Hayat hikayem adlı yazı dizimde ilerlemek düşündüğümden de zor oluyor gerçekten. Ne zaman anlatmaya kalksam, çoğu cümlemden hemen sonra “anlatmak istediğim bu muydu ki?” diye düşünüyorum birkaç kez...
Geldik, bir kez daha çok düşünerek yazmaya uğraştığım ve nihayet bir çırpıda yazmaya karar verdiğim üzere “Kas Uzatma Ameliyatım” ile ilgili bölüme… :) Sizinle 2003’e gidiyorum tekrar, şaka gibi gelebilir ama hala düşündükçe; harbiden biz yaşadık bunu ve bu da geçti, dediğim birçok anı biriktirdiğime mutlu da olduğumu görüyorum. O zaman iyi okumalar olsun, çok uzun bir yazı oldu ama nihayet içime sindi... Sevgilerimle... (:
Geldik, bir kez daha çok düşünerek yazmaya uğraştığım ve nihayet bir çırpıda yazmaya karar verdiğim üzere “Kas Uzatma Ameliyatım” ile ilgili bölüme… :) Sizinle 2003’e gidiyorum tekrar, şaka gibi gelebilir ama hala düşündükçe; harbiden biz yaşadık bunu ve bu da geçti, dediğim birçok anı biriktirdiğime mutlu da olduğumu görüyorum. O zaman iyi okumalar olsun, çok uzun bir yazı oldu ama nihayet içime sindi... Sevgilerimle... (:
Ankara’yı sevmememe sebep olan operasyonlarımdan ilki 1997'de olduğum biyopsi operasyonum idi; ikincisi ise 2003’teki Kas Uzatma Ameliyatım oldu… Benim Ankara’yı başta sevmemem hep Hacettepe Üniversite Hastanesi’nden sebep oldu yani. Sonra, daha önceden de bahsettiğim gibi; ailemin bana öğrettiği üzere sevecek birçok parça aradım ve buldum, şükür ki Hacettepe Üniversite Hastanesi’ni de sevdim zamanla işte… :)
2003 senesinin Nisan ayında ameliyat olmam üzere karar verildiğinde, çok çalkantılı bir süreç başlamıştı bizim için. Bu çalkantının korkulu kısmının en çok bende olduğunu sanıyordum ama ailem benden daha endişeli idi, onu da bilebiliyordum. İnsan küçükken tam anlayamıyor tabii, büyüdükçe daha iyi anladım ve de anlıyorum…
Doktorlarım Kas Uzatma Ameliyatını olmam gerektiğini söylediğinde, “Ameliyat olmaz isen yatağa bağlı kalabilirsin.” Demişlerdi. Bu bilgiyi annemlerle paylaştıktan sonra bizzat benimle de paylaşmıştı doktorlar. En başından beri ailemin ve de benim istediğim üzere, bu riski ve de her bilmem gereken bilgiyi de bilmeye devam ettim hastalığımla ilgili… Bilerek ve bilincinde olarak bu yolda var olduğuma da mutluyum, Zamanla, “Belki de bu ciddiyetin ve şakanın bilincinde olarak emin adımlarla yürüyebiliyorum.” Diye hisseder oldum…
Bu ameliyat ile ilgili çok korktum başta. Korkum, ameliyattan sonra da bir daha yürüyememek üzerineydi. Doğruya doğruydu ki, çok iyiydim; parmak ucuma basarak yürüyor da olsam, “ya bundan daha kötü olursam” diye düşünmeden edemiyordum. Ama olması gerekiyordu, ameliyat olmazsam yürüyemeyeceğim kesindi…
Doktor odalarında, doktorların karşısında ağlayacak ve onlarla bu durumların pazarlığını yapacak kadar ağladım; “Tamam, ameliyat olmazsam yürüyemeyebilirim bir daha. Ama ameliyat olursam da, yürüyememe gibi bir durumum var değil mi?” diye sordum hem doktorlara hem de annemlere. Bu ihtimalin çok düşük ihtimal olduğunu söylediler. Ameliyat olmazsam bu ihtimal kesindi çünkü. Nasıl bir içgüdü ve de güçtür, şimdi anlayabiliyorum ve gurur duyuyorum annemle; o zaman o kadar sıkmıştım ki annemi, en sonunda “Bunun olmayacağına ve de başaracağımıza inanıyorum. Yapacağız, söz veriyorum.” Diyerek ağlamıştı annem karşımda. Unutmadım, unutamıyorum. Ölmekten değil, ameliyat sonrası bir daha yürüyemeyecek olmaktan korka korka; ameliyat için güçlü olmaya ve de inanacağıma söz vererek o süreci başlattık işte. Bunlar yaşanırken, sadece 12 yaşındaydım…
Fotoğraftaki kadın ve adam, Anneannem ve Dedem... Anneannemi maalesef, bir hastalık sonucunda, 2002'de kaybettik...
