31 Temmuz 2020 Cuma

Böyle Bir Bayram - Temmuz 2020


Bugün İnstagram'da paylaştığım bu gönderimin yazısıyla, bugünün anısı burada "bloğumda da" dursun istiyorum... Andıkça burada da bulayım, günün ve senenin mucizeleri içerikli... Hayat sürprizlerle dolu ve ben hayatı bu sürprizleriyle çok seviyorum işte... =) Hepimizin Bayramı mübarek olsun, her günümüz bayram tadında sevdiklerimizle beraber olsun... Amin. (:


Böyle bir kurban bayramı işte, pandemi altında; tarih 31 Temmuz 2020... :) Herkese iyi bayramlar olsun, sevdiklerimizle sağlıcakla birlikteliklerimiz olsun inşallah...  
Sabah duygular derya deniz uyanamadım bu sefer, tabii ki bu bayram çok farklı olacağını hissetmemden ötürü. Ama çok şükür ki ailecek tek bir kimseyi bile yüz yüze göremeden geçirdiğimiz Ramazan Bayramından sonra, bugün akrabalarla tedbirler altında görüşebilecek olmak bile öylesine heyecanlandırdı... İlk Fotoğrafta bir ben varım, maske var ama gözlerimden anlayın mutluluğumu; diğerinde annem ablam, yanımda babam, arkamda eniştem ve yeğenlerim (Kağanım, Defnem) <3

Bu sabah azıcık geç kalktık, ailecek kahvaltımızı yaptık; sonra hazırlanıp nihayet dışarı çıktık. Ailecek toplanacağımız yere geldik... Ablamlar ve biz, iki yeğenimle beraber ilk bayram. Geçen sene bu sıralar tek yeğenli kurban bayramından, pandemi altında iki yeğenli bayramlara eriştik. Hayat size neleri ne şartlar içinde sunacakmış bilemiyormuşsunuz, bu sayede şaşırmamayı ve kabullenmeyi öğrendim. Hayat, sen çok sürprizlerle dolusun. Seni sürprizlerinle de seviyorum...

Kaderde uzaktan bayramlaşmak da varmış, birbirimiz için nelere göğüs gerebileceğimizi ve bir o kadar yakın durmak isterken uzak durabilmeyi göze alabildiğimizi de görmek varmış. Temmuz 2020 Kurban Bayramı bu farkındalıklar, bu mutluluklar, bu şükürler altında bir bayram oluyor işte. En zor olanları sarılamamak, çok dokunamamak, özlemleri gidermeyi dokunsal yoldan başaramamak gibi şeyler; ama içlerindeki derin anlamlara tutunmak var... Kocaman bir şükür çekiyorum hepimiz için ve hastanelerde tedavi altındaki tüm hastalarımıza şifalar diliyorum. Bayram hepimiz için bayram gibi geçsin; en küçük mutluluktan en büyüğüne kadar kabullenmeyi bilelim de...

Sevgilerimizle...

28 Temmuz 2020 Salı

29 Yaş Da Geldi - 27.07.2020


29 Yaşımla merhaba, dün 28'i de geride bıraktım. Yıllar Geçerken dedim diyeli, daha çabuk geçiyor sanki. Ya da yazılara bağladım hayatımı da, bana mı öyle geliyor. 29 yaşımda da gurur duyduğum noktam şükür ki, hala yazmaya devam ediyorum ve bu durumun beni beslemesine izin veriyorum... İyi ki... :)


Dün diğer doğum günlerimden farklı bir doğum günü geçirdim; daha çok kendimi dinlediğim, daha çok sakin kaldığım ve de "yeni yaş" kavramının ayrımına iyice vardığım... Sevdiklerimin mesajlarıyla başbaşa gibiydim. İyi ki varlar, iyi ki doğdum dedim. :) Bir gün öncesinde, Pazar gününde ailecek kestiğimiz pastamızla (ablamın beklemediğim şekilde aldığı en sevdiğim pasta ile) küçük kutlamasını yapmıştık 29'umun ve o gün tutmuştum doğum günü dileğimi. O yazımı burada bulabilirsiniz... =) Tekrar teşekkür ederim, ablama ve ailemin her bir üyesine; çok şükür varlığınıza...

