29 Haziran 2020 Pazartesi

Kitaplarımı Satıyorum - Zor Bir Karardı


Yaklaşık 15 senedir sıkı bir okuyucu olmak adına uğraş veriyorum. Öncesinde daha çoğunlukla kütüphanelerden edinip "15 günlük süre zarfında" okuyup geri teslim etmeye uğraştığım dönemin yerini, zamanla okumak istediğim kitapları satın alarak devam ettirmeye başladım. 10 senedir kah kitaplarımı yakın arkadaşımla değiş tokuş yaparak okuyorum, kah fuarlar ve kitap satış sitelerinden satın alarak okuyorum. Bazen biriktiriyorken buluyorum kendimi, bazen de bir kısmını bağışlarken...



Son 6 senedir iki raflı bir kitaplığım vardı, orası doldukça gerçekten bir daha okumayı düşünmediğim kitapların bir kısmını hediye ederek bir diğer kısmını da bağışlayarak elden çıkartmayı uygun gördüm. Kimi zaman "Letgo"ya da koydum bir kısmını ama hiçbir şekilde oradan kitaplarımı satamadım... Bahsettiğim kitapları satma fikrine de bağışlama fikrine de, çoğu gibi başta garip baktım! Okuyup bir bağ kuruyorsunuz kitaplarla sonuçta. Hem de hiç beğenmediğiniz kitaplarla bile bir bağ oluşuyor bir süre sonra... Ama bu bağ sizi mutlu etmemeye başlarsa da, elinizdeki kitapların bir kısmı fazlalık olmaya başlıyor sonra...

Zamanla farkettiğim üzere, baktım bu iş çığırından çıkıyor. Sorunum şuydu; ne saklayabileceğim yer var, ne de buna zamanla artan bir isteğim. Daha çok kitap okumak istiyorum, her an okuduğum kitaplarıma bir yenisi ekleniyor ama yerim olmadığı gerekçesiyle de bazen alamıyorum. İşte o zaman "bağışlayabilirim bir kısmını!" dedim. Kitaplarımı önce böyle bağışladım. Ayırt ederken, yıllar yılı okumadığım ama bir gün mutlaka okuyacağım dediğim kitapları elden çıkarmamaya özen gösterdim hep. Her koşulda elimden kitap çıkarmam gerekecek olsa bile, benim hep elimde bulundurmaya devam edeceğim en az 20 kitabım bulunmakta misal! Bunların benzeri kitapları elimden hiç çıkarmadım. Misal "Kristin Hannah kitaplarım", "Adam Fawer kitaplarım", "Sabahattin Ali romanlarım", "Serdar Özkan Kitaplarım", "Bazı Tuna Kiremitçi"çok sevdiğim yakın arkadaşlarımdan gelen ve tüm sevdiklerimden gelen hediye kitaplarım" bunlar yaklaşık 50 sayıya ulaşıyor işte! :)



Bu zamana kadar bağış yapıp hediye ettiğim kitap sayısı, elimden çıkarmak istemediklerimi de geçiyor tabii ki. Zor bir karardı ama bir kısmını da satma kararını verdiğimde, ben kadar letgo'da değer verilmediğini gördüm; ikinci el kitap denilen "letgo satışlarına". 

Eskimiş, çoğu sayfası kayıp kitaplar bile çok değer ediyor ve satılabiliyor iken, benim kitaplarım daha yeni alınıyor gibi temizler oysa... Letgo'dan vaz geçmem de zaman aldı ama. Birçok kez bakılıp geçildiğini görmek, pazarlık bile edilmiyor oluşunu görmek sinirimi bozdu bir süre sonra... Sonrasında kitaba ihtiyacı olan okullar, kütüphaneler ve çevre köyler için duyurular okudum. "Bağışla be Didem" dedim. Böylece şimdiki kitaplığımda bulunan kitap sayısından daha fazlasını zaman içinde bağışlayabildim... Şimdi elimde en fazla 4 koli (yayvan) kitap bulunmakta en fazla. Ben bunların ilk süreçte bir 50 kadarını yine elimden çıkartmak istiyorum. Daha fazla kitap okuyabilmek için de satmak istiyorum. Çoğu uygun fiyata aldığım orijinal kitaplar ve bir kısmının basımları bulunmamakta veya çok değişmemiş bulunmakta...

Zor bir karardı ama bloğumun adıyla açtığım instagram sayfamda, "yillargecerkendidem", satışa da çıkardım. Uygun fiyatlar olduğu için, karşı ödemeli olarak alıcılarına Ptt Kargo ile ulaştıracağım. Tabii Allah izin verirse ve talep de olursa...


Bu zor kararı vermemde çok haklı bir sebebim daha bulunmakta; o kadar çok bir daha kullanmayacağım eşyaları bulunduruyorum ki elimde, yer olmamasından çok çürüyebileceği düşüncesi beni daha fazla rahatsız etmeye başladı zamanla. Minimalizm dediğimiz sistem diyor ki, "1 yıl boyunca kullanmadığın eşyaları gözünün önünden kaldır, başka sahiplere ulaştır." O kadar haklı ki bence, zamanla eşyaların köleleri oluyoruz. Yenilerine yer açmakta zorlanıyoruz. En azından ben zorlanıyorum...

