26 Şubat 2018 Pazartesi

İki Fotoğraf Ve Birçok Düşünce - 26.02.2018



Bu iki fotoğrafı geçen hafta bugün çektim, yengemin aldığı hırkamı giymemin hevesi ile; malum ne zamandır da özçekim yapmıyorum dedim, fırsat bu fırsat diye değerlendirdim... Hırkamı çok sevdim, "uzun zamandan sonra yine rahat bir hırkam oldu" dedim. Tekrar teşekkürlerim yengeme. :)

Sonra fotoğraflara tekrar gelince; "yanaklarım nasıl tombik çıkmış öyle, ben bu kadar kilo mu almışım yani?" Dedim. Gözüm beğendiğim bu iki fotoğrafta da iki noktaya takıldı, yanaklarıma! Neyse, "hazır hafta başı iken bu hafta yine tatlıyı kesiyorum, katiyen yemek yok!" dedim kendime. 

Uzatmadan söyleyeyim, tüm hafta boyunca 3 tane çikolata ile geçirdim haftayı. Hiç yemeyecektim güya ama... Sonra bunu yazarken aklıma geldi, yeğenimle birbirimize söz vermiştik; haftada 3 tatlı yeme hakkımız var, yeğenim onu bazı zaman günlük anlamak istese de. :) 

Sonra 3 gün önce bir yerde okudum; "Hayat boyu bir besin grubunu tamamen hayatından çıkarmayın, azaltın." diyordu. Vücuda zararlı da deseler, her besin grubunun azı yarar aslında, diye söylüyordu okuduğum küçük yazıda. O yazı; burada... 

Diyeceğim o ki; yeğenime sözümü tutmuş muyum "evet", doğru olduğu söylenilen çıkartmama eksiltme kuralını uygulamış mıyım "evet". E o zaman, niye takılayım ki? Bir haftayı daha layıkıyla bitirmişim şükür. Kaldı ki geçen haftayı hep 5 saat öğün arası kuralı ile geçirdim. Ayrıca yengeme de anneme de gösterdim resmi, aşağıdan çekmişsin ondan öyle yanakların dediler. Allah var, ben çok beğendim resmimi. Bir de tüm bunlaarı anlatasım vardı işte... :)


Geçen hafta yediklerimizi kontrol etmek ile geçti işte burada, (Antalya'da dayımlarda); yengemle ve annemle... Stresli bekleyişler ile dolu bir hafta idi ve bu stres içinde oyalanmalar gerekiyordu,İncim ile oynamak ve gün boyu oyalanmak ile geçti


Geleyim bugüne; Üçüncü haftayı doldurmak üzere olduğumuz bu haftanın ilk günü olan bugünde, dedemi hastaneden taburcu ettiler. Önce dayım traş olması için berbere götürdü, sonra az biraz kısıtlı da olsa duş aldı ve yattı dinlendi. Dirençli ve iyi olması bizi mutlu ediyor, ama ufak tefek sorunları ise endişelendiriyor da tabii... 

Karaciğeri mesela, biraz sıkıntılı. Çünkü ilaçlarını ameliyat sonrası sürecinde içemedi, bu sebepten ötürü karaciğerindeki siroz vücudunun ödem yapmasına sebep olmuş. Akıntıları hep karaciğerden imiş... Eve geldi ve ilaçlarını içmeye başladı bugün, dilerim önümüzdeki süreçte daha iyi toparlanacak şimdi...


Hastanedeki tedavimiz bitti, eve çıktık işte. Yeni hafta böyle başladı... Endişeler yerini iyi gidişatlara bırakıyor olmaya devam etsin inşallah, hepimize mutlu bir hafta diliyorum; planlarımıza ve isteklerimize karşılıklarını bulabildiğimiz... :)  Çok şükür, bin şükür diyebildiğimiz! 

Sevgilerimle... :)

21 Şubat 2018 Çarşamba

İlk Uçuş Maceramız - 07.02.2018


Bundan tam iki hafta önce bugün idi, annemle bir ilkimizi gerçekleştirdik ve ilk defa beraber uçağa bindik... Bu uçak yolculuğu ile Antalya'ya geldik o gün, ilkler her zaman güzeldir ama bu daha da güzeldi... :) 07.02.2018 tarihindeki anılarımızın yazısıdır bu yazı. İyi okumalar olsun... :)


Uçağa binmek, gerçekleşmeyecek derecede bir hayal değildi bizim için; ama dedemin rahatsızlığı belli olduktan sonraya dek, hiç hesapta da yoktu bizim için... Dedemin tedavi süreci için Antalya'ya annem ile ikimizin tek başına gelebilecek ortamın oluşması sebebiyle, uçak yolculuğu bize tek seçenek oldu bu sefer. Babam da çalışıyor olunca bu sene, en kısa süreli ve de en işimize yarayacak yardım ekipmanları ile dolu yolculuk şansımız bu idi...

Önceden yolculuk süresini hesapladık mesela; 9 saat otobüs yolculuğunda tuvalete diye inmek ve tekrar binmek mesele, hiç su içmeden de olmaz...

Binmesini babam ile halletmiş olsak, inmesi ayrı mesele ve üstteki madde en birincil sorun olmaya devam ediyor demek bu da böylece...

İstanbul-Antalya uçak seferinde ise, 1 saat yolculuk olacak sadece. Bir tek İstanbul'daki havalimanına erişim de bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğu var o kadar. Bindirmesi babamdan, indirmesini de elbet yardım ederler havalimanından, dedik. Nereden eminsin derseniz bu konuya da değindim tabii, ama diğer bloğumda esas ayrıntılarıyla Bir Engelli Nasıl Görmezden Gelinir adlı yazımda...

O gün başlangıçta işler tam anlamıyla istediğimiz gibi gitmedi ama yine otobüs yolculuğundan da iyi oldu tabii... Bu konuyu da ayrıntılarıyla diğer bloğumda paylaşmayı tercih ettim; çünkü buraya o konudan başlar isem, bitirmesi daha zor olacaktı bu yazıyı. Orada yazdım ayrıntılarıyla ama kısaca burada da yazayım; 

Uçak yolculuğu, bir engelli için gerçekten bir kolaylık imiş ama sizin havalimanına dek biri ile en kolay şekilde gitmeniz gerekiyormuş. Zira havalimanı içinde yardım var da, dışına karışmıyorlarmış meğer. Bir de yetmediği gibi, sadece zorluk olabilecek notları bile size söylemiyorlarmış. Israr ettiğimiz halde, otobüs acentemizden bilet alırken bir kez binip havalimanında ineceğimizi söylemişler mesela. Ama daha sonrasında; otobüsle giderken havalimanına 10 dakika kala, bir yerde durup "otobüs değişmemiz gerekiyor, Sabiha Gökçen böyle istiyor." diye anons yaptılar (Sanki son anda çıkan bir durum imiş gibi aktardılar, ama öyle değildi!). 

