28 Eylül 2016 Çarşamba

Uzun Uzun...



Uzun uzun yazasım, uzun uzun okuyasım ve uzun uzun da örme aşkımın sürdüğü günler geçirerek bitirdim geçen haftayı ablamlarda. Annemin yengemlerle beraber İstanbul Ve İzmir yolculuklarını tamamlayıp evlerine yeniden dönmeleriyle, 4-5 gün sonunda evimize döndüm yeniden annem ve babamla. Çarşamba'dan Pazar'a kadar ablamlardaydım ve bir gün sonrasında da ablamların internet paketlerinin bitmesi ile bir mola daha vermiş oldum buralara ister istemez... Bu arada babam bir evimizde bir ablamlarda durumunda, bense bol bol örgü örme kitap okuma ve ablamla ve Kağanımla vakit geçirme durumlarındaydım. Annemse İstanbul'daki teyzesini ziyaret ve İzmir'de yengemin ablasının düğününde bulunma hallerinde idi...

"Ablamlarda iken bol bol yazacağım yine," diye düşünürken, düşüncelerim suya düştü bende aklımda yazdım anılarımı, hikayelerimi ve de hislerimi. Uzun uzun düşündüm işte, uzun uzun anlatırım diye düşünerek ancak bugün geldim buraya... 

Kağanımın okulu başladı yeniden bu arada, 2.haftası bu hafta tüm kuzularımızla beraber. Gündüz okulda yazıyor çiziyor ve oynuyor, akşam ise eve geldiği gibi akşam yemeği sonrasında resim defteri ve kalemi kucağında uykuya direnir halde geçirdi geçen haftasını. Bu haftaya ise daha yorgun ve de daha durgun başladı, malum 2 haftanın ardından izni biten ablam bu hafta iş başı yaptı yeniden ve bundan en çok etkilenen sevgili yeğenim oldu. Alışacağız zamanla da, inadımız çok yine ve sinirimiz birden geliveriyor uykuyla. Annesine çekmiş kuzum biraz, uyku gelince ne yapacağını şaşırıyor resmen hala... :) 

Doğru dürüst yazamadığım iki haftada, yeni fizyoterapistimle fizik tedaviye de başladık. Gitmeden önce 2 seans yapıp, döndüğümüzde beraber çalışmaya devam edeceğimizi düşündüğümüz fizyoterapistle değil başka bir fizyoterapistle devam ediyoruz şimdi. Her fizyoterapist, ayrı çalışma teknikleri demek olduğunu da iyice kavramış olduğumu gördüm bu arada. Ama bu sefer biraz kafam karıştı. Bu sefer ki fizyoterapistim ile çalıştığımız kas grupları da daha ayrı. Alışmadık daha birbirimize, bakalım Tamara ablam gibi uzun soluklu ilerlemeleri ne zaman alabileceğiz... Sabırsızlanıyorum yine evet, Uzay Terapiye de Yalova'daki hastanenin yoğunluğundan ötürü iki hafta sonra başlayabileceğim. Bir an önce yine rutine bindirilmiş bir çalışma dönemine daha girmeyi istiyorum...


Soğuklar başladı buralarda, üşümelerim hemen boy gösteriverdi. Kendimi geride bıraktığımız yazdan şöyle ayarlamıştım oysa; "bu kış yavaş yavaş soğuğa karşı daha da dirençli hale getirmeye çalışacağım bedenimi." Ama daha şimdiden; "nasıl yapacağım acaba ben bunu?" derken buldum kendimi 2-3 günde. Geceleri üstüme pike üstü battaniye örtmeye başladım yani şimdiden, sizde durum ne bilmem ama annem ve babamda durum benim kadar vahim değil. :) Umarım bu kışı, az grip ve az halsizlik ile geçirebilirim. Beslenmeye ve de su tüketimime de kış mevsimi gerekliliğinde ölçülü devam etmeye çalışıyorum hala... Az yiyebiliyorum artık zaten, olabildiği kadar da çok su içmeye gayret gösteriyorum.


