23 Mayıs 2019 Perşembe

Hayat Hikayem #7 - İlerleme Mevzusu


Yeniden bir Hayat Hikayem başlıklı yazımla merhaba demekten mutluluk duyuyorum, zira en son 2018'de 6.'sını yazdığım yazımın başlığı "Fizyoterapi Hayatımın Bir Parçası" idi. Hayat Hikayem yazı dizimi yazmaya başladım başlayalı da, yazmayı ertelediğim konu başlığı ise bu "İlerleme Mevzuusu" idi... O zaman diğer "Hayat Hikayem" yazı dizisi yazılarımı buradan bulabilirsiniz dedikten sonra, iyi okumalar diliyorum yeniden... :)

İlerleme Mevzuusu demişken, başlığıma "Atak" kelimesini yakıştıramadığım için öyle yazdım aslında başta. Ama şimdi de şu detayı geçmem gerektiğini düşündüm, bu demek değil ki "Atak" kelimesinden korkuyor ve ürküyorum. O kelime ile barışalı çok zaman oldu ama ben ve benim gibiler için büyük bir öneme sahip hala. Oraya "İlerleme Mevzuusu" yazmamın da sebebi var elbet. Oradan başlayayım istedim... :)



Hayatımda Üniversiteye gidebileceğim seneye dek, en büyük hayalim örgün öğretim üniversite okumaktı. Tabii üniversiteye gidene dek de hastalığımla ilgili bildiğimiz ve bir tabu olmaktan öteye geçemeyen şey, hastalığımın ilerleyebilir özellikte olması idi...

Hastalığın ilerlemesi ne demekti "net" olarak bilmiyorduk. Tamam kötüye giderdi her şey; çok kilo almak da, çok kilo vermek de yasaktı bana mesela ve hala da öyle. Çok strese girmem, çok ağır sıkıntılar yaşamam yasak. Çok egzersiz yapıp, çok hareket edip yorulmam da, çok hareketsiz kalmam da yasak. Bu yasakların bilincinde, yeme içme düzenimiz de hayat düzenimiz de hakim bizim evde hastalığımı bildik bileli...

Sonra üniversite hayatımın başladığı sene geldi, ki şimdi 9 sene geçti üzerinden o zamanın, ama gerçekten düşününce bol stresli ve üzücü bir sene idi benim için diyebiliyorum... Geçmişte kesinlikle gitmek istemediğim nadir senelerden biri, geçmişe kesinlikle gitmek istemiyorum; her daim şimdinin daha iyi olduğunu öğrendim zira... 2010-2011 eğitim ve öğretim yılını Sındırgı'da başlatmadan 7 ay önce, aynı sitede yaşadığımız yakın arkadaşımızı bir kazada kaybettik; 5 Mart 2010'da. Onun acısı, sızısı ve özlemi sürüyorken, belki de yaşadığım şehirden ayrılmak hem bir o kadar iyi hem de bir o kadar zor gelmişti bana. Ama nasıl dengeledik o 7 ayda hayatımızı hala hayret ediyorum... Canımız dediğimiz arkadaşımızın özlemi hala bitmedi, bir ömür de bitmesin istediğimiz şekilde devam ediyor da. Ruhu şad, mekanı cennet olsun canımın bir kez daha... (<3)

Ticaret Meslek Lisesi çıkışlı olduğum için, son senemde bir senelik staj yapmıştım 2009-2010 eğitim ve öğretim yılında. Öğretim yılının sonunda staj dosyamızı teslim ettikten sonra bir de okul bitirme sınavımız oluyordu bizlerin. O sınavı da geçtikten sonra nihayetinde, Sınavsız Geçiş Sistemi hakkımızdan yararlanarak veya sınav sonucumuza göre tercih dönemimizin zamanı geldi. Ben o sene sınavsız geçiş hakkımı kullanmak istemiş, sınava girmemiştim. Ve tercih döneminde de kendi bölümümün olduğu yerleri yazdık çoğunlukla.