Hiçbir otobüs firmasında, o gün havalimanı içinde yardım ettikleri gibi bir teçhizat ile karşılaşmadım, otobüs değiştirirken... Yapacakları iş o kadar basit ki esasında; birkaç tekerlekli sandalye, bir de taşıma konusunda yardımcı olacak iki kişi bulundurmaları gerek aslında. Ama yapmadıkları gibi, para uğruna köstek bile olabiliyorlar engellilere maalesef ülkemde. 7 Şubat günü başımıza tam da bu geldi; biz istediğimiz kadar en ince ayrıntısına kadar planlayalım, göze alalım en hafifini... Yaşamayan bilmiyor; engelli olmak, her seferinde başa geleni çekmek demek ülkemde. Ben bu duruma, her defasında belirttiğim üzere, çok ama çok üzülüyorum! O gün olacakları bilse idik, bu kadar zorluk çekmeye bile bile gitmez ve de engel durumumu bildirdiğim halde yaşadığımız zorluk ve hayal kırıklığına bu kadar üzülmezdim...



Velhasıl oldu bir şeyler, ama uçağa binme konusunda ilkimizi gerçekleştiriyor olduğumuz gerçeğiyle bu zorlukları göz ardı ettim havalimanına girince... Sabah 05.00'de başlayan gün, 06.20'de Sabiha Gökçen Havalimanına ulaşmak üzere bindiğimiz otobüs ile 08.30'da havalimanına ulaşmamız ile devam etti...

Kontrol noktasından geçtik önce. Uzun zamandan sonra ilk defa annemle beraber bir yere yalnız gidiyorduki bunun heyecanı vardı bende. Zira hep sevdim annemle yalnız yolculuklarımızı ve babamla da öyle... :) Anlarda iki kişi olmak, insan ilişkilerine daha değişik katkısı bulunan deneyimlerden bence.

Düşünün; biz annemle en son yalnız ikimiz 2010'da otobüs yolculuğuna çıkmıştık, 8 sene olmuş... :) İlk ve de son atağımdan sonra da bir daha yalnız yolculuklarımıza çıkamadık maalesef. 8 sene sonra, ikimiz için de bir ilki gerçekleştirdik ve ikimizde de bu uçak mevzuusuna dair korku değil büyük bir merak vardı. Bir tek konuşmalarımızda annemin "suya düşmesin, düşerse de ya" diye bir cümlesine denk gelmiştim şakalaşırken; o da tamamen annemin deniz korkusundan mütevellit... :) 

Havalimanı içinde bize yardım eden bir kişi oldu, benim sandalyemi o sürdü ve annem de bavullarımızı taşıdı bu sırada. İki bavulumuz, birer el çantamız, benim bilgisayarım ve de bir torba içinde battaniyemiz vardı. İzin verilenlere tam anlamıyla uyduk yani, korktuğumuz şey bavullarımızın kilo kontrolünden geçemeyecek olduğu idi. Çünkü 2 aylık gidiyoruz diye, ilaçlarımızı ve de ihtiyacımız olan diğer kıyafet ve de eşyalarımızı da iki bavula sığdırmıştık. Kontrol noktasından geçerken aklımızda tek bir soru vardı; "Ya bavullarımız 30 kilogramı geçmiş ise idi?" (: 

Korktuğumuz gibi olmadı ve bavullarımızın 30 kiloyu geçmediğini öğrendik. Uçağın hazır olmasını ve kapının geçişlere açılmasını o uçakların göründüğü cam ekranların orada beklemeye başladık da rahatladık sonunda... "Size bir şey söyleyeyim mi; merak ettiğim kadar da varmış, uçak çok güzel bir araç imiş taşıma yolunda. :)"

Uçağa bindirildik; kapı numaramız 206A, uçuş numaramız 7527 idi, biz havalimanına girdikten sonra anons ile kapı numaramızın değiştiği bildiriliyordu zaten... Biz uçağı beklerken, bir fasıl kahvaltımızı ettik tabii ki. Kapı açılınca, bize yardımcı olacak kişi ilk önce bizim binmemiz gerek diye geldi bizi aldı ve uçağa yönlendirdi. Herkes binmeden önce, uçağın kapısının önünde beni tekerlekli sandalyeden sedye tipi kol yerleri olmayan bir sandalyeye alıp uçağa bindirdiler. Koltuğumuza kadar götürüp sedye tipi tekerlekli sandalyeye aldıkları gibi, bir kişi koltuk altlarımdan, bir kişi ayaklarımdan olmak üzere tutup koltuğuma yerleştiler.

"Çok zor değil; otobüslere bu sisteme bile gerek yok, asansörlü merdiven sistemi konulsa yeter." diye düşündüm her beni taşıdıklarında...



Annem ben oturtulduktan sonra cam kenarını kaptı, birkaç şakalaştım onunla orta koltuğa ilerlerken "cam kenarına ben geçeceğim" diye ama sonra cam kenarını ona verdim tabii ki de. :) Yolcular bindi, uçakta güvenlik önlemlerine dair duyurularımız yapıldı ve de uçak pistte uçuş sırasını aldı. Önümüzden 4 uçak uçtuktan sonra, sıra bize geldi. Kalkış, yükseliş ve de o yerden yukarıda olma hissi; insanı değişik ve de özgür hissettirdi beni. Havada olmak çok güzeldi. Annem sordu bana, "korktun mu?" diye, ben de ona sordum aynı şekilde. İkimiz de korkmamıştık ama bu taşıma yolunu sevmiştik, ikimiz de uçak havalandıktan ve de indikten sonra; "Bu yolu kullanırız artık, geç bile kalmışız." dedik. :)

Uçakta yanımızda bir amca vardı, orta yaşlarda ve birçok uçak yolculuğu yapmış biri idi. İlk yolculuğumuz olduğunu söyleyince, korktuğumuzu düşünmüş. Korkmadığımızı ve sadece merak ettiğimizi söyledik ona da, güzel bir sohbeti paylaştık beraber biraz. Sıklıkla uçuyormuş eskiden de, şimdi emekli olmuş galiba ama yine de uçak yolculuğunu tercih ediyormuş. 