Birkaç şarkıya takıldım bu ara, dinlemekten vazgeçemiyorum günde en az 5 defa. Dinlediğim tarz, slow veya hareketli olarak değişebiliyor çoğunlukla ve her türden şarkılar dinleyebiliyorum, moduma ne uyuyorsa... Kendimce kaliteli bulduğum eski-yeni şarkılara takılıp gidiyor halde buluyorum çoğu zaman kendimi. Bir Rap müziğine karşı daha az ilgim var, bir de hoşlanmadığım sözleriyle basite kaçılmış bazı müziklere. Bu ara internette karşıma çıktıkça tv'lerde fazla karşımıza çıkmayan ama daha çok dizilerin bazı bölümlerinde denk geldiğimiz Youtube'da ise epeydir var olduklarını kavradığım seslere takılmış durumdayım. Youtube'da böyle kişilerin birçoğu da bilindik parçaları söyleyerek yer almış. Bu dediğim türde iki bayan var benim en sevdiğim; biri 1 aydır keşfettiğim Eda Baba, diğeri yaz aylarından öncesinden beri dinlemeyi sevdiğim Sena Şener. Sesleri öyle duru geliyor ki bana. Kendi şarkıları ayrı, başka şarkıları yorumlayışları da ayrı güzel....


Son favorim olan iki şarkı var bu ara; biri Eda Baba-Beni Vur parçası... Bir de ablamlarda kaldığımdan beri Seviyor Sevmiyor dizisinde duyup takıldığım, 90'lardan bir parça var; Bendeniz-Müjdeler Ver. Bugün şu yazıyı yazmadan önce Bendeniz'i dinleyişim 5'i bile geçti. Modum 90'lardan şarkılarla bugün galiba. Bu yazımı noktalarken, bu bahsettiğim iki şarkı benden hepimize gelsin diyorum bende o zaman. :) 

Şimdilik benden bu kadar. Sevgilerimle ve sağlıcakla kalın... :)


22 Eylül 2016 Perşembe

Yağmur Sesi Ve Toprak Kokusuyla Beraber...



Sonbahar geldi, dün annemleri pazara yollayıp odamda takılırken yağmur sesi ve rüzgarın araladığı pencerem sayesinde farkettim. Yarı açık camdan içeri dolan rüzgar ile beraber daha da aralanan camımın sayesinde sonbaharı somut olarak hissetmeye başladım yine... Bir süre daldım; yağmur sesi, toprak kokusu ve gökyüzünden yağan su damlalarının hareketlerine. Sonra bu resmi çektim ve hissettiklerimi yazacak oldum, ama kendimi bir hikayeme bölüm yazarken buldum. Maşallah bana ama henüz yeni bir alışkanlık bu sürdürmeye çalıştığım. Bazen baştan başlamak gerekir ya da en azından çabanı yineleyip devam edersin, eski korkuları bırakıp ya; Öyle birşey işte, devam edebiliyorum kendimce.

Dün gündüz bu yazıyı yazacaktım aslında, şimdiki halimden daha dinç. Akşamına ablamlarla beraber ailecek yemeğimizi yedikten sonra çay sohbetimiz eşliğinde örgüme devam ederken aldırış etmesem de, birdenbire değişen hava ile ağrılarım da başladı hemen sonra. Yavaş yavaş üşümemi umursamamaya çalıştım, geçen sezon izlediğim Hayat Şarkısı dizisinin yeni sezon bölümünü izleyerek örgüme odaklandım. Bir süre sonra; Ablamlar evine, annem kışlık hazırlıklarından biri olan domates sosunu yapmaya ve babamla da ben dizi izlemeye odaklandık. Saat 23e doğru babam depoya domates sosu için cam şişeleri almak için gitmeye hazırlandı. Bir dakika geçmişti ki korkutucu bir yıldırım düşmesi ile elektrikler gitti görünür tüm bölgelerde. Karanlıkta kaldık ilçemiz ve görünür tüm çevresi...

