13 Ağustos 2024 Salı

Geçen Haftanın Cumartesisi - 03.08.2024 Cumartesi

Yaş 32, doğaya daha da fazla ait hissediyorum kendimi...




Doğa içinde daha rahat, daha içten huzurlu ve de kendimdeymişim gibi. Son zamanlarda teknolojinin gelişmesiyle gerçek ilişkiler kurmaktan uzaklaşan insanoğlunun her fırsatta yüzleşmesi gereken şey, doğal hayat içinde yer aldığında ne hissediyor bir bakması gerektiği bence.

Gemlik'in yüksek kesimlerde köylerinden birinde, Haydariye Su Düşen Şelalesinin kenarındaydık bugün. Şelaleye akan suyun oluşturduğu dere kenarına kurulduk. Ördüğüm örgümü, okudum kitabımı ve dumbell'ımı aldım geldim. Annem, babam ve ben. Annemin dayısıgilin arsasına geldik sabahtan. Güneş vurana kadar orada idik, sonra güneş çıktığı an erzaklarımızı toplayıp şelaleye doğru geçtik.

Doğaya çıktığımda küçüklüğümden beri en korktuğum şey böcekler meselesi oldu bu zamana dek. Son senelerde kendimi geliştire geliştire meğer bugüne dek getirmişim. Vızıltı duyduğum an, kanat sesi duyduğum an (böcek, arı vs) çığlık atan benim üzerime; bugün arı kondu. Önce kolumda gezdi, korkmadım değil ama sakin kalmaya uğraş verdim yine de! 

İlk Vızıltıları duyduğumda yüreğimin korkusu beni ürküttü, nasıl burada akşam geçecek dedim. Sonra okuduklarımı düşündüm, hayal et hiçbir şey olmayacak. Sonra sakinledim, ferahladim. Sürece sadece inandım, çünkü en dip noktada idim ve ya o ya o kısmında idim.

Bir an sesimi çıkarıp, "anne baba bu arı sürekli üstümde geziyor ama korkuyorum" Dedim. "Bizim de burada var arı, korkma bir şey yapmıyor." Dediler. Onlar dere suyunun içine attıkları masanın çevresinde oturuyorlardı, ben derenin kenarında başka masada... 

O vızıltıya o gün dahi alışamadım, ama biraz olsun direncini kırdım hassasiyetimin. En fazle ne olur? İğnesini batırır, canım acır,  iğneyi çıkartırlar ve hastaneye gideriz hemen. (Acaba benim arı sokmasına alerjim var mı?)

Gün bitti geçti bile ama o vızıltıya hala alışamadım, duyduğumda en inceden içimi oyuyor o ses. Ama hassasiyetim azaldı biraz, çok şükür... 

En garipsediğim ana gelince; önce boynuma vızıldayarak gelen, sonra da sesi kesilir gibi olunca koluma yürüyen bir şeyi karınca sandım. Elimi uzatınca arı çıktı elime, parmağımda bir arı ve ben hiç kalp çarpıntısı olmadan arıya bakıyorum. Efsane bir andı ve bu anlar yaklaşık 5-6 senelik kendini böcek korkusu sebepli teskin etmeye çalışan birinin yaşadığı iyileşme anıydı... 

*** 


Doğa içinde geçirilen bir gün, arıya dokunduğum ve vızıltıya geliştirdiğim dirençli bir gün; okuduğum kitabi yarıladım, elimdeki örgümün yarım yumak ipini bitirdim...

En çok da dinlendim; hiçbir ekran veya dış ses olmadan kendimi dinledim. Çünkü bu bölgede telefonlar çekmiyor, radyo almayı unutmuşuz ve telefonumda da kayıtlı müzik bulunmuyordu. En son ne zaman böyle bir mekanda bulundunuz? 

Ben günün sonunda kendimi evde bu kadar verimli olmadığımı düşünürken buldum. Yaptığım çok bir şey yoktu ama daha diri ve net görüyordum uğraşlarımı. En azından düşüncelerim bile temiz ve bana aitti. Kimsenin derdiyle dertlenmeden, aşırı empatiden, duyarlılıktan, benim olmayan hisler bilgiler ve de uğraşlardan uzak... 

Bu çok şey demekmiş, farkettim. Oradan geldim geleli dikkat etmeye karar verdim, baktığım gördüğüm empati kurduğum ve dert edindiğim haberlere çok odaklanmayacağım.

Hayat geçip gidiyor da, gerçekleştirmek istediğimiz hayaller adına uğraş vermemiz gereken zamanlarımızı erteliyoruz çoğunlukla. Yerine olmadık üzüntüler ve endişeler koyuyoruz. Sanal görsellerin yapay mutluluk hormonu salgılamasına kapılmış durumdayız. İşte bugün bunlar acı geldi bana...

03.08.2024- Cumartesi, Su Düşen Şelalesi Çevresi

18 Temmuz 2024 Perşembe

Kusurlarımızla Sevmek - 18.07.2024


Dün kendime zaman zaman sorduğum sorulardan birini sordum instagram hikayemde sizlere de; (instagram hesabım ---> didolatte_)

"Kendini görünür görünmez kusurlarınla sevebiliyor musun?"

