29 Eylül 2015 Salı

Gölyazı; Ne Zamandır Beklediğimiz Gezimiz - 26.09.2015

*Bu bir gezi yazısıdır, Gölyazı gezimizin yazısıdır. 26.09.2015 tarihinde Gölyazı'nda bulunup çektiğimiz fotoğraflar ve anılarımız üzerine yazdığım gezi yazımız. İyi okumalar... :)


Gölyazı; bir ucu gölün üzerinde, bir ucu karaya bağlı bulunan ve atmosferi sizi garip hissettiren bir yer. Sadece şu görüntü bile bana Sındırgı'nın Çaygören Gölü'nü hatırlatıyor. Çaygören Gölü'ne de bir haftasonu gitmiştik böyle; Sındırgı'da okurken babamın işten izin alıp geldiği bir vakit ve yine annem ve babamla beraber. Gölyazı ise, bu bayram için planladığımız gezi yerimizdi ve kısmet oldu da gidebildik nihayet... :)

Bundan 2-3 hafta öncesinde, bir pazar kahvaltısında annem ile babama Gölyazı'yı gezmek istediğimi söylediğimde; "sen nereden biliyorsun orayı?" demişlerdi bana. Bu soruyla beraber öğrendiğim üzere, babamların ilk evli olduğu zamanlardan beri Bandırma'ya giderken otobüsle gördükleri yermiş bu köy. Ve benim gezme isteğimi dile getirdiğim günden birkaç gün önce konuşmuşlar; fırsat kollayıp gidelim artık, diye... "O zaman daha da tılsımlı gelmişti bize, uzaktan görünen camii bembeyazdı çünkü." diyorlar. Gittik gördük ki, camiisi yeşil ve sarı renklere boyanmış şimdilerde...  

Dediğim gibi; ne zamandır beklenen geziydi bizler için. Annem ve babam için 30 yıllık merakın sonunda gerçekleştirilen bir gezi, benim için ise birkaç senelik bir merak konusuydu. Gittik, gezdik, gördük; çok şükür... :)

 

Selfielerimiz, daha arabada gider iken çekinmeye uğraştığımız özçekimlerimiz yani; üstteki fotoğraftaki gibi Gölyazı köprüsünde sonuç verdi o gün. Gölyazı köprüsünde, Gölyazı hatırası oldu bu fotoğraf bize. :) Köprüye ulaşabilmemiz hemen mümkün olmadı tabii, köyün başından epey yürümek durumunda kaldık. Bu resim köprünün öte tarafına geçmek üzere iken. Babamın fikriydi ve güzel bir fikirdi... 

Gölyazı, yukarıdan fotoğraflandığında 3 tarafı gölle çevrili bir yarımada köyü olarak biliniyor. Ciddi anlamda bu durumun getirdiği şirinlikle, insan gezerken bir hoş oluyor. Gölün üstünde geziyorsunuz yani, fena mı? :) Güneşi Beklerken dizisinde Zeynep'in geldiği Bursa köyü. Yani benim ondan öncesinde de az biraz bildiğim, ama diziden sonra epey merak ettiğim o kasaba. Ve gezilecek yerleri...

Aziz Panteleimon Klisesi...


Köprü öncesinden devam edeyim, girişi de yapmış iken. Köprü öncesinde, köyün Balıkesir çevreyolu girişinde köprüye yürüyüş mesafesi biraz uzun. Gölyazı'ya gelen giden trafiği o kadar fazla idi ki, park edecek yer bulamadık. Biz de en nihayetinde, önce köyü turladık sonrasında da arabamızı köyün girişindeki belediye park yerine koyduk. Sonra yol boyu yaya öncelikli yol'da yürüye yürüye, köprüden öncesinde bulunan tarihi klise'de bulduk kendimizi; Aziz Panteleimon Klisesi...

Tabelasında da yazdığı gibi, artık Gölyazı Kültür Evi ve Yazı Evi olarak kullanılmaktaymış Aziz Panteleimon Klisesi. Kliseler ilgimi çeker böyle yerlerde, bir tarihi yer kadar... Onların ibadet yerlerini görmek falan hoş. Ama seneler önce İstanbul'da gezmeye gittiğimiz bir klisenin haricinde, hiç klise görmedim daha. Bunun da içine giremedim ne yazık ki, merdivenlerinden ötürü. 


Ama benim yerime annem ile babam girdiler ve annem fotoğraf çekti. Annem fotoğraf çekerken, babamı da konu mankeni olduğunu söylemiş miydim bu gezimizde? Gezimizin unutulmazlarından biriydi bu; babamın fotoğraflarda rehberlik eder gibi poz vermesi. Canlarım benim... :)

Klisenin içi, gayet bakımlı ve ferah değil mi sizce de? Yeterince küçük gibi gözüküyor, ama aslında büyük bir alanda bulunuyor klise. Hoş bence, aslı halinde kullanılmıyor olsa da böyle sahip çıkılması...


