28 Şubat 2014 Cuma

İşte Burdayım Ve İyiyim


Hani derler ya; "Başka birşey dilesem olacakmış." diye. Dün "İçimde Bir Umut" yazımda da anlattığım durum vardı ya; o bir an önce geçmesini istediğim garip sıkıntılı halimden, bu sabah kalktığımda eser yoktu şükür. :) Sadece bu sabah da azıcık uykudan uyanmakta zorlandım, ama direndim ve başardım. Önceki günlerden çok daha iyi uyandım bugün şükür... :)


Ve ne yaptım bugün dersiniz? Direkt defterlerime ve yapmak istediklerim için yarım kalan plan ve programlarıma bakındım. :) Allahım insanı huzursuzluğa, kaygı içine ve sebebini bilemediğimiz sıkıntı hallerine sokmasın. Depresyona doğru gider hallerde de bırakmasın, depresyona da sokmasın cümlemizi...

Velhasıl içinde bulunduğum o sıkıcı durum için; ilaçtan ve nazardan olabilir demiştim ya dün, sözümdeyim doğrusu. Kullandığım tedavi amaçlı bir ilaçtan sonra o durumum artmıştı. İlacı bırakmayı da düşündüm bugün. Ama annem; "Dün de içtin birşey olmadı bugün, ilacı bırakma hemen." Dedi. Ben ne desem bilemiyorum. Bakacağız artık...

Öyle böyle derken, Şubat ayını da bitirdik bu arada. 2014 hızlandı yine, Mart'a giriyoruz yarın hayırlısıyla... Şubat ayı, son haftası hariç güzel geçen bir aydı benim ve ailem için. Mart'ta güzel geçer inşallah. :) Cümlemize hayırlı ve sağlıklı günler diliyorum. Buralardayım yeniden ve görüşmek üzere... :)

27 Şubat 2014 Perşembe

İçimde Bir Umut...


"İçimde bir umut, bir umut" diye başlamak istiyorum. Her zamanki halimi anlatabilen bir şarkı, Nil Karaibrahimgil'den, İstanbuldayım... Umutsuz yaşanır mı hiç? 






İçimde günümü bastıran şu ağırlığı atabilmenin umudu var. İçimdeki diğer umutları, hayalleri kendisi bastırıyor. 2-3 gündür de, bu durumun katlanıp artmasından ötürü yazı yazamadım. Yazmayı istediğim konular da aklımda iken üstelik. Ama bugün Nil Karaibrahimgil'den canlanabilmek için dinlediğim İstanbuldayım, aslında halimi biraz daha açıklama isteğimi uyandırdı bana. Ve burdayım işte... :)

Şu an bu yazıyı yazarken bile uykulu ve yorgunum, biraz da baş ağrım var. Bu garip bir nazar hali, buna artık eminim tabir-i caizse. Bana değil, bu nazar haline nazar değse de; şu halden kurtulsam umudundayım... Saat 1'de uyanmış olduğum için, uykulu bir halimin olması normal değil bence. Bu birkaç zamandır her sabah yenilenen bir adet oldu. Uyumuş olmama rağmen, gün içinde uykumu almamış olarak dolanma halim... Dediğim gibi, bu durumun nazar olduğuna inanıyorum.

Dün evden de biraz çıkabilmek adına, annemlerle kuzenimgile oturmaya gitmek için tamam dedim anneme. Yengemin teyzesi sağolsun çok severim, kendisine benim için okumasını rica ettim akşam üzeri. Baya nazar olduğu ortaya çıktı. Ancak dün iyiyim derken, bugün yine uyku moduna girdim gündüz gündüz. Bir an önce şu durumlardan kurtulabilmek umuduyla yazıyorum şu an... :)

"Bu sıralar üzerimdeki bu uyku hali dolayısıyla, yazamıyorum ve buralarda olamıyorum, affola." Demek için yazıyorum bugün. Bu uyku hali yüzünden, günlerimin yarısından çoğu bulanıklık ve dalgınlık halim içinde geçiyor. İçimdeki umutları gerçekleştirme umudumla uykudan uyanıyorum, ve çoğunu da gerçekleştiremeden akşam oluyor yatıyorum.


İçimde bir değil, birçok umut var. Ve bu umutları gerçekleştirebilmeye devam etmek için can atıyorum. Biliyorsunuzdur bir çoğunuz, yazıyor olmak benim kendimi en iyi hissettiğim eylemlerimden biri. Yazamamak kendimi eksik hissetmeme sebep oluyor. Ve bir de hayallerimi gerçekleştirememe engel oluyor içinde bulunduğum bu durum. :)

Bu sıralar bir şeyleri başarabilmeye ve bu sebeple harekete geçmeye ihtiyacım var. Evde oturan biri olarak, ailemle sağlıklı bir hayatın içinde tek istediğim şeyi de gerçekleştirememek beni çok yoruyor. Kendimi eksik hissediyorum, yazmadıkça ve yazamadıkça... İlham kaynağımı emdiğine inandığım bu durumdan kurtulmaya ve hayatımı yeniden yoluna koymaya uğraşıyorum işte bu sıralar...

Ancak geçeceğine inanıyorum bu durumun da ben. Burada yine de durumumu açıklamak için varsam, geçecektir elbette değil mi? Atlatacağım bunu da en kısa zamanda... :) İnanmaya ve umut etmeye devam yani kısaca...

Kısacası, içimde şu anlarımı tanımlayan en büyük umut; Yarın veya en kısa zamanda burada, bu halimden eser kalmamış olarak dönebilmek adına... Yazamamak, kendimi anlatamamak en büyük eksikliklerimden biri. Oralarda var olduğunuzu bilmek bile daha iyi hissettiriyor bana...

O yüzden en kısa zamanda görüşebilmek dileğimle... Sevgilerimle... :)

24 Şubat 2014 Pazartesi

Fotoğraflarla 1 Haftam - #38


Fotoğraflarla 1 Haftam, her biten haftayı değerlendirmeye çalıştığım bir yazı dizisi. Bu yazı dizisi kimi zaman o haftayı nasıl geçirdiğimi düşünmemi sağlıyor, çoğu zaman da resimlerle sakladığım anılara dönüp baktığımda yazdıklarımla yeniden geri dönüyorum bu yazı dizisi sayesinde...

Diğer Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarım için buraya,
Daha fazla fotoğraf için de İnstagram hesabım burada... :)

Bakalım geçtiğimiz hafta nasıl geçmiş? :)

Bu hafta yine öğlen vaktine yetiştirebilme isteğim vardı ama denk gelmedi. Yazı bugün bu saate kaldı, affola. Geçtiğimiz hafta güzeldi yine ya... :)


Bitirdiğimiz haftanın benim için önemi vardı doğrusu, sebebi annemin tahlil sonuçlarından iyi bir haber alma umudumdu. Şükür ki iyi haberler aldık Çarşamba akşamı doktor randevusunda. Ameliyat olacaktı ama gerek kalmamış şükür. Allahım cümlemizi sevdiklerimizin kötü haberleriyle sınamasın. Allahım sevdiklerimize sağlık sıhhat versin. :)

Haftaya balığımız Fırtına ile giriş yaptım İnstagrama, iyi haberlerle dolu bir hafta diledim. Ve Çarşamba günü de şükür iyi haberler aldık... Yeni hafta da iyi haberlerle ve mutlulukla dolu olsun inşallah. :)


Salı günü akşamı Seda ile puzzle'a başladık. Bu benim için epey gecikmiş bir iş oldu. ama nihayet giriş yapabildiğime sevinmiş bir ben vardım gecenin sonunda. :) Bu konuda bir de yazı yazdım. Burada... 


İlk iş kenar parçaları seçmek ve sonra da çerçeveyi ortaya çıkarmak oldu. Gecenin sonunda da sonuç bu resim ile belgelendi tarafımızdan. İlk puzzle'ının çerçevesini çıkarabilmiş olan (Sağolsun Seda sayesinde), mutlu bir ben'i görüyorsunuz. :))


Çarşamba günü akşamı babam annem ve ben, annemin tahlil sonuçlarını göstermeye gittik annemin hastane randevusuna. Şükür ki sonuçlar bu sefer iyi çıktı ve ameliyata gerek kalmadı rahatsızlığı konusunda. :) Bu hastane randevusu sonrasında da, Kağan'ımızı ve ablamları görmeye gittik. Kuzumla çok özleşmişiz. :) Annemle babama pek yanaşmasa da, onları uzaktan uzaktan bir süre süzdü gecenin sonuna doğru yanaştı, bizim aramız akşam boyunca süperdi. :) Sarıldık, hasret giderdik... Kuzum benim, aramız bozulmasın teyze-yeğen maşallah bize... :)

Gece evimize dönerken de o akşam, ablamlardan Kağan'ın çıkartılan resimlerini aldık. Bu üstteki resim onlardan biri. :) Ertesi güne uyandığımda başucumda böyle bir resim ile uyanmak güzeldi. Şimdi bu resim ve diğerleri salonumuzda yer alıyor. Kuzumuzun babaannesigilin vakti dolunca, kendisi de yer alacak evimizin her köşesinde yine inşallah. :)


Annemi bu haftasonu 1 günlüğüne de olsa, yine İstanbul'a rahatsız olan teyzemizin yanına yolladık babamla. Babam işten gelene kadar film izleyerek takıldım bende Cumartesi günü. Aşka Davet'i izledim mesela. Dans içerikli filmlere ve aktivitelere meraklıyımdır her zaman. Dans diyince bile içim kıpır kıpır olur benim. Bu film de içimi kıpır kıpır etti bu hafta. İzlemenizi tavsiye ederim. :) Yazısı burada.


