığımın hissiyatı var hala bende... (Şükür) Bayram sonrası bu ve bunun gibi simülasyonlar ile devam edeceğiz sanırım, seviyeleri atlaya atlaya ilerleyeceğiz umarım. Bölüm canavarına ise daha var bence; ama seviyeleri azim ve çabayla atlattıkça onu da yenmenin sırası gelecek inşallah... :)


Dün seans sırasında yürüyüş bandına çıkıp yapabileceğime inanana dek herşey daha korku senaryoları ile doluydu önce. Bir an kendimi yeniden kendime inandırmam gerektiğini hatırlattım da, öyle gerçekleşti korkumun tesir etmeden geçip gitmesi. Buna esas olarak Galip'in ısrar ve güven vermesiyle gerçekleştiğini de unutmadan söylemem gerek... Şimdi korkuyor olmama bende anlam veremiyorum ama o yapamayacak olma ihtimalinin verdiği o garip korku ile "Herşey güzel giderken, ya moralimi bozacak bir şey yaparsam." gibi saçma sapan ama hala haklı da gelen bir güvensizlik oluştuğunu biliyorum kendine. Yanındakine güveniyorsan, o korkuyu kenara atıp denemeye çalışmalıymışsın meğer. Bir kez daha son anda bunu hatırlatıp kendime, denedim bende işte. Galip'in sayesinde...

Size o güzel an'ı şöyle anlatabilirim: Yürüme bandına çıktım, ilk adımlarımı yeniden attım ya; işte o an yürümenin ötesinde hissettirdi beni... Sanki hiç yürüme kabiliyetimi, tek başıma ayakta durma kabiliyetimi yitirmemişim de; bir bakıma büyüten benmişim gibi. Kaslarımı örümcek'e bağlı halde o kapasitede kullanırken böyle düşünmem normal tabii... İyi olduğumu, durumumun iyiye gittiğini bilsem de; yine de bu kadarını yapabileceğimi bile beklemiyordum. Beni yeniden keşfediyoruz sanki... Geliştirmeye uğraştıkça kaslarımı ve de minik dediğim adımlarımı büyütmüş olarak şu günlere gelmişken, şöyle hissediyorum kendimi;


"Haritası fizyoterapistlerime bırakılmışçasına, gidiş yönlerini onların bildiği; ve sevdiklerimin destekleriyle kendime inandığım gibi inandıklarını bilerek, gidiş yolunu seçmeye devam edip, sırları araladıkça hazineye yaklaştığımızı hissettiğimiz bir define yolu varmış gibi içimde."

=)



Kendime güvenebilmek, kendimde yeniden bu güzellikleri keşfedebilmek çok güzel bir duygu.
Henüz 2005'te olduğum Kas Uzatma Ameliyatından bahsetmedim bloğumda ama; "kendimi şu an o ameliyat gibi bir başka ameliyata 5 sene önce girmişim de, tedavisi daha uzun süreceğini bilememişim ve olanlarla geliştirmişim kas durumumu" diye inanırken buluyorum bu güzel sonuçlarımıza dair...

Karmaşık düşüncelerim esas olarak dündü aslında; birkaç haftadır öyle karmaşık hislerime tercüman olmaya gayret ediyordum ki, dünkü bu durum da tuz biber oldu... Dün tedaviden çıktığımda hem yorgun, hem bitkin hem de tam hissediyordum; başarabilmiş, günü tam anlamıyla dolu dolu geçirmiş ve de kendine gelmeye hazır... Ama eve geldim; bu karmaşık hislerin de verdiği eski kötü anların geride bırakılmışlığı ile çok şey hissetmenin ama aynı zamanda da bunları düşünüp kendi kendime, ne nazar değdirmenin ne de hafife almanın aleminin olmadığını düşünürken, karmaşık duygularda hüngür hüngür ağlamak istedim.

Dün eve geldiğimizde bırakın ağlamayı, konuşmaya halim yoktu; bu yorgun hissetme hali 5 saat boyunca sürdü üstelik... Yorgunluğumun bir kısmı güzel duyguların birleşiminden ve de kendimle gurur duyuyor olmamın verdiği mutlu hüzünden ötürü, bir kısmı da uzun zaman sonra bedenimi tamamen vererek ve nefesimi yetiştiremeyerek hareket etmediğimden ötürü idi...

Şimdi tekrar; Galip iyi ki ısrar etmiş diyorum ve bir dahaki yeni bir girişime dek korkmamaya çalışacağıma kendi kendime söz veriyorum. Zira yürüme bandına alırlarsa da "korkmam artık" demiştim bir öncesi örümcek'e alınma gelişmemi gördüğümüzden sonrasında. Ama son anda kendimi o yürüme bandıyla bir türlü yüzleşemeyecekmişim gibi hissederken buldum dün... :) 

Galip'i de, Yasemin'i de, Uzay Terapi ve Fizik Tedavilerimi de seviyorum; bana can-kan ve enerji olan her bir ailemin bireyleri ve dostlarımı seviyor ve yanlarımda oldukları için büyük teşekkür borçlu olduğumun mutluluğunu yaşıyorum yine...




O aletin üzerinde ilk adımları attığımda, birkaç dakika bile yapabileceğimi düşünmezken yürüdüğümü hissetmek müthişti (Maşallah bana). :) 2,5 dakikadan sonra nefesimin kesilmesine rağmen, Galip'in bana ısrarları ve beni dinlemez tavırları ile 5 dakikaya kadar zorladık. Dün ders boyunca o sınırlarımı zorladığımız zamanlarda, ilk yorulan nefesim ve kalbim, sonra da dizlerim oldu. İlk 5 dakika sonrasında nefesimi toparlamam da normal olarak kolay olmadı. Tabi ondan sonraki 7,5 dakika denemesi de gerçekleşemedi; önce 2,5 dakika, sonra da 1,5 dakika dayanabildim. Bu da demek oluyor ki, ilk denememizde toplamda 9 dakika yürüyebildim. Biliyorum ki; kondisyonum zaten yoktu ve ben bu kadarını bile beklemezken, bu durum çok ama çok iyi benim ve bizim gözümüzde. Kondisyonumu geliştirdikçe bu durumların daha da düzeldiğini göreceğimize inanıyorum...


Şimdi üzüldüğüm tek bir nokta var, araya 10 gün kadar bayram tatilinin girecek olması. Ama bir yandan da sevindiğim bir nokta var ki, bu bayramda Antalya'daki sevdiklerimle bu güzel gelişmeyi de yüz yüze konuşabilecek ve beraber sevinebileceğiz. Bayram'da kısmetse Antalya'dayız; babamsız ve ablamlarsız; annem ve ben, Mustafa Dayım-Yurdagül yengem ve Gizoşum ile onların arabayla Antalya'ya gidiyoruz bayram için... Bu güzel gelişmeyi gönül isterdi ki ablamlar ile babam da yanımızda olarak hep beraber bayramla taçlandırsaydık; ama babam burada bayram sonrasında hemen çalışmaya başlayacak yine ve biz belki de birkaç gün gecikmeli döneceğiz evimize. Ama döndüğümüzde babamlarla kutlayacağımız birçok gündemle beraber kutlayacağız inşallah, Eylül ayında bu güzel gelişmeyi yine...



Yeğenimin ve tüm sevdiklerinin yanında yürüyeceğim günleri de göreceğim umarım...
Sevdiklerime dün akşam ve bugün gösterdiğim, uzaktaki sevdiklerime de internet aracılığıyla gönderdiğim bu resimlerimin ardından; "Çok sevindirdin beni.", "Çok mutlu oldum yine.", "İnşallah olacak, yürüyeceksin hissediyorum.", "Seni ayakta göreceğimiz günler de yakın.", gibi mesajlar ve sözlerle geri dönüşler almak bana güç vermeye devam ediyor. Üstteki korkularımı ve mutlulukla kendime inancımı bu sebeple bırakmadan sürdürebileceğime, seviye seviye atlatıp bölüm canavarını da alt edeceğime inancım büyük. :) Bunları ve bu yazıyı buraya yazabiliyor olmak de, tamamlanıyor hissetmenin tam karşılığı işte... Yıllar Geçerken adlı bu blog, benim bu hayattaki en güzel bulduğum başarılarımdan bir diğeri, işim ve hayatım artık... İyi ki açmışım bloğu, iyi ki yazmaya başlamışım; Mayıs 2012'de...

Dünden beri bu gelişmelerin ardından geçmişle beraber düşünüyorum bugünümüzü de işte. Sındırgı'dan döndüğümüzden sonraki halimi ve ikinci atağımı geçirdiğim 2013'de hastalığımın ilerlediği zamanları hatırlamadığım gün yok zaten. Ama dünden beri o günlerle bugünleri kıyaslamayı arttırdığımdan, o korkulara dönmeyi aklımdan çıkaramazsam diye de düşündüm istemsiz...

Nazar değmesin, korkularım baş göstermesin... Sevgilerimle, kendimize inanmaya devam edeceğimiz günlerle dolu bir ömür diliyorum hepimize... :)

27 Ağustos 2017 Pazar

Pazar Yazısı #36 - Bir Pazardan Bir Pazara


Pazar Yazısı yazılarımın diğerlerini burada bulabilirsiniz. Yeni haftaya girmek için daha birkaç saat daha var, mutlu pazarlar gün bitene dek hepimize ve yeni hafta için de şimdiden mutlu haftalar olsun dilerim...



Bu pazar annemle kahvaltımızın sonrasında annem bayram temizliğine daldı, ben ders çalışmalarıma devam ettim; derken Pazar gününü geçirdik bitiyor bile bir Pazar yine... 