İnsan kendini ne kadar sorgularsa o kadar anda ve de kendinde kalabiliyor bence. Peki sizce?

Benim bu soruma cevabım evetti bu sefer, şükür ki; ama bir dönem ne yazık ki benim bile cevabım "hayır" idi. Bu seferse, ilk başta hemen farkettim de hemen bir ama vardı içimde; bazısı beni ben gibi sevemiyor, diye. Hemen arkasına bir soru iliştirdim;

"Peki, çok mu gerekli?" --> İşte burada hep hatırlamam gereken o cevabı yapıştırınca rahatladım: Hayır, hiç de gerekli değil!

**

Sosyal medya aleminde süslü laflarla anlattıkları "kendinizi sevin" cümlelerinin özünü kavramalı ve ötesine takılmamalıyız. Hepsinin anlatmak istediği öz, "yetişkin bir birey olduysan kendini kabul ettiğin gibi kabul edilmediğin yerden uzak dur". Aslında bu kadar basit işte.

Bazen içgüdüsel belki de, yalnız kalmamak uğruna nelere tahammül ediyoruz. Zorbalığa mı, hakarete mi, ötekileştirmeye mi, düşüncelerini kabul etmemeye mi, dış görünüşünde kusur aramaya, yaşama stiline karışmaya veya daha fazlası deneyimlerine saygı duymamaya mı! 

- Kimseyi rahatsız etmedikçe ve mutsuz etmedikçe, kendi hayat düzenimizde yaşamaya gayret edelim. 

***

Bir laf vardı; seni sen kadar benimseyen biri olana kadar yalnız kal, diye. İster arkadaş, ister eş, isterse de eksik hissettiğin bir şey olsun bu; olmuyorsa zorlamaya hiç hevesim kalmadı inanın ki! 

Yaşama çabamı ve hayatta var olma amacımı kavramayan herkesle de yollarımız ayrılsın gereken yerde. 

Yüzümde sivilcem varmış, gıdım ne kadar uğraşsam da gitmemiş, saçım bozulmuş, fotoğraf çok da fotojenik çıkmamış, başkasının gözüyle bakayım olmuş mu? Bunların da hiçbirini umursamıyorum artık...

Görünür görünmez kusurlarımı kabul edince daha kolay oldu hayat. Zira ben de insanım ya, beğenmeyen uzak dursun demek bu kadar kolay hepimiz adına.

???

Şimdi bu paylaşım ne ki Didem diyenlere; 

Hem içimden geldi, hem de yeni yaşımdan önce biraz daha bu konularda seviye atlamam gerektiğini farkettim. Yaşım ilerledikçe stresle yaşamak konusunda daha beceriksiz olmamak adına, bu düşünceleri geliştirmem gerekti.

Ve #iyiki :)

1 Haziran 2024 Cumartesi

Mayıs Kapatır, Haziran Açarım - 1 Haziran 2024


Kapat Mayıs'ı kapat, soğuk gelmesin. Yaz geldi, ortalık şenlensin! =) (Burada kaş kaldırıp göz süzdüğümü düşünün, zira son iki gündür varolan havadan o kadar memnunum o kadar memnunum işte...)


Bu fotoğraflar mesela bugünden; enerjisi ve güneşi bambaşka değil mi sizce de? :) Dün gram üşümeden uyudum ve biliyorsunuz ki üşümektense, sıcak olduğu için uyuyamamayı tercih ederim! Kaslarım o derece iki gündür rahat işte...

Bir Kas hastası olarak soğukların ceremesini ben çekiyorum ama yılın 9-10 ayı soğuk olmasına ve iklimlerin şekil değiştirdiği için yazı daha da kısa yaşayabilir olduğumuza rağmen; yaz gelince, "sıcak, esmiyor, yanıyoruz" diyenler birazcık yansın ve bizler toparlanalım diyorum... =)

***

Çok uzatmadan bir çağı kapatıp yazı açmaya girişelim, 2024 Mayıs ayı yeniden çok radikal kararlar alıp değişiklikler yaşadığım bir aydı. 

Sabahları erken kalkmaya başladım; şimdilik 9.30 ve 6 Mayıs'tan bu yana değişmemesinden de memnunum. Zamanla düzeltir vücudum kendi uyanma saatini yine ama zamanı gelince.. 

Tığ işi örgü çanta siparişlerime daha da adapte olup siparişlerime odaklandım. Bir deri etiket ismim bile mevcut, buradaki instagram hesabımda 2024 isimli öne çıkanlar albümümde görebilirsiniz...

Çok kitap okuyamadım ama nicedir okumayı çok düşündüğüm üzere bir kitabı edindim. Adı "Rezonans Kanunu-İsteklerin Yönetimi, yazarı Pierre Franckh. İşte bu kitap sayesinde de, baya bir farkındalık yaşadım;

En basitinden "ayağa kalkabilmeyi istiyor olsam da, isteklerimin büyük kısmında "bir yere kadar" ilerliyorum." Ötesine dair kabullenmiş olduğum çok "çevresel inanışım" var. Keşfettiğim gibi o kötü inanışlarıma da çalışmaya başladım kendimce... Umarım kısa zamanda bu alanda da çok iş başarırım!


