Doğa içinde daha rahat, daha içten huzurlu ve de kendimdeymişim gibi. Son zamanlarda teknolojinin gelişmesiyle gerçek ilişkiler kurmaktan uzaklaşan insanoğlunun her fırsatta yüzleşmesi gereken şey, doğal hayat içinde yer aldığında ne hissediyor bir bakması gerektiği bence.
Gemlik'in yüksek kesimlerde köylerinden birinde, Haydariye Su Düşen Şelalesinin kenarındaydık bugün. Şelaleye akan suyun oluşturduğu dere kenarına kurulduk. Ördüğüm örgümü, okudum kitabımı ve dumbell'ımı aldım geldim. Annem, babam ve ben. Annemin dayısıgilin arsasına geldik sabahtan. Güneş vurana kadar orada idik, sonra güneş çıktığı an erzaklarımızı toplayıp şelaleye doğru geçtik.
Doğaya çıktığımda küçüklüğümden beri en korktuğum şey böcekler meselesi oldu bu zamana dek. Son senelerde kendimi geliştire geliştire meğer bugüne dek getirmişim. Vızıltı duyduğum an, kanat sesi duyduğum an (böcek, arı vs) çığlık atan benim üzerime; bugün arı kondu. Önce kolumda gezdi, korkmadım değil ama sakin kalmaya uğraş verdim yine de!
İlk Vızıltıları duyduğumda yüreğimin korkusu beni ürküttü, nasıl burada akşam geçecek dedim. Sonra okuduklarımı düşündüm, hayal et hiçbir şey olmayacak. Sonra sakinledim, ferahladim. Sürece sadece inandım, çünkü en dip noktada idim ve ya o ya o kısmında idim.
Bir an sesimi çıkarıp, "anne baba bu arı sürekli üstümde geziyor ama korkuyorum" Dedim. "Bizim de burada var arı, korkma bir şey yapmıyor." Dediler. Onlar dere suyunun içine attıkları masanın çevresinde oturuyorlardı, ben derenin kenarında başka masada...
O vızıltıya o gün dahi alışamadım, ama biraz olsun direncini kırdım hassasiyetimin. En fazle ne olur? İğnesini batırır, canım acır, iğneyi çıkartırlar ve hastaneye gideriz hemen. (Acaba benim arı sokmasına alerjim var mı?)
Gün bitti geçti bile ama o vızıltıya hala alışamadım, duyduğumda en inceden içimi oyuyor o ses. Ama hassasiyetim azaldı biraz, çok şükür...
En garipsediğim ana gelince; önce boynuma vızıldayarak gelen, sonra da sesi kesilir gibi olunca koluma yürüyen bir şeyi karınca sandım. Elimi uzatınca arı çıktı elime, parmağımda bir arı ve ben hiç kalp çarpıntısı olmadan arıya bakıyorum. Efsane bir andı ve bu anlar yaklaşık 5-6 senelik kendini böcek korkusu sebepli teskin etmeye çalışan birinin yaşadığı iyileşme anıydı...
***
Doğa içinde geçirilen bir gün, arıya dokunduğum ve vızıltıya geliştirdiğim dirençli bir gün; okuduğum kitabi yarıladım, elimdeki örgümün yarım yumak ipini bitirdim...
En çok da dinlendim; hiçbir ekran veya dış ses olmadan kendimi dinledim. Çünkü bu bölgede telefonlar çekmiyor, radyo almayı unutmuşuz ve telefonumda da kayıtlı müzik bulunmuyordu. En son ne zaman böyle bir mekanda bulundunuz?
Ben günün sonunda kendimi evde bu kadar verimli olmadığımı düşünürken buldum. Yaptığım çok bir şey yoktu ama daha diri ve net görüyordum uğraşlarımı. En azından düşüncelerim bile temiz ve bana aitti. Kimsenin derdiyle dertlenmeden, aşırı empatiden, duyarlılıktan, benim olmayan hisler bilgiler ve de uğraşlardan uzak...
Bu çok şey demekmiş, farkettim. Oradan geldim geleli dikkat etmeye karar verdim, baktığım gördüğüm empati kurduğum ve dert edindiğim haberlere çok odaklanmayacağım.
Hayat geçip gidiyor da, gerçekleştirmek istediğimiz hayaller adına uğraş vermemiz gereken zamanlarımızı erteliyoruz çoğunlukla. Yerine olmadık üzüntüler ve endişeler koyuyoruz. Sanal görsellerin yapay mutluluk hormonu salgılamasına kapılmış durumdayız. İşte bugün bunlar acı geldi bana...
03.08.2024- Cumartesi, Su Düşen Şelalesi Çevresi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)