17 Ekim 2020 Cumartesi

İyi - Kötü İki Hafta - Ekim 2020


 İki haftalık aranın ardından yeniden merhaba... :) İki haftadır yoktum buralarda, sebebi önce evden uzaklaşmam idi sonra da yazı yazmaya halimin kalmaması oldu... Şimdi yazıyorum yeniden, iki haftada yine kendimce çok düşünüp belki de bir yerlere vardıramamış gibi hissetmelerimin ardından. Ama esasında çok haklı serzenişlerime rağmen tekrar ayağa kalkabildiğim zamanlarımı anlatmaya geldim çoğunlukla... =)




Geçen hafta başında sabahtan kalkıp ablamlara gittik babamla, ta bu hafta başına dek de dönmedik-dönemedik... 3 gün diye gidip, iki günü haftayı tamamlamak için; sonraki iki günü de bir arada işleri halletmeye devam edebilmek için tamamladık. Pazartesi döneceğiz dedik ki, o gün deli dehşet bir sinir ağrısı ile sınandım yeniden. Çok şükür ki gün boyu o acıyı çekmiş olmama rağmen, akşam kalkıp sırtta da olsun yürüyebilir hale geldim yeniden ama... 

Geçen hafta ablamlarda annemle beraber idik, babam yine gece gidip sabah geldiği için Mavişi yanımıza almamıştık ama bir çantalık eşya alıp birkaç günlük evden uzaklaştım yine... Ara ara yaptığımız şey bu, Kağanım doğdu doğalı yaptığımız bir şeydi; şimdi de Defnecim de sebeplerimize eklendi şükür... =) Ara sıra bir arada olmak iyi geliyor ve yine bu birliktelik hem yeğenlerimle vakit geçirmek için fırsat oldu bana hem de bu sefer anneme kışlık tarhanamızı yaparken yardım etmek için oradaydım... Bir arada zaman geçirmek her defasında hep daha başka...

Kağanımın derslerine uzaktan müdahalemi yakınlaştırmış olduk yine, kendi bilgisayar üzerinden işlerime ve dizi filmlerime ara vermiş oldum sonra; hep başlayacağım dediğim örgü projeme de başlayabildim bu sayede, hırka tipi kimono... :) Örmeye çalıştığım modelimi burada bulabilirsiniz...

Geçen hafta başladığım örgü ipimle örmeye, acemilik yapıp devamını bulabileceğimi umarak başladığım için; ördüğüm öylece yarım halde kenara kaldırıldı tarafımdan, zira hardal sarısı diyebileceğim o renk ipin devamını bulamadı babam... Öyle olunca, aynı kalınlıkta kahverengi ip aldırdım babama ve yeniden başladım... 

Geçen hafta bolca örmekle, bir dizi sezonu bitirip (Emily İn Paris), bir belgesel izleyip bir film izleyerek geçti gitti... Onun haricinde çoğunlukla Defnemle Kağanımla oynayıp ilgilenerek geçirdik günlerimizi. Sanırım dinlendim bile diyebilirim... Ders çalışamadığım için üzülme durumum yoktu, bir önceki yazım "Olumlu Ol Ve Çok Sev" adlı yazımda yapacağım dediğim maddelerimi ertelemek zorunda kaldım ama sevdiklerimle idim ve sağlıklı idim! Ufak görünebilecek kendi uğraşlarımızdan dahi büyük sorun görmektense, uzaklaşmasını da bilmemiz gerektiğini düşündüm durdum. Yaşanılan şeylerin, bir yerde "böyle olması gerekiyormuş" diyebilmekle ilgili olduğunu bir kez daha farkettim... Yer yer beklentiyle sarsıldım, beklentilerimi büyütmemeyi hep unuttuğumu farkettim. Ama birçok şeyi hatırladım, an'da kalmayı, yanımdakilerle yetinmeyi ve bu anın üstüne an eklemeyi ihmal etmeyi üstün saymamam gerektiğini... 

