31 Mart 2019 Pazar

Pazar Yazısı #59 - Yine Seçim Pazarı #Mart2019



Bugün bir seçim pazarı daha. Güne vatandaşlık görevimizi yerine getirerek başladık, ablamları da evlerinden aldık ve yakındaki okulda oylarımızı verip döndük. Pazar kahvaltısını ablamlarda yaptık ve günü de burada geçirmeye devam ediyoruz... Hakettik diyorum bugün; öyle yoğun bir seçim dönemi atlattık ki, sessiz sakin bir geleceği hakettik. Bugünden sonra, kavgasız gürültüsüz günlere geri dönebilmeyi diliyorum hepimize. Bugün şu son 40 dakikalık zaman diliminde de verebileceğimiz oylar; ilçelerimizi illerimizi ve mahallelerimizdeki yaşam şartlarımızı düzeltebilecekleri göreve getirmemizi sağlayacak. Lütfen bütünün hayrına düşünerek oy vermiş şekilde bitirelim bugünü, diliyorum ki... :))

Gelelim diğer yandan, Mart'ı da uğurluyoruz bugün. 3 ayda 8 kitap okumuş olarak bitiriyorum Mart'ı ve de daha fazlasını okuyabileceğim bir dönem başlasın diyorum... 1 yarım kitabıö var bir de elimde ama okunacak elimde 5, aklımda 15 kitap var daha... :/ :)

Güzelliklerle dolu bir pazar olsun, gülmeye güldürmeye ve umut etmeye devam edelim ne olursunuz... Yorucu bir dönemden geçtik, bize ayrışmayı uygun görenlere rağmen bir arada durmaya devam edelim ama inşallah daha çok.

Sevgi, saygı, mutluluk dolu bir gelecek hakkımız. Umarım çok daha fazla zorlanmadan bu halkımıza önümüzdeki aylarda ülkecek ulaşırız demeye geldim velhasıl... :)

**
Bugün 31 Mart bir de, 9 sene önce sonsuzlaştırdığımız canım arkadaşım Duygumun doğum günü. Bugün onu daha daha çok özlerken umut ediyorum bir de, güzel gelecekler onu düşünmeden gelmeyecek yine biliyoruz. Bir de bugün onun doğum günü ki, nice güzellikler bugün gelecek yine inşallah diyorum. Duygu'm özlemeye ve hatırlamaya devam ediyorum, buralarda mısın bilmiyorum ama öyle hissediyorum... Seni seviyoruz.

29 Mart 2019 Cuma

Mart'ın Son Cuması - 2019


Bugün Mart 2019'un son cuması ve Mart ayının da son günlerine girdik işte... Baharın kokusunu ve mevsim geçişi streslerini yaşadığımız şu günlerde, bu hafta yazabildiğim ilk yazım bloğuma. Dedim ki, Mart'ın Son Cuması diyerek hem şu haftayı hem de Mart'ı değerlendireyim bari kendimce;  yeniden merhabalar diyerekten... :)

Mart diğer aylara nazaran yoğun geçti gidiyor doğrusu. En net hatırladığım etkinliklerimiz; kadınlar günü buluşması, Kitap Fuarı gezimiz, kuzenimiz Emre abimin hukuk bürosunun açılışı ve de çocukluk arkadaşım Damla'mın nişanı oldu bu ay... Güzel geçti, anılarla uğurluyoruz neyse ki... 

Öte yandan bu hafta da benim için verimli idi. Uzun zamandır, bir hafta içinde iki kitap bitirdiğimi görmez olmuştum. Tuna Kiremitçi'nin ve de Atilla Taş'ın kitabı okudum, ki ikisi de birbirinden güzeldi... :) 

Tuna Kiremitçi'nin okuduğum üçüncü kitabı oldu "Kendi Seven Ağlamaz". Haftanın ilk günü başladım ve akşamına da bitirdim... Fuarda Destek yayınları standından aldığım üçüncü kitap. Farkettim ki şarkılarını ve de kitabını sevdiğim yazarlar çoğaldı bu aralar. Tuna Kiremitçi'nin her iki kimliğini de bu kitapla iyice anladım ki, çok seviyormuşum... Hani kimine göre, diğer yazarlara ve şair kimliğine göre basit bile kalabiliyormuş kitaplarında ama bana öyle gelmiyor nedense. Sıkılmadan okuyorum ben onun kitaplarını elime aldığımda. Daha önceden de, Sonun Geldi Sevgilim ve Git Kendini Çok Sevdirmeden adlı kitaplarını okumuştum. Kendine has bir yazı stili olduğunu düşünüyorum, basit ya da değil, konularıyla çekiyor beni kitapları...

Bu kitabından en sevdiğim alıntım da şu oldu;

Ağlayan birini görünce niye böyle bakar insanlar? Dizi seyretmedikçe ağlayamadıkları için mi? Gözyaşından mahrum ömürlerinin acısını televizyon yardımı olmadan zırlayabilenlerden mi çıkarırlar? Uğruna ağlanacak bir şeyler kaldığını görmekten mi korkarlar? Hala canlı olduklarını hatırlamak işlerine mi gelmez? Hiç mi görmediler sokaklarda ağlayan çıplak ayaklı bir kadın? (Kendi Seven Ağlamaz - Sayfa 27)



 Atilla Taş'a gelince;
o benim için küçüklüğümden beri sevdiğim bir sanatçı ki, meğer onu desteklerken de zamanında tam anlamıyla anlamamışız... Hapis yatmak zorunda kaldığı dönemler desteklerken gazetecilerimizi ve de sanatçılarımızı, neler yaşadıklarını tam olarak da tahmin edemiyormuşuz diye bu kitabı okuyunca anladım. Salı günü başlamıştım, dün bitirmek kısmet oldu. Biraz yavaştan almak durumunda kaldım ve içime iyice sindi. Özlemişim de Atilla Taş'ı, şarkılarını dinler gibi oldum. Ben onun şarkılarını dinlerken acı çektirdiğini düşünmeyenlerdenim zira! :) Küçüklüğümden beri hayranı olduğum Atilla Taş'ın içinde bulunmak durumunda kaldığı durumları, bizzat onun kendisini en içtenlikle anlattığı kitabıyla öğrenmek çok güzeldi bence... :)

Güzel yürekli bir sanatçı bana göre Atilla Taş, gerek en meşhur zamanlarda tanıdığım haliyle ve de sonra twitter'la ortaya çıktıktan sonra kendisini tekrar büyüttüğünü söylediği şimdiki haliyle... Okudukça, kendini geliştirme stillerine de hayranlık duydum. Kötü zamanları fırsata çevirmek kadar güzeli olabilir mi, Atilla Taş böyle yapıp bolca okumuş. Ben okuyup da, hayret ettim diyenleri anlayamıyorum doğrusu! 90'larda severek dinlediğimiz şarkılarına, şimdi lanetler yağdıranlar bizim gözümüzden bakamaz tabii ki ama bir adamı sadece o şarkılardan ibaret saymak da üzücü. Twitter'da doğru düzgün muhalefet yapabilen doğru sanatçılardandı neticede! Kitabında okuduğunu söylediği kişilere göre, meğer baya bilgili imiş demek de garip... 


Kitabından en sevdiğim alıntılarıma geleyim, bir de hala çok seviyorum diyerek sevgilerimi ileteyim buradan Atilla Taş'a; yolu hep açık olsun dilerim, eşiyle ve sevdikleriyle beraber... :)

Öncelikle ötekini değil, kendini düşünüyorsan, sanatla alakan yok demekti aslında. Hayatın anlamını aramaya değil de parayı bulmaya yönelenlerin tek yaptığı, kendini pazarlamaktan ibaretti. (Sayfa 28- Sakıncalı Çökelek)

Birilerini sevmeyebiliriz ama demokrasi biraz da katlanma işidir, öldürüp yok etme değil. (Sayfa 46- Sakıncalı Çökelek)


Size açıklıkla söylüyorum ki, şu yukarıdaki iki alıntıda gördüğünüz fikirlere sahip olan insandan bana göre zarar gelmez. Demokrasiye gönül veren ve sevmediği kişiye bile zarar gelmesin isteyen, güzel insandır bence. Bir de sanatçı toplumun aynası olmalıdır ve de topluma faydalı olabilmelidir gören kişi... Açıkçası yukarıdaki iki fikre de sonuna dek katıldığımı söylemeliyim, son zamanlarda nefret tohumlarıyla beslemeye çalışsa da bazı kesimler bizleri...


Velhasıl, Mart da bitiyor efendim... Dün bitirdiğim Sakıncalı Çökelek, Mart'ta okuduğum son kitabım olacak ve üst resimde gördüğünüz 200 gr iple başladığım şal örgüm de son örgüm olacak kısmetse... :)

Diliyorum ki bir de şu seçime son birkaç gün kalmışken bir an önce geçsin gitsin şu ay! Bu sene daha çok yıldım şu seçime kadarki geçen dönemden, biliyorum ki çoğu kesim de benim gibi düşünüyor şu günlerde... Memleketin tek meselesi oldu belediye seçimlerimiz ve bazı siyasiler o kadar abarttı ki işi, vatandaşın gözü iyice korktu. "Seçim bitsin de..." diye başlayarak biten cümlelerimizle, her büyük kararımız seçim sonrasına kaldı yine resmen... Oysa onların korkması gerekmez miydi, bizi stresli bir ortamın içinde bıraktılar ki şimdi! Bitsin gitsin istiyorum şu seçim dönemi, bitsin de bir neticeye bağlansın normal hayat yeniden... 

Her gün kavga eden, birbirine laf söyleyen "sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm" düşüncesi altında tartışan kocaman insanları görmekten siz de bıkmadınız mı? Bir de topluma indi bu tartışmalar, meclis büyüklerinden de öte; siyaset sebepli birbirini kıran ve birbirine giren gırla insanla dolu çevre... Hiç kimsenin birbirine saygısı da sevgisi de kalmamış gibi hissetmek üzücü, düşünsenize tek sorumluluğumuz demokrasinin bize bahşettiği görev olarak bizi yönetmesini istediğimiz kişileri seçeceğiz; ama herkeste bir "benim fikrime göre seçtiğim insan daha doğru!" büyüklüğü hakim. Sana göre öyledir bana göre böyle, neyine benimle tartışıyorsun diye her defasında söylememize rağmen; bir kesimin hala kavgalara sebebiyet veren, karşıt görüşteki kişiyi ezme hırsını hala anlayamıyorum... Yıl olmuş 2019, giderek daha kötüye düşüyoruz bu konularda resmen. Üzücü, çok üzücü...