Uçak belirli bir yüksekliğe eriştiğinde, pilot bize "10.000 metre yüksekten uçtuğumuzu ve beklenmeyen bir rötar ile karşılaştığımız için de inene dek kemerlerimizin takılı olmasını" anons ile bildirdi yine. Yanımızdaki amca, "Normalde 7.000 metreden yüksekte uçmazdı uçak, ilk defa bu kadar yükseldiğine denk geldim; sizin şansınıza herhalde." dedi pilotun anonsundan sonra. "Şanslıyız demek ki." dedim bende amcaya. Korkacağımızı mı sandı acaba, daha yüksekten uçtuğumuzu bilince? :) 

Yarım saat kadar uyanık kalabildim uçakta; o sırada biraz camdan dışarısını izleyip annemle sohbet ettim, biraz da kitap okudum. Daha sonra dışarıyı izlerken güneş ışığı yüksekte direk bize gelince camdan, baş dönmemin başlaması bir oldu tabii. Az biraz o anlardan sonrasında uykuya daldım, iniş anonsunu duyunca da uyandık annemle. İniş çok az biraz sert oldu ama yine de korkutucu değildi. Bize binerken söylendiği gibi, herkesin inmesini bekledik ve o sırada montlarımızı giyinip yukarıdaki son kolajdaki baş parmaklı fotoğrafımızı çekindik annemle. "Uçuş bizim işimiz, bunu da gerçekleştirdik şükür ki!" dedik beraber... :) 


Antalya Havalimanı'na indiğimizde ise; yine iki yardımcı ile aynı şekilde sedye tipi tekerlekli sandalyeye alındım önce. Bu sefer uçağın dış kapısına asansörlü araç kurulmuş idi ona alındık ve o araçta havalimanından getirilen tekerlekli sandalyeye alındım. Sonra havalimanına girdik, havalimanından bavullarımızı da almamıza yardımcı olup, dışarıya dayımın arabasına kadar götürdüler sağolsunlar beni... Velhasıl sevdim, yardımcı olunmasını ve de mağdur olmama sebep olmamalarını. Dilerim gerek otobüs yolculuğunda gerekse de diğer taşımacılık hizmetlerinde bu kolaylık gelir de, her birimiz araba almak zorunda kalmayız; biz engelliler olarak kolaylıklar sağlanmasını hakediyoruz bence!



Annemle uçmak eğlenceli idi, biraz da biz eğlenceye çevirmekte başarılıydık belki de... Başlangıçta yaşadığımız tüm zorlukları ve hayal kırıklıklarını umursayarak devam etse idik de bu kadar eğlenceli olmazdı çünkü. Fotoğraf çekinmek, uçak camından gördüğün her şeyin üstünde olma hissi, "hani göklerden izliyor dediklerimize yakın mıyız acaba?" diye düşünmek ve de uçakta kitap okumak, çok eğlenceli ve de güzeldi... Otobüs yolculuğu ile 9-10 saat, araba yolculuğu ile 7-8 saat olan yolu, havalimanına ulaşımı da sayarsak 3,5 saatte katetmek gerekli bir imkan idi...

En çok yol tutma meselesinin olmamasına sevindim, uzun yolda en çok sorun yaşayan benimdir bizim evde çünkü. Uzun saatler boyunca oturmak da bir eziyettir benim için, mide bulanması ve baş dönmesi sorunlarını yaşamak da... Kitap okuyup kafamı dağıtamam, bir müzik dinleyebilirim ama yol tutar ise o bile zulüm gelir... 

Velhasıl; engelli olmanın ülkemde büyük bir eksiklik olduğunun hissettirilmesi olmazsa, sınanmassak her anlamda, büyük bir kolaylık kazandık uzun yolculuklara gitme konusunda... Annemle acil durumlarımızda beraber yolculuğa çıkma durumumuzu yeniden kazandık en çok da... Fotoğraflarımıza gelirsem, hepsi benim fikrimdi ve de bu fikirlerime can-ı gönülden katılan ise canım annemdi! :)

"Uçtuk geldik işte, dedemin ameliyatı da şükür ki başarılı geçti; işte geçen hafta bugün bir günlük ameliyatlı idi. Atlatacağız bunu da umarım zamanla..." 


Daha bir süre Antalya'dayız, şimdilik iki hafta oldu biz geleli. Başta istediğimiz gibi işlemedi ise de süreç, şimdilik az biraz sıkıntılı ama şükür ki yolunda gidiyor. Buradakilerle geçirebileceğimiz vakitlerin tadını çıkartıyoruz annemle, şimdilik yarım bıraktığımız tedavilerimi ve de Kağanımın bir ablamla işyerinde bir babamla olmasını düşünüyor olsak da... 

Burada hareketlerimi yapmaya çabalıyorum kendimce ve de annemin yaptığı gerdirme egzersizleri ile... Bir tek bu sıra az yazabiliyorum. Biraz kafam dalgın idi, biraz kendime zaman verdim; derken bugüne kaldı 7 Şubat 2018'de yaşadığımız anlarımız...

Böyle bir yazının sonuna geldik şimdi de işte... Uçmak güzeldi, kendimi mutlu ve özgür hissettirdi. Bir de annemle yalnız başımıza yeniden böyle bir şeyin altından kalkabildiğimize çok sevindim, her ne kadar "ayakta olsam daha kolay olurdu" dediysem bile...

Okuduğunuz için teşekkürlerim ve de sevgilerimle... (:

18 Şubat 2018 Pazar

Dikkat - 18.02.2018


Dikkat - 18.02.2018

Daha küçüktüm, hastalığımın ilk çıktığı zamanlardı ve babam bana isteğim üzerime göbek adı koymuştu; "Dikkat!" Ciddi ciddi "neden benim göbek adım yok?" dediğimde, önce "istiyorsan sen kendin koy kızım," demiş gülmüştü ve sonrasında da çok düşmelerim sebebiyle, dikkat etmediğimi öne sürüp ikinci göbek adımı "Dikkat" koymuştu. Ben ise kendi göbek adımı, o yaşımda sevdiğim isimler olduğu sebebiyle; önce Gonca koymuştum, sonra da Serap diye değiştirmiştim. İkisi de güzel gelmiyor vallahi şimdi! :)

Konuya döneyim, babamın "Dikkat" diye koyduğu isim, birkaç sene boyunca sürdü gitti aramızda. Ben düştükçe veya düşmek üzere oldukça, "Dikkat" derdi babam ve alırdım mesajı, geyiğini yapardık birkaç dakika... Ama o zamanki düşüşlerim, sadece derman kesilmelerimden sebepti; esasında dikkat etmemekten ötürü değildi ama babam hep şöyle derdi, "İşte bu yüzden dikkat etmen gerekiyor kızım. Sadece dikkat etmediğin için değil, dikkat edersen daha iyi olacağı için!"