Bir arada olmak yine güzeldi; yeğenlerimi izlemek, onlarla oynamak, kendimi dinlemek ama kendi kendimin çok üstüne gitmeme gerek göremeyeceğim bir alanda olmak bana da yine iyi geldi... =) 

Geçelim bu haftaya madem; =)


Haftaya ablamlarda başladık bu hafta da, şiddetli bir bel ağrısı ile sınandım ki o gün; korktuğumuz şeyler başımıza geliyor sandık resmen... 

Haftasonu eve geçemedik, bir gün ablam evi temizleyeyim sen Defne ile ilgilen dedi; ertesi gün annem ile eniştem Bursa'ya çarşıya gittiler, ihtiyaçlarını aldılar geldiler. Derken haftasonu izinlerinde de daha güzel vakit geçirdik beraber. Pazartesi gününe gelince de, o gün de planlanmış yemeğimiz sebebiyle, -bir arada iken yapabilmek için- akşamına dönmeyi teklif etti annemler...  

Pazartesi kitabımın kalan son 50 sayfasını okuyarak başladım yeni haftaya da... Tüm hafta süren bel ağrılarımla her gece yatmadan önce ayaklarımı yükseğe uzatmak suretiyle okumalarıma devam ederek başa çıkabilmiş ve kısmen de olsa başarmış şekilde haftayı bitirdiğimi düşünmüştüm.. Öğlen vakti, yeğenimin haftalık ders programına bakmak ve maillerimi kontrol etmek için bilgisayarı önüme almıştım ki; daha birkaç dakika geçmeden belime çift taraflı acı girdi ve nefesimi kesti. O ağrıyı iki kemiğimi de biri kırıyormuş gibi bir acı olarak anlayabiliyorum hala; azı yok, öylesine keskin bir acı idi! Öyle ki gözlerim karardı ve biraz nefes almaya başlayınca annemi çağırıp durumu anlatıp ağlamaya başladım o şokla beraber...

Bir musubet bir nasihatten evliyadır sözü çok doğru; önceki deneyimlerim sebebiyle, birkaç dakika içinde "Didem, kendini kaptırma ve bir an önce sakinleş!" diyebildim kendi kendime. Acıya kendini ne kadar odaklarsan, o kadar çok seni sarıp sarmalayıp zehirliyor resmen! Bunu zamanla öğrendim... Sakinleşince durum hemen geçmedi ama kontrolüm altında geçmesi için sakinlikle yönetebildim sakinleşmeye çalışırken o süreci... Fizyoterapistimi aradım hemen, bana ilk söylediği "acilden giriş yapıp hemen MR çektirmem gerektiği" idi. Ama durumum ciddi idi ve hastaneye gider isem daha da zarar görebilirdim. Taşınmak, sırtta da olsa yürümek; böyle durumlarda hiç mümkün olabilen bir durum olmadığı için ve daha çok sıkıntılarımı arttırdığı için, o an için nasıl müdahale etmem gerektiğini sordum. Hastaneye gidemem, en azından bugün, dedim. O zaman "nasıl ve ne kadar süreyle buz uygulaması yapacağımı anlattıktan sonra, ağrım hareket edebilir duruma gelince hastaneye gitmem gerektiğini de ekledi." 

Haftanın ilk günü bu ağrının şiddetini azaltma uğraşlarıyla geçti. Acıyı geçirmeye uğraştım, önce ağrı şeklinde hayatını sürdürsün razıyım dedim. İlaç zor durumda kalmadıkça yasak bana; o gün eve gideceğimiz zaman dilimini iple çektim, sinir ağrılarım için kullandığımız ilacı alabilmek için...

Sinir ağrısı olduğunu çok iyi bilebildim o gün, zira geçen sene de önceki sene de yaşadığım türden yanmalar başladı belimde; acım biraz azalmaya başlar başlamaz... Üç senedir mevsimsel olarak kış mevsimine girişte yaşıyorum artık bu ağrıları, ama bu seferki kadar şiddetli bir acı hiç olmamıştı. Acı ve ağrı ayrımı varmış, bu ağrı tipi sayesinde öğrendim... Şiddetli yanma ağrısını iki senedir biliyordum, bundan şiddetlisi yok diyordum. Ama bel postürümün bozukluğunda değişik ve ilerleyen mevzular var ki, ağrı acıya döndü ve fizyoterapistimin dediğine göre "sinir sıkışması yaşamışım belli ki!"