Mart'ın son cuma gününde diliyorum ki, hepimiz için şu seçimler hayırlı bir biçimde sonlansın ve düzgün bir gidişata bağlansın yeniden hayatlarımız. Mart bitmeden yine yazabilmeyi ve cümlemiz için güzelliklerle de Nisan ayına kavuşmayı diliyorum. Sevgilerimle... :)

23 Mart 2019 Cumartesi

Cumartesi Yazısı - Kitap Konuşmalı (Mart 2019)



Bir masal daha bitti, bugün son sayfalarını daha okuduğum üzere bu haftanın kitabını bitirdim; Peri Masalı (Pınar Aylin), 2019 Bursa Kitap Fuarı'ndan aldığım ilk kitaptı... :) 2019 Bursa Kitap Fuarı yazım burada...

Bu hafta bol bol okuduk Kağanımla, bir hayal daha gerçekleşti; artık Kağanımla karşılıklı kitaplar okur olduk, üstelik ciddi ciddi anlayarak okuyor benim kuzum. Anlayarak okuyor dediğim, ilk okuma alıştırmaları sırasında sadece okumak için okuyordu ciddi anlamda! Bu hafta kitap okuduğu sıralarda birkaç kez duraksayıp bana anlattı okuduğunu, benimle paylaşmak istediği bilmeceler oldu ve de hikayelerden detaylar; öyle hoşuma gitti ki! :) Maşallah ve şükür bugünlerimize... 

Bir çocuğun nasıl büyüdüğünü izlemeye devam ediyorum yani resmen, bu hafta buna yine çok şaşırdım ve de hayranlıkla izledim bu gelişimi işte... :) 


Bu yazıma ne isim versem bilemedim bir de bugün, Cumartesi yazısı dedim işte... Yalova'ya gidiş gelişlerde iki haftadır yorgun olduğumu gördüm. Bu hafta da aynı şekilde yorucu idi nedense, oysa gidiş gelişlerde zorluk çekmiyorum derken hem de... Boynum tutulmuş ve de ağrılarla uğraşır haldeyim biraz, sanıyorum ki bahardan. 

Neyse ki, güzel hikayeli bir kitap okumuş olmak idare eder hale getirdi bu haftamı. Siz de böyle hissediyor musunuz? Ağrılı da geçse birkaç gün, güzel bir film ve güzel bir kitabın günü idare eder kılmasına şahit oluyor musunuz? Bana oluyor şahsen... 

Kitabı alırken fuarda pek tereddüt etmemiştim ama ne olur ne olmaz da diyordum işte, bilememezlikten. Güzel bir kitap keyfi yaşadım ben okurken. 1,5 haftada bitirebildim. Hikayesi sarıp sarmalarken, sarstı da gerçekten; değindiği noktalara geleceğim ama ben... 

Kendimizi bulmak için önce kendimizi unutmak gerek! (Sayfa 264)

Cesaret, kendini çevreye bağlı kılmadan geliştirme ve aşkın bizleri güçlü kılma hallerini anlatıyordu kitapta. Gönüllendiriyor diyebilirim, bana bir sıcaklık verdi resmen kitap. Okudukça kendimi iyi hissettim diyebilirim... Neleri neleri unutuyoruz hayat uğraşında resmen hani; Pınar Aylin'in kitabında hatırlattığı en güzel şey, bizde saklı olan mucizemiz nefese dairdi. Daha çok dikkat edeceğim bu konuya, nefes egzersizlerime ve daha fazlasına öncelik vermeye uğraşacağım...



İçimizde, doğru düğmeye bastığımızda her türlü arınmayı sağlayacak bir mucize var ama çoğumuz, data bankamızdaki kodlanmış olan bilgiden, hatta gizli hazinemizden habersiz yaşıyoruz. Çocukken de kimse bize demiyor ki, nefesinizi tutmayın! (Sayfa 271)


Doğduğumuzda sahip olduğumuz muhteşem algılama gücümüzü, kendimizle ve etrafımızla uğraştıkça kaybeder, bu dünyaya geliş amacımızı unutup, içselleştiremediğimiz şeyleri dışarıda aramaya devam ederiz. Kolayca kaybettiklerimizi, zorlukla geri kazanmaya çalışırken yorulup yıprandıkça da, bulamadığımız için kendimize kızar, kendi mutsuzluğumuzun yaratıcısı oluruz… (Sayfa 339)


Pınar Aylin bir masal anlatıyor bu kişisel gelişim tarzı içerikli kitabında, kendi öğrendiklerini anlatırken işte... En güzel öğrenmek, öğreterek öğrenmektir hani. Pınar Aylin de bunu benimsemiş biri ve kendi stilini sevdim ben doğrusu. Bir masal okurken odaklanamadığımız noktalara, sonra tekrar 21 adı altında kitapta ayrıca da okuyabiliyorsunuz da... Ben bir kişinin birçok yönünü tanıyınca seviniyorum resmen! Bu hafta bu hislerle geçti benim için işte, öğreterek öğrenenden öğrenmek ve de bunları sizlere de aktarmak istedim biraz. Nefese dikkat etmeye karar verdim, kendimi unutmamaya ve de azalmaya çalışmayı daha çok hatırlayacağıma... Hazır bahar da geliyorken! :)


Bu yazımın sonu da kitaptan beğendiğim bir söz ile olsun madem, okuduğunuz için teşekkür ederim...

Yolumuzdaki engellere takılıp düştüğümüzde, her seferinde kalkmak için, en çok içimizdeki o güçten yardım alırken düşünmemiz gereken Goethe’nin şu sözleri olabilir:

“Yaşamak, kendi kendini adam etmektir. Zeka ve bilgiyi kullanarak etinden kemiğinden kendi heykelini yapmaktır…”

(:

21 Mart 2019 Perşembe

Düşsel Yorgunluk - 21.03.2019


Bir süredir yaşadığım halleri böyle adlandırıyorum şimdi de, Düşsel anlamda yorgun düştüm. Ama bazen kötü haller de lazım ya, iyiyim şimdi...

Düşlerimi zorluyor ve de sorguluyorum ama duraksamadım da çok fazla. Hareket halinde idim birkaç haftadır yine. Yorgunluğumu da "Harekete Geçtim" yazımda anlattığım gibi, harekete geçince atlattım sanki... Gardımı almış, şu alttaki 2007 ya da 2008'de çekindiğim fotoğrafım gibi bekliyorum. Sadece şimdi bedenen ayakta değilsem bile, ruhen ayaktayım diyebiliriz bence...


Yıllardır beklediğim hallerin içindeyim esasında ama düşlerimin yorgunluğuna düşer de oldum aynı zamanda... Yıllar yılı çalışma kararını verebileceğim ortamı ve zamanı beklemiştim, ama artık zamanını beklemek sonsuz bir durumu oluşturuyormuş gibi geldiğinden benim bile beklemediğim ani bir kararla harekete geçtim işte. 

Atılacağım ya; "iş hayatına atılmak için tamamen ayağa kalkmayı bekliyordum, onu es geçtim Eylül'e kadar beklemeyi düşünüyordum da, beklemeyeceğim ya!" dedim. Ben bekledikçe, hazır Ağustos 2018'de Açıköğretim İkinci Üniversite'den mezuniyetimi de almışken, artık bekleyemiyorum demeye başladım... 

3 haftadır kararını verdiğim ve de girişimlerde bulunduğum üzere, bu kadar karamsar bir ortam beklemiyordum ama kafama takılan birkaç şey var doğrusu... 

Öncelikle, henüz net olarak başvuruda bulunmadım ama bir iş başvurusunu sorgulattım geçen hafta, Salı günü de oradan net haberi aldım; ihtiyaç yokmuş, devletin engelli çalıştırma için zorunluluktan açılan bir ilanlarından biri imiş. Ülkemizin içinde bulunduğu seçim ortamı dolayısıyla zaten çabuk iş bulabilmeyi beklemiyordum ama çoğu "engelli çalışan" ilanında, "kanun gereğince, engelli çalıştırma zorunluluğu kapsamında engelli işçi alınacaktır." ibaresi var. Söz konusu bu durum olunca ve alının işçiler çoğunluğuna baktığımda, ofis görevlilerinin daha az ama temizlik görevlilerinin daha fazla alındığı mevcut bu alanda. Gözüme takılanları söylüyorum... 

Açıkçası ben bedensel engelliyim ve desteksiz ayakta duramıyor ve yürüyemiyorum ya hani; "neden sadece çoğunluk hizmet alanında birikmiş bir iş pozisyonu var bizler için ve neden normal iş ilanları gibi, bizlere de ihtiyaç duyulmuyor normal şekillerde?" diye sorguluyor ve düşlerimin bu anlamda gerçeklerle karşılaştığında yorgun düştüğüne şahit oluyorum bu ara...




Düşlerimin içinde, bizler için de yer var o şirketlerde oysa... İçeriğinde engelli tuvaleti bulunmayan çalışma yerleri bakidir ve bunun gereğini yapamayacaklarından ötürü ilanlarını engelli-engelsiz diye belirtemiyorlardır, tahmin edebiliyorum da! Ama gel gelelim, yıl olmuş 2019 neden her iş yerini yaptırırken, toplumsal alan diyerek bu yönde de gereğini yaptıran kanunlarımız yok diye de sorguluyorum. Hiç mi kendi işini yapan engellilerimiz olamaz, o şirketlere iş anlaşmaları için gidemezler mi? Veyahut bu şirketin çalışanları, hiç mi geçici olsa bile bedensel rahatsızlıklar yaşamayacaklardır?

