31 Ağustos 2018 Cuma

Bir Yeni Kas Açılması - (25-26).08.2018


Geçen gün, bir kası daha açmayı başardım sanırım. :) Hani anadoludan gelen bir oturma şeklimiz vardır, koltuğa oturmadan önce bir dizimizi kırar ve koltuğa koyarız da, diğer bacağın diz kapağının altına alırız... Eminim beni siz de anladınız, anlamadı iseniz de yazımın devamında anlayacaksınız. :)

Bacak bacak altında ya da ayak bacak altında diyebiliriz bu oturuşa. Benim en sevdiğim oturma şekliydi, 2010 senesinin sonuna dek... Sonra; artık biliyorsunuz ki, o seneden sonra bir atak geçirdim ve bunu da başaramaz oldum. Sebebi diz ağrılarım oldu, kaslarımın izin veremeyişi oldu; kaslarımın kasılması oldu... Bunları açmaya başladığımı ise, Aralık 2017'de bağdaş kurabilme kapasiteme yeniden kavuştuğumu farketmiş ve Bağdaş Kurma Meselesi adlı yazımda anlatmıştım.


Bir Sürpriz daha oldu bana geçen gün; Kaslar uzun bir aradan sonra, bir gelişme daha gösterdi. Ağrılarımın azalması ile izin buldum bu duruma yeniden ve artık bacağım yine bacak altında... :) İşte çok şükür ki; yine az kısıtlı da olsa, dizlerimin mümkün mertebe katlanabilmeye güç bulabildiği döneme girmiş bulunmakta olduğuma sevinçliyim yine bu sıra... :))

2010'dan bu yana, kaybettiğim çok şey var ama kazanıyorum yavaş yavaş galiba. Bir süredir artık bağdaş kurabilme pozisyonunda bulunduğumdan yana kendimde güç buluyor, ağrılarımın geçtiğini ve mümkün mertebe bir şeylere cesaret edebildiğimi biliyor ve görüyordum... Koltukta, yatakta oturduğum yerde ayağımı yanıma alıyordum ve yine başarabilecek miyim emin olmaya çalıştığım, bu bacak bacak altına alma olayı kafamı kurcalıyordu. Vazgeçmediğim gibi başardım da işte... (:

25 Ağustos 2018 Cumartesi günü; Meromu tatilin bitişi sebebiyle Antalya otobüsüne bindirip gelen ablamlarla beraber, Kağan uyuduktan sonra oturup film izliyorduk. Yerde kurduğum bağdaş meselesi tamamdı, ama orada altımda bir yer yatağı oluyor ve ayaklarım sonuçta yerde oluyordu. Henüz geçirdiğim ataktan sonra, kalçamın hizasında bağdaş kurabilmeyi kaç kez denedi isem de izin vermezdi dizim... Cumartesi akşamı, koltuktan aşağıda kalan ayağımı da diğerinin uyuşması sebebiyle yanına çekmeye çalıştığım sırada gördüm; kalçamın hizasında kas gerginliğimi sağlayabildikten sonra, onun yanına kaldırıp koltukta iken de bağdaş kurmayı gerçekleştirebiliyormuşum! O gecenin hüznüne, böyle bir sürpriz çok iyi gelmişti doğrusu. 

Oturduğum yer, koltuk da yer yatağı da olsa bağdaş kurabilecek kadar diz eklemlerimi oynatabiliyor olmak; dizlerimin kısıtlanmasından sonra, görebileceğim en güzel gelişmelerin başlangıcı olmaya devam ediyor demektir! 


Ertesi gün, üst kolajda da bu fotoğrafta da görüldüğü üzere; oturduğum yerde gerdirme ve de diz açma egzersizlerimi sürdürürken, denemeye uygun gördüm de kendimi az biraz zorlasam da başarabileceğimi anladım. Bacaklar yine bacak altında! :) 

Birkaç gün öncesinde, bacak bacak üstüne pozisyonuna bir tarafa yatarak da olsa gerdirebildiğimi görmek mi bu sonuca itti beni? Yoksa bir gece koltukta da bağdaş kurabiliyor olduğumu görebilmek mi? Düşünüyorum şimdi... 

Ve anlıyorum ki son birkaç gündür: pes etmeden dizlerimin kasılması meselesinde, ağrılarım gerdirmelerimin sonrasında dayanılabilir boyuta ulaştı ise eğer; açmayı sürdürmem lazım eklemlerimi. Yani yapabildiğim yerde pes etmeden devam edersem: çok rahatlıkla diz kırmalarımı da, gerdirip dizden güç alarak ayak üstü durmayı da  ve daha nice güzel gelişmeye giden yolu da tepebilirim. :)

Yani bu durum, geçmiş zaman diliminde olabilmesine izin vermeyen kaslarım sebebiyle gerçekleşemiyordu. Ama şimdi, bu zaman dilimine kadar alabildiğimiz gelişmelerle elde edilmiş bir başarı. Zaman gelişmelerin üzerine gelişme koyma zamanı. Kaslar herkesin istediği gibi bir hatada kapandığı gibi, bir kerede açılmıyor yani... Emek emek geldik bu duruma da, şükür ki.

Bir şey daha diyorum:

Üst fotoğrafa bakıp siz de tekrar tekrar görebilirsiniz! Eski oturuşuma da kavuşuyorum, ayak dizin altında, bacak bacak üstünde. Daha ne diyebilirim ki, bu da böyle bir yeni kas açılması işte. Açıyoruz, açıyoruz, aç-tık! :D 

Sevgilerimle, şükür ediyor ve kendime maşallah diyorum gönlümce... :) İsteyen herkese, nasip olsun sağlık. Vazgeçmeyelim, başaramayacak olmayı dahi göze alarak işte...

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Pembe Angora İpli Örgü Bluzum - El Emeğim 2018


*Bu bir örgü anlatımı yazısıdır! :)) Daha 2018 Sonbaharı başlamadan, ilk örgümü bitirmiş ve de anlatımını yazmak üzere bloğuma gelmiş durumdayım...

Ön tarafını 111 ilmek ile başlayıp Haroşa lastiğini ördükten sonra, kışın yarım bıraktığım üzere; Temmuz'un 22'sinde elime tekrar alıp da örmeye tam karar devam ettiğim Angora ipli örgü bluzumu, geçtiğimiz haftalarda örmeyi bitirdim. Hazır annemin teyzesi Ayşe teyzem de burada idi ve dikimini de ona bırakmıştım ve o da gönderdiğim iki parça örgümü 17 Ağustos 2018 günü dikip göndermişti bana...

Diyeceğim o ki; biraz yardım alarak, büyük ölçüde kolaya kaçarak da olsa olabildiğince tek başıma bir bluzu örebiliyor olduğumu da gördüm. Bir tek ölçüm konusunda zorlanıyorum, onu da sağolsun annemler yardım ediyor yine; derken bir zorluğun daha altından kalktım diyebilirim. Benim de kendime ördüğüm üzere, giyinmek için Eylül ayını beklediğim bir bluzum var şimdi! =)



İnsanın kendi giyeceği şeyi veya kullanacağı şeyi kendisinin üretmesi kesinlikle çok güzel hislerden biri... Bu ipleri birkaç sene önce Hüsniye teyzem almıştı, 2015 veya 2016 senesi idi... Hüsniye teyze dediğim, annemle babamın evliliklerinin ilk senelerinde Ankara'da kirada oturdukları ev sahiplerinin kızı. Araya zaman zaman seneler veya mesafeler de girmiş olsa, biz hala ailecek görüşüyor ve konuşuyoruz. Ama onlar bize geliyor, ama biz onlara gidiyoruz fırsat buldukça. Hüsniye teyzem ve Hüseyin amcamla mesafeler sebebiyle daha 3-4 senedir karşılıklı tanışıyorsam da, adlarını küçüklüğümden beri duyar bilirdim. Artık son 4-5 senedir görüşüyoruz da şükür...

Geçtiğimiz senelerde, Hüsniye teyzem Ankara'dan Bursa'ya bizi ziyarete geldiğinde, buradan gitmeden önce bana bu 5'li Angora iplerini almıştı. "Örgü örmeyi de seviyorsun, ipleri benden örmesi senden. Ör kendine bir şey ve kullan, benden sana hatıra olsun." demişti. :) Hiç öremeyeceğimi, üstelik o ipleri başkasına verebileceğimi düşünürken; bu kış "Neden yahu? Örerim de kullanırım da!" dedim. 

İpin ince ve de tüylü olduğunu hesaba katmadım. Yapmayı istediğim bluz modeli, önü düz ama kenarlarında delikli bir modeli olan örgü bir bluzdu. İnternette "krem ajurlu düz düşük kollu örgü bluz" diye geçiyordu. Google Görseller'de sadece bir sitede resmi ve adı böyle geçiyor, burada da görebileceğiniz üzere. Ben o modeli çıkartabilmek için herkese sordum ama bir türlü çıkarttıramadım yakınımdakilere. Sonra Saniye kivramlar geldi yazın ve modeli çıkarttı çıkartmasına da, benim pembe ipim bir türlü göstermedi o modeli. Her ip her modeli taşıyamıyormuş, bunu bir kez daha anladım böylece... 

Sonra başka modeller aradık; hazır sınavlarımı bitirmişken, ben bu örgüyü elime alacağım ve bitireceğim, dedim. Ne model aradı isek olmadı. Sonra "ben kendim model uydururum o zaman!" dedim, "Ajur olmaz da, o delikli yerlere kesme şeker koyarım yine de o model yaparım bluzumu!" dedim... :)

İp çok ince olduğu için, önce yumakların her birini sardım ve toplar elde ettim. Sonrasında da çift ip şeklinde örgüme başladım...

Ve Yaptım...



Ben 110 ilmek başlayacakken, bir ilmek fazla atıp 111 ilmek başladığım örgümü; 6 sıra haroşa ördükten sonra kenarlara 30'ar ilmeklik örnek düşecek ve ortada 51 ilmek düz örgü kalacak şekilde bir model kurdum. Model şöyle idi;

8 kenar ilmeği haroşa + 20 ilmek kesme şekeri (4 adet 5li kesme şeker için) + 2 haroşa
ortası 51 düz
sonra tekrar 8 kenar ilmeği haroşa + 20 ilmek kesme şekeri + 2 haroşa

Yaka kısmına gelene dek bunu ördüm, önde ve arkada olmak üzere. En basit örgüyü bilen kişilerin yapabileceği cinsten bir model bu bence. Benim ilk örmeyi istediğim bluzu görmek isterseniz diye, pinterestime attım ekran görüntüsü aldığım örnek resmi; buradan ulaşabilirsiniz... 