Büyük bir kitaplık alıp, ömür boyu kitaplık tozu almakla uğraşmak veya annemi babamı uğraştırmak istemiyorum bu saatten sonra da. Yine küçük bir kitaplığım olsun ama içerisinde gerçekten isimlerini bir arada gördükçe mutlu olduğum kitaplarım bulunsun istiyorum... Okumaktan zevk aldığım kitaplarımı raflardan indireyim, her hafta birine ağırlık vererek "sevdiğim hikayeleri" yaşatabilmeye devam eder olayım. Bunu istiyorum, bunun için de "okuduğum ve bir daha okumayı düşünmediğim" kitaplarımdan vazgeçmem gerektiğinin farkındayım... :)


Velhasıl, ben instagram üzerimden kitaplarımı satmaya böyle karar verdim. Bu benim yolum. Olur da satabilir ve bu durumu sürdürebilirsem, bu hikayemin devamını da burada yazabilirim... Kitapları biriktirmektense, gerçekten bize en çok mutluluk veren kitapları yanımızda tutmayı becerebilmeliyiz. En çok sevdiğim kitaplarımı, daha az sevdiğim kitaplara nazaran koruyabilmem için de; elimde fazlalık halini alan, yeni kitaplarıma ulaşmamdaki engeller olarak görünen kitaplarımı elimden çıkarmam gerek. İşte durum bundan ibaret... :)

Yorumlarda görüşlerinizi duymak istiyorum. Siz koyu şekilde okuduğunuz kitapları biriktiren biri misiniz? Çoğu okumadığı halde, kitap almaktan vazgeçemeyenler de varmış; bundan bir yazımda bahsetmiştim, buna japonlar Tsundaki diyormuş. Biblomania ile karıştırılmamalı imiş, çünkü bibliomanların okuma alışkanlığı bulunuyormuş. Gereksiz kitap biriktirip istif etme durumuna Japonlar Tsundoku demişler. O yazımı burada bulabilirsiniz. Ben Bibliomani denilen durumdaydım diyebilirdim eskiden; şimdi ne onlardan ne de japonların dediklerinden değilim bence. Gereksiz biriktirme durumlarına da karşıyım birkaç senedir işte... (: Daha hiç kullanmadığım nice eşyam var, onlar için ne yapabilirim bakıyorum bu arada da. Diğer bloğum "Didem'in Gözünden"de olacak bunun yazısı da, en geç yarına... (=


Okuduğunuz için teşekkürlerimle, kitaplarımı satın almak ve daha çok okuyabilmeye devam edebilmem için bana destek olmak isterseniz; yillargecerkendidem adlı instagram adresimde bekliyor olacağım. :) Sevgilerimle...


23 Haziran 2020 Salı

Kendimi Aşıyorum - Yıllar Geçerken

;)

8 senedir yazmayı sürdürdüğüm bloğum konusunda, utanmayı ve kendimi geri planda tutmayı bıraktım. Bu sıra bence kendimi fazlasıyla aşıyorum. Bence öyle... =)


Geçtiğimiz haftaya kadar, 5-6 senede 74 kişilik bir beğeniye ulaşabilmiş bir facebook sayfam vardı. Geçen haftanın sonunda, bir haftada en yüksek beğeni sayısına ulaştım; 99 olduk... :)

 Kendi tanıdıklarıma tamamıyla facebook sayfamı duyurursam "ki yapmadığım şey değil", yüzsüzlük olurmuş gibi geldiğinden; beğeni daveti göndermemiştim geçtiğimiz haftaya kadar. Yakın çevreme ve beni okumaktan keyif aldığını söyleyen arkadaş çevremin haricinde, bunu yapmak bir utanç kaynağıydı benim için. Ama bu kuralımı da bozdum. Bozabildiğime sebep olarak size rahatlıkla, utanç duyguma çalışma sağladığım geçtiğimiz 1,5 aylık süreci gösterebilirim; bu yazımda keşfettiğimi söylediğim tekniğin aracılığıyla...


Ben diyeyim, utanmamı gerektirecek unsurlar ortadan kalktı, siz deyin Didem nihayet yapmak istediği birçok şeye adım atmak üzere, ben diyeyim yine "Neuroformat ile" travma haline getirdiğim geçmiş duygularımla yüzleşmeye başladım... Velhasıl, konuşmaya başlasak derinlerinde çok şey var bu durum adına... :)

Kısaca, Kendimi Aşıyorum dedim. Çünkü beni daha da yakından tanıyabilme fırsatı, daha önceden de yüzeysel şekilde yazdığımı gören ve çok az kısmının okuduğunu bildiğim kişilerin de girişimine açıldı. Ben Facebook sayfama birilerinin gelmesini, ben davet göndermiş olsam da, bir nevi okuyacağım olarak görüyorum. Elbette o durum o kadar da net olmuyor. Ama işin en güzel yanı, çok az bile olsa, birileri tarafından görülüyor olmak çok güzel... Hele ki yazdığınızı okuyor ve geri dönüş yapıyorlarsa... 

Şu sıra çok şekilde içsel hesaplaşmalar yaşıyorum, üstte eklediğim yazımdaki konu itibariyle. Ne çok içselleştiriyoruz hayatı, ne çok kişisel algılıyoruz hayatımıza giren çıkanların bize davranışlarını, ne çok umursuyoruz her birini... Biliyorduysam da birçoğunu, farkına vardığım halde hiçbir şey yapamayacağımı zannederken ne kadar zorda imişim meğer diyorum şimdi.