Sonbahar galiba o elektrik kesintisiyle resmi olarak başladı, uzun zamandır böylesi bir hava durumu olmamıştı. Kendimi uzun süren elektrik kesintisi sonucu, dünyanın kesilen elektriğini bulmaya çalışan yabancı diziyi düşünürken buldum. Nasıl alışmışız elektriğe, öylesi garip geldi işte..

Elektrik kesintisi ile daha da şiddetlenen yağmur ve şimşekler ile üşümelerim hemen başladı. Bu sene olabildiğince bu duruma alıştıracaktım kendimi güya, üşümelerime odaklandım ve halsiz düştüm 1,5 günde. 

Ve böylece sonbahar geldi efendim benim için, kış gibi işte... Saat gece yarısı 3e kadar; annem mum ışığında domates sosunu yaptı, bende bir onunla bir düşlerimle sohbetime bir de Wattpad hikayelerimi okumaya devam etmelerimle ona eşlik ettim işte... Saat gece 2yi geçiyordu elektrikler geldi ve saat 3e doğru idi yattık ikimiz de.

Bu sabaha dek sonbaharı hoş buldum, dün gecenin karanlığında birden bastıran sonbahara rağmen. "Yaz insanı olsam da seni de seviyorum sonbahar." Dedim, ama sabah kendimi halsiz ve ağrılı bulacağımı bilemedim. Sonbahar titremeleri, mide ağrısı ve sabah rahatsızlığım ile uyandım bu sabah 2016 sonbaharına. 


Yer yer sitem ettiysem de yaz düşmanlarına kendimce, sevmiştim sonbaharı dün gece yine. Ama şimdi soğukla büzüşmüş kaslarımla yorgunum. Üşümelerimi umursamaz isek güzel geçecek mi dersiniz yine? Farkındalıklar ve yorgunluklar sonucunda kavuştuğumuz sonbaharı karşılamamı anlatmak istedim işte bugün.

Bugün sonbaharın ilk günü gibi geçti bol üşümeli, dün ise arefesiydi. Yorgun, umutlu ve sanki bu sonbaharın getireceği mutluluklar var gibi hissediyorum aynı zamanda. Bu akşam annemi birkaç günlüğüne Mercan teyzemize gönderdik İstanbul'a, ben ablamlardayım, babam da evimizde. Kendimi sonbahara hızlı giriş yapmaktan ötürü garip hissediyorum ama sonbahara da merhaba demek istiyorken buluyorum iki gündür. 

Sendromlu Pazartesiden değil, mevsim geçişi acısı çektiren Bahar'lardan korkarım biraz ben. Acısız geçer gider umarım. Sevgiler...


17 Eylül 2016 Cumartesi

Not Aldım Veya Not Ettim - #29 - 2016 Yazından Notlarım


Benim bir aralar çoğunlukla Cumartesi günleri yazmaya çalıştığım bu yazı dizim vardı değil mi? Uzun zamandır ard arda yazıları az sıklıkla yazar olduğumdan ötürü, böyle bir dönüş yapabilirim dedim. Antalya-Ankara derken, geleli 2. hafta da bitiyor bile. Elbet yazın yine notlarımı almayı unutmadım. Okuduklarımdan, izlediklerimden ve ettiğim sohbetlerden en aklımda kalanları biraz yazmak istedim bugün. Çarpıcı bilgiler ve öğretilerim var kendimce. İyi okumalar... :)


Okudum, Öğrendim; Kanlı Elmas...

4 kitap okudum bu yaz, henüz yazısını yazamadım ama okuduğum kitap sayısından çok fazla olarak da Wattpad hikayesi okudum; romantik, komedi, dram olmak üzere, birçok hikaye... Bunlardan biri Aşk Nöbeti adlı bir hikaye idi, kitabı bile çıktı yakın bir zamanda. Wattpad sitesine buradan, Aşk Nöbeti kitabına da buradan ve buradan ulaşabilirsiniz...