Geçen Pazar belini inciten annem, bu pazar haftaiçine rağmen daha iyi idi ama tüm haftayı epey zorlu geçirdik. Allahım şifa versin herkese, bir insanın neresi ağrırsa canı oraya atıyor ya hani; o halde idi annem de. Onun durumundan ötürü pek yazasım gelmedi bu hafta içinde ama nihayet geri döndüm buralara, dün yazdığım yazı ve de bu yazı ile... 

Bitirdiğimiz haftanın başında da, nihayet derslere yeniden giriş yapabildim. Önümüzdeki eğitim-öğretim yılında, son 6 dersimi vermek üzere derslere başlayacağım. Dersler başlamadan kolaylayabilme kararı alarak, kendimi ilk dönemde sıkıştırmamak için çalışmalara şimdiden başladım. Esasında daha da önceden başlayacaktım ama geç olsun da güç olmasın mı demek lazım, zaten ders döneminin başlamasına da var bir ay kadar daha... Neyse halledebildiğim kadar artık diyelim...

Üstteki fotoğraf bu öğlen annem temizliğinden ara verdiği sırada kahve keyfimiz öncesinde çekildi tarafımdan. Bir de dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var o resimde, üst köşede geçen pazar (20.08.2017) ektiğimiz fesleğen tohumumun bir pazardan bir pazara büyüdüğünün görüntüsü var. Maşallah güzelimiz öyle güzel büyüdü ki, ektiğimizden sonra üçüncü gün uyandığımızda toprağın üstüne çıkıp baş göstermişti... :)



Bu fesleğen tohumu, Suna ablam ve Eren abimin nikahlarının ardında davetlilere dağıttıkları hatıralar idi. Nikahlarının ardında doğaya bir katkıları olabilmesi ve daha derin bir mesajla doğaya iyilik hareketi gerçekleştirebilmek için, tohumlu kalemler dağıttılar... 

Üstteki kolaj fesleğenimizin, öncesi ve sonrasını ilk halinden şimdiki haline gözler önüne seriyor işte... Bir pazardan (20.08.2017) ve  bir pazara (27.08.2017) gelişme gösterdi ve bir serçe parmağı uzunluğunda büyümüş halde şimdi. :) Bugün ders çalışırken bana eşlik etti ve tüm hafta boyunca, yapabildiğim (derslere çalışmaya başlamak) ve yapamadığım (bloğa daha fazla yazı yazmak) şeyleri düşündürttü resmen. 

Bir bitki gibi, ekildiğimiz bu dünyada günbegün kendimizi büyütmek ve geliştirmek için gayret göstermemiz gerekiyor. Elimden geleni yapıyorum ama bu hafta yapabildiklerim; ders çalışmalarıma başlamak, egzersizlerimi yapmaya devam etmekten öteye geçemedi yine. Dilerim önümüzdeki hafta, fesleğenim gibi gelişir büyür ve yapmak istediklerimi daha da iyi yapabilmiş halde bitirebilirim... :)


Velhasıl; bu pazar gününü ben ders çalışarak, annem temizlik yaparak ve bir haftadan bir haftaya gelişmelerimizi düşünüp değerlendirerek geçirdik... Fesleğen bu haftanın başlangıç konusu idi. Annemin fıtık ağrısı tuttu ve çok ağrı çekti, ben derslere başladım. 


Yeni bir haftaya çok kötü bir haber ile giriyoruz bu arada; gencecik yılların sunucu ve oyuncusu Vatan Şaşmaz bir otel odasında öldürülmüş halde bulundu bu akşam. Duyduğumda inanamadım ve üstteki paragrafları yazmadan ve bu yazıyı yayınlanmadan bu geceyi bitirmeyi de düşündüm. Ama unutmamamız gerektiğini söylemek istedim ki; bir fesleğen gibi yaşamaya devam ederken, sebebi her ne olursa olsun öldürülebilirsiniz bir otel odasında bu ülkede. O otel odasına o silah nasıl sokuldu? Vatan Şaşmaz öldürüldü ve de ardından öldüren kadın da intihar etti... Üzgünüm ne diyeyim ki, başımız sağolsun ki yaşlanmayan sunucumuz da vefat etti. Allah rahmet eylesin ve ailesine sabır versin... 

Saatler geçtikçe aklımdan ne geçti biliyor musunuz? Bireysel Silahlanmaya Hayır! diyorduk, Vatan Şaşmaz silahla öldürüldü ya şimdi... Ne dersiniz, büyük adamlarımız bireysel silahlanmaya dur demek için büyük adımlar atabilir mi bundan sonra?! Umarım büyük adımlar atarlar, canlarımız daha fazla yanmaz! 

İyi haftalar ve bol sabırlar diliyorum hepimize...


26 Ağustos 2017 Cumartesi

Lades Oyunları - Ağustos 2017


İki haftadır yine buralarda yoktum ve geri dönüşümü size epey eğlendiğimiz anılarımızdan bahsederek yapmak istiyorum. :)

Game Of Thrones dizisinin 8. sezonuyla yeniden başlamasıyla, internet Game Of Thrones capsleri ve bir türlü hızlı yeni bölüm gelmemesinden ötürü izleyenlerinin isyanları ile dolup taşıyor. Yapımcılara sesleniyorum bende, hızlı yayınlayın şu oyunları! Pardon bölümleri... Duydum herhalde bir hacker vakasından mütevellit bu geç bölüm yüklenme durumu hakimmiş ama net bir bilgim yok. Ama öyle çok konuşuluyor ki; hiç Game Of Thrones izlememiş ve de izleyesi pek kalmamış biri olarak, ister istemez beynim o tarafa doğru kaymış halde. Öyle ki; size diziden iki karakter söyleyebilirim (Khalesi ve Jon Snow), bir de işin içinde Ejderha'ların olduğunu ve Aşk-ı Memnu gibisinden bir entrikalar da döndüğünün bilincindeyim. İşin içinde amca-yeğen olup olmadığını bilmiyorum tabii ki... Benim ki benzetmeli tahmin...

Belki de tüm bu sebeplerden ötürü bahsedeceğim konumuzu "Lades Oyunları" başlığı ile yazmaya karar vermişimdir. Bir çeşit ne denir ki buna, algı aktarımı mı? :) Yabancı dizi deyince aklıma yine bu sıralar ilk olarak Game Of Thrones geliyor, bizim ki de Games Of Wishbone işte =)





Neyse, geyiği bir kenara bırakıp konuma geçiyorum. Babamla 2 hafta öncesinden beri bir lades tutuşma furyasıdır başlattık yine.
Dönem dönem bir lades hevesimiz tutuyor galiba bizim. Tavuk yenen her evde olacağını, bazen tavuk olmasa bile üstteki gibi iddia ya da ladese tutuşulduğunu bilir ve tahmin ederim. Ama üstteki gibi tutuşmadık biz elbette, o bu yazı için babamdan rica etmem üzere tutuştuğumuz serçe parmaklarımızı çekmem ile oluşan bu akşamın hatırası bir resim artık...

Dün yemek yediğimiz sırada "lades kemiği" ile karşılaşmamız sonucu, yine ladese tutuştuk. Ve o lades de dünden beri sürüyor şimdi. Bakalım bu sefer kim yenecek diye bekleyiş ve de aralıklarla ataklar içindeyiz. İddiaya binmesinin sebebi, geçen sefer benim yenmiş olmamdı. Yenilse idim eğer, bende isterdim doğrusu. Babam da yenilen pehlivan hesabı biraz kabullenemedi. Bir de, bu zamana dek beni ilk kez yendin, demez mi? Artık bu onur meselesi olmaya doğru yüz tuttu yine yani. :)


Bloğuma yazı konusu olmasına sebep olan esas durum da, bu yenişme çabası içerisindeki türlü komik hallerimiz aslında... Seve seve anlatacağım efendim, hatırladıkça gülüyoruz biz hala ve unutmak da istemiyorum doğrusu... :)


Benim yendiğimi söylediğim ladesi 2 hafta önce yine bir akşam yemeğinde tutuştuk. Lades kemiğini kim tutmak isterse diye uzattım, babam bana karşılık verdi ve ladesi tutuştuk. Bence kural olması gerekir, yemek yerken sürmemeli bu lades mevzuusu. Ama bu sefer babam istese de masada yenemedi beni tabi.. İyice bilenmiş olmalıyım bence yenile yenile, bende artık yenebiliyorum babamı; her ne kadar uzun sürse de...