Ağlayan Çınar;


Ağlayan Çınar, asırlık bir çınar. Mitolojide ve efsanede konusu geçen bir çınarmış kendisi. Mitoloji'ye göre, eski zamanlarda gölü bu çınarın ağlaması ile doldurduğu söyleniyormuş mesela. Gölyazı'nın bir diğer ismi de Apolyont imiş. Bir efsaneye göre ise; Ağlayan Çınar'ın, kavuşamayan iki aşığın gölgesinde hayatlarına ardı ardına son vermeleri ile kan ağlayarak bu hale geldiği söylenirmiş. Yani çınar ağacının oyuğu ve epey büyük bir alana gölgesini düşürmesi bu şekilde olmuş... Hikayenin tamamını buradan okuyabilirsiniz...

Gölyazı Köprüsü'ne gelince;


Resimde, köprü üzerinde annem ile ben... :)

Gölyazı köprüsü hemen ağacın yanından başlıyor zaten. Yarım ada ile göl üzerindeki adayı bağlıyor birbirine. Burada poz vermemek olmazdı, zira burası bana tılsımlı gelen yer oldu nedense. Ada üzerinde bulunma hissi güzeldi. Kaç zamandır Bursa'da yaşayıp da buraya yeni gelebilmiş olmak, güzel hissettiren şey idi zaten. Belki birçoğuna göre büyütülecek bir şey yok, ama bence böyle bir güzellik imkanınız varsa görülmeye değer... 

Köprüyü geçince bizi çay bahçeleri ile dolu bir meydan karşılıyor; çay bahçeleri, belediye binaları ve esnafları... Ama her şehrin bir noktasında da olsa aradığım yegane şey, doğallıktır benim. Ve bu Gölyazı'da epey hakim. Bu üstteki ağaç da, dallarının tepemizde çevrelendiğini farkettiğimden ötürü ilgimi çekti. Bu güzelliği görmezden gelemedim yani...


Annem ile babam lavaboya girdikleri zaman, etrafımı epey gözlemledim. Ve aklıma aşağıdan yukarıyı çekebileceğim bir selfie pozu vermek geçti bu ağacın altında iken. Sonrası annem ile babam da geldiğinde üst fotoğraftaki gibi ağacı gözlerken çekmek istedim. "Biz bakalım, sen çek" dedi onlar da. Ortak fikir ve ortak sonuç oldu bu laflarının sonucunda... :)


Köy meydanından sonra, köyü yuvarlak çizerek yürümeye başladık. Göl kenarından, köprüyü geçip de karşımıza çıkan meydanın girişine kadar yürüdük. Tabii yürüdük derken; annemler yürüdü, ben akülü sandalyemdeydim. :) Yürüdüğümüz yerlerde her 10 metrede bir ya kayıkçılar, ya da tezgah  açmış satıcılar vardı. Kayık turu yapabiliyorsunuz gölde; gölü ister boylu boyunca, isterseniz de sadece Gölyazı'nın çevresi olmak üzere turlayabiliyorsunuz. Biz yürüyerek gezmeyi tercih ettik, annem ve babamla...

Faik Bey Konağı Ve Renkli Merdivenler;


Faik Bey Konağı; göl kenarında yürüyüş yaparken karşımıza çıkan, restore edilmiş ve kullanıma açılmış butik otel-restoran karışımı idi. Bizim dikkatimizi en çok çeken yanı, renkli merdivenleri oldu. Renkli merdivenler özgürlüğü sembolize ediyor, biliyorsunuz... Ve burada da poz veren annem babam varken, anın tadını daha çok çıkarmak bana düştü. Konak bence iyi muhafaza edilmiş gibi duruyordu. Eski evler de hoşuma gider, ama görebildiğim sadece dışları olur. Malum merdivenler falan... 


Gölyazı etrafını turlamamız bitmek üzere iken karşımıza taze balık satan balıkçılar çıkınca, balığımızı da alalım da gidelim dedik. Balıkçının etrafında, kedi de dolanıyordu elbet. Onun pozunu çekmek ve kısa bir merhabalaşmak da gerekliydi benim için. Kısa bir sohbetimiz oldu ama gözlerinin içine eğilip bakmak güzeldi, rengi sarımsı bir yeşildi sanırım. Bu da Gölyazı kedisi yani... :)



Annemler balıkların temizlenmesini beklerken bende oradaki iskelenin ucunda fotoğraf çekme ve çekinme modlarına girdim. Başta tekli selfie idi, sonra annem ile babam da gelince aile selfiemiz oldu bir adet daha... :) Üstteki fotoğraflar ise, Gölyazı'nı turlayıp dönüyor oluşumuzu temsil eden fotoğraflar...

Balığımızı almış dönmek üzere iken ise; hala köprünün öteki ucunda iken yani, annemler dondurma bende mısır yedim önce. Mısırımı oturmuş yerken de mısırcılarla konuşarak ve öncesinde de kıyıdan köşeden geçerken de duyduklarımla halkın nabzını tutmuş oldum bu arada. 

Halk şöyle diyor efendim; "iyi hoşta yollarımızdaki bir düzine arabadan kendi köyümüzde yürüyemez oluyoruz haftasonları, çare bulunsun." Haksız da değiller. Tek yönlü bir gidişat var köprüye doğru ki, tek sıra halinde. İnsan mı geçsin, araç mı? Ama bunu söyleyen esnaf olmayan halk tabi. Tezgah sahibi veya esnafın bundan şikayet ettiğini duymadım. Aksine haftasonlarının kalabalık olması, işlerine bile geliyormuş. Yüzleri gülüyordu. Allah herkesin işini rast getirsin, ne diyelim... 