Düşük kol istiyordum ben de, istediğim modelde olduğu gibi; düşük kol için kol kesimi yapılmadığını da öğrendim. İstenilirse koltuk altı kısmında, artırma bile yapılabilinirmiş. Ben kolsuz bir bluz istediğimden ötürü, bunu tercih etmedim... Yuvarlak oyuk değil, kare yaka yaptım boynum için. Bunun için de, yine yaka kısmında haroşa ördüm. 

Yaka yapma kısmına geldiğimde;

Düz 51 ilmek'i, birkaç sıra boyunca haroşa ördüm önce. Yeterli gördüğüm yerde, 51 ilmek'i 6+6 kenarlarına haroşa olması için ayırıp, 39 ilmek'i kestim. Böylece kare yaka ortaya çıkmıştı...

Sonra her ne kadar, bir ip daha takıp sağ ve sol omuza dek, haroşa yaka kenarlarımla beraber omuzlarımın ikisini de tek bir şişte örebileceğimi söyleseler de; ben ayrı ayrı sağ ve sol omza dek geri kalan modelleri örmeyi sürdürdüm. :)

Modelimin arkasına gelince;


Alt bölümünün haroşası ve kenarların 6'şar ilmek haroşası dışında; düz örgü ile ördüm bluzumun arka kısmını... Bir tek boyun kesimi arka tarafta biraz daha yukarıda olması gereken kısımmış, benim için boynumun biraz altı yeterli idi, oraya gelince yine öndeki gibi bir kare yaka kesimi yaptım, sağ ve sol omuzlara kadar ön tarafın boyuna gelene dek de ördüm bitirdim... :) 


Velhasıl; daha önce bir küçük yelek örmüştüm kendime, gri idi rengi. Ama bu ilk defa bu kadar az yardımla ördüğüm, kendi emeğimin bol olduğu bir beden kıyafeti oldu bu bluz benim için. Bere, atkı, şal ve eldiven örmede kendimi aşmıştım zaten. Bu kış kendime bir kazak ve yelek de örmek üzere, büyük örgülere girişmeyi çok istiyorum! Bu başlangıç olsun dedim. Her ne kadar kol kesmesinden korksam da, bence ben o büyük örgüleri de başarabilirim. En fazla ör-sök yaparım ama nihayetinde bunu da öğrenirim... :D


Son resmime aldanmamamanızı rica ederim, üstümde kısa tişört ile ve otururken böyle görünmesinin yaz mevsiminde normal olduğunu belirteyim. Bence çok güzel oldu, üstüme ne çok oturdu ne de bol. Ben zaten sıkmamasını istiyordum ve başardım. Şimdi Eylül ayı gelsin bakalım, altına bir beyaz bluz giyinip nasılmış göreceğiz. Bence koltuk üzerinde bile olsa fena durmuyor şimdi, siz ne dersiniz??? :)

Çok acemice de olsa, örerek deneyimlediğim Pembe Angora ipli bluzumu sizlere anlatmak istedim. Olur ya, benim gibi acemi ve cesaret etmekte geç kaldığını düşünenler de cesaret eder... Kendi kıyafetini üretmek çok güzel, dilerim daha nicelerine olur da; her kış kendime en az bir kazak olmak üzere örme faaliyetine tam geçiş de yaparım! :D 


Okuduğunuz için ve benim deneyimlerime ortak olduğunuz için teşekkürlerimle. Tükettiğimizden çok ürettiğimiz bir dünyaya, sevgilerimle... (:

28 Ağustos 2018 Salı

İlk Tatilimiz - Kurban Bayramı 2018


Bir hafta öncesindeki pazar günü, annemin dayımlarla bayram için Trabzon'a yola çıktığı ve aynı sabah Meromun buraya geldiği üzere; Pazar Yazısı #51 - Kavuşmalı Pazar'ı yazıp gittim gideli, dolu dolu bir hafta geçirmiş halde dönmüş bulunmaktayım... :) Merom Antalya'dan geldi diye yazmıştım Pazar Yazısı #51'de. Meromla bir gün bizde, Pazartesi'den itibaren 6 gün de ablamlarda kaldığımız ve bol bol gezdiğimiz vakit geçirdiğimiz bir haftayı geride bıraktık böylece işte... Merom evine döndü bile, annem de yarına dönüyor hayırlısıyla evine; tatil bitti, Merom gitti ve anılarımız kaldı bizimle...

Nereleri gezdik ve nasıl fotoğraflar çekindik yazısını yazmak istedim. Geçmiş Kurban bayramımızı da kutlar, büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim! :) İyi okumalar...

20.08.2018; Bayram Arifemiz...



Pazartesi günü bizim evde uyandık, sabah Kağanımın bana ve Meryem ablasına getirdiği çiçekler ile uyandık. Tatili güzel başlatan etkenlerden biri idi... :) Merom, eniştem, Kağanım ve ben kahvaltımızı ve çay keyfimizi yaptıktan sonra, öğleden sonra ablamın işten gelmesi ile Meromla eşyalarımızı toplayıp ablamlara geçtik ve böylece tatil bu sefer resmen başladı... :)


Ablamlara geçtiğimiz günün akşamı, arife günü; Bursa'da Anatolium Avm'de gezmeye gittik önce, birer kahve içtik ve bolca gezdik... O gün fotoğraf çekimleri bana aitti ve her ne kadar telefonum çoğu fotoğrafı gölgeli çekse de mağazalarda, güzel fotoğraflar yakaladık. Kağanımın da Meromun da, fotojenikliklerine ve de gülen yüzlerine maşallah diyorum... :)

Meromla oldum olası gezmeyi sevdiğim yerlerden biri, kitap mağazaları... Beraber kitapçı gezip, o kitapların kokusunu solumak ve alışveriş yapmak hoşuma gidiyor. Bu sefer alışveriş yapmadan çıktık ama en sevdiğimiz yazarın yeni kitabını gösterdim Meroma ve beraber hüznünü yaşadık... İkimizin de elinde o kadar çok okunacak kitabı var ki ve bu sene en çok okuduğumuz yazar yine ikimiz için de o yazarın kitapları; derken almadan döndük işte. Başka bir bahara kaldı velhasıl... :)

Bayrama girmeden eve dönüp o akşam okey fasıllarımıza başlamıştık. Ablamla Merom, Eniştemle de ben ortak olup 1-1'lik skorla yenişemeden kalkmıştık o gün masadan... (:


21.08.2018 - Salı; Gölyazı...



Bayramda birçoğu bayramlaşır ve de evden eve gezer iken; biz kahvaltımızı yapıp, Gölyazı köyüne doğru yol aldık bayramın ilk günü ve gezmemizi yaptık... Meroma Ağlayan Çınar'ı gösterip, Gölyazı köyünü gezdirdik... O gün birçok fotoğraf çekimi yine bende idi ve severek yaptım doğrusu. Şimdi düşünüyorum da, ilk defa bir bayramı böyle tatil modunda bayram görünümlü ama bayramdan apayrı geçirdik... Cidden güzeldi doğrusu. :)

Gölyazı'ya eniştem ve ben haricinde, geri kalanlarımız ilk defa gitmişti. Ama ben ilk olarak 2015 senesinde gitmiş ve yazısını bile yazmıştım. O yazımı da okumak isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz...



Bu sefer ki gittiğimizde; Gölyazı'da gözleme de yedik, kavun içinde dondurmasını da denedik... Önceki gidişlerimizin her seferinde, Gölyazı daha düzenli idi ama bayramın ilk günü gittiğimizde belediye düzenlemeye girdiği için toz toprak içinde idi... Bir önceki gittiğimizde, dondurma ve mısır yemiştik ama bu sefer ortalıkta stantlar yoktu ve dükkanlaşmanın başladığı apaçıktı.... 

Gözlemesi de güzeldi aslında ama kavuniçi dondurma daha güzeldi dedi ablam ve Meryem. Ben bana dokunduğu için kavun içi şeklinde yiyemedim ama bence dondurması bile güzeldi...

Bu gidişimizde Gölyazı'yı hatırlatacak bir diğer şey, papağan Sıtkı oldu... :) Sahibi sarı saçlı bir kadındı ve Sıtkı ona çok bağlıydı. Onu severken, omzuma almak istediğimi söyledim ilk tanıştığımızda. Daha önce Manavgat Şelalesi'nde ve de Antalya Akvaryum'da papağanları omzuma veya almak istediğimde başaramamıştım, ikisi de çok ağırdı. Ama Sıtkı hafifti. Omzumda durması ile çok tatlı bir his yaşıyordum ama kulağımın dibinde sahibine "Al, al." diye seslenmesi daha hoşnut bir durum oluşturdu. :) 

Gölyazı'ya üçüncü gidişimizi; hepimizin Sıtkı'yı ne kadar çok sevdiğiyle, Sıtkı'nın "Al, al" deyişleriyle ve Kağanımın onunla fotoğraf çekinmeyi çok sevdiğiyle beraber de hatırlayacağım... :)


22.08.2018- Çarşamba; Tarihi Çınar ve Seyirtepesi...



Bir ertesi gün, elbetteki yine bir okey turnuvası gecesinin ardından yatıp uyandıktan sonra; kalkıp kahvaltımızı yapıp, bu sefer önce Uludağ tarafındaki Tarihi Çınar'a gittik, sonrasında da Seyirtepesine... :)

Benim de gitmediğim yerlerdi bu sefer bunlar. Ben Tarihi Çınar'a ilk defa çıkmıştım ve onun biraz üzerindeki seyir tepelerine değil daha yukarıdaki belediyenin sehir tepesine çıkmıştım... Ablam ve eniştem sağolsun, bir Meroma değil bana da yeni yerler gezdirdiler. O günün sonunda, Meroma bir ilki daha yaşattık ve ablam ile eniştemin birçok kez gittiğini söyledikleri Çorbacıya gidip Kelle paça içirdik dostuma. Her ne kadar suyunu içip, tanelerini yemese de; beğendiğini söyledi ve bence bu bile bir şeydi. Merom ve benim için ilkleri yaşadığımız 2018, hız kesmeden devam ediyor resmen işte... :))


Ertesi gün, akşama dek evden çıkmadık ama akşam yemeğinden sonra Meromla bir kez daha dışarıda başbaşa bir Cafede takıldık. Çok yakınımızda olmasına rağmen, fırsat olmadığı ve gerek de görmediğimiz üzere gitmediğim cafeteryalar bölgesinde oturduk... Kağanım yanımızdaki oyun salonunda oynarken, biz beraber kahve çay keyfi yaptık. Dolu dolu tadına vardığımız bir akşam geçirdik... Akşamına dönünce de, dolu dolu sohbet etmeye devam ettik. :)

24.08.2018 - Cuma; İznik...