2 hafta önceki o akşamki komik olay şöyle gelişti; 

O akşam yemeğimizi bitirdik, çay mevzuusuna odaklandık. Çaylar konuldu, televizyonda bir dizi vardı ve annem-babam- ben izliyorduk. Gel gelelim ben telefona yine nasıl daldı isem, aralıklarla masanın bir ucundan annem ve babama telefondan küçük videolar gösterip duruyorum. Bunlardan birini anneme gösterdim, babam o sırada Tv'ye daldığı için ona göstermek için biraz sandalyemle yaklaştım ve ona doğru telefonu uzattım. İşin komik tarafı bundan sonra şöyle gelişti; lades olduğumuzu unutan ben, bir an babam da unuttu ise yenilecek diye refleks ile çekiverdim elimi. Sonra babam durumu anladı, ben hepten koptum o sırada. Neden çektin lades için mi dedi ve durumu anlattım ona da; tabi dalga geçti babam benimle, "Ah kızım madem babanı yenmek istemiyorsun, neden oynuyorsun öyle?" diye. =)

O akşam epey güldük bu duruma, ama yenişemedik yatana dek. Babam sabah kalktı, 4-12 çalışıyordu galiba o sırada ya da 12-8. -Unutmuşum bak şimdi, yazmam gerek buraya daha sık. :)- Öğlene dek nasıl yeneceğimin hesabını yaptım, onun unutup unutmadığını kolladım ve sonucunda da eline bir defasında kumandayı tutuşturup "Lades" deyip seve seve yendim. :) Lades sonucunda o benden dondurma, ben de ondan mısır istemiştim. O hafta mısırı yiyen ben oldum. :) Gel gelelim kızına yenilen babam, "Sen beni ilk defa yeniyorsun, Aferin sana." dedi. Ona onu yendiğim birçok ladesimizi hatırlattım ama beni kandırmayı başaramadı, "Bu ilk değil, son da olmayacak." dedim. İşte bu lafımdan sonra, Lades Oyunlarımız esaslı olarak çekişmeli olarak devam edeceği anlaşıldı... :)


Ve dün, 

Dün akşam, annemin çok sevdiğim yemeklerinden biri olan "tavuk suyuna bulgur sallama yemeği" vardı yemekte; Kağan'ın deyişiyle, Bulgur çorbası vardı. Tavuğuyla beraber yedik ve lades kemiğini çıkartan babam oldu. Daha bir öncekinden, "Bundan sonra senden daha iddialı şeyler isteyeceğim." diyen babam; Ladesimizde ben kokoreç deyince, iki adet tavuk dedi. İddiamız büyük, tabii komedisi daha komik oldu bugünün de... :)



Dün yine bir ladesin daha ilk gününde babamla yenişemedik... Kuzenim Gizem bizde idi 2-3 gündür; akşam yemeğinin sonrasında önce kahve içtik beraber, sonra da alt komşularımızın da gelmesi ile çay sohbeti yaptık ve o arada hiç ladesi söz konusu etmedik ve geldik bugüne. Sabah uyandığımda hala aklımda idi; ama babam bu hafta 8-4 vardiyasında olduğu için, akşama dek aklımda da tutmam gerekti. Hafıza için epey faydalı bir oyun aslında, tavsiyemdir bu arada. Hafıza oyunları oynamalı ve hafızamızı hep canlı tutmaya gayret etmeliyiz zira hayat içinde... :)

Neyse; sabah kalktık kahvaltımızı ettik annemle, haftasonu olduğu için Kağanım bugün annesi ile, yarın da anne ve babasıyla beraber evinde. Kahvaltı sonrası annem çarşıya indi işlerini halledip, bende öğlen ders başına oturdum ve babam gelene dek ders çalışmayı sürdürdüm. Derken babam geldi, duruma bakılırsa unutmuş gibiydi ama kolladığım fırsatların hiçbirinde babamı yenemedim. Zira elime ne geçirip ona çaktırmadan vereceğimi bilemedim. Geldi üzüm yedi, su isteyip istemediğimi sordu. Herhalde unuttu dedim üzümünü bitirip, balkonda arkamdaki koltuğa oturunca.

Masa başında ders çalışırken geçenlerde ilk bölümünü izleyip, izlemeye devam etme kararı aldığım Kalp Atışı dizisinin ikinci bölümünü izliyordum. Ona dizinin nasıl gittiğini anlatırken konuyu ilerletip hatırlıyorsa da unutturmaya çalışırım diye düşünüyordum ki; derse dalmış halimden ayrılıp, "Bak şimdi şurası çok güzel sesini açsana baba." diye kumandayı uzattım. Babam yer mi? Yemedi efendim, kumandayı aldı. "Aklımda, ama alayım kumandayı." dedi. Bense "Of baba ya, seninle de lades oynanmaz ne güzel yenecektim şimdi. Ver kumandayı o zaman, sesini açmaya gerek yok zaten." dedim. Babam tabii ki kumandayı verdi de, "Lades" demeye odaklanmış ben; "Aklımda" demeyi unuttum. Başladık buna gülmeye bu seferde. Babam "Lades" demeyip oyunu devam ettirmeyi seçti. :)

Annem daha eve gelmeden önce olan bu son olaydan beri hala uğraşıyor ama yenişemiyoruz. Yemek yedik, oturduk bir film izledik ama yok yenişemedik... İşin garibi şu ki; babam da ben de bu oyundan ötürü epey eğleniyoruz ve annem de "Olaya bak, daha yenişemiyorsunuz bile." diye bize gülüp duruyor sürekli. "Kadere bak kadere, kimler kimlerle lades oynuyor!" gibi bir durum işte... =)


Velhasıl; Lades Oyunları Ağustos 2017'de ikinci müsabakasıyla, bizim evde babam ile ben arasında çekişmeli halde devam ediyor... Anlatmasam unutabilirdim diye buraya not etmek ve okudukça tekrar tekrar hatırlayıp gülmek istiyorum. Kendi şapşikliklerime gülüyorum işte iki haftadır böyle, mısırımı yedim, kokoreçimi de yenip annemle beraber yemek istiyorum ama henüz başarılı olamıyorum. :) Yenilirsem kokoreç de tavuklar da bana kalacak. Ev içinde oynanan oyunun bütçesi her koşulda evin içinden çıkıyor orası ayrı, orası işin tadı tuzu da; hafıza oyunu oynarken hem hafızasını geliştirmeye çalışmak, hem de ailen ve sevdiklerinle eğlenmek esas paha biçilemez olanı... :)

Şükür ki, bunlar da böyle güzel anılarımız olarak kalacaklar bizimle. Daha niceleri daim olsun da, yazabileyim ve beraber paylaşabilelim anılarımızı. Bana pek sık yorum yazan birileri olmasa da, yine de sorum size; böyle tatlı ve komik, oyun-iddia sırasındaki anılarınız var mı? Umarım anlatırsınız siz de yorumlarda. Lades Oyunları'nda ve benzerlerinde, eğlenebilmemiz ve eğlenceli şekilde yenişebilmemiz dileğimle... Sevgilerimle.. :)



15 Ağustos 2017 Salı

Hayat Hikayem #3 - Çocukluk Anılarımda Hastalığım


Hayat Hikayem serisi, fazlasıyla ihmal ettiğim bir yazı dizim. Ama yine de ilk yazımın sonrasında gelen ikinci yazımdan daha kısa sürede geldi diyebiliriz değil mi? :)

Bu yazı dizimin ilk yazısı; 18.02.2013 tarihinden beri bloğumda, burada.

İkinci yazısı ise; 24.03.2017 tarihinden itibaren bloğumda, o da burada... 

3. yazı da bugüne kısmetmiş... :) Bu kadar beklettiğim için özür dileyerek yazmaya devam etmek istiyorum, Çocukluk Anılarımda Hastalığım başlığı ile beraber...


Size hastalığımda dönem noktası olarak adlandırdığım ortaokula geçmeden önceki zamanlarımızdan bahsetmek istiyorum bu sefer... Hastalığım çıktıktan sonra, duyduğumuz birçok şeyi denediğimiz zamanlara denk geliyor elbet o zamanlar... (Alttaki resim, hatırladığım kadarıyla o zamanlarda çekilen bir resim. Ama ne yazık ki o aralar ne kameralı telefonlar ne de fotoğraf makineleri çok fazla yaygın değildi. Fazla resim de bulamadım, 2005 senesi öncesine ait.) 



Biliyorum; Engelli dendiğinde aklınıza yürüyemeyen, yürüse de konuşamayan, konuşsa da düşünemeyen veya bir şekilde kendine yetmekte hep zorluk çeken insan geliyor. Ama aslında öyle değil... Her biri ayrı zor, her biri birbirinden ayrı hastalıklar dizisi değişik şekillerde doğuyor ve şekilleniyor. Dilerim bedensel veya zihinsel, Allahım hepimize hastalıklarımızla savaşmaya yardımcımız olsun... Benim engel durumum, bedensel ve tüm kaslarımı etkileyebilen bir hastalık ve her bir hastalık kadar elbette zorluğu var.


Hastalığımın ortaya çıktığı ilk zamanlarda, ufak tefek aksaklığım görülüyordu sadece. Bu durum da "trafik kazası mı geçirdin, yoksa doğuştan mı?" diye sorularla dönenlerle karşılaşmama sebep oluyordu. Her defasında atlamadan şöyle söylediğimi hatırlıyorum, "Rahatsızım, hasta değil. Bir rahatsızlığım var..." Dediğim gibi o zamanlar daha hastalığımın tam ismini bile unuttuğum zamanlardı...


O zamanlardan bu zamanlara; bana verilen bu bedende bu hastalığı yaşıyor olmamın bir sebebinin de, tanıştığım birçok kişiye "böyle hastalıkların sadece trafik kazaları veya doğuştan sebeplere bağlı olmadığını öğretmek" olduğunu da düşünür oldum zamanla... 