Yeni gelen kişilere, gelecek olanlara da bir merhabam olsun istedim bu düşüncelerimle; şu sıra hem Ekpss'ye hazırlanırken, hem instagram'da diğer "orgulerimizvar" ismiyle açmış olduğumuz hesabımı "yillargecerkendidem" yapıp da gerçekleştirmek istediğim birçok gönderi ve aktiflik derecemi ayarlamaya uğraşıyorum. Örgülerimizi yine orada paylaşmaya devam edeceğim mesela.. En çok fotoğraflarını çektiğim "okuduğum kitaplarımdan" bahsedeceğim, bir çoğunu satmayı da düşünüyorum yine o hesabımdan.. Farmasi danışmanı oldum ben bu sene, o konuyla ilgili paylaşımımı da yapacağım.. Son olarak şahsi hesabımda sadece hikayelerde paylaştığım, yazılarımda da "bloğumda yazısı var bugün" dediğim konuları da yine o hesabımda paylaşacağım... Sizce de kendimi aşmıyor muyum?? (:


Bu yazımı biraz da dediğim gibi blog dünyama yeni katılan kişilerime ve de katılacak kişilere merhaba demek için de yazıyorum... Ben Didem Köse, 28 yaşındayım. Gözlem yapmayı, okumayı, yazmayı çok seviyorum. Bunlardan da önce bu hayatı yaşamayı daha fazlasıyla seviyorum... Son birkaç senede keşfettim ki, yaşamak için "birileri ne der" dememeyi öğrenmek gerekliymiş. Birileri hep söylenir, hep bakar, hep kusur bulurmuş. Söylemelerine de gerek yokmuş, bazen yapmadıkları bile size yetermiş; zamanla dermişiz ki, "Aman dikkat çekmeyeyim!" Oysa hayatı severken bu pek bir yaralarmış insanı! Kendinizden önce birilerini düşünür ve kendinizi tamamıyla yaşamayı unuturmuşsunuz...

Yaşadığınız iyi kötü deneyimler, sizin birikmiş anılarınızmış çünkü; kimsenin hiçbir şey demeye hakkı da yokmuş... =)

Ben Kas Erimesi hastasıyım. İki blog tutuyorum. Biri bu, diğeri "didemingozunden.blogspot.com"... Yazarken hep küçüklüğümdeki iğnemeleri yapacak insanlar diye korktum, çekingen sorgulamalar ve bunu yaparken yaraladığını "sözde" farketmemeler. Bazen çok yaralandım, bazense de aşabileceğimi farkettim. O yüzden bu bloğu hala tutuyorum belki de, kendimi aşmam gereken çok mevzu olduğunun hissiyatıyla. Yazdıkça yaralarımı, yazdıkça kendimi tedavi edebildiğimi, yazdıkça hem motive olup hem de motive edebildiğimi gördüm çünkü. Ben bu durumdan mütevellit memnun ve de kaygısızlaşıyor haldeyim. Bu blog birçok şekilde beni mutlu etti, birçok kez de acılarıma ve sıkıntılarıma şahit oldu. En güzeli, her birinin bir yere ulaştırması gerektiğini kavradım. Kavradığım kadar kavrattırabiliyorsam, öğrendiğim kadar öğretiyor veya farkındalık yaratabiliyorsam ne mutlu bana. 

Kendimin farkına vardığım, utandığım ve korktuğum birçok şeye savaş açmaya devam ediyorum. Ben kendimi aşmaya devam ederken, beraber hayatın gizli ve apaçık olduğu noktaları görmeye beraber devam edelim istiyorum. Önce kendime, utancımı bir kenara bırakıp çabalamaya devam ettiğim için, sonra da benim takip isteğimi kabul eden tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim. 

Sizlere bu düşüncelerimle hoşgeldiniz demek istedim bugün, yeni gelenlere ve geleceklere de merhaba... Oralarda birilerinin olduğunu bilerek yazmak, çok güzel hala... :) 

Sevgilerimle, Didem Köse...

Son sözüm hepimize; 

"Ne istediğini bilmek zorunda olduğunun farkında ol!"

13 Haziran 2020 Cumartesi

Neuroformat Ve Ben - Haziran 2020


Şubat ayının başlarıydı, instagram’da gezerken bir sayfa reklamı çıkmıştı karşıma; “Barısmusluofficial” hesabının bir gönderi paylaşımı idi bu… O paylaşım ki, birkaç ay içinde benim "Neuroformat" adlı bir sistem içeriğini, kendini iyileştirebilme yöntemini ve farkında olmadığım şansımı öğrenme yolumu başlattı… 

O gönderide;
“MS’in nedeni çok ilginç! “hareket edememek, kaçamamak, kendini savunamamak”. 
Diyordu. O gönderi burada...

 Bu benim öyle dikkatimi çekti ki... Çünkü sebebim var; bir “kas erimesi hastası olarak”, böyle hastalıkların "yaşam kalitesini iyileştirmek haricinde" tedavilerinin yapılmasının mümkün olmadığını iyi bildiğimi düşünür haldeyim. Bunu bile bile araştırmaya başladım işte ben de… Zira mucizelere de, beynin ve insanın gücüne de, yaratıcı güce de inanıyorum. Her ne kadar tedavimiz yok bilinse bile, bir yerden umut etmeye devam ediyorum...