Babam doğru söylüyormuş diye düşündüm zaman zaman ve hala da düşünürüm bazen. Düşmeden önce, düşmemek üzere veyahut başka sonuçlar gerçekleşmeden önce ne olur ne olmaz bir kez daha dikkatli olmanın bir sakıncası olmamalıymış. Dikkat etmek gerekiyormuş ve de illa ki dikkatsiz olmadığını düşünerek dikkati elden bırakmaman gerekiyormuş...


** Bu anı'mız da burada hatıra olarak dursun istedim... :) Sevgiler.

16 Şubat 2018 Cuma

Yürümek O Kadar Kolay Değil! - 16.02.2018


Bugün, günün ilk saat diliminde, gece yazdığım bir yazıyı paylaşıyorum; az biraz endişe ama bol rahatlık ve cesaret ile. Sebebim çok; düşüncelerimin karmaşasında kendini bulan birilerine yardımcı olmak, ben de böyle hislerdeyim demek ve anlayan anlamayan herkese anlaşılır olabilmek gibi... İyi okumalar. (:



16.02.2018- Cuma (00.02)

Antalya'ya dedemin tedavi süreci için geldiğimiz zaman diliminin en başından beri düşündüğüm; bu süreçleri daha kolay atlatırdık idik, eğer ben yürüyor olsa idim. Daha kolay olurdu annemin, babamın ve de ablamların işi...

Bana sorulduğu veyahut keşke denildiği zaman, bu konu hakkında önce içimden kendime, sonra da çevremdekilere tekrarladığım cümle şu oluyor; "Yürümek o kadar kolay değil!"

Benim için çok hassas bir konu, evet. Üstelik belki de çok kişi bu konuyu ayrıntılarıyla konuşmak istemediğimin de farkında. Ama birçoğu gibi bana da garip geliyor, bir zamanlar yapabildiğim bir işlevi şimdi yerine getirememek. Bu önce yürümek oluyor belki ama daha da ötesi var. Yürüme yetimi kaybetmeden önce, çömelip oturma ve de çömeldiğim yerden kalkabilme yetimi kaybettim ben... Biraz daha derine indiğimde, neler neler var aslında...

Keşke konusuna gelince, bazen kendi içimde veyahut dışımda ben de söyleniyorum. Keşke hala dans edebiliyor olsam, keşke hala yürüyebilsem. Keşke hala yorulana dek ayakta durabilsem. Keşke koşarcasına bir yerlere yetişmek için çabalasam, bu çabalar esnasında sendeleyip düşmekten korksam ve belki de düşsem. Yaralansam biraz, o yaranın nasıl oluştuğunu gülerek anlatsam gördüğüm her tanıdığıma...

Keşkenin bir manası yok, aslında var ama yok bir kelime... Keşke sonuç getirmez, takılıp kalmamak gerekiyor deriz ya hani; keşkeyi umuda bağlamak mümkün aslında, yani hepten fos bir kelime de değil hani...

Bu konuları konuşmak fazlasıyla rahatsız etmiyor beni, aksine konuşabildiğim ama yazamadığım bir konu idi bu ve yazabiliyorum da artık. Bilmeyenleri ve de başta benim bile anlam veremediğim noktaya hepten gözü kapalı kalabilenleri bile anlayabiliyorum; "eskiden yürüyordun..."

Bir yetiyi kaybettiğinde, onu kazanabilmek kolay olmuyor. Benim gibi bir hastalığınız varsa da, bu zorluk katlanıp gidiyor ta uzağa... Bazen televizyonlardaki gibi olsa diyorum bende, bir senaryodaki iyileşmeler kadar çabuk mesela... Olmuyor velhasıl...

Umudunu hepten yitirmiş görünmeyeyim isterim karşınızda, olmuyor dediğim kelimemin içinde bile umudumu görün dilerim. Bu yazı böyle bir yazı çünkü... Yürümek kolay değil, güçten düşmek kolaysa da güç toplamak kolay değil; bunu anlatttığım kadar, anlamaya da uğraşıyorum sık sık. Canım tez oluyor bazen, gönlüm hemen yürümemden yana... Yorulmasını istiyor bedenimin ama yürümek o kadar kolay değil valla...

Derler ki; yıkmak basit de yapması zor, bu da öyle işte. "Hasta olan umudunu hep taze tutsun, hastası olan da ona yardımcı olsun." Bu benim tavsiyemdir... Ben şanslıyım, hayatımın yan karakterleri beni anlıyor ve de anlayışla bana yaklaşıyorlar. İyileşmemi benden çok isteyen sevdiklerim bile var. Başrol oynadığım hayat sahnemde, yeniden ele geçirmemi istedikleri birçok alan var. Yürümek kolay değil ama çabaladığımı bilen bu istek sahipleri, ben gibi bulunduğumuz her anın daha da kolaylaşmasını istiyorlar; biliyorum işte. Bazen açık açık konuşuyoruz bunları, bazen hissettirmiyorlar ve bir de bazen hissettirmediklerini sanıyorlar ama ben deli gibi hissediyorum ta içimde...

Gel gelelim bildiğini bildiklerimin yanı sıra, bilmeyi reddedenlere de bildirmekle yükümlü görüyorum kendimi. Mesela sen okuyucu; çevrende ben gibi bir engelli var mı bilmiyorum, ama bil ki iyileşme süreçlerimiz çok güç bizlerin. Elimizden geleni yapıyoruz, yürümek ve de yol almak o kadar kolay değil biz de biliyoruz, ama sen bilmeyen azınlıkta isen bil istiyorum.

Düşen vücudumu toplama uğraşlarımda bunları hem bilip hem de takılmadan atlatmam gerek. Çok düşünüyor ama daha çoğunda da çabalıyorum... Yazınca ise çok ama çok rahatlıyorum. Birileri kendimi sakinleştirme konuşmalarımda kendinden bir şeyler bulur diye umup yazıyorum ve paylaşıyorum. Yürümek o kadar kolay değilse de, ben de istiyorum. Her ortam ve de mecrada, bilinmiyorsa da çok çaba ve çok eğitim gerekiyor sana bana. Sen bil, bil ki ben ve ben gibiler için yeni sistemler geliştirilebilsin...

İşte ben, bir düşüncelerimin karmaşasından böyle kurtulabiliyorum.
Ben biliyorum; size de anlatmak istediğim hayal, umut ve de keşke dolu kalbimden gelen hislerimi, ama en üst düzeyde çabaladığımı da biliyorum. Bazen sadece anlatmak iyi geliyor, hem kişiyi rahatlatıyor hem de bilmeyenleri bilgilendiriyor.

Velhasıl bir şeyler hep bir şeylere vesile olabiliyor, bu sıkıntı sonrası yazma beni rahatlattığı gibi birçoğunu da bilgilendirir inşallah...

