Uzun zaman olmuş, Not Aldım Veya Not Ettim adlı yazılarıma bir yenisini eklemeyeli. Yeniden merhaba... En son Ocak ayında 40. yazımı yazmışım bu yazı dizim altında. Oysa çok severek yazıyorduysam da boşlamışım sonrasında da yani... Bu sefer, 41 kere maşallah diyorum; adettendir, 41. yazım sizlerle iken hem de... :)
Türkçeden ve başka dillerden kelimelerle geldim bu sefer. Anlamlarını öğrendim, durumlarına anlam veremeyip kalakaldım ve ilginç bulduğum birkaç noktaya dair de böylece söz etmeye geldim. 5 adet kelime ve durum içeriği olacak bu yazımda. İyi okumalar diliyorum...
Diğer Not Aldım Veya Not Ettim yazılarımı da, yine burada bulabilirsiniz... (:
Ekabir - Eski Türkçe'den Yeni Türkçe'ye...
Babam ile bahar aylarının sonuna doğru tartışıyorduk bir haber üzerine. İzlediğimiz bir haberin üzerine, biri için "ekabir ekabir tavırlar" dedi bana babam. Anlamazca baktım önce, "Ekabir?" dedim. "Sen onu bilmiyor musun?" dedi bana babam. "Tabii ki de bilmiyorum baba, nereden bileyim." dedim ve sonra babamdan köyde kullandıkları eski bir tabir olduğunu öğrendim. Eski Türkçe'den yeni Türkçe ile dilimizde kalmış bir kelime imiş. Siz hiç duydunuz mu?
Ekabir, kendini beğenmiş kimse anlamına geliyormuş. Aslında kelime yapısıyla sanki bir yerde duymuşum gibi geliyorduysa da, bilmiyordum babam söyleyene kadar anlamını. Ama beni en çok araştırdıktan ve bu kelimeye dair bir anlam daha öğrendikten sonrası şaşkınlığa uğrattı...
Eski Türkçe'de Ekabir kelimesi, "Devlet ileri gelenleri, makamca büyük kimseler" için kullanırmış. Sonra zamanla bu anlam yerini kaybetmiş; TDK'nın kelime anlamından öğrendim bunu da, "Kendini beğenmiş kimseler" için kullanılmaya başlanmış. Şimdi sormak istediğim şu; size de garip gelmiyor mu, birilerini anlatır iken, sıfat haline bürünüp daha kötü bir anlam için kullanılır olması? :) Şahsen bana garip geliyor; bir kısım kişileri anlatırken, bir sıfata sahip kişileri anlatmaya özgü kullanılmaya başlanmış olması... Özellikle de, "bazı büyük makama ve başarıya ulaşan kişilerin, kendilerini beğenmiş kimseler haline gelmelerini" düşündükçe. Sanki bu kelime öyle bir değişim yaşamış gibi geldi bana. Ya sizce? :)
Hamiş - Eski Türkçe
Bu kelimeyi bir kelime yarışma programını izlerken öğrenmiştim. Sorusu sorulmadan, şıklar arasında görsem, hayatta o sorunun cevabı diye işaretlemezdim. Sanki böyle "Hamiyet" isminin kısaltması, ya da şimdiki zaman diliminde hamilelere "Hamiş" dedikleri gibi, sevimli bir sesleniş biçimi gibi gelirdi bana! :)
Hamiş, mektup yazılıp bittikten sonra altına konulan kısa not imiş meğer! Kimin aklına gelir? Veya biz bunu neden ortaokulda öğrenmedik ki? diye düşündürdü beni. Cidden öğrendiğimizi hatırlamıyorum belki de... Biliyor muydunuz bilmek isterim bu arada. Eskimiştir diye yazılmış Google'da, belli ki bu zaman diliminde sık kullanılan bir terim değil şimdi. Gerçi mektuplar eskidi, bu tabir mi kullanılmaya devam edecek değil mi? (: Ama ben hala mail arkadaşlığı yaptığım için şu zaman diliminde bile, bilmediğimi garipsedim doğrusu. Her mailimin altına değişik ve içten "hamişler" koymaya gayret ediyorum mesela. Bu da mailleşmenin adabındandır benim için hala! =)
Tsundoku - Japonca
Daha şimdi mail arkadaşı demişken, bu "Tsundoku" terimini de ardına iliştirmeliyim ki; mail arkadaşım Hülya sayesinde öğrendim. Tsundoku, Japonca kitapları alıp istiflemek anlamına geliyormuş... Öyle ki, bu bir sendrommuş aslında. Okuyabileceğinden fazla kitap alıp, onları okuyamadan bir başka yığın kitap almak bir sendrommuş. Yani bizde istifçilik diye tabir edilen şey, onların deyimiyle Tsundoku imiş...