(Neuroformat hakkında öğrendiklerimi ve benim küçük sürecimi okuyacaksınız bu yazımda. Bu yazım aracılığıyla, Barış Muslu'ya bildiklerini öğrettiği ve sosyal medyada bulunduğu için de teşekkür ederim tekrar... =) )

Barış Muslu’nun hesabını bu bahsettiğim ilk farketmemden sonra, ilk incelemelerimde birçok açıdan hiç inanamadım. O kadar iyileşmez dediğimiz hastalıklara iyileşmeler gördüm ki zamanla, bunlara bile inanamadım. Sebebim üstteki inandığım gibi, iyileşemez gördüğüm birçok hastalığın, herhangi bu tarz bir çalışma ile iyileştirilemeyeceğine dair idi… Ama öte yandan kendimle çelişeceğim belki ama bir o kadar da birçok hastalığın kendince iyileşebileceğini düşünüyorum; çünkü bir hastalığın tek bir çeşidi bile, her hastada başka tepkimeler yapabiliyor. Hala bir tedavimizin olmadığı için, tıpta tedavisi yok denilen birçok hastalığın iyileştirilebileceğine emin gözüyle ben de bakamıyorum doğrusu. Ama bir o kadar da inancım var hep,  hem de her hastalığın iyileştirilebileceğine. Çünkü alternatif tıp, insanın kendi kendine uyguladığı nice terapiler ve moral denen o olgu; tıbbi bilgilerin önüne de geçebiliyor bazen, artık biliyoruz…

Neyse, ben inanır-inanmaz şekilde başladım işte araştırmama; her türlü ihtimale, boşa çıkabilmesine de, bilmediğim bir şeyler öğrenmeye de hazırlıklı olmak üzere. Sonra benim sürecim diyebileceğim denemelerim çıktı ortaya... =)

Mart sonu Nisan başına kadar, Barış Muslu’nun instagram gönderilerini takip etmeye devam ettim önce. Ta ki bir “demans ve felçli hasta teyzenin ayağa kaldırılması” sürecinden bahseden şu paylaşıma kadar inanamadım ve tam anlamıyla ciddiye de alamadım. Biz unutkanlık hastalığının bir tedavisi olmadığını biliyoruz değil mi? Barış Muslu’nun bahsettiği Neuroformat yöntemi ile iyileşen “demans hastaları da” “cilt hastaları da” “Ms hastaları da” mevcutmuş…
Bu gönderilere denk geldikten sonra yöntemi deneyip iyileşme hallerini yazanları okumaya daha istekle yaklaştım... Barış Muslu kendisine gelen mesajları okuyormuş, gönderilerinde ve hikayelerinde de paylaşıyormuş meğer. Ben yine tam anlamıyla inanamazken Barış Muslu’nun kitaplarından haberdar oldum ve de her akşam canlı yayın yaptığına şahit oldum. Evet, herkes gibi düşündüm; “biri iş edindiği bir yöntemi, neden birilerine ücretsiz şekilde anlatır ki?”, “hem de her akşam!”


Bunları düşündükten sonra her gece canlı yayınların bir kısmını veyahut tamamını izlemeye başladım, üç hafta boyunca. Korona virüs sürecinde ablamlarda kalmaya devam ettiğimiz zamanlardı. Bizim evde ev internetimiz olmadığı için, evde olsak izleyemeyeceğim yayınları ablamlarda kalırken izleme fırsatı buldum…

Çoğu akşam canlı yayınlar, gündüzden iyileşme sürecini hesabında paylaştığı birinin iyileşme sürecini anlattırmasıyla başlıyor. Barış Muslu canlı yayında, kişilerin hikayelerini ve neleri düşünüp iyileştiğini anlattırıyor. Kişileri dinledikten sonra, yorumlarken bilgilendiriyor sonra Barış herkesi.
Korona sürecinde sizler nasıldınız bilmiyorum ama “daha da fazla düşünmeye başladığımız o zaman diliminde”, içsel hesaplaşmalarımın ve yaşarken göremediğim ama şimdi görebildiğim yanlış kararlar verdiğim zaman dilimlerinin hatıralarıyla dolu sıkıntılı günler yaşadım. Hepsi hala benimleymiş gibi, bir zaman geceleri o kötü anılarla yaşadım durdum; sanki hastalığım yeniden ilerliyormuş gibi, tedavi alamadığım zaman diliminde yeniden “atak geçirebilirmişim” gibi hislerle yaşadım…
Yaşadığımız sıkıntıların, o hisler ve içsel düşüşlerimin hepsi travmalardan sebep buraya geliyor olabilirmiş. Her birimizde olabileceği gibi… Barış Muslu’nun hesabında, geçmişte yaşadığımız ve bizi etkileyen olayların “neden hala bugün yaşanmış” gibi bizimle yaşadığını kavradım…

Bundan sonra da, önceki yaşadıklarımızı düşünmeye başladım; 3, 6, 10 derken epey geriye gittim ben... 


Şöyle ki; beynimiz yaşadığımız kötü olayların bizdeki etkisini, sağlığımıza ve hayat kalitemize yansıtıyormuş. Geçmiş geleceğe yansımıyor sandığımız bir yanılgıymış... Yaşadığımız ve sineye çektiğimiz nice duygular ve hisler hayatımızı seneler boyu etkilemeye devam edebiliyormuş. Barış Muslu diyor ki, “beyin his ve duygularımızla çalışıyor.”; böyle düşününce, hangi birimize mantıksız gelebiliyor?

Örnek vermek gerekirse; öz değer kaybı, kendine güvensizlik kas hastalıklarına, korkularımız ve utanç şeklinde baskıladığımız duygularımız cilt hastalıklarına ve bilimum saçma gördüğümüz birçok travma nice sıkıntılara sebep olabiliyormuş. Alakasız da olabilirmiş, alakalı da… Barış Muslu Neuroformat öğretisiyle, travmalarımızdan, gizli saklı kötü anılarımızdan, bilip de umursamadığımız ama canımızı yakan birçok olgudan kurtulabileceğimizi söylüyor bizlere. Canlı yayınlarında bunu anlatıyor işte…

Ben bunları öğrendiğim üç haftanın sonlarına doğru, bir örnek seansa da katılabildim. Barış Mutlu buna “demo kaydı” diyor. Kilo demosu yapıldı canlı yayında. 