Bunca senedir İznik gölünde piknik yapmaya gidip de, bir türlü ablamla benim bile şehrine gidip gezmediğimiz bir yerdi İznik. Merom sayesinde bunu da gerçekleştirdik. Her ne kadar Antik Kenti'ni gezemesek de, sokaklarından geçerken her yerinin türbe ve de bir tarihi eser ile dolu olduğunu görebiliyorduk. Bu güzel olmasına güzeldi ama tamamen yıkılmış, tek bir parçası kalmış bir taş parçasının bile üstüne tabelasını asmışlardı. Kalan tek bir parça ile bile orayı belirttiklerine mi, yoksa korunamadığına mı üzüleyim bilemedim. En iyi korunan, İznik'in girişinde bulunan surlar idi ve Antik Kent'e giriş kapısı ciddi anlamda o eskiye götürüyordu insanı... :)

Ama bizim İznik'ten en severek hatırladıklarımız, öğle yemeğimizi yedikten ve bir el langırt attıktan sonra gezmeye başladığımız Çini çarşıları bölgesi idi. Her şeyi Çini'ye çevirebilmiş ve bundan iyi bir sanat ve gelir kapısı yapmışlar resmen. Biliyordum ama bu kadarını bilmiyordum... Meromla ben birer bileklik aldık oradan, ben anneme bir yüzük aldım, ablam kendine çerezlik aldı, Merom bana kupa almış ve de yengemlere hediyelikler aldılar hep beraber; duvar süsü, şekerliği, çerezliği ve daha neleri neleri... Diyeceğim o ki hepsi çiniden, bu durum garip gelirken bir o kadar da; daha çok paralı gelmemiz lazım bir dahakine buraya! dedirtti. Zira insan her şeyi almak istiyor, el emekleri öyle güzeldi ki... :)



Ve son gün; Meromun geldiği gün gibi, o günü de evde geçirdik ve Merom gidene kadar daha çok ne yapıp beraber vakit geçirebiliriz diye fırsat kollamaya devam ettik. O gün iki film daha izledik, akşam yemeği sonrası bir kez daha çay keyfi yaptık ve günü hüzünle de olsa Meromu otobüsüne bindirerek tamamladık. 22.15'teki otobüsüne binip, ertesi sabah evine ulaştı Merom... 1 haftada bile alışıyor insan birbirine, gittiği akşam ablamlarda kaldığım odada yalnız yatıp uyanmak zor geldi yine. Ama insanoğlu alışıyor, alışacağım yine... Sağlık olsun da, yine gelsin Merom bir fırsat bulunca. Ben bu genç işi tatilimizi çok sevdim, onun da sevdiğine eminim. :) Bize bu fırsatı sunan aile büyüklerimizdi, en küçükleri ablam ve eniştem olmak üzere, anne babalarımızla beraber. İyi ki varlar, tekrar teşekkürlerimle... :)

Ve ben; İnstagram'dan paylaşımlarımı yaparım ve buraya yazamasam bile karşılarım diye düşünmüştüm, bu bir haftadır var olan eksikliğimi. Ama tam olarak başaramadım işte. İnstagram'da hafta boyunca 3 paylaşım yapabildim ama benden beklenmeyecek sıklıkta (günde 3-4) İnstastory attım... :) Neyse sağlık olsun, Merom geldi, güzel bir hafta geçirdik ve dün sabah evine vardı bile çok şükür. Nice tatillerimizin başlangıcı olsun bu diyerek bir ilkler silsilesini daha tamamladık yani...

İyi ki varız hepimiz, tatil arkadaşlarıma ve tüm ailemize de sevgilerimle... (:


19 Ağustos 2018 Pazar

Pazar Yazısı #51 - Kavuşmalı Pazar



Bugün kavuşmalı bir pazardı, Merom ve benim için... :) Dün akşam 21.30'da Antalya'dan yola çıktığı ve bu sabah geldiği üzere, Merom ile geçireceğimiz bayram tatilimizi başlattık şükür. Haftaya Cumartesi'ye kadar beraberiz...

Yolcu beklemesi zor ama sonucunda kavuşması en güzeli hep benim için. Ama o beklemesi var ya, sabah Merom gelene kadar kaç kez uyandığımı bilmiyorum. Alarm kursam herhangi bir şeye, bu kadar çok kalkmam. Ama alarm olmamasına rağmen, saat 6'da kalkıp her 15 dakikada bir uyandığım bir sabah oldu bu sabah benim için. Ne zaman Merom geldi, sarıldık, yattı ve uyudu, ben de uyumak üzere gözlerimi yumdum ve 11'de kahvaltıya gelen ablamların sesiyle de gözlerimi açtım... :) Hiç geleceğini tahmin edemezken, dostum Merom gelebildi Bursa'ya işte yine. Hem de bu sefer ilk defa tek başına geldi... :)

Bu sabah Merom geldi ama annemle dayımlar da ondan birkaç saat önce Trabzona yola çıktı... Annem ve onun dayısı Mustafa dayımlar, Ayşe teyzemlerin dünürleri ile bir bayram geçirecekler Karadeniz turu yaparcasına gezerek. Annem adına bu duruma çok seviniyorum, doyasıya gezsin ve de ona oraların havası her anlamda iyi gelsin istiyorum. Ama önce vardıklarının haberini almayı bekliyorum hala, 2-3 saat yolları kalmış ama her halükarda onlardan da vardık haberi gelince bugün iyi bir uyku çekeceğim yine inşallah... :)

Biz Meromla ve ablamlarla beraber, tatil keyfimizi de başlattık bu arada. Bir bayram tatiline doğru, bir süredir görüşemediğimiz sevdiklerimizle; her fırsatta elde edemeyeceğimiz zamanlardan birini daha, doyasıya anılarla doldurup geçirelim inşallah.

Sevgilerimle, mutlu güzel bayram haftası olsun cümlemize... :) Hoşgeldin Merom ve hoşgelsin tüm uzaktaki sevdiklerimiz... (:

16 Ağustos 2018 Perşembe

Hayat Hikayem #6 - Fizyoterapi Hayatımın Bir Parçası


Hayat Hikayem yazı dizimin diğer yazılarını burada bulabilirsiniz. Ama derseniz ki, bunu okuyacağım şimdilik, o da mümkün. Zira yazılarım Kas Erimesi hastalığımla tanıştıktan sonrasını anlatmak üzere ama her bölümden başlanabilecek durumda. İyi okumalar... (:

Fizyoterapinin bütün hayatımın büyük bir parçası olması, tam olarak 97-98 yılında başladı. 7 yaşında, ilk olarak annemle yapmaya başladık; Hacettepe Üniversitesi'nden verilen kağıtlardaki egzersiz hareketlerimi, sabah-öğlen-akşam olmak üzere... 




İlk egzersizlerimin yazılı olduğu kağıtlar; önlü arkalı iki kağıtta çöp adamlarla çizili ve her hareketin yapılışının da açıklaması kenarlarında yazılı idi... İlk o zaman egzersizlerden bıktığımı hatırlıyorum. Küçüktüm, annemle egzersizleri yapmamızın ritüelimiz olması durumu yoruyordu beni. Pasif germelerimi yaparak başlıyordu hep annem egzersizlere; önce ayak egzersizlerim, sonra da kol egzersizlerimi yapıyorduk diye hatırlıyorum çoğunlukla... O zamanlar egzersizlerim sırasında annem ile çok uğraşıyordum; hareketlerimi yaptırırken 1 diye saymaya başlıyorsa, ben 10 diye sayıyordum. Kimi zaman gülüyordu, kimi zaman da komediye çevirmekten ötürü hareketlerime odaklanamadığım zamanlarda kızıyordu bana. Onu sinirlendirmek de güldürmek de, benim için en güzel hatıraları kaldı o zamanların... :)

İlk fizik tedavi deneyimime annemle başladık yani; yazıyı yazarken düşündüm de, bu durumda benim ilk fizyoterapistim annemdi! :) Yıl olmuş 2018, 98'den 2018'e kadar geçen süre 20 sene; o zamandan bu zamana, benim kaslarıma dokunması gereken stili onun kadar iyi bilen yok hala. Anne güdüsü mü dersiniz, hassasiyeti mi bilmem; ablam ve babam ile çok sorun yaşadığımızı bilirim, galiba daha çok annemle hastanelerde kaslarım sebebiyle içli dışlı olabildiğimizden de bu durum... (İyi ki annem, benim annem. Ailem de iyi ki benim. Hepsinin canının bir parçasıyım, biliyorum. Onlar da benim canım, iyi ki diyebilmek mühim. Şükür ki, iyi ki...) <3 :)


İlk egzersizlerimi yaklaşık 8-10 sene annemin gözetimi ve de öğretmenliği ile yaptım işte. Annem benim hastalığımın teşhisi konulana kadar bilmezmiş bile kas hastalığı ne demek, kas erimesi ne demek... Sabah-öğlen-akşam hareket yaptırdığı zamanlarda, "Kendini niye bu kadar yıpratıyorsun, sabah-akşam yap!" diyenler bile olmuştu. O zamanlar, önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi; yağlarla masaj da yaptı, küvetlere çaylar hazırlayıp da yatırdı, kan-can yapar dediği her şeyi de ellerinden geldiğince babamla aldı ve yedirdiler bana...

Derken gün geldi, egzersizleri ağırlık kum torbaları ile desteklememizi söyleyen Fizik Tedavi Doktorları; "sen daha fazla yaptırma hareket, zarar vermeye başlamışsın." dedi. Annem kendini üzüp de, "dediklerinden başka hiçbir şey yapmadım ki" demişti. Ağırlıkları bıraktıktan sonra, eski halime dönmüştüm de üstelik. Hareketleri annemle yapmaya devam ettik yine sonrasında, çünkü yaptığım egzersizler kaslarımı dinç tutuyor ve yorgunluğumu da ağrılarımı da dindiriyordu... İlk o zamanlar gerçekten anladık, hareketsiz bir hayat benim olamazdı!