O listeyi hazırlarken, 32 kutunun 25'ini doldurduk diye hatırlıyorum. Üzerinden 9 yıl geçti, yanlış hatırlıyor da olabilirim tabi... Tercih listesini doldururken; annem, babam, ben ve matematik öğretmeni komşumuz Nilay ablam vardık balkonumuzda; çay keyfi eşliğinde yazdık listemi... Listeye başta karışmayan babama annem dedi ki; "Bir yer de sen söyle Mehmet?" Babam da esprili şekilde aynen şöyle dedi, "Ben söylerim, ama söylediğim yer çıkarsa karışmam?!" Olur mu olur dedik, güldük geçtik. İstemediğimiz yerler değil sonuçta hiçbiri, sadece kendi bölümüm "Dış Ticaret" olan yerlerden biri çıksın da diyorduk. Listede 3 adet başka yer vardı, onlar da ilk 6'nın sonunda idi. :)

Babam 7. sıraya "Sındırgı"yı yazdırdı bize. Sebebi, Balıkesir'in köylerinde Bandırma'da iken iş sebebiyle gezmiş ve Sındırgı'yı da o sebepten biliyor olması idi... Tercih sonuçları geldi, "yerleşmiş olayım ne olur, Gemlik olsun ne olur" dualarıyla açtım ekranı. Sonuç hayatımın değişeceği yer oldu; Sındırgı'ya yerleştirilmiştim, üniversitemi Sındırgı'da okuyacaktım. İlk başta yazdığımızı bile unuttuğumuz ve orası neresi dediğimiz o yer, hayatımızda en sevdiğimiz yer oldu. 7 sayısının hayatımda yeri hep farklı oldu ve üniversitede yerleştirildiğim şehrin de tercih listemden 7. tercihimin olması, benim için büyülü bir durumdu... :) 

Şimdi farkettim, bu yazı da Hayat Hikâyemin 7. Yazısı ; konumuz yine 7... (: Bunu ayarlamadım ama  tesadüf  diye bir şey de tamamen  yok derler ya. Hayat işte... :)



Sındırgı'da bir öğrenci evimiz vardı; iki sene boyunca annemle kaldığımız, çok komşumuzu, öğrenci arkadaşlarımızı ve çoğu fırsatta işten fırsat bulup tatillerde geldikçe babamı ağırladığımız... Kimi zaman babam geliyor bizi ziyaret ediyordu, uzun tatillerde de gelip bizi götürüyordu Bursa'ya ve arabayı yine bize bırakıp  dönüyordu sonra. 2 sene tatillerde turist olarak geçirdik kendi evimizde zamanımızı. Geri kalan zamanlarda annemle, öğrenci evimiz arabamız, okul hayatı  ve komşularımız ile geçen Sındırgı'daki güzel öğrenci evimizdeki hayatımız... 

"Babam çalışmaya devam etmese geçinemeyeceğiz, hayat bir şekilde sürmeli ve ben de okumalıyım", derken ailem benim için kocaman fedakarlıklar yaptılar bu süreçte de; her birine minnettarım, canlarım onlar benim...

Üstteki fotoğrafta, öğrenci evimizin önündeyim. Karşımızdaki iki katlı müstakil ev ile aramızdaki yarım duvarın üstünde, fotoğraflamaya çalıştığım üzere gördüğünüz pencereli kısım bizim öğrenci evimizdi; üstteki balkonlu kısımda da ev sahibimiz oturuyordu. Girişleri farklı olan apartman idi bir nevi, evimiz çok ama çok güzeldi. Farketmeden üniversiteye gidene dek hayalini kurduğum gibi bir öğrenci evimiz oldu 2010 ve 2012 seneleri arasında kaldığımız... :)

O iki sene boyunca kaydımız orada kaldı tabii annemle, seçimlerde oy da kullanmak nasip oldu, Balıkesir'de ÖMSS sınavına  girmek de. Bir yanımız okul sebebiyle "Sındırgı'lı" bizce... (:

O iki sene boyunca rehabilitasyona Sındırgı'daki bir Rehabilitasyonda devam ettim tabii ki. Sanırım en zoru Gemlik'teki rehabilitasyonumdan ve fizyoterapistimden ayrılmak olmuştu, çünkü 3 senelik ilk rehabilitasyon eğitimimden sonra bu bir ilkti... İnsan, karşılaşmadıkça başına ne gelir gelmez bilemiyor hani; beni baştan ayağa anlamamakta ısrar eden bir fizyoterapist ile karşılaştım Sındırgı'da. Ayakta gittiğim Sındırgı'dan, ilk uzun tatilimizde Bursa'ya döndüğümüzde ne yazık ki atak geçirmiş olduğumu öğrenmem kısmet oldu sonra...