Düne gelince; 29 yaşımın ilk gününün çoğunluğunda, ders çalıştım. Bu sene E-KPSS çalışmalarımla da geçiyor günler ve hiç aklıma gelmezdi esasında bu yaşımda bu sınava hazırlanabileceğim. Ama ne yapacağı belli olmuyor işte hayatın... Bir yandan ders çalışırken diğer yandan da gün boyu 28 yaşımın şanslı geçen günlerini düşünerek geçirdim. 29 yaşım için kafamda güzel umutlar biriktirirken, sevdiklerimin "yüzümdeki gülümsemeyle dolu bir yaş" dileklerini okudum. 
(Her sene bu durumdan hoşlanıp hoşlanmadığımı düşünüyorum, ama sonra her seferinde gün boyu o mesajları okumaktan apayrı bir zevk aldığımı hep farkediyorum. Bu sene de böyle oldu...)



Öğlen klasikleşmiş "doğum günü pozlarımı" verdim kendime yine, üstte gördüğünüz üzere. Öyle gelenekselleştirmişim ki bunu, kendi kendime gülümsemek öylesine hoşuma gidiyor işte. Bir yaş daha aldım, büyüdüm ve büyüttüm kendimi dercesine... Gururlu, umutla, sevgimi her defasında kendime döndürürcesine. Üstteki fotoğraflarım da böyle "iyi ki varım, iyi ki doğdum" dediğim fotoğraflarım. Önce kendime, sonra da sizlere umut aşılasın diye... 

28 yaş şanslarla umutların yerlerini bulmasıyla geçmişti; girişten bir eve çıkmamız, bir kez daha teyze olmam (Defne Deniz'imin hayatımıza katılması <3), İş girişimlerime gerçekçi atılımlarım, yazarken yok denecek kadar çevreyi düşündüğüm ve sırf kendi istediklerim doğrultusunda yazmalarıma devam ettiğim ve esaslı gerçeklerimizi gördüğüm bir yaş. Teşekkür ediyorum önce rabbime, sonra ailemin her bir üyesine ve aileme eklenen can bağımız olan sevdiklerime, sonra da farkındalıklarıma çokca sahip çıkmalarıma... Ben yine çok sevdim kendi yaşımı ve daha bir sahiplendim kendimi. Şükürlerim hep bunlara... 


29 Yaş'a gelince; umut dolu beklentilerim var hala, ama artık beklentilerin her ihtimaline de açık olmayı ihmal etmiyorum aslında. Beklentileri yüksek tutarak yaşanmıyor biliyorum, bu insanı daha çok köreltiyor ve de yanıltıyor... 29'umda buna çok fazla sığınacağım, "ne beklediğim, ne istediğim, ne de korktuğum şeyler bende var olacak"; hayat sürprizler, beklenmedikler ve bazen de seçeneksiz gidişatlarla dolu olmaya devam edecek. 29'umda tüm çelişkilere, tüm isteklerime ve tüm hayallerime daha fazla sarılacağım yine; ama bir o kadar da "olmazsa olmaz" diye tüketmeyeceğim kendimi, hiçbir şey için işte... 

29 yaşım için hayatımda, sevdiklerimi ve sağlığımızı istiyorum yine; hayallerimiz de, gülüşlerimiz de bir arada var olsun istiyorum bir de. Çiçekler açtıran bir gülüşe sahip olduğumu ve bu umut dolu gülüşü hep devam ettirmemi isteyenlere teşekkürlerimle, o gülüşümle size de umut aşılamaya devam edeceğime dair sözüm var... :) 

29 yaşımdan büyük bir umudum var, sağlık alanında "kas erimesi" hastalığımızın tedavisi çok iyiye gidiyor ve ben 29 yaşımın içindeyken "Gen Terapisi" sağlık sektöründe tedavi olarak kullanılacak diyorlar. 29 yaşımdan en büyük beklentim bu ama bu beklentiyi dağlar kadar yapıp hayal kırıklığına uğratmayacağım. Her türlü ihtimali kendimde saklayacağım, inanın ki... Daha çok çabalamayı sürdürürken, o güzel gelişmenin bir yerden bizlere ulaşmasını umutla bekleyeceğim işte... =))