Benim çalışma durumumda, beni ve bizleri düşündüren en büyük sorunum; desteksiz yürüyemediğim için, sandalyemden kalkıp iş ortamında ihtiyaçlarımı nasıl görebileceğim durumu en çok... Ailem öğlen aralarında bana ulaşabilmeli ki, bu ihtiyacımı giderebilmem konusunda bana günde bir kez olsun yardımda bulunabilsin en azından. Ama bu konuda da şu sorun var, 8 iş saati çalışmam gereken iş ortamında, günde bir kez giderdiğim ihtiyaç bana yeterli gelecek mi? Olur ya, bazen de yeterli gelmeyecek...

Bu konuyu nereye bağlayacağıma gelirsek, neden biz engellilerin çalışma saatleri konusunda kendimizce sınırlama koyabileceğimiz bir kanun yok? Yani 5 saat çalışsam olur benim için, çok istisnai bir durum olmadıkça 5 saat idare edebiliyorum kendimi yalnız başıma... Ama gel gelelim, öğlen arası ile beraber 9 saat olacak iş ortamı sıkıntı yaratacak belki de benim için. Düşlerimin yorgun düştüğü bir diğer alan da burası... Pozitif ayrımcılık diyebilir miyiz bu bahsettiğim konuya? Belki de diyebiliriz. Ama ben ayrımcılık istemiyorum ki aslında, sadece diyorum ki;

Ben de diğerleri gibi eğitim gördüm, iki üniversite bitirdim; Önlisans Örgün Öğretim Dış Ticaret ve Açıköğretim İkinci Üniversite Sosyoloji Lisans olmak üzere... Neden diğerleri gibi açıklıkla istihdam edilemiyorum? 

Sonra hastalığımla bu ülkede her alanda kabul edilmem gerekmez mi? Hastalığım sebebiyle atak geçirmeseydim, iş deneyimimi herkes gibi yaşayabilme şansım vardı; ama böyle bir durum başıma geldi ve zor olsa da şu an 8 saat bir iş ortamında kalmayı göze almış durumdayım. Çünkü ben de hayata atılmak istiyorum, hayalim hep çalışmaktı. Ben kendi ayaklarım üzerinde durabilmek için, eğitimime canla başla uğraşan biri oldum liseden itibaren hep... Ama gel gelelim, içinde bulunduğum durum part time iş aramayı düşündürtse de bana, araştırdığım üzere öyle bir durum görünmemekte hiçbir sektörde. Part time işte de, henüz engelli arayanını göremedim yani... :)


Elbette ki tüm bu sebeplerden ötürü, ne düşlerimi yitirdim ne de hayalini kurduğum çalışma hevesimden vazgeçtim! Düşlerim yorgun düşüyor olabilir zaman zaman ama düşlemeyi bırakmayı düşünmüyorum... :) 


Bu sıra yazamıyorum; "sadece biraz düşlerim gerçeklerle yüzleşirken ben de onları sakinleştirmeye çalışıyorum, ne yazacağımı da bilemiyordum" demeye geldim bunları kendi içimde açıklığa kavuşturarak ve sizlere bunları anlatma ihtiyacı duyarak... 

Bir heyecanlanıp bir duruluyorum, çalışıyor olsam şöyle olur böyle olur diye düşlüyorum. İş aramaya devam ediyorum. Yakın çevremde işlere bakıyorum, kendimce ailemden bireylerimle istişarelerde bulunuyorum. Şükür ki, böyle bir durumda da desteklerini görüyorum. Beklemeyi göze almayı sürdürsem, belki uzun bir zaman sonra daha iyi koşullara sahip olacağım ama ben hayallerimi ertelerken iyi koşullara sahip olma hevesimi de yitirme riskimi göze alamıyorum...

Bir yandan, keşke yüksek lisans başvurumu yapabilseydim diyorum. Diğer yandan da, seneye kesinlikle yüksek lisans başvurularını kaçırmamayı planlarıma bir kez daha işlemiş bulunuyorum şu sıra...

Düşsel yorgunluklar yaşıyorsam da, kendimi gerçekliğin peşinde olduğumdan ötürü; çabaladığım ve de iyi kötü koşullara rağmen pes etmeyi düşleyemediğimden ötürü sık sık kutluyorum şu ara da... :) Düşlerimize sahip çıkalım; yorulabilirler, "bir dakika durabilir miyiz canım?" diyebilirler, "otur şurada dinlen, ama çabuk dön e mi?" demeyi ihmal etmeyelim. Düşlerimizi desteklemeyi ihmal etmeden, birçok sorun üst üste gelse de çöpe atmayı düşünmeyelim. Düşler yoksa, biz tek başımıza nereye kadar gidebiliriz ki? Düşlerim bazen yoruluyor ama hala benimle, sadece gerçeklik azıcık kum torbası gibi kullanıyor onu; henüz birebir içinde sürüklenemeden... :) İyi şeyler olacak ve bu durumları da yaşarken gösterdiğim şu cesaretli sözlerim için kendimle gurur duyacağım.


Velhasıl; her ne kadar ara sıra yorulsam da düşlerim ve düşüncelerim sebebiyle, düşlerimi kaybetmediğime seviniyorum işte. Biraz uzun yazdım ama affola, 3 gündür nasıl anlatırım içimdekileri derken; anlattım ya, epey rahatladım valla! :) 

Düşlerimizi gerçekleştirmek için canla başla savaşmaya devam. Kazandıracağız bu hayat yarışını düşlerimize! (burada bir bilek havada, güçlü ifade düşünelim lütfen) =) Sevgilerimle


15 Mart 2019 Cuma

Harekete Geçtim - Mart 2019


Şubat başından beri 2019 zorlu geçmeye başlar oldu benim için... Evde olmak sıkıntı olmaya başladı, ki yalnızlığımın her anını çok severdim ben! Temmuz 2018 itibariyle Açıköğretim ikinci üniversite ile sürdürdüğüm öğretimim de bitti. Dolmak üzere olan 8. ayımda anladığım şu ki, benim derssiz 3 aydan fazla durmam iyi gelmiyormuş bana. Hem de hiç iyi gelmiyormuş... :) 


Oysa evde bildiğiniz boş durmuyorum, kendimce uğraşlarım çok fazla ama hayallerimin bir kısmı bir köşede duruyor gibi. Hala... Son iki aydır bu yaşadığım ve alışmaya çalıştığım düzen, en nihayetinde bir boşlukta yaşıyormuşum gibi hissettirdi son birkaç haftadır beni. Öyle ki son haftalarda sevemez oldum zaman zaman yalnızlıklarımı bile... Yapmak istediğim o kadar çok şey varken, neden duruyorum hala diye sorgulamaya ve koşulların mükemmelce oluşmasını beklemeye tahammül edemeyeceğimi anladım...


Tarihlerle anlatayım istiyorum, kendime de anı kalacak bunlar zira; 

5 Mart 2019 Salı günü; Mehmet dayımın eşi Hatice yengeciğimle konuştuk bu konuyu netlikle önce. Beni bu kendi uğraşlarım arasında bile hayallerimi ertelememin artık daha fazla sıktığını ve nasıl hevesli olduğumu anlattım yengeme, gelecek diye hayal kurduğum zamanlara dair. Anlattım, konuştuk ve fikirlerini söyledi bana. O gün o konuşmamız bir kez daha anlattı bana, içimdeki hevesleri ve de aslında benim de şimdi olmaz diye birçok şeye kendimi inandırmışlıklarımı... Teşekkür ederim yengecim... :)

9 Mart 2019 Cumartesi günü idi; sabah kahvaltımı yaptıktan sonra odama çekildim öğlen, o kadar yorgun ve de sıkılmış hissediyordum ki kendimi birkaç gündür yine. Ama bir yandan da nasıl yapabilirim de atılabilirim hayallerime diye düşünüyordum. O 4 günde kendi yapamazlarımı yıktım geçtim belki de! İçimdeki hisleri ve yılgınlığı yazdım defterlerime, kendimce... O yazdıklarım beni çok rahatsız etti ve yengemin de söylediği gibi "harekete geçmeyi istiyordum ben"... O gün annem ve babamla konuştum tekrar; girişten asansörlü olmayan bu evimizi değiştirme koşullarının oluşmasını beklemekten, daha iyi ve daha iyi olmayı beklemekten sıkıldığımı ve harekete geçmek istediğimi söyledim. Annem ve babam ise ayrı ayrı ama aynı sözü söylediler; "Ne yapmak istersen, ben senin arkandayım!" Allah razı olsun anneciğim ve babacığım! :) 

İşte ben 9 Mart 2019 günü harekete geçtim...


10 Mart Pazar günü, ki yazısını eve dönünce yazdım; önce kadınlar günü sebebiyle bir eğlence programı niteliğinde oluşturulan, Chp'nin Kadınlar Günü Buluşmasına gittik. Oradan çıkınca da bir önceki günden itibaren açılan Bursa Kitap Fuarı'na gittik annem, babam ve yeğenim Kağan'la beraber... Gelgelelim o gün bir iki saat içinde vücudum öyle garip tepkiler verdi ki, bunların hepsinin psikolojik ve alışkın olmadığım gerekçesiyle beraber bir tepkime idi sanki. Anladım ki, bir gün öncesinden çok doğru bir karar vermişim. Hayatın içinde olmaya çok istekliyim, ama gelgelelim öyle uzakta kalıyorum ki; sanki izole bir ortamda yaşıyormuşcasına, fantastik bir filmin içinde imişim gibi kendimi garip hissettirebiliyor fazla dışarıda olmak bana... Bu beni hem üzdü, hem de düşündürdü. Eve geldiğimde fizyolojik belirtiler yavaş yavaş geçmeye ve basit bir yorgunluk kalmaya başlamıştı zira... O akşam bu durumu dostum Meromla konuştuk ve bir destek de ondan aldım şükür ki... (: 

Dedim ki ona, "Kendimi öyle boşlukta hissediyorum ki, beklerken hayallerimi hiçbir gün gerçekleştiremeyecek gibi hissediyorum. Ben de artık bir baltaya sap olmak istiyorum."
O da bana de ki; "Ben de senin arkandayım. Senin baltan benim, kendine o kadar yüklenme! :)" Bir destek daha bu kadar güzel olur işte, iyi ki varsın Merom...