Ve son fotoğraf ise dönüş öncesinden. Manzara eşliğinde köprünün Ağlayan Çınar bulunan ucuna geçip, şu yukarıdaki pozu çekmek istedim; manzara eşliğinde annem ve babam... Gölyazı'da en sevdiğim fotoğraf bu oldu böylece. Böyle doğal, böyle manzaralı... Biz gitmek üzere döner iken köprü üzerinde, güneş öyle güzel batıyordu ki; bu fotoğrafı çekmezsem olmaz gibiydi... :)

Güzel anlar anımsatacak bir Gölyazı gezisini böylece geride bıraktık işte. Biz sevdik Gölyazı'yı, samimi ve ferah geldi. Güzel anları anımsattı ve güzel anılar kattı... Bursa doğumlu olmama rağmen, Bursa'da gezdiğim ve bildiğim yerler neredeyse sınırlı; burada yaşıyor olmamıza rağmen üstelik. Bundan sonrasında mümkün oldukça gezeceğiz böyle inşallah...  

Böyle işte. Okuduğunuz için ve bizimle gezdiğiniz için teşekkür ederim. Sevgiler... :)

26 Eylül 2015 Cumartesi

Şiirlerle Hayat #12 - Bulutlar Adam Öldürmesin Ve Ağlamak Meselesi


Bu yazımda şiirim Nazım Hikmet Ran; Bulutlar Adam Öldürmesin Ve Ağlamak Meselesi şiirleri. Daha Önceki Şiirlerle Hayat yazılarıma buradan ulaşabilirsiniz... 

Ülkemizin içinde bulunduğu durum ile ilgili sevdiğim şiirlerimden oluşan klasörümden şiir seçmek üzere girişim yaptığımda, aklıma şüphesiz Nazım Hikmet Ran dosyasına bakmak geldi. Toplum adına, memleket adına şiirler yazıp da her okuduğumda içimi sızlatan şairlerden en sevdiğimdir Nazım Hikmet. E malum ülkemiz son zamanlarda epey karışık gündeme sahip yine. Üstelik sadece düşünmemiz gereken şey de şu şiirde yazıyor yine; Sağduyu...

Şiiri okuduktan sonra aklıma hemen şu düşünce geliyor hep; Analar, çocuklar, gelinler ve bazen de yaşlılar; o günden bugüne değişmeyen en net şey buymuş demek diyorum şimdi şiiri okudukça, masum insanlara güç yetirmek... 



Bulutlar Adam Öldürmesin

Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
...
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.

İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.

Nazım Hikmet Ran


Şiiri yorumlamak haddime değil, kendimce okuduğum da bende şunları düşünüyorum demek istiyorum sadece;

Ölen biri olunca aklıma hep annesi gelir önce. Annelik, o henüz tatmadığım ama dünyada tadılası en mühim duygulardan biridir derler. Bir gün nasip olursa tatmak istiyorum ama, doğurduğun evladının pisi pisine öldüğü bir millet altında bu nasıl mümkün olur bilmiyorum... Dünyada en büyük göreve sahiptir analarımız, olsalar ya asıl onlar en başta diye düşünenlerdenim bende. Bir millete kıyanlar en başta analara kıymıyorlar mı?! Deli oluyorum...

Sahip olunan en güzel yaşlardır çocukluk yaşlarımız. Birine sorsanız, en çok çocukluğuma geri dönmek isterim der. Öyle ya bizde çocuk olduk. Eskileri düşünüp "şimdikiler de bizim gibi büyüse" diyoruz ağzımızı her açtığımızda. Ama bize güzellikler sunan, duyarlı büyüklerimiz vardı; bunu unutuyoruz bence. Peki bizler neden çocuklara kıyıyoruz? Ya çoğumuz kendi isteklerimiz için şekillendiriyoruz, ya da sevgiyi değil çıkarlar altında dönen dünya düzenine hazırlıyoruz. Sahi çocuklara neden hala eskisi gibi oynama ortamı hazırlayamıyoruz?

Gelinlerimize kıyıyoruz sonra, kimine çocuk gelin diyoruz kimine de iyi gelin kötü gelin. Evlendikten sonra ya da evlenmeden önce, bir erkeğin boyunduruğu altına girmeye razı olduktan sonra kendilerine kıyıyor bir de kimisi. Kimi de erkek terörüne pisi pisine gidiyor. Ne kanun gerek görülüyor ne de canının gittigine değecek bir gelişme oluyor ülkemızde. Kendi başımıza gelmeden, ya da yapılan tüm vahşetleri geçecek bir vahşet örneği çıkmadan akıllanmıyoruz biz toplumca. Sahi, kadınlarımız ne zaman hakkettiği değeri görecek toplumumuzda? Çok mu zor; Ben kadınım. Erkek gibi kadın değil, "kadın gibi kadınım" diyebilmek. Tüm kadınlar ve tüm insanlık adına.