(11-17).10. 2020 tarihleri arasındaki haftam acıyla başladı, ağrıyla devam etti işte...



Salı sabahına iyi uyandım, önceki gece ilacımı içip yatınca ağrıyla uyumuş dahi olsam! Sabaha belirgin bir ağrım vardı, yoruyordu ve nefessiz bırakıyordu; az hareket edebiliyor ama bir gün öncesine göre de iyi haldeydim şükür...

Öğlene doğru biraz örgümü alabildim elime, başladığım kimono tipi hırkam için ilk parçamın az kalan ip ipini bitirdim ve ikinci ipime geçtim. Bu arada bir önceki hafta öğrendiğim ip bağlama yöntemiyle ekleme yaptım; burada onu da belirtmek istiyorum. Ben sihirli ip bağlama tekniğini bu videodan öğrendim. :) Eğlenceli ve de faydalı, minik bir düğüm kalıyor ve onu da örerken saklamak o kadar zor olmuyor zaten! =))

Salı günü Mavişimle kavuştuk bu arada; bir haftadır babamın gözetimi ve ilgisi altında idi ama özleşmişiz de ona rağmen baya... Dışarı çıkardığımda dizime oturup beni izledi durdu, normalde ben örgü örerken ipimle oynar misinamı çekiştirirdi yoksa. Bu sefer ilgisini mi çektim ne olduysa! (: Video çektim o gün, Reels videolarına adım attım o video ile de. İki adet Reels yaptım bloğumun instagram sayfasında; o videoların ilki burada, ikincisi de burada...

Evde bir can yaşadığı zaman, hem alışıyorsunuz hem de canınız oluyor bir anda. Arkadaşınız, oğlunuz-kızınız gibi oluyor. Maviş de benim oğlum sanki! Cidden, o his önemli. Youtube'da köpeklerini oğlum kızım evladım diye seven bir aile var; garip geliyormuş kimisine göre ve sormuşlar Sevgili Seray Yılmaz'a. Benimse o güzel yavrulara öyle seslenmesi öyle hoşuma gidiyor ve öyle garibime gitmiyor ki, ben gibi hisseden birinin olduğuna seviniyorum aksine. Önemli olan onun sizin türünüzden olmaması, sizden var olmaması değil işte; sizin nasıl hissedip, nasıl benimsediğinizle alakalı! =)

Bu arada, o youtuber dediğim aile Yılmaz Ailesi. Çok sevdiğim Sergül Kato'nun ablası, Seray Yılmaz ve ailesinin kanalı... :) Tavsiye ederim bu kanalı takip etmenizi de...



Gelelim haftanın beni en zorlayan ikinci gününe, hastaneye gittiğimiz Çarşamba gününe... Ben Şubat ayından bu yana, Nöroloji kontrolümü yaptıramıyor olmanın sıkıntısıyla yaşarken; bu sıkıntı gelmeden önce yine randevu arıyordum kendim adına. Bel ağrılarım başladı, sıkıntılı günler geçiyor ve kontrol olmalıyım diyerekten... Bu durumlar ciddileşince, randevumu da hala bulamamış olmanın getirdiği gariplikle; acilden belki bizi doktora ulaştırabilirler, dedik. Gittik, beni kontrol etmesi için taa geçen seneden tavsiye edilen araştırma hastanesine. Zira bahsetmişimdir, geçen sene bu zamanlar devlet hastanesindeki fizik ve nöroloji doktorları bizzat "araştırma hastanelerine ve fakültelere gitmemi önerdi bundan sonra". Çünkü devlet hastanelerinde bizim gibi hastalıklara dair tedaviler karşılanmayacak ve ilaçlarımız yazılamayacakmış...

