29 Ekim 2018 Pazartesi

İzledim - İmkansız Olasılık


Bu sıralar pek film izleyemiyorum ama gel gelelim neler nelere nasip oluyor da, yapamadığınıza hayıflandığınız şeyi yaparken buluyorsunuz kendinizi işte...

Dün benim için de aynen böyle oldu. Bu sıra mide rahatsızlıklarım başladı yine, hazım sorunu yaşıyorum fazlasıyla. Yine her şey dokunabilir halde ve yine kendimi sabahları sirkeli su içerek tedavi etme uğraşındayım. Umarım yeniden atlatırım, katlanması aşırı zor çünkü hazımsızlığa. Akşam yediğimi, yatma saatimi aşan süre boyunca hazmedemiyorum; aynı zamanda endişe de verici bir durum...

Dün, akşam yemeğinden sonra rahatsızlandım ve 12'den sonraya kadar geçmedi bu durum. Trt 1'de annemle Elimi Bırakma dizisinin yeni bölümünü izliyorduk, öyle ki o dizi bitti ardına bir Türk filmi başladı. Ev Sineması Kuşakları bazen çok durgun olabiliyor, pek sık takip etmiyorum bu yüzden. Ama dünkü film öyle güzel bir kadroya sahipti ki, bir izledim ki devamı da geldi.



İmkansız Olasılık, bir okul filmi idi. Filmdeki öğrenci rollerinden "Abdullah" adlı öğrenciye hayat veren oyuncu da, benim Ezel filmindeki "Eren" rolünden sonra çok sevdiğim Yağız Atakan Savaş'tı... Yine oyunculuğu çok güzeldi, ki başroldeki öğretmenle her sahnesinde gözlerim dolu dolu oldu. Birçok kez Ezel'i anımsadım, birçok kez beni nasıl ağlattığını. Bu film ile Yağız Atakan Savaş beni bir kez daha ağlattı! :)

Filmde öğretmen rolünde oynayan Serkan Ercan, yine çok beğendiğim oyunculardan biri idi ama onu böyle sağlam bir rolde izlediğimi hiç hatırlamıyorum. Tarık hoca rolünde oynuyordu ve eşi rolünde oynayan kişi de, şu an Kadın dizisinde izlediğimiz "Ceyda" karakterine hayat veren kişi idi; Gözde Eyüboğlu...

Buraya kadar güzel, ne oldu da bu filmi çok sevdin derseniz; üstteki tweet'imde de dün akşam yazdığım gibi, bizim böyle öğrencilerine cevher gözüyle bakan bir sürü öğretmene bence ihtiyacımız var. Tarık Hoca, kendine has diyebileceğimiz ve değişik görebileceğimiz ve şu okullarda hem dersleri sevilen hem de sözü dinlenen öğretmenlerden biri... Bir matematik öğretmeni ama filmin konusunda da söylendiği gibi; imkansız olasılık denebilecek olaylara karşı! 

Bu ne demek derseniz, o çevrede senelerdir bilinen bir uyuşturucu belasına, kimse ses çıkarmazken; Tarık hoca peşine düşüyor bunun mesela. Hiç sevilmeyen bir sınıfı, o okula ve derslere kazandırıyor ve bir de yaptığı kötüymüş gibi davranılıyor! "Eğitim ki, o hiçbir zaman hafife alınmamalı" diye düşünen çoğunluk gibi, değer veriyor yaptığı işe... Maaşı için okula gidip gelen ve "aman ben bulaşmayayım!" demeyen bir öğretmen...


Ne zamandır böyle öğretmenleri az görür olduk biz? Ne zamandır, Köy Enstitüleri seviyesindeki öğretmen-öğrenci ve öğretimden bu duruma geldi eğitimimiz? diye düşünür oldum filmi izlerken yine. Düşündüren ve aynı zamanda yer yer güldürürken bile duygulandıran bir film. Ama daha çok duygulandıran bir film...

Filmi izleyin diyorum sadece, bana hak vereceğinizi düşünüyorum... Ama söylemeden geçemeyeceğim de şeyler var, filmi izledikten sonra düşündüklerimle... Hayat Bilgisi dizisindeki Afet Öğretmen, Arka Sıradakiler dizisindeki Kemal Öğretmen, Not Defteri dizisindeki Mahir öğretmen, Hayat Bazen Tatlıdır dizisindeki Hayat öğretmen; hepsi öğrenciyi hayata ve topluma kazandıran, aslında içlerinde bir cevher olduğunu göstermeye yön veren öğretmenler değil mi?

Bir evladım yok ama yeğenim var, küçük kuzenlerim var... Her birinin isterim ki, ailesi kadar ve bazen ailesinden de çok deneyimli şekilde hayat bilgisi verebilecek öğretmenleri olsun. Çünkü bunun değerini, daha net görebiliyorum artık. Okulumda her dönem en az bir öğretmenim vardı benim okuduğum zamanlarda... Okula gönderdiğiniz çocuğunuzu, sizin orada koruma durumunuz bir yere kadardır; ama orada verdiği güvenle öğretmenler devreye girer. Öğretmenin sarıp sarmalaması gibi de, gençlik çağında değerli hissettiren şeyler çok az var.

İmkansız Olasılık beni çok etkiledi, ama bir yandan da hiçbir öğretmenin bulaşamadığı ve polisin dahi sus-pus olduğunu bir filmde görmek endişe de verdi... Bir insan, bir öğretmen veya bir anne baba; bir şey olmadan bunun önemini alabilme içgüdüsüne sahip olmaya uğraşmalı. Kendi evladı veya kendi yakını değil, tüm evlatlar ve tüm düzen olarak bakabilmeliyiz hayata...

Ben filmden çok etkilendim; siz de izleyin ve toplumsal konulara, Tarık Hoca gibi sebepleriniz olsa da olmasa da duyarlılık gösterin isterim. Daha doğrusu, duyarlılık gösterelim. Hayat ancak ülkemde böyle yoluna girebilir diye düşünüyorum. Eğitimden başlayarak, önemseyerek, duyarlı olmayı es geçmeyerek... Tarık Hoca, Abdullah ve Reis karakterleri; filmde oyunculuklarını en beğendiğim oyuncular oldu bu arada. :)

İzleyeceklere iyi seyirler dilerim. Sevgilerimle... :)

26 Ekim 2018 Cuma

Şimdi Daha Sağlam Düzenim - Egzersiz Günlüğüm #2


Öncelikle, ilk Egzersiz Günlüğüm yazımı yazdığım 2 senenin ardından bu geri dönüşün kendimi anlamış olduğum gerçeğini bir kez daha itiraf ederek başlamak istiyorum; Hayallerde Gezmek yazımda da belirtmiş olduğum gibi. Sanırdım ki, bazı yanları görmeden hayata devam edilebilir. Aslında buna hala bir yandan inanıyorum, bana zarar vereceğini düşündüğüm her fikrimi ve hissimi hala bugün olsun kendimden saklayabilirim...

Ayakta olmak istediğimi özlediğim gerçeğini ve bunu sık sık söylersem beni üzüntüye sokabileceğini düşündüğümden sebep, söylememeyi tercih ediyordum... Sanki kendime bile "özlüyorum" dediğim zamanlarda geriliyor ve şu an yapamadığım konusuna daha çok kapılıyor ve üzülüyormuşum gibime geliyordu. Aslında hala biraz öyle ama bunu bilmenin beni tamamen bitireceğini düşünmektense, katlanabilmeyi tercih etmek daha kolay yolmuş...

Yani evet, hala ayakta değilim ama artık bunu birilerinin dile getirdiği kadar çok dile getirebilir hale geldim. Eski hayatımı, eski halimi özlüyorum ama bunu görmezlikten gelmemin ve hala çok çabuk buna ulaşabilirmişim gibi davranmanın bana bir yarar sağlamadığını da görebiliyorum... İşte bu! Tam da bu konuda kendimi duyabildiğim ve son durumumu daha net görebildiğim gerçeğinden sonra buradayım; ben kendimi ayakta bulmayı, kendim için mutfağa girmeyi, kendim için ve başkaları için yürüyebilmeyi, sevdiklerimle gezmeyi, bir yerde dimdik ayakta durmayı çok özledim! (Ve bu da bir itiraf; bunu rahatlıkla söyleyebilmek ve yazabilmenin, bu kadar rahatlatacağını bilemezdim.)


İlk Egzersiz Günlüğü yazım burada; yer egzersizlerime kendimce yeniden başladığım ve bir 6 aydan fazla sürdürebileceğimi bilemediğim dönem ve sonrası için, gidişatlarımı ve hedeflerimi anlatmıştım.

Bu yazımda ne anlatacağım konusuna gelirsek; sağlığım açısından kışa hazırlık programımı kendimle ve sizinle paylaşacağım... Antalya'dan döneli 12 gün oldu ve ben daha kendim için bile dökememiştim yazıya... :)


Biliyorsunuz, ben Kas Erimesi hastasıyım. Kaslarla başa çıkabilmenin zor olduğunu, bu kadar da bilmiyordum; 2012'de son atağımı geçirdiğimden öncesi... Ciddiye almam gereken rutinlerin varlığından hep haberdardım, ama bir zamana kadar annemin başrolde olduğu ailemin yürüttüğü rutine uymak daha kolay oldu... Üniversiteye gidene kadar da gerçekten daha kolaydı benim için, kurulu düzenlere ve alışılmış bir kas düzenine göre hareket etmek...