11 Mart Pazartesi günü; liseden bir arkadaşımla konuşup ondan tavsiyeler aldım önce ve bir haber gelirse engelli işçi arayan kesimden, beni aklında bulundurmasını rica ettim. Sağolsun o kadar olumlu konuştu ki o da, desteğine minnettarım. Aynı akşam yengemle de konuştuk ve bu kararımdan bahsettim. Aynı mutluluğu beraber yaşadık ve benimle şu sözü paylaştı;

Harekete geçmek için bütün koşulların mükemmel olmasını beklersen, hiçbir zaman harekete geçemezsin. J. Brown.

(Kesinlikle öyle yengecim!)



Olay şu ki,
engel durumum sebebiyle girişten olmayan asansör bizi yine bir kez daha engelliyor. Evet, merdivenler başta bizi yoracak belki. Ama girişten asansörlü bir ev alabilmeyi beklemektense, çalışmaya daha çok ihtiyaç duyduğum şu anda beni engellemesine izin vermemeliyim! diye düşünüyorum artık...

Desteksiz yürüyemediğim için, iş yerine götürülmem ve de getirilmem ve öğle aralarında ihtiyaç molalarında ailemden destek almam gerekecek; ama belki de bunlar engelliyor beni diye kendimi engellemektense, bu hayata atılıp zamanla kendimi geliştirmem de mümkün olacak benim! Olur mu olur diyorum. :)




Velhasıl, 12 Mart günü İşkur hesabımı da kurdum, iki gün aralıklarla iki iş arama sitesine de cv'mi yükledim. Ben koşulların mükemmel olmasını beklemekten vazgeçtim ve çok şükür harekete geçtim! :) 

Buradaki çocukluktan beri arkadaşlarım olan, Damlam, Sedam ve Melikeme de bildirdim aynı; bir ilan duyarlarsa bana bildirecek onlar da. Hayır dualarını ve benim adıma sevinçlerini esirgemediler onlar da sağolsun canlarım... :) İyi ki varlar diyorum onlar adına da ve iyi ki varlar dediğim insanlar biriktirmiş olduğumu bilmek daha mutlu ediyor böyle anlarda!


Birkaç sonra Falaaddin bana üstteki görselde de görüldüğü üzere; 
"Çoğu zaman tercihlerimizi yaşıyoruz. Şimdi neyi en çok istediğini düşün. Sonra da üşenme, erteleme, vazgeçme!" diye bildirim gönderdi. 


Bir haftadır deli gibi heyecanlanıyorum, hayallerimdeki gibi iş hayatına 2010'un sonuna kadar ayaktaki halimde gidebilmeyi beklemekten vazgeçtim. Belki de, iş hayatına atılma hayalimi gerçekleştirince tüm iyi halime yeniden döneceğim. Beni tetikleyecek ve de belki ben kendime bağışıklık kazandıracağım birçok şeye dair... Yani ben tamamen ayağa kalkmayı, evimizin değişmesini ve de okulum da bitmişken hala bekleyecek bir şeyler düzelsin diye beklemeyi bırakmadıkça; bir şeyler olmayacak, anladım... :) 

Okula giderken de sınavlar harici okumayı seviyordum, 1 senelik lise stajımda da iş hayatındaki ufak tefek kişisel sıkıntılar çıkartanlar haricinde iş hayatını sevmiştim. İstiyorum ki bundan sonra o ortama atılıvereyim. Önümüzdeki hafta, İşkur'a gidecek ve danışmanımdan yüzyüze destek de alacağım. Bekleyin beni, ben harekete geçtim. Sizlere bu konuda yeni haberlerimi ve anılarımı da buradan bildireceğim! :)

Hayallerimiz, gerçekleştirmeyi ertelemeyi bırakınca daha güzel ve anlamlılar... İşe girince diye hayaller kurmak ve buna dair konuşmak, son bir haftadır beni daha fazla heyecanlandıran gelişmelerden biri. (: Başladığım zaman ilk zamanlar zorlanacağımı da, ama ilk zamanları atlatınca alışacağımı da tahmin edebiliyorum şu aralar. Hayata atılmak, içinde daha fazla bulunmak, okul bitti biteli en çok istediğim şey. Okul tam anlamıyla bitti biteli, 8 aydır beklediğimi de düşünürsek; fazla bile bekledim. Hepimiz için en hayırlısı olsun diliyorum. Giriştiğimiz işler gönlümüzce hayırlısıyla nihayetine ersin dilerim.

Cuma gününün yüzü suyu hurmetine derler ya hani, dualarımız kabul ve hayallerimiz bir an önce gerçek olsun diliyorum... =) Sevgilerimle...

13 Mart 2019 Çarşamba

Okudum - İçindeki Uyuyan Güzeli Uyandır



3 hafta önce, bir pazar günü ziyaretimize Belediye başkan adayımız Uğur bey ve Zeynep hanımla beraber Reyhan ablam gelmişti bize, yani yazısını yazmıştım "Pazar Yazısı#56 - Uğurlu Pazarlar" diye... İşte o geldiklerinde Reyhan ablam bana bu kitabı getirmişti, beğeneceğimi umarak... Geçen hafta haftabaşında senelik ek tedavi kapsamında fizik tedavi almak üzere gittiğim Yalova Aktif Fizik hastanesinde başlamıştım, bu haftabaşı da orada bitirdim... :) Açıkçası söyleyeyim, çok beğendim ve böyle bir kitap okuduğum için mutlu oldum!

Alişan Kapaklıkaya ile ilk tanışma kitabımız oluyor bu kitap ve sanırım içten içe benim de içimdeki uyuyan güzeli uyandırdı! Teşekkür ederim bu yönde, Reyhan ablama ve de Alişan Kapaklıkaya beye... Aslında kitap ağır bir kişisel gelişim kitabı değil, ben öyle olur diye düşünmüştüm nedense. Alişan Kapaklıkaya'nın, kendi hayat hikayesiyle başlayıp deneyimlediği gelişim hikayelerine yer verdiği bir kitap. Ama gel gelelim, anlatış stilinde bir naiflik var ciddi anlamda. Onun anlattıklarından bağımsız olarak onun dediği gibi; "İçinizdeki Uyuyan Güzeli Uyandırmak ve harekete geçmek" istiyorsunuz... 


Kitabında yer verdiği sözlerden en hoşuma giden ilk söz şu oldu mesela; 

"Anladım ki, dünkü güneşle bugünkü çamaşırlar kurutulmuyor." (Sayfa 66)


Ben bu sözün bana çağrıştırdığını anlatayım size; geçmişteki hallerime "hala ama hala" bakarak, şu günümde o kadar çok şeyi erteliyorum ki... Haklı Alişan bey dedim, bazen zamanı gelir ya hani; sizi itecek olan birine ihtiyacınız olmasa da, bir söz size yeter o anlarda. Benim için böyle bir şey oldu. Ertelediğim ve denemekten üşendiğim ama aslında tüm koşulların eskisi gibi tam olmasını beklediğimi fark ettim. Bunun hata olduğunu farkettim. Belki benim hissettiğimle, üstteki sözün hiçbir alakası yok ama ben bunu fark ettim ve harekete geçme kararı aldım.

Şimdi de uyguluyorum, çalışmak için ortam oluşmasını bekliyordum; hala! Ama aslında bir yerden başlayabilirim dememe sebep şu üç haftadır epeyce bunalmış olmamdı ki; "Tamam, beklemek yok. Eskisi gibi olamayacak ama böyle de olur. Olmazsa da en azından denedim derim!" dedim. Dün İşkur'a kayıt oldum, bugün diğer iş bulma sitelerinde de üyeliğimi aktifleştirdim... Şimdi biraz beklemek gerekse de yine, icraat halindeyim. Neyse bahsederiz yine, diye düşünüyorum... (Heyecanlıyım 3-4 gündür. Yazacağım ama bir tek buna dair de olsa...)


Bir diğer güzel öğreti ve önerisi şöyle;

Ne istiyorsan, o zaten sende varmış gibi davran. (Sayfa 183)


Geçmişi de geleceği de bırak da, bir an önce içindekini uyandır ve harekete geç! diyor yani Alişan Kapaklıkaya... İstediğim o kadar çok şey var ve benim de deneyimlediğim bir şey ki bu, "Neye yok dersen, yoklar çoğalıyor." Sanki yok kelimesi bir karadelik ve o karadeliğe odaklandıkça, içinde hissettiğin diğer iyi düşünceleri de o deliğe yolluyor gibi oluyorsun. Varsın sende olmasını istediğin olmasın, o zaten sende var olunca nasıl olacak diye düşün de davran! O olumlu tavır seni nasıl değiştirecek güzelleştirecek gör... Bana bunu hissettirdi ve "1-2 aydır ne kadar az deneyimliyorsun bunu Didem!" dedirttirdi. 



Bir insan hedefini belirleyip yüreğinin gücüyle ona doğru yürürken karşısına çıkabilecek engel var mı? Çıksa bile o insanın karşısında durup onu engelleyebilir mi sence? (Sayfa 231)

Diyor bir de Alişan Kapaklıkaya... Sizce?


Bu konuya da şöyle bakıyorum; hedeflere odaklı yürürken engeller boştur diye düşünsem bile, bazen de engellere rağmen gücümü  içten dışa yöneltemiyorum. Hedef belirli de olsa, karşıma çıkabilecek engellere beni inandıranlar oluyor. Ötesi yok, değişmez ve değiştiremem. Biri bize odaklanmamız gerekenin bunlar olmadığını söylemek durumunda oluyor. Aslında içimizde uyuyan güzelden çok, olumsuz tavır ve davranışların sahiplerinin saldığı yetenekli kötü büyücüler var gibi hissediyorum ben de. Özellikle şu son senelerde, olumsuzluklarla doldurmaya hevesli çok sesler var ülkemizde. Evet, bizi engellememeliler ama yine de onların daha az seslerini duyabilmemiz için; bize bu teknikleri ve de tam tersi olumlu görüşleri sunanların sesinin yükselmesi gerektiğini düşünüyorum. Büyüğünden küçüğüne, olumlu söylemlerin konuşulduğu günler daha çok bizlerle olsun diliyorum...