Bitmedi, beni ne zamandır beklediğim için en çok heyecanlandıranını da sona sakladım;

Mayıs ayında fizik tedavi aldığım rehabilitasyondaki 4-5 veli ve hastalarıyla beraber bir whatsapp grubu kurup, ilçemizde bizler için yapılmakta geç kalınan şeyleri konuşabilmek adına toplandık. Şimdilik bu haftanın ilk gününde (27 Mayıs 2024- Pazartesi) olmak üzere bir kez toplandık, bir ilerleme haritası çizdik kendimize. Bu ayın ilk haftasından başlayıp bayrama kadar olmak üzere görüşmeler planladık. Umuyorum en kısa zamanda başlayacak ve sonrasında Belediye başkanımız ile de diğer yetkililerle de görüşme sağlayacağız... :) Aslında hedefimiz bir dernek kurabilmek ama bunun için de acele davranmaktan ve sağlam iş yapmaktan yana fikrimiz mevcut. 

Bu durumda sizlere de zaman içinde görev düşecek, çünkü benden bizzat zamanları geldikçe yine "sosyal medyadan" yardım istememi rica ettiler. Birlikten kuvvet doğar, çıktığımız yol bir çırpıda sorunlarımızı halledebileceğimiz kadar kolay değil; sonu da çok çabuk gelmeyecek, nesillerce devam edebilecek bir köklü oluşum olmasını sağlamamız gerekecek... Ama beraber yaparız yine, inancım tam! =) 


**

Ben çok ördüğüm ve az okuduğum için, Mayıs ayını 1 adet kitap bitirmiş olarak yazabiliyorum; o da "Yaralı- Kahraman Tazeoğlu". Ne farkettim biliyor musunuz bununla da ilgili:

Çok severek okuduğum Kahraman Tazeoğlu kitabı bu sefer beni boğdu. Aynı şeylerden aşkın nasıl yakıcı ve de her şeyden önemli görüldüğü anlatılıyordu. Bu kitabın sizinle konuştuğunu düşünün işte, o kitap beni çok yordu ve bu yüzden lise ve üniversite zamanlarımda nasıl abartılı yaşadığımı gördüm sonunda. :)

Şu an halihazırda her gün okumaya devam etsem her hafta birini bitirebileceğime inandığım üç kitap var elimde, Rezonans Kanunu da bu kitaplardan biri... 

**

Çok kitap okuyamadım ama Çimen ve Meksika Açmazı programlarının bölümlerini örgü örerken çok izledim. Bu ay iki dizi bitirebildim; biri önceki ay başladığım "Suikast Sınıfı" adlı anime dizisi iken, diğeri de ay ortasında başladığım "About Time" isimli bir kore yapımı diziydi. Suikast Sınıfı çok güzeldi de, About Time'ı ben size öneremem! :D Bence benden bunu istemeyin. Çok yorucu, çok mantık hatası bulunan ve öylesine yapılmış bir dizi gibiydi. Yine de bir arkadaşımla izlediğim için güzeldi ama sırf konusu bir yere varacak diye bekledim de varmadı ya, çok yaraladı beni! (Ayıp be, bu bana yapılır mı?) =)


*

Eee Mayıs ayını kapatmak demişken, çok üşüdüm ve girdiğim yolun içinde ne kadar motive hareket de etsem moral olarak "çok düştüm" Mayıs ayında. Hepsinde kalkmasını bildiğim gibi, Haziran bambaşka ayağa kalkış olsun, düşmeleri az ve ilerlemeleri çok olsun istiyorum...

İşte o yüzden ben bu Mayıs'ı kapatırım, Haziran'ı açarım arkadaşlarım! =) Çok örgü siparişim var, çok kişiye kendimi anlatasım var, anlaşılmam ve zamanında elde ettiğim fırsatları daha sağlam adımlarla en iyileriyle hayatıma katmam gerekiyor. Haziran öyle bir ay işte;

Yaz geldi, sıcacık ısınıp bir oh çekecek ve yoluma bakmaya devam edeceğim. Bu ay daha çok yazmak istiyor ve sizi daha çok uyarılarımla meşgul etmek istiyorum. Çünkü yaşadığım şehir Gemlik için, burada yaşayan benim gibi engelliler için yapmak istediğim çok şey var.

Bu sorumluluğun bilincinde, daha çok uğraş vereyim diye yazıyorum bu kısmı da. Haziran güzel geldi, iki gündür ısındı içim dışım ve sımsıcak hislerimle size geldim. (: 

*

Haziran için içinizden ne gelirse yazabileceğiniz, Mayıs gitti ve Haziran geldi temalı bir yazı olsun bu; yorumlara yazabilirsiniz. 

Mesela ben diyorum ki;

Mayıs ayında farkettiğim "hayallerimdeki duvarları ve kendi engellerimi" Haziran ayında yıkmaya uğraşacağım.