Tsundoku, hiç okumayıp kitapların biriktirilmesi durumu imiş. Bu tip hastalarda kitap alma isteği hat safhada imiş ve o kitapları alıp okuyamasalar da biriktirmek onlar için tutkuymuş. Her ne kadar "Bibliomania" diye tabirle karşılaştırılsa da; Tsundoku'da bir okuma alışkanlığı varmış; ama bibliomania denilen tabirde, okuma alışkanlığı oturmamışken alıp biriktirme durumu hakimmiş. Kitapları alıp, okuduğuna inandırma isteği hakimmiş içten içe. Anladığım kadarıyla Bibliomania, daha fazla görünüşte okur görünmek isteyenlerin hastalığı imiş işte... Ben google'daki makalelerden okuduğumu söylüyorum. :)
Tsundoku, okuma alışkanlığı olup da, okuyamamasına sebep durumlarla elindeki kitapları biriktiren ve yine okurum diye yeni kitaplar almaya devam eden kişinin davranış bozukluğu imiş yani... Sebeplerinden biri, gördüğü kitabı bir daha bulamamak olabiliyormuş genelde; ya baskısı tükenirse, ya bir daha almaya geldiğimde bulamazsam diye... Sonra bir başka sebebi, örnek aldığı kişilerin okuduğu kitapları okumak isteme durumuna aşırı bağlılık olabiliyormuş. Bir başka sebebi de, eskiden ilgi duyduğu kitap tarzlarına yeni kitaplar çıktıkça ilgisini yitiriyor olması imiş. Yani o kadar çok kitap alınıyor ve de daha bitiremeden başka türde yeni kitaplar çıktıkça, okuyamadığı kitaplar üzerinden ilgi öyle bir kayabiliyormuş ki; sonuç yeni kitaplar olmaya dayanıyormuş yine... :)
Bunu mail arkadaşım Hülya ile "kitap biriktirme" konusunu konuşurken öğrendim işte. Ben Tsundoku hastası değilim diye düşündüm tabi ister istemez, belki o sendroma 1-2 yıl önce kapılmış ve kurtulmuşum! :) Bir ara elbette ben de okuyamıyordum, çok kitap almaktan ötürü ama okuyordum yine de. Çoğu Tsundoku sendromu hastalarında, alıp okuyamama durumuna sığınma durumu hakimmiş. Bende öyle bir durum yok şükür, bir de paylaşım konusunda da rahatım. Sanırım çok severek okuduğum kitaplar benim olsun, tekrar tekrar okuyabileyim istiyorum sadece. Bu da bir hastalık boyutuna ulaşmaz canım! Değil mi? :) İnsan böyle yeni bir şey öğrendiği zaman, ister istemez sorguluyor değil mi? Var mı istifçilik sizde de?
Ben bu azıcık istifçiliğimden kurtulayım diyorum, okuduğum ve bağışlayayım dediğim kitaplara okul bulamıyorum veyahut satmak istediklerimi satamıyorum. Hepsi de tertemiz kitaplar biliyor musunuz? :) Bir kısmını yine ayırıp okul kütüphanelerine bağışlayacağım galiba ama okul kütüphanelerine bağışlanmayacak romanları ne yaparım belirsiz. Benim kocaman bir kitaplığım yok, görselde yine gördüğünüz üzere. Ama sevdiğim kitapları da o küçük kitaplığımda tutmak istiyorum yani; el mahkum, yapacağım yine bir şeyler sonbaharla beraber... :)
Mamihlapinatapai - İngilizce
En özlü kelime diye tabir edilerek, Guiness Rekorlar kitabına giren bu kelime; İngilizce'den en zor çevirimi yapılan kelimelerden biri kabul ediliyormuş. Mamihlapinatapai kelimesinin anlamını duyunca, bana hayli garip geldiği için buraya da not etmek istedim tabi ki;
İki kişinin de bir şey yapmak istediği, bir şey söylemek istediği, aralarında bir şey olmasını arzuladığı ancak içten içe karşı tarafın başlatmasını istediği bir olayda iki tarafın paylaştığı bakış! (Vay be!) :)
Benim instagramda gördüğüm bu kelimeyi, "Al Yazmalım" filminden Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın birbirine baktığı sahne ile anlatmışlar. Çok doğru bir tespit değil mi? :) Kadir İnanır diyordu ya içinden " gel benimle desem, gelir mi ki?" Türkan Şoray da aynı sahnede içinden şöyle diyordu "seninim işte, alıp götürsene beni!" :D Hatırlayanlar gülümsedi, hüzünlendi değil mi? Küçüklüğümüzde izlerken, bu durumu bile anlatan bir kelimenin olduğu aklımıza gelir miydi!
