29 Mayıs 2018 Salı

Bir Son, Birkaç İlk Dolu Gün- 27.05.2018-Pazar


Son dönem içi sınav haftasonumdan sonra, yeniden merhaba... :) Açıköğretim İkinci Üniversite Sosyoloji Lisans bölümünde okumaya başlayalı, bu sene 6.senem idi ve geçtiğimiz Pazar günü son dönem sınavıma girdim. İki günden beri "vay be" diyorum şimdi kendi kendime, 6 seneyi geride bırakmış olduğuma ve bitiyor olduğuna inanamıyorum biraz da. :) Vay be...


Öyle duygusal, öyle gerçek ve de aynı zamanda öyle gerçek dışı geliyor ki bu yazımın başlayışı bana şimdi. Aöf'yle eğitim hayatıma devam ettiğim bu 6 senede; ne talihsizlikler, ne zorlanmalar ama bir de ne kadar çok yürekten emekler verdim-verdik... 

Sonuncu dönem sonu sınavıma ise Antalya'da girmek kısmet oldu, Hatice yengem-dostum Merom ve de annem ile beraber üstelik... Sene başında hiç hesapta olmayan neler neler yaşadık, bu da onlardan biri oldu işte. Dostumun beni sınava götürmediği kalmıştı bir belki de; geçireceğimiz daha çok ilkimiz var olsa da, bu beklenen değildi işte... :) İyi ki, dediğim bir gün yaşadık sonrasında; dönem sonu sınavıma beni yetiştirmeleri, sınav süresince beklemeleri, sonrasında beraber dışarıda takılmalarımız, gezmelerimiz ile bir günü ve deneyimler dizisini anılara ekledik...


Sınavım sonrasında önce Akdeniz Üniversitesi yerleşkesinde bulunan Yeşilçam Cafe'de biraz oturduk... Ben sınavda iken, madem öyle bir yer bulup oturalım ve çocuklar orada eğlensin demişler. Merom ısrarla bahsetmemi istedi, o güne hatıra kaldı çünkü; ben sınavda iken aldığı karamelli milkshake'ni yeğenim denemiş ve de çok sevmiş. O sebepten içememiş... Beni sınavdan alıp oturdukları cafeye götürürken anlattı ve ben sınavdan çıktıktan sonra oturduğumuz sıralarda da ben devam ettim yarım kalan milkshake'ne. :) O sonrasında çilekli milshake içti, çocuklar biraz daha oynadı ve Avm'ye gitmek üzere kalktık oradan da... 

Avm'de, yeğenim ile kuzenim İnci'yi oyun parkına bıraktık önce, sonra da sıra sıra mağazaları gezmeye giriştik. Üstteki fotoğrafta, onları yemek yemeleri için yemek katına çıkmadan öncesi idi. Çocuklardan çok dostumla ben şendik o gün, çocuklar gibi şen... :) Ben sık sık "bunları da yaşayacağımız varmış." diye düşünürken, halimden fazlasıyla memnundum. Merom ise, benim fotoğraf denememi başarısız kılmaya çalıştı ama gördüğünüz üzere başaramadı. O fotoğraflar yine de buraya eklendi mi, eklendi; "çok tatlıyız de mii?" Maşallah bize... =)


Saat 17.30 sularına doğru, yeğenim ve kuzenim acıktı. Yemek katında yemeklerini yediler, biz de o sırada kahvelerimizi içtik ve sonra annemler kıyafetlerini değiştirip yengemlerin köyüne akrabalarının mevlüt ve iftarına gitti çocuklar ile... Onları asansörle yolculadığımız anları da görüntüledim, evet. Hem içimden geldi, hem onların gidişi bizim yalnız kalışımız ve hissettiğim üzere birkaç deneyime daha gebeydi. Ölümsüzleştirdim o anı da...

Günün sonunda ise; huzura eren biz, pertleri çıkmış olanlar annemler oldu bu arada. Çünkü Kağanım ile İncim, o gün tam modlarında idiler ve gün içinde olandan daha çokta köyde didişmişler. Annemler onları durdurmak uğruna daha fazla efor harcamak durumunda kalmışlar... Annelik ve de anneannelik, bir çocuğa bakma büyütme sorumluluğu; yedirmek içirmek ve de giydirmekten çok, hep sabretmekte saklı işte... Olan bitene rağmen sadece yorgundular ve de olağan da karşılayabiliyor idiler. Hatice Hanım ve Bağdat Hanım'ı örnek alın, çocuklara sabırla yaklaşın! :)



Yengemlerle annemlerin 6'da gidişi, akşam 10'a kadar yaşanmamışlarımızı yaşama ve de beraberliğimize doyma fırsatımız oldu tabi Meromla bana.. Önce beraber kahve içtik; alt kata inip, sonra da yemek yedik. İlklerimiz bunlar değildi, o gün ilk olan diğer şey Avm'nin teras katında sadece birbirimize ve gökyüzü manzaramıza odaklanarak hem hava alıp hem de yalnız kalabilmemizdi yine... Yer değişikti sadece ama benim için yine özeldi. 

Teras sohbetimiz, o günden kalan benim için en özel hatıralardan oldu sonra... Zira, sadelik anlayışım fazla boyuta ulaştı galiba; sıklıkla oturur halde takılmaya başladığım zamanlardan beri, desteksiz yürüyemez olduğum zamanlarla beraber... Size-ona-buna normal gelebilecek çok doğal bu terasta dostumla takılmam bile; benim beslenme unsurum, alanım, kalbimin ışıkla ve ihtiyaç duyduğu hissi deşarj olma durumuyla karşı karşıya olması ve de o anda aldığım nefesler ile ciğerlerimi de hayal dünyamı da sağlıklı nefesler ile doldurabilme fırsatı demekti...


Evet, çok fazla gerçekleştiremediklerimden sebep duyduğum ihtiyaçlardan ötürü biraz, bir o kadar da bu durumların varlığı sebebiyle kıymet bilmeyi kendime amaç bildiğimden bir de... Her zamanı gelenin tadını çıkarmakta ustayım bence artık. Başlarda çok bocalıyor ve hiçbir şeye tam odaklanamıyordum esasında, ama artık öyle değil... Yani, sadece dışarıda tekerlekli sandalyede oturuyor bile olsam, dostumla yalnız takılıyor olmamız benim için garip gelmekten öteye geçti. İyi hissettiriyor, normale indirgeyebiliyorum. Şu 5 aylık süreçte de öğrenmişim; ekleyerek yaşamayı, fırsatları göz önüne alıp harekete geçmeyi ve dahasını...


Üstteki fotoğrafa baktığımda şunları hatırlayacağımı biliyorum; 

çok ama çok sade mavi gökyüzümüz, 
yüzüme uzun süredir vurmasını özlediğim rüzgar, 
o rüzgar eşliğinde dostumla bu şekil ve şartlar içinde bir arada olabilmekten duyduğum memnuniyet, 
siyaha boyanana dek orada oturmamız esnasında zamanı unutmak istemem ve de hiç sıkılmamam, 
o anın sakinlik ve de normalliğini hissederek içime çekmem... 
Bir de; aman fotoğraf çekinirken gözlüklerim parlamasın, aman yandakiler ayrılmasın! :D (O olay biraz benim ayıbımdı belki ama o bile o anların güzelliği idi.) 

Çok şükür birlikteliğimize Merom, mutluluğumuza, fırsatlarımıza, değerlendirebilme becerimize ve daha nice ilklerimiz ve ritüel bellediklerimizle dolu dolu anlarımıza... =)



Gelelim günü diğer hatırlatacak olan ilkime, ilk kez donut yedim o gün Merom ile... Terastan içeri geçip biraz daha gezelim derken; dostum donut yemediğimi bildiği üzere, bir ilkimi daha beraber gerçekleştirip anı etti ikimize... :) 2018, ilkler senesi oldu benim için resmen...


