28 Kasım 2020 Cumartesi

Dün - 27.11.2020

 

Dünü yazmaya geldim bugün ve başlığın en uygunu "dün" olacakmış gibi geldi sonra... Başlığımın hikayesi bu sadece... :)

Dünden beri düşünüyorum, bu pandemi döneminde en çok "istediğim vakitte dışarıdan ihtiyaçlarımı karşılamayı özlemişim." Misal bu dönemde hastaneye gitmek de saç kestirmek de büyük düşünce ve plan program gerektiriyor artık! Düşünüp karar verme aşaması bitmiş gibi, artık düşünüp bir şeyi en doğru zamanda yapabilmek için beklemek gerekiyor... :)


Bir aydır saçımı kestirmek için zaman kolluyordum ama korona vakalarının artışa geçmesinden ötürü hep erteledim durdum. Son iki üç haftadır o kadar çok şekil veremez ve bir yere sığdıramaz oldum ki saçlarımı; "Tamam, artık bu hafta kestiriyoruz bu saçı!" dedim. İyi ki demişim, yine öyle ferahladım öyle rahatladım ki. İlerleyen zaman dilimlerinde biraz daha cesaret edebilirsem tümden kısacık küt kestireceğim yine. Çünkü eskiden uzun saçım gidiyor diye ağlıyordum ama şimdi farkındayım, hem bu kısa saç bana daha çok yakışıyor hem de kullanım açısından daha rahat oluyor. Üstte de göründüğü gibi, siz karar verin; hangisi daha düzgün ve usturuplu duruyor? :)

Tabii kişiden kişiye değişiyor ama yıllar içinde benim çok içselleştirdiğim bir durum bu; kısa saç ferahlıktır, kısa saç candır! 3 haftadır banyoda saç taramak eziyet olmuştu yine benim için, dün bir çırpıda yıkandı tarandı ve yine banyodan donmadan çıkmayı başardım. ;)

Arabamızla indik, saçımı kestirdik ihtiyaçları da alıp eve çıktık babamla ve yeğenlerimle annem bizde idi yine dün. Genelde ablamların evinde bakmasına rağmen çocuklara, bu haftanın yarısında bizde yarısında evlerinde idiler yine... Günler sınav bitti biteli (Ekpss 2020) eski rutinine daha iyi döndü şimdi. Ders çalışma uğraşı ve sıkıntısı olmadan; kendime, örgülerime, kitaplarıma, dizi film izlemelerime, yazma hevesimle burada olmaya dönebiliyorum ya, işte bu sayede! =))
 


Dün eve geldik, işte yeğenlerim bizde idi dedim ya; eve geldik Defnem beni bir gördü, unuttu anında! Bir kısa saç kestirdim, yine beni sildi hafızasından çocuğum... =) Öyle derinden farkediyorlar ki değişimi; hani şu saç rengini bir ton açtırdığı halde ya da kısacık kestirse bile farketmeyen sevgililerinden şikayet ederler ya filmde, haklılar. O kadar derinden hissediliyor o değişim, çok değil biraz bile kestirilmiş olsa "her an yakınındaki birine baktığında farkediyor olmalı insan!"

Dün eve geldik, oturdum, baktı da baktı kuzum işte aynen fotoğraflarda görüldüğü üzere. Ben kendime geldim diye sevinirken, annem oynadığı yeri düzeltmek için bir tut diye kucağıma verdiği esnada hemen bastı yaygarayı küçük yeğenim. Ağlattık bir de iyi mi! Anneme can atarak gitti sonrasında da... :) Annem oyun oynadığı battaniyeyi düzeltip tekrar yere koydu da, konuşarak güldürmeye uğraşarak ikna etmeye uğraştım bir süre. Önce uzun uzun seyretmeye devam etti beni oturduğu yerden, sonra da küçük küçük gülmelere başlayarak yeni halime de neyse ki alıştı! =) Oyunlar oynadık, sevgiyle bakıştık ve sarıştık sonrasında da... 

Bu saç kesimim de beni bir 3-4 ay devam eder kısacası, pandemiden önce mutlaka 3-4 ayda bir kestirmeyi planlamıştım da; Haziran'da kestirdikten sonra, hemen gidemedim kuaföre. Yani yine farketmeden 6 ayda bire döndüm galiba, neyse sağlık olsun da... =)


***

Dünden bahsetmişken, dün bir hint filmi izledim; adı Sanam Teri Kasam idi. Filmde iki sözü çok sevdim ve o iki söz için filmden bahsetmek istedim... 

Sanırım yine bir iki aydır Hint filmi izlemiyordum, listem izlemek istediğim hint filmleriyle dolmuştu bu arada... Bir öneri olarak görmüştüm bu filmi, sanırım İnstagram'da. O sebepten izlemek istedim ısrarla ama çok fazla dramatik buldum izledikçe... Ama iki cümle vardı filmde çok ilgimi çeken; bu yazıma eklemeyi uygun buluyorum...

"Çok akıllı bir adam bana demişti ki, her şey yolunda giderse iyi. Eğer gitmezse daha da iyi. Çünkü her şey Allah'tan..."

Filmde, kendisi gibi olduğu ve birileri onun dış görünüşünü mükemmel bulamadığı için evlenemeyen bir kızımız var. Adı Saru... Saru evin büyük kızı ve geleneklere göre o evlenmeden küçük kardeşinin evlenmesi uygun görülmüyor yaşadıkları çevrede ve kendi aileleri içerisinde... Saru'nun büyük kusuru, büyük çıkmazı oluyor bu durum. Çünkü kardeşinin sevdiği adam onu artık evlenmeleri için sıkıştırıyor; öyle ki biraz daha evlenmezlerse vazgeçecekmiş ondan! (Böyle biri vazgeçsin gerekirse, dedirtti bana film. Çözüm yolu bulmaktansa silip atmak, yeterince sevemeyen insanın yapabileceği bir şey bence.)