Dün doğum günümde aldığım hediyelerden biri, en sürprizinden "yengem, dayım, kuzenim, dostum Merom ve can teyzemin" gönderdiği çiçeklerimin kartında; "Gönlünde açan çiçeklerin hiç solmadığı bir yaş dileğiyle..." diyorlardı. Sözümdür, gönlümde açan çiçeklere ekleme yapan sevdiklerimin sözlerine değer vermeyi sürdürecek ve modumu düşüren hiçbir şeye itibar etmeyeceğim... Çok büyük sözler vermiyorum bu sefer kendime; yanımda olanlara sahip çıkacak, hayatımda olmasını istediğim gelişmeler için çalışmalarıma daha çok odaklanacak, daha çok yazıp, daha çok okuyup, daha çok üreteceğim. Bu beni motive etmeye devam edecek, batıran bitiren her ne varsa; kendimi tedavi etmelerimle unutmayı 29 yaşıma bir borç olarak ödeyeceğim. Bu benim yeni yaş sözüm olsun... (=


Ailemdeki her bir büyüğüme layık bir birey, biricik yeğenlerime iyi bir teyze olmak için; içimdeki en iyi Didem'i kendime ve hayatımıza sunmak için, 29'umda umut etmeye gülmeye, farkındalıklarıma ve sevdiklerimin bana açtıkları gönüllerine karşılık vermeye devam edeceğim... 

Hoşgeldin 29'um; gülmeye, umut etmeye, umut aşılamaya ve beklentilerin değil, sadeliklerimin dünyasına... =) Ben bana bize yeterim yine... Gülüşlerimize, umutlarımıza sağlıkla; nice beraber yaşlarımıza olsun diliyorum....

Gerçekten buraya kadar okudunuz mu bilmiyorum? Söz 29'umda daha çok içerik üretmeye de devam ediyor olacağım, bu sıra azıcık duygusalım. Ama buna ihtiyacım var olsa gerek! Dönem dönem ihtiyaçlara destek vermek gerek... :) (Buradaki instagram postumda başladım, şükürler ve teşekkürlere; doğum günlerim beni böyle yapabiliyor işte!)

29 yaşımda öğreneceğim, farkına varacağım, güleceğim güldüreceğim ve yaşayacağımız nice güzel günlerde görüşmek üzere... 

Sevgilerimle... =))

26 Temmuz 2020 Pazar

Pazar Yazısı #70 - 28 Yaşımın Son Pazarı


Pazar günleri, pazar yazısı yazarım bazen ben. O pazar gününün tekdüzeliği veya yoğun mutlu kalabalığı hep hoşuma gitmiştir çünkü... :)

* Bir önceki pazar yazılarımı okumak isterseniz tüm Pazar yazılarımı burada bulabilirsiniz...


28 yaşımın son pazar günü bugün, yarın 29um...

Çok öğrendim, çok şaşırdım, yine çok ağladım ama nihayetinde oturup gülmesini de bildim, çok güldüm ve sonucunu hiç ağlayacağıma yormamayı da bildim... 

Bugün pandemi sürecinin nihayetinde, aylar sonra annemin dayısının bahçeli evine geldik, annem babam, ablam ve yeğenlerimle... Bir araya gelebilmek pazar günlerine nasip oluyor diyemiyoruz, yine bir eksiğiz; çünkü eniştem pazar günleri de çalışıyor hala, onun tatil günleri başka. Şimdi yine gece mesaisi öncesi uykusunda... Geldik, sürpriz pastamı kestik, dayım ve babamı da yolculadık, şimdi de kadın kadına oturuyoruz. Öğleden beri çektiğim fotoğrafları birleştirdim, düşlerim ve düşüncelerim çok başka... :)

28 biterken üzüleceğim sanırdım, 27'nin sonunda. 30'a yaklaşıyor olmak zor gelecek sanıyordum, düşünmüyormuşum meğer. Son günlerde bir sakinlik düştü yine üzerime, yaş almak güzel benim için hala... 