Daha öncesinde kaç kez yeltendi isem de gerçekleştirememiştim, donut lezzetini denemeyi... Merak ediyordum epeydir ve birkaç ay önce tatlılardan bahsederken de konuşmuştuk yine "Donut meselesini"... Biz o gün Mall Of Antalya'da gezdik ve Cafe Donut'ta yedik donutlarımızı. Merom antep fıstıklı seviyormuş, ben antep fıstığını baklava harici birşeyler içinde sevemiyorum... Cafeye girdiğimizde donutlarla dolu vitrini incelediğimde, beni çeken her birinin renkleri olmuştu ve mavi kurabiye canavarı ise tek yüzü gözü olan Donut idi. Benim için gibi geldi görünce sadece... Cafede çalışan adamın söylediğine göre beyaz çikolata dolgulu olduğunu da öğrenince; "Tamam budur, vazgeçmek yok." dedim. 

Masaya oturup çaylarımızı içmeye başladıktan biraz sonra donutlarımız geldi, dolgulu ve de yağlı bir tatlı olduğunu Meromdan öğrenerek kalorileri o günlük göze aldım yine; akşam yemeği olarak bir orta boy pizzayı yediğimi de unuttum!, bazen unutmak gerekir çünkü... :)

Donuta gelince; seçtiğim mavi gıda boyalı kurabiye canavarı figürlü donutumun, dudağımın ağzımın içinin maviye boyanacağını bilememiştim ama sonra bu durumu da göze alarak yedim hunharca. Hunharca dediysem, 2 küçük bardak çay ile yedim bitirdim. Mavi kurabiye canavarını seçmiş olabilirim ama layıkıyla bir kurabiye canavarı değilim ne yazık ki...! Meromun dediğine göre, mavi dudaklarım ve de dilimle küçük küçük şirinleri yemiş gibi görünüyormuşum. Bu duruma çok güldük cafede. :) Ertesi sabah dişlerimi fırçalamış olmama rağmen tam geçmemişti mavi lekeler, o derece. Şirin baba affetsin artık beni, ne diyeyim. =( =)

Donut, benim damak tadıma uydu; sevdiğim tatlarla dolu dolguları seçererek yersem, bizimledir. Tabii ki her gün yiyebileceğim bir lezzet değil, yağlı içeriği sebebiyle ama Meromla ritüel haline getirebiliriz bence. Senede 1 veya 2 donut'tan zarar gelmez hani, hele ki böyle kurabiye canavarı lezzetinde bulursam, her Antalya'ya geldiğimde yiyebilirim. :D 



Velhasıl; günümde, ilklerime ve de Aöf Sosyoloji son dönem sınavıma girmemde, bana eşlik eden ve sürecimde destek olan canlarıma teşekkürlerimle. Dolu dolu bir gün geçirdim yine ve mutlulukla hatırlayacağım anılarımı doldurdum heybeme... Yıllar Geçerken, bu sayfamda durmazsa olmayacaklarımdandı 27.05.2018-Pazar günü de... 2018 ilkler senesi olmaya devam ediyor işte böyle ve anlaşılan o ki, yaşanacak daha çok ilk ve ritüel edilecek deneyimlerimiz olacak. Allahım sağlık versin, sevdiklerimizle canlarımız sağolsun da; çok şükür der yaşar gideriz işte, anları hatıra bilerek ve hep hatırlamayı dileyerek... :) 

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Tahammülüm Yok - Mayıs 2018


Bu dünyada herkesin bir tahammül sınırı vardır. Kimi ısrara, kimi emrivakiye, kimi de bulunduğu ortamda gözardı edilmesine tahammül edemez...

Elbet benim de tahammül sınırım var, üstte saydıklarım bir nebze ama ben en çok fikirlerimin ve isteklerimin gözardı edilmesine tahammül edemiyorum. "Hayır istemiyorum"un anlaşılmamasına ayrıca gıcık oluyorum. Hayır dediysem ve ısrar ediliyorsa bunun üzerine, büyük saygısızlık olarak görüyorum. Sevdiğim kişiler, çevremde bulunan dostlarım haricinde, bunu bir yabancı yapıyorsa; o insandan bin kat soğuyorum.

Sebebim çok belli; istekler kişilere özeldir ve istek dışı gerçekleştirilmesi istenen her şey, büyük saygısızlık unsurudur. Çünkü insanız biz ya, bir soru soruyor ve cevabında "hayır" ı "istemiyorum"u alabiliyorsanız, anlayacağınız nettir; ısrar ile de gerisi gelmiyorsa, haddinizi bilmeniz gerekir...

Buradan konuyu nereye bağlayacağıma gelirsek, internetteki sosyal sohbet uygulamaları ve siteleri büyük pişmanlıktır'a bağlayacağım. Çünkü büyük pişmanlığımın ta kendisi birkaç gündür. Siz ne kadar açık yürekle birilerine açılsanız da, karşınızdakilerin de öyle olduğunu sansanız da; işler istenildiği gibi gitmediğinde, istekleriniz göz ardı ediliyor ne yazık ki...


Geçen hafta bir sohbet uygulaması indirip, tüm açıklığımla birileriyle sohbete başladım. Ne yaş, ne isim, ne de engel durumum ile ilgili tek bir yalan söylemedim; zira gerek görmedim. Ama gel gelelim, içlerinden biri ile anlaştık konuşuyoruz derken, boğulduğumu hissettim. Çok gerçek dışı ve benden alakasız gelişen durumlarda, konuşmaya devam edemeyeceğini anladım ve bunu da açıklıkla sebepleriyle anlattım.

Aldığım cevaplar, 3 gün öncesindekinden de gerçek dışı idi yine. Umut vermişim, yalan söylemişim, kandırmışım. Oysa hiçbirini yapmadım. Açıklıkla, olmaması gerektiğini söylediğim şekilde, davranışlarını kontrol edemeyen biri varmış karşımda meğer. Geç anladım...

En nihayetinde; mutluluğumu, özgürlüğümü, huzurumu kaçıran bu kişiyi sildim ve de engelledim. Ama yetmemiş sanırım, açıkça konuşmam. Tüm ısrarıyla başka biri tarafından aranıp bulunmaya devam edildim. Siz siz olun, -ben ne kadar direndi isem de- bu sefer verdiği güven ile telefon numaramı vermiş bulundum ama siz vermeyin.

Meğer telefon numarası ile facebook'um bulunabiliyor imiş, ayarlardan bunu kapattım. Diğer hesaplarımı da ne olur ne olmaz kapattım... Ve şimdi tek düşündüğüm, insanoğlunun söylediği gibi olduğuna inanamadığım bir anı daha yaşıyor olduğum.

Allah korkum var demişti o kişi bana; ben engel durumumu ve mutsuzluktan hastalığımda yaşayabileceklerimi anlatmış olmama rağmen, bana davranışlarında hiçbir Allah korkusu görmüyorum. Açıkçası bu yazıyı da biraz pimpirikli davranarak yazıyorum, zira korkuyorum. Erkeklerin, "istemiyorum"u kabul etmeyişlerine de tahammül edemiyorum; aynı derece de her insanoğlunun da...


Tahammülüm yok kısaca; hayır'ımın cevap olarak kabul edilmeyip ısrarlara devam edilmesine, dosdoğru olduğum halde yalan söylediğimin iddia edilmesine ve de yanlış tavırlar ile karşılaşmaya, insanlara güvendiğim halde güvenmememi sağlamaya çalışan mesajların karşıma çıkmasına, korkmaya, korkutulmaya, ısrara, emrivakiye, önemsenmemeye, kadın görüp de kısıtlanabilir görülmeye!

Ama biliyorum suç biraz da bende; internet üzerinden herkese güvenmek doğru değil, ilk aldığım kötü içerikli uyaranı olan noktayı "bir şey olmaz," diye görmezlikten gelmek de doğru değil, mutluluğumdan ben sorumluyum ve bir daha beni mutsuz edebileceğini tahmin ettiğim sanal sohbet alanlarına girişmeyeceğim. İstediğim sadece sohbetti, hiçbir beklentim de yoktu esasında ama net olacağıma sözüm vardı kendime; her zamanki halimle. Ama kendimi kaptırmamam, güvenmemem gerekirdi belki de...