Velhasıl, son sözlerinden birinde de şöyle diyor Alişan Kapaklıkaya;

Kendisini kurtarıcı sanan devlerin çıkardığı gürültüyü duymak istemiyorum artık.
Uyuyan güzeli uyandırmayı iddia edip onun uykusunu sürdürmekten başka bir işe yaramayan reçeteleri istemiyorum artık. (Sayfa 255)

İşte tam da benim dediğim de bu... İçimizdeki uyuyan güzelleri uyandırdığımız günlerin devamında, hedeflere ve hayalini kurduğumuz mutluluk dolu anlara ulaşmak üzere hepimizin birbirimize ihtiyacı var. Boş laf söyleyen devlerin seslerini susturup, kendi isteklerimizi gerçekleştirebilmek üzere kendimizi duymaya davet ediyorum birbirimizi. Uyanmaya, oyalanmamaya ve harekete geçmeye... :)

Sevgilerimle...

12 Mart 2019 Salı

17. Bursa Kitap Fuarı Gezimiz - 10.03.2019


2 sene sonra yine bir Bursa Kitap Fuarı'nda idik, 17. Bursa Kitap Fuarı 9 Mart'ta açıldı bu sene ve 17 Mart'a kadar ziyaretçilerini bekliyor olacak. Tüm karışıklığına ve eksikliğine rağmen, gidilmeye görülmeye en değer fuarlardan biri. İhmal etmeyin gidin derim ben... :)


Kitap Fuarı'nda ilklerimiz hakimdi bizim bu sene, fuarın ikinci gününde gittik ve yeğenim okumayı öğrenmiş halde gittiğimiz ilk fuar oldu; onun haricinde ise yeğenimle beraber gittiğimiz ikinci fuardı, ilkinde daha bebek arabasında idi... Yıllar Geçerken, bir ilki daha gerçekleştirdik neyse ki... :)

Henüz yeğenimin okuduğu kitaplar ilgisini çektiği yönde, yeniliklere fazla açık olmayan dozda olsa bile; onunla fuar gezmek eğlenceli idi. Annem babam ben ve yeğenim gittik fuara, iki saate yaklaşık bir zaman diliminde içeride idik. Pazar olduğundan gerek fazla kalabalıktı ve de ilk girdiğimizde biraz da bu kalabalıktan ötürü aradığım yayınevlerini bulamadım. Öyle ki, gider gitmez aradığım ilk yayınevi April Yayınları idi; her sene fuarda öyle güzel kampanyalar yapıyorlardı ki, bulamadım. Bir de heyecanla fuar haritası almadan girdiğim için, boş yere aradım başta. Sonra ana koridora çıkıp harita alıp girmeyi akıl ettim de, çok geçmeden bu sene fuarda olmadığını öğrenmiş oldum!

Bence 17. Bursa Kitap Fuarı'nın en büyük eksikliği April Yayınları'nın eksikliği idi. Tüm stant görevlilierin çoğunlukla, "Bu sene fuar çok karışık geldi bize!" demesine rağmen güzeldi ama yine de... :)

Fuardan Kağanım 5 ganimet ile, bense 8 ganimet ile ayrıldık. Yani 5 kitap ve 8 kitap diyorum... Ganimet kategorisinde benim için, yeğenim de hafif istekli-isteksiz olsa bile o da kitaplarına sıkı sıkı sarılmaya başlamış durumda. Bilim içerikli iki kitabı azıcık ikna ederek aldırdık ama 3 adet kokulu masallar serisinden kitabı sevine sevine aldı. Okusun kuzum da, istediği kitaplar bu sene de kokulu olsun madem dedik. Sınıf öğretmenleri ne olsa okumalarını istediği kitapları da aldırdı yakın zaman diliminde diye... :) Benim yeğenimin yaşındayken bu kadar kitabım yoktu, çok şükür o benim gibi geç başlamayacak gibi görünüyor okuma alışkanlığını kazanmaya...  

Gelelim benim aldığım 8 kitabıma;



Aklımda birçok yayınevinden kitap almak vardı bu sene ama 2017'deki gibi indirimler de fazla değildi bu sene aslında! Bulduğum indirimleri de beğendiğim ölçüde kaçırmadım bence ama kitap aldığım yayın evi sınırlıydı. YKY, Can Yayınları ve Epsilon Yayınlarından kitap almadım bu sene, oysa sektirmeden kitap aldığım yayınevlerindendi fuar zamanı ama... 

Elimde listemle gitti isem de, okumak istediğim yazarlara şans vermeye devam edeceğim desem de; yine diğer istekli olduğum türlere ve de listemde olmayan ama aklımda olan yazarlara şans verdim valla... (:


İlk kitap aldığımız yayınevi Destek Yayınları Grubu oldu, "Pınar Aylin'in Peri Masalı" kitabıyla 5 TL'lik kitaplarda buldum önce kendimi. Sonra annem; küçüklüğümden beri çok sevdiğim bir şarkıcının "Atilla Taş'ın Sakıncalı Çökelek" kitabını getirdi az ötemde aynı paralelde gördüğü üzere. Ne zamandır okumak istediğim bir kitaba sahip oldum böylece... Hemen gözümün önüne sonrasında da "Tuna Kiremitçi'nin Kendi Seven Ağlamaz" kitabı da denk geldi, ki çok severim kitaplarını bu üçüncü Tuna Kiremitçi kitabım oldu. Destek Yayınları'ndan 3 kitap 15 TL olmak üzere, bir de en sevdiğim Penguen karikatüristlerinden olan Semra Can'ın karikatürlerinin kapak olduğu küçük hediye defter ve ayraçlarla ayrıldık... :) Başka hediye ayraçlarım olmadı Destek Yayınları haricinde bu fuar... 

Sonra Pegasus Yayınlarına uğradık; ben Pegasus'tan da daha büyük indirimler bekliyordum ama %25 indirim vardı sadece. Bir Psikiyatristin Anıları adlı kitabını da merak ettiğim "Irwin D. Yalom'un Günübirlik Hayatlar" kitabını aldık annemle ortak okuyacağımızı düşünerek (17 TL idi)... Diğer kitap daha çok kendi hayat hikayesine yönelikmiş, biz onu tercih etmedik şimdilik nedense. :)





Yabancı Yayınları'nda 10 TL'ye kitaplar bölümü vardı ve birbirinden güzel kitaplar da vardı; biraz zorlanarak, arka kapağındaki yazılardan en dikkatimi çeken iki kitabı aldım. "Lanetli - K. A. Tucker" ve "Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu - Alison G. Bailey". Yabancı Yayınları'ndan birkaç tane de almak isteyip de diğer alacağımıza karar verdiğimiz iki yayınevinden kitap olduğu gerekçesiyle alamadığım kitapları, okumak istediklerime kaydettim bu arada. Yabancı Yayınları da dikkatimi çeken bir yayınevi şu sıra... :) Velhasıl, 20 Tl harcayarak da Yabancı Yayınlarından ayrıldık... 

Kırmızı Kedi Yayınları ve İthaki Yayınları yan yana idi, annemle birer ikişer kitap seçmiştik. Annem Kırmızı Kedi Yayınları'ndan daha önce duyduğu üzere merak ettiği kitabı "Pehlivan Terkoğlu'nun Metastaz" adlı kitabını aldı. Bense 2018'de en sevdiğim kitapları okuduğum İthaki Yayınları'ndan "Josh Malerman'ın Kafes" kitabını aldım. Kafes kitabı 20 TL, Metastaz da 18 TL idi; derken fuar için ayırdığım 100 TL işte böylece bitti. Geriye kalan paramızın 4,5 TL'si ile de Kağanıma Tübitak Yayınları'ndan Dünya adlı kitabı aldık... Elimizde 100 TL'den sadece 5.5 TL ile dönüş yaptık eve ama sorun bana hiç pişmanlık var mı? :) Fuar için biriktirdiğim paraya acımadım da, bir süredir en çok parayı yatırdığım kitaplar olsa da; böyle aralıklarla harcıyorum işte. 2 ya da en fazla 3 ay sonra, bir kitap sitesi kampanyalarında yine kitap alana dek; elimde okunacak kitaplarım bunlar işte... 


Ve Fuar sonu klasik pozuma, sevgili yeğenim de eklendi bu sene şükür ki... =)



Bir Fuar zamanının daha benim için nasıl geçtiğini anlattığım ve de fuara duyduğum sevgiyi ilgiyi göstermeye uğraştığım yazımın daha sonuna geldik; üstelik fuar sonu elimizde kitaplarla çekindiğimiz fotoğraflarda da bir ilk anımızla... Bakalım seneye fuara gitmeyi başarabilecek ve türlü sebeplerle 2013'den bu yana 2 senede bir gidebildiğim fuar rutinini bozabilecek miyiz? =) Yıllar Geçerken hayat bize ne gösterecek acaba, bilememek ve böyle şeylere heyecan duyabiliyor olmak güzel şükür ki... 

Yeni kitaplarım arasında okuduğunuz ve de okumak istediğiniz kitaplar var mı, yorumlarda konuşalım isterim. Ben elimde yarım kalan tek bir kitabımdan sonra, Pınar Aylin'in kitabı ile başlayacağım okumaya. Fuar anıları eşsiz benim için, sizce de büyük fırsat değil mi fuarlar; hem daha fazla kitap bir arada, hem de uygun fiyat imkanları. :) 

Okuduğunuz için teşekkürlerim ve de sevgilerimle, bol okumalı günler dilerim hepimize... (:

10 Mart 2019 Pazar

Pazar Yazısı #58 - Etkinlik Dolu Pazar


Bugün etkinlik dolu bir gündü benim için; önce kadınlar günü buluşması etkinliğine gittik annem babam ve yeğenimle, sonrasında oradan da dün açılan 17. Bursa Kitap Fuarına. Bu sene ilk defa fuara son gün değil, ilk günlerinden birinde gittim ve bir de güzel bir ilkle. Fuara sadece bana kitap almaya değil, yeğenime de kitap almaya gittik. Fuar her zamankinden daha güzeldi bu anlamda. Şimdilik fuar hakkında, güzel ama karmaşıktı diyebilirim... :)


O kadar uzun zamandır bu kadar uzun zaman boyunca dışarıda kalmamışım ki, eve geldiğimizden beri bulanık ve de kendimde değildim sanki (Oysa eve geleli 3 saat oldu). Biraz biraz toparlanıyorum işte ben de... 