Neyse, kızımız tarzını değiştirmek için alt katlarında oturan ve 8 yıl hapis yatmış katil olarak anılan Inder'in kız arkadaşıyla bağlantı kurmak için evine gidiyor. Çok gelenekçi bir aile oldukları ve kızın o kadına ulaşabilmek için deneyebileceği son yöntemi olduğu için, gecenin bir yarısı evine gitmesi gerekiyor. Sonra o gece kavga edip ayrıldığı kız arkadaşı geliyor İnter'in, attığı şarap şişesi sebepli yaralıyor İnder'i "beni aldattın!" diyerek, sonra da olanlar oluyor o gecenin sabahında...

Saru kızımız, İnder'in evinde basılıyor "cemiyet" dedikleri çevrenin erkekleri ve Saru'nun babası tarafından; hemen ardından da affediş değil, evlatlıktan reddediş geliyor. Oracıkta ahaliyi kızının cenazesine davet ediyor, kızının yanında. Tabii ki Saru'ya da İnder sahip çıkıp destek oluyor bundan sonrasında...

Daha değişik bir aşk hikayesi izleyeceğimi düşündüysem de, apayrı bir kara sevda hikayesi izlediğimizi farkettim filmin devamında. İnder'in Saru kapısına gelmeden önce ona tutulmuş olması efsane idi ama İnder'i acı çekiyorken izlemek hep üzücü geldi bana! Sonu ise dehşet verici idi.. İzlemek isteyenler için anlatmayacağım daha fazla. Ama ben Saru'nun İnder'e söylediği şu sözü, üstteki sözden sonra çook sevdim;

"Boş veren insanlar birlikte yaşayamazlar. Affeden insanlar birlikte yaşayabilir."

Bu söz küpe olsun kulaklarımıza. Çünkü boşverdiğimiz ve öfkeyle yolumuzu devam ettiğimiz insanlar, affedemediğimiz ölçüde yüreğimize taş olup oturuyor... Bunu bilmeyen kalmasın. Affedip onunla hayatınıza devam etmemek de bir tercihtir ama öfkeyi büyütüp yolunuza gidememek de büyük bir yanılgıdır bence... =)

İşte bu yazımda da diyeceklerim bu kadar. Filme puanım 10 üzerinden 8. İzlenmeye izlenebilir ama pek dram içerikli, ağır hint draması... :)

Sevgilerimle...

26 Kasım 2020 Perşembe

İlkler, Yenilikler Ve Yeniden Devam Etmeler - İnternet Günlüğüm 2020 #2 - #Kasım


Geçen hafta bir sınavı daha (Ekpss 2020) atlatmamın ardından, bir rahatlıkla başladım yeni haftaya. Pandemi dönemine rağmen yoğun bir hafta geçirdik sonrasında da, çok az kendimi normal hissettim ama sonra çabuk toparlanıp "yeni normalleri" es geçmeden günlerimize devam ettik... :)

Bu haftanın ilk yazısı günlük tarzında, geçen hafta ve bugünden notlarımla olsun istedim. Bu hafta bir güzel uğraşlara gömüldüm yeniden, yazmak isteyip çabuk yazı yazamadım yine bu sefer.. =) Umarım haftanın kalanında da buralarda olacağım ama...


Geçen haftaya Salı günü Bursa'da bir işimizle başladık; annem, ablam, ben ve küçük yeğenim Defnem ile... Bursa'ya gitmeyi anormal sayacağımı hiç düşünmezdim ama artık anormal bir durum görünür oldu ya bu ara. Son zamanlarda "hastane randevularıma ve sınava gidip gelmemizin" ardından; iki gün sonra da randevulu bu işimiz için Bursa'da bulununca, "ne çok gittik bu sıra Bursa'ya, maşallah" dedim kendimize. Sağlıklı günlerde, daha sakince ve "iş odaklı olmasa da" yine rahatça gidebileceğimiz günlere kavuşalım inşallah. Doğdum doğalı Bursa'da yaşıyor olmama rağmen, çok gezilecek ve görülecek yer biriktirdim yine! :)

17.11.2020 Salı günü idi işte, o gün farkettik çok yolu unutmuşuz. Öyle basit yollarda kaybolduk bir iki kez, öyle basit yolları kaçırdık! Aile geleneği olarak, çoğu gittiğimiz yerde yol kaçırma veya kaybolma gibi durumları hobi edindiğimiz için; artık gülüp geçiyor ve eğleniyor haldeyiz. =))



18.11.2020 Çarşamba günü bir ilki daha gerçekleştirdik hayatımda, ilk defa evli bir arkadaşımın evine gittim; çocukluk arkadaşım Damlamın... :) Öyle garipti ki, evleneli bir seneden fazla oldu ve o zamana denk gelen bir başka akraba düğünü sebepli düğününde de bulunamamıştım zaten. Evlendikten sonra dışarıda ve bizim evde birkaç kez görüştük ama evine gitmemiz "koronadan sebep" hep ertelendi durdu sonra. Korona çıktı çıkalı da hiç görüşmüyorduk zaten... 