Ama şöyle düşünüyorum ve yine bu öğretiye dönüyorum, mantığım ve kalbimle. Bir kızılderili atasözü söyledikleri söz bu (yanlış isem düzeltin ama bu sözü çok seviyorum);

Neden ben insanlara güvenmemeyi öğrenip ruhumu kirleteyim. Onlar güvenilir olmayı öğrensinler.

İşte bu kadar. Tahammül edemediklerinizden vazgeçmeyin, onlar sizin sınırınız olsun. Mutluluğunuz, özgürlüğünüz ve de doğru kabul ettiğiniz bildiklerimiz hayatımızı oluştursun. Bunları kimseye emanet etmeyin sakın, kendinizden başka!

Sevgilerim ve Saygılarımla...

20 Mayıs 2018 Pazar

Pazar Yazısı #48 - Geçen Haftanın Pazarı


Geçtiğimiz hafta Pazar günü, Ablamın üniversiteden arkadaşının ve annesinin gelmesi ile, kahvaltıyı bizde yapıp teklif ettikleri üzere onlarla dışarıya çıkmıştım. Gerek o gün eve dönüşün geç olması, gerekse de sonraki gün çanta bulamadığımdan ötürü çanta hazırladığım sebebiyle çok istediğim Pazar Yazısını yazamamıştım. Bu Pazar'a kısmet olsun madem dedim... :) 


13.05.2018 günü; Kumla üzerinden Yalova'ya, oradan da eve döndük. Amaç beraber olmak ve gezmekti, virajlı yollarda zorlansak da yolu güzel ve sorunsuz tamamladık. O gün harici, en son 2 hafta önce de dedemi gezdirmiştik o yoldan, yani gitmediğim yol değildi ama çok eğlenceli idi yine... Bu sefer Armutlu'ya gittik farklı olarak, bir de kadro daha dinç ama yol tutması açısından zorlu olduğu kadar eğlenceli idi yol boyunca... :)


Armutlu; küçüklüğümüzde oradan yazlık ev veya pansiyon kiralayıp kaldığımız günlerin aksine, çok değişmiş geldi. Bir o kadar da bu yeni halini, sahilinin yazın daha canlı olacağını düşündüğümden güzel geldi. Bu yaz bir Armutlu yapıp yine deneyimlemek lazım... Sahil kısmı güzeldi de, o evlerle kaplanmış giriş bölgesine ne demeli?? Rica edeceğim, her görülen boşluğa ev yapmaktan vazgeçelim. Doğa lazım bize, soluma fonksiyonumuzdan fayda sağlayamayacağımız evlerden daha fazla!


O gün ablamlarla ve de Şeyda ablalarla gezmek şu açıdan benim için güzeldi; kendimi eskisi gibi hissettim, yürüyebiliyor gibi... Evet hala yürüyemiyor olsam bile, yürüyebilir hissettim yine. Ne bileyim, iyi geldi işte. Drama olarak değildi bu hissiyatım, "niye yürüyemiyorum ama yürüyebilirim buralarda" değil. Bir başarıyor hissi; olacak ve oldurabiliyorum hissi idi bu. Annemleri evde bırakıp da, geç vakitte eve dönmüş olmak güzeldi... Onların tatlı takılmaları... Bana, yine eskisi gibi ve de güzel geldi işte. :) Teşekkürlerim tüm aileme, bana böyle hissettirebiliyor olmaları varlıklarıyla bir bütün halinde...

Pazar Gezmesi, Armutluya kadar virajlı yollarıyla Şeyda abla ve beni zorladı ise de; Armutlu'da ilk duruşumuzla dinlendik neyse ki... Armutlu'da ablamla Şeyda abla, eniştemle Şeyda ablanın annesi tavla turnuvası yaptı bir Kafede. Kağanımla bense, gerek oyunlara gerekse de ortamın cazibesine sakinliğine takıldık gittik. Tamam, ortamın eğlencesine sakinliğine ben takıldım daha çok. :) Güzeldi, tekrarının ara sıra yapılması gerektiğini düşündüğüm bir geziydi benim için... 

Sonra Armutlu'dan çıkmadan fotoğraf çekindik beraber, geçtiğimiz Pazar'a hatıra kalsın dedim ve başardım da. Zaten sonrasında arabada çekebilmemizin imkanı yoktu. Armutlu'dan Yalova'ya dek, Armutlu'ya giden yoldan daha da zordu Şeyda ablam ve benim için. Ama şu sıkıntım olmasaydı keşke desem de, o günü yaşamaya değdi... :)


Yalova'ya geldiğimizde Yürüyen Köşk'ü gezme kararı aldık ama acele bir karar idi. Bildiğim üzere, Yalova iskelesinin yanında yer alan bir tabela ve giriş vardı (üst resimde de görüldüğü üzere), oraya yönlendirmiştim bende arabayı süren eniştemi. 2 hafta önce, oraya kadar gidip girmekten vazgeçmiştik, dedemin yorulması sebebiyle... Bu sefer de önce İskeleyi bulmak, sonra da girişi bulmak zor oldu. Derken esas giriş noktasının orası olmadığını, sonradan öğrendik...  


Biz Yalova'da iken giriş saatlerini de kaçırdık, ama siz gitmeden önce giriş saatlerine bakın mutlaka. Geç oldu diye de vazgeçtik ama bugün baktığım üzere, Pazar günleri kapalı görünüyor. Ama o gün biz başka bir şeyi de öğrenmiş olduk, size de not olsun; 

Yalova'daki Yürüyen Köşk'ün esas girişi, Yalova Çiftlikköy'deki Adliye tarafında bulunuyormuş. İskeledeki giriş değil bir nevi bisikletli ve yaya girişi gibi imiş ve oldukça uzun bir mesafesi varmış. Ne yalan söyleyim, ben bir gün kısmet olursa her iki tarafını da görmek istiyorum; ama tekerlekli sandalyem ile, ama yürüyerek, ama bisikletle. Orası ikidir gidip göremediğim sebebiyle de, yapmak istediklerim listemde yerini aldı artık... :) 


İşte bir Pazar daha böyle geçmişti, yazısı ise bir hafta sonrasına kısmet oldu. Ama güzel oldu. İyi ki geldiniz, iyi ki bu güzel günü geçirdik beraber. Daha niceleri kısmet olur inşallah diyorum; Şeyda ablam ve de Birsen teyzeme. Yine gelin... :) 

Nice mutlu gezilerle dolu pazarlar bizlerin olsun; siz sevdiklerinize gidin, onlar size gelsin. Bir de gezmeleri ihmal etmeyin, zira doğayı uzaktan görmekten çok içinde olmak da insana iyi geliyor. Hem sevdiklerinizle, hem de doğa ile iç içe iseniz daha da güzel tabii...

Bu Pazar ise, Meromla geçti. Saat 4'te gitti canım dostum. Malum Antalya'ya geldik ve çoktan kavuştuk onunla. Ama bir de pazar keyfi yapmak kısmet oldu bugün iki ayın ardından yine, hazır annemle yengem yeğenim ve kuzenimi dışarı çıkarma kararı almışken... Günü yarıladık bile işte böyle. Daha nice sohbet ve gezi dolu pazarlara olsun diyerek, mutlu pazarlar diliyorum bizlere... (:

18 Mayıs 2018 Cuma

Kendimce Anlam Ve Öğütlerim - Mayıs 2018


Birkaç gecedir huzursuz olduğum noktalar hakim oluyor, özellikle son bir haftadır yoğunlaştı bu durum. Dün geceyi ise daha çok huzursuz geçirdim; önce bu ben değilim dedim, sonra da doğru yolda olmadığım bir şeyden vazgeçtim. Bu karar beni tam rahatlatmamıştı ama o rahatlamamın önünü açtı. Hani her şeyin bir sebebi var derler ya, dün gece ve öncesi bana yeni şeyler öğretti... Bir haftadır eksikliğini hissettiğim ölçüde uzaklaşmıştım buralardan ve de biraz kendimden.. Demişler ya; Arada da saçmala, hayat biraz da ciddiye alınmamalı aslında...