Sonra kas yapım ilk atağımdan sonra sanki tamamen değişti; artık eski kas yapıma göre hareket ettiğim ve rutinlerimi sürdürmeye çalıştığım bir hayatım yoktu. Kısa süre içinde; bu benim bacağım, bu benim kolum diyemeyeceğim düzeyde hayatım değişti... Ben hep, eski pozisyona getirebilmeyi düşündüm ama Fizyoterapistim Tamara abla demişti ki "Kendini hiç yürüyememiş ve yeniden yürüyecek bir bebekmiş gibi düşün! Bu sana daha çok yardımcı olacak."

Ben bunu düşünmenin yanı sıra, eski halimi de düşünmeyi sürdürdüm. Ve eski halimi şimdikinden daha çok... "O hale gelebilirim, ama onu özlediğimi inkar edeceğim." dedim sonra. Zamanla şimdiki daha iyi hale gelebilmenin kolay olmadığını gördüm, çabalamayı da sürdürürken. 3 sene vermiştim kendime, 3 senenin sonunda yine eski halime geleceğim ve ondan da daha iyisine erişeceğim. Çünkü Ortaokula başlamadan önce geçirdiğim kas uzatma ameliyatından sonra böyle olmuştu ya hani! Yine öyle olacaktı...


Hastalık safhalarının değişen durumlarında, her defasında aynı kapıya çıkamayacağımızı kabul etmemiz gerek galiba! Ben daha 2018'in başından beri kabullenebilir durumdayım bunu. 2018'den beri, yapabildiğimden fazlasını değil, yapabildiğim kadarını yapma kararı alarak başlamıştım buna. "Oturduğum yerde, bir tek gün bile kol ve bacak hareketlerimde yapabildiğim hareketleri ihmal etmeden yapacağım." Diyerek bir yola çıktım. Bu 2018 için ilk kararım oldu ve "Zinciri Kırma" dedikleri bir hareket tablosundan yola çıkarak bir gün bile hareketlerimi ihmal etmedim ve üzerine ekleyebildiğim hareketi eklemeyi sürdürdüm...

Zinciri Kırma, Barış Özcan'ın 2016'dan beri Youtube kanalı üzerinden duyurduğu senenin her gününü kapsayan bir prensip takvimi. Kendinizi yapmak istediğiniz ve yol almak istediğiniz bir düzene doğru, "Zinciri Kırmamak" üzere bir prensip belirliyorsunuz. Her gün belirlediğiniz şekillerde bunu yerine getiriyorsunuz. "Her gün yarım saat kitap okuyacağım.", "Her gün şu kadar ders çalışacağım."  gibi... Benim takvimim, üstteki resimde de görüldüğü gibi; "her gün egzersiz yapmak" idi. Barış Özcan sayesinde başarılı da oldum. Umarım bir ömür bunu alışkanlık edemesem bile, bu takvimi tutarak başaracağım. Gerek duyduğum motivasyon budur, kabullendim... :) 


Egzersizlerimi bir gün bile aksatmadan -çok hasta veya ağrılı olsam dahi- en hafifiyle yaptığım üzere, üzerine daha çok hareket ekleyebildiğimi de gördüm. Yani önemli olan aksatmamayı kafaya koymak ve her gün illa ki aynı dozda yapmaya kafayı takmamakmış. Her gün aynı şiddette ve düzeyde olmayabiliyor ama her gün aklıma geliyor ve artık birçok kez yapıyorum, ikiden de fazla. Bu konuyu başarabildiğim adına çok mutluyum... :)


Gelelim "Egzersiz Rutinime" eklemek istediğim yeniliklere...

Sanırım Temmuz ya da Ağustos ayları idi; hareketlerimde diz kapaklarımdaki ağrıların hafiflemesi ve yerini bana daha rahat hareket edebilme imkanını nihayet elde ettim. O zamandan beri, diz ve bel sağlığımı olabildiğince desteklersem toparlayacakmışım gibi hisseder oldum... Diz eklemlerimi daha çok açabilmek için oturduğum yerde koltukta oturma şekillerimi değiştirmeye çalışarak, dizlerimi gerdirmeye başladım. Bel hareketliliğim için de, olabildiğince sırtımı ve belimi, pilates topuna ayağımı koyup rahatlatmaya çalıştım...

Öyle ki; mekik çekmelerime Haziran'da başlamıştım, elimden geldiğince bu süreçte 2 ayda bir 31 günlük mekik egzersizleri yaptım. Amacım hem belimi hem de karın kaslarımı geliştirmek şimdi... Bunu rutine yaymam gerektiğine ise, Eylül'ün 19'unda başlayıp Ekim'in 24'ünde bitirdiğim mekik egzersizleri dizimden sonra karar verdim. O mekik egzersizleri de, koltukta bacak gerdirmeler de sürdürülecek! :)


Hep bahsettim, bacaklarıma düzenli masaj yapıldığı zaman; bu kas uzatma ameliyatımdan sonrasında da, ataklarımdan sonrasında da, epey faydasını görüyordum. Yeterince hareketli olmadığım için, kan dolaşımım yeterince hızlı değil. O sebepten çok üşüyen ve kışları olduğundan da fazla zor geçiren biriyim. Dışarı çıkmak ve balkonda dayanabildiğimden fazla oturmak bile, kışın benim için işkence olabiliyor. (Dün iyiden iyiye sıkıca giyindim ve akşamları eksik edemeyeceğim üzere içinde sıcak içeceğimle Meromun aldığı kupamı kullanıma açtım. Yaz için kullanmak başka, kış için başka sonuçta!) (:

O yüzden bana yeniden iyi geleceğini düşündüğüm üzere; spreyli bir cam yağ şişesi edinip masaj yağımı koyacak, mümkünse bacaklarıma haftada iki defa yağlayarak masaj yapacağım ve öyle yatıp uyuyacağım. Kaslarıma gevşemesi ve toparlanabilmesi emrini, kanıma da üşümemi dayanabilir sınıra çekebilecek dolaşımı sağlama dengesini verebilirsem; daha rahat bir kış geçirebileceğimi umuyorum... Yani bir de, "o yağ sürülecek ve masaj yapılacak!" da diyorum 


İşte diyebilirim ki, aldığım bu üç karar da artık Egzersiz düzenimde var; 

Mekik egzersizlerimi sürdüreceğim (karın ve sırt-bel kaslarım için), 
Masaj sürüp kas gelişimim ve kan dolaşımıma yardımcı olacağım (Soğuğa daha çok dayanabilmek ve kışı rahat geçirebilmek için),
Beslenme düzenime daha çok dikkat edeceğim (kaslarımın beden bütünlüğüyle düzene girmesi için)... :)


Egzersiz Günlüğüm, sadece ne yaptım ve ne yapacağım düzeyinde de olmayacak; bu yazımın başında da görüldüğü üzere, tüm derin hislerimle içimi dökmeye çalışacağım. Bu düzeyde, bir egzersiz günlüğü yazmak istiyorum. Başlıklarını da o haftanın hal-i vakti belirleyecek yine...

O zaman "yeniden hoşgeldi" diyelim mi, Egzersiz Günlüğüm yazı dizime. Blog tutmaya başladığımdan bir iki sene sonrasından beri, yazı dizilerim bebeklerim gibi. Abartmıyorum, cidden öyle! =)

Sevgilerimle, yeniden görüşmek üzere...

24 Ekim 2018 Çarşamba

Hayallerde Gezmek - 2015'ten 2018'e


23.04.2015 - Hayallerde Gezmek



Montmatre'de Hayat adlı puzzle, hepsiburada.com'dan alıntı bu resim...

Bazen sebepsiz bilmediğim şehirleri dolaşma isteği doluyor içime. Sokaklarına dalıyorum, sebepli sebepsiz; bir sağa gidiyorsam, bir dahakine sola gidiyorum. Nerede olduğumu bilmeyerek, bilmediğim bir yerin bilmediğim bir çiçeğini kokluyorum. Karşıma çıkan güzel bir kız çocuğu veya top oynayan bir erkek çocuğu; gülerek geçiyorum yanlarından, bazen de severek...

Bilmediği yerde gezmeyi neden ister insan? Ben sanırım, sakin bir aktivite olarak istiyorum bunu. Hiçbir dert tasa etmeden geziyorum hayallerimde.

Ama gidip gezsem oraları böyle zevk almam sanırım diye de düşünüyorum. Çünkü hayalimde, sürprizsiz dolu dolu bir gezi var. Yanımda istediğim gibi ailem. Zaman zaman tek başıma kayboluyorum sokaklarda, zaman zaman ailemle. Endişesiz tasasız dolaşıyoruz dört bir yanı. Ta ki dönmek isteyene kadar. Ailecek olduktan sonra gerisinin zaten ne önemi var...