Anneannem, çocuk sevgisi ve de güler yüzüyle kalmış demek ki aklımda. O hayattayken geldiğimiz yaz tatillerini ve şubat tatillerimizi hala bugün olmuş unutamam… Ama esas unutamadığım bir an daha var ki; anneannem vefat ettikten sonra, ameliyat olmaya Ankara’ya gitmeden önce, Anneannemin mezarını ziyaret etmeye ve de onun yatağında son kez yatmaya geldiğimiz o ziyaret amaçlı gelişimiz… Anneannemin yatağında annem ile uyuyup da, dualar ile ve de başarabileceğime inanç ile duamda “Anneannecim, ben sana geldim annemle. Sen de yardımcı meleğim ol ameliyatımda.” Demiştim.
Ama o ameliyattan sonra başlamadı yürüyememe durumlarım. Ben ameliyata gitmeden önce, Damlam yukarıdaki kitabı hediye etmişti. Benim hediye olarak aldığım ilk kitaplarımdandır kendisi... :) Korktuğumu biliyordu Damlam ve küçük aklıyla bana kendi kitaplarından birini hediye ederek destek olmuştu. Yıllardır çok çıkartamam kitaplığımdan, gördükçe bir duygu seli... "Sevgili arkadaşım Didem, Geçmiş olsun dileklerimle. Damla. 13 Nisan 2003" yazıyor üst kolajda sağdaki resimde... Kas Uzatma Ameliyatımı Nisan 2003'te oldum; tarihini falan hatırlamıyorum tam olarak, ne oldu ne bitti onu anımsıyorum ve bir de bu anımızı hiç ama hiç unutamıyorum. Sımsıkı sarılmıştım Damlama mesela. Tanışalı çok da uzun süre geçmemiş olan o an gibi, arkadaşlığımızı sağlamlaştıran anılarımıza da şükrederim hala...
Velhasıl; annem ile Antalya ziyaretimiz öncesinde, ailemin duası ve hem oyun arkadaşım hem de çocukluk arkadaşım kardeşim Damlamın desteği ile çıktık yola, Antalya’dan sonra da vardık nihayet Ankara’ya…
2003 senesinin Nisan ayında olduğum o kas uzatma ameliyatı, benim için ilkler silsilesinin yegane kahramanı oldu sonra. İlk büyük ameliyatım oldu mesela. İlk defa o ameliyat sayesinde henüz sevemediğim bir şehirde koca hastanede tek bir tanıdığım olmadan yalnız başıma kaldım bir hastane odasında. Tamam odayı paylaştığım bir arkadaşım oldu sonra ama nihayetinde başta tanıdığım biri değildi o da. Sonradan tanıştık ve alıştık birbirimize...