Kendime bir kez daha sıraladığım sözlerin ve kararların başında; "hiçbir kimse için hayallerinden vazgeçmemek ve kendi mutluluğunu yok saymamak" bir kez daha  önde geliyor. Sonrasında 3 öğüdüm var; önce kendim öğrendim ve deneyimledim, şimdi de size aktarmaktan gurur duyuyorum.




Acele Etme, zamanı gelince olsun olan. Olması gerektiğini düşündüğün için değil, olması gerektiği zamanda olsun.

Bazen her türlü mutluluğa ihtiyaç duyduğu oluyor insanın veya öyle hissediyor... Öyle ki aceleci davranmak üzere iken hatalara gebe buluyor kendini. Neyse ki bu sefer uyarılarımı erken gördüm ben. Duygu Asena demiş ki; "İnsan yaşamında eksik olanı her şey sanıyor." tam da böyle. Her şeyimin eksik olduğuna inandığım veya zamanı gelmediği için kendim kafama taktığım bazı şeylerin peşinde şu an ki hayallerimi geri plana atmıştım. Ama neyse ki hatamdan geri döndüm...

Özgürlüğün, hayallerin ve de kabul ettiklerinden kimse için vazgeçme.


Kişilerle anlaşmalarda veyahut deneme süreçlerinde, ilk dikkat ettiğim nokta; "benim mutluluğuma ve fikirlerime değer veriyor mu" oluyor genelde. Bu ister yeni tanışılan bir arkadaş kişisi olsun, hangi cins olursa olsun; isterse de yeni girilen bir ortamda veyahut akrabalardan birileriyle tanışma sırasında olsun... Özgürlüğüne, hayallerine, mutluluğuna ve de hayatın bildiğin kurallarına değer vermiyorsa; her kim olursa olsun umursamamaya çalışmalı insan. Zira, mutsuzluğun birilerine ödül iken senin hayatının laneti olmasın...


Huzur senin, sen yalnızken onu elinde tutabiliyorsan, bunu hiçbir şey için terketmemeyi benimse!

Bu en önemli madde bence. Yalnızken mutlu olabilen insan, etrafını da mutlu edebilir çünkü. İnsan kendisini mutlu edebiliyor ise, mutluluğu çevresine de yansır hiçbir şey yapmasa bile... Ama gel gelelim, kendisiyle kaldığında yalnız olamayacak raddeye geldiyse; iş işten geçmeye başlıyor demektir. Velhasıl; ne yaşarsanız yaşayın, yalnız anlarınızda kendinizle hesaplaşmalarınız zorlaştığında, hayatınızı ve yalnızlığınızı ele almayı ihmal etmeyin. Yalnızlığınızı hiçbir şeyde esirgemeyin ve de yıpratmayın...

Sevgilerimle... :)

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Yeniden Antalya'da - 15.05.2018




Dün günün ilk saatlerinde Bursa'dan yola çıkıp, sabahın ilk ışıkları ile İstanbul Halavimanına vardığımız ve bir kez daha uçağa bindiğimiz üzere, yeniden Antalya'dayız... 1 Ay 10 günlük Bursa'da vakit geçirmişliğimiz ve dedemin kemoterapi kürlerine orada tamamladığı üzere, döndük Antalya'ya tedavisinin Işın kısmı ile başlaması üzerine dedemlerin oturduğu ve pek sevdiği Antalya'ya...

Dedeme Bursa'da bulunduğumuz süre boyunca, havasını suyunu beğendiremedik. Evini özleyen herkes gibi ve biraz daha fazla, evini sayıkladı durdu... Neyse ki, daha fazla uzatmadan da gelebildik. :) 

Dün sabah, Antalya'ya geldikten sonra yattık uyuduk hep beraber kahvaltı sonrası ama gel gelelim daha bugün kendimize gelebildik. Yolculuk çok güzeldi; ikinci uçak yolculuğumuz, benim için ilk uçak yolculuğumuzdan da güzeldi... :) İlk uçak yolculuğumuzun yazısı, burada...


İlk yolculuğumuz, annemle benim için ilkti. Dünkü yolculuğumuz ise, Kağanım için bir ilkti. 4 kişi çıktığımız yolculuğumuzda, uçağa biraz zor yetiştik, babam bizi bıraktı havalimanına ama heyecan da oldu aslında. :) Kağan, Annem ve Dedem bir üçlü koltuğa oturdular; ben ise, onların arka çarprazlarında oturdum cam kenarına... :) Yani bu uçuşumuz da başka bir ilkler silsilesine gebe idi...


İlk "kısmi" yalnız uçuşumu gerçekleştirdim, ani bir kararla havalanmadan önce ve sonra uçakta not defterime o anları not düşüp ölümsüzleştirdim... Bol bol camdan izledim gökten yeri, düşündüm hayal kurdum yüksekte, geleceğin güzel olacağına dair en büyük inancımla... :)



Şimdi bir süre daha Antalya'da olacağız, dün geldik ama ben kendime gelemedim daha. Midem ağrıyor bu sıra, Antalya güzel ama hala ısınamamış tam anlamıyla. 5 haftalık tedavi süreci başlamadan önce testlerini bugün yaptırdı dedem ve sonuçları iyi görünüyor dedemin şimdilik. Yarın iki tüp kan verecekler ve haftaya da tedavisi başlayacak. Yeğenimle vakit geçirmek hep eğlenceli, zaman zaman evdeki gibi değişikliklere de devam edeceğiz ama bu süreçte en çok yeğenimin vaktini kaliteli kılmak benim için önemli olacak... 

Dilerim; dedem iyileşecek, Kağanımla vakitler güzel geçmeye devam edecek, annem de iyi olmaya ve dedem iyileşmeye devam ettikçe ferahlamaya devam edecek.... :) Biz yeniden geldik Antalya'ya, konu sağlık olunca şartlar ona göre şekillendi ve bu sene seferiyiz ama sağlık olacak inşallah... Antalya'dan sevgilerimle...


Not; uçak yazı yazmak için ve de okuma yapmak için en güzel yolculuk sistemi imiş resmen, şaşkınım. Uçak seferlerime keyif katmaya devam edeceğim kısmet oldukça. Uçağın sağ kanadında yani güneş gelmeyen tarafında oturabildikçe.. :) 

11 Mayıs 2018 Cuma

Engelliler Haftası İmiş - Mayıs 2018


Bu hafta Engelliler Haftası imiş, dün itibariyle twitter'dan öğrendim bu hafta başladığını. Google'dan baktığım üzere; her sene 10 Mayıs ile 16 Mayıs arasında, Birleşmiş Milletler'e üye 156 ülke ile aynı anda kutlanılan özel bir hafta deniliyor. Oysa biz engellilerin gözünde görülen bambaşka...

Öncelikle böyle bir haftaya önem verilmesi elbet güzel, ama bir sene boyunca da aynı özen gösteriliyor olsa idi ve aksaklıkları biz engelliler için sadece "engelliler haftası" geldiğinde hatırlanmıyor olsa idi. Her sene söylediğim şeyler bunlar, ama yine söylüyorum ki; umarım seneye söylemek durumunda kalmam böyle şeyler... Engellilik durumu bir hafta ile sınırlı olmayan bir ömrünü kapsayan biz engelliler, ömrümüz boyunca çoğunlukla kabul edilmeyi istiyoruz. Bir zaman hatırlanıp çoğu zaman unutulmak istemiyoruz...


Ben de bir engelliyim, biliyorsunuz okuyorsanız eğer. Bu seneyle beraber yaklaşık 20 senedir... Ama hayatı seviyorum, görülen tek bir taraf olmasın; "engelliler mutsuz, çaresiz ve de diğer insanlar gibi değil" denilmesin istiyorum. Ailem var, çoğumuzun şansı; çevresi kabul etmese bile ömrü boyunca, ailesi ve sevmeye fırsat tanıyan sevdiklerinin olması. Bazılarımızın da yaşamı sevmeye bahaneler bulması... Benim de ailem ve çevrem diyebildiklerim, en büyük şansım işte... Yaşama sevincimi bir şekilde buluyorum, hayatı sevmeye devam ederek...