Tabi öncesinde birkaç saat boyunca, bu yöntemin mantığını anlattı kendisi ve sonrasında da yöntemin içeriğini (nasıl yapacağınızı, nelere odaklanacağınızı ve vuruş noktalarını) anlattı. 42.000 kişilik demo yayınına geçtiğinde, herkesin kendince odaklandığı kötü kayıtlara ulaşmak zor idiyse de; her türlü olumsuz düşüncelerle, tekniğin önce sizi hala etkileyen olaylarınızın farkında olmanızın gerekliliğini içerdiğini öğrendim. Sonra da o olumsuz düşünce ve hisleri, olumlu düşüncelere çevirebileceğimize inanmanız ve bunun için çalışmamız gerektiğini öğrendim… Beynin zorlu veya sihirli kelime ve cümlelere gerek yokmuş; bizim birçok basit cümlemizle yetinebiliyormuş. Zaten vücudumuzu da basit görünse de küçük olaylardan sonra koruma altına almak üzere sıkıntılara sokuyormuş…

Barış bey o demo kayıtlarının yayınlanmasını ve kaydedilmesini istemiyor, o yüzden içeriğin tamamından bahsetmeyi ben de uygun görmüyorum. Ben tam anlamıyla o canlı yayına rağmen anlayabildiğimi düşünememiştim bile zaten... O canlı yayın bana referans oldu sanırken, esaslı olarak da “Beynine Format At” kitabını Storytel üzerinden ücretsiz deneme alıp dinlemeyi tercih ettikten sonra “neuroformat tekniğini” kavradığımı düşünmeye başladım…

Ama Barış Muslu seminerlerin esas olayı daha net anlatabildiğini söylüyor. Tabii ki Koronavirüs sürecinde seminerler yok ama başladığı zamanlarda, birçok kişinin yeniden “gerçeği buymuş demek, tam olarak anlamamışım” diyeceğini de iddia ediyor… Kısmet olursa seminerlerine ben de gitmeyi istiyorum aslında. Bakalım nasip… =)



Gelelim benim deneme sürecime ki ben sadece 3 haftadır Neuroformat tekniği ile zaman zaman çalışıyorum. Kendi yaşadığım kötü olayların kaydını silebileceğimi, en azından deneyebileceğimi hissettiğimden bu yana ilk birkaç denememin sonucunda yaşamaya başladığım ferahlığa da hala hayret ediyorum! 

Üstteki fotoğraflarımı, önceki halleri düşündüğüm zamanlarda aklıma gelen fotoğraflar olduğu için ekledim. 3 sene öncesindeki yaşadığım talihsiz olayın gününe gittiğimde, onun bir ay sonrasından itibaren sivilcelenmeye başlayan cildimi hala neden iyileştiremiyorum; bu mu sebebim dedim...

10 sene öncesinde beni çok hırpalayan yaşanmışlıklarımı düşündüğümde de, hala bugünmüş gibi yaşıyor olduğuma bir son verebilir miyim acaba? dedim... Şu bir gerçek ki, her ikisine de çalıştığımdan sonraki ferahlama ve eskisi kadar oralarda yaşamıyor olmak; yeterince tatmin edici benim için... =)


Ben ilk yatağımda denedim bir gece, odaklanamadım ve yarıda bırakıp uyudum. Diyorlar ki, çoğu kaydı sildikten sonra iyileşme tepkileri olarak, rahatsızlıklar yaşamanız veya yaşadığınız rahatsızlıkların yeniden yaşanması normal. Bunlar geçici… Ben o yarıda bıraktığım sürecin sabahına bir iyileşme sancısı diyebileceğimiz rahatsızlıkla kalktım ama o mu bilemedim de…

İlk ferahlamamı ise, o günün bir gün sonrasında bir buçuk saatlik çalışma sonrasında yaşadım. Benim de üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, hala sıkıntısını yaşadığım birçok anım var. Bunların en net olan üçünün üzerine odaklandım ben o gün. Ki bu bahsettiğim üç olay için 3, 6 ve 10 yıl öncelerinden bahsediyorum... Ben yazmayı seviyorum malum, o gün otururken bir şarkı çaldı ve yazarak bu çalışmayı deneyebilirim dedim. Ki kitapta, “yazarak içinizi dökebilirsiniz de; sonra ya bu yazdıklarınızı okuyarak içiniz soğuyana kadar çalışabilirsiniz, ya da o hislerinizi seslendirerek dinlemeyi hissiz kalana dek tercih edebilirsiniz.” Diyordu.


Bir buçuk saat yazmışım, durduramadım da zaten kendimi. İçimi dökmek ağlamak ve dediği yöntemle bu yaşananların benim suçum olmadığını ve yaşanıp bittiğini söylemek çok iyi geldi. 3, 6 ve 10 sene önce yaşanan, ayrı ayrı üç olayın etkisinin içimde hala var olduğu gerçeğinin daha çok farkına "o gün" varabildim! Biraz ağladım ama bitince çok güldüm… O ferahlık hissini hep biraz yaşardım, ilk defa hissettiğim kötü şeyleri yazmıyorum sonuçta. Ama bu sefer, hislerim soğudu. O gece bu yazdıklarımı düşünmeye başladım yine ve Neuroformat yöntemiyle olumluya çevirmeye çalıştım. Buna kitaptan ve internetten öğrendiğim kadarıyla “özdeğer çalışması” deniyormuş.