Haziran'dan bu yana birkaç kez randevu aldım, fakat her birini iptal etmek durumunda kaldım. Öncesinde aldığım her randevuyu doktorların olmayışı sebebiyle iptal ettim, sonrasındakileri de hastanelerin tehlikeli olduğunu söyledikleri ve acil olmadıkça gitmememizi önerdikleri için... Ben sürekli hazırda bulunduramam ki randevu meselesini; şu an randevu almaya kalksam şansım yaver gitmedikçe bulabildiğim en erken randevu 15 gün sonrasına denk geliyor... :/

Velhasıl, gittiğimiz ek bina araştırma hastanesinden ana binaya yönlendirildik Çarşamba günü önce, bir sene önce bana bakan hastaneden; "artık ana binada bakılacak sizlere" denildi çünkü. Pekala, dedik ve ana binaya gittik. Acilde iğne vurmak ve ilaç yazmaktan başka hiçbir şey yapamıyorlarmış; doktor çağırmak da dahil buna, doktora yönlendirmek de. Oradan hiçbir şekilde doktora ulaşamadım, doktorun kendisine ve sekreterine ulaştırılmam da 3 saatimi buldu... Sonucunda doktoru da yerinde bulamadım ve hastanenin tüm katlarını gezmiş, tekerlekli sandalye tepesinde ağrıyan belimin beni rahatsız etmesiyle yorgun halde eve dönmüş bulunduk...

O günün tek iyi haberi, bir sonraki Salı'ya randevu bulabilmem oldu. Randevu merkezinden, şansım yaver gitti de işte! O günün en üzen ve dehşete düşüren durumu ise şuydu; benim gibi tedavisi olmayan kronik bir rahatsızlığa sahipseniz bile (Kas Erimesi gibi yani), randevusuz gittiğinizde acilde de bir şey yapılamıyor artık, doktorlara ulaşamıyorsunuz işte... Hasta olmamaya bakın, ya da kendi hastalığınıza dair ne olur ne olmaz randevunuzu elinizde bulundurun (neme lazım!); ciddi bir durum olduğunda, doktora ulaşmanız randevunuz olup olmamasıyla alakalı çünkü! :(


Çarşamba günü çok üzüldüm, çok yıprandım; gerçekten! Düşünün ya; ağrım artıyor, beklenmedik dehşet verici bir ağrı ve ailemle beraber bunun bir atak sancısı olabileceğini de düşünüyoruz! Ama bilgili bir doktora dahi ulaşamıyoruz, acilde bile! 

Devlet hastanesinde benim rahatsızlığımı bilen doktor sayısı hayli az olduğu için araştırma hastanelerine yönlendirildiğime bir nebze olsun sevinmiştim geçen sene aslında; "ama doktora ulaşamadıktan sonra bu benim neyime yarayacak ki?" dedim o gün, gün boyunca! Fizyoterapistim beni yönlendirdi, acilden doktora ulaştırırlar seni, diyerekten. Biliyoruz ya, acil durumlarda oluyor böyle mevzular. Neticede o gün acildeki doktor da bir şey yapamadı bana, hem pratisyen doktor olduğu hem de bilemediği için. Ne doktora ne de acilde müdahale edebilecek bir doktora ulaşabildim. Dehşete düştüm, inanın bana büyük dehşete düştüm!

Çarşamba günü o yorgunlukla gelip biraz uyudum ve akşamına da sersemliğimi ancak erken yatıp yatağımda sessizliğime gömülünce atlatabildim ki şunu kendime hatırlatabildim; "Bazı şeyleri yaşarken o hiç bitmeyecekmiş ve sonuçlanmayacakmış hissi, acayip rahatsız edici. Farkına varırsan eğer, silkelenmemiz gereken anlar onlar..."