İlk Düzenli Fizik Tedavi Almaya Başladığım Tarihler; 2006-2007

Derken yıl oldu 2006-2007; Gemlik'te bir fizik tedavi merkezi açılıyormuş, bölgede ve okullardaki engelli öğrencileri araştırırken ilk buldukları kişilerden biri ben olmuşum. Sevinçle karşıladık, zira sürekli olarak iyi bir fizyoterapistten eğitim alma olanağım beni bulmuştu. "Bilgi Bahçesi Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi"nde eğitim görmeye başladım, annem o kurumun aile birliği oldu bir süre üstelik. Öğretmenlerle beraber eğitim almaya elverişli, sağlık raporu bulunan ve sağlık raporu alabilecek kişileri buldu buluşturdular ve bize eğitim imkanı sundular. O zamanlar Kas Uzatma ameliyatımdan 3-4 sene sonrası idi.


Bilgi Bahçesi açıldıktan sonra, bir başka rehabilitasyondan da davet aldık; "buyurun bizde eğitim alın" diye. Rekabet başlamıştı o andan itibaren, Bilgi Bahçesi yok iken, okuduğum lisede öğretmenlik yapan ve o diğer rehabilitasyonda da müdür yardımcılığı yapan bir öğretmenim; beni bildiği halde rehabilitasyonun varlığından haberdar etmemişken, şimdi beni rehabilitasyonlarına davet ediyordu. Daha önceden neden oradan haberimiz oldu bilmiyorum, enteresan bir anımızdır bu da... :)

Çok el değiştirdi Bilgi Bahçesi daha sonra; bir o kadar da öğretmen kadrosu, diğer kadroları değişti zaman zaman... Ama benim ilk fizyoterapistim Seher abla, ben örgün öğretim üniversite için Balıkesir'e gidene dek değişmedi. Ekrem abi vardı onunla beraber çalışırken bir dönem de, bir ders Ekrem abiden, bir ders Seher abladan ders alıyordum haftalık...

Bilgi Bahçesi'nde aldığım eğitim sayesinde, Kas Uzatma Ameliyatımdan sonra kaybettiğim kas kuvvetimi fazlasıyla yerine koyabildim ve bir o kadar da özgüvenim yerime gelmişti. Kas Uzatma Ameliyatından önceki halimden bile daha iyiydim, Seher abla ve Ekrem abi açısından çok şanslı idim. Ayakta idim de üstelik, rehabilitasyona çoğu kez servise binmek için evden inmek ve eve geldiğimde merdivenleri çıkmak dahil yalnız gidiyor ve yalnız geliyordum. Büyük derecede özgüven veren bir aktivitem idi o zaman benim için...

Bilgi Bahçesinde eğitim alırken, 2009 Mayıs'ta bir engelliler haftası kutlamasında kompozisyon da yazıp okumuştum. Son değildi ama sahnede veya kürsüde olduğum en özel anlarımdan birini yaşamıştım o gün de... Lise 3'de okuyordum o sene, birkaç arkadaşım da gelmişti beni izlemeye. Çıkışında fotoğraflar çekinmiştik; annemle, fizyoterapistlerimle, o zamanki kurum öğretmenleri ve bana destek olmaya gelen sınıf arkadaşlarımla... Madem öyle o fotoğraflara da burada yer vereyim dedim, aşağıdaki kolaj Engelliler ile ilgili kompozisyon yazıp okuduğum etkinlikten sonra çekilen fotoğraflar var... :)


Rehabilitasyona gider gelir iken; oraya gitmek için anahtarımı kitabımı alıp tek başıma çıkmayı da, annemle gitmeyi de çok seviyordum. Şu yazıyı yazarken en çok o zamanlarımı özlediğimi farkettim şimdi... :)

(Geçmişte kıymetini bildiğime inanıyorum o günlerin. Hala iyi ki diyor ve ne güzel anılar biriktirmişim diyebiliyorum ya! Şükür... Şimdi de eşsiz anılar biriktiriyorum ama geçmişte kalan o anlar gibi, anılarımıza dilerim daha güzellerini de ayağa kalktığımda eklemeye devam edeceğiz.)

Madem öyle bu konuya da değineyim: Türkiye'de Rehabilitasyon Nedir, Kimler Gidebilir?

Devlet % 45 ve üzeri sağlık raporu bulunan ve özel eğitim ihtiyacı olan vatandaşlarına, haftada iki - aylık toplamda 8 seans olmak üzere tedavi hakkı sunuyor. Evet bu bir vatandaşlık hizmeti, buna bir para ödemiyorsunuz, ama eksiklikleri olan bir sistem. Daha çok bu eksiklikleri Rehabilitasyonlarda halden anlayan çalışanlar kapatıyor.

Mesela en belirginini söyleyeyim; böyle eğitim merkezlerinde devletin zorunluluk kılmadığı ve rehabilitasyonların da bulamadığı üzere, servislere bindirmek üzere yardımcı olacak çalışanlar yok. Eğer -sağlık durumunuz ne olursa olsun-; eğitim aldığınız rehabilitasyon merkezinizin aracı da aracında bulundurduğu yardımcısı da evden alıp sizi eğitim merkezine kadar götürebilecek ve geri getirebilecek yeterlilikte ise, engelli olarak inanın çok şanslı sayılıyorsunuz benim gözümde. Zira engelli olmanızla kalmıyor. Türkiye'de hayata karışmaya çalıştıkça, daha çok engel ile karşılaşıyorsunuz...

Bir de diğer yandan, bir engelli olarak alabildiğimiz hizmetler bununla sınırlı. Ayda 8 adet fizik tedavi yetmiyor her birimize, çünkü her birimiz birbirimizden farklıyız. Fazlasını almak isterseniz; 2006-2007 senesi fizik tedavi aldığım zaman seans başı 45 Tl idi, şimdi 85 Tl imiş. Düşünün siz gerisini... (Tabii buna ek fizik tedavi hizmeti başlatmışlar 2009'da senelik ama bizim bundan 2015 senesinde haberimiz oldu. Senelik ek 60 seans ders veriyorlar, Yalova'da bir Rehabilitasyon Merkezinde bu ek tedavimi de alıyorum. Orası da benim en büyük şansım; evden inmeme servise binmeme ve de eve geri çıkmama yardımcı çalışanları var... En iyi hizmeti de bu rehabilitasyonun bu hizmeti sağlayabilmesi sayesinde alabiliyorum... Ama eğer bir aksilik olmaz ise, devam ettiğinde çok fayda sağlayacak bir sistem ama her sene bir şekilde daha zorlaştırıyor ve azaltıyorlar. Umarım bitirmez veya azaltmazlar...)

Velhasıl bu bilgileri de geçtiğimize göre; 2006-2007'den beri haftada iki gün aldığım fizik tedavilerimden ve bu zamana dek 10'u aşkın fizyoterapistimden bahsetmek istiyorum...


Türkiye'de Fizyoterapi dersi almak:

İyi bir fizyoterapist bulursanız ve iyi bir fizik tedavi eğitimi alırsanız, hayatınızı çok iyi yönde etkileyen ve hayat kalitenizi arttıran bir etken. Ama tam tersi olduğu an da, hayatınız kökünden başa sarabilir. Öyle ince bir çizgidesiniz işte...


- 2002'de geçirdiğim Kas Uzatma Ameliyatının sonrasında, yaşadığım aksaklıklarımı, 2006-2007'den sonra tanıştığım Seher abla ve Ekrem abi toparladı. Ameliyattan sonrasında toparlanamadığım ölçülerin hepsini de, ameliyatımdan öncesinden bile iyi halime getirdiler. Misal, onlardan aldığım fizik tedavi sonrasında, oturduğum yerden kalkmalarım da, kaldırımlara çıkmalarımda cesaretim ve becerim de, merdiven çıkarken ve hızlı yürürken kazandığım kas kazanımlarım da, dehşet iyiydi. Yalanım yok, o hallerimi çok özlüyorum...

-2010'dan sonra, toparladığım noktadan en dip noktaya da; Balıkesir Sındırgı'da örgün öğretim iki senelik Dış Ticaret bölümünü okuduğum sırada fizik tedavi aldığım bir hoca getirdi mesela. Bu konu en derin sızılarımdan biri ama bu sefer açıklıkla yazmak istiyorum. O Fizyoterapist ile hasta-doktor ilişkisi kuramadık; o beni sanırım 12 senelik hastalığım sebepli bilgimden ötürü ukala gibi gördü, bana inat gitti ve benimse tek düşündüğüm sağlığıma iyi gelecek şekilde fizik tedavime devam etmekti. Hareketlerime normal şekilde devam etse idik, şimdi hala ayakta olabilirdim. Belki başka bir yer ve şekilde geçirecektim de o atağı, ama bazen böylesi acı geliyor hala...

(Uyguladığı yanlış tespit, ayakta olduğum şeklimden geçip atak geçirme halime geçti. Zira o, zaten yeterince gergin diz kapaklarımı daha fazla ağır gerdirme ile açmak istemişti. Bunun haricinde de çok az hareket yaptırdı. Çok kavga ettim, hiç başıma gelmediği için başta 4 haftada bir şey olmaz dedim. Ama oldu. 4 hafta sonrasında, ona daha çok direnip bu düzeni böyle devam ettirmeyeceğini söyledim ve kavgaların boyutunu bana yaptırdığı hareketleri yaptırtmamaya kadar götürdüm. 

Ama olan olmuştu; 1,5 ay sonucunda Gemlik'e vize sınavları sonrasındaki ara tatilimiz için 2 haftalığına geldiğimizde, bir Avm önünde dayanılmaz ağrılarımın artması sonucunda bayıldım ve atak geçirdim. Şimdi bile, o ilk atağın kasılmalarından 1 sene sonrasında kurtulabildiğime hala bin şükür ediyorum ama gel gelelim hala ayağa kalkamadım. Buna da şükür, yaşamam gerekeni yaşadığıma inanmaya devam ediyorum. Affettim, onun özürlerini ilk seferde hiç affedememiştim ama yıllar sonra affettim; affetmem bana fayda sağlayacaktı, sağladı da. Onu affettim, ben ona iyi ders oldum eminim; bir hastanın, kendini bilen bir hastanın istediği tedavi düzenine uyulmaması ne sonuçlar doğurabilir, anladığına eminim...)

Kas Erimesi hastalığımın teşhisi konulduktan sonra, "ömür boyu fizik tedavi tek kurtuluşunuz!" demişlerdi bize. Bu daha sonraki birçok kontrolümde de yinelendi ve yinelenecek de. Fizik Tedavi böylece hayatımın büyük bir parçası oldu işte. Günlerim, haftalarım, aylarım ve yıllarım egzersizsiz geçmedi.