Anlatması cidden zor hala ama o ilk ilerleme mevzuusuna Sındırgı'daki fizyoterapistimin yanlış değerlendirmeleri etken oldu maalesef... Aradan geçen 9 yılda artık bir şeylerin olması ve bizlerin hayat sınavında yön değiştirmesi gerektiğini kabullendim. Hala bazen ağrıma giden şeyler olabiliyor ama geri alamam ve değişen durumlar sebebiyle öğrendiklerimi de yok sayamam, biliyorum da... Yani, "Olan Oldu" diyorlar bu duruma.

Ben yürüyerek gitmiştim oraya ve dediğim gibi ilerleme mevzusuna sebep olabilecek büyük bir üzüntüm vardı ama biz bu üzüntüye bir dayanak bulabiliyorduk. "Ölüme çare yoktu", Allahım almıştı yanına arkadaşımızı... Sındırgı'da Fizik Tedavime devam etmem şarttı, başta anlaşacağız sandığım fizyoterapistimle epey farklı eğitim yöntemi olduğu gerekçesiyle rehabilitasyon değiştirme fırsatım da vardı ama imkan olamadı ne yazık ki. Sebebi hem diğer rehabilitasyonun uzakta olması, hem de daha bir aylık çalışmamızda bana olanların olması mevzusu...

Sındırgı'daki fizyoterapistim, kas hastalıklarında sık görülen ve tamamen geçirilmesi mümkün olmayan diz ve dirsek kasılmalarının çok gerdirme ile açılabileceğini iddia etti. O zamanlar 12 senelik Kas Erimesi hastası idim ve gerdirmelerde pasif gerdirmeyi bırakalı bile yıllar olmuştu benim için. Aktif kas hareketliliğim iyi durumdaydı ve olduğu gibi kaslarımı benim hareket ettirmemin daha ağırlıkta olduğu derecede egzersizlerle desteklenmesi gerekiyordu... O fizyoterapistimle çok tartıştık bu konuda,

O "Ben gerdirme yapacağım, bu dizlerinin tamamen açılması gerekiyor." dedi. 
Ben "O dizlerimin tamamen açılması mümkün değil, zaman alır. Kas hareketliliğimi kaybetmemem gerek. Hareket yapmamız gerek." dedim. 
O "Ben 4 senelik üniversite okudum, benden iyi mi bileceksin!" dedi bir süre sonra açık açık. Neredeyse her ders bunun tartışmasını yapıyorduk zira...
Bense "Ben 12 senedir bu hastalıkla yaşıyorum, sen benim hastalığımı benden iyi bilebilir misin?" dedim.  
Fizyoterapistim duraksadı, "Evet, haklısın!" dedi suratı düşerek ve tekrar devam etti; "Ama yine de benim dediğim olacak!"  
Elbette elden bırakmadım bu zorba tavrına karşı savunmamı. "Gerekirse hareket yapmam, yine de sadece germe yapmana izin vermem. Bu benim hayatım." dedim. 

İnsan gerçekten başına gelmeden anlamıyormuş sevgili okuyucu, daha tedbirli olabilirdim diye düşünüyorum şimdilerde. Bir aylık zaman diliminde, kaslarıma onun yaptırdığı 3-4 ders gerdirmenin dahi bu kadar bana etki edeceğini düşünemedim. Daha iyi bilseydim eğer... Elimden geldiği kadar da direndim ama karşılaştığım hiçbir öğrenci benim gibi memnuniyetsizliğini belirtmiyordu ki, bir beni sevmedi ve beni belki de ukala gibi gördü! diye düşündüm. Tek derdim, verimli fizik tedavi alabilmeye devam edebilmek ve üç senelik fizik tedavinin beni getirdiği noktayı gördükten sonra asla ama asla geriye düşmememi sağlayabilmekti... 



Sonra, "Ne yapsan olmuyor bazen" olgusu devreye girdi. O atak o sene geçirilecekmiş. Fazla gerdirmelerin etkisine, Sındırgı'nın soğuk havası tuz biber ekti ve Bursa'ya döndüğümüz ilk uzun tatilde (Kasım 2010) Bursa Anatolium Avm'ye annem ve Yurdagül yengem ile gezmeye gittiğimizde daha önce hiç böyle ağrı yaşamadığımı iddia edebileceğim diz ve baldır ağrıları yaşadım. Bu ağrı sanki 3 gün top koşturmuşum da, kaslarımın hali kalmamış derecesinde idi! Evet, o derece ağır idi...