23.10.2018; Gitmediği Yerleri Özlemek



Birkaç senedir daha fazla özlediğimi hissediyorum, gitmediğim şehirleri... Gitmeliyim ama oraları sanki daha önceden de görmüşüm sanki! Var böyle bir his içimde, bilmediğim gitmediğime emin olduğum birçok yer var ki; kalbimde özlemi ve uzun zaman sonra gidecek olsam nasıl tanıdık gelecek hissi...

Belki de senelerdir, bilmediğim yerlerde gezme hayallerim beni bu hale getirdi bilmiyorum. Bilmediği yerde gezmeyi isteyen insan, o gücü ve o eksikliği bir yandan kendinde gören insan. Yani ben, uzun zamandır görmediğim bir yeri de özlesem yeridir diye kendime hak veriyorken buldum kendimi...

Geçmişi özlemek diye bir şey var ama bunun bana bir getirisi olmadığını kavradığımdan olsa gerek, geleceğimi özlemeye başladım şimdi de. Şu an sahip olamadıklarımı ve ileride sahip olmak için çabaladıklarımı özleyerek kendime bir güç kazandırmaya çalışıyorum. Esasında, olan tam olarak bu... Kendimi bir şeylere motive etmek için hayaller kuruyordum önce, şimdi hayaller kurduğum sırada bilmediğim ama bir şekilde tek bir karesini görmesem dahi hayalimde yer edindirdiğim yerleri gezmek; favori hayal ürünlerimden ve oraları özlemek de alışkanlıklarımdan oldu.

İstediğim şey gezmek mi? Hayır. İstediğim şey, özlediğim şeylere kavuşmak mı? Evet... Yapmaya çalıştığım da bu. Bir şekilde gelecekte olan ama şu an ulaşamadığım bir şeye kendimi yönlendirme gereği duyuyorum. Bir gün olacak ve imkansızlıklarımı aşacağım, eğer son yıkmayı başarabilirsem...

Bir itiraf oldu aslında, 29 ayın sonrasında kendinden emin olmayı başaran yanım; özlediğimin gezmek veya bir yerlerde olmak değil, olabilme gücünü elinde bulundurabilmeyi açık açık bana söylüyor... Daha önce saklıyor muydu? Evet! Bir insanın en büyük eksikliği, belki de kendisinin bir tek yanıyla da olsa konuşamamasıdır. Duymadım, duymak istemedim. Özlediğimi bilmek bile acı verir durumda idi, özlediğime kavuşamıyor oldukça bunu umursamamak daha az yıpratıcı ve her daim ruhumun ayakta kalmasına da destek olabilir nitelikte idi....


24.10.2018; Ve Anlamlandırdığım Noktalara Gelince...




Bu yazıyı 3 senedir tamamlayamıyorum, sebebine gelince de bilmiyordum. Esasında, yarım hissettiğim için bir türlü yayınlamaya gönlüm razı gelmemişti; 23.05.2015 tarihli yazının gerekçelerini sürdürüp, 23.10.2018 tarihli itirafları dillendiremeden yayınlamayı... Aslında bir de itiraf edebileceğime emin de değildim...

Bloğumun taslaklar dizisinde ve yazı dosyalarımın içinde yazıyordu o dizeler. Bazen okuyor ve kendimi anlamaya çalışıyordum, cidden bir yerde kaybolmayı özlüyor muyum? İstediğim gezmek mi, o hazzı yaşamak mı? Yoksa arkasında yatan bir şeyler mi var? Peki neden tereddütteyim ama bir türlü cevabımı bulamıyorum?

Cevabım burada; 6 senedir desteksiz yürüyemediğim anların her birinde özlem var ama görmek bilmek istemiyorum! Bilmezsem daha rahat hissettiriyor çünkü... O yanımı gördükçe, sanki daha çok kapılıp gidecekmişim gibi. Kabullenemiyordum işte, özlemeyi kabullenmem onun çok uzaklaştığını ve de bir daha kavuşulamayacakmış gibilerden görebilmeme sebep oluyordu. Bu aya kadar... 10 gündür anlatmaya çalıştığım şeyi, dün sabahtan akşama dek kıvranmalarım sonucunda anlatmayı başarabildim...

Bu ay sorgulama safhasında kendimi duymayı başarabilmemin kudreti, sadece bu ayda saklı değil. 2015'den bu yana süregelen bir şey, biliyorum. Anlıyorum artık kendimi... Yaşadığım her şeye ihtiyaç duymuş olmalıyım veya Allahım ihtiyaç duyduğumu farketmiş olmalı. Bize verilen sınavların ve zorlukların her biri, şu an olduğumuz kişiyi olmak içinmiş ya! Belki şu anı yaşamam bile, gelecekteki kişi olmam içindir. Evet evet öyle... 2015'den önce söyleyemezdim bu cümleleri, çünkü benim için insanoğlu değişmezdi! Gelişse bile değişmez ve hep aynı kalırdık fikrimce.

Öyle ya, aynı fikirlerde kalacaktım... Misal, ergenlik dönemimde canımı yakanların (hiç de öyle birisi olmasam da) kısasa kısasa göre cezalandırılacağına inanıyordum. Benim canımı yakanı düşünmeden es geçip unutabiliyordum. Bu huyum değişmeyecekti, beni üzeni bensizlikle cezalandırıyordum bir nevi. Canını da acıtıyordum sözlerimle ve acımıyordum gerçekten de... Şimdi öyle değilim; "canımı ve canımızı yakan kişileri, esas bensizlikle bırakmam gerektiğini acı bir şekilde öğretti hayat ama hiçbir zaman can yakan ve canı yandığı için "oh çeken" sen olma da!" dedi. Olamam sanıyordum ama eskisi kadar öfke de duymuyorum canımı yakana. Biliyorum ki; onun bana sınav olduğu kadar bu dünyada, ben de ona sınavım işte...


Nerede kalmıştım? Evet, değiştim. Kabulleniyorum ki, özlediğim şey her ne olursa olsun, özlediğimi kabul ettiğim için ona ulaşamayacak da değilim. Özlediğim şeyi çok geride kaldığı için kabul ediyor olduğum da bir gerçek. İlk başta gelip geçici bir şeydi benim için var olan durumum... Şimdi belki de hepten kalıcı ama bununla savaşabilirim. Önemli olanın, şimdiki durumu olabildiğince kalıcı kılmak ve iyi olması yönünde üzerine çalışmam gerektiğinin artık farkındayım. Bunun için çok çalışıyorum...

Hiç ama hiç istemem, beni gerçek anlamda anlayın! Anlamasanız da olur. Ama bilin ki çok özledim, söylemeye ihtiyaç duyuyorum. Ayakta olmaya, kendimi tek başıma da bir şeyler yapabilir hissetmeye, aşık olmaya, sevmeye-sevilmeye, kendimi birinin peşinden gitmekte tamamen özgür halde hissetmeye ve de bazen hayallerden öteye geçip yapamasam da bir yerlere gidebilecek halde olmayı özlüyorum... Kendimi çok uzak hissediyorum, tüm bu bahsettiğim hayallere ve geçmiş görünen geleceğime, ama çok özlemiş halde de buluyorum. Bu özlem yoruyor bu sıra beni. Açıklamadıkça, kendimi geçtim bir şekilde anlatamadıkça içimde büyüyor sanki...


Hayallerde gezmek hala en güzeli şu an, çünkü hiçbir fiziksel engel yok! Ama ben maddi bir engel isteyecek duruma geldiğime de inanamıyorum. Eksik dilek dilemek istemiyorum, buna çok karşıyım. Ama sağlığım yerinde olsun, gerçekten işe yaradığımı hissettiğim bir işim olsun ve kendi emeğimle o fırsatı ayarlayıp gidebileceğim zamanı bekleyeyim! Gerekirse uzaklara gidemeyecek maddi eksiklikte bulunayım ve bekleyeyim uzaklara gitmek için biraz daha... İşte tam da o yoğunluğun arasında, en yakınımda bulunan sahil kenarında veya bir yeşil alanın içerisinde nefes alayım! Yürüyerek, özlediğim gibi ve sevdiklerimin de istediği gibi sağlığımdan endişe duyulmadan...

Tüm bunları üç kelimede toplayabiliyorum tabi; Ben iyileşmek istiyorum...



Bu dünya küresi şeklinde gökyüzü resmi; Sevgili Didem Duygu Demir'in, duygudd_eatpraylove adlı instagram hesabının hikayesinde yayınladığı görüntülerden en sevdiklerimden biri... :)


Soğuklar başladı, mevsim geçişleri etkiledi ve ben kendimi fiziksel olarak güçsüz hissediyorum.

Bunu "sığamadığım bir bedene ruhum sanki bol gelmiş gibi!" diye anlatabilirim.

Bir de "hayalini kurduğum üzere kaybolduğum şehirlerde, bilmediğim ama sanki ezberimdeymişçesine bildiğim sokakları, yemeklerini ve her türlü özelliklerini bilerek dolu dolu  gezdiğim gibi; tamamen sağlıklı halde, ayakta gezmeye ihtiyaç duyduğumu da" söyleyebilirim...