Kısacası; Özdeğer çalışması yaptım ben kendime, hala da yapıyorum birkaç gün arayla… Daha çok yeni ve bence yolun başında gibiyim ama bu kadar kısa sürede küçük gelişmelerim de bulunmakta. Yazdıklarımı okuduğum o gece yine çok güldüm ve ertesi gece ise aklıma gelenleri sıraladıkça da, neleri neleri sakladığımı gördüm…

Bu çalıştıklarımdan sonra (ki bence çok acemice yaptım ama en güzel çalışma en acemice yapılan olmalı); Yüzümdeki sivilcelerin önce geçen hafta yeniden çıktığına rastladım, sonra da geçtiğimiz birkaç gün içerisinde de azalmaya başladığını gördüm…


Gördüm ki…

Çok korkum varmış benim, hepsini bildiğimi sanıyormuşum da birçoğunu bilmiyormuşum! Bu korkularıma çok ağladım, korkmama gerek olmadığını çalıştığımda çok ferahladığıma şahit oldum. Bir insanın önce iç refahını sağlaması, hayatını huzurlu geçirmesine sebep olur. Kısa zamanda çok köklü gelişmeler alamasam bile, bu yöntemle kendi psikolojimi koruyarak içime atmamamı sağlamam bile benim için güzel olacak… Dedim ki bu yöntemi benimsedikten ve denedikten sonra, sadece bu ferahlama için bile devam edeceğim. Çünkü yaşadığım kötü her türlü olaydan ötürü, kendimi suçlama içgüdüm bulunmakta. Bu içgüdüden olabildiğince sıyrılabilmiş durumdayım şimdi. Yaşadığım kötü olaylar, insanların üzerime gelmesi benim güçsüzlüğüm değil ve de olmamalı. Bunun böyle farkına varabileceğimi ise hiç bilmezdim…

Gelelim benim bu yazımı neden yazdığıma;

Benim kas hastalığımın tedavisi bulunmamakta ve araştırmalar kapsamında da dünya üzerinde tedavi çalışmaları sürüp gitmekte. Kim istemez ki, böyle çalışmalarla iyileşebilmenin yolunu bulmayı. Elbette ben de istiyorum ama mucizelerin olduğunu bildiğim kadar, olamayacak birçok şeyin de hem farkındayım hem de bir o kadar da insanların neler gerçekleştirebileceğine de inanıyorum… Bu yöntemi ilk duyduğumda dediğim gibi çok safça ve düşüncesizce bir yöntem gibi gelmişti ama takip ettikçe ve denedikçe çok rahatlatıcı olduğunu gördüm… Öğrendiğim bu yöntemi, sizlere de öğrendiğim kadarıyla bildirmek istedim. Çünkü herkes her yöntemden fayda görecek diye bir olgu olmasa da; en azından birçok konuda hassas yapıda bulunduğumuzu düşündüğümüz bizlerin denemesinde hiçbir sakınca yok bu konuda.

Ben bu bloğumda denediklerimi ve fayda gördüğüm – görmediğim şeyleri paylaşmayı çok seviyorum. Artık biliyorsunuz… Neuroformat’a da hiçbir şekilde olamaz gözüyle bakmamaya başladığımı zamanla görüyor haldeyim. Yani istersek, çok basit şekilde hiçbir şey yapmadan da belki kendi küçük sorunlarımızın çözümünü bulabiliriz. Bu küçük sorunlar, esaslı büyük sorunlara ulaştırır. Belki de bulamayız sorunların çözümünü ama denemiş oluruz hiç değilse… Neyse ki, bir şeyler yapabiliyor olmak güzel işte. Şükür ki…

Bildiğim en net şey şu ki, hayatıma çıkan hiçbir şey sebepsiz değil. Neuroformat öğretisinin de Barış Muslu aracılığıyla karşıma çıkmasının bir sebebi vardır bence; hem bana iyi geldiği bir gerçek şu an, hem de bence sizlere de bildirmem gerekiyor işte…

Barış Muslu’nun her akşam 22.30’daki canlı yayınlarını takip etmeyi deneyebilir, gönderilerini ve hikayelerini inceleyebilir ve kitabını okunmayı düşünebilirsiniz belki. Ben denedim ve bana hiç olanaksız gelmedi… Netlikle söyleyebilirim ki, bir ay öncesinden daha huzurluyum; içsel hesaplaşmalarım epey son buldu. Daha ne olsun… =)


Son olarak beni en çok şaşırtan şuydu; Benim daha önceden öğrendiğim, aile büyüklerimizin yaşantılarının bizi etkilediği gerçeğini Barış Muslu hesabında sık sık paylaşıyor. Şöyle ki, annesinin yaşadığı travmanın etkisini –hamilelik öncesi veya sonrası olsun- çocuk hissediyor. Bu bilim tarafından kanıtlanmış bir gerçek zaten ama birçok anne şu an bunu keşfediyor. Yaşadığı, sıkıntısını, üzüntüsünü ve utancını duyduğu kötü kayıtları, çocuklarının sağlığını etkiliyor. Çünkü anne iyileşmedikçe, çocuk o kaydın etkisini yaşamaya devam ediyor; elektrik kaçağı gibi, önü alınmayınca sürüp gidiyor işte… =)

Beni yorumlarınızdan mahrum bırakmayın lütfen. Bu yöntemi biliyor muydunuz, denediniz mi? Barış Muslu’nun canlı yayınlarını hiç izlediniz mi? Benim bu yazımdan sonra izlemeyi düşünüyor musunuz, bu yöntemi daha da iyi öğrenip denemeyi düşünüyor musunuz? Yorumlarda konuşmayı ve daha fazla merak ettiklerinizi ve bir o kadar da eklemek istediklerinizi okumak istiyorum.