Yaşlılarımız deseniz, belki de en zoru onların ki. Bu zamana kadar bizden daha çok olay gördükleri kesin mesela. Ömürleri boyunca başkalarının acılarını göğüslemiş yorgun yüreklere sahipler. Son 3 ayda kaç bin kişinin canı acıdı da onlar yine seyretti. Hemde ellerinden bir şey gelebileceğini düşünerek, her saat başı haberlerini seyrettiler yine. Çevresindeki genç yaşlı herkese söyleyebilmek için, biz hep bir arada yaşadık milletçe; mezhep, din, çoluk çocuk, yaşlı genç ayırmadan diye... Kıymayın diyorum işte, kıymayın tüm insanlığa; öfkenizle ve nefretinizle...


Nazım Hikmet'in tespitleri ne acı! Ama bir o kadar gerçekçi değil mi? Bu şiiri paylaşmak için giriştiğimde, esaslı birkaç satır yazar çekilirim. Haddime değil, bu şiiri yorumlar gibi cümleler düzebilmek demiştim aslında. Ama yazınca, yine anladım ki diyeceğim çok şey var. Ülkem benim ülkem, tepkisiz kalamıyorum. Ama tepkilerim sağduyulu olmamız gerektiği adına. Nazım Hikmet Ran'ın da dediği gibi; Bağır Bağır Bağırıyorum. Ama sessiz ama konuşarak...

Bugün böyle olsun. Dedim ya, "bağır bağır bağırıyorum" diye. Ağlıyor insan, aldığı her kötü habere de; bir an sonra bir çeşmeden öteye, daha da derin ve duygusal boyuta geçiyor. Sevgili Nazım Hikmet'in Ağlamak Meselesi şiiriyle bu durumu anlatmak isterim. Zira kendisi, derinden ağlamanın tanımını öyle güzel yapmış ki. Saygıyla ve Rahmetle anıyorum, Mekanı Cennet Olsun inşallah...


- Ağlamak Meselesi -

Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
...aşikare,
yağmur misali?

Neylersin alışkanlık
için kan ağlarken yüzün güler
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?

Nazım Hikmet Ran

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Günleriniz şiirler gibi derinden ve sağduyulu geçsin inşallah... Sevgilerimle... :)

23 Eylül 2015 Çarşamba

Hazırlıklar Bitti, Bayram Gelsin Artık


Hepimizin evinde bayram telaşı bitti veyahut hala bir nebze sürüyor şu sıralarda. Bizim evde bugün sakin bir bayram telaşı vardı, eski bayram telaşlarımıza rağmen epey sakindi. Sabah erkenden, 7-7.30 sularında ablamlar geldiler bayramımızı kutlayıp Antalya'ya yola çıktılar bugün. Onlar bu bayram, dayımlarla ve dedemizle beraber bir bayram geçirecekler. Biz de biraz burada, biraz da yakın çevrelerde akraba ziyaretlerimizde olacağız...

Velhasıl, her günün tadının ayrı olduğu gibi bu bayramın da tadı ayrı yine... Bugün babam da çalışmıyordu, hep beraber ablamların gelişi ile uyandık böylece.. Ablam-Eniştem ve Kağanımı yolculadık, çok şükür sağ salim de vardılar bugün öğlen. Biz de kah yattık, kah kalktık derken; öğlene doğru ayıldım ben ve brunch üsulu kahvaltı ettik ancak. Sonrasında bayram hazırlığı başladı evimizde.


Şu yukarıda gördüğünüz resimdeki dolma, bugün benim doğru düzgün sarabildiğim tek dolma. :) Bu dolmadan sonra iki tane de minicik sardım dolma ama, olmadı. İlk kez deneyişim de değil bu ama beceremiyorum bir türlü... Ama gördüğünüz gibi azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor, bir tanesini yapabildim yine de. Hiç yoktan iyidir ama değil mi? Nerede hata yaptığımı da biliyorum üstelik ama olmuyor işte. Benim dolmalarım henüz sıkı olamıyor...

Bugün buna biraz kafa yordum doğrusu, boş vaktimiz de varken üstelik. Anneme bol bol yaprak açarken, arada derede denedim yine yani. Birkaç tane yaprağı bu yolda harcadım tabii. Sonra anneme sardım, yedi bir güzel onları. Ben bir türlü yiyemem, çiğ dolmayı falan bu arada. Ablama çok tatlı gelir yer mesela, ben yiyemem. Henüz dolma sarmayı da beceremez haldeyim üstelik... Ama diyorum ki, bir gün o da olacak. Meraklıyım bir kere, bence bu bile çok güzel bir şey... Bir ayaklansam, mutfak işine de girişeceğim bu gidişle. Ama öncelikle oturduğum yerden şu dolma işini de becerebilseydim iyiydi... Hayırlısı.. :)


Kağanımsız haftaiçinden bir gün olarak, bugün garip geçti biraz. Bir kere alışmışız, arıyoruz ister istemez. Bayram sonrası kreşe de başlayacak kuzumuz hayırlısıyla, bakalım o nasıl olacak. Bu resim de bayram şekerimiz olsun dedim, zira ben şimdiden özledim kuzumu. Maşallah dün yine çok güzel oynamıştık, bu resimde bu anlardan biri. İnanın aklımdan çıktığı zamanlar çok nadir. Teyzelik işte, böyle bir şey... Çok mutlu bir bayram geçirsin kuzum ve tüm çocuklar inşallah... :)


Gelelim bayram meselesine; 

Her bayram arefesinde olduğu gibi, ister istemez eski bayramları düşlüyorum. Eskiyi geri getirmek güç ama yine de çabalamadan da olmuyor. Kalabalık bir bayram geçirmek için çabalamak gerek bence hala. Kurban bayramı deyince de, benim aklıma şimdi ki evimizden önce kirada oturduğumuz evimizdeki Kurban Bayramları geliyor. Küçüklüğümüzden beri ablamla, Kurban bayramı korku dolu geçti bizim için, hele ki oradayken...

