Diğer Not Aldım Veya Not Ettim yazılarıma buradan ulaşabilirsiniz. Bundan sonra her Cuma veya Cumartesi günü Not Aldım Veya Not Ettim yazısı olsun diyorum yeniden, inşallah...
Bir Efsane; Zümrüd-ü Anka Efsanesi
Birçok dinde "yeniden varoluşu simgeleyen" Anka Kuşu'ndan bahsettik Meromla bu haftaiçinde. Efsaneler arasında en sevdiğim efsanelerden biridir bu, Merom sorunca bilgilerimi tazelemiş oldum bu hafta. Resimdeki iki resim de Mero'mun kaleminden; sağdaki ilk, soldaki de son hali. Emeğine ve kalemine sağlık dostumun... Konuştuğumuz akşamdan beri düşünüyordum, dostum son resmi yolladığından beri, bahsetmeliyim diye düşünüyordum. Anka kuşunun hikayesi, efsanelerin en kralı çünkü. Dostluğumuza ve tüm dostlara ithafen olsun o zaman bu hikaye, kendi Anka'mızı oluşturabilmek dileğimle;
*Türklerin deyimiyle Zümrüd-ü Anka, Araplarda ise Anka olarak anılan Cennet Kuşu'nun hikayesi bu. Söylenene göre; Zümrüd-ü Anka öleceğini önceden bilirmiş ve ölüme karşı hazırlığını yaparmış. Öleceğini anladığı zaman kendisine bir yuva inşa edermiş kuru dallardan ve o kuru dallar içinde ölmeyi beklermiş. Nasıl mı? Kuru dallardan yaptığı yuvasını bilinmeyen bir zamkla sıvarmış. Öyle ki bu zamk, güneş ışınlarıyla beraber dalları tutuştursun diye bekler ve bu ateşin içinde yanarak ölürmüş... Ne sabır ama değil mi?
*Sonrası bildiğiniz gibi, yanan Zümrüd-ü Anka küllerinden doğarmış. Zümrüd-ü Anka küllerinden bir yavru olarak doğarmış, bu nokta bilmediklerimdendi bu haftaya dek işte. İnsan merak ediyor önceki hayatını tamamen unutuyor mu acaba? Düşündürüyor de mi ama? :)
*Efsaneleri anlatanlar şöyle derlermiş; her kim olursa olsun Anka kuşunu uzakta aramasın, sabreden her kişi kendi Anka kuşunu yaratırmış. Yeniden varoluşun simgesi Anka kuşu, her zorluğun veya bitişin ardından yeniden savaşmayı simgelermiş. Biraz da bu açıdan bu efsane, hayata en yakın efsanelerden biri bence. Çünkü her zorluk ve her bitiş, hayatta yeniden varolmayı gerektiriyor çoğu zaman. Zorluklardan sonra hepimizden beklenilen bu değil mi işte, zor da olsa yeniden varoluşumuzu yaratmamız bekleniyor; çok kolaymış, hiç can acıtmıyormuş ve bitikliğimiz yüzümüzden okuna okuna devam etmek istemediğimizde bile... Ve çoğu zaman da zaman geçtikçe ve zamanları geldikçe hep yaptığımız bu değil mi? Kendi Anka'mızı oluşturmak. Hayat böyle işte maalesef...
Zümrüd-ü Anka Efsanesinin tamamını buradan okuyabilirsiniz...
Kahve Eşliğinde Sohbetsel Düşünceler ve İçsel Konuşmak...
Bu hafta annemle beraber oturup kahve keyfi yapma fırsatı bulduk, kahve ki benim en sevdiğim içeceklerden; bakınız Kahve Tutkusu yazım... Ki en sevdiğim keyif anlarından biri de annemle beraber yapabildiklerimizdir.
- - Böyle anlar candır ya, öyle başlayayım öncelikle. Kahveyi elime aldığım an genelde; planlarım, programlarım ve hesaplarım dökülür aklıma bazen işte. Bu hafta kahve içerken de bunları düşünüyordum yine, neleri eksik ettim neleri diye düşündüm; yapmadıklarıma, umursamaz geldiklerime, an'ıma bir türlü sığdırmayı başaramadıklarıma dair. Annemle neleri ertelediğimizi konuşuyorduk bir ara, tüm bunları düşünmemi sağlayan da o konuşmanın aklıma gelmesinden sebep oldu işte.
* Ne olursa olsun bir şeyler yapmalarıma başladım elbet bunun sonucunda. İçsel konuşmalarımda yer ediniyordu bir süredir, "neden yapmıyorsun" diye yeniden. Harbiden "neden yapmıyordum?" Nedeni yoktu, zamanı değildi. Ve belki de en doğru zamanı şimdi geldi. İçsel konuşmalarımda bunlar bir sonuca ulaşabildi gibi nihayetinde de...
