* Bugün diğer günlere nazaran tam uyanamadım, 1 saat sevgili Onur Yar'ı dinleyebildim sadece (Metro FM'de) ve sonra geri yattım uyudum. İçinde bulunduğum hisleri bazen anlamlandıramıyorum, dün öyle bir gündü benim için ve neyse ki o da bitti.
** Bugün "Bir Çocuktu" demeye geldim, kendi küçüklüğüm ve benim gibi çocukluğunda çok net anlamsızlıklar yaşayan kronik hastalıkla boğuşan arkadaşlarım adına da... Bir Çocuktum, bir çocuktuk; anlaşılmak ve bu dünyaya sığmaya çalıştık. Kimimiz başardı kimimiz başaramadık. Hayatı ne kadar seversek sevelim, içinde bulunduğumuz toplum bazen bizi etkiliyor, engel olabilir miyiz bilmiyorum; en azından büyüyene kadar buna dur diyemiyoruz, özellikle de kendi içimizde. Onu iyi biliyorum...
= Bir Çocuktum;
Bir çocuktum, hastalığımla ilk tanışmamızı yaptığımda. Öyle ki, engelli adayı olduğumu bile aklıma getiremiyordum. Daha ben de bilmiyordum yani bu tanımı, nedir kimdir ve neden olur... Hastaydım sadece ama hastayım bile diyemiyordum. "Rahatsızdım" çünkü bana göre. Hasta olan herkes, daha büyük yaşardı hastalık etkilerini de mi? Ben öyle yaşamaz durumdaydım.
Arkadaşlarımdan daha çabuk yoruluyor, arkadaşlarımdan daha fazla düşüyor ve daha çok dinlenme ihtiyacı duyuyordum. Bunun haricinde yürüyor, koşuyor, oyunlar oynuyor ama bazen de zorlanıyordum...
İşte taa bu zamanlar almaya başladım o garip sorulardan en garibini "Doğuştan mı hastasın, kaza mı geçirdin?" Hala bu soruyu düşününce bana çok saçma geliyor, ben hasta olmadan önce de bir başkasının nasıl hasta olduğunu merak etmedim ve şimdi de etmiyorum edemiyorum. Çünkü bu birini "hele ki küçük yaşta bir çocuğu" çok daha kötü hissettirebilecek bir şey. Ama maalesef insanlar bilmeleri bir şeyi değiştirmese de bilmek istiyorlar, "doğuştan mı hastasın, kaza ile mi oldu?"
Madem öyle buradan devam edeyim; ben 5-6 yaşlarımda iken çıktı hastalığımın belirtileri, 7 yaşımda da ilk tanımı aldım. Muscüler Distrofi Limb Girdle, Türkçe söylemi ile Kavşak Tipi Kas Erimesi; çoğunluk olarak omuz ve kalça bölgelerinde yaşanan kuvvetsizlikler sebebiyle yaşanan bir grup kas hastalığıdır. Merdiven çıkmakta, oturup kalkmakta, kollarını uzatmakta ve bir yerlere uzanmakta zorlanarak ve çok uzun yürüyememekle başlayan bir kas hastalığı. Sonrası yürüyememeye, oturup kalkamamaya ve de daha fazlasına da sürükleyen bir hastalık tipi.
Henüz kesin bir tedavisi olmamakla beraber, şu sıralar birden fazla tedavi seçeneği çıksa da; hiçbiri tamamen iyileştirmiyor diye, devletimizin de ilaçlarımızı karşılamayı reddettiği bir süreçte ilerliyoruz. Hala tek tedavilerimiz olan fizik tedavi seanslarımızı ve ona benzer seçeneklerle devam ediyoruz sağlık maratonumuza...
Daha bir çocukken, bu seçeneklerin s'si bile yoktu ve ben hep "tek tedavimiz fizik tedavi, bir başka tedavimiz yok" diyordum. O zamandan beri bana "ama daha çok çalışsan iyileşirsin değil mi?" diyorlardı. Zaman geçti bu inanış hala değişmedi, üstte size söylediklerimi onlara da söylemiş olsam bile...
*
İşte ben daha bir çocuktum; oyunlarda sütten olmakla başladı ilk zorbalanışım. Yarıya kadar oynuyor, kandırılıp oyundan çıkarılıyordum. Bu en iyi haliydi ki, bazı zaman hiçbir oyuna alınmadığım zamanlar da oluyordu. Küçük yaşta en büyük zorbalıklarımı yaşadım; yaşıtlarımdan dayak da yedim, yaşıtlarımdan küçük düşürücü laflara da maruz kaldım ve yeri geldi velileri tarafından dahi anlaşılamadım. Sonucunda bir şekil büyüdüm ama ben büyürken kendime büyük bir söz de verdim; büyüdüğümde ne olursa olsun, yapılan bu yanlışları anlatacağım.
Bir çocuktum ve çocuktuk; ben yapılmaması gerekeni biliyor ve anlatamıyor olduğum için ağlıyordum. Küçüklüğümde "mızmız", "ağlak" ve de "fazla duygusal" diye adlandırdığım dönemleri de yaşadım. Oysa sadece anlaşılmak istiyordum ama anlaşılmıyordum. Çoğu öğretmenimin dahi beni anlamadığı bir yaşamı yaşarken küçüklüğümde; büyüdüğümde yanıma "anlaşılmama korkusu" zararım olarak kaldı.