Hikaye çok güzel araştırmalı gerçekleri ortaya koyarak komando Ulaş Akahan'ın, Alin Tunalı'ya aşık olması ve zoraki de olsa durulmasını anlatıyor. Durulmak dedi isem, çapkınlık anlamında durulmasından bahsediyorum. Yoksa aşk ve adrenalin dolu bir kitap, ama tam bir yetişkin kitabı... Aşkları çok güzel anlatılmış, yazarı Ayşe'nin elinden. Ve de kalemini beğendiğim nadir wattpad yazarlarından kendisi...

Kanlı Elmas'ı nasıl öğrendiğime gelince; Hikayenin bir bölümünde, (sanırım 51.bölüm'dü, öyle not almışım.) Ulaş'ın pırlantaya karşı bir anti-sempatisi olduğundan bahsediliyor. Kanlı Elmas hikayesini buradan öğrendim işte. Afrika'nın yoksul bölgelerinde elmas ve değerli pırlanta taşlarının yoksulları zor kullanarak ve karın tokluğuna bile zoraki çalıştırarak bulunduğunu öğrendim... Temiz üretim diye bir durum varmış bu sebeplerden ötürü. Pırlanta'ya karşı deli gibi bir tutkum olmadı bu zamana dek. Ama bu durumu öğrendikten sonra da daha bir soğukluk geldi doğrusu. Üzüldüm, bu bozuk düzene ve birilerinin emeğinin sömürülmesine yine bozuldum...

Sizde bilin istedim, dünya üzerinde böyle bir şey varmış. Ben ömür boyu taşıyacak da olsam pırlantanın pahalı oluşundan çekiniyordum doğrusu, meğer ne zorluklar ve ne acılarla bulunanı da varmış... Kanlı Elmas ile ilgili bilgi almak isteyen varsa, bulduğum bir bilgi kaynağı da burada. Dilerim nice insanların emeklerinin ve eziyetlerinin üzerine sefa sürenlerden olmayız...



Doğrudan Aç Eğriden de Tok görülmemiştir. --> Ahmet Dedem


Antalya'dan gelmeden önceki sabah kahvaltıda söyledi dedem bu sözü. Biliyorsunuzdur huyumdur, duyduğum büyüklerimin sözlerini ve güzel sözleri kaydetme gibi bir huyum var. Beğendiğim sözler heybemde bulunsun, onlardan ders çıkartayım. Ve öğrendiğim kadar da öğreteyim istediğim için de bu yazı dizisi var ya, ayriyetten... :)

Bu sözü dedem, "kişi nasıl yetişirse ve de nasıl eğitirse kendisini öyle gider" gibisinden söyledi. Ben öyle anladım, zira konuştuğumuz konular buydu; nasıl oraya geldiğimizi bilmediğim, memnuniyet meselesi. İnsanlardan, uzak birkaç köylüden bahsedildi. İsimlerini şimdi bile hatırlamadığım. Bende sanırım şunu sordum, "Ama neden öyle yapmışlar ki dede?" Dedem de bana bunu söyledi işte, olayı anlattıktan sonra; "Doğrudan aç, Eğriden tok görülmemiştir. Unutma bunu kızım." Dedemin anlattığı olaya gelirsek, aklımda tek bir an'ı bile kalmış değil. Ama kavgalarımıza, tartışmalarımıza ve anlaşmazlıklarımıza rağmen, buluştuğumuz ortak noktalardan ve konulardan bir öğreti çıkarabilmiş olmak güzel işte... :)


Her şey illa yoluna girer, ne kadar karıştığının önemi yok...