Pazar günü akşamı annem buradaydı sonrasında da. Annem ile azıcık ayrılalım, hemen özleşiyoruz. :) Bu durum birbirimizin hayatında hemen hemen her anında diyebileceğim kadar büyük ölçüde var olduğumuzdan ötürü biraz da... Bu durumdan çok memnunum ama cidden biraz ayrılınca çok özlüyorum. :) Allahım daha büyük özlemler vermesin tabii... :) 

Dün annem geldikten sonra yemeğimizi yedik, güzel bir akşam geçirdik çay keyfi ile de. Sonra Haftanın notları temalı yazımı yazarken, haftanın müziği olarak bir kez daha dinledim kanatlarım var ruhumda şarkısını. :) Nil Karaibrahimgil çok sevdiğim sanatçılardan biridir. Ve enfes bir şarkı yapmış yine, yüreğine sağlık. Geçtiğimiz haftayı bu şarkı ile geçirmiştim, bu şarkıyla da bitirdik böylece. 

Siz beğendiniz mi peki bu şarkıyı, ben tekrar tekrar dinleyip her defasında daha iyi buluyorum gibi bir durum oldu bu hafta bana. :) 

Ve son olarak; Düşmem ben, kanatlarım var ruhumdaaaa... Diyorum ve mutlu haftalar diliyorum hepimize. 
Sevgilerimle. :)

Not Aldım Veya Not Ettim - #5 - #Kanatlarım Var Ruhumda


Not Almak Veya Not Etmek... Bu yazı dizisinde hayatımın içinden not aldıklarımı, sevdiğim veya hoşlanmadığım şeylerden not ettiklerimi, düşüncelerimi ve kaydetmek istediklerimi göreceksiniz... :)

Daha önceki "Not Aldım Veya Not Ettim" yazısı altında notlarımı okumak isterseniz buraya tık tık... :)

Bu haftanın yazısı Cumartesi'den Pazar'a sarktı. :) Haftasonu yazısı diyebiliriz artık buna bir bakıma da yani... :) Buyrun geçelim bu hafta not aldıklarıma ve not ettiklerime... :)


Nil karaibrahimgil- Kanatlarım Var Ruhumda şarkısı;

- Nil Karaibrahimgil, benim en sevdiğim şarkıcılardan biri. Coşkulu hali, şarkı sözlerinin içimi coşturması, şarkı ritimlerinin sözleriyle uyumu bana şunu dedirttiyor; şarkıcı olsaydım Nil gibi eğlenceli ve anlamlı sözler yazan bir şarkıcı olmayı isterdim. :) Hani bir şarkı çıkar da, "Bu şarkıyı ben yazsaydım keşke" diye kıskanırsınız ve çok beğenirsiniz. Öyle şarkılardan biri oldu Kanatlarım Var Ruhumda şarkısı benim için. :)

- Söz ve Müziği Nil Karaibrahimgil'e ait bu şarkı, Bir Küçük Eylül Meselesi filmi için yazılmış. Ben bu haftanın başından beri öyle kafayı taktım ki bu şarkıya. Gün içinde dinlemeden olmuyor işte... :) Nil Karaibrahimgil'in yüreğine sağlık... :)


İnternet yasası onaylandı


*Bu resim Google görsellerden alıntıdır...

- Maalesef ki, İnternet yasası Cumhurbaşkanımızın da onayından geçti. Ve sanırım bundan sonra diyeceklerimiz, izleyeceklerimiz ve daha birçok şey kayıt altına alınabilecek ve aksi bir durum halinde de yargılanacağız. Anladığım ve internette dolaşan söylentiler bunlar. Başından beri söyleniyor bunlar. Resmi gazetede de yayınlandığında gerçekler ortaya çıkacaktır zaten. Olumlu olmaya çalışıyorum şu an, ama olmamasını başından beri isteyenlerden biriydim bende. Şu var ki; böyle bir karar alınacaksa halkın onayıyla alınmalıydı. Veya o kadar imza toplandı ve halk ayaklandı, bunlar dikkate alınmalıydı diyorum.

- Bu Cumhuriyet ile yönetilen bir Türkiye'ye yakışmadı diyorum. Anayasamızda yazan düşünce özgürlükleri dikkate alınmalıydı yine de. Bakalım önümüzdeki günlerde ne olacak, yasaya edilen itirazlar ile iptali veya kaldırılması gerçekleşecek mi? Allah bilir, hakkımızda hayırlısı olsun diyorum...



İntikam Dizisinin Finali vardı bu hafta... 


*Resim Google görsellerden alıntıdır.

- İntikam dizisi, başladığından bu yana bu sezona kadar takip eden biriydik annemle. Açıkçası kendi dalında çok hoş bir dizi... İntikam içerikli bir dizi olarak, değişik bir yer aldı kafalarımızda bir Türk dizisi olarak. Ve bu hafta da finali oynadı. En azından bu sezon çok sık takip edemedim ama, finalini kaçırmayayım dedim bende.

- Ne güzel bir final yaptı İntikam, kendine yakışır bir final oldu bence. :) Beren Saat iddialı dizilerde oynamayı kendine adet edinmiş bir oyuncu gibi benim gözümde. Akıllarda kalıcı karakterlere bürünmüş oyuncular ve bölümler içeriyordu İntikam dizisi. Ve bilmem dikkat eder misiniz, dizilerde eskiye nazaran daha bir mesaj kaygısı yatar oldu. İntikam da o dizilerden biriydi. Hele ki bölüm sonlarında yaptığı konuşmalarla, sonunu beklediğim dizilerden biriydi. Final bölümünde en baştan verdiler mesajı bu sefer; Mesaj Konfüçyus'tandı, "İntikam yolculuğuna çıkacaksan, kendin için de bir mezar kaz." Daha diyecek ne kaldı ki, Konfüçyus güzel demiş. :)


Ders veren sözleriyle Kadriye Ana'yı biliyor musunuz?

- Tahmin ediyorum ki Karagül'ü izleyip de, Kadriye Ana'yı ve ders veren sözlerini sevmeyen yoktur. Bilgelikle konuşan bir ana ve babaanne kendisi dizide. Ama dizide oynadığı role o kadar güzel sözler verilmiş ki, bazen kendimi diziyi sırf onun için izleyen biri gibi hissediyorum. İnsan böyle bir babaannesi olsun istiyor onu izlerken ciddi ciddi. :) Ben babaannem ile pek vakit geçiremedim, ben küçük yaşta iken vefat etti. Annannem ile vakit geçirebilme vaktim oldu ama, o da vefat etti maalesef. Allahım vefat eden annanne ve babaannelerimize, büyüklerimize rahmet eylesin. Yaşayan büyüklerimize de uzun ve sağlıklı ömürler versin...

- Yine nasıl konudan saptım değil mi? Pardon. :) Bu konuyu da, şöyle sonlandıracağım. Size Kadriye Ana'dan beğendiğim birkaç söz not edeceğim buraya;


"Karnındayken kanını yer, dışarı çıkar canını yer, ölür gidersin malını yer. Ama evlat işte!" (Allahım böyle evlat olmaktan esirgesin bizleri)

"Ağlamak yüreğin abdest almasıdır" der Kadriye Ana, ne güzel sözdür bu da. :)

Ve son olarak geçen haftaki bölümlerden birinde şöyle sözleri vardı; 

"Cehennem dediğin içini kemiren günahın değil mi? Cennet dediğin vicdanın huzuru değil mi? Vicdandan rahat yastık var mı? İffetten rahat döşşek var mı? Edepten güzel elbise var mı? Ben affımın cennetindeyim, herkes kendince yanıyor. Affedin beni."

Bu sözleri yazanların ve söyletenlerin ve söyleyen Kadriye Ana'nın yüreklerine sağlık... :)


Ve bu hafta son not olarak Puzzle'a el attım... :)

- Sonunda puzzle'a giriş yaptım bu hafta bir de, hayırlı uğurlu olsun hepimize. Sandığımdan daha da eğlenceliymiş. :) Bakalım ne zaman bitireceğim ilk puzzle'mı. Bu konuda benden daha fazlasını okumak isterseniz burada bulabilirsiniz yazıyı... :)


Ve bu haftalık da benden notlar bu kadar. :) Haftaya dair notlarım bunlardı. İnternet aksaklıklarından dolayı, bugün epey geç vakte kalmış olabilir bu yazı. Ancak en nihayetinde yayınladım. 

 Umarım eğlenceli bir yazı olmuştur sizin için de... :)
Yeni bir hafta daha mutlulukla ve iyi haberlerle gelsin inşallah. 
Bugünlük yazacaklarım bu kadar, ama haftaya dair daha diyeceklerim var. 
Yarın görüşmek üzere, Sevgilerimle... :)

22 Şubat 2014 Cumartesi

İzledim - Aşka Davet


* Aşka Davet edildim bugün. :)


Bu filmin ismi ne zamandır dikkatimi çekiyordu ve oyuncuları dolayısıyla da dikkatimi çekiyordu elbette bu film. Bu sıra fazla film izleyemediğimi farkedince bugün, bu film yine beni kendisine çekti. :) İzledim ve izlenmesini tavsiye ederim. :)

Başrollerini Richard Gere, Jennifer Lopez ve Susan Sarandon'un oynadığı, dans içerikli bir film... Ve evet beni kendisine bağlamasının bir büyük nedeni de içinde dans'ı barındırması. :) Müzik ve dans birleşimi, enfes bir durum değil mi zaten...