Beni Sındırgı'da geçirdiğim ataktan kurtaran fizyoterapistim, bir hızır gibi yetişti adeta; Özkan abim, tıp eğitimini yarıda bırakıp fizyoterapiye gönül veren bir fizyoterapist idi. Sındırgı'daki o olaylar dizisinden sebep geçirdiğim atağın sonucunda, ilk kasılmalarımı Özkan abim geçirdi. Doğru egzersiz programı, hayat kurtarır. Ne yaptığını iyi bilmek, hayata can katarmış meğer! Dualarımda hep yeri var Özkan abimin de... 5-6 ay çalıştık sanırım beraber, sonra göç etme kararı aldı ve benimle ilgilenmesi için en güvendiği arkadaşlarından birine emanet etti; beni ve Sındırgı'da eğitim gördüğümüz rehabilitasyondaki tüm öğrencilerini...


Niyazi abim ile tanıştım sonra (üstteki fotoğrafta, pilates topu üzerinde. Çok uzun zaman oldu görüşmeyeli, izinsiz fotoğrafını paylaşmış olmayayım diye yüzüne smile koydum :)); Özkan abinin emanet ettiği kadar vardı, emanet aldığı yaralı kaslarımın tedavisini yaptı ve Sındırgı'da öğrenimimi bitirene dek öğretmenim oldu... Örgün Öğretimimi bitirip, Sındırgı'dan Bursa'ya döner iken; Seher ablanın ayrıldığı rehabilitasyonuma dönmek istemedim, durumum hassastı ve Niyazi abim de iki arkadaşını yaşadığımız şehirdeki rehabilitasyonlara yönlendirdi. Kendisi Bursa'ya gidip geliyordu ve iş imkanı olan bir yer arayışında olan iki arkadaşını, bizden bilgi alarak iyi iş alanı olan şehrimize yönlendirmişti. Birkaç aylık süreçte de, o iki fizyoterapist ile çalıştım; Fatih abi ve Cumhur abi...


Kaç etti, 8 değil mi? :) 

-2013 senesinde, eski rehabilitasyonuma geçtim; Fatih abi ve Cumhur abinin şehrimizden ayrılmaya karar verdiğinden sonra. Tamara abla ile tanışmıştım Bilgi Bahçesi'nde, kendisi Gürcü ve çok iyi bir fizyoterapistti. Çok şükür ki iyilerle karşılaştım Sındırgı'dan sonrasında da... 4 sene çalıştık Tamara abla ile ve kas kuvvetimi çok iyi derecede geliştirdi, faydalı dört sene geçirdik beraber. Sonra mecburi bir rehabilitasyon değişikliği yaptığımız sebebiyle Tamara abla ile çalışamamaya başladık. En uzun soluklu çalıştığım fizyoterapistlerim, Seher ablam ve Tamara ablam oldu bu zamana dek böylece...

-Son rehabilitasyonum ise; o başta kendi öğrencisi olduğum halde, yeni açılan rehabilitasyona kayıt olduktan sonra bizi bulan rehabilitasyon var ya? Üniversiteden sonra döndüğümden sonra Fatih abi ve Cumhur abi ile çalıştığımız ama bu sefer o kurumun üçüncü kez yönetim değiştirmesi üzerine, yeni çalışma düzeni ve çalışma kadrosu ile Yağmur Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi...


Burada eğitime başladım başlayalı, 6 öğretmen değiştirdim şimdi de. 2,5 senede 6 fizyoterapist tanıdım. 2,5 senedir benim çalıştığım fizyoterapistler hep değişti. Değişimler zorunlu sebepler ile idi; çünkü Yağmur Özel Eğitim'e geçtim geçeli, çalıştığım fizyoteraspistlerim en fazla 4-5 ay sonra şehir veya kurum değiştirdi. Kendi istekleri ve de daha iyi imkanları çıktığı için. 4'ü şehir değiştirdi, biri gitti geldi, biri de şehir değiştirmese de kendisine daha yakın rehabilitasyona geçerek iş değiştirdi. Şükür ki ne ben ne de kurumumuzun yolları kötü şekilde değil, şans eseri ayrıldı... :) Vardır bir hayırlısı diyorum şimdi de elbet bunca fizyoterapist değiştirdikten sonra. Ama bir de istiyorum ki, Tamara abla kadar uzun soluklu bir fizyoterapi düzenim olsun yeniden! Umarım olur bir gün yine diyorum işte...


Ve Kas Hastalıklarında Tek Başına Egzersizleri De İhmal Etmemek Gerek...

Çok küçük yaşlarda egzersizlere başladığımız için, başlarda bıkkınlık oluşmuş ama sonradan farkına varmıştım; ailemin ve doktorlarımın da dediği gibi, tek başıma yaptığım egzersizler en etkilisi idi kaslarım için. Buna rağmen, benim tek başıma egzersizlerimi yapmaya başladığım ve o gün bugündür ihmal etmediğim zaman dilimi 2012'den sonra başladı tam olarak...

Ben olabildiğince küçüklüğümde kendim hareket yapmaz ve aldığım fizik tedavilerin yeterli geldiğini düşünürdüm. Atak geçirene dek de yetiyordu esasında... Oturduğum yerde bağdaş kurup birkaç gerdirme egzersizim vardı öncesinde de, bir de yürüyüşlerimi yapıyordum. İşte o kadar... Ama atak geçirince, önceden yeterli gelen hiçbir hareketim tam olarak yeterli gelmemeye başladı. Şimdi de bu senenin başından beri (2018), bir tek gün bile ihmal etmemeye kendime söz vererek bugünlere dek geldim. Bundan sonra ömrüm boyunca, tek bir gün egzersiz yapmadığım gün kalmasın, eksiksiz egzersizlerimi yapayım istiyorum. Başarıyorum ve başarmaya devam edeceğime de inanıyorum... :)

Velhasıl işte bu şekillerde, Fizyoterapi benim hayatımın çok büyük bir parçası oldu! Ülkemde devletimizin eksik düzenlemelerine ve de anlaşılmaz gidişatlarına çok kez kurban giden bir alan olsa bile, hayatımın en büyük parçalarından birine tutunarak yaşamaya devam edeceğim... Ama ülkemde maalesef rehabilitasyon alanında devletin ihmal ettiği, ya da el uzatamadığı bir kesim var, fizik tedavi ücretsiz devlet karşılıyor ama rehabilitasyonların bünyesinde taşıyıcı çalıştırmak zorunluluğu yok. Ama ben dahil, birçok bedensel engellinin yaşadığı gidiş ve geliş sırasında çektiğimiz zorluklar hayatımızda çok büyük bir yer kaplıyor.

Merdivenlerden, taşıma araçlarına binmeye kadar, zorluklarla dolu bir sistem... Yeni bir düzenleme geliyormuş yakın zamanda rehabilitasyonlara, kamera sistemi. Ama o da daha zora sokabilir, en çok da sağlığı dışarıya çıkmasına el vermeyen hastalarımızı... Dilerim buna da yeterince destekle el atılabilir; fizyoterapi tıp alanının içinde en özen gösterilen alanlardan biri olarak yer görmeli. Önemli ve de özenli olunmalı...

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Ömrünün bir kısmında veya çoğunda fizyoterapi görmek zorunda olan hepimize, iyi fizyoterapistler, iyi fizik tedavi imkanları ve de kolaylık diliyorum. :) 

Egzersizlerimizi ve fizik tedavilerimizi ihmal etmeyelim. ;Sevgilerimle... 


12 Ağustos 2018 Pazar

Pazar Yazısı #50 - Bollywood Film Önerisi


Bu pazar çok güzel bir film izledim, iki gündür kafayı taktığım bir Bollywood oyuncusunun filmiydi yine; dün Bang Bang adlı 2014 yapımı bir filmini, bugün de Kaho Naa... Pyaar Hai adlı 2000 yapıı bir filmini izledim. Ve bu iki filmin sonunda, en sevdiğim erkek Bollywood oyuncusu olduğuna karar verdiğim isim Hrithik Roshan... :)


Bugün ablamlar ailecek gittikleri 5 günlük Bodrum tatillerinden döndüler. Bugün pazar sabahımız öğlene dek beraber kahvaltı çay ve kahve keyfi ile geçti. 5 günde o kadar çok özlediğim yeğenimi dinlemeye doyamadım... :)

Sonrasında günümü Kaho Naa... Pyaar Hai filmi ile elimde örgüm ile geçirdim. Güzeldi, güzeldik yani şükür. Film tavsiyemi verip size mutlu bir hafta dilemeye geldim... Bang Bang filmine bir şans verin, o filmini de dün izledim. Ama eğer o filmi ve başrol erkek oyuncusunu, oyunculuğunu ve kendisini sever iseniz de bugün izlediğim Kaho Naa... Pyaar Hai filmini de izleyin. Bang Bang kadar aksiyon dolu değil ama yine çok güzel bir hint filmi... :))


Bir de siz benim gibi bir oyuncu ya da bir insanı gülüşü ile değerlendirir misiniz bilmem, Hrithik Roshan'ın da gülüşünden çok etkilendim. Her filmini izlemeyi düşündüğüm bir Bollywood oyuncusu kendisi. Amir Khan'ın filmleri favorimdi, şimdi de bu oyuncunun filmleri favorim. Bir de en beğendiğim Hintli kadın oyuncu var tabi, o da Karena Kapoor... :))

İzlemiyorum, izletiyorum da yani.
Bugünkü film ve oyuncu tavsiyelerim bunlar, yeni hafta da kitabıyla filmiyle dolu dolu geçer inşallah. Sevgilerimle. Ben Hrithik Roshan'ı daha çok yazarım gibime geliyor zaten. =) Bir başka tavsiyede de yine görüşmek üzere...

11 Ağustos 2018 Cumartesi

Yapmayın Bunu! - 08.08.2018


Aslında bu yazımın başlığı, "Anlam Veremiyorum" olacaktı. Ama daha sonra "Yapmayın Bunu!" bir ünlem cümlesi olarak bir başlık olmaya daha uygun geldi. Yine de bilin ki, anlam veremediklerimi ve de bazılarının nasıl böyle cümleleri içine sindirebildiklerini anlayamamalarımı okuyacaksınız bugün. Biraz iç dökme, biraz da tavsiye işte. İyi okumalar... :)


Bu Çarşamba, haftada iki gün fizik tedavi aldığım rehabilitasyonumuzun yeni binasının açılışı vardı, öğlen oraya gittik öncelikle; annem ve babamla beraber... Açılış güzeldi, sadeydi ve evet kendilerine yakışır bir tören yaptılar; fazlasıyla mütevazi ve de ilgiliydiler yine. Dilerim yolları açık olur, hizmetlerini hep kaliteli bir biçimde vermeyi sürdürürler... :)

Yeni açılan yerlerinin, tepelik bir bölgede olması açısından başta anlam veremedim ama dilerim çalıştırdıkları yardımcıları ile bu sorunu sorun olmaktan çıkarabilirler. Ama Umurbey'de bulunan bilindik bir çay bahçesinin oradan giden bir yokuşun üstünde ve içi çok güzel ve özel olmasına rağmen, bir rehabilitasyon olması açısından bence çok yüksekte. Sonuçta bunun kışı da var, oraya gidip gelmesi daha zor olacaktır ama başta da dediğim gibi mütevazilikleri ve hizmet kaliteleriyle bu sorunu, sorun olmaktan öteye iyi yerlere getirebileceklerdir. Umarım...