Bu bahsettiğim evimizin önünde kesilirdi neredeyse hayvanlar. Sokakmış kesim yeri değilmiş dinlenmez, yakın bir yerlerde kesilirdi işte. Sesleri duyulurdu o hayvanların, çığlıkları. Kulaklarımızı kapadığımızı, camlara da yaklaşmadığımızı çok net hatırlıyorum. Ki aradan yaklaşık 10-12 sene geçti. Ablam o evimizde otururken kurban eti yemezdi, onu hatırlıyorum. Hak veriyordum da üstelik ona, haklı bir direnişti bu...

Demek istediğim şu ki; küçüklük zamanda yaşanılan vahşetlerin izi daha da derinde oluyor, silinmiyor. Nice çocukların bu vahşetlere tanık olmadığı, usulüne göre kesim yapıldığı bir bayram geçsin diliyorum bu yüzden. Küçüklerimiz bayramın tadını doya doya yaşayabilsin, hepsi mutlu olsun diliyorum. Zira bayramın esas sahipleri, bir zamanlar bizim de çocukluğumuzun sahip olduğu gibi, çocuklardır...

Şimdi ben, şimdiden bayramınızı kutlamış olacağım ama böyle olunca da söylenen çok oluyor. Bir kere bayram namazı kılınmadan bayram başlamış sayılmazmış falan. Ne diyeyim; kurallarına göre yapmadığımız onca şey var ki, bunu kendime çok görmüyorum. Sadece bir gelecek bayram kutlaması. Ben sadece, yarından önce bayramınızı kutlamak istedim bugün. Küçük bir bayram hazırlığı yazısıyla...

Bizim tatlımız yarına hazır olacak, börek ile sarmamız hazır ama.. Allahım ağız tadıyla ikram edebilmek ve yiyebilmek nasip etsin cümlemize, ikramlarımızı... Küslüklerin olmadığı, aksine barışa doğru gidebileceğimiz bir bayram olsun. Öyle huzurlu geçsin ki, bir nebze acı çektiğimiz bu günlerde pansuman görevi görebilsin yaralarımıza... Dilerim yarın akşam haberlerde, usulsüz kesimlerle hayvanlara işkence yapıldığı yönünde haberler görmeyiz. Ne kavga, ne kaza ne de başka bir kötü haber almayız dilerim bundan sonra da...

Sevgilerimle... :)

18 Eylül 2015 Cuma

İnternet Günlüğüm #12 - Kendimi Dinledim, Umutlar Gerçekleşmeye Gebe

1,5 haftadır yazamadım da yazmadım da buraya. Kendimi dinleme vaktimdi belki de diyorum şimdi. Gerek gündemin gerekse de okumak ve izlemek istediğim şeylerin etkisiyle uğrayamadım buraya. Bu sıralar okumaya da izlemeye de daha çok düştüm, yazmaya azıcık ara vermiş bulundum buraya yani yine. Ama yeniden yazmaya hazırım şimdi de... :)


Eylül'ün başında, bu seferki mevsimin beni pek de eskisi gibi etkilemediğini söylemiştim burada. Hala da sözümdeyim, eskisi kadar etkilenmedim. Ama yine de yazacağım bir şey yokmuş gibiydi geçen hafta, içimde konuştuklarım hat safhada olsa da. Kendimi dinleme vaktimdi demek ki, yazmak istemediğim şeylerdi bir bakıma...

Şu gündem meselesi var mesela; hem Twitter hem de Facebook'tan paylaşılanları okudukça ve okuduklarımı düşündükçe "hayrete düşmediğim" bir gün yok neredeyse. Ben sağduyulu olmamızı gerektiren bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum, nefretsiz ve bize düşman olanların istemediği gibi birlik içinde... Anlatamamıştım geçen hafta kendimi, Anlatamadım demiştim o sebeple burada; anlatmak istediklerimi anlatmıştım böylece... Hala da anlatamıyorum sosyal medyanın diğer kanallarında ve anlatmaya da uğraşmıyorum artık doğrusu. İçindeki nefreti kusmaya meraklı olan insanlara hayretle bakıyorum sadece, farkında değiliz her nefret duygusu ile birbirimizden daha çok ayrışıyoruz ve ayrıştırılıyoruz... Ayrımcılık yapmadan geçirdiğimiz günlere erişmeyi diliyorum bir an önce, ortada o kadar çok insan olmak değil de mehzep ve tercihler söz konusu olmaya devam ediyor ki; fazlasıyla yoruluyorum doğrusu gözlemledikçe...