Jennifer Lopez dans etmesine bayıldığım yabancı şarkıcılardan biri. Bu filmde de dans yeteneğini tamamen gözler önüne seriyor. Ancak Richard Gere de becerisini ortaya koyuyor dans konusunda. Çifte şenlik diyebiliriz buna. :)

Filme bayıldım ben. :) Dans içerikli bir film olduğunu görünce bir durakladım zaten. Sağlığım yerinde olsaydı, sürekli bir dans dersleri almaya yönelirdim, biliyorum. Bir eskisi gibi ayağa kalksam yine kendi kendime takılmalarım sürecek de, bakalım... :)


Filmin konusuna gelelim; Richard Gere'in oynadığı John Clark, hayatında herşeyi yolunda giden bir adamdır. Ancak bir şeylerin eksik olduğunu düşündüğü esnalarda, metronun geçtiği sokaklardan birinde bir dans okulunun camında dalgın bakan bir kadın görür. Bu süreklilik onu dans okuluna yazılmaya yöneltir. Ancak uğruna dans okuluna yazıldığı kadın; onunla birşey yaşamayacağını ve dansa yönelmesini söyler. Bundan sonra dansı bırakmayı da düşünen John, aslında dansı ne kadar da sevmeye başladığını farkeder. Bundan sonrası John dansta başarılı olabilecek mi, olamayacak mı? Dans içerikli bu filmi izlerken bence çok eğleneceksiniz... :) Ben çok eğlendim de, ondan yani...

Benim izlemimin doğrultusunda yorumumu okudunuz. :) Filmin en çok hoşuma giden yönü, beni şaşırtmasıydı. Eğlendiren ve rahatlatan bir film. Umarım siz de izler ve beğenirsiniz. Söylemeden edemeyeceğim, sonu güzel biten bir film. :) Bazen sırf sonu iyi biten filmler izlemek isteriz ya, ondan söyledim affola. :)

* En üstteki resim google görsellerden alıntıdır. Onun harici 2 resim benim çekimimden. Richard Gere'in eşi ve Jennifer Lopez ile dans anlarından fotoğraflar. Dans içerikli bir filmde dans'ın sizi etkilemesini ve içinizi kıpırdatmasını istersiniz ya, bana göre bu filmde o kıpırdatma vardı. Hele böyle güzel oyuncu seçimleri varsa diyeyim ben size, artık susayım bu noktadan sonra. :) 

İzledim, beğendim, tavsiye ettim. Bol filmli günler dilerim... :)

Şiirlerle Hayat #7 - Olmuyorsa Zorlamayacaksın


Şiirlerle Hayat yazı dizimin 7. yazısının konusu Can Yücel ve Olmuyorsa Zorlamayacaksın adlı şiiri... 

Önceki Şiirlerle Hayat yazılarımı burada bulabilirsiniz... :)

Sonradan Ekleme Not; Bu şiir esasında Can Yücel'in bir şiiri değildir, rivayet odur ki Can Yücel'in şiiri diye zamanında çok söz konusu edildi! Herkesin bildiği bir yanlışı, sonradan da olsa düzeltmek her birimizin boynunun borcu şimdi. Fakat elden de gelmiyor Can Yücel'le anmamak, öyle öğrendik ve rehberlik öğretmenlerimiz bile Can Yücel diye söylemişlerdi o süreçlerde. O yüzden bu notu ekledim ve bilhassa "Can Yücel" yazılı alt başlığı değiştirmedim. Bilinmeli diyorum! (:



Olmuyorsa Zorlamayacaksın

Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.

Aşktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.

İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…

Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…

Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!

Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…

Can Yücel


Şiirler hayata uygun görülmüş dersleri anlatır ya bazen, bu şiirde onlardan biri işte benim için. Can Yücel'in yüreğine ve kalemine sağlık, eğer tabii bu şiir Can Yücel'in ise. Ama ben kesin bir bilgi olarak bilmediğim için affınıza sığınarak, Can Yücel yazdım şiirin sonuna. Son zamanda bu şiirin de Can Yücel'in olmadığı iddia ediliyormuş. Birileri Can Yücel imzalı şiirler dolandırıyormuş sosyal medyada. Kendi adları ile atsalar ya böyle şiirleri madem. Neden böyle birşey yapıldığını anlayabilmiş değilim. Şahsen sahibinin adını kullanmayı isterdim. Ama demek ki o büyük bir ustanın ismini kullanmayı uygun görmüş...

Severim bu şiiri de doğrusu... Çünkü bazen insanı çok güzel uyandırır boşuna kurduğu hayalden veya rüyadan... Ben ilk okuduğum tarihi hatırlamıyorum yine, ama pek de büyük değildim ilk okuduğumda bu şiiri. Ama güzel bir şiir, anlamlı bence. Demek istediği de bence şu; "Ay'ın kavağa çıkmasını bekleme artık." :) Bana bunu çağrıştırdı bu sefer de okuyunca. :)

Bazen olmadık hayallere, olmadık isteklere tutuluruz ya; Bu aşk uğruna da olur, inat uğruna da, dost uğruna veya olmayacağını bildiğimiz ama kabullenemediğimiz şeyler de... Ama zamanı geldiğinde bırakmak gerekir bazı şeylerin peşini. Aşk'ın da inadın da sonuna kadar zorladığın çabanın da, dozunca yaşanması makbuldur o noktalarda bence...

Olmadıkça yıkılır yıpranırsın zamanla çünkü. Bu yıpranış herhangi bir işinin gerçekleşmediğince de gerçekleşir, sevdikçe sevilmediğini görünce de, inadının sonucunda hiçbir sonuç alamadığını görünce de... Hayat bazen istediklerini vermiyorsa sana, başkasının istediklerini veriyordur belki de... Ben böyle mutlu olamayacağım belki de diyip, vakit kaybetmeden yol almalı başka diyarlara bu sebeple... Bunlar tamamen benim yorum ve düşüncelerim elbette...



Bana gelince; olmayanı çok zorladığım oldu zamanında, çok yıprandım, çok üzüldüm. Olmadıkça istediğim, birilerine nefret de duydum. Olmadığı için onları suçladım. Öyle ya sevmiyorlardı beni, nedendi, niçindi... Öyle ya; ben çabalıyordum her defasında bir iş için, ama hep birilerinin engellemesi ile gerçekleşmiyordu istediğim başarı... Öyle ya ben inat ediyordum, neden olmasındı? Olmalıydı!

Öyleydim işte; inadım, her sevgime karşılık alma hevesim, her işi başarmak için uğraşmam, sürüyordu da sürüyordu bir ara. Oysa gittikçe yıprandığımı göremiyordum, gittikçe yıpranıyordum ve kendime olan saygımı da özgüvenimi de kaybediyordum zaman zaman.


İnsanın genç yaşlarında düşünmeye pek fırsatı olmuyor bazen. Takıldığımız noktalar çok oluyor çünkü gençliğimizde. Can acıtıcı kararlar verebiliyoruz veyahut gittikçe devam eden kalp sancılarına vesile olduğumuzu bilmeden yaşıyoruz kimi zaman.

Ama bu noktalarda büyüdükçe anladım ki; vazgeçmek, yaşamaya devam etmek için aydınlık bir yol... Hayat kısa, ölüm ani, dünya fani; ne dersek diyelim işte. Her şeyin bir sonu olduğunu da bilerek yaşamalı bu hayatta. Aşkın, işin, başarının, inadın ve belki de çok uğraşsan da seni yıkabilecek kapasitede olan dostluğun... Her şeyin bir sonu olduğunu bilerek yaşamak; olmuyorsa zorlamamayı kabul ettirebilir. Böylece üzülmez, ve birilerinin üzmelerine devamlı göz yummayı göze almayız çünkü bence...

Kısacası; Olmuyorsa olmuyordur bazen. Yaşamı zorlayarak veya her defasında olması gerekeni oldurmaya çalışarak yaşanmıyormuş her zaman, anladım... Sınırlarımızı ve isteklerimizi gerçekleştirme kapasitemizi çok fazla zorlamamalı... 


*Resimdeki ilk resim eskiden internetten beğenerek aldığım bir resim, son resim ise 2013 Aralık ayında evimizin balkonundan çekmiş olduğum günbatımı görüntüsü... :)

*Sürç-ü lisan ettiysem affola. Birilerine laf sokma çabasında değildi düşüncelerim. "Bir şiir okudum ve bu şiir çerçevesinde düşüncelere kapıldım. Ve "büyüdükçe de geliştim, geliştirdim kendimi." tarzında idi bu yazı. :) Büyürken aldığım dersler ve hayatı doyasıya yaşayabilmek adına bir Şiirlerle Hayat yazısı olsun istedim yine... Umarım beğenmişsinizdir. Sevgilerimle... :)

20 Şubat 2014 Perşembe

Puzzle'a El Attım



Sonunda başladım dostlar, Puzzle dünyasına giriş yaptım. Bu insanlık için küçük, benim için büyük bir gelişme. :) Sebebi ise bir süredir açılmayı bekleyen bir puzzle kutusunun ve bir puzzle halısının beni bekliyor oluşuydu. Nihayet bunu da gerçekleştirdim, yılbaşı öncesinden beri beklemedeydiler zira.. :)


Salı günü Seda geldi; İlk puzzle kutumu da, puzzle halımı da açtık... :) Küçüklüğümden sonra, ilk puzzle deneyimim bu aslında, kendi çapımda... Üstteki fotoğraf ise, Seda'nın büyük yardımları ile ilk günün zaferi; bitmiş çerçeve ile resmim.. 