Bu pazar nicedir beklediğim küçük bir topluluğun içine girdim, 28 yaşımı en güzel şekilde uğurluyorum.. :) Yeni yaşım için güzel bir dilek de tuttum, içim çok rahat; olacağına o kadar eminmiş gibiyim... 

28'i yeni büyük bir şans ve onu takip eden gelişmeleri elde edebilecek halde geride bırakıyorum. Girişten bir eve taşındığımız, sağlığıma ve hayallerime daha yakın hissettiğim, ikinci kez teyze olduğum (<3), bir durup bir yazdığım, yazmaktan okumaktan geride duramadığıma mutlu olduğum, hayal kurmaktan vazgeçmemeyi daha çok benimsediğim bir yaş hatırlayacağım... Yeni dönemlerin güzelliğinin pandemi süreci içinde bile gölgelenmesine sebep vermediğim bir dönem oldu şükür ki...

Bahçe içinde, havayla bütün bir pazar geçirmek, sohbet ile yeğenlerimle, ailem ve sevdiklerimle küçük bir pasta üflemek; 29 yaşımı beklerken daha ne isteyebilirim ki... <3 

Böyle bir pazar işte, bazen bir tek pazar günlük rutinlerden sıyrılmak demektir; boşverip bitirilmesi gereken uğraşlarını kafaya takmamak zorunda hissetmen gerektiğini bilmek demektir. Böyle nice pazarlara olsun 29'umda da; sağlıkla, sevdiklerimizle ve hayallerimizi gerçekleştirdiğimiz günlerde... ☺

Mutlu nice pazarlara, sevgilerimle... :)

24 Temmuz 2020 Cuma

Okuma Rutini Kurmak Ve Yeni Rutinler - Temmuz 2020


Son zamanlarda birçok çabam var, eski okuma rutinimi kurma çabam da bunlardan sadece birisi... :) Bu yazımın başlığı bu sebepten "okuma rutini kurmak" oldu ama aslında bundan da fazlası, yeni rutinlerimiz olan günlük hayatımdan bahsetmek istiyorum... Hoşgeldiniz, iyi okumalar. =)


Öncesinde, okuma rutinini birazcık kaybetmiş olanlar varsa, bir sayfa için bile olsa günde en az iki kere kitabı elinize almanızı öneriyorum. Geçtiğimiz hafta sonu, elime aldıktan sonra ikinci haftasına dönen iki kitabım adına rutin kurmak adına karar vermiştim. Bunun üzere, ilk kitabı dün okumayı tamamlayabildim ve üstteki de bugün bitecek. Bunu iki kitabı da yanımda tutmayı başararak, birini balkonda birini de salonda bırakarak başardım...

Başlangıçta gün içinde 2'şer sayfa okuyabilir halde idim, gün geçtikçe 10-20-30 oldu yeniden. Çünkü zaten okuma alışkanlığı olan biriydim de, ihmal etmeyi bıraktım... :) Sonuç güzel gördüğünüz gibi. Yapmak istiyor ama istediğiniz gibi verim alamıyorsanız kendinizden, herhangi bir işten ötürü, o işi en ufak haliyle en az iki kere yapmaya uğraşın. Bende bu işe yarıyor, bakarsınız sizde de işe yarar... (Not; üstteki fotoğraflar, benim için önemli görülen bu başarının fotoğrafı işte. Rutine bindirmek üzere başladığım pazar gününden sonra, başarılı üçüncü gün tescilledim... Ve böylece de devam ettirebildim...)


Yeni rutinlerimiz oluştu bir de öncesinde, yaklaşık son 3 haftadır bu rutin devam etmekte... 