İşte bu düşünceler altında, okumaya da izlemeye de yazmaya da ve ders çalışmaya da vakit bulma çabasındaydım yazamadığım zamanlar boyunca. Bu hafta, sonunda başarabildim hepsini yapabilme kapasitesine... Bu ay okuduğum kitap sayısı yine de az buna rağmen, şimdilik 2 kitap okudum. Sonra yazmaya çalışıyorum, şu hayalim mevzuusu işte; hikayelerim var, üzerlerinde uğraşıyorum çok şükür kendimce. İzlemek istediğim filmler listeme dokunamadım, bilgisayarım geride bıraktığımız haftasonu tamire gittiğinden beri. Ama yer yer ona da sıra geldiği oluyor. Olmadığı zaman da, izlemek istediğim videolara ulaşıyorum; Elin Oğlu programının bölümlerini izleme çabam gibi mesela. Taktım resmen bu yaz o programa da.. :)

Bunlar dışında Kağanım ile oyunlar oynuyoruz her gün. Bazen anlaşamadığımız zamanlar da olsa, genel anlamda iyiyiz bu ara çok şükür. Sadece nedendir bilmiyoruz, yine pek bir inat bu ara. Şu kendini ispatlama dönemi dedikleri var ya, o sürekli gidip geliyor biz de. Söz dinlemek istemiyor Kağanım, her şeyi istediği gibi olsun falan. Üstelik her şeyi istediği gibi yapmamaya çalıştığımız halde... Derken anlaşmazlıklar çıkıyor aramızda, Kağanın inadı karşısında biz yoruluyoruz.. Sağlık versin de Allahım, sanıyoruz ki kreşe gitmeye başlayınca kurallara uyma ve inadını kontrol altına alabilmeyi daha iyi başaracağız inşallah... :)



Şükür sağlıklarımız yerinde. 2 gün önce, annem ile babamın 10 Eylül'de 32. yıllarına girdikleri Evlilik yıldönümlerini ve ablamın o günkü 31. yaşına girdiği doğum gününü kutladık. Birarada, geride bıraktığımız ve yeniden kucakladığımız yıldönümlerini kutlamak ve bunlardan arda kalan hatıraları saklayarak yaşamak hayatı, çok güzel. Allahım sağlıkla nice yıllar nasip etsin hep beraber bizlere inşallah...


Sağlığım hakkında gelişmeler oldu bu arada; Yalova'daki Uzay Terapi'de beraber çalıştığımız terapistlerim de, Fizik tedavide beraber çalıştığımız Tamara ablam da ayrı ayrı gelişmeler gösterdiğimi ve giderek zayıfladığımı söylüyorlar. Bu beni epeydir çok mutlu ediyor, öyle ki içimden hisler meydana çıkıyor; sanki bir an yürüyebilecekmişim gibi, hiç yürür halimden oturur halde olmamışım gibi. 

Yürüyemiyorum henüz desteksiz hala ama kötü halde de değilim elbet. Ben iyiyim ve günden güne daha da iyi oluyorum bu aralar da. Sadece 5. sınıfta olduğum ameliyattan birkaç sene sonrasında, almaya başladığım fizik tedavi seanslarımla 3 senede toparlamıştım epey kendimi. Epep aktfleşmiştim. O durumu düşündükten sonra, son atağımda da yine tahminen 3-4 seneye toparanırım iyi tedavi ile inşallah demiştim. Varsın 6 sene olsun diyorum şimdi. Olabileceğini ve kendi çabalarımla da pes etmeksizin egzersizlerimi yapmayı sürdürmelerimin iyi yerlere gidebildiğini gördüm ve bu çok güzel bir duygu...

Bu aralar iyiyim ve öngörü müdür veya daha fazla gelişme kaydedebileceğimi gördükçe gerçekleşen bir his mi; olabilecekleri görüyor gibiyim. Umutlarım iyi sonuçlara doğru uzanmaya başlayalı oldu epey, ama gittikçe netleşen bir durum hakim olmaya başladı şimdilerde. Eskiden ben daha çok hissediyordum iyiye giden durumumu, şimdi etrafımdaki herkes görüyor ve umutlarımız gerçekleşiyor diyoruz maşallah. :) Daha ne diyeyim ki, buraya yazmak istedim işte bunları da...


Hayat; anlık, günlük, bazen saniyelik bazen de saatlik... Yazamadığım zaman boyunca, bunları deneyimledim yine iyice. Epitopu 1,5 hafta yazmadım ama, kendimi dinlemeye ayırdığım bu vakit iyiye gittiğini öğrendiğimiz ve algıladığımız sağlığımla beraber garip bir başka umudu doğurdu. 

Önümüzde Allahım izin verirse, birkaç gezmelerle geçecek bir bayram daha var. O zamana kadar yine yazacağım elbet ama, benim sağlığımın iyi olması adına umutlarını besleyen ailemle beraber hayallerimi gerçekleştirme çabamı yenileme olayını gerçekleştireceğiz. Eylül ayındayız ve ben çok şükür umutsuz değilim... Maşallah deyip kaçayım ben izninizle. Hepimize umut dolu günler diliyorum, sevdiklerimizle ve sağlıkla. Sevgilerimle... :)

8 Eylül 2015 Salı

Anlatamadım...