Bu söze gelince, bu da Fox dizilerinden birinden; Bana Sevmeyi Anlat dizisinden. İlk bölümünün tekrarını bir gece verirken Fox Tv, ki ben o gece Ankara'da fena rahatsızlanmış ve 3-4 saat boyunca midemdeki sertleşmenin, bir şey yemediğim halde -midemdeki geğirmenin geçmesini bekliyordum annemle. O gece; mide ilacı, mide pastili içmeme rağmen geçmedi bir türlü. Sabah 3 ve 4 sularına kadar annemle bekledik bizde. Babam Ankara'da halamlarda kalıyordu, biraz daha geçmezse en kötü ihtimalle Ambulans çağıracaktık ve biz bir yandan benim durumumu düzeltmeye çalışırken, bir yandan da bu dizinin ilk bölüm tekrarını izliyorduk...

Orada, Başrol karakterlerinden birinin abisi söylüyordu cümleyi, "Her şey illa yoluna girer, ne kadar karıştığının önemi yok." O gün rahatsızlığım sebebiyle, bir yandan kulak kabartıp beğensem de, bir yandan da sıradan bir söz demiştim. Sonra 1 hafta bitti Ankara'da, evimize döndük ve o dizinin tekrarları dönmeye başladı tekrar, ilk 2 bölümün. Tabii ilk bölümü annem ve babam izlerken, bu söz yine çıktı karşıma. O zaman, neden kaydetmiyorum ki dedim. Zira görüyoruz ki, her şey yoluna giriyor bir şekil de; şekil değiştirse de, hayatımızı değişikliğe tabi tutsa da. Ama esas önemli olan, bizim nasıl başa çıkabildiğimiz oluyormuş meğer hayatta. İnsan yıllar geçtikçe bunu öğreniyormuş. :)



Şarkı; Funda Ft. Doğukan Manço-Yüzleşme

Bu yaz en çok dinlediğimiz müziğe gelince, Kağanımla beraber dinlediğimiz birçok müzik var aslında. Ama sanırım en en çok, bu şarkıyı dinledik. Zira benim zil sesi müziğim oldu bir de çok sevdiğimden ve benim kadar Kağanım da sevmişti sonra. Bir zaman sonra -telefonumun sesini açık bıraktığım zamanlarda- Kağanım anne ve babasının aradığını bile söylediğimde bir süre açtırmıyor, "şarkı çalsın teyze, dur açma." diyordu. :) E madem öyle, ben bu yazı dizimin sonuna mutlaka bir şarkı tutturuyorum, 2016 yazının en çok dinlediğimiz müziği olsun dedim... Dinlemek isterseniz, klibi ile beraber burada.

Uzun zaman sonra bu yazı dizimi paylaşmış olmaktan mutlu ve umutluyum. Zira yazı dizilerime dönmüş olmak da müthiş bir his, darısı diğer yazı dizilerimin başına... Daha birçok notum oldu, dolu dolu bir yazdı ama en akılda kalanları bunlardı. 4 maddede 2016 yazından notlarımdı bunlar işte.

Sevgilerimle... :)

14 Eylül 2016 Çarşamba

Biz Yenilendik, Bayramlar Eskimedi...


Bu bayram cidden şöyle düşünüyorum, biz kendimizi yeniledik galiba bir noktada. Hayır çocuklara devrettik diyorum da, hani nerede bir çocuklu aile gelen giden? Bizden tarafa yok değil ama az valla, herhalde onlar da çok iyi bir bayram yaşamıyor. Odamın camından görünen bir park var sitemizin arkasında, orada çocuk sesleri duyabildiğime sevindim bu bayram odamda bulundukça yine... Onun haricinde benim için, fazlasıyla sıradan ve sakin geçti bayram...