Okuduğunuz için teşekkürlerimle ve bu konuda nice gelişmelerimi de yine paylaşabilmek dileğimle… =)


7 Haziran 2020 Pazar

Pazar Yazısı #68 - 23. Haftanın Pazarı


Bir haftanın daha sonuna gelmiş bulunmaktayız, gerek zorlu gerekse de yeterli gelebildiği ölçüde verimli bir haftaydı benim için.... Hazır pazar yazısı yazıyorken, ilk defa yıl ortasında kaçıncı haftadayız bakayım dedim. Baktım da meğer senenin 23. Haftasını bitiriyormuşuz, bu durum bana 23 Numara filmini hatırlattı! =)

Beni okuyanlar arasında 23 Numara filmini izleyen var mı şimdi acaba? Hani hayatında birçok şeyin 23 numaraya denk geldiğini gören insanların çıldırdığı Jim Carey’li film. Bilmiyorsanız bile, konusu hakkında bu kadarcık bilmeniz de yeter aslında... Filmin içeriğinde yaşamlarının her anında, matematiksel olarak 23 numarasının hayatlarını sardığını öğrenen insanlar topluluğu ne yapacaklarını şaşıracakları cinsten akıllarını oynatıyorlar. Ben filmi izleyeli seneler oldu ama etkilenmiş olmalıyım ki, senelerdir 23 numarası karşıma çıkınca hala ufaktan ürperiyorum. Etkileyici bir filmdi benim için, oyunculuklarla beraber hikayenin anlatım biçimi çok etkileyici idi. Kafa dağıtmak için birebir gerilim filmlerinden biri...

Şu an'a gelirsek de ürpertici aslında. Çünkü epey bir aradan sonra "pazar yazısı" yazıyorum mesela, bir bakayım kaçıncı pazar diyorum; 23. Pazar çıkıyor! Ürpertici... Bazı filmler etkiliyor işte, hala 23 numara karşıma çıkınca az da olsa ürperiyorum işte! (=

 


Neyse, bu hafta başlamadan önce tüm rahatsızlığıma rağmen yarım bıraktığım ders çalışmalarıma geri dönüş yapma girişimimde başarılı olmuştum. Bugünü de dahil edersek, haftayı 4 gün ders çalışarak bitirmiş bulunuyorum (Pazartesi, Salı, Perşembe, Pazar)... Ne dersi derseniz, elbette EKPSS; başvurma sürecimin neden bu sene olduğu meselesini, daha önce bu yazımda bahsetmiştim... Şimdi koronavirüs gerçeği de var ama sınavımız ertelendi bu sayede de aslında. Önümde hazırlanabilmek için birkaç aylık bir zaman dilimim var, bir o kadar da zorlu durumlar hala hakim tabi. Ama şükür ki eskisi kadar engeller  

Öğlen instagram hesabımda bu paylaşımımı yaptıktan sonra, üstteki ders çalışma hallerim içerisinde gündüzü akşam ettim bugün yeni evimizin balkonunda işte... 

(Ocak ayında eşyalarımızı taşıdıysak da, bizim için hala yeni. Çünkü Ocak ayında taşındık ama yerleşene dek ablamlarda kaldık. Yerleştik eve geçtik, 1-2 hafta sonra önce Antalya'ya gittik ve sonrasında döndükten sonra ikinci yeğenim Defne'min doğumuyla korona ülkemizde de görülmeye başladı. Biz de onların evde kalmaya devam ettik o süreçte. Şimdi Mayıs'ın 20'sinden beri yine evimizdeyiz işte.) 


Haftaya yapmak istediklerimin planıyla başlamıştım geçen hafta bugünden. O gün planlarıma yazdığım gibi iki bölüm coğrafya çalışamadım ama bir bölüm de yeterince içerisinde kapsamlı idi. Onu bitirebilmem bile büyük bir gelişme bence. Çünkü çalıştığım kitabın konu anlatımları özet kıvamında ama bir tek başlık bile içerisinde yeterince detaylı. Yazarak çalıştığım için zaten pek hızlı olamıyorum, haftalık planlarımda da buna göre planlamama devam edemezsem motivasyonum çabuk düşebilir... Buna daha çok dikkat edeceğim..

Sonra bu hafta, her iki bloğuma da yazı yazacağıma dair plan yapmıştım. Bu bloğum için planladığım gibi olmadı ama iki bloğumda da -bu yazımı da varsayarsak- birer yazı yazmış bulunuyorum. Bu da benim için yeterli şimdilik.. Diğer bloğumdaki yazımın -ki kendisini burada bulabilirsiniz- benim için başta yazması ve tam anlatması zor olması sebebiyle, paylaşamadım diğer hesaplarımda önce. Bu hem paylaşamamak idi başta, hem de bazı yakınlarımın okumasından çekinmekti. Ama bu sorunu da 2020'nin 23. haftasındaki farkındalık çalışmalarım ile çözdüğümü düşünüyorum şimdi... :)


Senenin 23. Haftası benim için ders çalışmalarım, yazı çalışmalarım ve bilinçaltı çalışmalarım ile devam etti işte. Şimdi de çok rahatlamış şekilde devam ediyor… 