Derslersiz geçen ilk senem bu ve meğer ne çok oyalıyormuş dersler beni... Ders çalışmadan çoğunlukla günümü evde geçirdiğim günlerim, her ne kadar kendimi boş bırakmıyorsam da, yormaya ve sıkmaya başladı... Bugün dışarıda iken uzun soluklu, bir nevi dosdoğru yaşıyor ve bir nevi de çok yabancı bir ortamda yaşıyormuşçasına kendimde değilmiş gibi hissettim. Umarım bu durumlar zamanla değişir, hayata atılma vaktim benim de hayırlısıyla bir an önce gelir...


İki hafta öncesinden haberimiz olduğu üzere, Gemlik'te Kadınlar Günü vesilesiyle tüm kadınlarımızın davetli olduğu Chp'nin Kadınlar Buluşması etkinliğine gittik bugün öncelikle. Belediye başkan adayı Mehmet Uğur Sertaslan ve de Milletvekilimiz Muharrem İnce etkinliğin konuşmacılarıydı. Coşkulu başlandı, iyi şeyler yapmak üzere hevesli olduklarını ve projelerini anlattı Uğur bey... Sonrasında da erkekler dışarı çıkartıldı ve kadınlarla beraber eğlencemiz başladı. Müzikle beraber eğlenildi.. Saat 15.30'a dek oradaydık bugün. Üstteki kolajın üst kısmındaki fotoğraflar bu etkinliğe ait... :) Arkadaşlarım Damlam ve Ayçamla hem sohbet ettik, hem de oynadık; güzel vakit geçirdim, uzun zamandır katılmadığım cinstendi üstelik... 

Kağanım da bizimleydi bugün. Kadınlar Buluşması etkinliğinden sonra, fuara gitmek üzere onu da almıştık yanımızda. Bu sene ilk defa Kağanım okuma yazmayı öğrenmiş halde fuara beraber gitmeyi düşünüyorduk ki, çok şükür gerçekleştirdik. Kağanıma da bana da kitaplar aldık ki, bir gelenek halini alan fuar yazımı yazacağım; bir sene gidip bir sene gidemediğim fuar geleneği bakalım seneye bozulacak mı? Malum, geçen sene de Antalya'da olduğumdan ötürü gidememiştim. 2017'den sonra, yine özlem dolu bir fuar kavuşması gerçekleşti benim için. Ben coşkuluydum da, fuar 2 sene önceki gibi de değildi. Fuar yazımda bunlara da değineceğim inşallah... :)

Velhasıl; etkinlik dolu bir pazar günü oldu benim için bugün, ki sonu da kitaplarla kucaklaşmalı olduğundan mutluluk vericiydi... Anneme ve babama teşekkürümün yanı sıra, bu sefer güzel eşlikçim yeğenime de teşekür ederim; bir fuar gününde beraber kitap alışverişi yaptık, çok gururlu bir gündü benim için. :) Yeni haftaya olabildiğince dinç girebilmek üzere dinlenmeye çekilmeden önce bu yazıyı yazabildiğime mutlu olarak, hepimize yeni haftanın mutluluk dolu ve çok verimli gelmesini diliyorum... 

Sevgilerimle, mutlu haftalar... (:

8 Mart 2019 Cuma

Bir Film İzledim - Zero (2018)


Dün bir hint filmi daha izledim, adı Zero... Shahrukh Khan ve Anushka Sharma'nın başrolünde oynadığı ve bir diğer başrolünde de Katriana Kaif'in yer aldığı, bence işlediği konu açısından başyapıt sayılması gereken filmlerden biriydi... :)

Şaşırtıcı olan bu kadar gözyaşının bu kadar gülmenin, bu kadar sevginin gökyüzünde dumandan iz olarak kalması değil. Şaşırtıcı olan bunu bilmemize rağmen aşık olmamız. -- Zero (2018)



Bir engelliyi sever misiniz? Ya da hiçbir engelliye, engelli olmadığını düşünerekten normal bir insanla tanışıyorcasına yaklaştınız mı sohbet etmek için? Çok basit sorular olmalı bunlar aslında ama cevapları çok düşündürüyor değil mi, lütfen kendinize bunu itiraf edin!

Önceden söyleyeyim; filme dair birşeyler anlatacağım kendimce, zira söylemek istediklerim var. Filmi izlemek isteyenler bundan sonrasını bunu bilerek okusunlar yazımı diyorum... (:

Konumuz şundan ibaret; Başrolümüz Bauua Singh (Shahrukh Khan), zengin bir ailenin evladıdır ancak bir cücedir. Bu farklılığı doğuştan gelmiş olup, babasını suçlamasına ve onu her fırsatta kızdırmasına başlıca sebebidir. Bauua, ünlü oyuncu Babita (Katriana Kaif)'ya uzaktan uzağa delice aşıktır ve büyük aşk yaşayacağına çok inanmaktadır. Gelgelelim, seneler senesi de 39 yaşına dek evlenemeyen Bauua, evlendirme hizmeti veren bir şirket aracılığıyla da ara sıra aşık olabileceği bir kız aramaktadır... 

Günlerden bir gün, Aifia Yusufzai Bhinder'in resmini görüştüğü şirket yetkililerinden birinin çekmecesinde bulur ve beğenince de daha önce neden daha önce göstermediğini sorup, bir an önce bir görüşme ayarlamasını söyler... İş budur ya, ne yaptıysa da ikna edemez aksine bu çalışan. "O olmaz, o sana olmaz, o böyle bir şeyleri istemiyor artık falan!" Bauua Singh tuttuğuna koparan biridir, görüşmeyi illa ki ayarlatır ve bir okulun kürsüsünde konuşma yaparken Aifia'yı görür. Aifia tekerlekli sandalyededir, titrek konuşmakta ve çok aktif derecede yürüyememektir. Hastalığının ismini söylemedikleri için net olarak bu konuda bilgi veremiyorum. Ama Aifia Stephen Hawkins gibi zeki bir gökbilimcidir. Mars'ta su bulmuş ve de Mars'a canlı göndermeye hazırlanan bir bilim insanıdır tanıştıklarında... 

Öyle sanılan gibi birdenbire aşkta başlamaz, Bauua Singh dahi kendi farklılığına rağmen kendine yakıştıramaz çünkü Aifia'yı. Ona yakışan kişi ünlü oyuncu güzel Babita'dır... Bu konuda nasıl objektif bakmışlar ve yapılmayanı yapmışlar biliyor musunuz! Misal, Bauua kendisinin aşık olmadığını gereksizce ispat etmeye çalışırken kimsenin bir engelliye yapmaya yeltenemeyeceği bir şekilde küçümsüyor Aifia'nın engelini... Bir kalemi yere atıp, "Benim boyum kısa alabilirim ama o alamaz!" diyor basının önünde. Basın ona hakaret etmeye yeltenemeden arkasını giderken, daha büyük bir ilgi Aifia'nın üzerine yöneliyor. Zira Aifia o kalemi alabilmek için yerde sürünmeyi ve titrek titrek de olsa o kalemi alma cesaretini gösterir tüm basının önünde. Bu Bauua Singh için de bir ilktir, ilk defa biri onu azarlamamış ve böyle yaparak kalbini kazanmıştır söylediğine göre... :)

Daha sonra yüzüne bakmayan Aifia'ya kendini kabul ettirme uğraşları da böylece başlar. Önce zar zor ertesi gün ve gece sohbet etmeye ikna eder ve yakınlaşırlar. Aifia'nın en çok hoşuna giden, ona bir engelli diye nasıl yaklaşacağını düşünmeden yaklaşmasıdır! Öyle ya bu noktada Aifia kadar ben de şaşırdım ve ben de Aifia gibi çabuk inanamadım, Bauua kandırıyor ve eğleniyor sandım...

Aradan geçen 1 ay boyunca da görüşmemişler sonrasında, Aifia evine gelip ailesiyle tanışana dek. O gece düğün tarihine babası karar verdirtti, "kim bakar sana Aifia gibisinin baktığına şükret" diye de söz bırakmadı bir de. Tabii düğün günü, Babita ile tanışma fırsatını birincisinin kazanacağı dans yarışmasına katılma onayının mektubu gelir! Zaten tüm kararsızlığı da orada netleşir ve Aifia'yı terk eder...



Film o kadar güzel bağlanıyor ki sonrasında da... Bir sene Babita'nın yanında kalıyor Bauua. Sonra aşkının kıymetini anlaması da pek bir zor oluyor aslında. Net olarak anlatmayacağım bundan sonrasını en güzeli, danslarla ve sohbetiyle gönlünü kazandığı Aifia'sına geri dönüyor dönmesine diyeceğim de; Aifia'nın ona öfkesini belirtme biçimleri enfes oluyor. Benim için heyecanın bitmediği bir film oldu bu sebeplerle de...

Bu üstteki kolajlarda, araştırma yaptığı yerde yerçekimsiz ortamda Aifia'nın sevdiği adamı karşısına alıp da "İşte şimdi eşitiz Bauua!" dediği sahneler bitirdi beni en çok da ve çok düşündürdü... 

Tamam bundan ötesine geçmeyeceğim, film çok güzeldi deyip. Ama Aifia kafasını kaldırmadan tekerlekli sandalyesinde otururken gördüğü gibi Bauua'ya aşık olmuş ve "Biz birbirimiz için yaratılmışız!" demişti düğünde kendisini terketmeden önce. Onun kendisine yaptığı gibi, eksikliklerini ama bu eksikliklerle tam olup birbirlerini anladıklarını söylemişti bir anlamda; 

En beğendiğim özelliği filmlerde görmek istediğim bu gerçek konulara değinmesi idi ki, orada da bir noktaya "zaten şu sıra merak ettiğim şekilde" takıldım. Engellilere karşı davranışlarda "kız-erkek ilişkisi düşünülmesi" çok ama çok az biliyor musunuz? Öyle ki, farklı bir bireyin bile kendine yakıştıramadığı bir durum bir engelliye aşık olmak... Filmde işlenen biraz da bu aslında ve daha çok örnekleri görülmeli diyorum, hem toplumsal hem de sanatsal alanlarda!