Sosyal Medyaya Baktım, Bol Bol; Kimin zaman tüneline, fotoğraflarına bakıyorsam, her bir arkadaşım veya akrabam bir başka şehire tatile gitmiş. Tabii çocuğunun yararına olarak, aile ve akrabalarıyla görüştürüp de bizim küçüklüğümüzdeki bayram kültürünü devam ettirmeye çalışan arkadaş ebeveynlerim ve akrabalarım da var. Bir noktada biz yenilendik diyorum bu sebepler çerçevesinde efendim; bayramlar yerinde duruyor, günü geliyor geçiyor ve gidiyor her sene... Biz yeniliyoruz kendimizi, hayat şartlarına ve tahammül sınırlarımıza göre...


Yıllar geçti, hayal koşulları değişti. Bayramlarda tatil yapan kişilere de kızamıyorum ki, haftanın 6 günü çalış 1 günü dinlenmeye uğraş, sonra yeniden 6 günlük bir maratona başla... Derken o maraton nasıl yakıp yıkıyor kimbilir. bir yerde de fırsat buldukça gezmek ve dinlenmek gerekiyor. 12 ayın 11'inde zaten akrabalarını görmeye çalışan kişilere de hak görüyorum bunu, bulduğu fırsatı dinlenmek için ayırmayı... Bu çalışma şartlarını içeren bir sistemde bir şeylere yetişmeye çalışmak fazlasıyla zorluyor insanı, artık daha iyi anlıyorum...

Bir de kabul etmeliyiz ki; geçmişte anne ve babalarımızın her şeye yetiştiği kadar yetişemiyoruz hayata artık. Bu teknoloji mi tüketiyor bizleri, yoksa biz mi tahammüllerimizi yitiriyoruz. Dünya sanki müthiş kötü bir yer oldu ve biz üzerinde inatla yaşamaya devam etmek zorundayız. Bu kesmekeş insanda tat bırakmıyor galiba, herşeyi aceleye ve olsun bitsine getirmeye zorluyor artık hayat hepimizi...

Nerede eski bayramlar dememizin sebebi bence bunlardan işte. Şartlar, koşullar, teknoloji ve de tahammül sınırlarımızı fazla aza indirmelerimiz. Eleştrim hepimize, gördüğüme ve hissettiğime. Dünyayı bir noktada hepimiz bu hale getirdik. Yapmamız gereken biraz daha az tüketmek, mesela teknolojiyi veya teknolojinin her şeyinden faydalanma sevgimizi aza indirmek gerek. Daha çok kitap okumalı, doğaya ve insana yönelmeli günler olsun. Olsun ki, hayatın her günü bayram gibi geçsin diliyorum... :)

Ben bu bayram, yine ilk günden bayramlıklarımı giydim, bayram beklentimi oluşturdum ama birkaç senedir olamadığı gibi bayram havasında geçiremedik. Ama yine de sağlık, mutluluk ve de huzur vardı şükür ki evimizde. Üstümde taşıdığım kıyafetlerle o heyecanı kendimde tutmaya çalıştım, 3 gün boyunca. Gelen gidenimiz azdı, zira başka başka sebeplerden pek kimseler kalmadı şehrimizdeki akrabalarımız ve dostlarımızdan. 4-5 hane ancak gelebildi. Bana buna da şükür ki, kapımız hep kapalı durmadı. Ya onlar da gelmeseydi? Değil mi ama... :)

Yani kıssadan hisse, geçmek bitmek üzere olan bayramınızı kutlar, büyüklerin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim. Bayram fotoğrafım İnstagramda bu arada ve İnstagram'da da yazdığım gibi; Beni hayatının bütününe sığdıran sevdiklerime ve içi sevgi ve barış dolu insanlara o fotoğrafım... İyi ki varsınız. Her gününüz bayram tadında, ama eski bayram diye adlandırdığımız bayram tadında geçsin inşallah. Sevgilerimle...

11 Eylül 2016 Pazar

Tarhana Tadında Günlerimiz Olsun...