Eğitim aldığım rehabilitasyonumu tenzih ederim ki, birçok sosyal alanda çok yerimiz yok ne yazık ki... Ben daha çok bu durumları kabul edebiliyor oluşlarımızı garipsiyorum artık. Tamam, rehabilitasyon ayrı mevzu, belli ki MEB bu durumu büyük sorun görmemiş. Çalışanları bu eksikliği giderecek görünüyor bence de, ama aslında ülkemizde engellilerin yerinin azlığı gerekçesiyle; bunun dışında birçok yerdeki engellere itiraz edilebilmeli. Bir yere gittiğimde, girişinden çıkışına kadar kendime yer bulamadığım her firmayı afişe edebilmek istiyorum doğrusu. Hani şu sokakları geçtim, artık çoğu cafe ve restoranların gözünde de müşteri portföylerinde değiliz. Buna anlam veremiyorum, oysa hepimiz bu ülkede yaşıyor ve yaşamınıza en az günde birimiz olsun dokunuyoruz. Siz de sosyal alanlarınıza dokunun ve daha çok konuşun istiyoruz.

Diyeceğim o ki; rehabilitasyon mevzuusu apayrı, onlar kendi önlemlerini en azından alabilen kişiler bunu biliyorum. Ama günlük hayatta o kadar çok kişinin karşısına çıkıyoruz da, bir o kadar görmez veya yaşamaz hissettiriliyoruz ki... Kendinize bir şey olmadan empati kurun, her şeyin o zaman anlamı var oluyor aslında, empati duymaya hassas yaşadıkça...

Zaten benim anlam veremediğim ve esas olarak "Yapmayın Bunu!" demek istediğim nokta da burada ortaya çıkıyor;


Türkiye'de o kadar çok yokuz ki sosyal alanlarda, bir alana girdiğimizde bizimle muhabbete girmek üzere atılan laflar çok fütursuz. Geldiği gibi, düşünülmeden söyleniyor çoğu. Sizler havada kalmıyor sanıyorsunuz ama aslında o laflar bizleri derinden yaralıyor. Kaş yapayım derken göz çıkarmak! diye güzel bir deyimimiz var, aynı o duruma düşüyor kimisi...

Üstteki kolajda da göründüğü gibi, annemle o kadar güzel pozlar çekindik ki o gün, ki dün İnstagram'da da paylaştım... Bu yazıyı ertelediğimden, çünkü anlatıp anlatmamakta kararsız kaldığımdan bahsettim. Yani o gün güzel bir gündü hepimiz için, keyfimiz yerinde idi yine. Hayata karışmaktan mutlu, anlam veremediğimiz şeyler olsa bile birbirimizle hoş sohbet içinde geçirdiğimiz ailecek bir günümüzdü. Çok şükür ki... :)


O gün açılışta bulunduktan sonraki bir diğer işimiz, fotoğrafçıya gidip kimliklerimiz için fotoğraf çektirmek idi... Açılış bittikten sonra arabamıza binip, çarşıya indik geri ve girişi düz olan bir fotoğrafçı aradık Gemlik'te. Ki zaten böylelerini bulabilmek zor çoğunlukla. Neyse ki 3 tane bulabildik; biri yol üstünde küçük idi ve duramadan geçtik, birine gittik öğlen ortasında kapalı çıktı ve geri dönüp bir başka yol üstünde gördüğümüz düz girişli bir yere geri döndük ve girdik.

Biz kimliklerimizi yenilemek için biyometrik fotoğraf ve bir de bana artı olarak vesikalık çektirmeye gitmiştik. Bizden önce bir yaşlı amca ile oğlu vardı, onlar da bizim gibi düz giriş arıyordu ve son iki dükkandır karşılaşıyorduk. Onlardan sonra girdiğimizde, babam beni sırtında getirip oturtunca, kibarca; "Abicim söyleseydiniz yardım etseydik, ederdik yani." dedi bize yaşlı amcanın oğlu. Çok sağolsun, yerinde bir tepki idi. Biz de teşekkür ettiğimizi, yardım ihtiyacı olduğu zaman istediğimizi belirttik ve teknik açısından sağlığım için böylesinin daha bize uygun olduğunu anlattık. Sonrasında da anlayışla karşılandık ve sohbete başladık.

Derken onların işi bitti ve gittiler, biz resimlerimizin çıkartılmasını bekledik. O sırada annemlerin eski bir ahbapları girdi içeri torunuyla, tanıştırıldım ben de ve onların da resim almaya geldiklerini öğrendik. Tesadüf diye bir şey yoktur aslında bazen dünya üzerinde, Allah tarafından o gün bazı anlar yaşanmalı ve bence benim bu yazıyı yazmam gerekiyordu işte! 

Oturduk ve başka bir sohbet başladı annemlerle. Çok dinlemedim o arada, ama annemin sorduğu sorular üzere bizden bahsettiklerini duydum;, ablamdan konuştular, beni sordu ve annem de "Bu küçük kızım hasta benim, rahatsız. Okulu bitirdi evde, şimdi de iş arıyor." dedi, döndüm güldüm. Okulu bitirdiğime hala mutluyum çünkü. Dua etti hanım teyze de sağolsun, "dua edin siz de" dedi. Olabilir, dedim. İçinden gelmiştir ve sonuçta bizi tanımıyor yardımcı olmaya çalışıyor sonuçta, neyse dedim dinlemedim. Vesikalık resmimi seçmeye odaklandım, fotoğrafçı abinin bilgisayar ekranına doğru dönüp...

Sonra bir ara teyze kalktı, "resimlerime bak evladım." dedi fotoğrafçıya. Resimlerini aldı oturup bakmadan önce de, anneme dönüp; "Öyle her yerde hasta demeyin ama kızınıza." dedi. Ben acaba beni duymuyor mu sanıyor, kısık mı söyledi ki? diye düşünürken, orada dikkatim tam geldi işte. Teyze gayet sesli konuşuyordu ve ara sıra da bana bakıp konuşuyordu. Bir ara dumur oldum. İçimden "Yapma be teyzecim, ne olur tahmin ettiğim şeyleri söyleme." demek geldi. Annem-babam "Neden?" dedi hemen ardından, anlamadılar haliyle. Ama en önemlisi ben bir öne doğru yeltendim, "Neden teyze?" dedim. "Demeyin öyle, üzülür kız. Üzülürsün kızım, söylemeyin kimseye." dedi.


Annem babam benden önce itiraz etti zaten bu söze, iyi ki benim ailemin tüm bireyleri, benim ailem! "Didem'in üzüleceği bir şey yok, biz o sorunları çoktan atlattık! Çok şükür kızımız dirayetli, biz de öyleyiz!" dediler ama duyuramadık sesimizi...


Ben şok oldum ve bu vesileyle herkese söylemek istedim bunu; ne olur yapmayın bunu! Ben oradayım, duyuyorum, görüyorum ve anlıyorum sizi! Ama siz benim yanımda bilmediğiniz şeyler hakkında fikir sunduğunuzda üzülüyorum aslında! Ne ayıbım ne kusurum var bunda, hasta isem hastayım işte. Bu zihniyet topluma kazandırılmamıza engel oluyor bizlerin işte.


O gün orada, "Teyze ben herşeyin farkındayım, saklanılacak bir ayıbı kusuru yok hastalığımın." dedim ama teyzem o kadar yok görüyordu ki belli ki beni...

"Dua etmeye gidin, Emir Sultan'a falan. Kızımızı da götür o da dua etsin." dedi annemlere. Dönüp bana da "Dua et kızım, her şey Allahtan!" dedi.

Benim orada sinirlerim epey bozulsa da, yine sustum. Saygısızlık yapardım susmasa idim. O an yine de yapılmaması gerekendi...

"Merak etmeyin teyzecim, elbet dua ediyoruz. Ama ben hastalığımla barışığım, yaşamayı seviyorum. Annemlerin söyleyip söylememesi ile üzüleceğim bir durum değil bu, ben senelerdir bu hastalıkla uğraşıyorum. Sorunum yok şükür." dedim ama üzüldüm bambaşka görüldüğüme daha fazla. Oradan biraz teyze anlar diye umuyordum ama olmadı;

"Her şey Allahtan tabi, Allah cümlemizi korusun. Yarın bizim ne olacağımız belli değil, Allah inşallah sana sağlık versin. Kimsenin başına da vermesin." Diye diye aklına geleni söyledi. Sağolsun dualarını kabul ettim ama böyle yok sayılarak yapılması canımı acıttı. O gün akşama dek hep aklıma o cümleler geldi!

Bu teyze sadece küçük bir örnek! Ama ben; ne o teyzenin ne de sizlerin, kendi vicdanları ve de sevapları arasında bir araç değilim. Ben bir insanım, Türkiye'de insan içinde bulunduğumda bazılarınız kabul etmese de. Benim de duygularım oluyor ve hayatı birçoğundan daha dolu dolu yaşamaya çalışıyorum. Ben bir insanım, ayıp nedir çok net biliyor ve saklayacağım şeylerin utanılacak bir şey yaptığımda olması gerektiğini biliyorum.

Kızgın mıyım, hayır. Kırgınım çokça sadece. Çünkü bu zihniyet hepimizin evlerinde var ne yazık ki. Ben bir tek kişi beni anladığında ve davranması gereken hassasiyette davrandığında, üzerimden vicdanını konuşturmadığında eve nasıl mutlu döndüğümü biliyorum! Yapmayın bunu, bana ve benim gibilere. Sosyal yaşamda bulunmayı bu kadar zorlaştırmayın bize. Hayır empati kurmak çok zor değil ya! Olmamalı işte...


SİZDEN RİCA EDİYORUM!

Bir engelli gördüğünüzde; ona dua etmesini söylemeyin, ona hastalığını sorsanız da tedavisini sorsanız da (ki bunları size söylemek için dışarı çıkmıyor ama!), ötesini sorgulayıp irdelemeyin lütfen. En acısı da, gördüğünüz engelli üzerinden sesli şükürünüzü duanızı yönlendirmeyin. Sessiz edilen dua da her zaman evladır!