Malzemeler basit bu hobi için; birikmiş paranız ile bir puzzle halısı ve bir puzzle alıyorsunuz. Sonrası puzzle halısını açıp masanıza yayıyorsunuz..Daha sonra da parçaların bulunduğu torbayı açıp kutuya koyuyorsunuz, önce çerçeve kenarlarını ayırıp sonrasından da çerçeve yapımından puzzle'a girişiyorsunuz... :) 

Puzzle'ımı ablamlar bayram hediyesi olarak almışlar bana, Kurban bayramında; sağolsunlar canlar. Puzzle'a başlamayı düşüne düşüne, onlar sayesinde bir adım atmış oldum. Puzzle halısını almamız ise gecikmişti daha sonra, babam ve annem ile paramızın birikmesini beklerken. Puzzle halısını vizeler başladıktan sonra veya öncesinde almıştık. Ama çok geçmeden dersler ve sınavlar tepemde bittiğinden bir türlü başlayamamıştım hatırlıyorum... 

Derken, iki gün önce 18 Şubat tarihinde bu hobiye adımımı attım nihayet. Ve küçüklüğümde sevdiğimden daha eğlenceli olduğunu anladım. Çünkü eğlence bu sefer daha uzun süreli ve biraz zorlayıcı... :)


Çok fazla bilgi veremeyeceğim kendimden bu konularda, yeniyim çünkü. Seda'dan ilk günümde öğrendiğim kadarıyla, kısa bilgiler vereyim ben en iyisi size; :)

- Öncelikle Puzzle halısını açmaktan bahsedeyim. Bizim masamız, yazının başında ve sonunda resimlerde göreceğiniz gibi yuvarlak masa. Yerde yapabilen varsa yerde de eğlenceli ve rahat olacaktır. Biz sağlık problemlerim açısından masayı uygun gördük. :)

-Puzzle halısını rulo formundan kurtardıktan sonra, lastiklerini kaybetmemek için bileğe takma işlemini uygularlarmış Seda'lar. Üst resimde Seda'nın eli ve bileğindeki lastiği görmüş olmalısınız. Diğer iki lastik formundaki tokalar da benim bileklerimde idi. Demek ki ne yapıyoruz; puzzle halısını açıp lastiklerini bileklerimize takıyoruz. Hem kaybolmaması için, hemde şıklığımızı bozmamak için. =) 
Ben bileklik olarak çok sevdim valla. (Normalde de takabilirim diye düşünmedim değil...)

- Diğer işlem ise, puzzle parçalarını kaybolmamaları için bir kutuya koymak. Bu hiç bulamazsanız, küçük bir ayakkabı kutusu da olabilir. :) (Yok yok, mesaj vermedim!) Ben annemden bir dondurma kutusu veya başka bir kutu istedim. Annem de bize büyük bir yoğurt kabı verdi, tamı tamına sığdı parçalar. Umarım puzzle parçalarından birini bile kaybetmem.

- Yanınızda önce puzzle çerçevesini ayırıp koyacağınız, bir de renkleri ayıracağınız bir kutu olsun. Ama gerçi bunlara bir kutu olarak puzzle kutusunun alt kapağı var, bir tane daha buldunuz mu tamamdır. :)

- Ve puzzle'a girişte ilk yapmamız gereken işlem; puzzle'ın çerçeve kısmının parçalarını bulup, puzzle işlemine önceliği çerçeveyi oluşturmakla başlamakmış... Buyrun, bizim ilk puzzle'ımızın çerçevesinin oluşmuş hali aşağıdaki resimde;


Dediğim gibi yeni öğreniyorum aslında. Ama ilk girişe nazaran fena da değilim sanırım... Aklıma bahsedebileceğim bunlar geldi, bundan sonra renkleri ayırarak yol alacağız. Seda ben gidene kadar bitiririz diyor, ama Pazar günü gidiyor. Bende acaba? diye soruyorum doğrusu... 

Çok parçalı puzzle olunca, biraz yöntemler değişik olabiliyormuş. Tam uydu diyordum başta parçalar için, Seda "tam oturmadı, o uygun değil baksana" gibisinden laflar ediyordu. Şimdi neyin olup neyin olmadığını bende görebiliyorum. Ne zamandır yapmak istediğim şeydi, değişik ve eğlenceli olduğunu gördüm. Güzel olacak, güzel... :)


Velhasıl gecenin sonunda; üstte de dediğim gibi çerçeveyi bitirmiş olmanın zaferi vardı bizim evde... Sonrası da çorap söküğü gibi gelecek mi acaba? 2 gündür fırsat bulamadım ama bakalım bundan sonrasında ne zamana kadar sürecek bu puzzle... 

Yani kısaca; puzzle dünyasına bende adım attım. Şimdi onlar düşünsün... :) 
Umarım nice nice puzzle'larımız olur...
Eğlenceli günler olsun. :)
Sevgilerimle...


Puzzle halım; Educa Heidi Puzzle Halısı'nın 500 ve 3000 parça aralığındaki puzzle'ları yapabilme kapasitesi sunuyor. Puzzle'ı yaptıktan sonra olduğu gibi sarıp saklayabilme kolaylığı sağladığı için Puzzle halısı büyük bir kolaylık...

Yaptığım puzzle'a gelince; ben şu an KS Games'in 1000 parçalık Beyaz Leylaklı Türk Kızı puzzle'ını yapıyorum... Ablamlar beğenerek almıştı, ancak 

19 Şubat 2014 Çarşamba

Arkadaşlık Ve Dostluk Üzerine #3


Benim bir ara başlattığım bu yazı dizisine, uzun zamandır yazamaz oldum. Ne zamandır yazmak istediğim bir konu varken hem de... :)

Önceki yazılarıma gelirsek, İlk yazım burada, ki kendisinde dostlukların bendeki öneminden bahsederek giriş yapmıştım bu seriye...

İkinci yazım ise burada. Ve bu yazımda da bahsettiğim arkadaşlık ve aşk arasında kalmak adınaydı... :) Küçüklüğümden beraber büyüdüğüm arkadaşlarımdan bahsetmiştim. Umarım okumuşsunuzdur veya okur ve beğenirsiniz...


Bu yazımın konusuna gelirsek; Kısaca, uzak şehirlerde veya yakın şehirlerde tesadüf eseri veya bir anda tanışıp sıkı dostluklar edinebilmek konum... Uzaklardan dost edinmek şöyle birşey bence; çok beğendiğiniz bir şehirden hatıra kalsın diye bir anı saklamaktan öteye geçmek gibi. Anı olarak kalmasın, hep hayatıma dahil olsun demek gibi. Önce yüreklerimiz birleşşin uzaklardan anlaşabilelim. Sonra da şehrimizi ve anılarımızı birbirimizle paylaşalım... Teknolojinin eskilerin mektup arkadaşlığının daha da ileri boyuta geçip güzelleşmesi. Bunun gibi birşey görüyorum ben bu olayı...

Ve bir de şöyle bir konu ki; uzaklardan dost edinmek bir yerlerde ruh benzerlerimizin olduğunu ve umudu çağrıştırıyor bana... Uzaklardan edindiğim dostlarım böyleler benim için. Ruhuma hitap ediyorlar, umut oluyorlar hayatıma bir kez daha...

Geçtiğimiz 5 sene içinde, öyle sıkı dostluk kurduğum 5 arkadaşım oldu ki; biri yanımda yoksa diğeri mutlaka yanımdaydı, bazen uzaklardan bazen de yakınımdan elimi tuttular. Bir 10 sene öncesinde söyleseler inanmazdım böylesine. İnternetin ve teknolojinin böyle dozlara gelebileceği fikrim hiç gelişmemişti çünkü.

Bu 5 arkadaşımın içlerinden birini internetten tanıdım. Tanıştığımızda ikimiz de imkan vermiyormuşuz iyi dost olacağımıza. Çünkü tanışmamız öylesi enteresandı ki bizim. O, benim internetten aynı şehirde olduğumuz için tanıştırıldığım birinin arkadaşıydı. Ve tanıştırıldığım kişi vesile oldu bizim tanışmamıza, sonra da çekildi gitti aramızdan. Bir tek böyle anlatabilirdim bu durumu, üzgünüm. :) Şimdi o kişiyle konuşmuyor olsak bile, (ki hiç görüşmedim de aynı zamanda) karşılaşırsak bir teşekkürüm var o kişiye doğrusu. :) Alakasız bir şekilde oldu tanışmamız ama enteresan şekilde iyi bir dost edindiğimi anlamam çok uzun sürmedi... Zaman zaman buluşuyor olsak da, buluşamadığımız her zaman birbirimizle konuşmamız için var gibi... Aynı şehirdeyiz ama pek sık görüşemedik bu zamana kadar. Şimdi hayata tutunmaya çalışıyor o arkadaşım, iş hayatı bakımından. Ama her fırsatta teknoloji sayesinde konuşmayı ihmal etmiyoruz. Ve hala eski sıcaklığımız ve dostluğumuz sürüyor, hissediyorum sürecek de... :)


Birebir yüzyüze tanışıp, dostluğumuzu buraya getireceğimizi tahmin etmediğim iki arkadaşımı da üniversitede tanıdım. :) Özlem ve hasret çekerken sağlamlaşan dostluktu bu ikiliyle aramda sıkılaşan dostluk. Bir başka iki arkadaşımla da öyleydi dostluk seviyemizin şekillenmesi. :) Üniversitemizi okuduğumuz şehirden ayrılmaya yakın zamanda, "Bu şehirde terminalde biten dostluklar çok kurulmuş bu zamana kadar." dediler. Hiç unutmuyorum bu sözü... Bende şöyle demiştim, "Ben bu şehirde terminalde biten veya ilçe sınırlarından çıkınca biten dostluklar kurmadım şükür. Çok sağlam 4 dostum oldu." :) Ve; Sıra arkadaşım Dilek, başta anlattığım güzel ikili Pelin'im ve Buket'im ve son senemde tanıdığım karamsar kraliçem Burcu ile beraber 4 arkadaşım oldu. Okuduğum şehirde tanıyıp şehirler arası da takılıyor olsak şimdilerde, yakın zamanlarda kavuşmalı zamanlarımızın geleceğine inandığım dostlarım var benim. Annemle okuduğum üniversite hayatımda, annem onları kızları olarak gördü, bende kardeşlerim... Ne yazık ki 4'ü de İstanbul'da. :)


Başta sayıyı yanlış verdiğimi anlamış oldum üst paragrafta, 6 arkadaş olacak o... :) Oysa matematiğim bu kadar da kötü değildir. :) (kötüdür ama bu kadar değil yani!) 