Artık yetmiyor ve kabullenebiliyorum. Bilin ki bu kabullenmemin de ardında, çabalarımın üstüne yeni denemek istediğim şeyler var. Onları da yazacağım, gurur duyarak ve işe yaramasa bile denediğime içim rahat halde...

Umarım beni bir dahaki Egzersiz Günlüğüm adlı yazımda da okursunuz. Hayat Hikayem yazı dizimde veya hastalığım ile ilgili yazdığım yazılarımda beni okuduysanız, ben bu konularda da geri dönüyorum yine buraya. Zira sadece hareketlerimi yaptığımdan bahsediyordum, kendimi anlatmadıkça bu sığamadığım bedene sığmaya başlıyorum. Oysa ben, ruhumla bu bedeni harekete geçirmek istiyorum...

Sizce başarır mıyım? Bence çok istersem bunu da başarırım, başaramazsam da daha fazla çabaladığıma da mutlu olurum... Her türlü karda olan yine ben olurum. :) Sevgilerimle...

22 Ekim 2018 Pazartesi

Okuma Yazma Dönemi - Ekim 2018


Bugüne bugün, İlkokul birinci sınıf öğrencisinin teyzesiyim... Çok şükür bin şükür, Kağan Efe bu sene resmen daha resmi bir şekilde okullu oldu. :)

Dönem başladı başlayalı, okul ciddiyetimiz ve ödevlerimiz başlamıştı kuzumun zaten ama biz burada değildik; annemle Antalya'da idik. Biz gelene dek, ablam ve eniştem tek başlarına iş sonrası yorgunluklarıyla hallediyor ve uykuya doğru yaptırdıkları ödevleri sırasında, haftaiçi derslerinde epey de zorlanmaya başladıklarını söylüyorlardı. Geldik ve haftaiçi okul sonrası ödevlerini ben devraldım. Geçen hafta pazar günü geldiğimizden beri ödevlerine yardım benden...

İşte bugün tam bir hafta oldu beraber ödevlere başlayalı ve ciddi ciddi "Okuma-Yazma Dönemindeyiz" diyebileli... :)



İlkokullu teyzesi olmak da güzelmiş. Kreş, anaokulu derken şimdi de bu. Kendimi kendim büyümüş gibi hissediyorum yine bu sıra... Öyle bir gurur ve mutluluk dolu yani, şükür ki...

İlk ödevlere yardıma başladım 15.10.2018 Pazartesi günü... Kağan'ın yapabildiklerine odaklanmakta ve ona tamamen yardım etmeden, eksikliklerini giderebilmekte o gün biraz zorlandım. Okuma yaptığı sırada, kendimi zor tuttum hatırlatmamak için. :) O gün biraz okumada eksik kalmış gibiydi, belki de haftasonu unutmuştu biraz. Bilemedim ama eksik öğrenmiş gibi gelmişti... Okumaları sırasında, heceleri okutmaya çalışırken onun durakladığı zamanlarda istemsizce dudaklarımı kıpırdatıyordum... Aklıma küçükken yemek yedirirken ki hallerimiz geldi; kaşığı ağzına götürdüğüm sırada o ağzını açsın da yemeğini yesin diye uğraşırken de, ağzımı istemsiz açardım o kaşığı ağzına alana dek... :) 

O günlerden bugüne geldik işte... O yüzden kendimi de büyüyor hissediyorum belki de.


Ertesi gün daha güzeldi okuması ama bu sefer de yazma konusunda zorluk çeker olduk... Bir önceki gün okuma konusunda verdiğim tavsiyeleri ve de kuralları almış olduğunu gösteriyordu bu. Ama dikte konusunda zorluk çekiyordu. Bir de tabii daha yeni yeni dikte mevzuusuna geçiyorlardı. Dikte, heceleyerek okumak ve onun kendisinin yazmasına izin vermek demek bu arada... Düşündüm de, acaba bize de bu yaşta dikte yaptırdılar mı acaba?


17.10.2018 Çarşamba günü ise; okuma yazma ödevi vardı ama heceleri yazmaktı ödevimiz, öğretmenimizin verdiği kağıtlara. Güzel yazı defterine dikte ödevi olmadığı ve sadece hecelere dikkat etmesi gerektiği için, bol bol okuduk daha çok. O yazarken bile okutmaya çalıştım ki, öğretmenin istediği kadar çok ama sıkılmadan okumayı pekiştirsin... Çarşamba günü, ona ders çalıştırırken kitap okuyarak onu sıkmamayı ve o şekilde kontrol edebileceğim bir ortamı oluşturabildim böylece. O halimizi çok sevdim. Birkaç günde onun çalışma düzenini oturtabilmiş ve aklına okuma yazma konusunda dikkat etmesi gereken kuralları öğretebilmiştim sonuçta... :) Hangi dönemde olduğumuza ve öğrettiğimiz şeylere göre, sevinç unsurları apayrı değişiyormuş meğer...


Çarşamba gününü de, beraber yan yana yatıp onu uyutmaya çalışırken ki hallerimizde, sessiz ama müdahaleci tavrımı gördüm sanki. Küçükken hem uyusun diye uğraşırken onu kontrol ediyor, hem de yanında ona eşlik ettiğimi hissettirip uykusunu kontrol ediyordum. Bu sefer de, dersini yaparken onu korumacı tavrımla gözetiyor ama ona sıkıntı vermemeye ve kendisi yapsın diye çok da müdahale etmemeye çalışıyordum bir de... Hem kitabımı okuyor, hem de onu gözden kaçırmıyordum işte yine... :) 


Velhasıl İlkokul birinci sınıf olduk biz, Allahım isteyen herkese nasip etsin. Yeğenini, çocuğunu, kuzenini büyütsün ve bu güzel gelişimleri sağlıkla izlettirsin inşallah... Sistem değişmiş, öğretmenin verdiği yönergelere uymak bazen kolay değil. Ama yeniden öğrenmek her zaman güzel ve özel yine de. Bazen kafa karışıyor ve ona karşı az biraz hata yapıyorum, bir bakıyorum o benim harfleri telafuz etme hatalarımı düzeltiyor. Şimdi hem fiş niteliğindeki cümleleri, hem de kelimelerin ve öğrendikleri harflerin gidişatı değişik zira. Biz de yeniden öğreniyoruz. :)

Okuma Yazma Dönemimizde, hafif asiliklerimiz de yok değil bu arada! Hani 5 yaşına dek sürüyordu inat ve dönemsel değişimler? diye soruyoruz kendimizce... Bir diğer tavırlar şimdi de var, hala ben daha çok bilirim ve bildiğimi okumak istiyorum tavrı. Kantinden istediğimi alabilirim özgüveni yüklenmiş beyefendiye, ikna etmek zor olsa da bir yolunu bulma uğraşlarında geçiriyoruz günleri. Var olandan daha fazla olsun derdine kapılmış, sınıf ortamında zamanın getirdiği nasıl bir unsur varsa; bizim de küçüklüğümüzdeki gibi, arkadaşım alabiliyor ama derdi sarmış kuzumu... :) 

Bunların hepsi ona anı olarak kalacak ve ileride anlatacağım mesela. Diyeceğiz ki; ah o ilk senende, ilk ergenliğini yaşamaya başladığını hissettik! Sana ağır gelen her şeyde, amacımız seni korumaktı yine. Ödevlerinde ara sıra molalar verirdin ama sorumluluklarına sadıktın. Ödevine de dersine de okul eşyalarına da kıymet veriyordun, ama yorulduğun zaman çok çabuk acele ediyor ve inada bindiriyordun...

Yine elbet arada zorlanıyor ama bir o kadar da zorlu anları geçince gülüyoruz işte. :) Ben bir yeğenimin olacağını ilk duyduğumdan doğduğu ana dek, değişimlerinin büyüdükçe de değişip gelişeceği bir gelişim beklemiyordum! Yaşıyoruz, beraber büyüyoruz ve o öğrenirken bir kez daha öğreniyoruz.. 



Bu sıra lisede gördüğümüz felsefe derslerimizde, en tartışmalı cümlemiz olan şu felsefi söze taktığımız zamanları hatırlıyorum sık sık. O zamanlardan bu zamanlara beklemediğim kadar bu sözü anlıyorum; 

Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir!


Gün geçtikçe daha çok anlıyorum; istemsiz şekilde gelişirken, değişmeye de devam ediyoruz... Sağlık olsun ve her çocuk mutlulukla dolu öğrenim ile dolsun! (:

Sevgilerimle...


17 Ekim 2018 Çarşamba

İnternet Günlüğüm 2018 #8 - Eve Dönüş, Yavaşlamak ve Anlamlandırmak


Sevgili İnternet Günlüğüm; 

Bir Antalya'dan dönüşümüzün üstüne daha yazıyorum sana... Sene 2018, tarih 17 Ekim...