Anatolium Avm'nin koridorlarını bilen bilir Bursa'daki, 10-15 adımda bir oturabileceğiniz koltuklar bulunmakta; saksılarıyla beraber. Annem ve Yurdagül yengem dükkanlara girerken, bulduğum her koltuğa oturdum ve 5-10 adımdan fazla adım atamaz hale geldim o gün... Sonra Anatolium Avm'nin yanındaki Ikea'ya geçme kararı aldık. Biraz da orada turlayalım, diye. Doktorlarımın gerek görmedikçe tekerlekli sandalyeye binmememi söyledikleri sebebiyle, (ki böyle bir şeye cidden gerek duymamıştım hiç), o gün de ağrılarıma rağmen tekerlekli sandalyeye binmeyi reddettim. Keşke reddetmemem mümkün olsaydı. O kadar çok ağrım vardı ve tek bir bakışı bile kaldıramazdım ki, keşke ülkemde bilinçlendirme her an her yaş için mümkün olabilse bizler için! (Benim bu yazıları yazmamın en belirgin sebebi de bu zira!)

Ikea'ya geçmek üzere dışarı çıktığımızda, Anatolium Avm'nin önünde bir un çuvalı gibi yığıldım yere. Un çuvalını bir yere destekleyerek dik konumda koymazsanız düşer değil mi, aynı o şekilde düştüm ben de. Bayılmadım ama annem ve yengem düştüğüm esnada göz bebeklerimin beyazlarını birkaç saniyeliğine gördüklerini söylüyorlar. Çevredekilerin de yardımıyla kaldırıldım yerden, daha doğrusu annem kaldırırken ona destek oldular daha çok. Sonucunda İkea'ya geçmeden önce tekerlekli sandalyeye bindirildim.

Gezmeye devam ettik Ikea'da, ilk fırsatta Uludağ Üniversite Hastanesinde iyi bir doktora randevu almayı aklımıza not ettikten sonra... Kendim dahil, annem ve yengemi de korkutmuş ve morallerini epey bozmuştum ama "stres yok kuralı" devreye girdi. "Olurdu öyle şeyler, çok yorgundum. Düşünmeyecektik ötesini..." Annem ve yengem moralimi düzeltmek için türlü türlü komiklikler yaptılar, şimdi bir tanesi bile neydi hatırlamıyorum ama çok güldürdüler ki beni; düşmesin moralim ve de esas gücüm, kuvvetim ve inancım... Öyle anda iyi olmayı düşünebilecek değil, neden düştüğünü ve nasılını sorgulayabilecek durumda oluyor insan çünkü... İyi ki varlar, o gün güldüğümü de hatırlıyor isem onların çabaları sayesinde, yürekten destekleri ve varlıkları sebebiyle... <3

Sonra ilk alabildiğimiz randevuyla bir ya da birkaç gün sonrasında da Uludağ Üniversite Hastanesinde muayene oldum. Film çekildi, doktorum beni dinledi ve gelen kan ve film sonuçlarına göre; "Bağ doku oluşmasına ramak kalmış, söylediğine göre de fizyoterapistinin ağır gerdirme yaptırması buna sebep olmuş olabilir." dedi.

Hayatımız bundan sonra değişti ama şayet ben üniversite okumuyor olsam ve bir uğraşım olmasa nasıl olurdu bilmiyorum. Direnişi elden bırakmadık, neşemizi de; hayatı bu kadar sevmeseydim, altından kalkamayacağım bir yük binmişti üstüme ve altından da kalkamazdım. Çok net konuşuyorum!


Hüznümü de yaşadım, sitemimi de ettim ama... Tatilimiz bitince, Sındırgı'ya döner dönmez rehabilitasyonumuza haber verdik; müdürümüzün fizyoterapist ile görüşmesi sonucu, evimize bizi görmeye ilk gelen kişi o fizyoterapistim oldu. Özür diledi önce, üzüntüsü de yüzünden okunuyordu ve başıma gelen için o da keşke diyordu. Kızamadım da fazla, sadece "Bunun olmasını istememiştim işte." dedim. Ucuz atlatmıştım, yapabildiğim kadarıyla rehabilitasyondaki herkese "Lütfen size uymayacak ise, ağır bir şey yaptırmayın." demek oldu. Çok geçmeden, benden daha kötüleri olduğunu öğrendik o rehabilitasyonda (ayrıntı  vermiyorum, gerekenler sonrasında yapıldı neyse ki). Herkes birer birer anlatmaya başladı sonra derdini; ülkemde ne yazık ki, ses çıkaranı görmedikçe sesini çıkarmayanlar hakim! "Birileri ne der?" diye diye, kendi başına gelenleri anlatmaktan uzak bir anlayış hakim ne yazık ki...