Neyse evet gelelim geçtiğimiz 5 senede edindiğim son sağlam dostum dediğim kişiye. :) Kısa zaman önce, bir uçtan akrabalık bağı kapmış olduğum kişi, Mero'm... :) Dayımın, teyzesi ile evlenmesi ile tanıştık biz. Şimdi kuzenimmiş gibi hissettiğim bir dostluk var aramızda, aslında hiçbir kan bağı olmamasına rağmen bu öyle garip geldi ki bir süre... Şimdi 1 gün konuşmayınca eksik hissettiklerimden biri kendisi. Yakınımda olmasa da elimi uzattığımda elinden geldiğince tutan biri Mero'm da. Dilerim ömrüm boyunca devam edecek bu dostlukta... :) İyi ki tanımışım seni Mero'm. :)

Bu bahsettiğim dostlukların birkaçında rastladığım ortak his şu; birbirimize benziyoruz ve birbirimizi anlayabiliyoruz. Ve böyle dostluk kurabilmemizin benim için en büyük noktası şudur; beni anlamayı ve dinlemeyi tercih ediyorlar önce. Yargılamak ve yönlendirmek değil amaçları, benim yanımda olabilmek ve yanlarında olmamı istemek... Bu; birinin yanındayken kendini rahat hissetmek ve bir yabancıyla değil sanki uzun zamandır tanıdığın biriyle birarada olmak gibi. İyiki varlar dostlarım... Yanlarında olduğumda huzurlu, konuştuğumda tam hissettiğim kişiler, dostlarım, iyiki varsınız. Bana kendim olma ve kendimi tamamlama şansını verdiğiniz için teşekkür ederim... :)


*Mektup arkadaşları olan Mary ve Max'i anlatan Mary ve Max filminden bir kesit bu resimde...

Şimdi size bu 6 dostluktan edindiğim bilgileri söyleyeyim;

- Uzak şehirlerde dostluk kurmanın tek bir dezavantajı var ki; o da uzak şehirlerde olmanız ve az sıklıkla bir araya gelebilmeniz. Ki üstte saydığım bir arkadaşımla aynı şehirde de olsak, görüşemedik bu geçen senelerde pek sık. Biz tanıştığımız sırada, üniversite telaşlarımız başlamak üzereydi çünkü. Bundan sonrasında görüşeceğimizde hemfikiriz ama... :)

- Uzak şehirlerde dostluk kurmuş olmanın veya belli bir yaştan sonra tanışıp sağlam olduğunu hissedebileceğiniz bir dostluk kurmanın avantajları var ki; bunlar hayatınızın olgunlaşma evresini yaşarken hayatınıza öyle büyük değerler katan şeyler ki. Tıpkı, beraber büyüdüğünüz arkadaşlarınızla edindikleriniz gibi ama bu seferki biraz daha farklı... :)

Ne mi bu avantajlar?

- Teknolojinin esiri olmazsınız ama, teknolojinin müteşekkiri olursunuz mesela. Geçmişte bu mektuptu, şimdi mesajlaşmak veya telefonda görüşmek. Belli yaştan sonra, ailenizle beraber yanınızda sıkı dostlar edinebildiğinizi görmek insanı öyle mutlu ediyor ki çünkü. Boş yaşamadığınızı anlamış oluyorsunuz. Hiç konuşacağınız kişi olmasa bile, bir mail arkadaşı bulmayı mutlaka ihmal etmeyin diyorum. Çünkü inandım ki ben; bir yerlerde sizi anlamaya uğraşmak için bu dünyaya gelen kişi mutlaka var. Hiç yanımda kimse yok demeye fırsat bırakmamak gerek diyorum bu yüzden. Bir tık uzağınızda biri olsun, bazen yanınızdakilere anlatamazsınız, ama edindikten sonra sizi dinleyecek kişileri bulduğunuza kanaat getirince demek istediklerimi anlayacaksınız... :)

- Tam olarak ne olduğunu bilmediğiniz de bile, onunla konuşmak öylesine iyi gelir ki. Hele ki kimin hangi konuda iyi geleceğini bilirseniz. :) Ben bazen düşüncelerime hangisinin ne diyebileceğini bilir hale gelmiş durumdayım. 2 arkadaşımla eskisi gibi konuşamamış olsam da bu aralar, diğer 4'ünün hangi şartlarda nasıl tepki verebileceğini biliyorum. Bu çok büyük bir avantaj olmanın yanında dezavantajtı bir ara tabii, çünkü kendi aleyhime olduğunu düşündüğüm bir karar verecekken doğruları değil duymak istediklerimi söyleyebilenle çok konuşurdum eskiden. Şimdi öyle değil tabii...

- Başlarda çok konuşacak birşeyimiz yok derken, en çok o arkadaşınızla konuşmanız kaçınılmazdır. Çünkü teknoloji sayesinde gece gündüz konuşmanıza imkan var. Anlatacak o kadar çok şeyim olduğunu bilmenin güzel olduğunu hissettiriyorlar. Göremediklerimi söyleyebiliyorlar çekinmeden. Yanınızda olan biri belki bunu yüzünüze karşı söyleyemezken onlar yüzyüze de gelsek söyleyebilecek kişiler halini alıyorlar zamanla. Ki bu çok müthiş bir avantaj. Gerçi bir doğruyu saklayan kişi, gerçek dost değildir bence. Ben kim olursa olsun ne olursa olsun, doğruyu söylemenin gerekli olduğunu savunan ve uygulayan biriyimdir kendimce...

- Ve gözlerine bakınca bir derdi olduğunu anlamak bir yana, uzaktan da sesini duyarak derdinin olduğunu anladığım dostlarım oldu bu bahsettiklerim. Ve yazmada kullandığı kelimeler ve sözcüklerin değişmesiyle de... Gönüller bir olunca, sohbet ortamı güllük gülistanlık oluyor yanii.. :))

- Kısaca hayatımızda bizi yargılamadan dinleyebilecek dostlar edinmek gerek. Birilerinin sizi yönlendirmeden dinlemeleri ve fikir vermeleri gerek bu hayatta. Bir birey olma hakkı tanımayan dostlar yıpratıyor insanı, ne yazık ki yaşadım. Fikir vermek ile fikir dayatmak farklı, bunu iyi ayırt etmeli...

-Dostlarımızla nice güzel zamanlar diliyorum. Ve dostlarım iyiki varsınız diyorum, ailemizle bize en iyi gelen dostlarımızı allahım uzak etmesin. Ve bu yazıya güzel bir son vermeli artık. Mesela şöyle diyerek;

"Kırma dostun kalbini onaracak ustası yok.
Soldurma gönül çiçeğini sulamaya ibrik yok." Yunus Emre...


*Anlatabilmiş olmayı diliyorum, duygularımı ve hissettiklerimi... Konu aile ve dostlar olunca, cümleleri seçmek de zor olabiliyor bazen. Doğru anlatmak açısından yani.. :) Sevgilerimle

*Bu yazıdaki resimler, internetten alıntıdır... 


17 Şubat 2014 Pazartesi

Fotoğraflarla 1 Haftam - #37


Fotoğraflarla 1 Haftam, her biten haftayı değerlendirmeye çalıştığım bir yazı dizisi. Bu yazı dizisi kimi zaman o haftayı nasıl geçirdiğimi düşünmemi sağlıyor, çoğu zaman da resimlerle sakladığım anılara dönüp baktığımda yazdıklarımla yeniden geri dönüyorum bu yazı dizisi sayesinde...

Diğer Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarım için buraya,
Daha fazla fotoğraf için de İnstagram hesabım burada... :)


Bakalım bu hafta nasıl geçmiş? :)


Geçtiğimiz haftayı Salı gününde paylaştığım bu resimle başlattığımı varsayarsak, haftaya yine özlem dolu ve bol uykulu başladığımı söyleyebilirim. :) Kağan'ımın bu resmini çektiğimizde 1 yaşını doldurmasına 1-1,5 ay kadar vardı. :) O gün uyutamamıştık, kendi kendine oyun oynarken böylece uyuya kalmıştı kuzum. Maşallah kuzuma. :)

Salı akşamı 7-8 sularından 10:30 sularına kadar bende bacaklarıma kapanıp uyumayı istememe sebep olacak kadar uykuluydum böyle. =) Hafta benim için göz yorgunluğu gibi veya göz neslesi olacakmışım gibi başladı. Beynim yorgundu sanki... Ama şükür göz neslesi olmadım, sanırım bir göz yorgunluydu benimki; fazla bilgisayara ve birşeylere yoğunlaşmaktan ötürü... :)


Arkadaşım Seda'nın bana hediye olarak getirdiği balıktan bahsetmiştim. Balığın cinsi Beta ve bu benim bu zamana kadar beslediğim ikinci Beta. Seda adını Muhittin koymuş, ama ben Fırtına adını da ekledim. Göbek adı Muhittin oldu, esas adı Fırtına. :) Fena değil ama değil mi? :)