Biten gün, Yani 10 Eylül, annem ve babamın evlilik yıldönümleri idi ve bu sene 33 yıl oldu onlar evleneli... Ve ben bu üstteki resmi bugün, annemlerin evlilik yıldönümleri sebebiyle gezmeye gitmeden önce, annemin tarhanamızın kurutulma işlemi bittikten sonra mutfak robotundan çekme işlemini gerçekleştirirken çektim. Ben Tarhananın bu turuncu rengine bayılıyorum... :)

Aslına bakarsanız, ben bu resmi instagram'da "Tarhanamızla kışa hazırız. Tarhana gibi doğalı ve besleyicisi, anne tarhanası gibisi de yok. Eylül sırf tarhana sebebiyle ne hüzün ne de gözyaşı ayıdır. Bence de Eylül kışa hazırlık ayıdır."  diye yazıp paylaşacaktım. Ama bugün gün boyu hayatla da bağdaştırdım tarhanayı ve annem eve gelince tarhanayı kaldırmaktan bahsederken, tarhanayı ve o doğallığı yine düşünürken benzetmeler yaptım kendimce...


  • Annem tarhanayı yaparken önce malzemeleri hazırlıyor ve iyice yoğuruyor ya hani, evlilikte öyleymiş birbirinizi her sene yoğuruyormuşsunuz; iyi şeyler olsun diye... Bir de yetmiyor evlatlarınızı yoğuruyormuşsunuz, her gün her fırsatta. Hayata kendinizi de yoğurarak hazırlıyormuşsunuz mesela, bir ömür boyunca...



  • Sonra ikinci işlem olarak, şişmesini bekliyorsunuz koyup, o yaklaşık 1-2 gün mayalanır gibi oluyor. Bu da demek ki, evlilikte ve ilişkilerde insanlar birbirlerine kızgın da olsalar bir noktada beklemeliler, susmalı ve yeri gelince küsmüş gibi davranmalılar. Yani hayatı ve ilişkileri biraz beklemeye almalılar. İşler böyle yoluna koyulabiliyormuş çünkü. Ama bu küslükler ve beklemeler, birkaç günü geçmemeliymiş. Tarhana da ilişkiler de ekşirmiş...



  • Sonra mayalanma işlemi bitince kuruma aşamasına bırakılıyor parçalara ayrılıp tarhana, sanırım ortam yumuşayana kadar ya da gevşeyen sinirler sertleşene kadar olan süre bu da. Tartışmalar haricinde bu hayata ve ilişkileri beklemeye, sabır aşamasına ve sorumluluk aşamasına bırakmak da demek aynı zamanda... Hani kuruyana dek çeviriyorsunuz parçalanmış tarhanaları, sabır ve sorumluluğunuzu bilerek. İşte bu yatışma ve durumları düşünüp kendinizce tartma süresi...



  • Sonra en son aşamaya geliyor sıra, eleme aşaması. Kendi ve karşınızdakinin hatalarını doğrularını yanlışlarını eleyerek kendinize ve ortamınıza hazırlama aşaması ve sadece onu değil kendinizi de hazırlama aşaması. Robottan çekin parçaları, eleyin ve size kalan güzelim tarhanayı afiyetle yiyin. Bu tarhana ve içeriğinde sabır saklayan aşamaları uygulamayı unutmayın ama. Çünkü hayat da, tarhana ve kışlığa hazırlanan erzaklar da, sabır ve sorumluluk gerektiriyor her koşulda...

Velhasıl; annemlerin ve herkesin evliliğine ailesine ve ilişkilerine tarhana tadı diliyorum bugün, hem besleyici hem de sağlıklı olarak... -Ki çok severim tarhanayı ve çorba içmeyi de.- Tarhana her sene veya 2 senede bir bittikçe yeniden yapılan ve kış-yaz sofralardan eksik olmayan en besleyici anadolu yemeklerinden ya hani, öyle sağlam öyle kuvvetli ve ağız tadıyla güzel günlerimiz olsun işte dilerim... 

Annemlere nice 33 yıllar diliyorum ve de cümlemize ilişkilerimizde ve ömrümüzde de sağlıkla mutlulukla aylar-yıllar. Ama unutmayın tarhana tadında... ;) 

Sevgilerimle...