O fizyoterapist bir aya kalmadan gitti sonrasında da işte, askere diye gidip rehabilitasyondan ayrıldı. Çok ama çok şanslıydık ki, yerine eski tıp öğrencisi bir fizyoterapist geldi. Allahım bana onu kurtarıcı olarak gönderdi, Sındırgı'ya döndükten sonra başlayan kasılma tipi nöbetlerimi de o fizyoterapistim geçirdi! Yığılıp kaldım birkaç ay boyunca zira ama kullandığı teknikler ve yenilikçi egzersizlerle, beslenmemi bile o zamanımıza göre şekillendirerek beni oldukça iyileştirdi. Atağın etkisiyle gelen kasılmaları iyileştirdi ama ağrılarını, yorgunluklarını ve zamanla unutturduğu birçok kas becerimi geri kazanmak seneler aldı ve de almaya devam ediyor. Hep sağlık olsun inşallah ve Allahım hep karşımıza işini en iyisiyle yapmayı amaç edinmiş kişiler çıkarsın karşımıza... :)

O ilk fizyoterapistimizden sonra gelen doktorumuz da gitti bir süre sonra tabi ama beni büyük ölçüde toparladı da gitti... İkinci senemizdi galiba, "Ben gitmek zorundayım ailemle göç ediyorum ama sizleri çok güvendiğim bir arkadaşıma emanet etmeden gitmeyeceğim." dedi bizlere. (İşini severek yapmak ne demek, onun örneği bu bence). Beni ve tüm fizik tedavi hastalarını o arkadaşına emanet etti gitti...

Üstteki kolajda, Sındırgı Rehabilitasyon manzaralarımızdan topun üzerindeki kişi, Sındırgı'da üçüncü ve son fizyoterapistim oldu böylece. Belki istemezler bunca zamandan sonra sık sık da konuşamıyoruz diye suratlarını gizledim. İsim de kullanmıyorum ama hala takipleştiğimiz ve yardıma ihtiyaç duyduğum anda sorduğum ve sorularımın cevaplarını aldığım fizyoterapistlerimden biri kendisi. Diğer fotoğrafta annemin yanında bulunan kişi de, rehabilitasyonumuzda müdür yardımcısı ve sekreteri konumunda idi; bizim ders düzenlerimizi o ayarlıyordu. Hepsine selam olsun... :)

Son senemde Sındırgı'daki üçüncü fizyoterapistimle çalıştık ve okulumu bitirdik döndük. Ama o fizyoterapistim de, Gemlik'te iki arkadaşına teslim ederek bıraktı beni. Edindikleri işi severek yapıyorlar, bu çok belli değil mi sizce de? Durumumu o fizyoterapistim de hassas görüyordu hala ve gidince kendi rehabilitasyonumdaki fizyoterapistimi bulamayacağımı öğrenmişti ve bize "iki arkadaşım vardı, iş arıyorlar şehir değiştirmek istiyorlar çünkü; Gemlik'e yönlendireceğim o zaman, hangi rehabilitasyona yönlendirebilirim sizin için?" dedi. Benim rehabilitasyonumu söyledi isek de, onlar Gemlik'te başka rehabilitasyona başvurmuş ve işe girmişlerdi... Gemlik'e döndüğümüzde, o diğer rehabilitasyonda iki fizyoterapist ile verimli şekilde fizik tedavilerime devam ettim bir sene boyunca da... :)

Derler ya; "Bir musibet bin nasihatten iyi gelir!" Başımıza geldiğini düşündüğümüz o musibet, çok canımızı yaktı, çok değişiklikler gösterdi vücudumda ve bizi çok incitti. Ama bize çok iyi de insanlar tanıttı... Daha sonrasında gösterdiği gelişmelerle yürümeyi de unutturdu bana ama çok sağlam dersler de verdi! Hayatı sevmeyi ve ne olursa olsun kucaklamam gerektiğini iyiden iyiye benimsetti. Bir daha atak geçirsem, bir kez daha ayağa kalkmayı bilmeyi ve bunun gerekirse hayatımın tek uğraşı olsa da devam etmeyi yeniden ve yeniden öğrenmem gerektiğini belletti... (: Teşekkür ederim, geçmişimden bugünüme gelen tüm bu insanlara ve öğretilerime...


