Size bugün geride bıraktığımız haftasonunda, Cumartesi günü bir süreliğine bizim güvercinimiz olmaya karar veren "Kara Güvercinimiz Karakuş'tan" bahsetmek istiyorum. Bir çok fotoğraf çekebileceğim kadar çok kaldı bizimle o gün aslında, ama ben ayıklayıp koymayı tercih ettim. Nedenine gelince, burayı resimlerinden çok bizimle sürdürdüğü kısa maceramızdan bahsederek doldurmak istedim... :)
Cumartesi günü Gölcük'e annemlerin küçüklüklerinde Ankara'da mahallelerinde oturan ve babamla evlendikten sonra da 5 sene boyunca ilk ev sahipliğini yapan ve üzerlerinde çok emeği olduğunu her defasında dile getirdikleri, telefonla görüşmeyi hala sürdürdükleri Emine teyzeyi ziyarete gidecektik. Bu benim Emine teyze ile, büyüdükten sonra ikinci karşılaşmam, mantık çerçevesinde de ilk tanışmam olacaktı; ki oldu da, bundan bir sonraki yazıda bahsedeceğim inşallah...
O akşam, Babam erkenden eve gelmiş ve biz yemeği hazırlayana kadar apartmanın altındaki bilardo odasına gitmişti. Aradan yarım saat kadar geçmişti ki babam geri geldi. "Misafir getirdim bak size," diye seslenerek içeri girdi. Elinde bu kara güvercin, "Beni ziyarete gelmiş herhalde, salona girdi birden." diye anlattı. Bu "Karakuş"umuz, bizim apartmanın girişinin yan tarafında içeriye doğru girişinde 5-6 adımlık payı olan bir yere, Babamın Bilardo oynadığı salonumuza ani giriş yapmış. Babamın söylediğine göre, öyle pek de telaşlı değilmiş. Biraz uçmuş çıkmaya çalışmış ama babama çabuk güvenmiş olmalı ki çok da bir yerini zedelememiş, hemen uysallaşmış ve kendisini tutmasına izin vermiş...
Babam eline almış ve yukarı getirmiş, açsa karnını doyurmak ve su vermek için. Ve tabii bize de göstermek için. İlk geldiğinde yaralı sandık annemle, çünkü çok çabuk alıştı ve kalp çarpıntısı sever sevmez kesildi neredeyse. Bu tür kuşlardan pek korktuğum söylenmez, yırtıcı olduğuna kanaat getirmedikçe. Kuşları çok severim, çok severiz. Birçok kuş besledim ve büyüttüm zamanında da. Onları izlemek benim için büyük bir zevk, gökyüzünde uçarken resmen insanın içine ferahlık veriyorlar. İsim koyma merakım var sanırım, ihtiyacını giderip göndereceğimizi bile bile isim koyduk; şanına yakışır şekilde, "Karakuş" dedik o'na.
Bununla da kalmadı, boynuna bakma gereği duydum ben. Çünkü bir süredir birkaç kez gidip gelen bir kuş vardı, balkon demirimizin üzerine konan ve bir süre durduktan sonra uçup giden. O gidiş gelişlerinde dikkat ettiğim özelliği, güneş vurduğu zaman daha da belirginleşen boynundaki mor şekilde parlayan lekelerdi bu kara kuşun. "Karakuş"un boynuna baktığımda da bu mor leke vardı, "Acaba?" dedim. Yetmedi, o olduğuna da gönülden inandım. Belki de aşağıdaki düğün salonunun güvercinlerinden biridir de gelip gittikçe balkon demirimize konup bana selam veren bu kuştur. Belli mi olur? Bilirsiniz, inanmam pek tesadüfe. Kader gibi değil de, bir nedeni olduğunu düşünürüm işte yaşadıklarımızın... :)
"Karakuş"; ekmeğini başta yemedi ama gönderemedik de onu bir türlü. Önce annem, sonra babam denedi ise de gitmedi işte. Babamın dediğine göre "şımardı ilgimizi görünce." Güvercinler böyle olurmuş da zaten, köpek gibi evcil ve sadık olabilirlermiş. Ne kadar enteresan değil mi? Bu kadar olduğunu bende bilmiyordum. Boynunu başını kanatlarını sevdirdi durdu bizlere, gıkı bile çıkmadı. Öyle güzel ve candandı ki; göklerden haber gelmiş gibi, bir mesaja sahipmiş gibi bir an'ı yaşattı bizlere. Tamam bizlere değil, bana... :)
Yaklaşık 1 saat boyunca gitmedi balkonumuzun mermerinin üstünden biliyor musunuz? Bir süre babamla masada durdu. Babam ona su içirdi ama kanatlarını ev içinde uçmaya çalışıp da yaralamasın diye tutarak tabii. Balkonda bekledik, su içmesini yemek yemesini. Uçurmaya çalıştık sonra, uçmadı. Babam üst fotoğraftaki gibi yukarı da kaldırdıysa, elinden de bırakmaya çalıştıysa da bir türlü inmedi tırmandı babama. Benim için garipti işte, babam da -biliyor olmasına rağmen güvercinlerin huyunu- hayret ettiğini söyledi.
Nihayetinde akşam yemeğimizi yerken, mermere bıraktı babam "Karakuş"u. Ben elimden kaçırırım da, evin içine kaçar diye almadım elime. Ama sevmeyi de ihmal etmedim. "Karakuş" yemeğimizi bitirene kadar gitmedi mermer üstünden, yemeğimizin sonrasında bile gitmedi ki. Gözlerini yumdu ve uyumaya başladı, hasta sandık ama "babam sadece yorgun bence." dedi. Çünkü yarası da beresi de yoktu. Yemeğimizi yiyip bitirdikten sonra, uçmadan hasta olmadığına inanmayacağımıza karar vermiş babam. Elini alıp uçurtuyorum artık, dedi. Annem ile; hasta galiba uçmak istemiyor, desek bile. Fotoğraftaki gibi aldı yine eline ve birçok kez göklere doğru ittirdi. 3-4 derken, 5.'de uçtu "Karakuş". Sapasağlamdı, hiçbir sorunu yoktu ve bize garip bir saat geçirttikten sonra uzaklara doğru uçtu gitti işte... :)
O gittikten sonra da biz toparlanıp, camları kapatıp Gölcük yollarına yolcu olduk. Geri geldi mi acaba diye çok düşündük, gerek yolda gerekse de Gölcük'de kaldığımız 2 gün boyunca. Pazar günü eve döndüğümüzde hava karanlıktı ve yağmur bastırmıştı. Birilerine bizden selam gönderdi mi? Acaba bir yerlerde hala posta güvercinlerini kullananlar var mıdır? Güvercinlerinin birilerini seçmeleri bir anlam taşır mı? Karakuş'un bizlere gelmesinin bir nedeni var mıydı? "Karakuş"da bana-bize umut ve mutluluk vermesi için gönderilmiştir belki uzaklardan? Diye düşündüm durdum böyle ister istemez işte. Bilirsiniz belki, hayalperestimdir ve kendimce yorumlama sanatım da vardır içimde.
Ve bir de bir şeyi daha düşündüm bu yazıyı yazana dek; acaba bir daha gelir misin Karakuşum, mavi göklerde süzülerek, boynundaki mor lekeyi bana sergilemek için?
"Karakuş"umuza ve hepinize sevgilerimle... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)