Dediğim gibi sorulduğunda; annemler "hasta" bense "rahatsızlık" der geçerdim o zamanlar. "Hasta olan kişi yürür müydü, koşar mıydı, hadi geçtim onu bunu, merdiven çıkar iner miydi?" Sanırım en baştaki hataya bende düşmüştüm o sıralar işte. Her bir hastalık zor ve bilmeyen bilmiyor; biz engelliler de içimizde çeşit çeşit hastalıklara ayrılıyoruz esasında... Ve o zamanlar diye bahsettiğim zamanlardan beri, bir de kötü ithamlarla da anılmaktan vazgeçilemeyen tayfayız; mesela "Özürlü" denilmesi gibi. Kimden özür dilemeliyiz? "Kime göre özrümüz var da kabahatimiz büyükmüş gibi davranılmayı hakediyoruz acaba???" (Kafamda deli sorular)


O sıralara geri dönelim; hastalığımın ismini dahi aklımda tutamayıp unuttuğum ve "rahatsızlık" demeyi daha doğru bulduğum zamanlarıma... Herkes diyordu ki, hasta olan kimseyi görmedik senin gibi yürüyen... Evet yürüyordum, yerine göre koşuyor bile sayılırdım. Ara sıra zorlandığım da olsa, merdiven de çıkıp iniyordum. Küçüklüğümden iyi bir arkadaş-dost olarak bugünlere gelebildiğimiz ilk dostlarımdan Damlam ile tanıştığımızda, "Söylemesen hasta olduğunu, anlamazdım bile!" demişti. İlk zamanlarda düşmelerim haricinde o kadar da belirgin değildi hastalığım işte...


O zamanları aktarabileceğim şekilde, Damlam ile bisikletlerimizin üzerinde iken çekilmiş resimlerimiz olsun isterdim şu an; ama yıllar yıllar sonrasında, -geçen sene- dostum Meromun aldığı bisikletli küpem ile bunu resmedebilirim dedim... Damlam, Merom; ikisi de can dostum şimdi... Bu küpeleri de, bisiklet anılarımı da, dostlarımı da çok ama çok seviyorum!..


Damla ile ilk tanıştığımızda, dostluktan ve arkadaşlıktan epey ağzı yanmış biri idim.
 O zamanlar İlköğretimin son sınıfı olan 5. sınıfa geçtiğimiz o yaz dönemiydi. Sınıfta birçok kişiyle kah anlaşıyor kah anlaşamıyordum, 2 kız arkadaşım vardı yine sınıfta; en iyi anlaştığım kişiler onlardı. Ama diğer taraftan da tüm sınıfa göre gülsem suç, ağlasam suç zamanlarımdı. Zira dışlandığımda veya bir oyuna sütten alındığımda ağrıma giden durumlara ağladığımda "Sen çok ağlıyorsun, mız mız gibi ağlıyorsun.", herhangi bir şakaya veya bana söylenen bir söze de kendimle barışık halde güldüğümde "Ben senin gibi hasta olsam, gülemezdim." şeklinde sorulmamış soruların cevaplarını alıyordum durmadan...

4. sınıfı bitirdikten sonraki yaz mevsiminde Temmuz'un sıcak bir gününde taşındık sitemize, birkaç hafta sonrasında da Damla ile karşılaştık tanıştık ve kaynaştık işte. İlk defa annelerimizle merdivenlerde karşılaştığımızda, Damla'nın saçları küt olarak omuzlarında kesilmiş ve bandana takmıştı. Hala o halini hatırlayabilmek güzel ve komik aslında. :) İlk konuşmalarımız, ikimizin de bir önceki oturduğu evden ve komşularından nasıl zor ayrıldığımız idi. Ben ona nasıl ağladığımı, o da buraya alışmakta çok zorlanacağını söyleyip duruyordu. Düşünün, 3 blokluk sitede yalnız biz vardık. Hadi onu da geçelim, sitemizin yeri o zamanlar dağ başı gibi nitelendirilebilirdi. Şehrin çok az dışında kalıyorduk... Başlarda gerçekten zor oldu, ablamla bol bol atari oynuyorduk ve televizyona acayip bağımlı olmuştuk. :) Ama sonra o durumlara da yavaş yavaş alıştık. Güzel yanı da vardı ki; siteye taşınan her kişiyi tanıdık, yeni insanlarla tanışırken birçok anı biriktirdik Damlamla... :)





Damla gerçek anlamda benim en iyi olduğum hallerimi görenlerden biri şimdi, o zamanlardan bu zamanlara kadar... İlk zamanları daha iyi anlatabilen, Damlaların kapısının önünde onun dışarı çıkmasını beklerken ki bir fotoğrafım bu da. Fotoğraftan önce Damlayı bu halde bekliyordum ki, o hazırlanıp geldiğinde bu fotoğrafı çekmişti. (Sanırım ilk onun kameralı telefonu olmuştu da her birimiz kıskanmıştık onu... :) ) 

Damlam ile o ilk tanıştığımız zamanların sonrasında kaynaşmamız kolay, can sıkıntılarımızı geçirmek epey maceralı olmuştu işte. Bisiklet sürerdik çokça. Sonra bu bisiklet sürmelerimiz, uçurtma uçurmalara, koşup-zıplamalara ve etrafı ilk defa beraber keşfetmelere doğru ilerledi... Bisiklet sürerken deliler gibi yaralanmaktan da, oyunlar oynarken en can acıtıcı kavgalarımızı etmekten de kaçınmazdık. İlk tanıştığımız zamanlarımıza dair, deli gibi koşturduğumuz ve bisikletlerimizi yokuş aşağı sürmeyi ihmal etmediğimiz o anlarımız; sanki daha dün yaşanmışcasına hala taptaze aklımda. İşte bu anların her biri tanrımdan unutmamayı dilediğim anılarımdan haline geldi zamanla...


Damla ile sanırım birkaç aya yakın süre yalnızdık o sitede, belki de ben yanlış hatırlıyor olabilirim bu noktayı. Zamanla sitede bir çocuk daha olduğunu öğrenmemizle, sitemizin ilk hallerinin macerası daha delice olmaya başlamıştı. Aramıza "Bahadır" isminde bir erkek çocuğu katıldığında, öncelikle garip hissetmiştik. Anlaşıp anlaşamayacağımızı düşünüp durmamızdan olsa gerek, başlangıçlarda epey anlaşmazlıklar yaşadık aramızda. Sonra Bahadır da bize alıştı ve bisiklet sürmelerimize katıldı. Fotoğrafının olmadığına üzüldüğüm bir köpeğimiz oldu, adı "Kral". Sitemizin köpeği, her birimizin akşam yemeğinden artırıp onu doyurduğu bir can olmuştu bizim için...

Tüm bu bahsettiklerim olurken ben ayakta, sapasağlam ve dimdik idim. Henüz bir rehabilitasyon merkezinden fizik tedavi bile almıyor, annemle evde hareketlerimizi yapıyordum. Bir de bol bol dışarı çıkıp arkadaşlarımla yürüyüp koşup oynuyordum...

O senelerde bir büfemiz olmuştu bizim... O büfemiz olduktan sonra sitemize taşınmış, Damla, ailesi ve de birkaç komşumuz ile tanışmıştık. Yeni hayatımıza alışırken, bazen ailecek yemeklerimizi dükkanda yer olmuştuk, bazen de annem sadece babama eşlik eder biz ablamla evde olurduk. Annem ile babam ortak çalışıyor-çalıştırıyordu büfemizi. Bazen annemle otobüse binip gidiyor yemek yiyip dönüyorduk, bazen ablam gidiyor babama okulu olmadığı zamanlarda yardımcı oluyordu, bazen annemin de babamla beraber dükkanda kaldığı durumlarda evde tek başıma kaldığımız da oluyordu ablamla... Tabii bu dediklerim ablam evlenip de Çanakkale'ye gelin gidene dek idi. Böylece biz bir 5 sene ayrı şehirlerde kaldık... :)


(Dağınık anlatmamaya çalışsam da ne zormuş; ablam evlenmeden önce ben ameliyat oldum esasında, oraya gelmeden de nereden çıktı bahsetmem bilmem...) :)   Bu resim de ablam ve kuzenimiz Bahadır abi ile ameliyattan (kas uzatma ameliyatımdan) öncelerinde çekindiğimize emin olduğum diğer resim...


Velhasıl; çocukluk anılarımda hastalığımın adı "rahatsızlık" idi. Damla ile tanışıp ilk çocukluğumu yaşadım, okul hayatımda o çocukluğumu yaşamama izin veren arkadaşlarım pek olamadı. Her oyunda süttendim, dediğim gibi ağladığımda da "mız mız" idim. İlköğretim çağımdaki arkadaşlarımın hatıra defterime yazdığı birçok cümle de şöyle idi; "Didem sen çok iyi bir kızsın, seni çok seviyorum. Ama bir de bu kadar çok ağlamasan daha iyi olur."

Diyeceğim şudur ki bu konu üzerinde son olarak; daha çocukluğumda anladım, ağlasan da gülsen de kabahattir kimilerine göre. Hayatı severek yaşamayı kabul etsen bile, çocukluğuna vermezler duygularını yaşama biçimini bile... Her biri gibi çocuktum ve çocukluğumu yaşamak istiyordum ben de sadece. Ama bunları onlara anlatmaya çalıştıkça ağlıyor görünüyordum. Bende onlar gibi sütten olmadan oyunda olmak istiyordum. Varsın oyundan ilk atılan olsaydım, ama "ben de oynuyorum" dediğimde; "Didem sütten" denilmeseydi. Çok basit görünen bu olgu, çocukken istemsiz olarak dağlar kadar büyük mesele oluyor inanın ki... :)


Ben Damlam ile yaşadığım çocukluk anılarımı hiç unutamıyorum; bisiklet sürmelerimizi, terleyip eve dönmelerimizi, Bahadır ile anlaşmazlıklarımızı ama sonra orta yolu bulup güzel bir komşu olabilmemimizi, sitemizin ilk köpeği "Kral'ı", daha neler yaşayacağımızı bilmeden dolu dolu tadını çıkardığımız "Altın" değerindeki çocukluk anılarımı ve devamını... Geri dönmek ister misiniz deseniz, istemem. Bir kez yaşandı ve bir daha yaşandığında o tadı vermeyecek biliyorum...