Ama unutamıyorum hala, ilk bir kız ile sonra da bir erkek ile paylaştığım o iki hastane odasını ve ziyaret saatleri dışında yalnız kaldığım geceleri... Tren raylarına bakıyordu odalarımız ve ilk bu görüntü samimiyetle karşılamıştı beni yalnız kaldığım zaman diliminde. İlk odam sadece tren raylarını görüyordu, ikinci odam ise Anıtkabir’in de dahil olduğu bir görüntüyü… Çok ama çok güzeldi, oda manzaralarımız; yemeklerimize değinemiyorum, onları tam anımsayamıyorum çünkü, ama annemler hala çok güzel olduğunu söyleyip duruyorlar. Bense azıcık anımsıyorum güzelliğini o kadar… :)
Refakatçi kalmasına izin vermedikleri için, ilk gece annemlerin beni bırakıp gitmek zorunda kaldığı zaman dilimi gelip çattığında, nasıl korktuğumu hala hatırlıyorum. İlk 5 gün hastanede kontrol altında kaldığımı ve 3 gün sonra ancak alışabildiğimi de…
İlk iki gün, ameliyat korkum oluşmaya başladı. Artık sadece yürüyememekten değil, ameliyatın kendisinden de korkar olmuştum. Acı ama gerçek, hastanede daha iyi farkına varabilmiştim bu ameliyat olgusunun… Hemşirelerimiz var, kontrole geliyorlar ve sürekli bir öğrenci grubu öğretmenleri ile geziyor; her gün. İstersen ezberleme, her gelen öğrenciye dosya okutuluyor ve öğreniyorsun “Kas Erimesi hastası, ilk teşhis 97’de konulmuş ve birkaç gün sonra kas uzatma ameliyatı yapılacak.” Ayağa kaldırılıp yürütülüyorsun; kontrollerin için de en ayrıntısına kadar bakılmalı ve atlanılmamalı, o yüzden razı geliyorsun. Eğlence gibi oluyor, eğer eğlenceli olmasını tercih edersen. Ben tercih ettim ki, bu süreçlerin her biri eğlenceli olsun ve çabuk gelip geçsin diye işte…
3. günümdü hastanede galiba, odamı değiştireceklerini söylediler. Sebebini şimdi hiç hatırlamıyorum, beni bir koridor ötesinde bir odaya götürüp yerleştirdiler. Hemşirelere ve de arkadaşım Gonca’ya anlatamıyordum, "yarın sabah annemler geldiğinde beni bu odada bulamayacaklar. Yalnız kalacağım iyice…!" Şimdi bile saçma gelmiyor tam, duygusal ama mantıklı geliyor o anki duygusallığım. :D Ama gülüyorum artık tabii ki.
Beni Gonca’nın odasından alıp, Ali’nin oda arkadaşı yaptılar. Ali de benimle aynı gün ameliyat olacaktı ve onun annesi henüz gitmemişti ben onun odasına geçirildiğim gün o saatte. Eşyalarımı bırakıp, tanımadığım kişilerin yanında ağlamamak için, yeni odamdaki tuvalete girip ayna karşısında sessiz sessiz ağlamıştım. Bana sadece bu yalnız anlarım dert olmuş sanırım, hala unutamıyorum o ağlamamı; sanki daha en fazla birkaç ay önce, o hastane odasında ağlamışım gibi hissediyorum şu an! Çok saçma. :D