Bir önceki yazımda bahsetmiştim, ablam işe başladı bu ay yeniden diye. Defne'm doğmadan öncesinde doğum iznine çıkmıştı, Defnem 21 Mart günü doğdu ve o da büyüdü bile de, ablamın yine doğum izni bitti ve iş hayatına da geri döndü yine... Temmuz'un ilk haftasında başladı işe ve bu sefer annem için de bizim için de ablamlar için de iyi olabilecek kararlar aldık... 

Kağanımın küçüklüğünde şartlarımız iyi durumda değildi, hem ablamlarla aynı şehirde ama işleri dolayısıyla uzak bölgelerde idik başlangıçta. Öncelikle ilk sene onların evinde haftasonları eve dönmeli şekilde beraber yaşadık bir süre... Sonra 2 seneye yaklaşık, onlar gitti geldi kaldılar bizde haftasonları ve haftaiçleri bizimle kaldı Kağanım. Derken, kuzum 3 yaşına kadar ister istemez hasret çekti ve iki evi de evi bellediyse de, çok zorluk yaşadı... 3. yaşında, ablamlar işlerini değiştirip bizim yaşadığımız bölgeye taşınınca da, akşamları artık evine gidebildi kuzum. Ki o bile, uzun bir süre pek zorlu oldu Kağanım açısından. Bir çocuğu düzeninden koparmak çok ayrı zormuş, ben de bu süreçte öğrenmiş bulundum...

Şimdi ise şartları uydurabileceğimiz şekilde, bizim eve bırakmalarına bile gerek kalmadan; annem çocuklara, evlerinde bakmaya karar verdi. Hem çocuklar evlerinde rahat etmeye devam edebilsin diye, hem de annem akşam evine döndüğünde dinlenebilsin diye. Bu hem Defne'yi daha kolay büyümesine sebep olsun, hem de onunla beraber bu süreçte Kağanım da daha fazla eskiden olan tüm sorunlarını unutabilsin diye bir şans oldu... 

2019'da tek yeğenim vardı, 2020'de iki yeğenim var ve şimdi onların bir arada büyümesine şahit olacağım. Bir tek çocuğun büyümesine tanık olduğum 8 sene üzerine, 8 sene + 4 aylık bir süreçte bambaşka bir hayat sürüyoruz diyebiliyorum... :) Çok şükür ki...


Bizim şimdiki yeni rutinimizde neler var dersek; 

Annem artık sabahları erkenden kalkıp babamla beraber ablamlara yürüyüş yaparak gidiyor, babam eve geri dönerek yürüyüşünü tamamlıyor ve ben uyanana dek bekliyor...

-- Son bir haftadır daha erken kalkmaya başladım bu arada, ilk iki hafta uyuyabildiğim kadar uyudum nedense. İyice uyanmadan, kendi başıma uyandıktan sonraki işlerimi halledemez durumdaydım. Epey hamlamışım aslında...

Tuvalette kendim idare ediyorum, akşamları annem evde olmadıkça olabildiğince üzerimde sorumluluk. Öyle ki gün içinde annem yanımda olduğu için, daha çabuk olduğu için kıyafetlerimi tümden annemin yardımıyla değiştiriyordum. Şimdi bu yeni düzen sayesinde, pijamalarımı gündelik kıyafetlerimle değişme işi de bende... 

-- Bu yeni düzenin en büyük faydası bana oldu sanıyorum ki, zorunda kalıp da uğraşmam gereken bir döneme girdiğimi hissediyorum. Annem her ne kadar kendisi ilk iki hafta "aklı bende" olduğundan ötürü kararımızdan geri dönme kararı almak üzere cümleler kursa da ve rahat olmadığını söylese de, ilk haftadan beri zincirlerimi kırabiliyor olduğumuzu gördük. Bu yüzden kararımızdan geri dönmesine izin vermedik. Bu yeni düzen "çocukların da evini bilmeleri açısından" çok iyi bir karar, "benim E-Kpss'ye çalışabilmem ve yazmalarımı sürdürebilmem açısından da" en iyisi oldu...