Artık yeter, demek bile üzücü gelirken bana; bir paylaşım yapma fikri daha da acı geliyor bana artık. Anlatamadım bu zamana kadar. Çünkü "Artık Yeter" kelimesi, gerekliydi de bu kadarı yeterli gibi bir anlama tekabül etmeye başladı zihnimde... (Kötü günlerden geçiyoruz; dileğim evlatlar sağ olurken vatan da sağolsun, Diye)

Sizler de koyuyorsunuz benim gibi, ailelerin yerine kendinizi; biliyorum. Kızlarımız tecavüzle, oğlanlarımızda şehitlik mertebesiyle yitip gidiyor ülkemde. Bundan önceki yazımda, "bir evladım olursa (Allahım nasip ederse) vicdanlı, merhametli ve okumayı seven biri olsun isterim" demiştim. Dün bu dediğimden utandım; "nice anneler ne hayaller ile doğurmuştu evlatlarını; "Allahımızdan bize emanet" diye" diye düşününce...

Ben bu acılara odaklanıp düşünüyorum. Tüm oyunlara, tüm garip siyaset anlayışlarına öfke dolu olsam da yer yer; küfür etmek saygısızlık yapmak ve o anaların acısına daha da acı katmaktan başka, dualarımla ve tüm bu oyunlara ve dünya malı uğruna merhametsizliği ele alan kişilere merhamet dilemeyi tercih ediyorum...

Öfke öfkeyi, nefret nefreti doğurur... Sevgi ve farkındalığı, olana daha da kötü yanaşmaktan ayırırsak belki daha doğru düzene kavuşuruz. Siyaset üzerinden dostlarınızla ve sevdiklerinizle tartışmayı bırakın bu yüzden, içinde bulunduğumuz duruma anne gözüyle bakın.. Hangi ana, karşı grup olarak görülen bir evladın dahi ölmesini ister mesela? İnsanı insan olarak görmeyi, ayrıştırmamayı öğrenelim içimizde önce.

Bu aralar, "hepimizin suçu bu" nidaları var bir de. Nefret duyanın suçu bu, benim değil. Nefretine ve öfkesine sahip çıkamayıp yakıp yıkanın. Düşünemeyen insanların, halkını değil de kendi çıkarını düşünenlerin suçu bunlar. Bugünden sonra; suçluyu aramaktan başka, yapabileceğin doğruları ara Türkiye'm. Suçlu tayin etmek ile bir yere varılmıyor çünkü ülkemde...

Paylaşım yapmayanları da vatan haini ilan eder olduk bu arada. Nesilimizin büyük hatalarından biri. Kiminin kalbi dayanıyor, kiminin de ruhu. Benim ikisi de dayanmıyor, kapatıyorum gördüğüm haberleri. Kaldı ki, artık baş sağlığı dilerken bile içim sızlıyor. Okumak bile etkilese de; dinlememeyi tercih ediyorum uzun zamandır, okuyorum daha çok. O anne babaların feryatları yetiyor paramparça etmeye beni haberlerde... Acıdan başka paylaşılacak bir şey kalmadı artık işte, gerisi boş...

Sanırım Anlatamayacağım daha fazla. Böyle olaylarda çabuk yoruluyor kalbim ve kapanmıyor hüzün kapısı gönlümün...

Her güne şehit haberlerimiz var yine, her gün baş sağlığı dilemek benim için daha da içler acısı. Yine şehit haberimiz var bugün mesela, yine gözü yaşlı günlerimiz... O ana babaların evlerine nasıl gitti haber? Evlatlarını cansız da olsa, bir kez daha görmek istediklerine karar verebildiler mi? diye düşünüyorum. Son olsun demek bile acı geliyor; kim başlattı ise, bitirsin bu rant savaşını! Allahım bu kötü haberlerin kesildiği günleri görmeyi nasip etsin bizlere...

İyiye güzele ve merhamete doğru olan gönüllerimizin açtığı dua kapıları aralansın, dualarımız kabul olsun diliyorum bugün de. Şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun. Allahım sabır ihsan eylesin, yakınlarına ve cümlemize...

6 Eylül 2015 Pazar

Pazar Yazısı - #21 - Kitap Kurdu Olmak



Kitap kurdu değilim bugünlerde de, okuyorum okuyorum da bu bebek kadar sık sık isteyen ama vakit bulamayan hallerdeyim. Videoyu izledikten sonra, benim de bebeğim böyle olsun diyeceğinizden eminim. Çünkü ben izlerken resmen mest oldum ve tekrar tekrar izledim. :)

Bir bebeğe başlangıçtan itibaren aşılanması gerektiğini düşündüğüm şeylerden biri, kitap okuma alışkanlığı ve bol sevgi dolu düşünceler. Günü gelir de bir bebeğim olursa benim de (Allahım kısmet ederse); kitap okuma alışkanlığını da vicdanlı ve merhametli bir insan olması gerektiğini de, taa doğumundan önce aşılamayı düşünüyorum. :)

Bir sosyolog adayı olarak, düşüncelerim şekillenmeye başladı benim de.. Okuyan bir topluma sahip olmayı istiyorsak, o işe çocuklarımızdan başlamalıyız; bunu daha net görüyorum artık. Benim elimde bu aşılama işini gerçekleştirmeye uğraştığım çocuk olarak, şu an Kağanım var (yeğenim). Geç kalmadık, küçüklüğünden beri aşılamaya çalışıyoruz. Ama dikkat süresi pek kısa, aynı benim küçüklüğümdeki gibi. Kitap okumak büyük külfetti küçüklüğümde bana. Dilerim Kağanım benim küçüklüğüm gibi olmaz, erkenden okumaya ve merakını şekillendirmeye başlar zamanı gelince... :)

Bu Pazar böyle işte, bu hafta en sevdiğim görüntü ile mutlu pazarlar dilemek istedim sizlere. Dilerim; gündemin kötü etkisi altında kalan halllerimizden güzellikleri de düşünmeyi sağlar hale geliriz her birimiz kendimiz adına. İyiliğe, güzelliğe, sağlığa ve nefretsiz sevgi dolu günlere inşallah...