Sevgilerimle, Didem Köse...
16.02.2018- Cuma (00.37)

14 Şubat 2018 Çarşamba

Dedemin Ameliyatı Ve Antalya'dan Haberler - 14.02.2018


Bazı yazılara başlık bulmak zorluyor beni, bu yazıma başlık atarken zorlandığım gibi... Antalya'ya geleli bugün tam bir hafta oldu.. Sözde geçen hafta geldiğimizin ertesi günü dedem ameliyat olacaktı ama olamadı. Düne kadar beklenti içinde ve belirsizliklerin stresi içinde geçti bizler için. Ve nihayet dün ameliyat oldu dedem ve ilk süreci dün-bugün derken atlattık. Belirsiz bekleyişten sıyrılabildiğimize mutluyuz doğrusu... :)

Antalya Araştırma Hastanesi'nde, bu aya hep kanser hastalarının ameliyatı birikmiş. Ha bugün ha yarın diye diye, 1 haftadır bekletiliyorduk.. Ameliyatlar başlıyor, uzun sürüyor, aciller giriyor, sıradaki başka hastalar ameliyata alınıyor. Oysa birçoğuna söylenildiği gibi, muayeneli hastalardandı dedem... Ama işte hep diyoruz ya; "Allah hastanelere de düşürmesin, hastanelersiz de etmesin." Diye. Cümlemize şifa olsun...

Dedemin gırtlak ve mide arasındaki kanserli kitlesi ile midesi alındı ameliyatında, dünden beri yoğun bakımda şimdi. İyi haberlerini alıyor olmak, benim için o kadar rahatlatıcı bir unsur ki... Çok şükür rabbime, bu tedavi sürecine iyi başladık diye düşünüp mutlu oluyorum iki gündür. 5 gün boyunca riskli bir süreç daha varmış, dikişlerin tutması gerekiyormuş. Doktorlar bazı konularda titiz olmaya ve de korkutma politikasını sürdürmeye mecbur kalıyorlar galiba. Süreç o kadar riskli dediler ki, olmasa da olsa da riskler hakimdi. Şükürki ilk aşama bitti diyebiliyoruz şimdi...


Stres ile uyuyamaz olduğum günlerin ardından, buraya yeniden döndüğüm için bu bir dönüş yazısı ama yazımın başlığını zor da olsa buldum; Antalya'dan dedemin ameliyat sürecinden bildiriyorum...


Kuzenim İncime, dostum Meroma, dayımlara, yengeme, İsmet teyzeme ve de diğerlerine de kavuştum bu arada. Stresim azalmıştı buraya kavuştuk kavuşalı, ama yine de bekleyişler kederli idi... 

Geldik geleli en çok dostumla her fırsatta bir araya gelebilip, yan yana sohbet edebildiğimiz zamanlarımıza; bir de kuzenimle artık oyun oynayabilme sürecine girdiğimize seviniyorum.. Yazın geldiğimizde ikili oyunlar oynayamıyorduk İncim ile, sonbaharda burada iken de aynı durum söz konusu idi. Ama şimdi, barbie bebekleriyle bile oynayabiliyoruz. Evcilik kurmaca, -ki benim hala oyunlarda en sevdiğim oyundur- top oynama ve de bilimum otururken oynanabilecek her şeyi oynuyoruz. Kağanım gibi İncim de boyamalara sarmış şimdi. Boyama yapmaya ben bayılıyorum, durmadan yapabilirim ama İncim çok çabuk yoruluyor boyama konusunda. Ama evcilik oynarken sorunumuz yok, onu uzun uzun oynayabiliyoruz... :) Bekleyişlerimizi oyunlarımızda oyalanmalarla da atlatabildim bu süreçte...

Kendimi bulamadığım noktalar var bu arada, bence bana çok fazla geldi bu sakin gibi görünen ama bol bekleyişli geçen süre. Yalan değil, çok korktum. Ama olabildiğince sakindim de, dışım ayrı içim apayrı idi... Belirsizlik içinde, uzun bir zamandır bekliyoruz bu tedavi sürecine akmak için ya hani. Tam bitti dediğimiz anda, beklentiler şekil değiştirip de, Antalya'ya geldiğimiz günün ertesinde devam edince iyice neye uğradığımı şaşırdım doğrusu... 

Uçağa binmek ve uçmak konusuna gelmiyorum henüz, o apayrı deneyimdi ve şu instagram paylaşımıma alabilirim sizleri; orada bana göre kısa, çoğuna göre de uzun şekilde ilk izlenimlerimi anlattım. Ama buraya da yazısını yazacağım ilk fırsatta... :)



Bu ciddi şekilde sadece dönüş yazısı olsun dedim... Dedemin ameliyatı başarılı geçti; geldiğimizden 1 hafta sonrasına denk gelmiş bile olsa, başladık tedavi sürecine demeye geldim... Bir önceki yazımda bahsettim mi hatırlamıyorum şu an, dedemin hastalığının astım hastalığı için kullandığı ilaçlara bağlı bir kanser olduğu belli olmuştu. Kitlenin yayılmayan türden olması ve akciğer biyopsisinin temiz çıkması sonucunda da ameliyata cesaret edilmişti. Doktorumuz biraz korkuttu bizi, belki de her ihtimale hazırlıklı olmamızı sağladı bu bizi ama yine de stres dolu bir süreçti öncesi. Dilerim bundan sonrası iyi olur, diyorum şimdi...

Velhasıl döndüm işte. Bir haftalık aradan sonra geri geldim bloğuma; yazmaya, dert anlatmaya ve de saçmalamaya... :) Şimdi son olarak saçmalayarak gideceğim; stres etmeyin (Sanki mümkünmüş gibi davranın!), bir şeyler yaşanıyor, ayak uydurun gitsin... Allah her birimiz için, süreçlerimizin günlerimizin-gecelerimizin sonunu hayır etsin! Amin...


Sevgilerimle... (: 

6 Şubat 2018 Salı

İnternet Günlüğüm 2018 #2 - Yeni Bir Süreç


Sevgili İnternet Günlüğüm, kısaca İG diyeceğim bugün sana; :)


Yarın bu saatlerde, hayırlısıyla Antalya'ya varmış ve de çoktan orada olmaya alışmaya başlamış olacağımızı düşünüyorum şu an... Yarından itibaren, yeni bir süreç başlıyor ailemiz için. Antalya'da dedemin tedavisinde yardımcı olmaya gidiyoruz, annem ve ben. Biraz endişeli de olsam, dedemin iyi olacağına inanıyorum. Perşembe günü ameliyatı var, iyi enerjilerle ve de dualarla inşallah bu hastalığı da atlatacağız diye umuyoruz...