Bir engelli gördüğünüzde, yüzünü çevirmeyin ve onu bu dünyadan olmadığına ikna etmeyin istiyorum; ben artık bozulmuyorum garipsesem bile ama bazen takılı kaldığım anlar da olmuyor değil hani... Üstteki fotoğrafta tekerlekli sandalyemi saklamadım, belki 2010'dan önce olsa idi saklardım; zira o zaman ayakta idim, neden kullandığımı sorarlardı. Üstteki fotoğraflardan, photoshop yapılmış sağdaki fotoğrafı; kendimi göbekli gördüğüm için arkadaşıma photoshoplatmıştım. Ama şimdi, o göbeğimi de yok sayabiliyorum, eskisi kadar kilolu değilim. Bir de şimdi her haliyle bu fotoğrafı sevebiliyorum, zira şapka sebepli çekindiğim bu fotoğraf hala çok güzel benim için... :)


Gelelim engelliler haftası gereğince, söylemek istediğim diğer şeylere;

Engelli demek, çoğu şirketin reklam gördüğü veya satış kampanyası gözüyle baktığı bir insan portföyü Türkiye'de. En çok buna kızıyorum ben... Engelliler Haftası'nda dolu dolu kutlayanlara belirterek; "bir sene boyunca da asansör kullanımlarınıza ve de engelli park yerleri kullanımına da dikkat edin, bir engelli gördüğünüzde yüz çevirmektense bir gülümseme bahşedin." Diyorum ve diyor duyarlı insanlar bir de. Ama böyle dediğinizde ve de takip ettiğinizde, geri dönüşlerin daha kabaca olduğunuda ve sonraki günlerde insanlarımızın dikkat etmediğini de gördüm kendi gözümle...


Daha birkaç hafta önce, Otizm Farkındalık Haftası'nda okulların yaptığı kutlamalara, bir baba itirazda bulunmuştu; "keşke okullara kayıt yaptırırken de, siz ailelerin isteği ve de okulun prensipi için bizleri açıkta bırakmayarak gösterseniz duyarlılığınızı!" diye tweet atmıştı...

Çok konuşulmadığı ve de göz ardı edilmek istendiği için bilinmediğini düşünüyorum; özel okullara alındığı kadar, "engel durumunun gerektirdiği şekilde normal okullarda da eğitimine devam edebilir ve de böyle devam etmelidir" denen engelli çocuklarımız da var bizim. Ama engelli haftasında konuşulup da; diğer günlerde engelli öğrenci barındıran okullarda, ailelere ve çocuklara engelliliğin ne demek olduğu anlatılamayan ülkemde çok da garip olmasa ve anlaşılmamas normal olsa gerek tabii...

O babanın tweet'inin paylaşıldığı her mecraanın yorumlarında bazıları şöyleydi; "Özel okullar var böylesi öğrenciler için ama!", "Diğer çocuklar ve aileler de elbet rahatsız olabilir.", "Öğrenciler onu üzer sonuçta, öğretmenlerin istememeleri de normal.", "Gitsin, özel okulda okusun tabi!" İyi yorumların altında böyle kötü yorumlar da vardı işte ne yazık ki... Utandım, onlar adına! Kendileri adına düşünüp, diğerlerinin zorluklarını ve de imkanlarını düşünemeyenlere üzüldüm en çok da...

Hazır Engelli Haftası gelmişken ve çoğu kişi bir haftalığına görünür yapmışken bizleri, sizlere değişmesini istediğim düzenlerden bahsedeyim istiyorum bu sebeplerle;

- Okullarda senede en az iki kez, engelliler konulu konferanslar verilmesini isterim; öğrencilere ayrı, ailelere ayrı. Okullarda okuyan öğrencilerin ve ailelerin zorluk çekmemesini istiyorum çünkü. Ben öğrencilik zamanımda hep bunun hayalini kurdum galiba...

- O konferanslarda, engellilerin kullanım alanlarına saygıdan tutun da, engellilerin varlığına karşı nasıl davranış sergilenmemelidir onların da öğretilmesini isterim. Bir gün değil, senelik değil; bütün ömre ülkecek yayılan bir kaygı haline gelsin bu durum da istiyorum...

- Engellilerin yeri, toplu taşıma araçlarının her birinde olsun. Neden mesela şehir içi taşımaların her birinde ülkece değişmesi gereken bir düzen mevcut değil? Anlamıyorum, anlamlandıramıyorum. Bir şehirden diğerine geçerken de, uçağı kullanmak için bile kullanmam gereken otobüslerde sorun yaşıyorum. Bu duruma da elbet, her engelli kadar bozuluyorum. Ama biliyorum ki yılmayacağım, yılmayacağız biz engelliler...

- Konferanslar verilsin yurdun dört bir yanında, engelliler birey sayılsın; tedavilerimiz devlet tarafından sorun çıkmayacak derecede karşılanarak desteklensin. Ne bir ilaç için birçok mesaja, paylaşıma; ne de sosyal medya hesaplarından yardım çağrılarına ve ünlülerin yardımlarına gerek duyalım. Bir hastanın ilaca ihtiyacı var ise, devlet parasıyla karşılanabilsin. Sağlık parasız olsun yani, eğitimlerimizi ve tedavilerimizi sınırlı da olsa parasız alalım.

- Ülkemde yapılan her türlü yapıya yapılmadan önce ve yapılırken, bir engelli gözüyle de bakılsın istiyorum. Ancak öyle anlaşılır, yapılan yapıların yersizliği ve eksiklikleri... Böyle bir zorunluluk getirilsin isterdim...

- Meclisin içinde daha fazla engelli vatandaş bulunsun, bulunsun ki bizi savunsun. En olmadı engelli yakınları bulunsun ki, okullarımızdan tutup iş hayatımıza kadar yeniliklere imza atılsın. Yaşamak bir orman gibi hür ve kardeşçe, bizler için daha kolay olsun... :)


Ve hayat, bizden çok ailelerimize zor aslında. Öyle bir sistem gelsin isterim ki, zorluklarımız sadece eğitimle giderilebilsin; tüm ülke ve tüm aile bireylerine yayılarak. Ailelerimize kolaylaştırılacak çözümler bulabiliriz. Kısaca, bir gün veya sene içinde birkaç gün hatırlanmak değil; her dönem bilinmek, anılmak, sayılmak ve görülmek istiyoruz. Bence Engelliler Haftası bile, tam anlamıyla amacına hizmet etmiyor ama en azından bazılarına bir hatırlatma oluyordur ve ömür boyu farkındalığını kazanıyordur; diye umut ediyorum...

Duyarlılık ve içtenlikle, tüm engelli dostlarımın engelli haftasını kutluyorum. Madem öyle, sözde bile olsa gelenek yerine getirelim. Ömrüm el verdiğince, hepimiz adına konuşmayı ve yazmayı devam ettirmeye çalışacağım... :)

Beni okuyorsanız, her biriniz; fikirleriniz ve de önerilerinizle de destekleyin. Yorumsuz bırakmayın lütfen. Sevgilerimle... :)

8 Mayıs 2018 Salı

Seviyorum... #5 - Düş Sokağı Sakinleri


Uzun zamandan sonra anılardan bir şarkılar ve sahipleri hakkında yazı yazmak istedim yine; önceki "Seviyorum..." adlı yazı dizimin yazılarını arşivlerde kaybettim, en son 2015'de yazınca tabii... Şimdikine bakalım; ben bu yazı dizimde, sevdiğim müziklere ve anılarımdaki yerlerine dair yazıyordum. :) Bu yazımın altında, benzer yazılardan önceki yazılarıma da denk gelebilirsiniz...

Şarkılarında hüzün ile huzuru birarada saklamayı becerebilmiş bir grup bence, Düş Sokağı Sakinleri... Murat Yılmazyıldırım ve Murat Çelik, grubun üyeleri. Seslerindeki tını hem benzer hem de ayrı. Bu insana hoş gelen nadir özelliklerinden bence. :) 
Bazı gruplar ya da şarkıcılar olur, bir şarkısını dinledikten sonra diğer şarkılarında kaybedemezsiniz kendinizi. Kimisi de olur ki, Düş Sokağı Sakinleri gibi, tüm şarkılarını dinlemek ister ve her birinde ayrı kaybedersiniz kendinizi. Her şarkısı ayrı güzel, 1999 senesinde ses yapmak için müzik dünyasına girmiş ama hala etkilerini silmemiş ve silmeyecek olduğunu düşündüğüm bir grup; Düş Sokağı Sakinleri.

