Dün yeni bir hafta ve yine bir Aralık'a umutlarla başlayalım derken, Yalova'ya doktor kontrolüne gidemeden başladık haftaya. Geçen hafta bacaklarımda oluşan kasılmalar ve de bu kasılmalara bağlı fiziksel ve de içten yanmalarımın oluşmaya yeniden başlaması sebebiyle kontrole gidecektik, yarına kaldı. Yarın bana doktor yolu gözüktü. Fizik doktorumuz ne diyecek bakalım, umarım güzel sonuçlar alırız...
Dün (04.12.2017); sabah balkonda başlayıp, akşamına da balkonda noktaladım günü... Yalova'ya gitmeyince Kağanımı okuluna gönderdikten sonra, balkonda ne zamandır kendime vermediğim duraklama fırsatını kendime verdim. Sabah kahvaltımın sonrasında annemin yaptığı kahvelerimizi içtik, üstteki resimde solda görüldüğü gibi. Bir süredir, kahvenin yanında 1 adet yemekten hoşlandığım naneli çikolatamın kabı saat şeklinde olduğundan, bu fotoğrafı "Vakit nakittir, değerini kıymetini bilmem gerekir!" dedim ve düşünmelere başladım. Düşündüğüm kadar da yazmaya karar verdim ve üstteki resmin sağ tarafında hava kararana dek kendime almam gereken notlar ile başladım haftaya... :)
Özlediklerimden bahsedeceğime söz verdim ya hani, üstteki görüntüler ile size ilk itirafımda bulunmak istiyorum; üşümemeyi değil de, soğuğa eskisi gibi meydan okuyabiliyor olmayı özlediğimi farkediyorum bir süredir.
Ne bileyim, eskiden bu kadar etkilenmezdim ki soğuktan. Kaslarım hiç şişmedi ilk atağımı geçirene dek böylesi... Fırtınalı havada sımsıkı giyinip atkılarımızı sarınıp dışarı çıkma gafletinde bulunurduk da, yürüdüğüm sırada arkamdan rüzgar ittirirdi beni! Hızımı arttırır devam ederdim yoluma, ağzımda "pıtı pıtı" şeklinde geçip giden "Allahım düşmeden şu apartmanın kapısına ulaşayım!" duası ile apartmanın kapısına gidişimi hatırlıyorum da; büyük bir macera idi benim için o anlar...
Özlemekten nefret ettiğimi düşünürdüm bir ara, nankörlük gibi görürdüm; çünkü şükürdü bugünüme, daha kötülerini gördüm ya hani ben. Ama 1 senedir, söylemekten çekinmemeye gayret gösteriyorum. Çünkü söyleyemediklerim büyüyor; içimde, kaslarımda, nefesimde, beynimin en ücra köşesinde... Belki yapamadığım birçok hayalin arkasında bu var, çünkü ertelediğim en büyük olgu bu benim için bu sıralar. Özlediklerimi kendi kendime yazmayı sevmeme rağmen, kendime dahi yazmıyorum ki ben! Ta ki şu ana dek... :)
Ve bugün (05.12.2017); not alıp da bilgisayarıma ve de şu üstteki defterlerime yazacağım birçok notumu irdeledim bilgisayarıma kaydettim kendimce. Defterlerime döneceğim dedikçe kendime; birçoğunu telefonumun, bilgisayarımın ve mailimin not bölümlerine kaydettiğim dolu anıları ve notları kaydettim aklımda. Üstteki resimdeki küçük defterimin üzerinde şöyle yazıyor; "Kalbin konuştuğunda, iyi notlar al. - When your heart speaks take good notes." Notlarımı almış ama yazamamışım birçok yere, oysa ne defterler bitirdim dururdum ben şu iki sene öncesine dek.
"Defterlerime yazmayı da özledim!"
Ama öyle basit yazmak değildi eskiden benim yaptığım, ben hiç utanmadan kime ne hissedersem önce defterime yazardım. Sabah-öğle-akşam demeden defterime yazardım. Sevdiğim bir not çıkardı izlediğim bir programdan, hemen koşa koşa defterimi kapar gelir onu not ederdim. Defterime uzanmak zor gelirse de, not alır ama mutlaka onu ihmal etmez yazardım. Uzun zamandır kimseye, duymadığım aşkı yazardım ben. Belki uzun zamandır birinin beni seveceğini ve benim de birini seneler önceki hesapsızlığımla seveceğimi düşünmediğimden yazamıyorumdur şimdi...
Yazmayı özledim; günlük tutuyor olsam da yine, eski zamanlardaki gibi hesapsızca içimi dökebilmeyi istiyorum ben! Bunu özledim. Ama özlemlerimi yazamadıkça, yaşananların bana hissettirdiklerini de aktaramıyorum...
Ya sen okuyucu; hangi özlemini yazmadın ve dile getirmedin de bulunduğun alanda, en sevdiğini düşündüğün alanlarda dahi kendini yetersiz hisseder oldun? Ben bu ara yazmaya olan ilgimi de, yeterince içinde bulunamadığım sosyal medyaya olan ilgimi de, özlemlerimi ertelememden sebep yeterli ölçüde gerçekleştiremiyor görüyorum kendimi. Ama gel gelelim özlediklerimi yazar isem toparlanabilirim bence. İtiraflarım gelmeye devam edecek yani, bir de yanı sıra
Mesela, bir itiraf daha; dans etmeyi, ayakta dikilmeyi ve rüzgara meydan okumayı da, her ortamda bulunmaktan daha çok özledim.
Ayakta olmayı deli gibi özledim, az arkadaş öz arkadaş olgusunu deli gibi kavradım. Bulunduğum birçok ortamda kabullenmek ya da kabullenilmemek artık umurumda değil, ama bu sefer de ben ayakta değilim. Yazacağım çok şey var, dertleneceğim çok şey vardı eskiden; hepsi birer anı oldu ama kırıkları içime battı. Ben özlemlerimi erteledikçe, içime içime kanayan yaralarım dilimden sözleri çıkaramaz oldu.
Ben eski kendimi çok özledim, bu itiraflarım o kendime ulaşabilmek için. Ben yine benim, ama daha fazla yaralanmayayım diye, özlemlerimi gerçeğe dönüştürene dek konuşmayı erteledim! Bozuyorum dilime vurduğum mührün geçerliliğini. İçimde yaşıyordum ne varsa da; "insan söylemese de özlemeye devam ediyor ve meğerse daha çok kanatıyormuş yarasını!" diyorum işte.
Sevgilerimle, Didem Köse...
Not; bu itiraflar da, bu blogtaki diğer yazılar gibi bana ait ama uzun zamandan sonra böyle itirafları tek bir yazıda sıralamak benim için çok zordu. Ama başardım, isim ve soyismimi yineleme gereğini de bu sebepten kendi adıma duydum. Görüşmek üzere... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)