Bir engelliye aşık olunabilir mi, böyle aşk yaşanır mı? Neden yaşanır nasıl yaşanır nasıl yaşanmaz! Filmler artık gerçek toplumsal konulara, yani böyle konulara da değinmeli evet. Oyuncuların her biri müthiş zaten. Shahrukh Khan'ın ağlamalarına ve Anushka Sharma'nın engelli rolündeki oyunculuğuna bittim! Film işte tam da böyle film velhasıl...




Şaşırtıcı olan bu kadar gözyaşının bu kadar gülmenin, bu kadar sevginin gökyüzünde dumandan iz olarak kalması değil. Şaşırtıcı olan bunu bilmemize rağmen aşık olmamız. -- Zero (2018)

Son olarak, kendi fikirlerimi şu yönden de belirtmek istiyorum; 2012'den beri ben de dışarıda tekerlekli sandalyede gezen biriyim, ancak hiçbir erkeğin bana böyle engelli olduğumu umursamadan yaklaştığına şahit olmadım. Bir engelliyle, normal insan dozunda konuşup arkadaş dahi olunamadığını çok kez gördüm ve görmekteyim... 

=SPOİLER= 

En Nihayetinde; farklı bir bireyin bile kendine yakıştıramadığı bir engelliye aşık olmak, üstelik onun için herşeyi yapabilecek kadar gözü kara hale gelmek işleniyor filmde. Öyle ki, Mars'a gönderilmeyi göze alıyor sonunda adam, sırf kırdığı gibi sevdiğini yeniden toparlamak ve kendine inandırmak için. Ya ne diyeyim ki daha, tekerlekli sandalyedeyim bende yıllardır dediğim gibi, ama bu zamana dek hiç karşımda benimle engelli olduğumu umursamadan konuşan olmadı ki! Böyle bir dünyada yaşamak isterdim, insanın sadece görselliğe önem vermemeyi de göze alabildiği; toplum demeden ve yakışır yakışmaz düşünmeden, sevmeye odaklanabildiği! 

İzleyin derim işte. İzleyin de, aslında farklılıklar içerisinde de ne kadar çok mutluluklar bulunabildiğini ve şans vermeniz gerektiğini bir düşünün derim ben de. Nacizane fikrim; her birimiz düşünelim isterim, farklılıklara ve de aynılıklara ne ölçüde önem veriyor, bu hayatı nasıl yaşıyor da mutluluklara açıyoruz kalbimizin kapılarını! Takıntılarımız mı? Gözümüzde büyüttüğümüz ideallerimiz mi? Yoksa çevre mi bizi inandırıyor, mutluluklara ulaşma yöntemlerimizi büyük yerlerde aramamız gerektiğine?? 

Zero güzeldi, izleyin izletin inşallah. Her defasında aynı sonlara ve aynı gidişatlara sahip olan birçok filmden güzel geldi bana, oyuncu kadrosuyla ve de umut dolduran konusu ile... (:


Filmde emeği geçenlere de, 
beni buraya kadar okuyan sizlere de sevgilerimle... :)


5 Mart 2019 Salı

9 Yılda


Bazı günler her zamankinden daha zor, daha anlamlı, daha da özlem dolu. Bugün gibi, yarın gibi sonraki gün gibi... 

Mart hep daha anlamlı 9 senedir, özlem daha yakıcı ama özlenenin varlığıyla da anlamlı. İyi ki ile kalbinde en derinde bir yer oluşuyormuş, gitmek zorunda kalanla beraber bu hayatta. Selam olsun ebediyetteki sevdiklerimize...



9 yılda ne değişti, kaybettiğimiz gibi gördüğümüz ama anılarda daha kalıcı bir izle baki kalan bir sevdiğimizi kaybettik de; neler neler değişti hayatımızda... Kimi zaman arkadaşlarımızla daha uzak kaldık birbirimize gibi hissettim, kimi zaman daha yakındık da oysa. 9 yılda özlediğim ve özlemi kalbimde sızı haline gelen Duygumuz, yitip gittiyse de bu dünyada idi bir zamanlar; özlem bitmedi hep katlanarak devam etti sol yanımızda... 

Hatırlamaya ve çok nadir birşeyleri hatırlayamasam da unutmamaya dair kutlamalar yapmak istiyorum artık. Sesini, yüzünü, gülüşünü unutmak istemiyor ve rüyama girdiği gecenin sabahı günün en mutlusu ben oluyorum. Bundan 9 sene önce böyle bir şeyleri yaşayabileceğimizin mümkün olmadığını düşünürdüm, meğer nasıl da hayatın en gerçek taraflarından biri böyle yaşamakmış...

En zoruma giden hala bugünü adlandırmak, o gün geldi diyeyim; yıldönümü demek uzun uzun yakıyor canımı. Az önce yine keşfettim ki, bu hala etkin bende... Kimse yaşamasın, hiçbir arkadaşını ve vaktini dolu dolu beraber geçirip sırlarını ve iyi kötü tüm hislerini paylaşabildiği bir arkadaşını kaybetmesin dilerim ki...

Günü kötü anmak değil, anılarımızla da anmak istiyorum. 

Şanslıymışım aslında; onunla çok üzücü bir anımda tanışmıştık, ama o beni ilk kez savunmuş ve destek olmuştu işte. O gün hastalığıma dair önce sözlü sonra da fiziksel bir şekilde saldıran yaşıtımız biriyle tartışıyordum ben. O zaman sitenin bahçesinde tanışmıştık ve beni korumuştu hemen. Biz o gün ilk oyunumuzu da bu sorunu çözdükten sonra oynamıştık; Damla Duygu ve ben, bizim evde yastık savaşı! Arkadaşımızın ilk güzel kahkahalarını o zaman tanımış bilmiştim. Sonra hep en çok kahkahalarımızı sevdim, sitede beş kız iken (Duygu, Damla, Seda, Melike ve ben)... Hala kahkahalarımız ve gülüşmelerimiz en sevdiğim, ama gel gelelim eksik hissetmemek elde değil. Sağlık olsun ve hep onu anmaya devam edelim dilerim, iyilikle ve güzel günlerimizde...

Sonra çok oyun anlarımız, çok kahkahalarımız ve bir o kadar da birbirimizin üzüntülü anlarında beraber ağlamalarımız oldu. Beraber lisede de okuduk, sitede de koşturduk, sohbetlerimiz de yediğimiz içtiğimiz oynadığımızın ayrı gitmediği zamanları da yaşadık durduk.. Gidiş vakti gelmeseydi eğer, kimbilir daha ne güzelikler yaşayacaktık beraber.

"Anı Yaşa" dedi 2009 ve 2010'da bize, "Ben öyle yapıyorum!" diye de ekledi. O iki senemin ve hayatımın en değerli öğretisi oldu bu cümle. Bir de hiç unutmam demişti ki, "Ne karar alacaksan, bu senin kararın olsun. Ben ya da bir başkası diyor diye yapma hiçbir şeyi! Hataların senin kararlarından olsun..." Ne güzel öğretiler değil mi, beraber öğrenip deneyimlediğimiz küçüklüğümüz ve gençliğimizin üzerine 9. sene de geldi geçiyor işte! Keşke demek faydasız ama o da buralarda olsaydı demekten alamıyorum kendimi. Bazen yalnız hissediyorum ve bir de anlaşılmazmışım gibi...

Gitmeden iki gün öncesiydi, sımsıkı sarıldık birbirimize; okullarımıza gidiyorduk ikimiz de. Nasıl özlemiştik birbirimizi ya, altı üstü bir iki gün görüşememiştik oysa; malum okul zamanı... Yazışıyorduk da bol bol Msn'den ama yetmiyordu bize işte... Sonra gittiği gün, iki kez sımsıkı sarıldım ona hissetmişiz gibi sarıldık öptük birbirimizi. Şanslıymışım gerçekten, herkese nasip olmaz böylesi. Şükürler olsun Allahım, en azından o an sımsıkı sarıldığım için bile şükürler olsun sana.

Onu çok seviyorum ve yazıya dökmek istiyorum bunu bir kez daha. Duygum, rahat ol yerinde. 9 yıl geçse de, hayallerini kurduğumuz muhtemel geleceğimizin hatıraları ve bana öğüt niteliğinde sevgiye - sevilmeye sayılmaya verdiğin değerler adına sözlerini unutamıyorum hala, unutmayacağım da inşallah...

Sana her zaman yazmak öyle zor ki benim için, bugün zor da olsa başarmak istediğim günlerden bir diğeri... Yine sımsıkı sarılıyorum sana, hatırana, hatıralarımıza ve hala sarılmam imkansız değil zira... Öğrendim ki 9 yılda, rüyalarda olduğu gibi anılarla da sarılabiliyormuşuz sevdiklerimize aslında... Sarıldım, çok sevdim ve bugünü senle yaşadım yine. Rahat uyu ve bizim seni hala sevdiğimizi hisset dilerim! Candan ötemiz, meleğimiz; dualarımız seninle...

4 Mart 2019 Pazartesi

İtalya Sevdam - Yıllar Geçerken


Ne zaman başladı hatırlamıyorum ama bir İtalya Sevdam var ki, akıllara zarar. Lafın gelişi tabi ki... :)

İnsanın tutkularının ve geleceğine hedef olarak koyduğu gidip görmek ve deneyimlemek istediği düşlerinin peşinde ilerledikçe, bu dünyaya bağlandığı ve bir o kadar da öteki dünyayı da anlamlandırdığını anlıyor bence... En azından bende durum böyle...


Dün Teve2'de Çok Gezenti programında, İtalya'nın Milano şehrini gezdi Burak Akkul ve Seda Akkul... Nasıl içim gitti, nasıl orada olmak istedim; anlatamam bile... Ama tabii ki bunu şu an gerçekleştirmek istemiyorum da; maddi imkanlarımız da biraz yerinde olsun, manevi olarak da rahat olalım ve de sağlığım da daha dayanıklı olsun isterim (Tıpkı 2010'a dek ayakta olduğum gibi mesela). :)

Hayaller de var olmasa, inanın sadece bugünde geçiremeyebiliyor bazen zamanını insan... Yani şu an zamanla toparlanacağımı düşünmesem, geleceğe umut ettiğim gibi sağlığıma kavuştuğumda yapmak istediklerimi düşlemesem; ne kadar anlamlı olabilir ki gelecek? İnsanoğlu işte, umuduna bir hedef ekleyince daha anlamlı oluyor hayatı...