Bu hafta senenin 14 Şubat'ını geride bıraktık. :) Bu resimdeki çiçekler bizim evimizin köşesinde duran çiçekler. "Sevgililer Gününü tek bir güne sevgimi ve sevgililiğimi yüceltmek olurmuş gibi gördüğümden gibi geliyor. Yani sevgiyi bir gün değil her gün dile getirmek isterim." diye düşünüyorum sevgililer günü için... :) Tabii ki hayatımda biri olsa nasıl hissederim bu konuda bilmiyorum. Ama ailemle kutlamak bugünü, her özel günü olduğu gibi, çok güzel. Biri de olsa sadece yine ailemle hep beraber yanyana olmayı seçerim sanırım. Çiçek sevdalısı değilim bu konuda diye düşünüyorum. :)

Annem ve Babam'a gelince, hep birlikte kutlanıyor yine bizim evde. Kutlamaya saygım var, lafım yok tabii. Bu aslında tek bir güne sığdırma hissi de değil hissettiğim, tek sözüm; tüm süprizlerini ve cesaretini o güne sığdırmaya çalışanlara. Özel bir günü herkesçe kutlanan bir güne sığdırmak, cesaret örneği değil bu noktada. Açık ve net ortada, Sevgililer günü adı altında özel bir günü ticari güne çevirilmişlik var şimdi ortada. Hele çiçek ticareti... :) (Yine çok büyük konuşur gibi oldum, hep böyle oluyor sonra başıma geliyor ama. Hadi hayırlısı) 


Gelelim benim sevgililer günü hediyelerime... Resimde gördüğünüz ganimetler, benim sevgililer günü hediyelerim. :) Babam ve annemden sağolsunlar... Onlar beni sevgilileri bilirlermiş, bende onları öyle bilirim... :) 

Babam sağolsun birkaç zamandır istediğim kalemleri nihayet bugüne denk getirip almış. :) Kalemler; derslere yardımcı değil sadece, sırlarımı ve içimdekileri de dökme işlemini gördüğü için de güzel bir arkadaş aynı zamanda. :) Kalemleri bu yüzden seviyorum işte, belli bir zamandır... Ama benim için en çok yazım kolaylığı önemli bir süredir. Malum, uzun zaman yazı yazdıktan sonra yoruluyorum. Yazarken kolaylık sunanlarda böyle birşey büyük sorun teşkil etmiyor. :) 

Velhasıl 14 Şubat yine güzeldi bu sene, ailecek kutladık işte. :) Birçoğu gibi sevgilisiyle kutlayanları değil de, bir yerlerde felekten kız kıza toplaşıp kutlayanları kıskandım ben bu sene yine. Evet biraz garibim sanırım... :))


Bir süredir yine fotoğraf çekemez olmuştum. Cumartesi pozu oldu bu fotoğraf. Mutlu bir haftasonu dilemiştimi hepimiz için. Annemle beraber dizi keyfi yapmadan önceydi bu fotoğraf. Keyif anlarına bayılıyorum, bakın nasıl gülmüşüm. Hele ki Kağan'ımın gelecek olması ile epey gülmüşüm. :) 


Ve Pazar günü ablam eniştem ve Kağan'ımız geldi. :) Güzel bir haftasonumuzu daha da güzel kıldı, Kağan ile özlem gidermek... Bakışına, oturuşuna, tavırlarına maşallah canımızın, evin neşesine neşe katıyor işte... Tabii gitti bizi tekrar özlemlere daldırdı, orası ayrı... :)

Bu da Kağan gittikten sonra yaptığım kolaj. 
Artık iyice biliyorum ki; toruna ve yeğene doyum olmuyor işte... :)


İşte böyle geçti bir hafta daha... Güzel ve sakin başlayıp, kavuşma ve özlem giderme ile dolu bir haftasonu ile bitti önceki haftada. :) Yeni bir haftaya daha girdik bile... :)

İlham kelimesini pek sık kullanır oldum bu sıralar. Yine söylüyorum, ilham dolu nice günler diliyorum hepimize. Şükür, hayallerime sanki birer adım daha yaklaşıyor gibiyim bu sıra; gerek sağlık gerek de küçüklüğümden beri istediğim alanda gerçekleştirme isteğim açısından... :) 

Hepimize ilham dolu günlerle dolu ve iyi haberler alacağımız bir hafta diliyorum... :)

16 Şubat 2014 Pazar

Pazar Yazısı - 1


Pazar günleri, bazıları için tembellik günüdür bazıları için de keyif günü... Şüphesiz ki evde geçirilen boş bir günün, keyifle geçirilmesi yakışık alır. Benim için durum böyle... Bu keyife; müzik dinlemek de, film izlemek de, kitap okumak da dahildir... En güzeli de müzik eşliğinde eline aldığın deftere yazmaktır bence... Bir günün güzel geçirilmesine sebep herşey Pazar gününe yakışır... Olayın küçüklüğü değil, işlevi önemli gibi bir konu hakim burada. :)

Pazar günü birçoğumuzun boş olmasa da, boş anlamı katarak dinlenmeye çekildiğimiz gün olduğu için ve Pazar günlerimizin yazısını da yer yer yazmak istediğim için bu başlığın adı, Pazar Yazısı... :) Bir haftasonunun güzel geçirilmesine en büyük sebepte; ailemle veya sevdiklerimle dolu dolu geçmesidir benim için. Boş günleri sevmemin sebebi, dolu dolu ve mutlu bir günü sevdiklerimle geçirebilme imkanından ötürüdür en çokta işte...



Bu Pazar güzel mi güzel bir Pazardı yine. Bitti gitti bile, çabucak geçmesini istemesem de yine... :/ :)

3 hafta sonra nihayet Kağan'ımıza kavuştuk annem ve babam ile bugün, birkaç saatliğine de olsa. Bugün öğlen ablam eniştem ve Kağan'ım geldi nihayet. 1 ay önce babaannesi ile dedesi geldiğinden beri kendi evinde kalıyor Kağan'ımız. Ve ablamlar işte iken de babaannesi ile dedesi bakıyor şu an. Seçime kadar buradalar ve Kağan'ımızdan bir süre daha ayrı kalacağız. Anne babası ile beraber olması açısından sevinçliyiz, özlem çekmeye katlanmaya devam yani...

3 haftadır görüşememek, elbette Kağan'ımızın bizi azıcık unutmasına sebep olmuş. Ama tamamen unutmamış yine. Zaten dikkat ettim; Kağan ile ne kadar ayrıldıysak bu zamana kadar, (babaannesigil'e bırakırken veya ablamın uzun izinlerinde bir yerlere gittiğimizde vs) tam anlamıyla unuttuğuna denk gelmedik bu zamana kadar, maşallah. Kağan zorlu bir çocuk değil bu konuda yani, çok şükür..

Başta "Bunlar beni neden bıraktı havası vardı yine." Sonra alışınca, bol bol oyun oynadık Kağanımla... :) Bir de gittiğinden beri bir nazlı haller başlamıştı yine, nazlı halleri bugün de hakimdi. Nazı, niyazı bizeydi bugün de çoğunlukla. Ama her hali tatlı geliyor bize, maşallah kuzuma. Velhasıl bugünün özeti resimlerde saklı zaten... Bol bol özlem giderdik, ama Kağan gidince özlemimiz geri yerine geldi ne yalan söyleyelim.

Biliyoruz ki artık; bir toruna bir de yeğene doyum olmuyor. Evladı ben henüz bilmesem de, evlada da doyum olmadığı söyleniyor ve gözlemlediğim kadarıyla da doyulmuyor. Allahım elbetteki eksikliklerini veya daha büyük hasretleri vermesin başımıza. Kavuşma dolu günler yaşayacağımız nice günlerimiz daha olsun inşallah...

Mutlu bir Pazardı, nice mutlu günlerimiz olsun hep beraber yine inşallah. Sevgilerimle... :)

15 Şubat 2014 Cumartesi

Not Aldım Veya Not Ettim - #4 - Şehzade Mustafa'mıza Sevgilerimle... :)


Not Almak Veya Not Etmek... Bu yazı dizisinde hayatımın içinden not aldıklarımı, sevdiğim veya hoşlanmadığım şeylerden not ettiklerimi, düşüncelerimi ve kaydetmek istediklerimi göreceksiniz... :)

Daha önceki "Not Aldım Veya Not Ettim" yazısı altında notlarımı okumak isterseniz buraya tık tık... :)

Geldik bir Cumartesi'ye daha ve gelelim bu haftaki notlarıma... :)



- Haftaya sakin başladık yine bu hafta. Hafta başına dair hatırladığım yine Gülben Show programına katılan bir konuktu. Çok sabah programı izliyorum diyemem, ama evde oturan biri olunca mecbur izlediğimiz oluyor çoğu zaman. Pazartesi veya Salı'ydı, yine sözü edilir bir konuk vardı bana göre Gülben Show'da. Günel vardı, küçüklüğümüzde ünlenen bir şarkıcıydı. İbrahim Tatlıses'in programı ile tanıdık onu...

- Günel'in benim hayatımda ismimden ötürü bir varlığı hakim tahmin edersiniz ki. Şöyle ki; ilk tanıştığım kişilerle çoğu zaman bir "oy Didem Didem" şarkısı söylenir. Ve bu durum toplu alanlarda dikkat çekmeme de sebep olur. :) Tamam başlarda güzel geliyordu, ancak kalabalık alanlarda söylenince bendeki utanmalar iyice artmıştır.