Neyse; Ali’nin annesi gitmeden önce tuvaletten çıktığımda, saklayamamışım ağlamamı “Ağladın mı kızım sen?” demişti Ali’nin annesi. “Hayır, evet.” Deyip ağlamaya başlamıştım yine. Tutamıyordum kendimi. Sebebini anlattığımda, kahkaha atmıştı Ali’nin annesi bana ama Ali sadece gülümsemişti. Ali’nin annesi, “Merak etme, annen seni yarın gelir gelmez hemşirelere sorar ve bulur. Endişelenme.” Demişti. Denemiştim, Ali’nin annesi için de ziyaretçi saati bittiğinde Ali’nin annesi de gitmiş ve bizim Ali ile arkadaş olmaya başlama saatlerimiz gelmişti. Velhasıl çocuklar birbirini anlıyordu, Ali benden birkaç yaş küçüktü ve o akşam annesi gittikten sonra; “ilk zamanlar bende korkmuş ağlamıştım, ama alıştım. Anneni merak etme, o seni bulur.” Demişti bana. Ali ile Gonca ile anlaştığımızdan daha çok anlaşmıştık ondan sonra da…
İkimize de gündüzleri, hastanenin çocuklar derslerinden geri kalmasın diye açılan okuluna götürmek için öğretmenler geliyordu ama biz odamızda kalmak istediğimizi söylediğimiz için; Aliye de bana da, öğretmen sürekli boyamak için resimler veyahut ev ödevleri tarzında kağıtlar getiriyordu. Ali ile ameliyata kadar 3 gün geçirdik, hemşireler bizi yatırdıktan sonra uyanık kalmak ve gizli gizli televizyon yayınlarına bakmak en büyük eğlencemiz oldu.. Hemşireler geldiğinde uyuyor numarası yapmak, gecenin bir yarısı odadan sıkılıp hemşireleri uyumadığımıza şaşırtmak ve de odalarımıza kovulmak en büyük eğlencemiz olmuştu. Koca çocuk bölümünde, bir yatmayan ve hemşirelere musallat olup onlarla sohbete koşan bizdik Ali ile… :)
Neyse, sanırım anlatmak eğlenceli geldi, o anları hatırlamak hala çok eğlenceli. :) Velhasıl bu anılarla beraber Ameliyat günümüz geldi çattı. Ameliyat ertesi gün öğlen 12’den sonra olacağı için, bize 12’den sonra hiçbir şey yememiz gerektiği söylendi. Kontrollerimiz beraber yapıldı, bazen ben bazen de Ali “Önce onun kontrolü yapılsın.” Dedik. Sonra saat 12’ye yarım saat kala, ziyaretçilerimizin getirdiği sütleri ve meyveleri tükettik Ali ile. Aç kalacağımızdan o kadar çok korkmuştuk ki, dolapta tek bir meyve ve de süt bırakmamıştık. Tabi o gece de bu durumlara göre uyku uyuması zor oldu bizim için… :) (Şimdi bu yazıyı yazarken düşündüm, Ali beni hatırlıyor mudur acaba? İrtibatımız, birkaç seferden sonra maalesef kesildi hastaneden ayrıldıktan sonra. O ne yapıyor şimdi acaba, umarım iyi ve de mutludur.)
Ameliyat günü; sabahtan annem, halam ve de Yeter teyzem ile Aziz amcam geldi, Ali’nin de ailesi geldi ve odamız bir curcuna ile doldu. (Babam çalışıyor, ablam da okula gidiyordu, o sebepten yine Ankara'ya gelememişlerdi. Bir günlük değil, 10-15 günlük bir süreçti sonuçta.) Saat başı kontrollerimiz devam ediyor ve ameliyat yaklaştıkça da; kateter takılması, kan testleri yapılması sürüyor da sürüyordu. Ameliyata ard arda çıkartıldık Ali ile; Önce Ali’yi aldılar, çok sürmeden de beni…