Annem bu yeni düzen sayesinde akşamları evinde oluyor, bir de şimdilik Pazar günleri tüm gün evinde olabiliyor. O evde yokken babamla kahvaltımızı ediyoruz, beraber vakit geçiriyoruz ve sonrasında işlerime dönebiliyorum. Derslerime çalışıyorum, kitaplarımı okuyorum, blog hesaplarımla ve instagram hesaplarımla uğraşıyorum... Hem işlerimi yapıyorum, hem de kendimle ilgilenmeyi sürdürüyorum. 

-- Son üç haftadır biraz da zorunda kalmış gibi olmayı kabullendiğimden beri, sorumluluklarıma odaklanmayı daha çok başarır oldum. Zor olsa da bu hafta derslerime de daha başka dikkat ediyorum, daha erken uyanmaya dikkat ederek kendi başıma yatağımda doğrulma konusuna da. Sabahları yeniden uyanır uyanmaz hareketlerimle güne başlayabilir oldum, kahvaltı sonrasına bırakmadan kaslarımı egzersizlerle ödüllendiriyorum... :)


Yeri gelecek benim de annemle ablamlara gideceğim, kısa süreli de olsa kalıp döneceğimiz zaman dilimleri olacak; ama tümden olmayacak, bu yeni rutin bizim düzenli hayatımız olacak. Tüm ailemiz için...


Sadece bu kadar az maddenin, az görünen gündem maddelerinin "bence" çok iyi etkileri olmaya devam edecek gün geçtikçe... Misal artık daha rahat üstümü değiştiriyorum, çok belirgin değilse de biraz daha rahat hareket eder konumdayım. Gün geçtikçe maddeler de çoğalacak...

Bir "Kas Erimesi Hastası" olarak konuşuyorum; aslında ne kadar çok hareket, o kadar verimli bir hayat demek. Ama kasların yorulması ve zarar görmesi, geriye dönüşlere de sebep olunması demek. Bu yüzden yorgunluklar ve kasılmalar korkutuyorsa da, bu seneki sebebi "çok pasif gerdirmelerden yoksun kaldığımızdan ötürü"... Aslında her türlü şeye hazır olmayı da bilmek gerekmiş ama kendini tanımadan "her türlü şeye hazır olmak kolay değil". Özellikle de konu hem sizin kontrolünüzde görünüyor gibi olsa da, sizin kontrolünüzde değilse.. 

Korona virüs süreci ülkemize gelene kadar, bu kadar fizik tedaviden yoksun olabileceğimizi düşünmezdim mesela. Yapabileceğim birçok güçlendirmeyi yapabilmek istiyorum hala. Korona virüslü hayatta, yeni normale geçmeden önce; istemsiz kontrollü duraklamaya geçmiştim bu yüzden. Ama şimdi, Haziran sonundan beri fizyoterapilerimi yeniden almaya başlayalı, fizyoterapistimin sözünü daha çok dinliyorum; egzersizlerime alışkanlığımı kazandım çoktan da, artık korkularımı da geriye atıp egzersiz yükseltmelerime duraklama getirmiyorum... Değişik kas gruplarına yönelmelerimi de, bu süreçte geliştirmeye başladım şükür ki yeniden... :) 3 ay fizyoterapistsiz kalmanın sonucunda, kayıp olarak nitelendirebileceğimiz birkaç kas grubunun güçsüzlüğünü gidermeye başladıkça; tüm kas gruplarını her türlü fizyoterapistle egzersiz yokluğuna, hazır olması üzerine uğraşmaya başladım da... (Anlatması biraz zor oldu ama anlatabilmişimdir umarım)


Her şeyin sebebi var, her şeyin beraberinde getirdiği düzenler ve de zorunlu değişimler var. Bu da bizim için bir milat olsun, dönem kendi düzenlerince devam etsin ve korkmayalım ilerleyerek gelişim gösterirken "devam etmekten". Diliyorum ki... Sanıyorum ki bu benim en çok korktuğumdu, gelişirken duraklamaya sebep verirsem diye; duraklayarak, yavaştan alarak ve büyük adımlar atmaktan çekinerek devam etmeye çalıştım. Ama artık akıllandım. Hem ilerliyorum, hem de ağırdan almayı başarabiliyorum.. ;) 

Okuduğunuz için teşekkürlerimle. 