Uçakla gideceğiz bu sefer Antalya'ya ve bu durum annem için de benim için de bir ilk olacak. Merak var ama korkum yok, şu kolaylığı bir de biz yaşayalım bakalım; nasıl olacak acaba yarın ve de yarından sonrası...


İG; endişem evden uzun süre ayrılmamızın epeydir böyle ciddi bir durum sebepli olmamış olması bence, geç de olsa bunu çözümledim kendi içimde... Kendimi rahatlatabiliyorum bir noktadan sonra ama endişem hep içimde aslında. Ben endişemin üstüne bir ağırlık bastırıyorum mantığımla; "iyi olacak herşey; endişelensen de bu süreç yaşanacak, endişelenmesen de..." diyerek, sonra o ağırlık bazen hafif şekilde bir havaya kalkıyor bu da endişemin sızmasına sebebiyet veriyor ve o sızıntı ile benimle oluyor yine endişe. Yine müdahale edene dek, bir süreliğine ama işte o hep orada... Günü gelince ve de atlatınca sıkıntıları, geçip gidecek inşallah.

Tamamen endişeden kurtulabilmek benim için böyle mümkün. Yoktan yere kendimi sıkıp üzüp zarar veren boyutta değil, sadece benimle yaşıyor ve ara sıra kendisini ortaya sakinlikle bana sunuyor. Bu durum da çoğunlukla akşamüzerleri veya geceleri gerçekleşiyor... Bir süredir böyle ama alıştım da doğrusu, sadece uykularım kaçıyor ki bunda da bu durumun değil, bedensel yorulamamamın etkisi var. Kafa yorgunluğu uyumama yetmiyor bu sıra. Geç uyuyor ve geç kalkıyorum, nadiren tam tersi de olabiliyor. Düzelecek o da bu haftadan sonra inşallah, hele bir dedemin ameliyatını atlatalım da sağlıcakla...

Neyse devam edeyim İG; çantalarımız hazır, biz de hazırız ve ufak tefek hazırlıkları da tamamlayıp yattıktan sonra yolcuyuz yarın işte. Uzun zamandır benim de içinde olduğum yolculuklarımızı hep kendi arabamızla gerçekleştirdiğimiz için, bu sefer iki bavula sığmak bizim için zor oldu. 30 kg sınırı varmış ya hani, kısa süreliğine gitmiyoruz diye alacağımız birçok kıyafet, ilaç ve de buna benzer orada lazım olacak eşyalarımızla sığmak zor oldu. Bir de bu bavulların içine koyduğumuz, dedeme aldığımız kıyafetler de var ki; varın siz düşünün halimizi. :) Neyse ki sığdırdık bugün kalan eşyalarımızı da, şimdi tek sıkıntı kilo kontrol kısmında ne yapacağımız...

Aralık 2017'de bir yazı yazmış ve yayınlamıştım, Karmaşık Ruh Hallerim isimli... Bu yazıyı bu sıra düşünüyorum bazen hala. Dedeme lif ördüm bitirdim onu da götüreceğim, son 2-3 senedir dedemle daha sıklıkla da konuşuyoruz ve bunlar çok hoşuma gidiyor... Paylaşım yapabilmek ve küçüklüğümdeki büyüklerimizin bizlerden uzak olduğu olgusunu atlattık. Dedem küçükken biraz daha sertti, şimdi daha çok şey paylaşabiliyoruz. En azından ergenliğimdeki gibi çatışmıyoruz. Çatışmalarımız olsa bile, sonunu güzel getirebiliyoruz... Velhasıl, o yazımdaki her şeyi iyi ki yazmışım diyorum şimdi ve içimde bir şeyleri anlamlandırabildiğime seviniyorum. "Böyle oldu, bizim aramızdaki bağın sağlamlaşması için bunların atlatılması gerekiyordu." diyebiliyorum.

Dedemle çok zıt düşüncelerimiz çoğu anımızda hala bulunmakta, çünkü onun fikirleri ve ilgileri benimkilerle bir değil. Ama buluyormuşuz, hayat içinde birbirini yeniden yeniden buluyormuş ve tanıyormuşuz meğer... 


Geride bırakacaklarımızdan en çok yeğenimi özleyeceğim, hiç yalanım yok bu durumda da... Geçirebildiğimiz kadar zaman geçirmeye devam ettiğimiz, doyamıyorum diyerek birbirimizi sevmelerimizi de, tartışmaları ve sonucunda anlaşmalarımızı da yaşadık gideceğimiz zaman belli oldu olalı yine. Ve Kağanım bugün uyandırırken "Son günümüz teyze, siz dönene dek. Etkinlik yapar mıyız bugün yine?" dedi. "Elbette yapacağız, yaparız." dedim, yanıma yatıp sarılıp sohbet edecekken, "Arayacaksın de mi beni, ben de ararım seni." dedi. Aynı benim ona bir haftada birkaç kez tekrar ettiğim gibi.. :) Çocuklar ne görürse onu mu yapıyor ne, bana öğüt veriyor küçük adam! Bugün de beraber etkinlikler yaptık ama bir haftadır yaptığımız etkinliklerimizin resimlerini koymak istedim buraya. :) Giderken de doyamadık yine birbirimize, Allah doyurmasın. Sağ salim gider gelir, yine rutine döneriz de inşallah...

Ablamlar babamla beraber halledecekler burayı, güvenim var onlara başarabilirler ama kuzuma kendim hikaye okuyamayacak ve endişelendiğimde veya mutlu olduğumda, sadece öylesine bile olsa ona sarılıp öpemeyeceğim bir süre. Neyse ki, İncime ve de Meroma sarılacağım bu süreçte; onlarla olacak günlerimiz, bu kavuşma da bir nevi bizim bu seneki şansımız... Özlem doluyum Antalya'dakilere de; dedeme, dayıma, yengeme, İsmet teyzeme, Meryem teyzeme ve diğerlerine de...


Velhasıl böyle işte; duygularımdan bahsedeyim ve de azıcık bahsedeyim istedim sana İG... 

"Her şey güzel olacak ve endişeler hayatın içinde var, er ya da geç geçecek bugünler ve "bak ne oldu?" diyeceğiz her koşulda yine. Yeter ki olabildiğince sakin ol işte..." Duymak istediğim sözler bunlar ve birilerinden duymayı beklemeden kendime de söylüyorum bu sıralar... Geçecek, gün batması gibi geçip giden bir Ocak'ın ardından Şubat gün doğumunu getirecek. Umuyor ve bekliyorum...

Bu yeni süreç neyi doğurur bilmiyorum, artık sürecin içerisine dalma ve de bekleyip görme vakti geldi... Güzelliklere uzanan günler ve de haftalar bizlerin olsun, dilerim el ele verir ve birçok şeyi başarırız. İnanır ve de içimizdeki güce sığınırsak, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yoktur! diye inanıyorum. Allah yardımcımız olsun, sevgilerimle ve de güzel dileklerimle; yine görüşmek üzere...