Çok övdüm de mi? :) Aşkın da sevdanın da açık açık duygulandırılabildiği bir müzik yapıyorlar bence. Övmem tamamen içimden geldiği gibi yani... :)


Ortaokulda idim, ilk onları tanıdığım şarkı Sevdan Bir Ateş oldu... İnternetl kısıtlı kotalarla tanıştığımız zaman dilimi idi. Müzik indirmek zor olduğu gibi, heyecan verici de bir durum idi. Birkaç kezdir dinlediğim üzere, bir gün okuldan geldikten sonra bilgisayar başına geçip indirdiğimi ve diğer şarkılarını da zamanla keşfetmeye başladığımı ve severek dinliyor olduğumu farkettim. Sevdan Bir Ateş'i, sınıfımızda yakın bir erkek arkadaşım tarafından, birçok kez canlı canlı dinleme ve dinleye dinleye de ezberleme fırsatını yakaladım. Her fırsatta gitarıyla çaldırdığımı hatırlıyorum; fena mı oluyordu, gitar dersine çalışıyordu canım... (:

Gitmem Gerek Bu Şehirde ve Gayret Et Güzelim şarkılarıyla tanıştığımda ise; gençliğimin bana verdiği yetkiyle, değişik hüzünlü hallerimde birkaç duygu durumumun arasında gidip gelip mutlulukla sonlandırabilme şansını elde edebileceğimi farkettim. Yani bir nevi, tedavi ediyordu bu grubun bu iki şarkısı beni... Düş Sokağı Sakinleri, hem hüzünlendiriyordu beni hem de umut veriyordu yani. Nasıl diyeyim, gençsiniz ve canınız yanıyor diyelim; ama hayatı da çok seviyorsunuz, bir umuda ihtiyacınız var. İşte bu durumda benim sığındığım, hem acı çektiren hem de teselli eden yegane iki kişilik grup Düş Sokağı Sakinleri oluyordu o dönem... :)




İlk gerçek olmadığını bildiğim ama nedense o zaman gerçek kabul ettiğim ayrılık acımı da Düş Sokağı Sakinleri ile yaşamıştım... Bakmayın ayrılık acım dediğime, sadece kendisini çok sevdiğimi düşündüğüm bir arkadaşımla ayrı düşmüştük diyelim. Platonik aşkın ızdırabı da, hafif olsa da derinmiş gibi geliyor ya hani insana... =) O dönem dinlediğim iki şarkısı vardı bu sefer de; Ayrılık ve Hüzün Kovan Kuşu... 

Bence Düş Sokağı Sakinleri, şimdiden düşünüp de o günlerde neler hissettirdiğini düşündüğümde; karanlık gökyüzünde yıldızları izleten bir gruptu şarkılarıyla. Evet, yıldızları izlemeyi seversiniz ama yıldızlar en nihayetinde karanlıkta görülür. Her yer kapkaranlık olmalıdır ki, onları görebilesiniz... Sizi o karanlıkta hissettiren anlarınızda, sizi geceye hapsediyordu belki ama şarkıları ve hissettirdiği duyguları ile yıldızları da izletiyordu o karanlıkta ve sarıyor sarmalıyordu, eskiden dinlediğimiz şarkılar gibi...


Ben Düş Sokağı Sakinleri'ni ilk tanıdığım zaman diliminden beri, 14 sene geçmiş şimdi. Hala dinlediğimde, karanlıkta yıldızları hissediyorum sanki ama artık hüzün değil eski anılara duyduğum hüzün ve anlayışla. :) O yıldızlar artık beni sadece rahatlatıyor, hüzüne boğmuyor eskisi kadar karanlıkların içinde olmaları... 

14 senenin ardından, bir tek beni hala eskisi gibi üzmeyi başaran bir şarkısı var; aynı hisleri hala hissediyorum sanki o şarkıda, o şarkının ismi "Ölümler Çıplak Gelir"... Eskiden hissettiğimden de daha derin hüzün hissedebiliyorum bazen bu şarkıda. Diğer alıştığım ve yerlerini huzura kaptıran şarkılarının hüznü, bir tek "Ölümler Çıplak Gelir" şarkısında kalmış sanki. Sanırım büyüdükçe sözlerini daha fazla kavradığım ve hayatın içinde "vedaların, kavuşmaların ve özlemlerin de" ne kadar derin hissedilir olduğunu kavratan bir şarkı olmayı sürdürdü benim için bu şarkı; günler aylar yıllar geçse bile...


Diyeceğim o ki; hala seviyorum Düş Sokağı Sakinlerini ve hala "Sevdan Bir Ateş" en sevdiğim şarkılar arasında... Bazen açıp dinlediğimde, aşık olduğum bir zaman dilimini hatırlıyorum ve gülümsüyorum. "İyi ki" dedirtiyor, o zaman dilimini bu şarkı ile hatırlamayı seçmişim eski zaman diliminden... Bir de hangi şarkısını dinlersem dinleyeyim, Ortaokulda gitar çalan arkadaşımı düşünüyorum. Ne iyi etmişim de her fırsatta ona çaldırmışım "Sevdan Bir Ateş"i diyorum. Şimdi o seneleri özlüyorum, her bir gitar çalışında, bulamayacağımı bilsem de onun gitarının tınısını bulmaya çalışıyorum grubun şarkılarında. "Hayır Didem." dese de ısrar edişlerimi kulağımda tekrar tekrar duyuyorum ve kabul ettiğinde "Ama bak bir kere!" dediğini de duyuyorum... 

O arkadaşıma buradan kocaman selam olsun. Ben bazen hala okul anılarımızı özlüyorum, ortaokul anılarımızı da, üniversite yıllarım kadar değil ama özlüyorum... :) Düş Sokağı Sakinleri'ni nice seneler dinlemek mümkün olur mu bilmiyorum ama ben eskisi kadar dinlemesem de her dinlediğimde ortaokula yeniden dönüyorum. Bazı şarkıların ve sanatçıların, her birimiz üzerinde zaman yolculuğu yaptıracak etkiyi bıraktığına da çok inanıyorum...

Uzun zamandan sonra, böyle eski ve köklü bir grup ile dönmek istedim. Şarkıların ve şarkıcıların, anılarımız üzerinde bir sürü etkisi var. Düş Sokağı Sakinlerinin olduğu gibi... Sevgilerimle... :)

6 Mayıs 2018 Pazar

Pazar Yazısı #47 - Hıdırellez Pazarı


5 Mayıs Gecesi, yıllar yılı beraber gerçekleştirdiğimiz bir Hıdırellez geleneğimiz var bizim; dileklerimizi yazar ve beraber niyet edip asarız o gece Damlam ile. Önceden sitedekilerle beraber kutlamalarla gerçekleştirirdik bu geleneği ama yıllar yılı bir ikimizin bazen ihmal etsek de bırakmadığı bir gelenek haline getirdik bu geceyi... 


Dün de bu geleneğimizi gerçekleştirdik; annem, Damlam ve ben yine... :) Annemin de dün dediği gibi; küçücük kızlardık, ne ara bu kadar büyüdük ve ritüeller edindik kendimize. Birlikteliğimize şükür, devamını nasip etsin Allahım bizlere senelerce...


Her sene toprağa veya gül ağacının dalına asmayı veya dibine gömmeye uğraştığımız dileklerimizi, bu sefer balkon demirine asmaya karar verdiğimiz üzere hazır ettik ve yine beraber astık. Önemli olan niyetleri dışarı açtığımızı sembolize etmektir, diyordu bir paylaşımda okuduğuma göre; buradaki paylaşımda...