Ama o zamanlar, bir ameliyat geçireceğimin farkında bile değildim. Bir daha dost edinemem, başka arkadaşım olmayacak, "okul arkadaşlarına dair bir beklentim olmamalı" düşüncesinde idim. Bir tek iki kız arkadaşım vardı dediğim gibi, "geriye kalan 18 kişi bana düşman mıydı sanki, neden üzüyorlar bu kadar beni?" diye düşünürdüm. Bir ameliyat geçirene ve duraklama evresi diyebileceğim seneleri atlatana dek, en iyi hallerimdi bu anılar. Sonra bir ameliyat geçirdim, "bir daha hiç iyi olamazsam?" dedim ama daha iyi günlerimi de gördüm...


Devamı gelecek, Kas Uzatma Ameliyatım bölümü ile beraber... :) Biliyorum birçok tanıdığım seviyor bu yazı dizimi, bende seviyorum ama sanki bölük pörçük yazıyorum gibime de geliyor. Yazı aralıklarını bu sebeple geciktiriyorum, daha çok düzenlemeye tabii tutuyorum bu yazı dizimi. Lütfen yorum yazın ve bana sevip sevmediğinizi anlatın. Anlatımımdan memnun musunuz merak ediyorum...


Umarım severek okuyor ve anlıyorsunuzdur beni. Sizleri seviyorum, orada okuduğunuz sayılarla belli oluyorsanız da sadece; yorum yapmasanız da, iyi ki varsınız... 

Okuduğunuz için teşekkürlerim ve sevgilerimle... :)


9 Ağustos 2017 Çarşamba

Anlatmam Gerek


Bir süredir düşünüyorum yine yazamadıklarımı, sanki yazsam dünya değişecekmişçesine tereddütlü bekleyişlerimi. İçimden de anlatmak gelmiyor gibi bazen, içime darılıyorum resmen. İnsan kendi kendine kırılır mı? İçten içe kırılıyorum işte. Bu sıra yazamadıklarımı düşünüp bozuluyorum...

Oysa ne çok anlatacağım dediğim konu var; sadece baştan sona yazılarımı incelesem, bloğumda yazılarımın yarısı "yazacağım, anlatacağım" dediklerimle doludur. Oysa notlarım da var kenarda ama bu konuda uymuyorum kendi kurallar dizime.

Kendime kırıldım, kendimi şikayet etmeye geldim bu sefer de.. Bir karar verdim; "ki ne zaman görülmüş karar almadığım", bir daha demeyeceğim "yazacağım" diye. Bir kısım yazacağım dediğim konuları ihmal etmiyorsam, önemli bir kısmını da ihmal ediyorum zira... Kendi kendime çatasım geldi işte, insan kendine de güvenemezse kime güvenecek bu devirde?

Başaramama korkumdan bir ara çok bahseder olmuştum, şimdi gereksiz bir "acaba" takıntısı çıktı bende. Ama artık kendi kendimi daha iyi tespit edebiliyorum artık, insanın kendini bilmesi güzel en azından. Kendime yeniden güvenip, "yapacağım dediğimi yaparım" demek istiyorum. Gerçekten bir saldım kendimi, rahatsızım bu durumdan...


Bu resim kolajı dün çekindiğim resimlerden. İyiyim esasında, diyemediklerim vardı onları demeye geldim. Zira dosdoğru dalaşmadan içimi dökmem gerekiyordu yine önce... Kendime güvenin yine hat safhada, kendime kırgınım desem de durum üstteki gibi şükür ki.. 

Size anlatmak istediğim, birilerinin mutlaka okumasını dilediğim hikayelerim var; kendi hayatımdan kesitlerimle... 

Ülkemde Kas Erimesi rahatsızlığını bilen yok, bilen en çok MS'i biliyor. Alakamız olmadığını ve kendi düşlerimizle varolduğumuzu, tedavimizin bulunması için duyduğumuz isteği anlatmak istiyorum size... Daha da kararlı ve devam edecek bir süreçle...

Sonra bir hayalim var İtalya'ya gitmek; bundan bahsetmek istiyorum size, nedenleriyle nasıllarıyla ve neler yapmayı dilediğimle...

Neler yaptığımı fazlasıyla yazdım bir süredir. İnsanoğlu duraklama dönemlerini hayat boyu yaşıyormuş meğer. 5 senede öyle iniş çıkışlar yaşadım ki kendim adına. Bir zaman hiç yazmadım, bir zaman sorgulamadan yazdım durdum, bir zaman ise çoğunlukla aynı şeyleri yazdım durdum... Burada çokça yazdım, bir hayalim var; hayat hikayemi yazmak istiyorum. Bilseniz, hayat hikayemi yazmaktan çok neler neler yazdım ben. Oysa birilerine umut olabilmek, birilerinden umut bulabilmek istiyordum. Ne oldu ki bana acaba?

Dış dünya ile bağlantım, örgün öğretimim bittiğinden beri şekil değiştirdi. Yine devam ediyor, eve kapanıp tüm dünyayı unutmadım. Ailemden Allah razı olsun ki, dışarılara çıkmaya ve açıköğretimden okumaya devam etmek istedim diye bana çok ama çok destek oldular. Ama farkındayım ki esas olarak bunları değil, çalışmayı hayal etmiştim ben. Olmuyorsa başa sarmalı, diyemedim en başta. Verdim kendimi derslere yeniden. Başa sarma işlemini böyle gerçekleştirdim.

İçime kapanmam diye bir durum söz konusu olmadı şükür, ama bu 5 senede kendimden bile uzaklaştığımı farkettim kimi zaman. Daha çok insanla ve yeni insanlarla iç içe olmayı isterdim, bunu söylemek de hakkım değilmiş gibi hissedip sustum.

Demeye geldim ki, suskunluk buraya dek olsun; anlatmak istediklerimi bir bir anlatmaya başlamak için kendime bir söz daha veriyorum bugün, kendimi yeniden kendime şikayet ederek sizlerin de gözü önünde. Yazacağım demiyorum, bekleyelim görelim diyorum bu sefer. :)


Kısacası yazmak istiyorum, ilk başladığım zamanlardaki gibi kararlılıkla ve utanmadan. Cümlelerimi kısıtlamadan, onu yazmamalıyım demeden ve de utangaçlığımı umursamadan. Neden bilmiyorum ama içimde bir his durduruyor beni, bir süredir bunu kontrol edemiyordum ki bu durumu kontrol edebildim yine şükür ki. İçinde bulunduğum hisleri anlatmadığım için çok boş gördüm bende kendimi sizlerin hissedebileceği gibi. Ama anlatmadıkça içleri boşalıyormuş, onu da anladım. Nihayet; utanırsan utan, "aklına geleni yapmayı denemeden ne olacağını bilemezsin." , "Acabalar değil, şimdi yapmak stiyorum diyebildiklerin toparlayacak seni." dedim, diyebildim yeniden...

Dediklerimi başardığımı düşünüyorum, yazamadıklarımı da düşünerek bu yazıyı yazdığım gibi; en küçük bir paylaşımda bulunurken, yazdığım bu cümle uygun mu ki diye sorup emin olduğum ve memnun olduğum halde vazgeçtiğim anlar oluyor; şu an bile baştan beri bu yazıyı yazmasam mı demem gibi. Ama bu yazı yazılmalı ve yeni bir kararlar bütünü uygulanmalı.


Esasında yazıyor da olsam eskisi gibi çekinmeden, geri plana attığım ve çekindiğim noktalar da var. Onları yeniden geri plana atmayı ve yazmayı düşlüyorum. Üstteki resimlerimle sizleri ve kendimi tekrar selamlıyor ve umarım bu kararlarımı gerçekleştirmek adına başarılı olabilirim diyorum... :)

Kendime, kararlarıma ve başaracağıma inancımla beraber sevgilerimle... :)

6 Ağustos 2017 Pazar

Pazar Yazısı #35 - Eve Dönüş Ertesi


Her Pazar özel ve güzeldir benim için çoğunlukla, küçüklükten kalma bir alışkanlıktır zira. Her birinin anlamının olmaya başlaması, yeni bir hafta başlamadan önce okul öncesi tatilin bitiş günü olması ile başladı. Yani küçüklüğümüzde... Belki de bu Pazar yazıları bu sebeplerden çıktı ve hala var; özel bir alışkanlık olarak kaldı, özel devam ediyor... 


Mesela bu pazar eve dönüş ertesi idi. Antalya'dan çok şükür, sıkıntısız bir yolculuk ile dün akşam 8'e doğru döndük evimize. Eşyalarımız evlerimize çıkardılar önce, sonra yemek sofrasına oturuldu. Kağan'ımın ve bizlerin (Eniştem, annem ve ben) maceraları birer birer anlatıldı, babam ve ablama. Önce yemek, sonra çay derken saat 23.00'ı nasıl buldu anlamadım bir ara; hava değişimi yorgunluğu başımıza iyice vurdu, ablamlar evlerine gitti ve biz de yataklarımıza yol aldık sonra...