İnsanın "korona, sen sevdiğini 1 sene sonra görünce ona sarılamaması nedir, bilir misin?" diye sorası geliyor! bu ara. Ama hala isyanlarda değilim... Artık alışmış olmak da değil bu, olması gerekiyordu ki yaşıyoruz diyebiliyorum.. Her şerde bir hayır vardır. "Korona zamanında, sağlıcakla 3 kız görüşüp buluşmak ve kız kıza bir akşam geçirmek nasip etti" diye hatırlayacağız bir ömür çok şükür... :)

Damlam bizi çok iyi ağırladı o akşam da; akşam yemeğimiz, çay keyfimiz, tatlı ve kahve keyfimiz evlere şenlikti! (= Pandemi döneminde en iyi ağırlandığımız misafirliğimdi resmen! Öyle güzel bir evi vardı ki, öyle de mutluydu. Hep daha mutlu olsun inşallah... :) Bu hafta çarşamba da, diğer arkadaşımızın evine gidecektik; bu sefer de Damlamla misafir olacaktık ama şimdilik iptal ettik. Bir dahaki zaman dilimlerinde inşallah... :)

Velhasıl, arkadaşınızın evinde olmak öyle güzel ve gururlu bir şeymiş ki. Arkadaşım evleneli bir yıl olsa da, korona bu kadar geciktirmiş de olsa; o gün o kadar memnun ve şükür doluydum ki yine... Bu kolaylığı bana-bize yeni evimizin girişten olmasının sağlamış olmasına, çocukluğumuzu geçirdiğimiz canım kardeşlerimi yuvalarını kurmuş görebildiğime ve böyle bir dönemde bunu gerçekleştirebildiğimize... 

Nice alışkanlıkların başlangıcı olmuş olsun sağlıcakla nice ilklerle de yaşayalım inşallah... :))


Geçen hafta çarşamba günü kendim için Çiçek Sepeti'nden sipariş ettiğim yüz temizleme cihazım da geldi bu arada... Kendim için ilk defa böyle bir yeniliğe gittim! Çok makyaj yapmam, bu tarz cihazları da pek denemezdim ama bu sefer bu cihazın etkisini denemek istedim. Çarşamba günü geldi, Cuma günü kullanmaya başladım ve bugüne kadar 4 kez kullandım. Şimdiye kadar kullanım sonrası rahatlık hissinden de çok memnunum sanırım... :)

Benim jelim internet üzerindeki ürün tanıtım videolarındaki kadar köpüren bir temizleme jeli değil. Ama kendim sürdüğüm zaman temizlemesi zor olan jelimi, cihazımı kullanarak cildimi yedirdikten sonra cildimden arındırması çok kolay oluyor! Öncelikle bu özelliğini sevdim ürünümün.

Sonra, akımı başta yoruyor beni sandım ama masaj özelliğini orta şiddette çalıştırıp başladıktan sonra, tüy gibi geldi çalışma hızı bana. Sadece şimdi daha fazla bile olabilirmiş diyorum doğrusu. Ama bu ilk deneyimim için yetiyor bana...

Başlangıçta önce jeli cihazın üzerine döküp suyla ıslatmış ve denemiştim ama olay başka imiş... Cildimi ıslatıp jeli üzerine sürmem gerekiyormuş ve sonrasında cihazı kuru halde çalıştırıp cildimde gezdirmem gerekiyormuş. Kendi programı bitene kadar yüzümün her yerine jeli yedirmesini sağlıyorum. Cihaz kapanınca da; önce cihazı suyun altında yıkayıp jelden arındırıyorum, sonra da cildimi yıkıyıp kuruluyorum. Kesinlikle cihazsız kullanımımdan daha iyi arınıyor cildim ve daha pürüzsüz oluyor bir haftadır... :)

Tavsiye eder miyim? Elbette tavsiye ederim... Ama öncelikle ürünün kullanımını ve memnuniyetinizi anlamanız açısından, benim gibi cuzzi fiyatlı muadillerini alıp deneyebilirsiniz. Ben araştırıp buldum, bu ürünün yorumları da hep iyi olunca; beni birkaç ay olsun idare edebileceğini düşündüğüm bu ürünü buldum. 25 TL'ye ücretsiz kargoyla satın aldım. Arkadaşım da benim gibi zamanında muadillerinden biriyle denediğinde 5 ay idare etmiş. Onun da deneyimine dayanarak, beni de bu ürünün epey bir süre idare edeceğini düşünüyorum doğrusu... =))


Sonra bu haftaya geçmeden haftasonunu da dolu dolu geçirdim işte kendimce... Önce Cumartesi günü üstte gördüğünüz kahverengi örgü parçalarımı bitirdim, kimono tipi hırkamın parçaları idi bunlar. Dikim için sıra bekliyorlar şimdi ama sonucu ben de çok merak ediyorum... :) 

Pazar günleri sanırım yarım bırakılan kitaplara dönmek için en güzel gün... Geçtiğimiz pazar (22.11.2020), birkaç ay önce yarım bıraktığım Sofie'nin Dünyası kitabımı okumaya geri döndüm. Geçen aylarda okuduğum sırada bu kadar ilgimi çekememişti, demek ki zamanım şimdi gelmiş bu kitabı okumak için... 

Üst kolajdaki fotoğrafta paylaştığım kitap sayfasından fotoğrafta bir alıntı kısmı var, orada salgın hastalıklarla ilgili diyor ki;

"Daha önceleri Yunanlılar hastalıklardan da tanrıları sorumlu tutmuşlardı. Bulaşıcı hastalıklar çoğu kez tanrıların verdiği bir ceza olarak kabul edilirdi. Ama eğer tanrılara gereğince kurban sunulursa, insanları iyileştirebilirlerdi.