Mayıs ayında moralimi düşüren her şeyden ve herkesten yana Haziran ayında bu kadar bitkin ve yılgın davranmadan, kendime güvenmeye daha çok gayret edeceğim!

Sevgilerimle... =)

24 Mayıs 2024 Cuma

Dürüm Raporu - 24.05.2024

 

Aslında bu yazı başlığının böyle olması aklımda yoktu, kendi kendime aklıma soktum bu sabah. :) Durum raporu yerine Dürüm Raporu yazarak dedim ki, "Dürüm gibi sıktı beni bu rüyalar, o sebepten." Bitti geçti gitti inşallah!


1 haftayı geçmiş zaman dilimi içinde her sabah kötü uyanmamın, kabuslar görmemin ardından bugün kabussuz uyandım. Sadece ve sadece rüyamda Asyalılarla uğraşıyordum bu sabah, ki bir asya dizisi izlediğim için şu sıralar; kabul edilebilir bir rüya şükür. (Bir çinli, bir koreli, 10 tane de Japon buldum mu tamamdır! diyordum kendi kendime! :D)

Neyse öyle böyle bu sakin sabaha uyanabilmemin ardından, yazmaya gelebilirim dedim yine. Çünkü kötü uyandığım sabahlar gün boyu kafamda kötü senaryolar mevcuttu. Şimdi silinmiş gitmiş gibiler. Belli ki çok sıkılmıştı canım veya nazar denen şeydi! Olur mu olur. Yer gök dua ile der annem, dualara sığındım ben de yine. Kendim okudum geçmedi, okuttum kendimi bir teyzeme. İki günde geçti işte ve buradayım işte...


Sanırım en büyük korkum ergenliğimde bir dönem yaşadığım gibi, bu rüyaların da günümü kapsaması idi. Ki bana dualar okuyan teyzemiz, "Sen korktukça aslında büyütmüşsün yine onları." dedi. Hangi korkumu böyle büyütmedim ki... Diyorum şimdi.

Süreç bir sabah dilimi ısırarak uyanmam ile başladı, sonra her sabah başka şekillerde kendini tekrarladı. Rüyamda kendimi sinirli ve üzgün halde, çenem kitlenmiş görmüştüm ama rüya olduğunu farketsem de uyanamadım. Canım acıyordu ve uyandığımda cidden dilimin arka tarafta bulunan bir yanını sadece rüyamda değil gerçekte de çok sıkı ısırdığımı farkettim. İki gün ağrıdı dilimin o yanı... :)

Devam eden rüyalarımda sürekli tehdit edilir, kaçar ve kovalanır hallerde görerek geçirdim gecelerimi ve bir kısmını hatırlayabilsem de gerisi kayıp halde. Beni en çok yıpratan da hatırlamasam da korku içinde nefessiz uyanmalarımdı.

Sıkıntıda olduğunuzda karşınıza çıkan her şeye canınız sıkılabilir ya, belki de öyle büyüttüm içimde sıkıntıları. Ardı arkası kesilmedi sabretsem de işte. Şimdi diyorum ki, "Evet, çok şeye canım sıkıldı da duyuramadım. Belki ondandır."

Son yazımda da dedim ya "Sabrım Yorgun", kendimi anlatamamak ve uğraşlarımın görülmemesinin beni çok ama çok sinirlendirdiği haftalar geçirdim. Ama geçti bitti dediğim anda böyle rüyaların ortaya çıkması, kim demişti hatırlamıyorum ama "hayatın sen bakarken soyunamıyorum demek gibi bir huyu var"mış ya; o vakitler görmeyip, sabredebilir hale geldiğim vakit rüyalar doldu gecelerime... Belki de...


Tüm bunlara rağmen bu hafta 0.50 kg'lık Dumbell'dan 0,75 kg'lık dumbelları kullanarak hareket yapmalara geçtim. Kademe atladım yani... Bu durum en son uzay terapi aldığım 2018 senesine kadar hakimdi. Uzay terapilerimi bitirince, ne kadar uğraştıysam da kademe atlamayı beceremedim. Düzenli yapmalarım adına çok motivasyonumu götüren durumlar vardı (pandemi, engeller, can sıkıntıları vs vs). Şimdilerde bunların sadece bahane olduğunu elbet biliyorum, bakmayın siz bana! :)

* En başta yine 10 taneyi yaparken bile zorlanigor olsam da, daha 3 günün sonunda 15 tane yapabilir hale geldim bile. 0.5 kg'dan daha hizli işleyecek surec dilerim ki. (Çünkü sabredemiyorum. :))

İçinde bulunduğum dönemde 2013-2014, 2018-2019, 2021-2022 senelerinde de olduğu gibi azimli ve bu durumdan hoşnut buluyordum kendimi. Ama işte hala aşmam gereken durumlar var, neden her anlamda daha fazla ilerleyemiyorum bilmiyorum. (İçsel ilerlemelerimden bahsediyorum) 