Ameliyata giderken, ben kendimi tutamadım ağlamaya başladım annem de kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Aziz kivramız sağolsun (anneannem ve dedemin hem köylüsü hem de aile dostlarıdır), “Ameliyattan çıktığında ne yemek istersin kuzum?” dedi bana, “McDonalds patatesi” dedim o anki açlığımla. Ameliyattan çıktığımda, McDonalds patatesim hazırdı odamda. :)
Ameliyat odasına yalnız başıma giriyor olmak; hastane odamda birileriyle kalıyor olmaktan daha zordu. Ağlamamı durdurabilmem için, benimle ilgili hemşireler konuştu ve sakinleştirdi. “Sen zaten hiçbir şey hissetmeyeceksin ve uyuyacaksın. Ayrıca biz buradayız, yalnız değilsin tamam mı? Uyandığında da burada olacağız.” dediler. Böyle insanlar iyi ki var, 12 yaşındaki Didem’in orada sakinleşmesi o hemşirelerin ilgileri ve samimiyetleri sayesindeydi. Onlar da kendileri gibi ilgili ve sevgi dolu insanlar ile karşılaşır hep umarım…
İlk ameliyatım olacağı için, narkozu verdiklerinde hep söylenen şu “10’a kadar sayma muhabbetini” denedim. Bana say dememişti doktorlarım ama ben saydım, 4’e kadar hatırlıyorum; sonrasında hatırladığım, uyandım ve ameliyathanede benim gibi uyanması beklenen hastaları gördüm her iki yanımda da…
Yorgun ve de uykulu hissediyordum kendimi ama dışarı çıktığımda annemlerin söylediğine göre ameliyat çok başarılı geçmişti. Odama alındığımda doğrulmadım gün boyunca. Ayağımı uyuşuk hissediyordum, “Hiç hissetmeyecek miyim? diye düşünüp sorduğumu hatırlıyorum doktor ve hemşirelerime.” Annem de, doktorlar da, bir iki güne geçeceğini söylediler bu durumun. Ayaklarım bir alçının içinde, 1,5 ay boyunca kalacaktı. Yürümem zor olacaktı ama bu süreçte de eskisi gibi devam etmem gerekecekti hayatıma…
Odama geldiğimde, annemler bana patates kızartması yedirdiler. Sağolsun Aziz kivram, ben çıkana dek gitmiş almış McDonalds patateslerimi. :) Hastane ile evlerinin arası da öylesine uzak ki; Hastane Sıhhiye’de, onların evleri de Balgat’ta idi. Yakınlarındaki McDonalds’a beni birkaç kez götürmüşlerdi de, çok sevdiğim ve de evlerinin yakınında var diye bildiğim üzere istemiştim patates kızartmasını. Ameliyat günü sadece patates kızartması yedim ve de süt falan içtim. İşte o kadar… :)
Komiktir ama annem ile Yeter kivram ise o günün akşam yemeğini hala hatırlıyorlar; o gün hastane yemeği akşam menüsünde büyük balık vermişler ve ben yememişim, ameliyat sonrasının heyecanı ve stresi ile onlar da yememiş. Bana kızmışlar ve de hala söylüyorlar, “Hadi sen yemedin, acaba biz niye yemedik o balığı?” diye. :) Öyle güzel hatırlıyoruz şükür ki, Kas uzatma ameliyatımı ve de sonrasını…
Peki, Kas Uzatma Ameliyatı Neydi? Dersek;
İki ayak bileğimin de arkasından kas uzatması yapıldığı üzere; parmak ucuma bastığımdan sebep, gerilme ve kasılmalarımın fizik tedavi ile düzeltilemiyor olması sonucu olduğum ciddi bir operasyondu bizler için.