Bu anlayış kesinlikle sadece Yunanlılarda görülen bir şey değildir. Yakın dönemde modern tıp bilimi gelişinceye kadar, her hastalığın doğaüstü bir nedeni olduğu inancı çok yaygındı."
Sayfa 65 (Sofie'nin Dünyası - Jostein Gaarder)


Kitabı okurken bugünle bağdaştırdığım o kadar çok nokta vardı ki! Hala bugün olmuş, koronayı da nice hastalığı da ceza olarak gören insanlarımız var; ne yazık ki... Evet, bir nevi uyarı görülebilir ama ceza olduğunu asla düşünemiyorum ben. Bu inanış insanları zora sokan ve acayip noktalara götüren bir durum değil mi sizce de? Bana kalırsa, herkesin etkilenmeye başladığı şu dönemde, herkese ceza mıdır sizce? Kurunun yanında yaş da yanıyor durumundayız! Hangi hemşire veya doktor hasta olmadan atlattı şu anları mesela? Onların her birinin sağlık amaçlı çalışmaktan başka ne gibi suçları oldu da her biri bu kadar büyükle sınanıyor o vakit? 

Düşünüyor ve düşündürmek istiyorum sizlere de... 28 yaşıma geldim, sadece korona değil nice hastalığı "Allahın bir cezası" olarak görmelerinden sebep insanları hor görmelerinin altında çok büyük bir destursuzluk var bana kalırsa. Sofie'nin Dünyası'nı okuyorum şu ara, birkaç ay öncesine kadar düşünmek istemediğim kadar düşünmeye açıldı gözüm kulağım esasında; o sebeple ilgim bu kitap üzerinde bu sıra... =)


Bu haftaya da gelince; bir önceki haftasonuna doğru aldığım iki siparişim için hafta başında örme hazırlıklarımla başladım, şükür öyle de devam ettiriyorum... :) 

Bu hafta bol dizi izliyorum, bol örgü örüyorum. Hep yeni bir şeyler yapmak hevesimle, dün gecenin karanlığında alt komşu sesinden sabaha kadar uyuyamayıp uzun uzun internette takıldım mesela. O kadar garip geldi ki, sanırsınız bir sene öncesine kadar sabahlara kadar uyuyamayan ben değildim! :) Gerek pandemiyle gerekse de Defnemin doğumundan sonra uyku düzenim oturdu yeniden benim de; artık kabulleniyorum. Yani demeyin, pandemi bizi mahfetti; bir o kadar da hayatımıza olumlu etkileri oldu!
Sonra bu hafta için yazmak istediğim birçok şeye odaklanamadım ama kafamda yazıyor çiziyorum bir şeyleri hala. Olur da içime sindirirsem, yine buraya da yazacağım... Yazamıyor olmam bile dokunmadı bu hafta bana, öyle bir rahatlamış ve yeniden devam etmeye sakince hazır durumdayım ki; "çok çabuk geçer bu durgunluk da, sağlıcakla inşallah..."



Geçtiğimiz hafta gibi bu hafta da; ilkler, yenilikler ve yeniden devam etme uğraşlarımla geçti gidiyor işte. Ben bu yazımda yazdığım bu kadar şeye rağmen, eksik birçok cümlem olduğunu hissediyorum ama takılmayacağıma dair söz verdim. Ne de olsa, burası benim İnternet ortamındaki günlüğüm... =))

Okuduğunuz için teşekkürlerim ve sevgilerimle...
En kısa zamanda yine burada görüşmek üzere! :)


21 Kasım 2020 Cumartesi

Hislerimi Şimdi Farkettim - Bazı Şarkıların Anısı Var

 

"Yerden Yüksek - Maskara" bu yazımın konusu olan şarkı... Anılarımda bir gezintiye davet ediyorum bugün sizi...

Bu şarkı benim lise okuduğum senelerde bir dönem çok fazla, sonraki bazı dönemlerde de aralıklarla dinleyip hüzünlendiğim şarkılardan biri esasında... Başlarda huzur bulup kendimi gördüğüm ama nedenini tam anlamıyla kavrayamadığımı da bildiğim, sonrasında "nedeniyle beraber anlayıp hüzünlendiğim için" bir zaman da dinleyemediğim... 

Şimdiyi sorarsanız, öncesi ve sonrasını aştım. Ama çok net sözleriyle kendimi kavradım. Esasında o zamandaki ben, içinde bulunduğum durumu bilip de nasıl da bilmezden gelmiş ve öylece devam etmişim. Sözleriyle kendimce kendime ve size anlatacağım o zamanki hislerimi...




Geçmiş zaman, Kavak Yelleri'nin Kanal D'de yayınlandığı zamanlar; Kerem'in Aslı'ya "Mine ile kendisini aldatmasından zaman geçtikten sonra", af dilemek için hazırladığı videoda çalıyordu bu şarkı ilk defa... İlk cümlelerinden son cümlelerine kadar, cezbetti ve bana katıldı bu şarkı resmen!

"İçimdeki sen, karşıma gelsen!
Beni, onun gibi sevsen!"

Aynı sıralarda, bir arkadaşım var. Kendimce çok seviyorum onu! Ama insan bazen bildiğini kendinden saklıyor ya hani, onun beni ben kadar sevmediğini de çok net biliyorum. Biliyorum işte! İnsan sürekli aynı hataları, aynı yerden kırmaları yapmaz sevdiği insana karşı. Hatalar farklı olur, aynı yerlerde buluşmaz hani... Bizim arkadaşlığımızdaki ondan yana gelen hatalar "hep aynı noktada çakışıyor". Birbirimizi hem anlıyoruz, hem de benim onu anlamadığım noktalar gelip çatıyor ve biz hep bir olanlar üzerinden ara sıra da tartışıyoruz. "Yanlış anlıyorsun, o öyle değil" deyip başka şeyler söylüyor bana. Her şeyin benim mantığıma uymasa da onun tarafında bir açıklaması var sözde!

Şarkı şöyle devam ediyor;

"Yüzünü saklama benden!
Sevmesen de, korkmam senden!"