13 Ekim 2018 Cumartesi gecesi, Antalya terminalinden otobüse bindiğimiz üzere; Bursa'ya evimize bu sene Antalya'dan üçüncü dönüşümüzü gerçekleştirdik... Dedemin vefatının üstünden bir ay dolmasına 9 gün kala döndük evimize. İşlemleri halletti annemler, görevlerimizi yaptık. Bu süreçlerin ardından en sevinebildiklerimiz, dedemin artık acı çekmediği ve dayımın babasının evinde kalma kararı alması üzerine dedemin evinin kapanmaması oldu. Öyle böyle, döndük evimize ve bugün dört gün oldu bile...

Yolculuk fena değildi, bir öncekine göre... Bu sene 6-7 senedir "artık otobüs yolculuğu yapamam!" derken, otobüs yolculuğu yapabilmemin de yöntemini bulabileceğimizi öğrendim. Bir kez daha, herhangi bir konuda denemeden kesin hükümlü olmamam gerektiğini de öğrendim böylece... 

Otobüs yolculuğuna çıkmamın, benim açımdan bir yolu daha varmış meğer. İnsan zorda kalmadan doğru yöntemi bulamıyormuş bazen. 2018'in başında, en doğru yolculuğun uçak yolculuğu olduğunu düşünürken; otobüsle de gidebilme yöntemini bulduk sonra... 

Antalya'ya giderken: Babam buradan bindiriyor, Antalya'da da annem indiriyor;Dönüşte de Antalya'dan Mehmet dayım bindiriyor, babam indiriyor. Bir de inmeden ve inmem gerekmeden oraya kadar gidebilmek için de, gece biniyor sabah iniyoruz işte...

Gidiş gelişler şimdilik bitti. Bu kadarmış demek, dedemin durumu ortada idi diye bilmeme rağmen zor hala. Ama alışıyoruz işte zamanla. Yardımcı olan, yanımızda olan herkese şükürler olsun.


Eve döndüğümüzden beri hem çok şey yapmanın heveslisiyim, hem de durup yavaşlamanın... Sanki herşey yavaş giderken, bir o kadar da hızlı idi bu sene. O kadar çok duygu içiçe idi ki, hangi duygudayım hla bilemiyorum bazen. Aa yavaşla diyorlar, bazen yavaşlamak iyi gelirmiş... 

Bana da yavaşlamak iyi gelecekmiş gibi geliyor ama kaçırmak da istemiyorum zamanı. Dengede tutma hevesindeyim kendimi bu sebepten... 

Bir senedir fazlasıyla herşeyi zamanında yapamamayı öğrettim istemsiz kendime. Uyku zamanı düşüncelerden ve endişelerden kaçabilmek için telefona sarıldım ve çok nadir haftada birkaç geceden fazla erken yatamadım. Uykumu film veya video izlemeye, paylaşımlar veya yazılar okumaya heba ettim. Ama bunu başta bilinçli yaparken, sonrasında bilinçsize döndü ve bir türlü telefona bakmadan uyuyamaz oldum bir ara.. Bir süredir bunu eski haline döndürmeye çalışıyorum; uyku zamanı uyku, sosyal medyaya bakma veya film izleme zamanı film izlemeye çalışıyorum. Ne geceyi gündüze, ne de gündüzü geceye karıştırmaya çalışıyorum...

Ama bu arada, bir tek şey yaparken bir başka şey yapmamak zor geliyor tabi hala. Yazı yazarken araya sosyal medyaya bakma isteğim veya uyuma vaktinde telefonla ilgilenmekten alıkoyamıyorum bazen yine de kendimi. Yavaşlamak lazım yine de, Beyhan Budak'ın da dediği gibi; yavaşlamak ve herşeyi zamanında yapmak...


Antalya'da yine en çok yeğenim Kağan'ı özledim, özledik! :) Kağanım ilkokula alışma haftasına başladıktan bir gün sonra yola çıkmıştık ve yeğenimin, ablam eniştem ve babamın anlattığından başka bildiğimiz yoktu okula başladığı hallerden ve nasıl öğrendiğinden. Dikkat süresi kısa bile olsa, kuzum ilgili ve seviyor okulunu derslerini...

Pazar günü geldiğimizde azıcık görüştük ve o gün ve ertesi gün Kağanım okuldan gelene kadar da iyice dinlendik annemle. Pazartesi gününden beri de ödevleri beraber yapıyoruz yeğenimle. Teyze-yeğen beraber ilk ilkokul ödevimizi yaparken; hem ne zamandır beklediğimi ve beklediğime de kavuştuğumu düşündüm hem de yeğenimi bu uğraşları içinde gördüğümde büyüdüğüne daha fazla duygusallaşamam derken daha çok gururla karışık duygusallaştığıma tanık oldum... :)

Şükür ki! Allahım isteyen herkese nasip etsin böylesi zamanları yaşamayı... :)

Kah okuyor, kah zorlanıyor ve bazen gerçekten olmuyor derken; dikkat süresinin kısalığı ve yeterince oturmamış düzeyde olduğu öğrendiklerini gözlemliyoruz. Sanki hızlı gidiyor, bir o kadar da yavaş... Şimdi hiçbir netliği yok, şu süreçte erken ama layıkıyla olur zaten ve bu süreçleri yaşamanın tadını çıkarmaya başladık böyle velhasıl. 

3  gündür ödevlerini yapmasına ben yardım ediyorum ve kuzum hem muzur hem de yer yer çok okuma tekrarı konusunda asi... :) Oysa hatırlıyorum; geçen sene görsel hafızasıyla okumaya nasıl hevesli ve niyetlerinde ısrarcı idi öğretmemizden yana. Yine okumaktan yazmaktan yana ısrarcı ama büyüdükçe değişirek gelişiyor kuzumuz... :) Şükür ki bize de bunu gözlemek nasip oluyor işte...


Bu sene kışlık yapılamadı bizim evde ve sağlık olsun da, yavaş yavaş yapılır diyoruz şimdi de.. Dün annem pazardan 5 kilo beyaz fasulye almış, dün akşam oturup onu ayıkladım tek başıma. :) Bizim evde kışın, normal kuru fasulyenin yanı sıra; beyaz fasulyeyi de çok tüketiyoruz ve kışa bu açıdan hazırız yine...

Dün saat 9da başladım ama sonra ara verdim, Kağanım geldi okumasını yaptırıp onu yatırdık derken; sonrasında 2.30'a dek annem ütü yaptı, ben fasulye ayıkladım işte... Geldim geleli duraklama, yavaşlama uğraşlarıma tüm bunlar iyi geliyor aslında. Başarılı olur ve durakladığım gibi devam edebilirim diye umuyorum işte... (:



İşte bu çerçevelerde dört gün geçti; Kağanımla ve ailemizle öyle özleşmişiz ki, özlem gidermeye uğraşıyoruz. :) Bu üstteki resim de bugünden. Ben Kağanım yazısını yazarken, kitabımı okuyarak kontrol ettim bugün onu; güzeldi, özel bir andı ve hafızamda güzelce yerini aldı...

Diliyorum bu fotoğraflar gibi, nice güzel anlar biriktireceğiz daha. Şimdilik biraz yavaşlama, kalbimi aklımı toparlama ve yanımdakiler ile özlemlerimi giderme zamanı. 

Şükür sevgili İnternet günlüğüm; öğrendiklerimi anlamlandırmamıza, kavuştuklarımıza, sağlıklı sevdiklerimize, sağlığımıza...

Şükür.

11 Ekim 2018 Perşembe

Şiirlerle Hayat #22 - Çocuklarınız... #HalilCibran


Bugün 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günüymüş. Bu her şeye bir gün bulmaya nasıl karar veriyorlar bilmiyorum ama bazen de bazıları uygun düşüyor... :)

Madem konu kız çocukları, yanına erkek çocuklarını da katıp evlat gözüyle de bakabilirsek eğer; her çocuğun kendi kararlarını alma, hayatlarını yönetme ve yollarına bakma gibi bir yaşam özgürlükleri olduğunu ortak bir öğreti kabul edebiliriz. Bunu ortak bir düşünce olarak kabul etmeliyiz! Bence öyle, ya sizce? Bu konularda da benim aklıma bir tek şiir geliyor, en sevdiğim... 

"Çocuklarınız Sizin Çocuklarınız Değil." Halil Cibran. Şiirlerle Hayat adlı yazı dizimin, 22. şiiri. İyi okumalar olsun... :) Diğer "Şiirlerle Hayat" yazılarıma da, buradan ulaşabilirsiniz...


Çocuklarınız... 

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin.
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever

Halil Cibran (Khalil Gibran)


Halil Cibran, 6 Ocak 1883 doğumlu, Lübnan asıllı ABD'li ressam, şair ve filozof. 
Kendisini Türk yazarlarımızdan sanıyordum ama değil imiş. Vikipedi'ye göre; 3 adet filmi bulunmakta, eserleri 30'dan fazla dile çevrilmiş ve oldukça başarılı da bir ressam imiş...
10 Nisan 1931'de ABD'nde hayata gözlerini yummuş..


Bu benim en sevdiğim Halil Cibran şiiri, daha ne kitabını okudum ne de başka şiirini. Ama bu öğretiyi benimsemiş kişilerin çocukları olsun isterim hep, okuduğumdan beri...