İşte üst paragraftaki gibi düşündüğüm haftalarda çok sık karşıma çıkan bir kitabı da aldım bu hafta. Pazartesi gününün ilk saatlerinde sipariş etmiştim, Salı sabahı elime geçti. Bir günde yarısına kadar geldim, içindeki istekleri çağırma mevzunun bilimsel dayanakları beni çok memnun etti. Derseniz ki denemeye başladın mı, Salı gününden beri daha ağır halde kötü rüyalarımla uğraşıyordum! Teknikleri denemeye halim var mıydı ki acaba? =) 

Hayatında istediğin başarılara, mutluluklara ve kişilere kadar odaklanan kişilerin sonucunda hayatına çekebildiği durumları anlatıyor ki; benim en memnun olduğum konu "sağlığı adına çalışmalar yapanlar" oldu. Sağlık durumunu sadece istemek mi? Ben bunca zaman istemiyorum da ne yapıyorum diye ben de düşündüm tabii ki! Ama kitabın buna da bir cevabı var, korkularına ve üzüntülerine odaklanma diyor. Ben bir haftadan fazla zamanı onlara odaklanarak kendimi odaklanmaktan alamadan geçirdim. Korku ve endişeye mahal verirsen, isteklerin bir nevi bloke olur diyorlar. Tamam, herkes bir şeyler söylüyor bu sıra ve hepsi de kendine göre haklı. Ama neye odaklanırsan onu büyüttüğün de bir gerçek, üstelik benim de kabullendiğimi söylediğim bir gerçekti; şu birkaç haftaya kadar yine odaklı idim güya...



Neyse, kitap sayesinde size odaklandığım noktayı söyleyeyim ve bir küçük öneri vereyim istiyorum; ne olsa o benim onu sevdiğimi biliyor, ben ne desem de o kaldırır diye düşünerek en yakınınızdakilere dilinizle çok yüklenmeyin. Çünkü sizi sevseler ve sizin onları sevdiğinizi bilseler de, "Bak bu sözlerin beni incitiyor" demesine rağmen devam ediyorsanız sözlerinize aksini düşünmeye başlıyorlar. Bundan ötesinin zorbalık olduğunu ne olur unutmayın... (Yeri geldi, nereden nasıl yeri geldi bu konunun diye sormayın!) (:


Hafta boyu örgü ördüm, okudum, egzersiz yaptım ve gündemdeki haberlerde iki şeye odaklanmadan duramadım. Çok ama çok canımı sıkan iki madde vardı; 

Birincisi İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı vefat ettikten sonra sevinen iranlı kadınlar adına, "ama ölen kişilerin arkasındaki kişiler sorumlu idi, ölüye sevinmek nedir diyenlerin bakış açıları (ölüye sevinmek değildi bu, anlaşılamaması ne acı), 

İkincisi de ülkemizde sokak köpeklerine katliam niteliğinde yapılması tasarlanan, uyutulma adı altında öldürülme yasa tasarısı... "Yaradanı yaradandan ötürü severiz" diyen ataların evlatlarının, doğanın sahiplerini bu hayattan söküp atma hakkına sahip olduklarını düşünmesi çok ama çok üzücü!


Şimdi ilk maddeye canımın neden sıkıldığını kısacık anlatacağım; bir kadının şu devirde, kendi cinsine yapılan zulme ses çıkaramamasını kabul edemiyorum. Helikopter Kazasında ölen iki devlet adamı, İran'da süregelen kadın cinayetleri ve idamlarının bizzat onay mercii miydi? -Evet! Karşı çıkabilirler miydi? -Bitabii. Konu burada kapanması gerekirken, ölünün ardından konuşulmaz diyerekten var olan suçu ve suçluyu öldü diye görmezden gelmek bana doğru gelmiyor. Erkeğe de yapılsa kadına da yapılsa, zulümü savunandan yana olmam ve olanlara da sesimi çıkartma hakkımı savunurum. Tekrarlamak istedim, ben bu durumu "ilahi adalet" olarak görüyorum. İranlı kadınlara özgürlükleri yolunda yeni kapılar açılmasını temenni ediyorum!


İkinci maddeye gelirsek de; bir haftadır sesimi çıkarmıyor gibi görünsem de, anlam veremeyerek çok içerlendim bu duruma! Bu ülkede birçok suçluya adil davranılıp hukuk önünde "nasıl ya" diyeceğimiz kararlarla serbest bırakıldığına şahit oluyorken, doğasını katlettiğimiz köpeklerin "kümeleşiyorlar ve saldırıyorlar" diyerek öldürülmesine ses çıkarmamak ne kadar mantıklı? Bu durumu savunan, "Ama köpekler de saldırıyor ve öldürüyor!" diyenler; hiç tecavüzcüsünün müebbet yemesini geçtim, adil şekilde yargılanarak tacize uğrayanın suçlanmadan hapse atıldığını gördünüz mü? Yani siz diyorsunuz ki, yaşatabilmenin ve sahiplendirebilmenin yolu varken; 30 gün içinde sahiplendirilmezse öldüreceğiz, çünkü onlar doğada başıboş geziyor! İnsanoğlunun vicdansızlığını nasıl görmezden gelip hayatıma bakabilirim, diyorum ki hemen üstüne bir merhametsiz tavır patlak veriyor... 