İşin diğer yanına bakarsak, dehşet bir kelime bulma tabiri. Ama beni düşündüren bu kelimeyi oluşturan kişinin bu harfleri nasıl bir araya getirmiş olduğu aslında... Söylemesi zor bir kelime baksanıza ve kullanan var mıdır acaba? Böyle bir kelimenin sahibi olmayı isterdim diye düşündürtüyor bu kelime bana; hem anlamlı, hem de bir o kadar aslında çok zor şekilde tespiti yapılacak ama her halükarda konuşulmaya sürdürülecek bir tabir... Mamihlapinatapai. Üçüncü kez yazıyorum ama bir türlü ezberleyemedim! (:
Prozvonit - - Çekçe Slovakça
Bizim çaldır-kapat yapıp, dakikası ve kontörü olan kişileri çağrı atmak deyimiyle, kendimizi aramaya teşvik etme durumumuzun bile bir tabiri varmış meğer. Bunu biliyor muydunuz? Prozvonit imişiz meğer! =) Tabii çaldır kapat yapanlardandım ben de...
Ağır eleştirmişler, bakın alındım söylüyorum! "Tam olarak, para ödememek için "çaldırıp kapatan", kendisini karşı tarafın aramasını bekleyen kimse" demişsiniz bana ve benim gibilere! :( Çaldırıyoruz kapatıyoruz, zevkten mi sanıyorsunuz? Dakika satın almak kolay mı bu devirde? Kontör almak kolay mıydı eskiden?? :P
Harbiden şaka bir yana, çağrı atan kimseye neden isim koyarsınız? diye düşündürdü bu beni... Çağrı atıyoruz, şahsen TL yüklemek de kolay değil şimdilerde, eskiden kontör almak da kolay değildi tabii ki de... Belki eskiden daha kolaydı bir yerde, ama şimdilerde 30 TL aşağısında yükleme yapamıyorsunuz biliyor musunuz? Hazır kartlı olmak diye bir deyimi tarihe karıştırma hevesinde sanırım operatörler. Herkes faturalı olacak yakın zaman diliminde herhalde... Ama fatura tarifeleri de ayrı derecede ateş pahası!
Şimdi kendi açımdan değerlendiriyorum bu "Prozvonit" olma durumumu; Bizim ailede annem, ablam ve eniştem "faturalı hat" kullanıyorlar. Babam ve ben halihazırda hala "prozvonit" halindeyiz. (Bu arada yazarken bakmadan yazmaya çalışıyorum da, bunu bile unutuyorum!) Prozvonit olmamızın başlıca sebebi bu durum. Bir aileden 3 faturalı az değil bence. Aile bireyleri ve birkaç arkadaşla araştığımızı varsayarsak, her birini konuşmak istediğimizde çaldırmak ya da en fazla arayıp diyeceğimizi deyip kapatmak daha karlı bizim için...
Şimdi sorarım; Prozvonit olmayalım da bu devirde, ne yapalım kardeşim? -Siz biliyor musunuz telefon açıldığı anda 65 kuruş alınıyor artık! "Kaç lira 100 kontör biliyor musunuz siz?" :D Gerçek anlamda her şeyin ateş pahası, herkesin faturalı olduğu zaman diliminde; prozvonitlik candır arkadaş! (Alın, bir kerede yazdım. Prozvonitim, prozvonit!) =))
Velhasıl bu 5 kelime ve 5 durum, bu yazımın konusu idi. "Tsundoku sendromuna sahip değilim ama Prozvonitin dibiyim!" cümlesi de bu yazımın ana konusu oldu ister istemez sanırım! :)
Yazımı buraya dek okuduğunuz için teşekkür ederim, beğendi iseniz ve faydalı buldu iseniz paylaşmanızı veya bir yorum bırakmanızı da rica ederim...
Sevgilerimle... (:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)