- - Bir süredir içsel konuşmalarımda sonuca erişememiş bir şeyler de vardı elbet; kırgınlıklarımdan ötürü kendimce güçsüz hissetmelerim hakimdi bu hafta da. Geçmişe yerli yersiz takılıyoruz ya bazen, yine öyle anlar gelmişti işte. Geçmişte kalanlarıma ne kadar takılırsam o kadar daldım yine. Ve sonucunda, "bıraktığın yerde kaldı, düşünme" demem uzun sürdü bu hafta. Bazı olaylar bir anlığına kırgınlıkları unutturuyorsa da, yine de sonuna dek silinmiyor sanırdım.
* Geri plana attığım "unutamayacağım" kırgınlıklarımın da unutulmaya yüz tutmuş parçalara sahip olduğunu gördüm. Kırgınlıklarımın en ince ayrıntıları siliniyor artık. Kabaca kırgınlıklarımı hatırlıyorsam da, incelikler yüzünden dedikleri var ya, onlar hep incitecek sanmışım. Tamamen unutmak istemiyorum, dersimi aldım diyebilmek istiyordum ve zaten epeydir bunu diyebiliyordum. Ama unutabilmek, mümkün olacak mı hiç sanmazdım. Yani bunu da not almalıyım dedim; zira güçsüz hissettiğim yanlış kırgınlıklarıma takılmalarımdan da, artı puanlarla kurtulabilme amacıma ulaşıyorum kendimce. Yaşasın içsel konuşmalar ve içsel hesaplaşmalar... :)
Unutmayın diyorum; en büyük kırgınlıklarınız bile yeri gelecek, en ince noktasından kırılacak. Çünkü zaman şöyle diyecekmiş aslında, asla tamamen unutturmayacağım belki de ama artık geri dönüşün de kar edemeyeceği kadar yer ettireceğim bu kırgınlığı hayatında --> ders olarak elbette... Kırgınlığıma sebep olana değil, içimdeki duygulara ithafen bu sözlerim... Bu söylediklerim ve farkındalıklarım bile, fazla efsanevi bence. Bana böyle geldi bu hafta nedense...
Chopin - Nocturne no.20
Not aldığım şarkılardan birini -yani bu maddeyi- yazmadan önce baktım, "bloğumda bahsetmiş miyim acaba önceden?" diye. Bu yazı dizimin ilk yazılarından birinde, yani burada Chopin'in no.4'ünden bahsetmiştim. Bahsederim deyip de, Nocturne no.20'sinden bahsetmemişim bu zamana dek. Oysa klasik müzik deyince, Chopin başta gelir benim için ve de Nocturne no.20'de hemen ardından. Buyrunuz burada...
Neden bilmiyorum ama hala Chopin'in bu parçasını dinlediğimde uzaklara dalıyorum, motive oluyorum ve nasıl oluyor bilmesem de değişik hislere giriyorum. Piyanoyu küçüklüğümden beri sevdim. Ama bu parçada esas olarak, notaların geçişi ile hiç yabancı gelmiyor bana ilk dinlediğimden beri.
Hani Alacakaranlık Efsanesi'nin ilk kitabında ve filminde, Debussy çalıyordu Edward'ın odasında Bella'yla birbirlerine ithaf edercesine dinliyorlardı. Sonra Bella's Lullaby çalıyordu Edward Bella'ya. Ben bana bu şarkı çalınsın isterdim. Debussy'nin de yeri ayrıdır ama ne zaman dinlesem bana çalınıyormuş gibi hissediyor ve hayallere dalıyorum. Kısacasını söyleyeyim şu işin; hani okuyup da beğendiğiniz bir kitap olduğunda keşke ben yazsam dersiniz ya bazen, keşke bunu ben bestelemiş olsaydım ya da bana yazılmış olsaydı. Ama ne var biliyor musunuz, her dinlediğimde bana yazılmış gibi hissettiğim nadir eserlerden biri işte bu. Chopin Nocturne No.20, unutmayın bu eseri... ;)
Uzun zamandan sonra, yeniden bir Not aldım Veya Not Ettim yazısı geldi işte yine. Pek ciddi ve içseldim ikinci maddede farkındayım, gece halinden diyelim. Saat şu an 02.00 suları... Akşam boyunca kafamı toparlayıp yazamadığım son 2 maddemi de yazıp şimdi yayınlayabildiğim için; "demek ki bu saatin yazısıymış bu yazım" diyorum şimdi. Anı yaşayabildiğimiz bir Pazar günü olsun, doğacak gün. Anı yaşadım bende bu gece bilhassa, diyeceğim çok şey vardı ama bu saatte bu kadar toplandı. Haftaya daha bomba gelebilmeyi diliyorum. Sevgilerimle, iyi geceler... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)