Güzel bir uykunun ardından bu sabaha uyandığımda, bir alışamamışlık hakimdi... 22 günlük de olsa, yetiyor işte herhangi bir yere ve duruma alışmaya; öyle alışmışız yine Antalya'da olmaya... Sabah uyanmaya başladığım sıralarda istemsiz kendimi Antalya'da imiş gibi hissettim. Gözlerimi açınca öyle olmadığını gördüm, odamda olmanın tadını çıkarttım. Şükür... Evde henüz çıt çıtmadığı için bir 20 dakika bizimkilerin uyanmasını bekledim. Ne yalan söyleyeyim, Antalya'da da keyfim iyiydi ama yine evimizi özlemişim.. Sevdiklerimden uzaklaşmaya yine karşıydım, Antalya'dakilerden yine uzaktayız. Ama yine kavuşma zamanı gelecek diliyorum...



Bugün annem ve babam ile önce kahvaltımızı sonra da çay keyfimizi yaptıktan sonra, öğlen 14.00 sularında üstteki çantalarımı boşaltmaya ve yerleşmeye koyuldum odamda yine. Hemencecik yapmak değildi amacım, bir yandan bilgisayarımda Youtube'dan Daha Sonra İzle videolarımı açtım ve vlogları-videoları izleye izleye keyifle bitirdim yerleşmelerimi... Antalya'ya giderken resimde bulunmayan el çantam ile beraber 3 çanta gitmiştim. Gelin görün ki döndüğümde yine daha fazla geldim. Sebebi doğum günüm sebebiyle 1 çanta ve 1 termos ile dönmem ve de dedemden bir bez çanta daha kapmam ile eşyalarımı daha geniş sığdırma uğraşına koyulmamdı...


Bu Pazar, eve dönüş ertesi toparlanma pazarı idi. Eşyalarımı toparladığımda saat 19.00'a geliyordu. Bu yazının geç vakte kalması da, ablamlarla beraber bu akşam da yemekte bizde olmamızdı. Sağolsun ablam dünden yemeklerimizi yapmıştı ve dünden bugüne de yemeğimiz kalmıştı. Babamın işe başladığını söylemiştim, bir fabrikada servis işi yapıyor. Babam az önce işi, ondan önce de ablamlar evine gidince; ben de bu yazıyı yazmaya koyuldum. Rutinler yarın yine kuruluyor bizim ailede; eniştem izninin bitmesi ile işe yeniden dönüyor, Kağanım gündüzleri bizim eve-akşamları kendi evine dönme rutinine, babam işe giderken annem de bizimle ve evdeki rutinimizle ilgilenmeye. Dilerim güzel rutinler bizi bekler, çabuk toparlar ve kendimize vakitler ayarlamayı ihmal etmeyiz.

Mutlu Pazarlar, saat itibariyle yeni gün ve haftaya başlamak üzere olduğumuzdan da mutlu haftalar olsun hepimize inşallah; Rutinlere toptan bağlanmamak ve kendimizi de ihmal etmemek dileğimle... :)

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Antalya'da Sondan İkinci Gecemiz - 03.08.2017


03.08.2017-Perşembe akşamı, gitmemize son iki gün kala Merom ve iş yerinden arkadaşı Dila ile beraber vakit geçirebilmek için plan yapmıştık 1 hafta öncesinden. Şükür ki Antalya'daki sondan ikinci gecemizde bu planı gerçekleştirebildik ve Antalya sokaklarında gezinip yan yana olmanın gidene dek yetebileceği ve ayrı kalınca da hatırlayarak avunabileceğimiz bir akşam daha geçirdik...

Merom işe girdi gireli, daha az görüşüyoruz. 4 ay oldu işe gireli ve her fırsatta da dayım ve yengemle beraber gelemeyecek durumda artık bize. O yüzden her fırsatı olabildiğince değerlendirmeye çalıştık bu yaz yine, Antalya'da olabildiğim süre içerisinde. Bu sefer daha dikkatlice planlar yaptık ve olabildiğince de başarılı olduk diye düşünüyorum. Daha yola çıkmadan özlemeye başladım aslında, Meromla da ve diğer sevdiklerimizle de duygularımız karşılıklı biliyorum.. Dile kolay ama sevdiklerinden çok uzun süre uzakta kalmak zor, biliyoruz. Allah yine de sağlık versin de, demesini de biliyoruz ama şükür ki... :)



Karacaoğlan parkından bu resim mesela; gezmeye çıktıktan 1,5 saat sonrası. Bu o akşamın fotoğraflarından, bir arada birkaç fotoğrafımızdan hepimizin kameraya bakabildiği tek fotoğraf... :)

O gün akşamımız tatsız başlamıştı aslında; yemeğimizi yedikten sonra bulaşıkları yıkıyordu kızlar ve biz de annemle üstümüzü değiştirmeye gitmiştik o sırada. Sonra bir cam kırılması sesi geldi mutfaktan, Kağanım kızlara yardım edeyim diye birkaç bardağı taşıyormuş tezgaha. Derken ayağı yerde kayan bir paspasa takılmış. Biz kızlar bardak düşürdü sanırken, Kağanın ağlama sesini duyunca annem mutfağa gitti. Ben cam kırıkları arasına giremediğim dolayısıyla; önce üstümü değiştirdiğim yerde, sonra da muftağın yan tarafında bekledim, annemin durumu kontrol ettikten sonra giydirip beni oturttuğu üzere...

Derken Kağanımın birkaç küçük ama kanayan yarası olduğunu öğrendim ki böyle beklemek daha kötüydü... Merom Kağanımla ilgilendiğinden hemen yanıma bilgi vermeye gelemedi, o an yeğenimi sakinleştirmek için uğraşması benim için çok değerliydi; düşüşünü gördüğünden ötürü sakin kalabildiğini, kötü bir şey olmadığını gördüğünü söyledi.. Ucuz atlatmıştık, şükür ki. :)



Merom büyük değil, küçücük birkaç kesik olduğunu söylemeye geldiğinde nasıl rahatladım anlatamam... Cam parçası falan girdiği de yoktu çok şükür, birkaç dakikaya Kağan yanıma geldiğinde kendi gözümle de gördüm elindeki küçük ama kanayan kesiklerini ve "verilmiş sadakamız varmış" dedim... Ortalığı toparlayıp olabildiğince erken çıktı isek de, saat 21.30'da inebildik tramvaydan ineceğimiz yerde. Tramvayda çektiğim resimlerinde; Kağanım korktuğundan ötürü ağlamaktan yorgun, annem dalgın, Merom ile Dila konuşkan, eniştem ise poz ver dediğimde doğal şaşkındı... :)



Gece; Tramvay'dan inip Işıklar Caddesi boyunca ilerleyip, Antalya'lılar (Mero ve Dila) tarafından yönlendirildiğimiz üzere Karacaoğlan Parkına kadar sürdü yolumuz böylece... 

O akşam parka gidene kadar hatırladığım; şarkılar söylediğimiz, ki bu şarkılardan o gün boyunca sadece başını hatırladığım ama ısrarla devamını hatırlamaya çalıştığım bir şarkı... O şarkıyı ertesi gün bulabildim. Acaba "i may ya hiii" diye söylesem, kaç kişi hatırlar bu şarkıyı; şarkıyı bilmedikleri halde, Mero ve Dila'ya da ezberletmiştim şarkının başını. Bence eski ama bir o kadar da güzel bir şarkı hala. O şarkı ki (o günün şarkısıdır artık benim için), şu şarkıdır; O-Zone ma ya hi (Dragostea Din Tei (Almighty Dub)) :)

Üstteki resimler; Işıklar caddesini kızlarla şarkı söyleyerek geçtiğimizden, ballı bademli dondurmayı tattıktan sonrasıydı, Karacaoğlan Parkında... Her resmimizi ayrı sevdim, özellikle Merom ve Dile ile olanları. Üstelik o gün o resimlerde kendimi fazlasıyla kilolu hissetsem bile... :)


Yorgun olmalarına rağmen, o gece benim beraber gezme isteğime güzel yanıtlar veren üst resimdeki canlarla geçirdiğimiz o akşamın devamında; parkın sonrasında, Kaleiçinin içerisinde gezinerek tramvaya ve otobüse yetişme telaşı başladı. Ama ona rağmen duraklamalarımız oldu... Üstteki resimler, en güzel gülme yarışı yaparcasına gerçek. Teşekkür ederim o güzel gülüşlerine de, varlıklarına da... :)


Üstteki hamak, Yat Limanının içindeki sokaklardan birinde idi. Dila dinlenmek için çok otururmuş, o akşam oraya da oturdu dinlenmek için. Ardından da diğerleri... Derken "kamerama poz verin madem." dedim ve bana müthiş anılar bıraktılar yine o gece işte. Gülen yüzlerine sağlık olsun... Belki de uzun zaman boyunca, Meromla ve de diğerleri ile biraraya gelebilmem zor. Ama az da olsa güzel anlar bıraktık hatıralara yine... Sevdiklerimle gezebildiğim en ufak yeri bile seviyorum; hafızamda o gezdiğimiz yerlerde gördüklerimizi, tattıklarımızı ve de söylediğimiz şarkıları yer edindirmeyi ve daha da fazlasını seviyorum. Hatırlamak; böyle şeyleri özellikle, en güzeli...


O gece şu şarkılar, o gecenin şarkıları olma ünvanını kazanmıştı ; Düş Sokağı Sakinleri- Gayret Et Güzelim, Athena-Ben Böyleyim, Model-Dünya Tek Biz İkimiz (Üçümüz =))...