Bu arada ne yapılabilir konusunu da araştırıyorken, Cimer üzerinden başvuru yap seçeneğini açıp yönetime katıl ve sokak hayvanları adımlarını takip ederek karşınıza cıkan ekranda bu konuya dair yazabilirsiniz! Bugün köpekleri, yarın öbür gün de ses çıkarmayan her şeyi herkesi öldürüp susturamasınlar diye; vatandaşlık görevimizi o canlar için yapalım. Şahsen ben sadece bir hayvansever olarak değil, acı çekerek hiçbir canlının öldürülme sorumluluğunun bir insana kalmayacağına inandığım için sokak köpeklerine dokunulmasın diyorum. Bir de şu var ki, bugün doğanın dengesini bozarsanız en büyük hesap yine biz insanlığa kalır. Ödeyelim ödeyebilirsek demeden önce, elimizden geleni yapabiliriz umarım. 

Barınakları gönüllü kişilerle bile çevirebilecekken, devletimizin öldürmeyi tek seçenek görmesini kabul edemiyorum! Sevgilerimle... 


**

Dürüm Raporumun sonuna geldim. Böyle bir hafta geçti, emek vererek bir sonraki haftayı daha iyi bitirebilmeyi diliyorum kendime ve sizlere. Öncesinde dolu dolu bir haftasonu geçirebilmek için, eskiden de yaptığım gibi bir film bir şarkı bir de kitap bir de film önerip gidiyorum o zaman; =)

Bir Şarkımız; Yeni Türkü - Sezenler Olmuş (iki gündür özlemle dinlediğim bir parça)

Bir Kitabımız; şu anda da okuduğum ve herkese ilham olabileceğine inandığım kitabım, Rezonans Kanunu - İsteklerin Yönetimi Pierre Franckh.

Bir Filmimiz; alttaki dizeler aklıma geldiğinden sebep, Zindagi Na Milegi Dobara (2011). Hint yapımı eğlenceli ve sakinleştiren bir film. Bazen aklıma gelen şu dizeleriyle iyi ki izlemişim, dedirtiyor bana;


Yüreğinde huzursuzluk varsa, 

Yaşıyorsun demektir.


Gözlerinden hayallerin okunuyorsa,

Yaşıyorsun demektir.


Esip geçen rüzgarlar gibi özgürce yaşamayı öğren,

Denizi deniz yapan, akıp giden dalgalar gibi akmayı öğren.


Yaşadığın her ana kollarını aç, 

Coşkuyla karşıla onu.


Her anın sana yeni bir manzara sunsun.


Gözlerinde o merak varsa, 

Yüreğinde huzursuzluk varsa,

Yaşıyorsun demektir...


İyi haftasonları dilerim hepimize...

17 Mayıs 2024 Cuma

Neyi Kutluyorsunuz? 16 Mayıs 2024 - Engelli Köşe Yazısı #2


Dün tarihlerden 16 Mayıs 2024 idi. İçinde bulunduğumuz haftaya dair yazmak istedim, çünkü Engelliler Haftası "Yine, Yeni, Yeniden" kutlama havasında geçti ve ülke geneline de etki edecek pek bir "Farkındalık" içeren etkinlik veya paylaşımlar mevcut değildi...

Dün alttaki görseli yazdım ben de, dolu dolu demek istediğim nokta şurasıydı; "Engelliler Haftasının nesini kutluyorsunuz? Farkındalık yapmanız, icraata geçmeniz gerekirken; daha dün sokaklarda her engelli kaldırım bölgesinin önünde park edilmiş araç görmüşken; hiç de samimi değil insanlık...

Ha engelli olmayışınızı kutlamışssınız, ha senede iki kez engellileri alanlarda toplayıp gösteri yaptırmış ve eğlence düzenlemişsiniz. İkisi de aynı şey..."

"Yok öyle bir şey, hiç de değil" diyebilecek insanlarla çok tartışabilirim bu konuyu, işte bu sebeple yazmaya geldim...


Türkler olarak o kadar geri kalmış durumdayız ki, senenin 2024 olduğuna ben hala inanamıyorum bazen. Size hiçbir şey ispatlamak zorunda değilim ama birbirini seven iki engelli bireyin veya bir engellinin başka sağlıklı karşı cinsiyle sevip sevildiği hayatının görüldüğü profillerindeki gönderilerinin yorumlarına bakın. Hiçbir şey bilmeyen binlerce insan, o kadar bilgiliymiş gibi tek bir bilgi üzerinden bütün engellilere yükleniyor ki; insanlık utansın istiyorum ama hiçbirinin utandığına şahit olamadım... 

Engellilik kavramının tek bir olguyla olduğuna inanan çok insan var; "Genden geçer, engelli bireyler evlenir o sebepten olur.", bir tek buna inanıyorlar... Tıp gelişti, engelli bireyler taşıyıcı oldukları halde evlenseler bile sağlıklı bireylere sahip olabildiklerine dair çalışmalar mevcut. Gen Terapileri oldukça gelişti. Ama insanlık henüz gelişemedi...