Sanırım ilk okuduğumda bu şiiri lisede idim ve birçok arkadaşım vardı çevremde; ailesi tarafından, nasıl düşünsün ve ne okusun diye kendisi adına karar verilmiş. Üzülürdü her biri, üzülürdüm ben de. Benim ailem öyle birileri olmadı, bizi şekillendirdi ve de doğruyu öğretmeye çalıştılar ve elbette fikirlerini de sundular; ama tamamiyle bunu yapmalısın demediler hiçbir zaman. "Okumalısın!" dediler ablama da bana da, onların tek koşulu ikiniz de okuyacaksınız oldu bize...

Sonra büyüdük, ben bu şiirin üniversitede de değerini gördüm; mesleğini de, yaşayacağı hayat tarzını da seçmiş arkadaşlarım oldu yine. Ok'u da yay'ı da kendi bilen ailelerde yetişmişler ve hayatı yaşayamıyordu arkadaşlarımın çoğu... Boşverdi hepsi birer birer, yapmak istediklerini de unutup zaman doldurdu ve hayata atılmayı geciktirdi! Kimisi de, kendisine biçileni gerçekleştirmeye uğraştı. Ama zorlandı, ama kolay yaptı ve sonucunda bir kısmı sadece kendi istediği yola dönüp yeniden yol alabildi...

Yok muydu, kendine biçilen yolun esas doğru olduğunu görenler de oldu; ama kendileri değil, ailelerinin yönlendirmesiyle buldu. Kendileri gibi yapmaya çalışan ailelerin yetiştirdiği bir kısım arkadaşlarımı da, lise ve üniversite bittikten sonra bulamadım mesela. Belki çok yoğunlardır, kendilerine biçilenlerden yana dedim; belki de kendilerine biçilene razı gelmek zorunda kalmışlardır... Ama hep bildiğim, Halil Cibran'a hak verdiğim oldu... Hiçbirimiz başkasının çocuğu değiliz hayata yönlendirilmek manasında, yolu bizim bulmamız gerekiyor; gösterilmesinin ötesinde bizim karar vermemiz gerekiyor...


Malum, bugün Dünya Kız Çocukları günüymüş, tüm kız çocuklarımızın günü kutlu olsun; Kuzenim İncimin ve de tüm kız çocuğu olmuş nice yakınlarımın... :) Bu yazıyla bağdaştıracak noktaya gelene dek bir şeyler daha söylemek istiyorum...

Yıl 2018 ama hala eğitimden arda koyulan ve evlendirmeye erken değilmiş gözüyle bakılıp, 18'inden önceki yaşlarında yetişkin ilan edilmeye kalkılan kızlarımız mevcut. Ne yazık ki, böyle görülen erkeklerimiz de mevcut... Anadolunun dört bir yanında hem de, doğu-batı ayırmaksızın... "Bir gün batarsa bu ülke ekonomiden değil, ahlaksızlıktan batacak bu gidişle!" diyen bir kesim var bu sıra, abartıyorlar diyemiyoruz!

Kız çocukları okumalı, kendini savunabilmeli, kendini her türlü hayat üzerinde idare edebilmeli; diye bilmeli, bildirmeliyiz bu sebeple. Kız çocukları, evlendiğinde erkek eline bakmadan yaşamalı ve anlaşamadıklarında ayrılmaya kalktıklarında da bana ve evladıma kim bakacak dememeli!

Erkek çocukları da okumalı, ama okurken de çalışırken de kendi işini görebilmeli. Evlense de evlenmese de, kadınlardan medet ummamalı her işte. Ne yemek, ne çamaşır ne de hayatının kararlarını, bir başkasına devretmemeli de...

Velhasıl bir gün hayatın çocuklarından birini yetiştirecek olursam (bir anne olarak da!), hem benim hem de benim olmayan bir çocuğu; bu annelik babalık öğretisi olan şiiri, hiç unutmamak istiyorum. Kendi fikirleri, kendi kararları ve iyi yönde olmasına uğraşacağım kendine ve hayata dair idealleri olan bir çocuk ve çocuklar yetiştirip, onu hayatta tutmak istiyorum. Yanlışlardan korurken, benim yapmak istediklerim veya benim olmasını uygun gördüklerimden ibaret bir hayatı olmasın.

Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değil. Onlar kendi yolunu çizen hayatın oğulları ve kızları... En sevdiğim ve en anlamlı bulduğum, hayatın içinden şiir dizeleri; benim size bugün Şiirlerle Hayat köşemden hediyem olsun istedim. Halil Cibran'ın kalemine sağlık, ruhu şad olsun...


9 Ekim 2018 Salı

Dün Rüyamda Çok Güzel Birini Gördüm


Dün rüyamda hayatımdaki en güzel kişilerden birini görmüş olarak uyandım; anneannemi... Allah rahmet eylesin, vefat edeli 16 yıl oldu. 16 yıldır her defasında rüyamda sessiz bulunduğunu hatırlarım çoğunlukla. Birkaç kez "oy kuzum!" diye sevdiğini biliyorum, birkaç kez de "Didoşum" diye öptüğünü... Ama dün sabah uyandığımda, dolu dolu konuştuk! Bu benim hatırladığımca ilkti...

Yerde yatıyormuşum, bir halının üzerinde. Ev kalabalık oysa ki yine ama ben yerde yatıyormuşum boylu boyunca. Anneannem giriyor, halısında yattığım salona; görür görmez inanamayıp ağlamaya başlıyorum. Saçları omuzunda, kafasında bir bandana var; yüzü apaçık ortada, hem rengi hem de kilosu yerinde... Gelip yere eğiliyor güzelce, oturup yanıma "oy kuzum" diye sarılarak öpüyor yanaklarımı. Ağlıyorum ben de sadece, bir "anneannem" diyebiliyorum sadece!

Yanımızda bir akrabamız var, "Ağlama kuzum, üzeceksin anneanneni!" diyor. Anneanneme daha iyi sarılmak için oturuyorum bu sefer, anneannem bana daha sıkı sarılırken o akrabamıza dönüyor "Ağlasın, dokunma! Ben onun için geldim zaten, özlemiş o da kuzum. Ben de nasıl özledim..." diyor sakince. Ağlıyorum özlemle ben de...

Sonra anneannemle kalktık, uzun zamandan sonra ilk defa rüyamda beraber bir şeyler yaptık. Evde bir güzel telaş vardı ama ben anneanneme dondurmalı, çikolatalı ve de bisküvili olarak ayrı ayrı tatlılar yaptım küçük kaselerde ve onları tattırdım. Anneannem hepsi için fikrini söyledi bana. Her fırsatta ya o beni öptü, ya ben onu öptüm... "Oy kuzum!" dedi hep, "Oy kuzum!"...


Rüyam aslında işte tam bu kadardı. Ama öyle özlem dolu ve öyle gerçekçi bir rüyaydı ki, sabah kalktığımda ciddi ciddi ağlamış olduğumu ve gözlerimde bir ferahlık olduğunu da hissettim. Allahıma şükrettim, hep anneannemi de rüyamda görmek istiyordum böylesi ama dile getiremiyordum artık. Hep rüyama gelip, sessizce gidiyordu çünkü. Bana sarılıp öperken, "kuzum" derken ki sesini duyarsam duyuyordum bazen. Ama yaşarken ki sesine kadar aynıydı her şeyiyle bu sefer...

Dün sabah kahvaltı ederken, dayım evde değildi ve kahvaltıya oturana kadar anneme anlatmadım bu rüyamı. Kahvaltıya oturduktan sonra da, "Anlatmayacaktım ama dayanamayacağım da, bugün rüyamda çok güzel birini gördüm ben!" dedim gülerek. Annem önce "Kağan mı?" dedi. (Ki kendisi yeğenim olur bilindiği üzere, 7 yaşında. Şu sıra, biz dedemin vefatı sonrası işlemler için hala Antalya'dayız annemle ve onlar Gemlik'te... Ki bir diğer güzelliğim de o'dur, evet! :)

"Hayır, onu da çok özledim ama değil!" dedim. "Annem mi?" dedi sonra gözleri dolu dolu. "Evet!" dedim. Sonra bu sefer ki rüyamın, diğerleri gibi olmadığından başlayarak anlattım. Anlatırken kendimi yine tutamadım ve ağladım... Farkettiğim bir şey oldu o an; Kaybettiğim sevdiklerimi gördüğüm rüyalarımı gördükten sonra, bir kez anlatıp ağlayabiliyorum. Anlatmayıp ağlamadığımda, o içime oturuyor resmen. Anlatınca rahatlıyor ve o gerçekliği sanki yaşıyorum, artık bir ödül gibi bu; biliyor ve anlıyorum...


Dün anneannemi gördüğüm rüyamdan sonra, çok bir şey yapamadım gün boyu. Bitirmek için 150 sayfa kadar sayfası kalan "Gerçek Renkler" adlı kitabımı okudum ve bitirdim. Bir de gün boyu, esasında bu rüya ile yine mesajlarımı ve öğütlerimi aldığımı düşündüm. Böyle sıkkın olduğum bir anda rüyama girmesi bence tesadüf değil. Anneannem benim için geldi ve derler ya "sessiz gelirse, gerçekten gelmiş demektir." Hayır, bence bu sefer benimle konuşmasına rağmen daha gerçekti... Ben öyle hissettim...