Taa Sındırgı'da örgün öğretim üniversite okumaya gitmeden öncesiydi; lisede de ortaokulda da çok soruyorlar hani, "Bir ülkeye gitmek istesen, ilk nereye gidersin?" O zamanlar cevabım, "Önce Azerbaycan'a sonra da İtalya'ya" idi. Mantığı neydi biliyor musunuz, Azerbaycan'a gitmek daha kolay olur belki ve onu gerçekleştirir isem de Avrupa'ya daha çabuk uzanır yolum... O yaşlarımda bile gerçekçiymişim aslında, oysa ne çok hayalperest diye adlandırıyorum de mi kendimi! :D

Gelgelelim, gel zaman git zaman benim İtalya sevdam dil öğrenme tutkusuna da dönüştü. Üniversitede tutmaya başladığım bir İtalyanca defterim oldu önce, yazdığım çoğu kelimeyi benimle beraber sıra arkadaşım Dilek de ezberledi. Dilek'e buradan "Come Stai?" diyorum yeniden o zaman! O anlar beni, uydurmaya başlarız bildiğimiz tüm İtalyanca kelimeleri "Va bene" dedikten hemen sonra sıra sıra... =)

Eğleniyorduk o zamanlar ve hala düşündükçe eğleniyorum. Şu bir gerçek ki, düşündükçe içim bile ısınıyor... İtalya'da biraz olsun yaşamak bile istiyorum ben. Diyorum ya, nerede başladı bilmiyorum bu sevda. Ama küçüklüğümüzden beri gezi programları izler dururuz, oralarda başlamıştır muhakkak. Zaman geçtikçe de dillerini öğrenmek istedim önce, sonrasında da tarihi yerlerini ve kültürlerini merak ede ede araştırdım ve gitmek görmek istediğim katedraller bile mevcut oldu sonra... :)




Yakın çevremden çoğu kişi bilir; bir yabancı ülke gezme konusu konuşuluyor ise Didem'in tek gezmek istediği yer vardır, İtalya! Takıntı yapmadım, neticede olmasa da olur ama olsa ne güzel olur düşüncesindeyim. Bir de sağlıcakla gitmek istiyorum oralara, tekerlekli sandalyeyle gitmek istemiyordum ilk atak geçirdiğim zamanlarda ama şimdi öyle bile olsa bağışıklık sistemim de kaslarımın durumu da en iyi halde olmalı. Beni oralarda sağlık sebeplerim kısıtlamamalı aslında... (:



Yıllar Geçerken büyüdü dedim ya İtalya Sevdam, hayaller bile kurdum bunun üzerine; 2017'nin Sonbaharı'ndan beri Hayaller Denizi diye bir hikaye yazıyorum Wattpad hesabımda... Bloğumda birçok defa bahsettim ama konunun esas geçtiği yerde de bahsedeyim değil mi? :) Kendimi hayal ederek, iyileşmiş ve istediği gibi İtalya'ya birden fazla bahane oluşturarak giden bir kızı, İdil'i yazdım. İdil İtalya'ya gidiyor, orada hem hayallerindeki gibi biraz olsun yaşama şansını eline geçiriyor hem de öncesindeki birkaç hayali de gerçekleşmiş; iyileşmiş ve kendi hayallerinden en büyüğünü de kitap yazarak gerçekleştirmiş bir yazar olarak...

Çok çabuk oluyor ama bir İtalyan ile tanışıyor, adı Jonathan. Jonathan'ın annesi Türk, babası İtalyan ve İtalya'daki ilk imza töreninde karşılıyorlar önce İdil ile. Aslında sonrası da öyle bir geliyor ki hikayenin işte; aşkı da, hayatının rastlantılar bütünü değil biraz da olsun bir dengesi olduğunu hissediyor her defasında İdil. Aynı benim istediğim gibi gelişiyor işte hikaye... Aşk üzerine değil sadece hikayem, hayatı da paylaşmak üzerine geleceğin en iyi iki arkadaşının tanışması aynı zamanda benim için. Aşk başladı mı başlamadı mı? ne alemde hikaye?, diye merak eder de okumak isterseniz burada da bulabilirsiniz hikayemi... :)


İtalya diye diye ailemin ve yakın çevremin, "Sana bir İtalyan bulacağız en sonunda!" şakalarıyla da çok sık karşılaşır oldum bu arada. "Olur!" diyorum her defasında; aşk, sevgi, saygı ile bir hayatı gerçekten en güzel şekilde paylaşacak olduktan sonra, İtalyan da olur. Hayırlısıyla olsun! :) Gider oraları da gezerim hem, hem de kültürünü sevdiğim ve daha fazla öğrenmek istediğim bir yer edinirim kendime. Kültür meselesi de benim için çokça gerçekten, kültürleşmeyi çok seviyorum. Öyle her yeri durmadan gezeyim hevesim yok ama yeni kültürler öğrenmeye dair hevesim çok büyük... Yemek, yerleşim, yaşama biçimi, tarih, sinema ve nice alan hakkında, öğrendiğim değişiklikler beni çok heyecanlandırabiliyor. Her yeri değil işte sadece, ilgimi çeken birçok yer varsa da...




İtalyan şehirlerinin imkan olsa ve benim için her anlamda kolaylığı olsa her yerini gezmek isterim ama çok merak ettiğim birkaç yerleri akıl ve kalp listemde var aslında. Bunları da söyleyeyim o zaman; 


İlk olmak istediğim yerlerden biri, Roma ve Milano gibi hem şık hem de içinde bulunduğumda kendimi tam yerimde hissedeceğim büyük meydanları. Örneğin; Navona Meydanı - Roma, Signorina Meydanı - Floransa, Mucizeler Meydanı - Pisa, bir de tabii Piazza di Trevi - Roma (Yani Aşk çeşmesinin bulunduğu meydan)... Zamanla daha çok çıkar mı ki, birinden birinde olsam; orada olduğumu tam hissederim bence! :)

Kilise ve Katedralleri, bir diğer gidip görmek istediğim yerleri. Zaten tarihleriyle ve geçmişleriyle büyülüyor ama görüntüyü bizzat deneyimlemek, kimbilir nasıl olur düşünsenize! (Ben düşünüyorum yine) Duomo Katedrali, en çok görmek istediğim katedrallerden biri; ki zaten dünkü Çok Gezenti yayınında orası da vardı, Duomo di Milano. Ama benim diğer çok görmek istediğim katedrallerinden biri de Amalfi'deki "Amalfi Katedrali"...

Kiliseler var gezmek istediğim sonra ve bunlardan biri en özel mimariye sahip Panteon Kilisesi tabii ki... Elvin Levinler'in Roma'yı gezerken çektiği videolardan birinde gördüm ilk, mimarisi öyle bir özelliğe sahipmiş ki; tepe noktasında bir açıklık yapılmış ve bu açıklıktan güneş tam tepede iken aşağıya inen ışık, iç mimarisinde bulunan yerdeki yuvarlak alanlara bir ışık hüzmesi olarak iniyormuş. Sadece oralara... Google Görsellerini burada bulabilirsiniz ve 360 derece görünümünü de açıp içerisine girerseniz, anlattığımı siz de daha iyi anlayacaksınız diye düşünüyorum. :)


Gezilecek daha çok yeri var tabii ki, en basitinden en bilinenleri de gezip görmek isterim; Pisa kulesi ve Kollezyum gibi... Ama gel gelelim bir o kadar da İtalya'ya gidince deneyimlemek istediğim sokaklarında gezebilmek, hayal ettiğim gibi sanatını sokaklarında gözlemlemek, yemeklerini tadabilmek gibi düşüncelerim de var. Belki de makarna sevdamdan bile çıkmış olabilir biliyor musunuz bu İtalya sevdam, makarnanın her çeşidini yiyebilirim. Mantar sevmem ama mantarlı makarna bile yiyebilir hale geldim zamanla zira... :)



İşte tüm bunlar için de İtalyanca öğrenmeyi bazen tembellik edip umursamasam da, çoğunlukla öğrenmek için de uğraşmam gerektiğinin bilinciyle önemsiyorum... İtalya'ya gitsem de gitmesem de, karşıma bir İtalyan çıktığında konuşabilmeyi arzuluyorum; İngilizce'yi de umursuyorum tabii, başka kültürden biriyle konuşup anlaşabilmek -Türk veya yabancı- çok hoşuma gidiyor işte. Birkaç kez yabancılarla İngilizce konuşmak durumunda kaldım mesela, o çabalama halimi ve başarıyor halimi sevip başaramadığım noktalarda kendimi keşfedebilmeyi çok sevdim öyle zamanlarda... =)


Diyeceklerim şimdilik bu kadar işte. Bunları bugün yazmak ve hazır dünden sonra ne zamandır bekleyen bu yazımı da yazma fırsatımı değerlendirmek istedim işte... Kendi kültürümüzü ve İtalyan kültürünü bağdaştırmak ve araştırmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Kendi ülkemde ne kadar çok gezmek istediğim şehir ve tarihi bölge varsa, ne kadar çok tatmak istediğim yemek varsa; bir o kadar da İtalya'ya dair artıyor işte. Bir de Hayaller Denizi'ni yazmaya başladım başlayalı daha çok araştırır oldum zaten! Varın siz düşünün halimi... :) İtalya'nın çoğu yemeğini tatmadan biliyorum misal; bu tatlı, bu çorba, bu yemekleri ve içinde şunlar var diyebilecek dozda birçok bildiğim var mesela. İnternet sağolsun! :)


Takıntı yapmıyor halimle, böyle bir düşümü büyüttüğüme seviniyorum bile ben işte.. Bir de merak ediyorum, böyle gitmeden ve gitme planınız bile olmadan gezmeyi görmeyi istediğiniz şehirler ve deneyimlemeyi istediğiniz hobiler ve spor dallarına ilgileriniz var mı? Aslında böyle şeyler oluşturmuyor mu, en güzel anılara ulaşmamızı sizce de...


Okuduğunuz için teşekkürlerimle ve sevgilerimle. Umarım önce yorumlarda, sonra da bir dahaki yazımda görüşürüz. (=


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...