D.K. (: 

5 Şubat 2018 Pazartesi

Söylemediğim Özlemler İçimde Birikmiş - Şubat 2018


Söyleyemediklerim değil aslında, söylememeyi tercih ettiğim ve şimdi söylemeye karar verdiğim şeyleri yazacağım bu yazımda. Söyleyemediklerimdi; zira burayı tanıdıklarım da okuyor derdim... Şimdi de diyorum ki, okusunlar! Ben bunları yazamadıktan, içimi bir şekilde dökemedikten sonra şiştiğimi ve taşmak üzere olduğumu farkettim. Bu farkındalığım sonucunda bunları da yazma kararı vermiştim 2017'de, ama ancak Kasım 2017'de icraata geçirebildim...

Ve bugün geriye kalan söyleyemediklerimin, kendime itiraf edebildiklerimi yazıya dökebilmemin vakti geldi...


30.01.2018- Salı günü bir rüya gördüm, belki de o rüya bu yazıyı yazabilmeme esas cesareti verdi bana. Sabah hayrına anlatıyorum, siz de öyle dinliyor -yani okuyor- olun; öyle derler ya hani... :)

Evimizin olduğu bir binadaydım rüyamda ve bu binadan çıkıp tanımadığım ama rüya aleminde tanıyor olduğum arkadaşlarımla, iddia üzerine bir yarışı tamamlamam gerekiyordu. 1 numaralı kapıdan girip 4 numaralı kapıdan çıkmaktı görev. Ama 4'ten girip 1'den çıkmak da olur, diyorum rüyamda kendimce; amaç o yolu katedip bitirmek değil mi sonuçta?, diye düşünüyorum. Rüyamda ters istikametten bir sığınağa, çıktığım binamızın kapısının hemen yanındaki bir kapıdan giriyorum. Turuncu bir ışıkla aydınlatılan karanlık bir alandayım, bölüm bölüm odaları bulunan bir alt geçit adeta... Yürüyor, yürüyor ve 3, 2, 1 diye kapılardan geçerek 4'ten 1'e bitiriyorum kendimce yarışı. Zor oluyor turuncu ışıkta yürümem ama "yürüyorum ya!" diye umursamıyorum...


Geçtiğim son kapı, -yani 1 kapısı- kocaman bir Avm'ye çıkıyor sonra. Bitti diyorum, aydınlığa çıktım. Ama gözlerim yanıyor adeta... Etrafıma bakıyorum herkes bir gökdelenin içinde; hiç öyle avm gezer halde değiller ki, hepsi evine gitmenin derdinde ve birbirini tanır bir haldeler... Etrafı kontrol ediyorum, arkadaşlarımdan biri var mı diye. Bir tek yüz bana dönüyor ve o da benim gibi durmuş, beni inceliyor. Bu kişi, alt bacakları olmayan biri. Ama öyle bir yürüyor ki, hiç alt bacakları yokmuş gibi değil! Sanki görünmez bir gücü var, kimse onu farketmiyor benden başka!

Biraz bakınıyor ve tebessüm ediyorum, tanımadığım bu kızla gurur duyuyorum; çünkü o sırada o da bana gülümsüyor ve benimle gurur duyduğunu hissettiriyor. Gözlerini benden çektiği an, arkadaşlarımı hatırlıyorum. Onların gittiği yere dışarıdan gitmeyi düşünüyorum tekrar... Avm gibi olan yerin kapısından çıktığımda, beni kocaman basamaklar karşılıyor. Endişe bile etmiyorum ama "kendimi deneme vakti." diyorum! Ortaokulda inebildiğim üzere, merdivenlerden dümdüz inmeye yelteniyorum. Biraz koşarak, dümdüz merdivenlerden iniyorum. Tek korkum, düşersem tutunacak bir yerin olmadığından sebep ne olacağını bilemeyişimden. Ama biraz yavaşlarsam da düşeceğimi biliyorum!

Koşar adım iniyorum; bir basamakta bir ayağım, onun altında diğer ayağım, koşaradım Didem, devam et böyle! Son 3 basamağa gelene dek 25 basamak indiğime emin oluyorum. Sondan ikinci basamağa oturarak düşüyorum. Etrafımda birileri bakıyor bana galiba, umursayamıyorum. Derken koşarak indim ve de düştüm! Bunu umursamadım ve tek başıma yaşadığım bu girişime gururla karışık deli gibi krize girerek güldüm. :) Küçük çaplı bir kriz...

Çok geçmedi yanımda bir kız, o bacaklarının olmadığını gördüğüm kız yanımda. "Seninle gurur duyuyorum, güzel koştun ama çok güzel düştün!" diyor. :) "Düştüm de mi?" diyorum.

Sonra aynı kıza, "nasıl kalkacağımı bilmiyorum" diyorum. "Ben biliyorum." diyor ve olabildiğince kısa olduğuna emin olduğum kollarını bir trabzan kadar olduğuna emin olduğum şekilde sertlikle tutuyor. "Hadi tutun ve kalk!" diyor. Tutunuyorum ve kalkıyorum. "Bize gidiyoruz." diyor sonra da. Evine gidiyoruz ve evinde hiç saçı olmadığına emin olduğum aynı kız, toplu olmadığına emin olduğum saçlarını uzun halde bırakıp açıyor gözümün önünde. Boyu uzuyor ve de normal oluyor...

Rüya bununla da bitmiyor, yanıbaşımızda bir erkek oturuyor masada. "Siz ikiniz de mükemmelsiniz." diyor. Ama karşımızdaki kız bir süre sonra yok gibi oluyor, orada ama odak noktası benim. Erkek kişi bana dönüp, "Sen bugün çok iyi iş çıkardın, o merdivenleri inişin çok güzeldi." diyor kolunu omuzuma atarak. O beni tebrik ederken omuzuma sarılarak, "Özlemişim!" diye itirafta bulunuyorum. Ve sonra da uyanıyorum...


Bu derin rüyadan uyandığım o gün, başta bilinçaltıma lanetler yağdırdım içten içe. Tüm gün aklımda bu rüya vardı her kendimle kaldığım anda özellikle, daldım ve o rüya alemine gittim. Yeğenimle resim çizdim, boyama yapmak çok iyi geldi. Ama o rüya, henüz aklımdan anılarıyla uçup gitmedi... 



Ortaokuldaki o merdivenden inebilme kabiliyetimi bu kadar özleyip de, beni etkileyeceğini bilememişim. Kendime söyleyebileceğim en son özlemim, merdivenlerden inmek olurdu herhalde; ta ki o rüyama dek. Meğer ben neleri özlemişim de, söyleyememişim kendime diyorum şimdi...