Birinin seni sevmediğini, o anlamda veya her anlamda "netlikle canını canına katarak" sevmediğini farkediyormuş insan. Farkedip de kabul etmek istemiyormuş işte! Bu da öyle bir mevzu idi. Sevmediği halde korkmadım ondan, ben sevdiğimi biliyordum çünkü! Ben onu sevmek istiyordum, arkadaşlığımızı seviyordum çünkü. İçselleştirmiştim, o beni benim onu sevdiğim kadar sevmese de; ona "rağmen" seviyor insan, "öyle olduğu için" değil... Velhasıl, yalan da olsa karşılık aldığımı sandığım yandan; sürdürmüştüm arkadaşlığımızı...

Şarkı devam ediyor;

Hani sen de ağlamayanlardandın?
Ağladın işte!
Az kalsın beni de ağlatacaktın. 
Ağlasam keşke...

Diyerek...


Yakın olduğunuzu düşündüğünüz ama emin olmadığınız kişiler olmuştur hayatınızda. Bir uzak bir yakındır, ama siz sevdiğiniz yakınlığı tek doğru kabul edersiniz. Oysa "karşınızdaki size uzaktır, her bakışı da size ayrı tuzaktır" Bu tuzağı hayat kurar, hayat böyle oyunlar kurar... :)


Şarkının devamı da böyle zaten;

Karşımdaki sen, bana uzak.
Her bakışın ayrı bir tuzak.
Kokunu unutabilsem bana kızar mısın?
Bir gün benim için de ağlar mısın?


Yani kısacası, gençtik ve kalbimizin bu kadar yanlış bir şeye inanabileceği aklımızın ucundan geçmezdi. Her dönem arkadaşlarımla beraber, acımızı kitaplarda, filmlerde ve müziklerde arayıp bulduk! Bulduğumuza tutunmak yetti sanki bize, yanlışları yaşaya yaşaya doğruyu bulduk! Kötülerden en kötülerini bulmadık, kalp kırgınlıklarımız oldu ama öyle güzel şarkılarımız da oldu ki;

"İşte, teselliyi bunlarda bulacağız. Doğru bilmek istediğimiz yanlışlara bile, kendimizce inanmadığımız halde; bu şarkıları dinleye dinleye ulaşacağız..." 

Diye düşünmüşüz meğer. Bun bu hislerimi şimdi farkettim... Bunu söylüyor ama kabul edemiyordum, ben meğer o zaman da biliyormuşum neyin ne olduğunu! Tutunduğum şarkılarla kendime söylüyormuşum bunu ama bir gün yoluna koyarım diye, yanlışlara susuyormuşum meğer! 


Peki, şarkı sözlerinin sonunu da kendime armağan ediyorum o zaman; Çünkü, aslında o sözler beni bana anlatıyordu hep. Doğru bildiklerimiz yüzünden yaralanmamak istemek, kalp yaralarımızı saklamak modaydı o zamanlar. Şimdi her acıyı ulu orta söylemek gibi, tek başımıza yaşaması anlamlıydı. Ben o anlamı hala bozamıyorum ve yazıyla anlatması ve kavradıklarımı düşünmesi hala çok anlamlı benim için!

İçinizden ağlamak gelip de ağlamamak isterseniz, bu şarkıyı dinleyin. Beni o zamanlar çok ağlatıyordu, şimdi bile hala hüzünlendiriyor işte. :)


"Hani sen de ağlamayacaktın?
Ağladın işte!
Az kalsın beni de ağlatacaktın!
Ağlasam keşke..."


Not; Yerden Yüksek grubuna böyle güzel ve anlamlı bir şarkı yaptıkları için, geçmişten bugüne teşekkür ederim... :) Bazı şarkılar herkesin anlamayacağı derecede, yüreğine dokunuyor bazılarının işte. Sevgilerimle... 

18 Kasım 2020 Çarşamba

Peki, Şimdi Ne İstiyorum? - Kasım 2020

 

Sizce istekler değişir mi? Ama çok uzun zamandır çok istediklerimize dair istekler? Yani bir nevi hayalden öteye bizi tamamlayacağını düşündüğümüz istekler... 

Ben gerçek anlamda bize dair bulduğumuz bir düşün, isteğe dönüştükten ve onca emek verdikten sonra değişebileceğine inanmazdım. Ama bazen koşullar isteklerimizi değiştirebiliyor ve bizi sürümcemede bıraksa da yolunu bulup hayaliniz olmaya devam eden isteğiniz, yine şekilden şekile giriyor ve değişebiliyormuş meğer... 


Ekpss'ye 5 Şubat 2020 tarihinde başvurdum, tarihini çok net hatırlıyorum... Sınav o zaman 26 Nisan 2020'de gerçekleşecekti ama olmadı. Önce 9 Eylül'e, sonra 11 Ekim'e sonra da 15 Kasım'a ertelendi. Beni sanırım en çok bu değişikliklerin belirsizliği yordu bu sene... 

Sonrasında sınav tarihine kadar hep elimden geleni yaptım çalıştım ve çabaladım. Atanmayı hayal ederek bana uygun bir işte çalışmayı istemeye hep devam ettim. Sonucunda ders çalışırken istediğim gibi sürüp gitmedi fikirlerim...

Önce çalışma ağırlığımı Matematiğe verdim, sonra diğer derslere verdim. Son dönemeçte, "Eylül'de tekrar ertelenen sınav sebebiyle" matematiği çok hafif tuttum bu sefer ve hep sorguladım; "gerçekten istiyor muyum?" diye. Bu bir gerçekti ki, matematik çalışmak istemiyordum; matematiğin tüm konularına ağırlık vermek istemiyordum. Hele ki lise dönemimde dahi görmediğimiz "geometri" konularına hiç girmek istemiyordum... Sorular çözdüm, ama klasik matematikten öteye geçmedim; bilmem gerektiğini düşündüğüm kadarıyla, basit problem çözmeler, denklemler, sayıların ötesini bıraktım gitti işte.