- Yani Günel aklıma geldiğinde; bir annemlerin bana küçüklüğümde Didem şarkısının da içinde olduğu kaset aklıma gelir, ki cidden o kaseti çok severim. Bir de bu isim öğrenme ile şarkı söylenmesi durumu aklıma gelir. Bu durum bana bir şekilde sevimli geliyor elbette; söyleyen kişi kız olunca veya erkekse de tanışıklığımız ve bir muhabbetimiz olduktan sonra... Tanışır tanışmaz, birinin size isminizle ilgili şarkı söylemesi her ne kadar samimiyet göstergesi ve içtenlik olsa da, siz olsanız utanmaz mısınız? :)



- Bu hafta bir sabah, Kanal D'de Bir Külkedisi Masalı'na denk geldik annemle kahvaltı ederken. Baştan sona izlememiştim, yine ortasında denk geldim ve hemen izlemeye başladım. Başrollerini Hilary Duff ve çok sevdiğim One Tree Hill dizisinin oyuncularından Chad Michael Murray oynuyor. Ah One Tree Hill... :)

- Ne diyordum? Filmden bir dip not yaptım bu hafta. Filmin sonuna doğru Hilary Duff duvarda şöyle bir yazıya denk geliyor bir sahnede. "Başaramama korkusu denemene asla engel olmamalı." Benim bir zamandır içimde başaramama korkusu vardı. Bu sıralar o korkumu atlatmış bulunmaktayım diyebiliyorum kendime. Bu duruma seviniyorsam da bir bakıma da acaba mı dedim bu hafta.

- Bu konuda kendimi aşmam gereken noktalar varsa diyerekten, karar verdim bu konuyu aşmak için bir el daha atmaya. Cesaretim ve korkum olmadığını biliyorum aslında, hayalini kurduklarım için. Ama olmasını istediklerimin daha gerçekleşmesine fırsat vermeden, kendime çok yükleniyorum belki de. Notlar almaya başladım kendime, bir günlük gibi... Böyle şeyler rahatsız ediyorsa da bu sıra, "Başaramama korkusu denememe asla engel olmamalı." diyorum şimdi kendime her fırsatta... :)


*Resimler google görsellerden alıntıdır. İkisini biraraya koydum. Eski dönemin Şehzade Mustafa'sı, yeni dönemin Şehzade Mustafa'sı... :)

- Muhteşem Yüzyıl bu hafta çok izlenen ve çok konuşulan bir bölümle karşımızdaydı. Şehzade Mustafa'nın infazı vardı bu haftanın yeni bölümünde. Ve bir hayli can acıtıcı sahnelerle doluydu. Herkes, bende dahil; sosyal medyadan ve çevremden duyduğum kadarıyla, "Bir baba nasıl kendi oğlunu boğdurur?" sorusunu yargıladı durdu kendince, defalarca...

- O nasıl bir bölümdü, insanın gidip Mehmet Günsür'ü kurtarası geliyordu resmen. :) İzlerken ailecek heyecanlandık, duygulardan duygulara geçtik dolduk dolduk taştık. Ve Mehmet Günsür'ün beyazlar içindeki hali, damat gibiydi ve masumluğu simgeliyordu. Yakışıklılığı bu bölümde daha da ön plandaydı. Ve en çok hoşuma giden bu ayrıntılarıyla görebilmek oldu bu bölümü, tamamiyle üzücü de olsa tamamiyle güzel ayarlanmıştı sahneleri. Dizi tarihinin en çok izlenen bölümlerinden biri de oldu sanırım bu bölüm böylece...

- Dediğim gibi çok konuşuldu bu hafta Muhteşem Yüzyıl. Kimi dedi ki, "Kanuni Sultan Süleyman'ın onca başarısı unutuldu mu yani o sahnelerle?" Kimi dedi ki; "O dönemin şartları bunu gerektirdi, isyan tehtidi altında idi Sultan Süleyman." Kısaca herkes birşey dedi. Ben kendi adıma çok içerlendim, gözlerim dolu dolu oldu izlerken. Ağladım da... Bir devleti yönetmek kendi oğlunu öldürmeyi gerektiriyorsa, bu benim insanlığımın bittiği yerdir. Ben böyle düşünüyorum. Allahım o hallere sokmasın kimseyi...

- Evet tarihten alıntı yapılarak sahneye taşınan şeylerdi izlediklerimiz, biliyoruz. Ama kimse demesin, onca başarısı var böyle bir şeyle unutulur mu? Devlet başarısı ile vicdan ayrı kefede tutulması gereken şeyler... Hiçbir başarı unutturabilir mi bu durumu sizce, bir babanın oğlunu boğdurttuğu gerçeğini değiştirebilir miyiz?

- İktidar hırsı, iktidarı koruma hırsı, neyse bu durum. Ben şöyle diyorum; Yükseklik heveslisi etmesin Allahım beni. Belki zamanın Sultan Süleyman'ına göre yapması gereken durum buydu. Ama ben yine de, bu dünyada mevkii için yanan canların olduğunu bilmeye dayanamıyorum bazen.

- Bence; tahtı batsın bu dünyanın, mevkiisi batsın. Hayatta allahım beni kimsenin canını yakanlardan eylemesin... İnsan ne mevkiiye gelirse gelsin, vicdanını kaybetmemeli. Allahım vicdanımızı bizden esirgemesin... Ve bir not daha bu konuda, babam bu olayın üstüne şöyle demişti; "Bende öldürürdüm aslında; ama mevkii hırsımı öldürürdüm, oğlumu asla." Can babam, aslan babam. :)


- Ve bu hafta, senenin 14 Şubat'ını da geride bıraktık. Daha dündü hani o gün... :) Kutlanmaya başlanma hikayesi bambaşka bildiğim kadarıyla, kişilere göre de kutlanması başka zamanımızda... Kimi sevgilisi ile kutlamayı, kimi de kutlamamayı tercih ediyor.

- Bana gelince; ben de sevgiyi ve sevgililiği bir güne sığdırma gibi algılayanlardanım biraz evet. Kutlayacağım biri olsa nasıl hissederim elbette bilmiyorum. Ancak ben sevgililere her gün sevgililer günü diyorum. Biri olsa hayatımda, bir gün değil her gün hissetmeyi ve hissettirmeyi isterim sevgimi, sevgimizi. Bir sevgi sözcüğü dahi yeterlidir benim için yani. Bu durum benim için böyle... :)

- Annem babam ve ailem bildiklerim eksik olmasın başımdan ve yanımdan, yeter. :) Onlarla kutlamak çok güzel bugünü. Dün babam bana da sevgililer günü hediyesi almış. Annem ve babamın hediyeleri üstteki resimde, kalemlerim ve şekerlerim. İhtiyacım olan şeyler hep, düşünmesi yeter dedikleri bu işte. Onlar beni sevgilisi bilirlermiş, hep söylerler. Bende onları sevgililerim bildim, ailemi ve ailem bildiklerimi... :) Bir gün nasip olur da biri olur mu yanımda bilmiyorum, olursa da ailemizle beraber kutlayalım isterim yine.


Velhasıl, bir hafta daha böyle geçti, yarın bu hafta bitiyor bile dostlarım. Yarın da mutlu bir pazar olsun hepimiz için diliyorum.
Ablamlar gelecek yarın inşallah, Kağan'ımız gelecek yani. :) 3 hafta kadardır görüşmüyoruz, çok ama çok özledik. Özlem giderici bir haftasonu olsun diyelim o zaman, sağlık ve mutlulukla beraber. :)

Sevgilerimle...

* Son resim hariç, bu yazıdaki resimler google görsellerden alıntıdır...

14 Şubat 2014 Cuma

Büyümüşüz Meğer



Bazen zaman, imkan vermiyor büyüdüğümüzü görmemize... Biraz bekletiyor belki, ama zamanı gelince de bizi ya mutlu edecek derecede şaşırtıyor, ya da mutsuz edecek şekilde...

Biz büyüdükçe daha da büyüyor dertlerimiz ve geçiyor zaman ya hani, eskiye nazaran daha tutarsız şekilde. Unutuyoruz bazı şeyleri, hayat gayilesi adı altında. Unutmasakta es geçmek zorunda kalıyoruz bazen, hayatın yüklerine kapılıp. Ama gün geliyor büyüdüğümüzü anlıyoruz muhakkak...

Herkes büyür de, olgunlaşabilmeyi başarmaktır ya asıl maharet; Büyümüş de olgunlaşmışız bile, bunu anladım bu hafta yeniden. İşte söylemek istediğim bu...

Küçüklükten gelen küslükleri bırakmayı öğrenip, olgunlaşmayı öğrendiğimizi anladım. Küçük tartışmalar, küçük küslükler, küçük ayrılıklar, yıkmaya sebep değilmiş uzun zamanlı dostlukları.Ve uzun mesafeler engel değilmiş, çok iyi dostluklar kurup bir ömür boyu sürdürebilmeye...

İçimde arkadaşlıklara dair diyeceklerim vardı, işte bugün söylüyorum. Belli yaştan sonra arkadaşlıklarımızı sınayarak büyüdüğümüz hayatımızda, olgunlaştığımızı farketmek beni mutlu etti bu hafta... Çok tartıştık, çok barıştık, çok mutlu olup çok üzüldük yer yer de bu yaşımıza kadar, küçüklüğümden gelen arkadaşlarımla... Onca zaman yaşadıklarımıza rağmen, bozulsaydı dostluklar çok kırılacak ve incinecektim biliyorum.

Ama şimdilerde, artık barışılmaz dediğimiz anlarda bile özlemlerimizin; öfkeleri ve kötü yola sapabilecek sözleri es geçebildiğini görmek beni mutlu etti bu hafta yeniden. :) Bu mutluluk verici değil mi sizce de? Eski dostluklar veya yeni dostluklar; her dostluk mutlaka sınanmalıymış birçok kez; daha çok güçlenmesi için. Hayat bunu gösteriyor bize sürekli...