Üstte gördüğünüz fotoğraflar, 2 sene örgün öğretim okuduğumuz okulumuzda ilk fotoğraflarımız Dilek ile. Canım Dilek, benim Sındırgı'da ilk tanıştığım arkadaşım ve iki sene boyunca sıra arkadaşımdı... :) Hala görüşür, hala en başından beri iyi halimi de kötü halimi de gördüğüne mutlu olurum doğrusu... Onunla beraber birçok arkadaşımız oldu ve birçoğuyla da hala görüşüyoruz; Sındırgı'da üzücü olaylar yaşadık ama hiçbiri dostluklarımızı ve geçirdiğimiz güzel anıları geçemedi neyse ki... :)

2012'de geçirdiğim atak sırasında, beni en sağlam durmaya iten şeylerden ilki ailem ve sevdiklerimin varlığı iken; ikincisi eğitimim ve hayallerimdi. Eğitimim, devam etmemi sağladı. O üniversite benim hayalimdi. Kimine göre sadece iki yıllık öğretimdi, benim için bir ömürlük heyecan kendisi! Ömür boyu unutmayacağım hayallerin gerçekleşmeye başladığı yer üniversite hayatımı geçirdiğim Balıkesir'in Sındırgı ilçesi... Keşke bu bloğu, acısıyla tatlısıyla 2010 senesinden beri tutuyor olsaydım diyorum bazen. Aklımda böylesi bir bloğu tutmak, o zamanlar olası değildi. Belki o zamanlardan beri tutmuyor oluşum daha bile iyi, şimdi bile o günleri unutmayı düşlememiş olmam da...

Acısıyla tatlısıyla bu hayat benim ise ve en büyük hayallerimden biri gerçekleşirken geçirdiğim o atak da benim! Bir ikincisini de yaşadım sonrasında, Allahım bir diğer üçüncüsünü yaşatmasın... Her birinde öğrenmem gereken öğretileri algıladım. İkinci atağımın sebebini ve sonrasını bir başka "Hayat Hikayem" adlı yazımda yazmak istiyorum ama bilmelisiniz ki, ikincisi biraz benim stres konusuna önem vermemem ve kendimi hayata çok kaptırmamdan sebep oldu. Ama öğrettiği gerçek de hayatımda pusulam oldu; hastalığımın varlığını hayatım için ciddiye almayı da kendime "mutluluk gibi mutsuzluk dolu anlarımın dozunu da ayarlamam gerektiğiydi." Aklımdan bir an olsun çıkarmamayı dahi düşünemeyeceğim derecede hayatımın en büyük öğretisidir hala! :)

Hayatlarımız kader üzerine kurulu demeyeceğim, bizzat sadece kader üzerine kurulu değil bence. Bizim seçtiğimiz yollara da bağlı çoğu kader diye algıladıklarımız... Hayat kaderin de ördüğü şekilde, bizlere bir şeyler öğretmekle yükümlü. Onları bize sınav etmekle ve bizim onlardan sadece tek başımıza dersler almamızla değil, her birimizin bir diğer anlattığından da kendine dersler çıkarmasıyla ibaret... Misal bu yazımda şunu diyorum; eğer o fizyoterapist ile karşılaşmasam, belki hayatımda başka bir noktadan kırılma noktası yaşayacaktık?! Bilemiyoruz.

Bildiğim şu ki; Kendimizi girmemiz gerektiği söylenen bir yoldan çıkış yolunu kademe kademe ararken bulduk bu 9 yılda! Ama o yollar bize çok doğru biriktirdi ve çok yanlışı da netlikle bildirdi, hayatın amacını da istediklerimiz doğrultusunda öğrenmemizi sağladı... Sağlık olsun, her şeyden önce sağlık. Üniversite yaşamımı, tüm bu anlattıklarıma rağmen yaşamamış olmayı dilemezdim ve hala da dileyemiyorum. Şu an tek derdim; yaşanan yaşandı, ben bir kez daha yürümeyi nasıl öğrenebilirim? düşüncesi üzerine şekillenmeye devam ediyor. :) Ama onu sorgularken de hayat içerisinde öğrenmekten, üretmekten ve sorgulamaktan vazgeçemiyorum. Yumurtasından zorla çıkarılmış bir civciv belki kaslarım, nasıl güçlenebilirler onu arıyorlar sürekli. İnanıyorum bir gün dahasını aramaktan vazgeçirilecekler, çünkü tedavileri bulunmuş olacak onların da. Umudum hep var... 

Okuduğunuz için teşekkür ederim, sevgilerimle... :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...