Az ama tadında geçen ve güzel anılar dizisine sahip olabildiğim bir Antalya tatilini daha böyle bitirdik işte... Bu sefer gerçekten kısa idi ama olsun, gerçi kısa dediğimiz tatil 22 gün sürmüş... Dedim ya sağlık olsun ve bizler için uzak da olsak birbirimize; Meroma da, yeni tanıdığım arkadaşına da ve kendim adına da gönlümüzce güzellikler olsun en hayırlılarından... Ben bu resimlerdeki gülen yüzlere bakıp o günü hatırlayıp teselli bulabilirim. Onların sesini uzaktan duymaya da yine razıyım, yeter ki sağlıklı ve mutlu olalım uzak da kalsak birbirimizden... :) 



Bu yaz en çok Meroma yedirebildiğimiz birkaç tencere biber dolması adına seviniyorum... Bu yaz; yiyemediğimiz midyeler, doğum günümden yanıma kar kalan güzel mi güzel sürprizler, yine sabahın erken saatlerinde gittiğimiz deniz seferlerimiz, Meromla bol bol sarılmalarımız, Meromun tanıştırdığı canı arkadaşı Dila ve de biraz üzüntü ve üzüntülerin getirdiği eksik mutluluklar anıları oldu 2017 Antalya yaz tatilimizin... 

Eğer bu yazı yayınlandığından sonra bir 8-9 saat içinde okuyorsanız bu yazımı, biz hayırlısı ile yolda olacağız muhtemelen -annem-eniştem-ben-kağanım ile-... Bir kısım uzaktakilere yaklaşınca, diğerlerini; diğerlerine yaklaşınca da, esas memleketinizdekileri özlüyorsunuz. Hayatın bu döngüsü de garip; ne kadar yanındakilerle anın tadını çıkarırsan çıkar, uzun ayrılıklar girince aranıza kaçınılmaz oluyor-özlüyorsunuz... Babamı, ablamı, Damlamı, kuzenim Gizemi, alt komşularımızı ve akrabalarımızı özledim. Şimdi yeniden onlara kavuşma vakti, Antalya'daki dostumu ve sevdiklerimizi bir dahakine yine sağlıcakla bulmayı dileyerek...

Duygusallığım ile dolu Antalya'ya veda yazım olsun bu yazım da, 2017 Antalya Yaz'ına dair... Şükürlerim ve sevgilerimle... :) 

Yollarda olan herkese, hepimize hayırlı ve iyi yolculuklar olsun...


4 Ağustos 2017 Cuma

2017 Temmuz Nasıl Geçti?


En sevdiğim ay olan Temmuz'u da geride bıraktık bu sene yine ve Ağustos'a kavuştuk... Bitmesini istemediğim aylar da hızlı hızlı akıp giderken, vaktimi dolu dolu yazarak değilse de; kitap okuyarak ve film izleyerek geçirebildim. Çok değil, geçen ay'a göre bir kitap fazla okudum, birçok film az izledim.

Temmuz 2017'de, 3 Kitap Okudum;


Öncelikle Öksüzler Treni'ni bitirdim, Haziran sonunda başladığım üzere. Dolu dolu dram ve öğreti içerikli bir kitaptı. Evlat edinmenin önemine ve sahiplenilen çocukların hayatına nasıl müdahale edilebilindiğini anlatan, dram içerikli Arkadya Yayınları'nın kitabıydı. Bu sene Mart ayında Bursa Kitap Fuarı'ndan aldığım kitaplardan biri idi. Sonuncusunu da bitireceğim diye bekliyordum ama henüz bitiremedim... :)

“Yani her şeyin bir sebebi olduğuna inanmak, en kötü deneyimlerden bile ufacık bir anlam çıkarmak, insanın doğasında olan bir şey mi?”
“Kesinlikle işe yarıyor.”
 
Öksüzler Treni -Christine Baker Kline Sayfa 344... (Arkadya Yayınları)



Antalya'ya 14 Temmuz'da geldik ve burada ilk başladığım kitap Mitra Yayınları'ndan Panait İstrati'nin Arkadaş adlı kitabı oldu. Sokak Kızı adlı kitabından sonra, okuduğum ikinci kitabı ve de yine anlatımını güzel bulduğum bir Panait İstrati kitabı idi. Yabancı hikayeler üzerine Panait İstrati'nin anlatımını seviyor olduğuma karar verdim bir kez daha, henüz iki kitabını okumuş da olsam... Onun kitaplarında, toplumun kendince oluşturduğu garip kalıpyargıları anlatışı var ki; sanırım bu da en sevdiğim... Bu kitap ise arkadaşlığı çok güzel anlatan kitaplardan biri idi, kesinlikle başka boyutlardan ama unutulmaması gereken noktalardan bir anlatımdı. :)

İyi bir aile çocuğunun – Elinde zavallı bir diplomadan başka övünülecek bir şeyi olmasa bile – yirmi beş yaşına dek toplumun sırtından geçinmesini mahalleli çok doğal karşılar. “Ah, bizim istasyon şefinin oğlu, avukat olacak, göreceksiniz!” diyerek bundan sevinç duyar; efendilerinin sağlıklarına kadeh kaldırıp şampanya içtiğini gördüklerinde, neşeyle coşan ve “yaşa, varol!” diye bağıran seçmenler gibi, yoksulluk üstüne kurulmuş mutluluktan sarhoş olur. Ama bir kulübede doğmak bahtsızlığına uğramış bir çocuğun öğrenme isteğiyle yanıp tutuşmasını ve bu çocuğun yazgısına başkaldırmasını mahalleli hiç de hoş karşılamaz: 
“Hey ne oluyor!... Bu, neden böbürlenip duruyor böyle? Ne bildiğini sanıyor ki! Bunun da ötekilerden hiç farkı yok!” der. 

Arkadaş- Panait İstrati kitabı Sayfa 11 (Mitra Yayınları)



Antalya'da okuduğum ikinci kitap, Temmuz ayında okuduğum 3. kitap ise; yine Mitra Yayınları'ndan bir kitap, Gun Finley'in Özgür Olma Cesareti adlı kitabı idi. Kişisel Gelişim kitabı tarzında öğreti dolu bir kitap olmasına rağmen, okuduğum en garip kişisel gelişim kitabı idi. Okudum ama anlayabildiğim çok az noktası oldu. Temmuz ayında okuduğum ilk iki kitap gibi güzel değil ama okuyana göre öğreti içeren bir kitaptı bence. Diğer iki kitabı tekrar okurum da, bu kitabı bir daha okur muyum bilemiyorum...


Aşk hiçbir zaman ölmez, o yalnızca biçim ve ifade değiştirir.
Bizim bizi incitmiş olan birine karşı olan kızgınlık ve hiddetimiz bizim sevmiş olduğumuzu ve onların sevmemiş olduğunu kanıtlamaz. Bizim kinimiz ve düşmanlığımız bizim gerçekte sevginin doğasını anlamamış olduğumuzu ortaya koymaktadır. Biz onun ne anlama geldiğini, neler içerdiğini,nelere gücünün yeteceğini anlamamışızdır. Böyle bir kayıptan dolayı ruhumuzda açılmış olan bir delik boş olarak kalmak zorundadır. Eğer onu olumsuz duygular ile doldurmaya çalışırsak, hiçbir zaman için sevginin tam bir yeni düzeninin doğumunun ne olduğunu bilemeyiz.  Çünkü onun gelişimini sağlayacak hiçbir boşluk yoktur. 
Özgür Olma Cesareti - Gun Finley, Sayfa 76 (Mitra Yayınları)



Temmuz 2017'de, 4 Film İzledim;



Temmuz ayında izlediğim filmler şöyleydi;

Vezir Parmağı 
Saksı Olmanın Faydaları 
Sihirbazlar Çetesi 1
Babalar Ve Kızları (Fathers And Daugthers) 



Bu 4 filmden sevdiğim iki film oldu; henüz ikincisini izleyemediğim Sihirbazlar Çetesi 1, ne zamandır Meromun izletmek istediği ve nihayet beraber izleyebildiğimiz Babalar Ve Kızları. İkisi de birbirinden güzeldi ama Babalar Ve Kızları sağlam kafa ile tekrar izlediğimde daha da duygusallaşacağıma emin olduğum bir filmdi kesinlikle... :)


Temmuz 2017'de, Antalya'ya geldik;



14 Temmuz'da geldik değişik kadromuz ile Antalya'ya ve 5'inde döneceğiz evimize... Ablamın izni olmadığından, babam da yeni işe girdiğinden sebep izin alamayacağından; Eniştem birikmiş izinlerini aldı ve eniştem, Kağanım, annem ve ben geldik Antalya'ya. Gerek dedemin, gerek Meromun dedesi Hüseyin dedenin rahatsızlığı sebebiyle ve gerekse de deniz tedavimi alabilmem gerekliliğinden; yine Antalya'ya geldik. Nasıl olur, yapabilir miyiz eniştemle derken başlangıçta, eve dönüşümüze son bir gün kala şükür ki bu işin üstesinden gelebildik diyebiliyorum şimdi... 

Bu yaz Antalya'da gezebildiğimiz çok az yer oldu ama en önemlisi denize girebilmemizdi zaten diye aldırmadık yine fazla. Yine dedemin evinden sabahın erken saatlerinde kalkıp denize gidişlerimiz ve de ara sıra gezmek için akşam üstü dışarı çıkışlarımız oldu. Bu yaz gittiğimiz deniz seferlerimizden resimlerle bahsedebildiğim yazım burada...

Bu sene de Merom ile kavuştuk-kavuşturulduk şükür. Hiç vakit geçiremeyebiliriz derken, az da olsa günlerimiz dolu dolu vakitlerimizi değerlendirebildik. 25. yaşımı kutlayabildiğimiz bir akşam geçirdik bir de yine Antalya'da, Merom bize eşlik etti o akşam da. O akşamın yazısı ise burada...