Kısacası; araya uzaklık girmesi ile mesafelerin girdiğini düşündüğüm dostluğumuz, yıkılmamış. Eskisi gibi süremeyeceğini bilsem de bundan sonra hep, yine de bitmediğini görmek güzel. Eskisi gibi sürmeyeceğini bildiğim nokta, hayat gayilesi adı altında bir sebep yine işte. Ve yaşananlar, büyüdüğümüz ve olgunlaştığımız gerçeği... Kimbilir belki zamanla, hayatlarımızı ele aldıktan sonra, eskisi gibi de toparlanırız görüşmelerimiz konusunda yine... :)


Hayat; büyüdüğümüzü gösterirken, beraber büyüdüğümüz arkadaşlarımızı elimizden almasın yine de... Dostluklar önemlidir, hayat gayilesi adı altında yitip gitmesinler dilerim...

Sevgilerimle... :)

13 Şubat 2014 Perşembe

Bu Neyin Yorgunluğu?



Bu ara havalar beni garipleştirdi dostlar. Nasıl bir yorgunluk var 2-3 gündür üstümde bir bilseniz. Vücutta da değil, gözümde ve kafamda yorgunluk. "Acaba bu göz yorgunluğu belirtisi mi?" diye düşünmüyor değilim. :) Ama en sonunda, "aman grip olmayayım da," 'ya bağlıyorum. :)

Yorgunluk yüzünden yazamaz oldum bu sıra. Yazmaya başladığım sırada, gözlerim hata veriyordu resmen. Neyse ki bugün iyiyim yorgunluk açısından. Şu başım ağrıyarak uyandığım, geçtiğimiz Pazar gününden beri öyleydim. Bu yorgunluk da kısa süreli olsun inşallah, dedim ve karşınızdayım şimdi... :) Ama yeni yazımı akşama yayınlarım diye düşündüm, toparlayamadım tam göz yorgunluğu diye tahmin ettiğim şey sebebiyle... :)

Diyeceklerim var bu sıra, beni şaşırtan yeni olaylara dair. Biraz daha toparlanıp, o yazılarla karşınızda olacağım inşallah... Havanın azizliğine uğramadan, grip olmadan, sağlıklı ve mutlu günler geçirmemiz dileğimle... :)

Sevgilerimle... :)

*Not: Resim eski bir tarihte internetten alıntı yaptığım bir resimdir... Google görsellerden...

10 Şubat 2014 Pazartesi

Fotoğraflarla 1 Haftam - #36


Fotoğraflarla 1 Haftam, her biten haftayı değerlendirmeye çalıştığım bir yazı dizisi. Bu yazı dizisi kimi zaman o haftayı nasıl geçirdiğimi düşünmemi sağlıyor, çoğu zaman da resimlerle sakladığım anılara dönüp baktığımda yazdıklarımla yeniden geri dönüyorum bu yazı dizisi sayesinde...

Diğer Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarım için buraya,
Daha fazla fotoğraf için de İnstagram hesabım burada... :)

Bu hafta nasıl mı geçti? :)


Haftaya şöyle bir fotoğraf paylaşarak başlamıştım. Bunun sebebi, Show Tv'nin Pepee çizgi filmini tanıtımı sırasında çalan şarkı, ki eminim sizinde dilinize dolanmıştır o şarkı; "Le hanım ha hanım hey, sormirsan hiç halim hey, göğsüme vura vura çürüttün sol yanım hey, le le le, le le le, le le le, le canım." (Dikkat şarkıyı sesli şekilde söyleyerek kontrol ederek yazdım. Ritmi tutturmak gerek ama değil mi? :)

Neyse işte, öyle takıldı ki bu şarkı dilime, daha yeni yeni kurtuldum diyebiliriz bu şarkının etkisinden. :) Ama çok da güzel dile dolandırıyor. Ne de güzel söyleyip halay çekiyorlar ama ya, çocukları ülkelerinin türkülerini eğlenerek öğretiyorlar... Kağan'da gelse de beraber izlesek, hem izleyip hem oynasak. :)


Not tutmayı eskiden beri yapıyordum, bunu hep belirtiyorum. Ama yapılacak şeylerin notlarını tutma işini epey abarttım sanırım, akşamları yatmadan aklımdakileri yazarak yatıyorum çoğunlukla. Bu durumdan çok memnunum esasında, ama hala da tam olarak verimli bir ders programı yapabilmiş değilim. Not tutup da gerçekleştiremeyince rahatsız oluyorum çoğunlukla da... Her gün yapacağım diye not edip dursam da, sanırım benim iyi bir örnek veya yardımcıya ihtiyacım var bu verimli ders programı yapmak hakkında. Ve bu konuda biraz daha ilhama ihtiyacım var belki de...

Üstteki resim de bu haftaki akşamlardan birinde not alma halimden... Kahvem önümde, not defterim ve kalemim de... Kahve demişken daha dün yazdığım, kahve sevdam temalı savunmamı okumanızı tavsiye ederim. :)) Burada...


Annem ve Babam ile bu Perşembe günkü dizi keyfimizden bu resim de... :) Aramızda Kalsın'ı izledik yine bu hafta... Birkaç senedir şükür akşam oturmaları yapabilir olduk, dükkanımız varken öyle değildi maalesef. Benim okul da bittikten sonra oturmalarımız yeniden her akşamki daimliğini baki kıldı. :) Velhasıl, annem babam ve ailem olunca yanımda güvende hissediyorum kendimi. Allahım ailemizi ve ailem dediklerimizi başımızdan eksik etmesin. :)


El uğraşlarına geri dönmek istiyorum bir süredir yine. Pek başarılı olduğum söylenmese de örgü örmeyi seviyorum ve örgüye de, etamin işleme işlerine de geri dönmeyi istiyorum. Evde boş boş oturuyor olmak bir bakıma içime de sinmiyor, her ne kadar dersler devam ediyor ve kendi kendime uğraşlarım oluyorsa da... 

Elimde başka uğraşlar da olmalı, kendimi geliştirip belki de buradan yolumu bulmalıyım diye düşünüyorum hep. :) Yol derken biraz kaba tabir oldu ama, birşeyler üretenler ve başarabilenler kesimine katılıp kendimi el işleri alanlarında da kendime kanıtlamayı istiyorum yeniden. En azından bu insana her zaman lazım olan birşey. Şu sıralar ilhamım istediğim konuda varsa da, elimin altında birkaç uğraştan daha fazlası olmalı diye düşünüyorum nedense. Öyle işte... :)

Resimden bahsetmeyi unuttum bu arada; Bu haftasonu halamlar bizdeydi. Kuzenimin çocuğunu sünnet ettirmeye gelmişlerdi 15 tatilde, haftasonu da bizde kaldılar. Üstteki kırmızılı bere, halamın görümcesinin bana örmüş Bursa'da iken örmüş olduğu bere. :) Kırmızıyı sevdiğimi halam söylemiş. Arkası bol berelerden... Örgüye dönmeyi isterken bu aralar yine, bende örebilirim aslında bunu dedim. Benimki böyle kusursuz bir örgü olmazsa da, biraz zor ama geliştirebilirim kendimi. :) Ellerine sağlık, ben çok beğendim. En kısa zamanda taktığımda da resmini çekeceğim. :)


Pazar sabahı ben halamlar giderken uyanamadım, otobüsleri sabahtandı ve ben gözlerimi açamayacak derecede bir baş ağrısı ile uyandım. Bir fikrim yok bu konuda pek ama, gördüğüm kötü rüyalar etkiledi beni diye düşünüyorum. Aman hasta olmayayım da diyorum bir de... :) 

Cumartesi akşamı ise çok iyiydi, uzun zamandır biraraya toplanamadığım arkadaşlarımla hep beraberdik. Pazar günü de bir önceki gecenin uzun uzun konuşmuşluğunun ağrısıydı belki de baş ağrımın sebebi, olur mu olur. :) Sabah annem ve babamla içtiğim çay toparladı beni. :) Ve şöyle dedim Pazar günü için, her günün keyif anlarından başkadır Pazar günlerinin keyif anları. Keyif anlarımızı ve kendimizi ara sıra şımartmayı ihmal etmeyelim. :)



Ve gelelim evimizin yeni üyesi, Beta cinsi balığımıza. :) Cumartesi akşamı gelen arkadaşım Seda'nın bana hediyesiydi. Bir ara benim de bir mavi Beta balığım vardı, ancak renkli fanus taşları yüzünden zehirlenmişti. :) Seda da yine bakarım diye getirmiş sağolsun. :) Bakalım bu en uzun besleyeceğim balığım olacak mı? Umarım uzun süreler bizimle yaşar diyorum...

Seda adını Muhittin koymuş. Bir süredir kendi besliyormuş okuduğu şehirde. Ama ben adını Fırtına koydum. Resimde Fırtına gözükmüyor pek ama kendisi sarı püsküllü ve pulları siyah. Ben misketlerimi fanusa koyarak, Fırtına'ya emanet ettim. :) Ne zamandır misketlerimi bir kayık cam tabağı alıp masamın güzel bir yerine koymayı istiyordum. Fırtına'nın fanusuna nasip oldu. Misketlerimi de Fırtınayı da beraber seveceğim böylece... :)

Hoşgeldin Fırtına... :)

İşte görüntüleyebildiğim kadarıyla 1 hafta böyle geçti. :) Kağan'sız özlem dolu geçiyor günlerimiz. Onun fotoğraflarını çekmekten yoksun kaldım bir de tabii... İnşallah bu haftasonu görüşeceğiz. :) 

Önümüzdeki hafta için hepimize mutlu haftalar ve mutlu günler diliyorum... :)


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...