Durma, devam et dedi belki de anneannem. Duyulmadığını sanıyorsun, ama yanılıyorsun da! dedi. Ben anneannemin bana sarılışında, benim yaptıklarımı tatmasında ve yanımda bulunmasında böyle bir anlam sezdim. Yüzüme bakarken bile bir şeyler söylüyordu aslında bana. Güzeldi, güzeldik... O gerçek dünyada, bizse burada olsak bile hala güzeliz. Zira onu güzel hatırlıyoruz, onun ardından hep güzel anılarını duyuyoruz ve çokça özlüyoruz...


Dün bitirdiğim kitap Gerçek Renkler'de kitabın en sevdiğim cümlelerinden biri şöyleydi;

Önemli olan, kim olduğunuz, zor zamanlarda birbirinize nasıl kenetlendiğinizdi. Mühim olan kalbinizde yer verdiğiniz insanlardı.

Böyle, cidden böyle. Mühim olan; hayatta veya değil, uzakta veya yakında demeden, kalbimizde yer vermeye devam ettiğimiz insanlar. Ben kalbimde yer vermeye devam ettiğim sevdiklerimin suretinde, belki de kendi çapımda evrenin veya bilinçaltımın mesajlarını alıyorumdur, diyorum bazen...

Bazen bir rüya, birçok şey demek. Bana kalırsa bu rüyada da anneannem bana birçok mesaj vermeye geldi. Durma dedi, durduğunu düşünsen de yorgun hissetsen de durma. Benim yolum buradan gidecektir belki de, pes etmemekten yanadır gidiş yolum... Hayallerim adına, yer yer duraksadığım, çoğunlukla da hep kaldığım yerden devam etmelerim de bundandır belki...

Mesajımı aldım şükür, mesaj değildiyse bile; bana sunulan ödül idi ve kıymetini bilmem gerekiyordu ise de, bildim. Kendimce ödüllerimden de, yanlışlarımdan da dersler çıkarmaya devam edeceğim inşallah... Bu da böyle bir yazı işte, geçmişe uzanan bugüne değinen. Ruhun şad olsun anneannem ve tüm öteki dünyaya yolcu ettiklerim... İyi ki geldin, hoş geldin ve yine gel anneannecim. Kuzun seni çok seviyor!

5 Ekim 2018 Cuma

Böyle Olsun İsterdim - Krrish 3


Dün Krrish serisinin üçüncü filmini de izledim... Bundan 1,5 ay önce tanışmıştım Hrithik Roshan ve filmleriyle ve izlediğim üçüncü filmi Krrish 2 olmuştu. "Bang Bang" filmine bayıldığımı ise, birçok kez söylemiş olmam lazım ama yine yinelemek isterim tabii... :)

Krrish 3, serinin en iyi filmi olabilir bence, bu arada bir tek serinin yayınlanan ilk filmini izlemedim ama en yakın zamanda onu da izleyeceğim. Krrish serisine, ikinci filmden de başlayabilirsiniz benim gibi; zira anlatıyor ilk filmi ikinci filmde de zaten... Serinin dördüncü filmi de 2020'de çıkacakmış bu arada, ben beklerim de izlerim de düşünüyorum... Spider Man'den sonra, bir başka süper kahraman filmini sevmem sanıyordum ama Krrish en sevdiğim oldu şimdi. Nedenini şöyle özetleyebiliyorum, böylesi daha olabilir geliyor. :) Bir insan böyle güçlere sahip olabilirmiş gibi geliyor ve bunu seviyorum diyorum kendime...


Krrish 3'ü izlerken, filmin çoğu sahnesinde keşke gerçek olabilse de böyle bir güce sahip olabilsem dedim. Kendi adıma, Krrish'in gücünden diledim. Tabii böyle bir güce sahip olsam, zor bile olsa bunu onun gibi adaletli şekilde hastalıklarla savaşan kişilerde kullanabilmek isterdim...

Krrish, dün izlediğim üçüncü filminde; hastalıklı kardeşi, kendi kanıyla yaptığı kötü bir virüsle birçok ırka hastalık yaydı durdu. Sonrasında bunu kısa sürede engellemenin yolunu, Krrish "kendi kanından bir panzehir yapılabilinir mi"de buldu... Bir önsezi ile bir tek kendisinin yakalanmadığı virüse, babasıyla karar verip kendi kanından yaptıkları panzehrini ülkesine yaydı. Filmi izleyin, doğaüstü gelecektir ama izlerken eğleneceğinize de eminim...

Krrish'in kardeşi, babasının Dna'sından oluşturulmuş ve engelli bir çocuk olarak var olmuş. Tüm dünyada, kendi kemik iliğine uyan birini arıyor. Bulamıyor tabii ama bu arayışı içerisinde, kendine bir merkez kurmak durumunda kalıyor ve bu merkezde birçok deney yapabilmek için de epey parası olması gerekiyor... Bu parayı bulabilmekte kendince bir yol buluyor; kendi kanından bir virüs oluşturuyor ve bu virüsü ülkelere yayıyor. Öyle bir virüs ki, teması halinde, 5 saniye ila 5 dakika arasında hastalık vücudu sarıyor... Kötü niyetli kardeşimiz, birçok insan öldükten sonra bulamadıkları panzehrini en yüksek miktarda ihtiyaç duydukları zamanda, talep etmeleri gerektiği ana doğru hazırlıyor ve hastalıklı bölgeye aktarıyor... Kazanma yolunu bulmuş evet, ama düşünsenize nasıl güçlü bir kan!

Bu arada bu bahsettiğimiz kardeş bedensel engelli ama sadece iki parmağını çalıştırabiliyor ve beyninin tamamını bu iki parmağına güç aktarmakta da kullanabiliyor. Kimse onun gücü karşısında duramıyor da. Evet, bedensel engelli ama taşıdığı kanın gücü kendini iyileştirmeye de yetmiyor yani. Ta ki, babasına ulaşana dek...

Krrish olmak ister miydim'e gelince; öyle bir doğaüstü güçle dünya üzerinde karşılaşmayı isterdim, diye düşündüm. Hiç hasta olmamışçasına, hayatın tam içinde olmayı; ama eksik dilekle değil, ailemin de sağlıcakla var olduğu bir hayatta ve iyilik üzerine savaşmayı isterdim...

Tabii, gelelim inkar etmek istemeyeceğim bir gücün varlığına; bir Allah'ın olduğuna inanıyorum ve bir gün hiç hasta olmamışçasına iyileşebileceğime de inanıyorum... Ama bazen acele ediyorum, hayallerimde bile! Çok heves duyduğum birçok hayalim var, yaşamak istediğim... Bir de tedavisi bulunmamış bir hastalığım var! Bu hastalığımın tedavisinin bulunmasını elbette istiyorum. Dünya üzerinde, birilerinin bu tedavi yöntemini bulmasına bağlıyız neticede. Zira, kasları şu yüzyılda bile nasıl iyileştirebileceğimizi bilemiyoruz; bilsek ve tedavisini bulsak da, başka sebeplerle ilaçlarını kullanamayan Sma'lılar gibi olabileceğimizi de düşünmeden edemiyoruz!

Krrish bu özel gücüne nasıl kavuşmuş biliyor musunuz? Esas değinmek istediğim burası aslında benim... Babası zihinsel aksaklığı bulunan bir birey imiş. Bir gece şehirlerine bir uzay aracı iniyor; bir uzaylı, babasına kendi özel gücünden veriyor. Aslında bu gücü göndermeye sebep, annesinin bir duası olduğu söyleniyor filmde... Kendi gücünden Rohit Mehra'ya veriyor uzaylı Jaadu, zihinsel engeli ortadan kalkan çok akıllı bir bireye dönüşüyor Rohit. Sadece biraz saflığı kalıyor o kadar... :)

Onun kanından olan Krrishna ise, bedenen çok güçlü bir birey oluyor. Zihin gücünü bedenine aktarabilen bir birey... 

Şimdi hal böyle olunca, insan elbette bir de şöyle düşünüyor; film bir bakıma, birçok hastalığın zihinde veya gen aktarımından ötürü bedende mi olduğunu söylüyor diye... Hem öyle hem de değil diye birçok hastalık için söyleyebilirim bunu! 

Şahsen ben bu filmden sonra, bir uzaylı gelse korkarım diyemeyeceğimi de keşfettim. Bir uzaylı gelsin istiyorum, içimden bir his bu uzaylı gelsin ve iyilik elçisi ilan etsin beni bile dedirtiyor! :D

Yanlış anlaşılmasın, ne hayatımdan bıkkınlığım var ne de vazgeçmişliğim. Sadece galiba bu filmi çok sevdim ve böyle bir uzaylıyla karşılaşmak ister miydim? diye kendime sordum ve "Evet, isterdim!" diye de cevap verdiğimi gördüm. :) Bir mucizeyi yaşamak ve o mucizeyi de izlediğiniz bir filmdeki gibi, nasılını sorgulasan da bilemeden yaşamak isteyen yok mudur?