Mall Of Antalya'ya gidebildik bunlar haricinde bir tek. Gezebildiğimiz ilk yer orası oldu bu yaz. Epey büyük ama sakin bir yer gibi geldi. Havalimanı yakınında olmasından ötürü olsa gerek... Üst kolaj resimde şapkalı resmimi çekindiğimiz yer, Mall Of Antalya idi işte. Yine de bir Avm'nin o kadar büyük değil de, eğlenceli bir yer olmasını tercih ediyorum galiba. Aslında eğlenceli idi yine ama kitaplarım olduğu gerekçesi ile kitap mağazalarına girememek beni eksik hissettiriyor olmalı. Evimize dönünce birkaç kitap daha bitirip, birkaç tane de olsa yeni kitap almam gerek. Şarttır, şarttır yani... :)


Ve Temmuz 2017, Hediyelerle Dolu Bir Ay Oldu Benim İçin Yine;




Temmuz'u doğum günüm bu ayda olduğu için de fazlasıyla seviyor olabilirim ve benim için yine bereketli bir aydı Temmuz ayı. :) Her defasında daha fazla güzel hediye alamam diye düşünürken, kendimi güzel anılar bırakacak hediyelerle sarmalanmış buluyorum. Doğum günü yazımda bunlardan bahsetmek istemedim, ama buraya da not etmeden geçemedim...

Temmuz 2017 dolu dolu geçti; önce annemin telefonunun ekranının kırılması, sonra da benim telefonumun şarj bölümünün yeniden bozulması ile telefon almak ikimiz için de şart olmuştu. Hiç aklımızda Casper yok iken, birden ikimiz de Casper Via serisinin telefonlarına sahip olduk. Via E1 annemin, Via E2 de benim telefonum oldu. Hiç telefon alacak durum yokken, babamın Temmuz ayında işe girmesinin ardından da bu ihtiyacı karşılayabildik şükür ki... Annemle ben istemsiz olarak, Sevimli Hayalet diye bahsediyoruz telefonlarımızdan. Küçükken annem de benim kadar sevdiğinden bahsetti Casper çizgi filmini, şimdi aynı isimde telefonlarımız var işte... :)

Telefonum erken gelen doğum günü hediyemdi, annem ve babamdan... Doğum günü akşamında gelen hediyelerim ise; çantam eniştemden, termosum Meromdan, ayakkabım dedemin verdiği harçlığımdan olmak üzere gelişti. Mutlu etmek için uğraşanlar sağolsun ve varolsunlar. Seviyorum hayatımdaki güzel kalplerimi. :)


Eksik İdi Aslında Temmuz 2017; 


Meromun dedesini kaybettik 23 Temmuz 2017'de. Allah mekanını cennet, toprağını bol eylesin inşallah... 

5 senedir tanımış; bayramlarda, yaz tatillerinde sohbetler etmiş ve sevgi-saygı dolu bir insan nasıl olur görmüştüm. Allahım böyle insanlarla karşılaştırsın demiştim, torunlarını nasıl sevdiğini izlerken... Annem ve babam konu eskilerden açıldığında, büyüklerinin -çoğu değilse de büyük bir kısmının- kendinden büyük insanların yanında çocuklarını dahi sevemediklerini söyler durur, belki de bu sebepten böyle hissettim. Annemlerin büyükleri ve onların büyükleri, torunlarını ve çocukları fazla sevmezlermiş; şimdi şimdi eskinin o garip geleneğini bırakmışlar da, biz de sever görebilmişiz bazı annemlerin büyüklerini. Annemin dedesi yaşıyor mesela hala, onda bu geleneği görmüştüm maalesef. Küçüklükten gelen büyük bir eksikliği, adeti; pek çocuk sevmezdi, konuşturmazdı ve tek sevdiği erkek çocukları olurdu... 

Hüseyin dede böyle biri değildi işte, eskilerin adamı diyebilirim onun için; zira benim dedemden birkaç yaş küçük sadece. Ama benim dedemle bile apayrı bir kişilikti ve Hüseyin dedenin kişiliğini  de seviyordum. Şimdi toprağı bol olsun, yerinde huzurlu olsun demekten başka çare yok. Bu üzücü oldu, yengemleri de epey üzdü. Allahım onlara tekrar tekrar sabır versin, dilerim daha büyük acılar göstermesin... Bir aydır süren tedavisi maalesef iyi sonuçla son bulamadı ve kaybettik onu, ama onu tanıyabildiğim için mutluyum. Dilerim gittiği yerde de huzur bulsun...



Bir ay daha böyle geçti işte. Bu "Nasıl Geçti?" serisi her geçen ay daha acayip olmaya mı başladı ne? Yaz vakti olunca; okuduğum kitaplar, izlediğim filmler ve keşfettiğim şeylerden çok başka şeyler de olabilir oldu yazımda. Herhalde eve dönünce, yeni bir düzen daha kurup ders çalışmalarıma başlayacağım. Bakarsınız o zaman bu kadar dağınık olmaz yazılarımdaki konu bütünlüğü... Çok değilse de bir fazlalık var, anlatmadıklarımı ve es geçtiklerimi de bu yazıya topladım bugün galiba...

Temmuz 2017'de böyle geçti, niice dolu dolu günler Ağustos'a olsun inşallah... İyi haberler aldığımız, işlerimizi toparladığımız ve yeni dönemlere hazırlık yapabildiğimiz bir ay olur inşallah. Zira Ağustos da bitince yaz bitiyor, isterdim ki bitmesin ama bu sefer de tadı kaçardı değil mi bu güzel günlerin?! Bazı şeylerin hep bir değişim döngüsü içinde olması gerekir, sıradanlığa bağlanınca da olmuyor sonra...

Mutlu bir Ağustos olsun diyorum bizlere; sevgilerimle... :)


1 Ağustos 2017 Salı

İzlemek İstediğim Filmler 3 - Yabancı Film Odaklı



Bir önceki yazım olan İzlemek İstediğim Filmler 2 yazısı, Temmuz 2017'de o listeden izlediğim son film olan Saksı Olmanın Faydaları filmi ile bitirmiş bulunmaktayım.

İkinci listemdeki filmlerden en sevdiğim filmlerin başında; Serendipity, Pamuk Prenses Ve Avcı ve de Kış Savaşı 2 var... Saksı Olmanın Faydalarını da beğendim ama saydığım 3 film kadar değildi doğrusu. :)

3. listeye gelince; diğer iki listede yaptığım hataları tekrar etmemek üzere hazırladım bu listeyi. Kesinlikle mükemmel filmler seçtiğimi düşünmüyorum ama çok izlemem gerektiği söylenen filmleri eledim sadece. Bu sefer gerçekten izlemek istediğim filmler var bir kere. Bir de artık izleyemediğim filmleri de yarım işaretlemeyi ihmal etmemeyi alışkanlık haline getirdim, sonuna kadar bitirmek için dayanmayı seçmektense! :)


Bir önceki listemde 21 adet film vardı, bu sefer ise 16. Gittikçe azalıyor mu ne? Bu sefer yazı aralıkları uzun olmasın diye, gerçekten izlemek istediklerimi yazdığım için böyle oldu sanırım. Şimdilik bu kadar yeter. En azından, daha çabuk liste bitirir ve daha çabuk listeyi yenilerim...



İzlemek İstediğim Filmler 3;

Bir Zamanlar
Çılgın/Güzel
İnto The Wild
Aşk Tarifi (The hundred food journey)
Çılgınlar Gibi

Hücre 7 Mucizesi
The Way Back
My Way
Piyanist
Hachiko (-)

Sıcak Kalpler
Eyvah Yaş 40 (-)
Gelin Benim Olacak
Parti Zamanı (-)

Little Miss Sunshine


Farkettiniz mi bilmem, daha çok romantik komedi var bu sefer listemde. Ben Romantik Komedi severlerdenim ve bu liste bitsin bir tane de sırf Romantik Komedi odaklı filmleri ekleyeceğim (Gerçi daha ne kadar odaklı olacaksa!). :)

Neyse ne diyorduk, bu sefer farkettim ki istek dışı yabancı filmler kalmış listede. İzlemek istemeyip de elediğim filmler haricinde, birçok Türk filmini izlediğimden olsa gerek diye düşünüyorum. Bu sebeple, Yabancı Filmler Odaklı diye yaptım yazının ismini. Ama bu demek değil ki liste bitene dek Türkçe film izlemeyeceğim. Katı kuralları olmayan, sadece izlemek istediğim filmleri unutmamak ve izlemek adına tutulan bir liste bu da; tıpkı diğer izlemek istediğim filmler listelerim ve okumak istediğim kitaplar listelerim gibi... :)

İzlediğiniz ve önce bunu izle diyeceğiniz film var mı bilmiyorum. Sizin de acaba böyle listeleriniz var mı? diye merak ediyorum sadece... Bu listeden bugün iki film izledim bile; Bir Zamanlar (Once) ve Gelin Benim Olacak (Made Of Honor) adlı filmleri... Tereddütsüz söyleyebilirim; en güzeli Gelin Benim Olacak (Made Of Honor) filmi idi, hem epey eğlenceli hem de romantik, bu yazıyı bitirdikten sonra bir şans vermenizi tavsiye edebilirim.

Ağustos'a da merhaba diyerek yazımı sonlandırıyorum. Bol film izlemeli kitap okumalı anlarımızla dolu mutlu bir ay olsun. Sevgiler... :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...