Mesela, uyumayıp sabahlara kadar dans etmek istiyor ruhum ve bunu saklamıyorum bile. İçimden dışıma gelişen bir neşe ve de hayatı seven yanım var. Birilerine moral ve de mutluluk verebiliyorsam, sabahlara kadar dans etmiş oluyorum da aslında... "Bedenen yapamadıklarımı, hiç yapmamış sayılmam!" Bu olguyu büyütebildim içimde son bir iki senedir iyice. Ama gel gelelim, özledim diyememek dokunuyormuş. Özledim demeye geldim;

En çok yürümeyi değil; yürürken rüzgara karşı koymayı beceremeyince, arkadan ittiren rüzgarın etkisiyle koşar adım yürümeyi özledim...

Sadece dans etmeyi değil, dans edip soluk soluğa kaldığımdaki mutlulukla dinlenmelerimi özledim...

Ayakta çok kaldığım ve de çok dolaştığım bir günün sonunda, yorgunlukla uyumayı özledim...

Bunu söylemem gerek, beden yorgunluğuyla uyumak gibisi yok! Ağlamaktan sonraki uyku, en iyi uyku diyorlar internette. Hayır, en güzel uyku bedenen yorulduktan sonra çektiğiniz deliksiz uykudur bence! Bedenen yorgunluğu gerçekleştiremediğim zamanlarda, beynimi yorarak uyumaya çalışıyorum ben bir süredir. Ama beden yorgunluğu ile uyunan uykunun yerini alamıyor maalesef... :) Bedenen yorulmam da mümkün oluyor hala elbet. Fizik tedavilerim sonrasında eve döndüğüm zamanlardaki o yorgunluklar, efsanelerimdendir...


Madem döküldüm daha da öteye gideyim ve rüyamı nasıl yorumladığımı yazayım en iyisi;




Bir şeyler yarım kalabilir, yarım kaldığı gibi tamamlanması için de zaman gerekir; o zamanı beklemez veya kendine tanıdığın hakları ve şansları yok edersen, gücün de cesaretin de yerini başka bir şey alır...

Rüyamda indiğim merdivenleri çok düşündüm, sonra o merdivenlerin Bursa Anatolium Avm'nin yol tarafındaki giriş merdivenleri olduğunu anladım; İkea tarafı değil diğer taraftaki... Zira Anatolium'dan arabayla çıkıp eve gitmek üzere yola çıkarken, o merdivenlere sık sık takılıyordu gözüm. Bilinçaltım feci dikkatli çıktı...

Rüyamdaki o bacakları olmayan kız, o da galiba benim. Bilinçaltım ile kabullendiğim içimde bir kişi, yarım ama benimle gurur duyan bir kız var... Bedenimde kendi işlevini yerine tam getiremeyen uzuvlarıma bile güç veriyor o içimdeki. Onu gördüm rüyamda bence. İşlevlerini şimdiki zamandan ötede, oldukça iyi yerine getiren uzuvlarımın etkin olduğu zamanlarda da eksik ama değil yanım vardı ya; o zamanlar hani uzun saçlıydım vs... Anlatabiliyorumdur, umarım anlatmak istediğim gibi yazıya dökebiliyorumdur...

İçimdeki kız bana, "görüyorum başarıyorsun, devam et işte." diyor, yani takdir ediyor beni. Bunu bilmek iyi geliyor şimdi... O kız biliyor, değişik yolla denemek için sürekli uğraştığımı ve bunu da takdir ediyor ki ötesini sormadı yanıma geldiğinde de. Her yolu dene, diyor bana muhtemelen...

İçimdeki kız, geçmişte saçları uzun olan ayakta ve kendi işini de görebilen; hayatın içinde ama kimi tarafından farkedilen çoğu tarafından da farkedilmeyen bir kızdı. Hep destekçileri ve de arkadaşları vardı yanında; ben gibi, kendisi gibi ve de az buz yakın-uzak arkadaşları gibi...

Özlediğini söyle ve geç kalma bunun için, diyordu o kız bana. Ben onun bana davranış ve tavırlarını böyle algıladım... Beni götürdüğü kişi, benim hayalimin başladığı bir diğer nokta idi. Beni bile içine gömme, gömme isteklerini ve de hayallerini. Saklama varlığını hiçbir isteğinin diyordu. Neden o günü seçtiğini de biliyorum; diğer bloğumda "Aşkı İstemek" adlı bir yazı yazdım ve yayınladım, 29 Ocak'ta. Ama o yazımı facebook sayfamda paylaşamadım, şimdi anlıyorum ki neden paylaşmaya cesaret edemediğim halde aklımda, neden yazmak istedim; çünkü söylemek istiyorum! Bir şeyler içimde kaldıkça tıkanıyorum, tıpkı bu yazıyı 3-4 günde yazmam gibi! Gecenin bir yarısı paylaşacağım ama olsun hiç de yazıp paylaşmayabilirdim değil mi? :)

Son olarak; o rüyamda içimdeki kız olduğunu söylediğim kızın beni götürdüğü kişi, aşkı istemek adlı yazımda yazdığım kişi idi. Böyle adlandırıyorum, çünkü hiç yabancılık çekmedim ona; aşık gibi onun elini omzuma atması güzel gelmişti ve beni destekliyordu. İçimdeki kızın, çabalamaya devam edersem onu bulacağımı belirttiği üzere; bulmayı umduğum aşktı o bence...

Söyleyemediğim özlemler içimde birikmiş; bir bu rüya ile değil, birçok rüya ile patlak veriyor zaman zaman. Daha önce de kendimi deneyimlediğim üzere, yazdıkça kendimi tedavi edebiliyorum. Bu sebeple yazmaya devam dedim işte... "Bir şeyler yarım kalabilir, tamamlamak üzere çabaladıkça tamamlandığındaki doyum seni esas hayallerine kavuşturacak gerçeklik olacak!" diyordu bence bana rüyam... Ben tüm bu rüyadan kendi içimi anlamlandırdım ve de böyle dersler çıkardım kendime. Çabalamaya da devam, yazmaya da. Hele özlediklerimi, hissettiklerimi ve de olmasını istediklerimi yazmaya daha fazla devam... Kendimi var etmem ve de gerçekleştirmem mümkün olacaksa, o şey yazmak ile olacak hissettiğimce...


Okuduğunuz için teşekkürlerim ve de sevgilerimle. Güzel bir hafta başlasın hepimiz için, güce de umuda da ihtiyacım var bu hafta fazlasıyla. Mutlu haftalar hepimize... :)