Bir hadis var Kur'an'dan; "Bir şeyi bilmek, onun cahili olmaktan evladır (*Daha iyidir)." Yani bilin, öğrenin ve daha iyisi olun. Ama ne olursunuz, bizim kalp kırıklıklarımız olmayın, yanımızdaki sevdiklerimizi üzen ya da toplum içinde yaşıyor kabul etmediğinizi belirten kişi olmayın. Ne olur kendi içinizde kalsın bir şeyler, böylesi hepsinden güzel!

Sevgiler...


Not; Diyebilirsiniz ki, bu seni yıldırdı mı şimdi? 

-Hayır bu olay beni yıldırmadı, yıldırmayacak. Toplumdan kaçmayacağım, taşlanmadığım surette. Ama gel gelin bir taştan daha ağır olabiliyor cümleleriniz bazen. 20 senedir bu hastalıkla beraber yaşıyorum hayatı, ben en başında kabul ettim de; hayatı boyunca sizler bizleri görmeyi kabul edemiyorsunuz toplum içinde. Buna çok kırılıyorum. Birileri bizimle nasıl konuşulmaz bilmiyor, buna çok üzülüyorum. Ben dışarıya hastalığımdan nasıl kurtulabilirim, diye çıkmıyorum; hastalığımın adını söylemek, ya da tedavim var mı? dile getirmek için çıkmıyorum. Ben yaşadığım için dışarı çıkıyorum ama her seferinde aksiyle karşılaştırılıyorum, bunlara çok kırılıyorum... 

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Dalyan Tekne Turumuz - 08.07.2018


Marmaris'ten dönmeden iki gün önce, 8 Temmuz 2018'de Dalyan Tekne Turumuz ile yaz tatilimizin son gezisini yapmıştık. Benim hiç beklemediğim şekilde, üçüncü tekne gezim oldu  Dalyan Tekne Turu böylece... :)

Aslında bu tekne turuna, bir günlerini ayırıp sadece Ayşe teyzem ile annem gidecekti başlangıçta. Sonra, bir gün denizden döndüklerinde babam, iki gün sonra Dalyan'a gidiyoruz biz de diye geldi. "E hani sadece annemler gidecekti, biz otelde kalacaktık?" dedim ve "Biz de gidelim dedim." dedi babam. Bizim için çok daha iyi oldu, hem de annemin de gözü arkada kalmadan epey eğlenceli bir tur daha oldu... :)


Bir önceki gezi yazılarımdan ilki, "Marmaris Tekne Turumuz" idi, orta boy diyebileceğim bir büyüklükte uzunlamasına bir tekne idi ve tüm geziyi o tekne ile başlayıp bitirmiştik. Ama Dalyan Tekne Turumuz'da; sabah 9.30 civarı büyük gezi gemimize bindik ve 2 saat kadar yol gittik. Önce ufak bir yerde durdu tekne, bir yüzme molası verildi; sonrasında da deniz ortasında bir küçük limana yanaşıp küçük teknelere bindirildik, bu tekneler bizi "Isuzu plajına, Kral Mezarlığına ve Çamur banyosuna" götürdü...

Dalyan Turumuzdaki gemimizle, Marmaris Koyları Turumuz arasında ilk karşılaştırmamı yapacak olursam; Dalyan Tekne turumuzdaki öğle yemeği daha güzel idi bana göre, ama Marmaris Koyları Tekne Turumuz da daha rahat idi tekne sanki... 

Dalyan'a gitmek üzere teknelere bindirildiğimiz deniz üstü set halinde kurulmuş limanlara baktığımda görebildim; Dalyan'a gittiğimiz gemimizin adı, "Barkas Sunset Beach" idi....

Isuzu Plajı Veya İztuzu Plajı...


Marmaris Koyları arasında, koylar arası yakınlıklar kadar değildi bu seferki rotalarımızın yakınlığı... 2,5 saat kadar yol gelip, küçük teknelere bindirilmek üzere durduğumuz limana gelmeden önce öğle yemeklerimizi yedik ve bindiğimiz tekneler ile önce Isuzu plajına geldik. Rehberimizin de, küçük teknemizin kaptanı ve yardımcılarının söylediği isim de Isuzu plajı idi ama turistlerin gelenlerin gidenlerin söyleye söyleye bir isim daha ortaya çıkmış, o da İztuzu plajı... Büyük gemiye geri dönerken öğrendim tüm netliğiyle tekrar bu bilgiyi rehberimizden öğrendim ve ben en başından beri söylenen bu ismini; "Isuzu plajı" ismini daha orjinal ve kendine has buldum. :)

Isuzu Plajı, kaplumbağa plajı olarak da anılıyormuş bu arada. Her sene Caretta Caretta'ların yumurtalarını bıraktığı bir kumsalı da bulunan Isuzu Plajı; tuzlu su ve tatlı suyun birbirinden ayrıldığı yer de aynı zamanda. Bu plaja geldiğinizde başlıyor bu ayrım ve de birleşim... Her sene caretta caretta'lar yumurtalarını bırakırmış bu plaja ve belediye ile beraber gönüllü olarak yumurtalar koruma altına alınırmış. Kaplumbağa Plajı, dünyaca bilinen adı ile Isuzu Plajı veya İztuzu Plajı; Dünyanın en güzel ikinci plajı ilan edilmiş... :) Dereceli bir plaj da yani...


Bu plajda 1 saatlik bulunma izni verildiğinde ve de verilmeden önce, bize söylenen; Kaplumbağaların her 6-8 dakikada bir nefes almak için su yüzüne çıktığı ve denize girseniz de girmeseniz de bu şöleni izlemeyi ihmal etmemiz gerektiği. Ben yine teknelerden inmediğim için, bu görsel şöleni yani kaplumbağaların doğasını izleme fırsatı buldum. Çift halinde gelmediler ilk, ilk tek olarak gördüğüme şaşırdı gemi kaptanıımızda; zira hep çift gezerlermiş normalde. Sonra çift olarak da geldiler ve yüzerken birbirlerine yaptıkları danslarını da izledim. O kadar sevimli, o kadar güzel ve o kadar büyüktüler ki! :)

Isuzu Plajında bulunduğumuz esnada, Kaplumbağaların verdiği pozların yanı sıra; babam ve Kağanım da pozlar verdi bana ve en güzel pozlarını da bence burada çektim, hem güneş ışığı hem de kaplumbağaların plajında çok tatlıydı ikisi de... :) 

Kaplumbağaların nefes alması nasıl derseniz, üst tarafta teknemizde bulunan bir çiftin çektiği fotoğraf da var. Ben onlar su yüzüne çıkarken kameramı hazır bulunduramadığımdan sebep, izlemekten çekemedim o sırada. Ama bu özel anı çeken çift, bu anların resimlerini ve videosunu whatsapp üzerinden gönderdiler sağolsunlar bana.... (:

Kral Mezarlığı...



Kral mezarlığına Doğru Sazlıkların arasından geçiyoruz. Küçük kanallardan geçebilmemiz için teknelere binmemiz gerekiyor dediklerinde, her birimiz küçük burun şeklinde geçiş yerleri düşünmüştük. Hani şu, boğaz tarzı olan yerler. Sazlıkların oluşturduğu yollar da hemen hemen böyle idi ama açılan yollar izlenmeye değer. Videoya çekse idim keşke diyorum şimdi ama oranın keyfi bizzat giderek yaşanırmış aslında. 

Tatil grubumuzla arkamızda sarı-yeşil sazlıklar bulunurken çekindiğimiz resimler, oranın doğal güzelliği ve doğal ışığı ile bana göre tam bir fotoğrafçının elinden çıkma oldu. En uzun soluklu olarak, içinde en çok tarih ve de doğaya dair doğallık içeren tekne turumuz Dalyan oldu böylece... :)



Kral Mezarlığı'na geldik sonra; yaklaşık 45 dakika yol gitmişizdir, ya da bana öyle geldi bilmiyorum... :) O sazlıkların içinden baya yol gittik ve Kral Mezarlarının bulunduğu yere geldik; üzerinde bir Türk bayrağı ve de bir tarafından görülen kale surları bulunuyordu ve bu üzerinde bulunanlar kendi tarihini gözler önüne süren Kral Mezarlığı'nın kendisini oluşturuyordu...

Rehberimizin anlattığı bilgilere göre; 8 mezar varmış burada, Kral Thanus'un kendisi eşi ve 3 kız çoğu ile 2 oğlunun mezarları ve bir de en büyük kralın mezarı varmış. Bir de o dönemin sayılı zenginlerinin böyle mezarları olurmuş... En yüksekteki mezarlık 120 metre yükseklikte imiş! Bir insan nasıl böyle bir yapı yapabilir diye düşünüyor insan, oraları izlerken. :)

Rehberimiz bize oraların tarihini anlatırken, birisi "inip oraları göremiyor muyuz?" diye sordu. Rehberimiz de gülerek, "Güzel soru, aslında eskiden inilip gezilebiliyordu ama artık yasak. Çünkü bizim insanımız "Ahmet Ayşe'yi seviyor diye yazıyor her gördüğü tarihi taşa toprağa. Tamam iyi de tarih ne yapsın bunu? Böyle olunca yasaklandı tabi." dedi ve güldü. O an da şu an da düşündüğüm, güleriz ağlanacak halimize! Değer bilmediğimiz zaman kaybediyoruz, oysa başka medeniyetler kadar değer versek biz de; "sadece bir taş parçası değil, eski medeniyetlerce gelen hikayeler onlar!" diyebilsek  ve dokunmasak her birimiz. O zaman kendi topraklarımızda, bizden bir şeyler saklamak durumunda kalmazlar...



Gelelim Kral Mezarlığı'nın efsanesine... Böyle bir tarih olur da; efsanesi, hele hele bir aşk efsanesi olmaz mı? :) Rehberimizin anlattığına göre (Ki o da "anlatması bizden, inanmak veya inanmamak da sizden" demişti!), bu efsane şöyle imiş;

Kral Khanus ve kız kardeşi Byblis zamanında aşk yaşamış. Tabii ki bu yasak aşka kimsenin evet denmeyeceği biliniyormuş ama duyulunca kız kardeş ülkeyi terk etmek durumunda kalmış. Birkaç sene sonra aşkına dayanamayıp döndüğünde, Kral Khanus'un evlenip 3 kız 2 oğlan çocuğu olduğunu görmüş. Gördüğü durum karşısında da ağlayarak kendisini bu tepeden atarak intihar etmiş... Efsaneye göre, Byblis'in intihar etmesi ile ülke böylece lanetlenmiş; Byblis'in gözyaşlarından bu tatlı su, saçlarından da sazlıklar oluşuvermiş. Sazlıkların oluşturduğu labirent şeklindeki geçiş yolları da, bu efsane ile oluşmuş yani... :) 

İnanırsak rehberimizin anlattığı efsane böyle idi... Ve adı efsane olduktan sonra, inanmak bana çok garip de gelmiyor. Sonuçta gerçekleşmiş olması da muhtemel demektir benim için, gerçekleşmemiş olması büyük ihtimal olsa bile. Efsane dinlemeyi seven birileri varsa benim gibi, ben bu efsaneyi çok sevdim ve de o eski zamanlara dair inandırıcı buldum... 