Aslında bu ritüelimizin bir eksik kişisi de vardı, Sedamız. Ama o maalesef bu sefer burada değildi. Ritüelimizi uzakta da olsa, onu da anarak ve onunla haberleşerek gerçekleştirdik. Seneye yine burada olursa Hıdırellez zamanı, bize katılır yine inşallah. :)

Korkmadan ve şüphesiz olabileceğinize inanarak dilediğimiz dilekler ve dualar ancak evrende bizi bulabilirmiş. Doğru söylüyorlar, neyden endişe duyarsan o endişe bizi buluyor sonuçta. Korkusuzca istemeye ve öyle yazmaya karar verdiğim ölçüde yazdım istediklerimi. Herşeyi Allahtan istemeye devam ettim, Hıdırellez bir vesile idi yine. Baharın gelişine duyulan inanç, evrenle bütünleşme isteğiyle birleşip; Hıdırellez'de birleştiriyor her sene bizi. Bu olguyu seviyorum, arınma ve de yenilenme dengesine bir vesile oluyor sonuçta... 

Bu koşullar altında yazdık dilek ve dualarımızı, bireysel ve de bütünün hayrına da olmasına özen göstererek. Dilerim hıdırellez bizi sarsın sarmalasın; birlik, beraberlik için de dahil olmak üzere, her anlamda bolluk ve bereket dileklerinde bulundum, bulunduk... Baharın simgesi, güzelliğin hayrını diledim ve dilemeye de devam ediyorum... 

Sabah balkon demirlerinden dileklerimizi almak ve bereket paralarımızı eve bırakıp kağıtları denize atmak için işyerine götürme görevi babamındı. Deniz kenarına yakın çalışıyor ve de bu sabah ilk boşluk bulduğu anda yaptığı iş bizim dileklerimizi atmak olmuş sağolsun. :) Dileklerimizin kabul olması için batması gerekiyormuş, babam da sağolsun elinden geleni yapmış. Şimdi artık o dileklerin, gerçekleşmesi için çabalamamız gerektiği noktalarda olacağız bir sene boyunca...


Bugün Hıdırellezin ikinci günü ve ikindi namazında bitecek derler Hıdırellez, ama çoğu yerde bu gece yarısına dek kutlamalar ve de ateşten atlamalar sürüyor olacak. Bir gün, Ege bölgesinde de kutlamayı çok istiyorum Hıdırellezi; kısmet olursa tabii... :)

Bugünün bahanesiyle de, arınmaya ve de dinlenmeye devam edeceğim. Bu Pazarı, tüm sene boyunca o yazdığım dileklerim için daha çok çabalamak üzere planlarıma eklemeler yaparak geçirmeye gayret edeceğim. Yazdık bitti, olmasını bekleyelim değil; olması için çabalamaya da devam etmeliyiz, biliyorum... Başta da dediğim gibi; korkmadan ve şüphe etmeden, hayallerimiz ve dualarımızın gerçek olacağına her gün biz inanmalıyız önce. Olacağına inandığım dileklerimi yazdım dün arkadaşımla, dilerim daha nice dilekler dileyecek ve gerçekleştireceğiz beraber Damlamla... Yeter ki sağlık ve mutlulukla, birlikteliğimiz hep sürdün dostlarımla... :)

Mutlu bir pazar olsun hepimize, arınma ve de hayallerimiz için çabalamalarla dolu. Baharı kucaklamaya ve içimizi bahar tazeliğiyle neşe doldurmaya fırsat olsun Hıdırellez bizlere. Sevgilerimle... (:

4 Mayıs 2018 Cuma

İnternet Günlüğüm 2018 #4 - Nisan 2018'e Dair


Nisan 2018; ilk 5 günü Antalya'da başlayan, sonrasında Bursa'da devam edip biten bir aydı. Evi özlemek nedir, bir kez daha anlatan bir aydı... Tamamlandığım, bir daha gideceğimizi bildiğim ama buraya geldiğimize; buradaki sevdiklerimize kavuştuğumuza sevindiğim bir aydı... Bitti bile, Mayıs başladı...

Bir sınav atlattım bu dönemdeki ara sınavımda, bir de finalleri olacak Antalya'da; ama ara sınav notu çok iyi geldi. Bu dönemden itibaren kalan ders sayım 3. Bu Temmuz ayındaki 3 ders sınavında da bitmiş olacak inşallah...



Nisan 2018; Kağanımın çocuk bayramını daha derin yaşadığı bir aydı ve bunu bizler de daha derin yaşayabildik. :) Kağanıma kavuştuğuma mutlu olduğum bir aydı yine ve Antalya'ya beraber gideceğimiz gün de kesinleşti bu ayda; 15 Mayıs'ta gidiyoruz kısmetse Antalya'ya...

Annenim doğum günü olduğu için de özeldir benim için Nisan ayı ya, kutladık bu sene de bir pasta ile ve onu mutlu edebileceğini düşündüğümüz bir hediye de aldık şükür ki. Üstteki kolaj fotoğrafta; ablam ile benim, Kağanım ile de annemin fotoğrafları o günden, 23 Nisandan... :)

Çok film izleyemedim ama Antalya'da ara verdiğim kadar çizgi film de izleme gayretindeydim bu arada Nisan'da. Eena Meena Deeka, yeğenim Kağanımın benim yokluğumda en çok sevdiği çizgi filmlerden biri haline gelmiş, bu ara her fırsatta o çizgi filmi izliyoruz. Memnunum doğrusu, daha izleyecek çok çizgi filmimiz var; bunu da öğrendim. Bölümler aynı olsa bile, tekrarlıyoruz izlenimlerimizi... :)

Çok film izledim gibi hissettim, az kitap okudum. Ama ben bu Nisan ayında bir film izledim; Senden Önce Ben, bu film bana çok izlemişim gibi geldi. Yazmaya başladım bu film sayesinde yeniden... "Zamanı gelince yaparsınız, hiçbir şey için kendinizi zorlamayın" diyordu bir Tweet, yeniden yazmaya başladığım gün; ben de böyle olduğuna inanıyorum şimdi, Hayat Hikayeme dair yazmaya başladım yeniden. Bu içinde bulunduğum, uzun zamandır beklediğim en güzel durumlardan biri şu an... :) Çok şükür, mutluyum; daim olacağını umuyorum...

Dedem ikinci kür kemoterapi tedavisini geçtiğimiz Çarşamba günü bitirdi, tedavi beklediğimizden iyi gidiyor gibi. Kolay değil midesi alınmıştı dedemin ve buradaki tedavi sürecinde bulunma süremizi de doldurduk; 15 Mayıs'ta gidiyoruz Antalya'ya ve bu sefer de hayırlısıyla Işın tedavisine başlayacak dedem... Bu sene, Şubat ayından beri seferiyiz ama amacımız sağlık olsun; umarım tedavisini iyi şekilde bitireceğiz ve yeniden ferah günlere erişeceğiz İnternet Günlüğüm... :)

Geldiğimizden beri, alabildiğim kadar fizik tedavi almaya uğraşıyordum. Geçtiğimiz hafta Cuma günü fizyoterapistim Merve ile son dersimizi yapmıştık, başka bir rehabilitasyonda çalışmak için benim rehabilitasyonumdan ayrıldı. Bugün ise yeni bir fizyoterapist ile çalışmaya başladık; Ömer bey ile, ben gidene dek 4 ders yapabileceğiz ama hayırlısı olsun. Az olur ama öz olur inşallah diye uğraşıyor olacağız...


Şimdi bu Nisan ayından bilgilerimizle dolu İnternet Günlüğüm yazısını yazarken, aklımda Hıdırellez var bir de... 

Yarın sabah kalkacağım ve hıdırellez ritüellerimle dolu, bir dilek-istek mektubu yazacağım. Akşamına bir gül ağacına asacak ve ertesi günü denize atmak üzere bekleteceğim orada. Aklımda bunlar var şimdi bu gece İnternet Günlüğüm. Hayallerimi gerçekleştirebileceğime dair umudum daha çoğaldı, bu Nisan ayını bitirmek üzere olduğumuz 30 Nisan 2018 günü izlediğim o film. Hayalleri gerçekleştirmek, niyetlere bağlı. Hıdırellezi, gönlümüzde ve aklımızda biz yazıyor çiziyoruz belki de tamamen ama inanmak ve de ihtimalleri göğüslemek lazım. Onlar için çabalamayı, hayalleri göz önüne getirmeyi ve evren ile bütünleşmek adına hayallerle bütünleşmeyi göze almak lazım. Ben böyle düşünüyorum en azından...