Not; Bebeğin anne ve babasına helal olsun, bebeğe de maşallah..

Not 2; Bu aralar Pazar Yazısını daha mı sık yazmaya başlar oldum ben. Ama bunun haricinde de yazılar yazıyorum. Mesela son yazıma uğramak isterseniz, Eylül beni nasıl etkiledi okuyabilirsiniz; burada. Mutlu Pazarlar...


4 Eylül 2015 Cuma

Eylül'ün Başı Ve Bana Hissettirdikleri


Eylül gelmek üzereyken de hissediyordum, bu sefer Eylül'ün gelişi beni daha da başka türlü edecek diye. Her Eylül başka benim için, her Ocak ve her Mart'ta... Bahar gelişleri ve gidişleri bu saydığım aylarda benim için çok başka. Şükür bu sefer öyle bir garip hal durumu almadı beni benden, belki de henüz almadı bilemem... Başka bir başkalık hakim ama bu sefer de üzerimde...



Bu sefer Eylül; Eylül'e özgü şiirler ve bol hüzünlü şeyler yazdırası bir hisle geldi bana. Gündemden ötürü hüzünlü olan havanın da getirdiği bir durumdur belki, bir garip durgunluk hali var üstümde. Ama aynı zamanda da hayatla ilişkili... Alışık olmadığımdan olmalı, bu sefer hayli hafif geldi Eylül...

Gündeme fazla girmeyeceğim. Üzüldüm, üzülüyorum ve üzülmeye de devam edeceğim. Ama bu sefer üzüntümü yazmak ve daha da içselleştirmek istemiyorum sanırım. Bu konu fazlasıyla hassas. Ve konuştukça daha da sorun edilebilecek türden benim için...

Eylül 2015, 3 günde bana Sonbahar'ın esintisini getirdi, duygusal anlamda. Henüz soğuklar gelmedi belki, belki bir süre de gelmeyeceği söyleniyor. Ama ruhumda sıcak bir serinlik hissediyorum, duygusu güzel ve bir o kadar da yerli gibi durmuyor... Sindirmeye çalışıyorum, şu karmaşık ülke gündemimizde sanırım bir de bunları...


Şiirler okumak ve şiirler yazmak geliyor içimden, her boşluk zamanda yine aklıma gelen her destursuz şeyi yazmak istiyorum. Ama nedense bir süredir, yazacaklarımdan korkuyormuşum gibi bazılarından da kaçıyorum... Bu durum bir süredir devam ediyor işte...

Tüm bunlar Eylül gelmeden öncesinden beri var üzerimde, Ağustos'un son haftasından beri. Olamam, kendimi nitelendirmem çok zor böyle ama; yazar tribi dedikleri o şeye giriyorum gibi. Yazmaya çalıştıkça eksiklerimi buluyorum, yazmaya çalıştıkça yazabileceklerimden veya yazamayacaklarımdan korkuyordum... Tüm bunların ardından, Eylül ayı yazmaya yeniden başladığım bir ay oldu şükür ki...


Cemal Süreyya, Özdemir Asaf, Ceyhun Yılmaz okuma hissi var içimde. Okuyorum da üstelik. Sonra şu tribe giriyorum mesela; 

Şimdi diyorum; Bir deniz, denizde vapur, gökyüzünde martı, Semaverde çay olmalı; Bir de çaya yaren... | C. Süreya.

Sonra birden gündemin yoğunluğunun getirdiği şekilde; Özdemir Asaf ile şiirlere dalıyorum;



Ağlamak
Bazı acılarda yetmez
Bazı ölümlere

Örtüsüdür bazı acıların
Örter, örtülmez
Savunur bir süre

Ağlayanlar sevinmeli
Sevin ağlayabiliyorsan
Acılar ardarda dinmeli

Durur bir nöbetçi gibi
Durur bir bekçi gibi
Zamana gülmeli-gülmeli

Sevin ağlayabiliyorsan
Unutmanın kardeşidir ağlamak
Uyur uyanır yatağında duyguların
Düşüncenin kucağında hep çocuktur
Ağlamak.


Diyorlar ki şimdi, Eylül'de şiir okumayın Eylül zaten şiirdir... Değildir efendim işte, değildir. Şiir dediğin yürekten gelmelidir. Evet, Eylül şiiri dillendiren aylardan biridir. Okumak gerekir işte, anıları dillendirmek ve nice hallere girebilmek için. En çok da ağlayabilen yerlerini harekete geçirebilmektir, Edebiyatta şiir. Ağlamak ki, ülkemiz insanlarının en büyük alışkanlığı halindedir maalesef şimdilerde de... 

O zaman; sevin ağlayabiliyorsan, unutmanın kardeşidir ağlamak...

Eylül boyunca hazır olun şiir dolu geçecek gibi bence 2015 Eylül... Sevgiler... 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...