Kendi mucizemi gerçekleştirebilmek istiyorum, gerçekleştirebileceğimi de biliyorum bir yerde. Ama böyle bir mucizeye seçilmiş olmak ve taçlandırılmak isterdim ya. Evet böyle olsun çok isterdim! :)

Umarım her birimiz kendi mucizemizi gerçekleştirebiliriz, filmde dediği gibi "içimizdeki Krrish'i" bulabiliriz! (:

Sevgilerimle...

3 Ekim 2018 Çarşamba

2018'in İlk 9 Ayı Nasıl Geçti


2018'in İlk 9 ayını geride bırakalı 3 gün oldu bugün. Dedemin vefatından sonra, neler yaptım neler ettim bu kadarlık zaman dilimi içinde diye düşünmeye başladım istemsiz. Herhangi bir ölümün ardından, düşünmemek imkansız zaten; ama bir yakın ölüm gerçekleştiğinde, daha çok düşünüyor insan... 

Dedemin tedavi süreci 9 ay sürdü. Teşhisi, tedavisi, tedaviler arası dinlenme süreleri ve son hastanede yattığı günler içinde idi bu sürecin... Gerek sıkıntılar, gerek beklentiler, gerekse de umut etmek ve umutsuzluklar arasında gittik gittik geldik bu süreçte. Çok şey yapmaya çalıştım; kalan son derslerimi bitirme gayreti içinde idim, çok film izlemeye, çok kitap okumaya ve çok yazı yazmaya uğraştım...

En çok da kendime çok vakit ayırmaktı amacım... Hayalleri ertelememek ve onlar için daha çok sorumluluk duymak! Bunu başarmak için adımlarımı attığımı düşünüyorum, hem de oldukça ciddi adımlar...


2017 yılında ay bitimlerinde yazdığım "Nasıl Geçti" adlı yazılarımı, 2018'in ilk aylarında da devam ettirmek istemiş ama Mart'tan itibaren sürdüremez olmuştum. Bu yazı telafi olur diye umuyorum bu sebeple, Ekim ayının da mutluluklarla geçmesini dileyerek... :)



49 adet film izledim...


İzlediğim 49 filmin her birini yazıp yorumlayamam ama sizi sinefil.com profilime yönlendirebilir ve en çok sevdiğim 3 filmi de söyleyebilirim diye düşündüm... Sinefil, Filimadami.com'un değişime uğrayan hali. Siteyi yenilediler ve şimdiki halini aldı. Hala kullanıyorum. Okuduğum kitapları kaydetmeyi sevdiğim kütüphane siteleri kadar (Goodreads ve Vikitap gibi), izlediğimiz filmleri de kaydetmeyi ve yorumlarını okumayı seviyorum...

Benim ilk 9 ayda izleyip de en beğendiğim filmler arasına giren 3 filmim; Senden Önce Ben (Me Before You), Ölümsüz Aşk (The Age Of Adaline), Bang Bang... Üç filmi de samimiyetle izlemenizi öneririm. Senden Önce Ben'i, izlemeden önce, kitabını okumanızı da öneririm. Ben bu sefer ilk defa filmi olan bir kitabın, önce filmini izlemiş olsam bile... :)


21 Kitap okudum, 25 adet kitap hedefime az kaldı...



2018 için, kitap okuma hedefim 2 senedir 25 adet kitap okumak idi. 25 Kitap'a ulaşmadan, bu hedefi yenilemeyecek ve arttırmayacağım demiştim. Nihayet bu sene derslerimin azalması ve en nihayetinde okulumun da bitmesi ile o hedefime ulaşıyorum. Eylül ayı sonu itibariyle 21. kitabımı da bitirdim, sene sonuna kadar 25 kitap hedefime ulaşacağımı ve geçeceğimi bile düşünüyorum.

En güzeli de, 21 kitap okuyup içerisinden en beğendiğim 5 kitabı seçmekte zorlanmam oldu. Okuduğum kitap sayısını tutturacağım diye, kendime bir şey katmayacağını düşündüğüm kitapları değil; birçoğunu okumak istediğim listelerimden seçip okudum bu sene. Sene sonunda da "okuduğum kitaplar" listemi yazacağım 2018'in ama diğer okuduğum kitaplarımı şimdiden görmek isterseniz; "Goodreads profilimde", okumak istediğim ve okuduğum kitaplarımın güncellemelerini bulabilir, beni takip de edebilirsiniz. Takipleştikçe kitap değerlendirmelerinden ve yeni kitaplardan da daha çok haberimiz olur... :)

Bu 9 ayda en beğendiğim 5 kitaba gelecek olursak, bunlar;

Bülbül - Kristin Hannah,

Ay Bahçesi - Kristin Hannah,

Simyacı - Paulo Coelho,

Kimyager - Stepheine Meyer - (Yazısını yazdım ve orada da bunu belirttim ama yinelemek istiyorum; bu kitap birçok terim, birçok yeni bilgi içermesi ile beni mutlu eden kitaplardan biri oldu. Kimyagerlik ile ilgili ya da tip dünyası ile ilgili, okuduğumda beni başka bir hayatı yaşıyormuşumcasına heyecanlandıran kitapları seviyorum. Bir de bu kitabı okuduktan sonra, Stepheine Meyer'in okumadığım kitabı kalmadığı için mutluyum. :))

Senden Sonra Ben - Jojo Moyes


2018'in İlk 9 ayında yaptığım için kendimle gurur duyduğum bir başka şey de, hikayelerim adına da yazmaya devam etmemdi...




Sizlere tekrar yinelemek istiyorum, aylar öncesinde yazmıştım bunu; Wattpad'de bir hikaye yazıyorum, adı Hayaller Denizi... Bu sene 2 ayda bir şeklinde bölüm yayınladığım sürece ilerlediyse de başlarda, son birkaç aydır ayda bir olmak üzere yazmayı sürdürdüğüm bir hikayem kendisi. Yazmayı ve istediğim gibi kurgulayarak kendi hayallerimi okumayı seviyorum esasında. Bu hikayeyi de, Wattpad'de içime sinerek yazmayı sürdürebildiğimden ötürü çok seviyorum artık. Bir şans verip okumanızı ve benden iyi kötü güzel yazılmış yorumlarınızı esirgememenizi diliyorum... :)


Bir bu değil; bir de saklı iki hikayem var böyle, biri hala başlarda... Diğeri de hayat hikayem, yazmayı ve kitaplaştırmayı hayal ettiğim üzere yazıyorum onu da. 2018 hayal ettiğim gibi gidiyor şükür ki bu alanda da diyebilirim işte. Bir sonraki hayal, hikayelerimi kitaplaştırmaya hazır hale getirmek. Acemice elbette şu an, profesyonel şekilde yazdığımı iddia edemiyorum şimdilik; edebildiğimiz zaman da bizden geçmiş demektir bence. Sadece, okuduğum kitaplarda aradığım kurguyu oluşturmaya uğraşıyorum kimi zaman. Kimi zaman da, rüyalarımda gördüğüm hikayeleri yazıya döktüğüme şahit oluyorum. Yazmak ne hafife alınacak, ne de çok büyütülecek bir şey. Hani abartıya kaçarsanız, her şeyin tadı bozulur ya; öyle bir şey. Böyle hissettiriyor bana...


Bunların yanında;

Hareketlerimi ihmal etmedim 9 aydır, tek bir gün bile! Çok şükür ki, sene sonuna kadar da; ömrümün sonuna kadar da egzersizlerimi her gün hayatımda tutmam gerektiği bilincine bu sene iyiden iyiye eriştim! :)

9 aya; 49 film, 21 kitap ve birçok egzersiz sığdırıp, çok yazı yazdım. 2018'in bir diğer hedefi, bloğuma en az 100 yazı yazmış ve bu 100 adet yazı hedefini de geçmiş olmaktı. İki bloğumda da yazdığım yazıların toplamı 100'ü geçiyor ama Yıllar Geçerken'de henüz bu rakama ulaşamadım.

Size bundan bir başka yazıda bahsetmek istiyorum aslında ama yeri gelmişken de bahsedeyim; benim garip inanışlarım var, batıl inanç derecesinde değil, kendimi motive etmek üzere bence... Bunlardan birine bloğum üzerinden örnek verecek olursam, ne kadar çok yazı yazar isem o kadar çok kendimi ifade etmeyi başarabileceğimi ve yara aldığım birçok konuda iyileşeceğimi düşünüyorum...

--> Yani inanışım hepimiz adına bir bakıma da... Bence ne kadar çok kendimizi ifade etmeyi başarabilir, çevremize anlatırken kendimize de açılırsak; o kadar başarılı oluruz, yaşamak ve kendimizi gerçekleştirmek konusunda. :)

Kendimi ifade edebildiğim bir yazımdan daha sonra, teşekkürlerimi sunar ve beni okuyan gözlerinizden öperim... Sevgilerimle. (:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...