Tabii internete bakılınca, bu ikiz kardeşlerden Byblis'in aşkının platonik olduğu gerekçesi ile tiksinmesi üzerine Kral Khanus'un ülkeyi terk ettiği gibi anlatılan bir efsane de var,  Khanus'un kız kardeşini sevmesi üzerine büyük kralın oğlu Khanus'u ülkeden kovduğu ve Kral Khanus'u sevenlerin ülkeden ayrılıp bu bölgeye krallığı kurduğu da... Bu diğer ihtimaller dizisi bu efsanelerin sonucunda da; Byblis'in dışlanması sonucunda çok ağladığı ve kendini intihar ettiği, sonucunda da bu bölgeleri onun gözyaşlarının oluşturduğu sazlıkları da saçlarının oluşturduğu yazıyor... Valla bilemiyorum bu sazlıklar meselesi nasıl oluşmuş ama o bölgede Sazlıklar arasından geçerek gittiğimiz bölgeler çok ama çok huzur verici cinstendi... :)

Sazlıklar...



Sazlıkların bir kısmında geçiş noktaları da vardı, öyle her tekneyi geçirmediklerinin ispatıdır da diyebiliriz... Otopark'taki dişliler nasıl ise, deniz üzerine öyle kısmen dişli kapanlar kurulmuş ve o kapıdan geçmeden önce oradaki güvenlik görevlisi açıyordu o geçiş kapılarını... Yaklaşık 8-9 tekne olarak ayrıldık gemimizden, her teknede 31 kişi bulunabiliyormuş kaptan ile beraber; aksi olduğu takdirde cezası da oluyormuş denetlemeler sırasında... :)

Dalyan'a geldiğimizde garip hissetmiştim kendimi; küçük bir ada şeklinde gördüğümüz yerin, bir yarımada olduğunu ve arabalarla da gelinebilecek bir bağlantısı olduğunu anlamış oldum. Üzerinde; Caretta Caretta heykeli ve dalyan yazısının da bulunduğu bir parkı, birçok restaurant'ı ve de pansiyonları bulunmakta. Bu bölgenin turisti o kadar bolmuş ki, internette yazılana göre 90'lara kadar mudavim bir çevresi olan yer, en çok turist çeken Türk bölgelerinden biri haline gelmiş sonrasında. Kesinlikle doğa aşıklarının gidip görmesi gerektiğini düşündüğüm bir bölge. Doğa aşıkları dünya üzerinde kimbilir nereleri gördü gezdiler ama hem tatlı suyu hem de denizi bulunan ve doğa tarafından sarıp sarmalanmış bu bölgeyi de seveceklerini umuyorum... 

(Not; tanıtım yapmıyorum vallahi, içimden gelen bunlar. Ne sponsor aldım, ne de tanıtmam istendi buraları. Ama olsa iyi olurdu vallahi! :D)

Çamur Banyosu, Kaplıcalar Ve Gemiye Dönüş Yolu...



Kral Mezarlığından sonra Çamur Banyolarının olduğu yarım adaya ilerledik, dediğim gibi o yol üzerinde de Dalyan Belediyesinin bulunduğu kısmı gördük. Yeşillerle kaplı ve teknede bulunduğum taraftan tam olarak görüntüleyemediğim için çekemedim ama gördüklerim çok güzeldi. Sizlere link vermek istiyorum, Dalyan Beldesi araması altında Google'da bir sürü görsel var. Ancak ben seçip, gördüğüm ve en çok beğendiğim görselliği sizin için ekledim buraya... :)

Çamur Banyosu kısmından fotoğraflarımız yok, mesafe uzak olduğu için ben oraya da gidemedim ama annemler birkaç adet çamur havuzlarının bulunduğunu ve bir de duş bölgelerinin bulunduğunu söylediler. Fotoğraflar bize saklı, onları yayınlamamamı istedi annemler, ben de saygı duyarak yayınlamıyorum tabii ki. :) 

Çamur banyosundan sonra, annemler ciltlerindeki gerginlik ve de nemden hoşnut idiler; söylenene göre, belirli bir süre sonra bu çamurun cilt güzelliğine etkisi varmış. Söylenenler, cilt hastalıklarına o bölgenin çamurunun iyi geldiğinden yana ama diğer hastalıklara bir etkisinin olduğunu orada çalışanlar da yalanlıyor. Ama cilt hastalıklarında etkili imiş. Bu da o bölgede yaşayan, çalışan ve gidip gelenlerin bilgileri... (:



Üstteki resimde ise sol üst taraftaki resim Dalyan beldesinin denizden görünen kıyısı. Diğer iki resim, benim omzumun üstünde de gördüğünüz ada ise, Delikli Kaya diye adlandırılan bir adacık. Bizim gemimizden inip teknelere bindirildiğimiz adacık kendisi... 

Rehberimize dönüş esnasında Kaya'nın üzerinde dörtgen şeklinde gördüğüm delik'in üzerine bu adanın adını sordum, Delikli Kaya olduğunu söyledi. "Vaktimiz olduğu zaman, hele ki gemide kaldığım zamanlar burada da denize gireriz, bu koy da çok güzeldir." dedi bana. Güneşin veya ayın ışığının değişik açılarla o delikten denize doğru yansıma anlarında bulunmak ve orayı deneyimlemek de güzel olurdu doğrusu diye düşündüm. O delik'li tarafı çekemedim, gemimizin demirlediği alanın hemen yanında idi ama açı denk gelmedi işte... Ama burada görebilirsiniz o anlattığım kısmı da... :)



Kaplumbağa koyundan, Yani Isuzu Plajı'ndan ayrıldığımızda, bize teknelerde rehberimizin not aldığı üzere, Mavi Yengeç tatmayı isteyip istemediğimiz sorulmuştu. İsimler ve kaç tane istediğimiz soruldu ve belli bir miktar karşılığında, ki biz o miktara bu kadar küçük yengecin geleceğini beklemiyorduk. Esas gemimize tekrar binince, ısmarladığımız üzere iki adet Mavi Yengeç tutulmuş-pişirilmiş halde geldi önümüze. İsteyen kişiler için, balık, burger ve de patates gibi yemekler de yine mevcuttu teknede; elbette ki ek ücretler ile... 

O saatten sonra, yanımızda getirdiğimiz meyveleri yedik, Kağana Ayşe teyzesi burger aldı, o çok acıkmıştı ve karnını doyurdu. Biz ise Mavi Yengeç'i tattık. Ama o kadar küçük o kadar az etli bir şeydi ki; bir video izlemiştik, bıçak sallayan yengeç diye. Oradaki yengecin seslendirilmiş haliyle dediği kadar var: "Benim neremi yiyeceksiniz, gidin davar alın, balık alın, tavuk kesin tavuk yiyin!" :D Zaten biraz tadına baktından sonra, geri kalanı babam yedi iki yengecin de. Ama onun da dediği, hayvanın öldürülmesine yazık... 

En nihayetinde merakımızı giderdik, deneyimledik. Evet, bir kez daha böyle bir tekne turu yapsak ve bize ister misiniz diye sorulursa artık "hayır" deriz. Çünkü deneyimledik ve biliyoruz, Mavi Yengeç nedir! =)) Bilmiyoruz, belki de bu yengeç küçüktü diyeceğim ama diyemiyorum da. O zamana kadar denemediğimiz üzere, o günden sonra bir kez daha deneyimlemeyi düşünmeyiz diye düşünüyorum. Balığı bazı göl balıkları hariç her türlü yiyorum ama bu kabuklu deniz ürünlerine karşı nedense yenilmemeliymiş gibime geliyor benim hep... :) Tabii hiç hesapta yoktu da, o gün bir anda deneyelim dedik teknede; ne yaşayacağımızı bilemiyoruz, bazen sadece anı yaşıyoruz işte... 

Böyle geçti bitti işte, Dalyan Tekne Turumuz da... (:


Gemide oyun oynadı Kağan, babam; Kağanın keyfi öyle yerinde idi ki, bir ara dans bile etti. Gemi yolculuğu çok ama çok iyiydi ama anladım ki 5-6 saatin üstü çok yorucu oluyormuş. Dönüş yolculuğumuzun da bitmesi ile ve Armutalan kıyısına tekrar geldiğimizde, gemiden indiğimiz gibi sallanmamın hala sürdüğünü anladım. 

Öyle bir sallanma ki; o akşam otele geldik ve direkt akşam yemeğimizi yedik, duş almak üzere odalarımıza çıkıp daha sonra tekrar aşağı indik. Otelde sondan ikinci akşamımızın animasyon etkinliğine katıldık, oturduk ve Ayşe Teyzemin otobüs saatine kadar sohbet ettik. Sonra da yeğenimle biz odaya çıktık ve yattık. Yatağa yattığımızda bile sürdü o sallantı. Ta ki ertesi sabaha uyandık ve o zaman geçti sallanmamız. Demek ki neredeyse 12 saate yakın deniz üstünde bulunmak, aşırı yorucu olabiliyormuş. O sallanma beni daha çok yordu, yoksa denizde gezer iken gemide bulunmak o kadar sarsıcı değildi; kıyıya inene dek imiş meğer... :)



Dalyan Tekne Turu gezimizin yazısı da bu kadardı işte. Dalyan bizim için gezilmesi en zevkli ve bir o kadar da şaşırtıcı bir gezi programı ile dolu idi. Bir önceki Datça gezi yazımıza göre, bu gezimizin yazısını tamamlamak daha uzun sürdü benim için; çünkü resimleri de, anlatılacakları da daha çoktu. 

Bir başka gezi yazısında görüşmek üzere, diyorum şimdilik yine. Ve Marmaris tatilimizin son gezi yazısını da yazmış ve yayınlamış olmaktan dolayı gurur duyuyorum kendimle. Ama sanmayın ki Marmaris'ten bahsetmeyeceğim daha. Çünkü güzeldi ve güzeldik yine orada da... (: Sevgilerimle...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...