İnsanız, hiç şaşmayacak hiç kırılmayacak ve hiç kırmayacağız demiyorum. Ama senelerdir teknolojinin elverdiğince anlattığımız birkaç olgu var;

- Ben veya o, birçok sebepten engelli olabilme şansımız var. Ben bunu seçemiyorum. Seçebilsem de böyle bir ülkeye doğmayı tercih etmezdim... Bu hepimize acı gelmeli ama hiç umursamıyor insanımız... (Her insan bir engelli adayıdır, dediği halde gereğini yapmayan sözde bırakan kişiler; sözlerinin gerçek olma durumunda karşılaşacağı durumları okuyormuşcasına anlasalar beni ve bizi, çok şey değişirdi ülkemde. İnanın ki çok şey...)

- Benim nasıl engelli olduğumdan çok; yaşıyor ve hayat kalitemi arttırmaya nasıl uğraş veriyor olduğumu ve de çokça zorlandığımın umursanmasını istiyorum. Birçok engelli arkadaşım gibi... Duymak ve görmek olgusunun somut anlamından derine işlemesini istiyoruz...

- Tedavilerimize ulaşmakta zorlandığımızı, sosyal hayatta yer bulamadığımızı, sosyalleşmeye gelince de; ailesel ve çevresel faktörlerden ötürü başarılı olamadığımızı bilin istiyoruz! Bilseniz ve cidden anlayabilseydiniz neler olurdu düşünmenizi istiyoruz...

- Kutlama ve engellileri senede bir veya iki kez eğlendirmekten öteye geçin; ona da toplumda bir yer verin istiyoruz. En basitinden engellilerin de vatandaş olduğunu, sosyal ve kültürel haklara sahip olabileceğini kavrayın. Olmaz mı?

**

Bugün fizyoterapi dersim vardı ve fizyoterapistimle de konumuz engelliler haftası farkındalığı idi. Ben engelli olarak, o da bir fizyoterapist gözünden izliyor olan bitenleri. Benim ona anlattığım bakış açılarını ne kadar biliyor ise, benim bilmediğim durumlara dair de bana anlattıkları var ki; farkındalığımızın ve insanların engelli arkadaşlarımı ne kadar umursamaz durumda olduğunu gözler önüne seriyor.. 

İkimiz de yorulmuşuz ve ikimiz de çok şey için çıkış yolu arıyoruz. Ortak noktamız senede iki değil, senenin tümüne yayılacak derecede düzenli farkındalıklara imzalar atılması. Sadece sağlıklı bireylerin değil, engel durumu olan bireylerin ailelerinin de farkındalığı öyle düşük ki; her anlamda acı çekiyoruz ama görenimiz olmuyor. Gelin gerisini siz düşünün...

***

NE YAPMALI PEKİ?

İş hayatında neden sadece ayakta olanlara yer veriliyor, bir düşünmeli. Akülü sandalyede olup da çalışanlar da var ama akülü sandalyede olsa bile normal bir insan kadar çalışamayan bir bireye göre de çalışma şartları oluşturması bence adil olurdu. En azından sağlığı yerinde olan birinin evden tüm şirket işlerini görebilir halde çalışması gibi, bir iş yerinde çalışan olarak ama evimden çalışır pozisyonda olmayı ben de isterdim... Evden çalışma düzeni benim gibi bireylere de gelsin çok isterdim.

Sosyal hayatta herkesi genel almadan ilerlemek isterdim; bana bakmaları, bana davranışları, beni gördükleri durumlar ve göremediği her durumu yok sayabilmek isterdim. Ama maalesef bunu da farkındalık eksiğinden ötürü yapamıyorum... Dışarıda birilerine "neden hasta olduğumla" "neden dışarıda olduğumu" anlatmak arasında gidip geliyorum. "Geçmiş olsun" ikilemelerini duymaktan da geri duramıyorum, "Aman kimin kimsen yok mu?" cümlelerini de... Bazen yoruluyorum ama inanın hiç pes etmiyorum..

Girdiğim herhangi bir ortam öncesi, beni kabul ederler mi diye düşünmek istemezdim. Şimdi zerresini düşünmüyorum ama yaşım olmuş 31 ve ben bir erkeğin benimle konuşurken tereddütü ve önyargısı sebebiyle herkes gibi hissedemiyorum kendimi. Ben erkek arkadaşı edinememekten ötürü de, herkese güvenemiyor olmaktan ötürü de rahatsız hissediyorum kendimi... Kendimi böyle hissetmek istemezdim. Bunun her ne kadar "dış görünüşün çok önemli boyutta kusursuz olması gerektiği" dışında hayatın getirdiği hiçbir şeye önem vermeyen düzende işleyen bir dünyada yaşıyor olduğumuzu bilsem de...


****

Bunlar dışında hep bahsettiğim konuları biliyorsunuz zaten;


Dışarıda istediğimiz çoğu yere girebilmek için ön araştırma yapmak zorunda kalıyoruz ve çoğu da başarısız oluyor. Evlerden tutun, sosyal alanlara kadar. Özellikle sosyal alanlar, dükkanlar, sinemalar, tiyatrolar, kurslar, okullar, camiler ve daha nicesi için geçerli ki; hepsinde engeller mevcut, girebileceğimiz yerler bulmak mucize.