Bilinçaltı çalışmaları demişken; İnstagram’da Barış Muslu’nun hesabında gördüğüm Neuroformat tekniğini denemeye başladığım süreçten bahsediyorum. 2020'nin başlarında tanıdım önce Barış Muslu'yu, instagram hesabının tanıtım gönderileri sebebiyle. Sonra ne kadar okuduysam ve gönderilerini takip ettiysem de, kendi canlı yayınlarını "Nisan-Mayıs aylarında" takip edene dek tam anlamıyla anlayamadığımı bilerek merak etmeye devam ettim. Ta ki geçen hafta tekniği kendimde denemeye başlayana dek, sabırla kavramaya uğraştım bir şeyi. Benim ilgimi çeken çok hikaye vardı Barış Muslu'nun hesabında. Onu anlayana dek denemeye cesaret edemedim bile kendimde. Ama sadece iki haftada bile, korkularımın, içime attığım sıkıntıların, düşünmek istemediğim birçok olayımın farkına vardım ve onlarla yüzleşmem gerektiğini zamanla anladım...

Bu kadar basite indirebilecek bir süreç değil bu elbette ve bence bitmedi de. Tekniğini anladığım ölçüde uygulayabilmeye başladığımı ve telkinlerin faydasını “inanarak yaptığımdan olsa gerek” olabildiğince kolay görmeye başladığımı düşünüyorum. Bir yazısını yazmayı planlıyordum bu durumun, ama işte o yazı planım önümüzdeki haftaya kaldı…

Kısaca diyebilirim ki, ders çalışmamdan tutup geçmişte bırakmaya uğraştığım arkadaşlık ilişkilerime kadar; ettiğim kavgaları, insanlarla verdiğim savaşları düşündüm ve sonucunda olumsuzları olumlulara çevirirken büyük ölçüde ferahladığımı gördüm. İki gün boyunca, gülerek dolaştım misal, Salı günü bazı olayları kendimce yazarak çalışmalarımdan sonra. Beni sıkan tartışmalarımın hepsinin etkisi benimleymiş, gördüm ki. Birazını biliyordum ama birçoğunu görmezden gelerek bir yerde o kaydın zamanla boşluğa düşebileceğini düşünüyordum kendimce. 3, 5 ve 10 sene önceki üç büyük olayın etkilerinden bahsediyorum işte, o üç olayın üçü de beni öylesi sarstı. Sarstı ki şimdi “iyi ki” diyebiliyorum…


Bu konuyu şimdilik geçiyorum… =)




Bugünkü instagram paylaşımımın yine bir “elim çenede” özçekimimle varolmuş olması gerçeğine gelince; birkaç haftadır "nedense" diyerek, hep aynı pozu veriyor oluşuma hayret ediyor olduğumu farkettim. Sonunda da “boşver” diyerekten instagramıma fotoğraf atmamaya uğraşıyor olduğumu.. Geçen hafta planlarımdan sonra, bu hafta da planlarımı gerçekleştirebilmeye başlamamla beraber olmak üzere iki paylaşım var birbirine benzer; alt yazıları çok başka ikisinin de. Yine düşündüm de, fotoğrafı umursamamaya devam etmem gerek. Döndüğümü düşünüyorum, eski umursamazlığıma zor da olsa. Bilinçaltımdaki değersizlik duyguma çalıştım, istemsiz buna bağlıyorum bunu da. Vardı bende de bir şeyler çünkü, bu kadar deli dolu görünmeme rağmen! =)

Bu haftanın bir iyi haberi de vardı ki, beni motive eden durumlardan biri idi bence; 15 Haziran’dan itibaren tedbirler altında rehabilitasyonlar da çalışmaya başlıyor şükür ki. Normalleşmenin ilk mantıklı adımlarından biri olabilecek bu gelişmeyi o kadar uzun zamandır bekliyordum ki, 12 haftadır fizik tedavi almıyorum! Umuyorum herkes bu gibi durumların ciddiyetini elden bırakmamaya devam eder de, bir kez daha ihtiyaç duyduğumuz tedavilerimizin özgürlüklerimizin elden alınmasıyla beraber evlerimize kapanmak zorunda kalmayız yeniden…


Diğer bloğuma geri dönüş yapabildiğim, bir bol içerikli coğrafya bölümü daha çalışarak ders çalışmalarıma geri dönebildiğim, “wattpad’de 1,5 senedir yarım bıraktığım 20 bölümlük “Hayaller Denizi” adlı hikayeme yeniden bölüm yazmaya girişebildiğim, huzurlu-huzursuz bir haftanın Pazarı yani bugün… Havaların ısınmasıyla kendime geldiğimi düşünüyorum; ders çalışıp, o çalışmalarımın rahatlığıyla da haftanın içeriği dolayısıyla kendimden hoşnut kalıp da “oh be” diyebildiğim bir ev pazarı geçirdik işte. İsim vermesi zor oldu bu açıdan, "23. Haftanın Pazarı" dedim; baştaki muhabbet kesinlikle hala az buçuk tedirgin etmedi değil. 

23 kritik bir sayı gibi; bu hafta tüm bu verimli görünüşe rağmen, oldukça sıkıntılı da geçti çünkü. Gerek kendi içimdeki hesaplaşmalarım sıkıntılı idi, gerekse sevdiklerimin birbirini anlayamıyor halini izlemek sancılı idi. Umarım zamanla bitsin gitsin her birimizin dünyamızın üzerindeki kara bulutlar. 23'ü de atlattık, nice haftalara ve dolu dolu pazar yazılarına olsun. :)

Sevgiler...