Önceki yazımda da belirttiğim gibi, şimdi 32 yaşındayım ama ben hala anlaşılmamaktan yana zaman zaman çok takıntılıyım. Dönem dönem anlaşılmadığımı düşündüğüm durumlarda fazla atağa geçiyor içimdeki bir his. Daha çok anlatıyorum, daha çok söyleniyorum, daha çok saçmalıyorum... Farkına vardığım birçoğunda artık kendimi durduruyorum, anlaşılmak zorunda olmadığımı hatırlatıyorum kendime.
***
İnsanız işte yine de anlaşılmak istiyoruz, ben yaşadım ama bir başkası yaşamasın istiyorum. İlkokul, Ortaokul, Lise Ve Üniversite hepsini okudum. Liseye kadar çocuktum, bir şekilde herkes kadar çocuk olarak görülmek istedim. Bunun da olabilmesi için milli eğitim sistemimizin okullarda daha ilk haftadan veli ve öğrencilerle doğru bir iletişimle tanıştırılmayı isterdim. Böylece ne akran ne de veli zorbalığı yaşardık...
Veli zorbalığını çok yaşamadım, belki birkaç garip bakış ve farklı olduğum için arkadaşlarımın yanında diğer arkadaşlar gibi normal görülmemek ve davranılmamak haricinde (İşte bu da yok denecek kadar azdı ama üstte bahsettiğim olsaydı, bence bu dahi olmazdı)
Arkadaşlarıma öğretilmesini istedim hep, benim anlattığım gibi yaptıkları zorbalıkların yanlış olduğunu ve sevmek zorunda olmasalar da saygı göstermek zorunda olduklarını. Hasta olduğum için ekstra ilgi aramıyordum ama ekstra sövgü de istemiyordum... Topal, sakat, özürlü denmesini istemiyordum. Dalga geçilmesini istemiyordum. Yok sayılmak, öğretmen öğrenci arasında senin yok sayılmanı arzulamak ve yeri gelince de başarılı olunca "engelli olduğu için" diye anılan olmak istemezdim...
****
Bir Çocuktum; ilkokul ve ortaokula dair genelde ağlamalarımı hatırlıyorum. Gülerek hatırladığım anılarsa, artık benim için büyük mutlulukla anılamıyor.
Yalnız bırakıldığım anlarım, yanlış anlaşılmak üzerine kurulan muhabbetlerim var benim ilkokul ve ortaokul anılarımda... Gruplaşıp da dalga geçen arkadaşlarım var hatırımda. Hoşlandığım çocuk adına hor görmeler, beni ona ispiyonlayıp kötülemeler ve dahası...
Senelerce katılmayı istediğim etkinliklerde yer almakta geride bırakıldım mesela. Hiç unutamadım, seneler boyunca istediğim bir etkinlikte yer almaya hak kazandım; ortaokuldan son ayrılacağımız sene... O kadar çok heyecanla o etkinlikte sunum yapmak istemiştim ki, sonucunda heyecandan o konuşmayı yapıp da sonrasında yerime geçememiştim. Heyecandan öyle kitlenmişti dizlerim, bir şekilde bir öğretmenim kollarımdan tuttu da yerime geçirdi sonrasında. Hem utanç, hem hüzün hem de hala heyecanla hatırlıyorum o anımı...
Çocuktum işte, çok eve dönünce anneme ablama babama ağladım; bana salak dediler, beni oynatmadılar, benimle oynamadılar, sen koşamıyorsun dediler, Didem seni istemiyoruz anlasana dediler, bugün beni kimse dinlemedi, güzel giyindim güzel davrandım ama kimse anlamadı, ağladım diye ağlak dediler, seni seviyoruz ama ağlamadığın zamanlarda dediler... Dediler de dediler diye...
Annem ve ablam hep derdi ki; onlar öyle deyince öyle olmuyorsun ama insanlar hep bir şey söyleyecek, bundan sonra buna alışmalısın. Bazısını susturup bazısını susturamayacaksın, elimizden geleni yaparız ama çoğu zaman yalnız da baş etmek zorunda kalacaksın...
Evet ilkokuldan sonra hep tek başıma baş etmek zorunda kaldım, çocukluğunu tekrar yaşamak isteyenlerin yanı sıra da bir daha çocukluğumu yaşamak istemedim. Hayallerimde hep, okullarda engellilerin varlığını anlatmak var oldu. Şehir şehir gezip neler yapabildiğimizi göstermek ve anlatabilmek istedim. Sağlığım bu hayallere el vermedi, ben de yazmaya hep devam ettim...
Diyeceğim o ki, küçüklüğüme vermiş olduğum bir sözüm var. Onu tutmak için de yazıyorum daha çok. Anlatamadığım hiçbir şey bırakmayana kadar yazmaya devam edeceğim. Misal şimdiki hissettiğim halime de bir yazımda değinebilirim gibime geliyor; tam hissedememek ve hala küçüklüğüne dair üzüntülerine dalıp gitmek hiçbir çocuğun veya yetişkinin gerçeği olsun istemiyorum. Her birimiz de bu gerçeklik adına uğraş vermeliyiz...
Sevgilerimle, okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)