Son haftalarda Tarihe ağırlık verdim, öncesinde çalıştığım coğrafya ve vatandaşlık konularını tekrar ettim ve son hafta test çözdüm yine... Baktım son iki hafta, o kadar uzun süredir derslerden ayrı kalmışlığımdan sebep o kadar çok strese sokuyor ki bu ders çalışmalar beni; dedim ki "Didem, sen elinden geleni yapıyorsun. Sınavlardan uzaklaştığın şu son iki seneden sonra, kendini fazlası için sıkmana gerçekten gerek var mı?" Gerçekten gerek yoktu... Ama bir kere de taşın altına elimi koymuştum, o sınav için elimden geleni yapmazsam sonrasında da üzülecektim. Devam ettim, uğraştım çabaladım ve didindim... 

Velhasıl sabrettim ve günler boyunca ders çalıştım, üç gün öncesinde sınavı atlattım da şimdi fikirlerimi yazabiliyorum. Geç olmadan farkettim, ama bir şeyin içerisinde iken keşfettiğiniz başka bir şey sizin fikirlerinizi değiştirebiliyormuş. Ben de isteklerimi aynen öyle değiştirmişim. Peki ben şimdi ne mi istiyorum?



Mesela çalışma hayatına en sıcak bakmadığım zaman dilimi bu korona süreci oldu sanırım... Hala çalışmayı çok istiyorum ama artık isteklerimden ödün verebileceğimi hissettiğim o zaman dilimine geldim... Ben artık herkes gibi iş ortamında 8-9 saat oturarak çalışmak istemiyorum ve bunu şu sağlık durumumla yapabileceğime, zorlanmayacağıma dair inancım da öngörüm de yok...

Oysa ben lise öğretimime başladım başlayalı, çalışmanın hayalini kuran bir gençtim. Sadece son 3 aydır ise herkes gibi normal hayatın içerisinde çalışma durumuma sıcak bakamıyorum. Buna virüs ortamından çok, engelli çalışma standartları gibi bir hakkımızın olmamasını görüyorum. Meğer ben eskiden daha polyanna gözümle bakıyormuşum duruma. Sağlık durumum son 8 senedir değişmiş de olsa, normal standartlarda çalışabileceğimi düşünüyordum hala. Çalışmayı hala çok istiyorum ama normal çalışan saatlerinde çalışabileceğimi düşünürdüm bir de eskiden. Artık düşünemiyorum...

15 Kasım 2020 tarihinde Ekpss'ye girdik ama sonucun tam olarak iyi gelebileceğine dair umudum yok. Çünkü sınavım "idare eder" geçti. Güzeldi ama daha güzel sınavlarım olmuştu ve ben sonucun iyi gelebileceğini biliyordum... Kısacası göreceğiz sonuçlar gelince diyelim...

Şu sıra beni mutlu edebilen şeyler, gerçek dışı hayaller değil. Gerçeğe yakın isteklerimi gerçekleştirebileceğim şekilde hayaller kurmak daha mutlu ediyor artık beni... Benim gibi bedensel kısıtlılığı olan bir kas erimesi hastası iseniz, beni çok daha iyi anlayabilirsiniz. Ama anlayamayacaklar için söyleyeyim, 28 yaşında hayatını yürüme fonksiyonunu şu anki durum için yitirmiş biri olarak; haftanın 5 gününü, 8-9 saat yaz-kış ev dışında geçirebilecek yeterlilikte değilim. Fiziksel durumuma uygun hareketliliği, ev ortamımda sağlayabiliyorum...

Misal annem ve babam gün içinde beni birkaç saatliğine evde yalnız bıraktığında kendi başıma vaktimi geçirebiliyorum. Ama evimiz sıcak, kış aylarındayız ve benim hala bu soğuklarda dışarı çıkıp yaklaşık 8 saatimi tekerlekli sandalyede avm içlerinde dahi olsa geçirdikten sonra evimize döndüğümüzde, evde olduğum zaman dilimindeki kas rahatlığıma ulaşmam çok zaman oluyor...

Dün işimiz vardı, saat 17.30'dan sonra. Annem, ablam ve küçük yeğenim Defnem ile beraber Bursa'ya gittik. Dönüşümüz 23.00'ı buldu. Kah arabada idik, kah randevumuz olan salonda, kah birkaç saatliğine AVM'de... Sonuç olarak döndüğümüzde, o soğuğun üzerimdeki etkisi çok yorucu idi. Sabaha kadar taş taşımışcasına yorgun uyudum ve uyandığımda "kar topu oynayıp dönmüşüm de, öyle uyumuşum hissi" vardı yine. Bu his benim için bir hayli yorucu oluyor, tahmin edersiniz ki... 

Kısacası, bunları diyebileceğimi hiç düşünmezdim; "Ben normal çalışma hayatının içinde olmayı artık istemiyorum!" Çünkü bir tek 5 saatlik dışarı çıkmaya bile vücudum çok başka tepkiler veriyor. Benim önceliğim bu konuda da sağlığım olmak zorunda ve ben hayallerimi gerçekleştirmek uğruna, "sağlık sınavı verirken üstelik"; bedel ödemek istemiyorum... Çünkü sağlıktan yana ödediğim bedel, bir tek beni değil ailemi de sarsıyor. Katettiğim yolları geri dönmek, sağlığıma zarar vermek ve çok istiyorum diye kendime eziyet etmek istemiyorum... 


Peki ne istiyorum? 