8 Eylül 2016 Perşembe

Eve Dönüş - Eylül 2016


Eve döneli 6 gün olmuş, ben yazımı ancak yazabiliyorum. Bu bir Eve Dönüş yazısıdır, farkındalıklarla dolu olduğumu sanarak 3 gündür yazmaya çalıştığım ama bugünün ardından esas farkındalığımın özüne daha yakınlaştığım bu akşamın ardından...


5-6 ay oldu kendimi gerçekleştirmenin çok da uzağında hissetmezken, uzaktan yazamaz hallerimle geçen... Esas olarak bloğuma döndüm diye düşünüyordum da, diğer yazamayışlarıma bir türlü anlam veremiyordum. Eve döneceğiz ve yeniden döneceğim diyordum. Hayaller ülkeme, hayallerime doğru gidişlerime yeniden yol verecek ve bu sefer vazgeçmeyecektim. Ne oldu o düşlerime, 3-4 gündür yine pert... Kendimce toparlanmalarımı uzatışlarımla, erteledim kendimi ve durdurdum hayatımı.

Nedenini bugün bir kez daha anlıyorum, korkuyormuşum. Bir defasında bir yazı yazmıştım ve şuna benzer bir şey demiştim hatırladığım kadarıyla; "Bu korku, hayallerinin üzerine bir kamyon dolusu bir yük'ü dökmek gibi bir şey." Bu korkudan kurtuldum sanıyordum ama tam da öyle değilmiş. Bahaneler, umutlara sarılıp bir şey yapmamalar... Ben bunları yıkabilmeye çalışmak için baştan başlamaya karar verdim. Bunu yapma kararını almamda derin duygulara kavuşturan ve sarsan dostumdu bu gece...

Eve döndüm döneli içime dönmem gerektiğini biliyordum yine, beni sarstı ve dönderdi içime. Ne istiyordum? Büyük hayallerimi gerçekleştirmek. Ama ben birini yaparken diğerini geri plana itmişim. Ne zaman istiyordum? En kısa zamanda... Peki ne yapıyordum? Bir şeyler yaptığımı sanarak en azıyla yetinmeye çabalıyordum... Meryemime "yapacağım" dedim, ne olursa olsun yapacağım...

Bende bu yapacaklarıma; 3 gündür yazmayı ertelediğim, korkularımı başlamam gerektiğini hissettiğimi ama başlayamadığımı yazacağım bu yazımı yazarak başlamak istedim. Yapamıyorum diyecektim, ne yapsam diye kendimce düşündüğümü belirtecektim, ama elim gitmiyordu ki yazamıyordum... Başlık aynı böyle duruyordu taslaklarda, 3 gündür işte...

Geldim; evime döndüğüm gibi, içime de dönmeye hazır geldim. Dışımdan içime esasında 2 gündür dönmeye çabalarken bu gece saniyeler ve dakikalar içinde döndüm, o konuşmayla... Hayallerim adına, hayatımda gerçekleştirdiğim ve gerçekleştirmek istediğim şeyleri kurgudan alıp gerçeğe dökmeye geldim şimdi de kendime. Bloğuma da kendime de "yapacağım" diyerek döndüm. Daha ileriye, emin adımlarla, ne olursa olsun; olsun da bir yerden başlasın diye...

Hoşgeldim diyemiyorum, karmaşıklığımı çözmek için yapmaya devam etmedikçe ve bu söylediklerime başlamadıkça da ve bunu sürdürdüğümü görmedikçe hoşgeldin yok kendime. Sarsılmışlığımla bloğuma yazayım dedim ikinci kez bu gece, ilkini kendimize yazdım önce... Eve dönüş, kendine dönüştür bence. Dönmeliydim, sarsıldım da geldim işte...

Bursa'dan, Gemlik'ten, Evimizden; Sevgilerimle...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...