Dualarımızın kabul olduğu bir Hıdırellez günleri bizi sarsın sarmalasın inşallah. Evren ve Tanrı, kabul etsin isteklerimizi dileklerimizi; hayırlısı... :)

1 Mayıs 2018 Salı

Okudum; Ay Bahçesi - Kristin Hannah


27.04.2018 Tarihinde, en sevdiğim yazarlardan biri olan Kristin Hannah'ın Ay Bahçesi adlı kitabını bitirdim. Doğru dürüst okumak üzere elime 1 hafta öncesinde alabilmiştim ve başladığım gibi bir haftada her fırsatta elime aldığım gibi okudum ve bitirdim.. Bu kitap Kristin Hannah'ın okuduğum 5. kitabı oldu böylece... :) Daha önce de; Ateşböceği Yolu, Gece Yolu, Ateşböceğinin Şarkısı ve Gece Yolu adlı kitaplarını okumuştum...

Uzun zamandır yazamadığım yazı dizilerimin arasında bir de "Okudum" yazısı vardı... Bu sene kitap okumak adına da çok kararlı bir sene benim için. Bahane ettiğim kadar varmış, dersler azaldı ve kitap okumalarım arttı. :) Demek ki ben evde tüm dönem derslerini kendi kendime çalışmadığım zaman daha rahat okuyormuşum. Malum Aöf okuyor olmak, daha sıkı çalışmayı gerektiriyor; örgün öğretim gibi değil sonuçta... Ama yine de, daha henüz 2018 ayında 8. kitabımı bitirmiş oluyorum. Bu da demek oluyor ki, hemen hemen ayda iki kitap okumuş gibiyim. Daha fazla okumalıyım... :)


Gelelim Ay Bahçesi'ne;


Kristin Hannah'ı, her kitabını okuduğumda başka bir hikaye bulabildiğim ve her defasında okumaktan ayrı ayrı zevk aldığımı hissedebildiğim için çok seviyorum. Ay Bahçesi kitabı da benim için böyleydi, önceki kitaplarından ayrıydı yine. Ian ve Selena'nın birbirini bulması ve hayatı, aşkı birbirlerine öğretmelerini içeriyordu kitap...

İçeriğinden bahsetmeden nasıl anlatabilirim bilmiyorum aslında ama deneyeceğim. İntihar etmesinden sonra, doktor Ian'a iyileştirmesi üzerine getirilen Selena; ruhu yaralı insanlarla dolu bir eve, Lethe Evi'ne getirilir. Herkes orayı deliler evi bilir, içindekiler bile kendilerini deli diye adlandırırlar çünkü ama hepsinin aslında ruhu yaralıdır. Yaşadıkları şeyler ruhlarına ağır gelmiş ve her biri yaşamayı unutmayı -birbirleriyle gizli bir anlaşma yapmış gibi unutmayı- kabullenmişlerdir. Böyle insanların arasına, beyin hasarlı ve geçmişinde hayatını yaşayamamış olduğunu bilmedikleri yaralı biri gelir ise, ne olur dersiniz? O da deli sanılır...

Selena her şeyi yeniden öğrenirken, Lethe Evi sakinleri de onunla beraber yaşamayı yeniden öğrenir.  Aslında bu kitapta bir kez daha okudum anladım ki; aslında psikologlara ruh hastaları gitmez, çoğunlukla ruh hastalarının delirttiği kişiler gider. Beyin hasarlı kızımız Selena, bu eve umut oluyor ve kitap boyu aslında bunu okuyoruz daha çok...

Gidişat daha sonra tahmin edilmeyecek bir yere varıyor, en azından ben tahmin edemedim; ama kitapta Selena'nın hayatı saflıkla görmesine ve güzellikleri kavrayışının anlatılışına bayıldım... Selena'yı bekleyen sınavların hiçbiri kolay değildir ama en zor sınav kimbilir daha gelmemiştir. Bilinmeyenlerden korkmak ise, en zorudur unutmamak gerekir. Kitap bunu da anlatıyor hep...

Ian ise; daha öncesinde bir kaza geçirip, kendisinin lanet olarak gördüğü bir yeteneğe sahip olmuş bir doktordur ve hayatı yaşamayı, hayata bakmayı unutmuş biridir. Kaza sonrası insanların anılarını sadece onlara temas ederek bile hissedebiliyordur, bu yetenek gibi görülen laneti doktorluğu bıraktırmıştır Ian'a ama; o derece... :)


Kitap sana neyi öğretti ve kavrattı derseniz; Karşılaştığımız acılar da, yokluklar ve boşluklar da, bir işaret aslında. Bulmamız gerekenlerin mesajını evren veriyor bizlere. İyileşmek dediğimiz sağlık temelli görünen kelime ise, sadece bilimle değil sevgi ile de karşılık bulan bir kavram...

Aşk, her anlamda dünyanın dönmesinin gereğini oluşturan kavramlardan biri. Yapabileceğini yap, yaşamayı unutma ve bırakma. İyileşmek istiyorsan, iyileştirmeye de bak; kendinle beraber çevrendekileri de iyileştir...

Daha fazla anlatamayacağım içerik ile ilgili, çünkü okumak isteyen de okusun istiyorum. :) Ama birkaç alıntım var, kitaptan; 

Kitaptan öğrendim mesela; Tebaa, uyruk demekmiş...



Birçok alıntım oldu kitaptan ama en çok sevdiklerim iki alıntı ile de bitirilecek cinsten. Biri üstteki resimde de görüldüğü üzere şu oldu;

Aşk… Ancak aşk insana böylesine yakıcı bir acı verebilirdi. Sonunda şairlerin neden hep aşkı yazdığını, neden şarkıların bulunan ve kaybedilen aşkların hikayesini anlattığını anlamıştı. Çünkü hayat ancak aşk varken yaşanıyordu, onsuz bu korkunç boşluktan başka bir şey yoktu.

Bir diğeri ise, İyileşmek üzerine ruhsal bağın gerekliliğini de söyleyen bir cümle dizisi idi;

“İyileşmenin bilimle olacağını düşünüyorsun. Ama öyle değil, hiçbir zaman da öyle olmadı. Bundan sonra da olmayacak. İyileşme, spiritüel bir sanattır. Bedeni kurtarmak için yürek ve ruh gerekir.” 

Not; İyileşmenin sadece bilimle değil, insanın kendi bedenini kurtarmak için ruhunu ve yüreğini de ortaya koyması gerektiğine inananlardanım ben de... :)


Velhasıl; bir kitap daha bitti. Aslında kitabın içeriğinden az daha bahsedip konuyu tam anlatmadan da yazabilirdim ama okunsun isterim. O yüzden, "Ben okudum ve beğendim; okumak isterseniz eğer, tavsiye de ederim." diyorum... Benim gibi hayat ve aşk üzerine kitaplar okumayı seviyorsanız ama hikaye olarak da, her kitabında aynı şeyi anlatmasın bir yazar diyorsanız; Kristin Hannah böyle yazarlardan biri, diyorum ben de size. :) Bu kitabı gerektiği kadar anlatamadım belki de, bir başka okudum yazısına olsun eğer öyleyse de... 


Kitaptan bir şiir ile veda edeyim istiyorum, İngiliz şair Elizabeth Barret Browning'in aşkın doğasını anlattığı bir şiiri imiş bu. Çok ama çok beğendim ve siz de okuyun istedim;

Eğer beni sevmen gerekiyorsa, sebepsizce sev.
Aşk uğruna sev. Ben onun gülüşünü, bakışını,
O hoş sesini seviyorum ya da onu benim gibi düşündüğü,
İçimde hoş duygular uyandırdığı için seviyorum deme.
Bu özellikler zamanla değişebilir, sevgilim
Ya da sen değiştiğini sanırsın.
Ve bu özelliklere duyulan aşk çabuk biter.


Sevgilerimle, okuduğunuz için teşekkür ederim... :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...