Ameliyat sonrası 1,5 ay alçı ile yaşadık. Haftaiçi ablam kendi okuluna, ben de kendi okuluma gitmem gerektiğinden sebep; annem benimle okuluma geliyor ve tenefüslerde muhakkak koridorlar boyunca yürütüyordu. Ayaklarım sürekli bir pozisyonda kalmaktan ağrır duruma geliyor ve kan kesilmesi olmasın diye, sıra altından ayaklarımı uzatıyorduk ve tuvaletlere gidip gelmem de zorlaştığından; tüm okulda olduğum süreçlerde sağolsun annem benimle oluyordu. :)
Okuduğum okul, daha önceden amcam ile ortak olarak bizimdi. Satıldıktan sonra da, orada okudum ve okul yönetimi bana her konuda yardımcı oldu sağolsun. Okula bir klozetli tuvalet yaptırdık ve okuldan mezun olana dek sadece benim kullanımıma ait oldu orası, zira kontrol altında tutulmam gereken bir hastalığa sahiptim. Hijyen de hep önemli oldu, hastalığımın her dönemi için…
Velhasıl; okulda annemle zaman geçirdiğimiz, evde olduğumuz zamanlarda da ablamla ve babamla sitede dolaşmaya ve arkadaşlarımla oynamaya indirildiğim bir süreç başladı. Öncesinde nasılsa, sonrasının da öyle olmasına ve kasların tembelliğe alışıp her şeye sonradan başlamaması adına; en büyük ilacımın hareket etmek olduğu söylenmişti bana. İhmal etmedim, ailemin ve de arkadaşlarımın desteğiyle şükür…
Alçıda iken ayaklarım, en zoru uyku uyumaktı. Bir de alçıya alıştıktan sonra tenimin deli gibi kaşınması. Öyle zordu ki alçıda olan iki ayağımı da kaşıyamıyor olmak. Minik minik de olsa ameliyatlı olan bölge değil, ama üst bölgeleri şişler ile minik minik dürttüğümüzü hatırlıyorum. Düşünün banyo yapıyorsunuz ama alçıdaki ayaklarınızın yıkanmaya ihtiyacı varken onları yıkayamıyorsunuz. Sanırım bir uyku, bir de bu benim için en zoruydu… :)
Ailem hep en büyük destekçimdi, gerek öncesinde gerek de sonrasında. Biz bu yolda hp beraber devam ediyoruz yola ve en büyük sınavlarımızın başlangıcı bu olaydı velhasıl... Allah bin kez razı olsun canlarımdan. Yanımda olmalarıyla anlatması en zor olan bu süreçleri de anlattım gitti işte… :) Babamın beni alçılarla tarttığını hatırlıyorum mesela, alçılarla çok ağırsın hafifle de gel diye, alçıları çıkarttırmak ve kontrollerimi yaptırmak için Ankara’ya yolculadığı zamanı ve de sonrasında yaşadığımız 3 senelik fizik tedavi aşamasıyla esas zorlukları da atlatabildiğimizi…
Ameliyat sonrası, ilk 3 sene boyunca kendi başımıza fizik tedavi egzersizleri uyguladık ve sonra haftada iki gün fizik tedaviye başladım. İlk atağımdan önceki 3 sene boyunca gördüğüm fizik tedavi derslerim, eskisinden de daha iyi olmamı sağladı. Ama her şerde bir hayır vardır işte; 3+3 şeklinde 2 dönem beni toparlamak için dolu dolu yetti, ama 2010’un sonundaki 3 aylık bir fizyoterapist değişikliğim sonrasında bir atak geçirmem gerçekleşti. Ondan sonraki 3 sene o kadar kolay olmadı bizler için. Ama şimdiye dek son 3 senemde, önceki 3 seneye nazaran çok iyi durumdayım.
Velhasıl; 2011’den 2014’e dek çalkantılı geçen bir süreç, birçok şeyin kıymetini bilmemi sağladı:
“İyi fizyoterapist her şey demek.”
“Kendi başına yapılan ve pekiştirilmeye uğraşılan egzersizlerin kıymeti hiçbir egzersizle bağdaştırılamaz.”
"Aile canınıza can katan, o canı kendi canı gibi kabul ederse yoldaş demek."
Ve bir de: “Daha kötüsü olamaz deme, her zaman daha kötüsü seni bulabilir. Var olanı korumayı, hiçbir zaman ihmal etme (gerek ruhsal, gerekse de fiziksel olarak)!" =)
Vay be, yapamam sanıyordum ama bunu da anlattım. :) 4.yazı dizimden sonra, bunu yazmak daha zor oldu. Umarım bir sonraki yazım bu kadar uzun sürmez. Buraya kadar okuduğunuz ve çok sık yazmasam da bu yazı dizimi takip ettiğiniz için de teşekkürlerim ve sevgilerimle… =) İyi ki oradasınız.
Ve bir de bu yazım aracılığıyla, görsem de tanımayacak olsam bile kalben; Ali’ye, Gonca’ya ve Hacettepedeki hemşirelerimize de teşekkürlerim ulaşır umarım… =)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)