Otobüslerde, kaldırıma çıkılan engelli rampası önünde, asansörlerde, bazen üst geçit giriş veya inişlerinde, mimaride ne yazık ki tamamiyla aşılamayan "girişten asansör" bulunamayan bina ve sitelerde, onların girişlerindeki rampaların bizim gereksinimlerimize özel yapılamayışında hep engelleniyoruz...

Tedavilerimiz için alacağımız özel ürünlerin bu kadar pahalı olmaması veya devletimiz tarafından her türlü üretimi yapılsın isterdim. Engelli olmak demek inanın bana zengin işi. Çoğu zaman birçok ürünü alabilmek için borç içine giriyor ailelerimiz. Şu an taksitlerin kaldırıldığı dönemde ne düşünüyorum derseniz, binlerce engelli ailesi bir akülü sandalyeyi bile nasıl alabilecek yeni dönemde? 

Bir o kadar özellikle benim ülkemde, tedavi masrafları o kadar çok ağır ve de bir ailenin tek başına altından kalkabileceği düzeyde değil ki; şayet es kaza bir değil birden fazla engelli evladınız varsa, ki olması mümkün ve dediğim gibi "sadece akraba evliliğiyle olabilen bir durum değil bu!", Allah yardımcınız olsun... 

Umarım bu dediklerimi yakın zamanda bir ülke genelinde engellileri savunabilecek dernek sahip çıkar ama belirtmem gerekirse ben kendi çevrem ve yaşadığım bölge için elimden geleni fazlasıyla yapmaya uğraşacağım. Dilerim ben ulaşırım ve gerçek kalıcı adımlar atabiliriz. Bu duruma yürekten inanıyor ve gönüllü olarak takip ediyor olacağım inşallah... (Arkası kısa zamanda, başladım bildirimimle gelir umarım)


***


Velhasıl toparlamam gerekirse ve o en başta yazdığım yazının tamamını tekrar burada paylaşacak olursam; içeriğini de anlattığım üzere benim bu yazımı toparlamış olacak. Düşündürüp başkalarını da bu "FARKINDALIK HAREKETİNE" davet edersiniz umarım. Buradaki fotoğrafta yazılı olan o cümleleri okuyamadığınızı düşünerek buraya ekliyorum. Okuduğunuz ve bu harekete okuma&anlama olarak da olsa destek verdiğiniz için teşekkürlerimle... :) 


16.05.2024 TARİHLİ ÜSTTEKİ FOTOĞRAFTA YER ALAN YAZIM;

ÇAYIMI SİZLERLE BERABER İÇİYORUM GİBİ DÜŞÜNÜN. SÖZLERİME AZ KULAK VERİN;
 
GÜYA 12-16 MAYIS HAFTASI ENGELLİLER FARKINDALIK HAFTASINDAYDIK, YİNE BİR KUTLAMA HAVASI. VALLAHİ İNSANIMIZ DEĞİL, İNSANLIK GARİP...
 
ENGELLİLER HAFTASININ NESİNİ KUTLUYORSUNUZ? FARKINDALIK YAPMANIZ İCRAATA GEÇMENİZ GEREKİRKEN, DAHA DÜN SOKAKLARDA HER ENGELLİ KALDIRIM BÖLGESİNİN ÖNÜNDE PARK EDİLMİŞ ARAÇ GÖRMÜŞKEN; HİÇ DE SAMİMİ DEĞİL İNSANLIK...
 
HA ENGELLİ OLMAYIŞINIZI KUTLAMIŞSINIZ, HA SENEDE İKİ KEZ ENGELLİLERİ ALANLARDA TOPLAYIP GÖSTERİ YAPTIRMIŞ VE EĞLENCE DÜZENLEMİŞSİNİZ. İKİSİ DE AYNI ŞEY. 
 
SİZ ONLARIN ENGEL DURUMLARININ HAYAT İÇERİSİNDE OLUŞTURDUĞU ZORLUĞU GÖRMEKTEN HEP DAHA FAZLA UZAKLAŞIYORSUNUZ...
 
TEDAVİLER VEYA SAĞLIKLARIMIZI GELİŞTİREBİLECEK ÜRÜNLER NEDEN BU KADAR PAHALI?
 
SAĞLIK ALANINDA İLAÇLARA VE TEDAVİ SEANSLARINA ULAŞMAK NEDEN BU KADAR ZOR?
 
EMEKLİLERİ, İŞÇİLERİ, KADINLARI SAVUNAN BU KADAR DERNEK VARKEN; ENGELLİLERİN HAKKINI SAVUNAN TEK BİR GÜÇLÜ DERNEK NEDEN YOK?
 
FARKINDALIK DEDİĞİNİZ 11 HARFLİ KELİMEDEN İBARET ÇOĞU İNSAN İÇİN. İÇİNİ DOLDURMAK İÇİN FAZLA UMARSIZ KALMADINIZ MI?
 

DİDEM KÖSE...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...