İstediğim şeylerin içerisinde olmadan da kendimi mutlu edebildiğim alanlarımda iş hayatımı da sığdırmak istiyorum...

Başka uğraşlar için bile olsa, artık yazmaya ara vermek istemiyorum... 

Örgü ile sıcaklık ve umut üretmeye, yazı ile bir başkalarının dünyasına eşlik edebilmeyi gerçekleştirmeye devam etmek istiyorum... :)

Bunları itiraf etmek ve içimi dökmek bile çok rahatlattı. Umarım ilerleyen günlerde de burada yazmaya devam edeceğim ve yine daha çok rahat edeceğim...


Şimdi size soruyorum; zamanla değişen ve şekil değiştiren istekleriniz var mı? Siz de onlara kucak açmayı başardınız mı? Üstelik onlara kucak açmanın güçsüzlük değil, gücünüzü yeniden keşfetmek demek olduğunu kabullenerek! Çünkü ben öyle yaptım... :)

Sevgilerimle... ;)

15 Kasım 2020 Pazar

Pazar Yazısı #73 - Ekpss 2020


Bir pazar gününden ve pazar yazısından daha merhaba... :) Bir buçuk haftalık aranın ardından, yeniden burada olmaktan dolayı mutluyum ve içimi ciddi anlamda dökmeyi yine çok ama çok özledim! =) 

Bugün, 2018 senesinde Açıköğretim Sosyoloji Lisans bölümümün son sınavlarını verdiğimden sonra yeniden bir sınav haftasonunu bitirmenin, o tanıdık hissiyatı yaşamanın mutluluğuyla dolu bir gündü... :)


Tanıdık bir pazardı, sınav pazarıydı ama Açıköğretim zamanlarımda bile bu kadar zorlandığımı hatırlamadığım şekilde bir süreç geçirdik. Sınava doğru geçen zaman dilimlerimden bahsediyorum... 

Öyle bir sınava girdik ki biz bugün, Mart'tan bu yana 4. kez ertelenmişti ve maalesef en son koronavirüs vakalarının daha çok artacağının tahmin de edilebildiği Kasım ayına ertelendi. Tahmin edersiniz ki, bunun da endişesiyle dolu idik. Sınava son aylarda hem endişeyle, hem de bir daha ertelenir mi endişesiyle hazırlandım doğrusu. Elimden geleni yaptım yapmasına ama kendimi öylesine sıkmıştım ki -özellikle şu son 3 haftada- sınavın olup bittiğine de çok rahatladım sonunda... :) 

Bugün biten sınavın, sene başında benim için garip anlamlar taşıyacağını da sanmazdım. Ama koronavirüs süreci bizi öyle noktalara getirdi ki, yarıdan fazlasında sınava girmeyi isteyip istemediğimi düşünerek geçirdim çalışmalarımı. Tarih, Coğrafya, Anayasa-vatandaşlık, Türkçe... Çalıştım çabaladım ama o kadar çok uzaklaşmışım ki yeni nesil sorulardan, Matematik çalışmaya gönlüm bir türlü akmadı. Ki zaten ben çok sevmezdim ya Matematiği, "zorlamanın ne anlamı var ki?" diyebildim zamanla. Bu konulardan ilerleyen günlerde netlikle de bahsedeceğim inşallah...

Bugün sınava girdik, benim sınavım idare eder ölçüde geçti ama çok fazla matematik problemi çözemedim. Birkaç tane cevapladım ve gerisini boş bıraktım... Ben bugün elimden geleni yaptım! =) İçim çok rahat ve birkaç ay öncesine göre, bugün ne istediğimi daha net biliyorum!

Sınav salonlarına saat 10'dan sonra almayacaklarını söyledikleri için, olduğunca erken gittik. Saat 9.30'da sınava gireceğim okulun önünde idik. Benim sınava girdiğim okulda tedbirler gayet iyiydi, ateş ölçülmemesi garibime gitmiş de olsa; maske kullanımına dikkat ediliyor ve girişte herkese maske de veriyorlardı. Sonuç olarak sınavdan çıkana kadar maskesiz kimseyi görmedim. Ta ki sınavdan çıkıp asansör beklediğimiz ortak koridora gelene kadar. 

Bizim sınava girdiğimiz sınıfta maskesiz tek bir kimse yoktu, benim çıktığım koridorda dahi öyleydi. Ama asansörün önüne gelen karşı taraftaki sınıflardan çıkanların küçük bir kısmı sadece maskelerini takmayı sürdürüyor haldeydi. Böyle bir dönemde, toplumun insafına bırakılarak sınav yapmak; hele ki bizim gibi engelli kesim açısından çok tehlikeli idi. O sebepten, okula girmeden önce taktığım maskeyi okuldan çıkana kadar bir saniye olsun çıkarmadım... Dikkat edenler ve bir dakika bile olsun gevşemeyenlerden olalım her birimiz lütfen. Virüs bitmedi, hayat normalleşmedi; biz birkaç ayda bir, ihtiyaç dahilinde çıkıyoruz dışarıya. Bizim evde -ablam ve eniştem haricinde- çalışan olmaması şansımız; çalışsak da çalışmasak da tedbirlerimizi alıp devam etmek de hepimizin tek tercihi olmalı...

Bugün sınavdan çıktıktan sonra, bulutlar pamuk pamuk karşıladı ve sınavdan çıktığımdan beri bir rahatlık var yine içimde. Rahatladım, beklediğim bu rahatlama idi ama bu kadar da sakinleşeceğimi düşünmüyordum aslında... Uzun zaman sonra, 15-20 dakikadan daha fazla avm gezebildik; Bursa Metro Avm'den alışveriş yaptık annem ve babamla beraber. Bir yerlere dokunmadan, avm içinde gezmek bile iyi geldi bana! O kadar ihtiyacım varmış resmen bu duraklamaya da; maske çıkmadan, dezenfektanı ihmal etmeden ve de az biraz tedirgin bile olsa, biraz sakinleşip yeni normale kapılmak... İyi ki!