Üst taraftaki fotoğrafın üstüne bunu yazmıştım o gün... Kitaplarıma ulaştığımda, sakinliğimde kaldığımda netlikle kavrayabildim yeniden. Yüzeyde kalan "her kışın baharı, her gecenin sabahı ve her gündüzün de bir sonu var. İyi ki..." cümlesine o gün varabildim, sakinleşip sakin kalabildiğimde... İyi ki... :)


Ben rahatsız olunca, bu haftayı da beraber geçirdik işte; annem, yeğenlerim, babam ve ben... Kağancım Salı akşamından itibaren bizde kaldı, Defnecimi her akşam dedesi annesi ile beraber evlerine bıraktı ve sabah yeniden gitti aldı... Kağanım hafta boyunca bizim sitedeki çocuklarla beraber aşağıya inip oynayabilme fırsatına erişti, ben Defnemle ve Kağanımla daha çok vakit geçirebilme fırsatına...


Bu arada ne yazı yazabildim ne de istediğim gibi "yapacaklarım" listemdeki maddelerimi yapabildim. Kağanımını bugün öğlen evine götürdü babam, artık önümüzdeki günlerde planları gerçekleştirmek için uğraşacağım ama haftaya başlayacağı üç gün ev iki gün okul rutininde okul kısmında bizimle kalacak yine. Kendi sitelerinde aşağıya inip oynayan arkadaşları olmadığından sebep, burası ona büyük nimet oldu şükür ki... =)

Defneme gelince, bu hafta çığlık atmayı pekiştirdi ve alkış yapmaya başladı kendince (çok şükür)... :) Bir çocuk senin gözlerinin önünde büyürken buram buram huzur ve şükür hissine rastlıyor insan. Böyle bir deneyime kavuşmak için doğurmaya ihtiyaç yok işte; kuzen olur, yeğen olur, hiç olmadı komşu çocuğu olur. Sımsıkı tutun, bir insanın var oluşunu izleyebilme fırsatına. O çok kıymetli bir farkındalık bence... :))




Böylece geçen iki haftanın ardından yazı işlerime dönebildim işte. :)

Bu sabah uykumu almış kalktım ve gördüm ki haftanın sonuna doğru haftaya başladığım gündeki gibi sıkıntılarım yok, çok şükür ki... Bilebiliyorum; şekil değiştirmiş ve şiddetini arttırmış bir bel ağrım var şu an, ama henüz nedir ne değildir bilemiyorum hala muayene olamadığım için. Diliyorum hayırlısı olsun hakkımda ve de hakkımızda! İçimden geçen şu; sinir ağrımı tetikleyen belimdeki postür bozukluğu biraz daha arttı ama ötesinde büyük bir rahatsızlık yok. Sadece bu beni daha da zorluyor artık ama fizyoterapistime göre daha kötüsü de olabilirmiş, umuyormuş ki olmasınmış... Salı günü muayeneye gidince göreceğiz...

Bugün kahvaltı sonrası Kağanımı evlerine bıraktı babam, ben Mavişimin kafesini temizledim ve annemle kahve keyfi yapabilme fırsatı yakaladık... Çiçeğim açmış; Mavişim yeniden tüy dökmeye başlamış (2 gündür görüyordum ama kafesini temizlerken ciddiyetine de vardım), mevsim değişimlerinin onun da üzerinde etkisi gördüm - çiçeğimin de... Sonra Mavişimin benden beklediği ilgiye cevap verdikten sonra yazmaya giriştim. Saat 20.00 ve ben öğlen başladım yazmaya ama yarıya dek yazıp sonrasını şu saatte tamamlamaya giriştim... 


Bu yazımı şöyle toparlayabilirim sanırım; 

"İyi-kötü iki hafta geçirdim; ilk hafta durakladığıma üzüldüm ve bunu dert ettim, ikinci hafta bir acı sebebiyle zoraki sakinliğe geçtim. Acı anında ve sonrasında farkettim ki, sakinlemem ve ondan sonra hareket etmem gerekliymiş. Ötesi hiçbir işime yaramıyor, aksine kendi kendimi köreltmeme sebep oluyormuş."

Bir musibet, bir nasihattan iyiymiş, görerek de yaşamak gerekirmiş; içinde bulunduğumuz bu senede yaşadığımız korona musibetinin, yıllardır benimseyemediğimiz nice nasihati birkaç ayda bize öğrettiği gibi... :) 

Okuduğunuz için teşekkürlerimle, sevgilerimle ve görüşmek üzere.. =))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...