Yani böyle bir pazar geçti, eskileri yaşıyormuşçasına ama yeni durumların varlığıyla... 
Bandanamı taktım bugün, uzayan saçlarımın öne gelmesini böyle engellerim dedim... 
Gün içinde üç maske kullandım, nispeten kulaklarımı acıtmasına bugün daha fazla sabredebildim...
Pamuk gibi görünen bulutların bana umut içerikli görünmelerini çok sevdim...
Bugün neleri isteyip neleri istemediğimin değiştiğini netlikle farkettim ve kabullendim...

Pandemi döneminde Ekpss'ye girdim ve bu sınavın bundan sonra bu tarzdaki son sınavım olmasını diledim. Okul hayatından uzaklaşınca, böyle sınavlara hayatımın düşüncelerimin tepki gösterebileceğine inanmazdım; bunun da doğru olduğunu farkettim... :)

Bir haftayı daha bitirmek üzere pazar gününün son saatlerindeyiz şimdi. Bu hafta yorucu ama güzeldi, tüm sıkıntısı stresine rağmen güzel farkındalıklar kazandırdı bana. Daimi olsun rahatlığı, sakinleştirdiği anları ve "tamam, işte bu!" dedirten anları; her birimiz için dilerim... (:

Mutlu pazarlar, mutlu haftalar. Nice güzel farkındalıklar kazanıp, kendimize dönelim inşallah. Sevgilerimle...




3 Kasım 2020 Salı

Gece Kuşu'ndan Notlar #8 - Mesele Ne?

 

Aylar oldu, Gece Kuşu olup burada yazmayalı; çünkü son 2 aydır uyku düzenimi toparladım ve bir şekilde uykularımı düzene soktum... :) Birkaç gündür aksayan uyku düzenime gelince de, bazen olmadı gereken cinsten gibi geliyor bazen de sorguluyorum "Mesele Ne?" diye... :)

*


Biten gün ile beraber yeni bir haftaya başladık ve yeni haftada derin bir mevzum var, en iyi olma meselesi. Bunun ile ilgili bir yazı yazıp içime dökmeyi düşünüyorum yine ama öncesinde bu gece yazdığım bu instagram gönderimi okuyabilir ve sizin yaklaşımınızı yorumlarda belirtebilir misiniz bana?

**

12 gün sonra Ekpss sınavımız var, bu konuda da çok uç noktalardayım. Gidip geliyor duyguların ve düşüncelerim. Misal olur da sınavı kazanır da atanırsam, engel durumumun gerektirdiği şartlara göre çalışamayacağım. Beni zorlayacak bu tarz mevzular sebepli de bu kadar çok durakladım çalışmalarımda. Özellikle matematikse konularına çok kafa yormadım... Bu konuda hiç pişman olacağımı düşünmüyorum. Olur da pişman olursam, dönüp bu yazıyı bulup sebeplerimi hatırlarım inşallah...

--

Siz hiç, size kolaylık sunulmayan taraf için çok da kendinizi yıpratmanızın gereği olduğunu düşündünüz mü? Ben düşünüyorum... Bedensel engelliyim, ama ev içinde tuvaletten salona salondan banyoya, salondan balkona, balkondan salona, salondan odama gibi seçenekler içerikli sırtta yürüyerek de olsa hareket kabiliyetim var. Şayet engelli personel olarak işe alınırsam, ne bu kabiliyetimi koruyabilecek imkanlarım olacak ne de kendimi yormadan çalışabileceğim bir ortam. 


Misal hiç düşündünüz ve mantıklı cevap bulabildiniz mi acaba şu soruya; bedensel engelli bir birey, neden herkes kadar iş mesaisi yapıyor gün içerisinde? Çoğumuzun engelli raporunda Ağır işlerde çalıştırılamaz ibaresi var ama bizler için tüm gün oturmak da bir ağır iş. Başkaları çıkıp 5 dakikalık mola kullanabilecekken, bizler destekçi birilerini bulamadığımız için bunu gerçekleştitemeyeğiz bile...


***

Evet, saçma gelebilir ama bunları düşünüyorum. İçinde yaşadığınız durumları sorar sorgularsınız zira ama biz engelliler gün içerisinde gideceğimiz misafirlik için bile "asansörleri girişten mi? , Evin girişi düz mü?" gibi sorular sormak zorunda kalıyoruz. Hayat adil değil, ama bu iş mevzusunda daha bir adaletsiz bana kalırsa...

Gerçekten merak ediyorum, beni ülkemde neden engelli çalışma hakları yok? Gerekli değil mi? Hayatın içinde yer almaya uğraştığımız için bu da en gereklisi. Bunu görmek zor mu ki?


****

Mesele ne, sorguluyorum bu gece! 

Çalışmak istiyorum ama bir o kadar da korkuyorum. Bunca sene, kendi durumuma dair şartları sağlayamıyor olduğum için bir işe sahip olamadım ve de sosyal hayatın içinde yer bulamadım. Ya şimdi değişen ne? Hala bir hak dosyası yok bizler için. İşte bu yüzden Ekpss çalışmak dahi saçma geliyor bazen. Ama elimden geleni yapmam ve pişmanlık yaşamamam gerek ya kanımca, uğraşmaya devam ediyorum. 

Bu meselem 13 güne biter. Hayırlı sonuçlara da bağlanır inşallah... :)

Gece Kuşu'ndan Sevgiler ve iyi geceler... 🙋 - Didem Köse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...