19 Temmuz 2020 Pazar

Pazar Yazısı #69 - Kendime Odaklı Pazar


* 69. Pazar Yazısı yazımla merhabalar... =) Daha önceki pazar yazılarımı burada bulabilirsiniz... :) 


Bugün benim konum "Bugün neler yapabildiğine bak, yapamadıklarına odaklanma!" oldu. Twitter'da günlük tweetim olarak yer verdim de bu notuma. Üstteki defter ve okuduğum kitaplara odaklandım bu sayede... Beni takip edenler üstteki mor defterin ne olduğunu biliyorlar mı bilmiyorum. Ama ben mor defterimi görünce, kendimi çok mutlu hissediyorum. O benim ulaşmak istediğim bir durumu kapsıyor. Ben ne olduğunu biliyorum ya sonuçta, içinde yazanlar "ben" demek ya işte; ötesinden bahsetmesem de olur şimdilik...

Diyorlar ki; yapmak istediklerinle ilgili ne kadar az şey anlatırsan, o kadar o istediklerini gerçekleştirebilmen kolaylaşıyor. Bu büyü gibi bir şey..." Çok doğru bir yerden, bir diğer yandan da yapamadıklarınız hakkında kendinizi avutuyor gibi bir hissiyat ile dolu. Ama cidden öyle değil. İnsan hayalleriyle veya planlarıyla ilgili bir şeyler anlattığı zaman bir doyuma ulaşıyormuş. Bu hayallerinizi herkese anlattıktan sonra, "zaten hayal, gerçekleştirsem ne olacak ki şimdi?" gibi bir şeymiş. Doğrusu bu zamana kadar, birilerine söyleyerek yaptıklarımla, habersiz olarak isteğime odaklandıklarımı düşünüyorum; sadece odaklandıklarım beni çok mutlu etmiş, çünkü tek bir görüş dahi duymadan orada bir uğraş var... Mor defter de benim için şimdilik böyle bir şey... :))

Son zamanlarda az kitap okur oldum bu arada, buna da bir dönüş sağlamam lazım. Güya dedim ya, yapamadıklarıma odaklanmayacağım! (= Neyse, az önce söylememişim gibi unutmalarım da oluyor böyle sözümü. Ama cidden odaklanmayacağım da, beni rahatsız ediyorsa daha çok özen göstereceğim yeniden; o kadar... Bu sıra fazlalık gördüğüm bir çok şeyden kurtulma uğraşındayım ya hani; bunlara yazmayıp da bir kenarda bıraktığım defterlerimi de ekledim. Üstte gördüğünüz resimlerden sadece bir defteri çok sık kullanır durumdayım, o da mavi not defterim. Diğerlerine odaklanmayı yeniden düşünebildiğimden yana mutluyum...

Sonra internet üzerinde o kadar çok "kaydedilenler" içeriğim var ki, kendi paylaşımlarımdan bahsetmiyorum üstelik. İnstagram ve Facebook'un kaydedilenler kısmında çok fazla not biriktiren biriyim ben. Yer yer odaklanıyorum da, eksilt eksilt bitmiyor azar azar yapınca... Bugün İnstagram'daki kaydettiklerime odaklandım, yaklaşık 150 kadarı silindi tarafımdan (Abartı değil üstelik). Bunlar ne ki derseniz, çoğu güzel sözler ve dil çalışmaları üzerine. Her birini ayıklamaya giriştiğimde bir "oh" çektim. Bunlar beni bu kadar geriyormuş da, ben neden bu kadar ciddiye alamadım bu anlamda acaba. Dil çalışmalarıma bu sıra şükür ki daha odaklıyım işte. Daha fazla kelime bilgimi geliştirdikçe, bir daha o kaydedilenler kısmını doldurmam da gerekmeyecek bence... Bir de güzel sözlere zaafım var, bana öğüt versin veya vermesin. Bu alışkanlığı da "her birini kaydedemeyeceğimi farkederek ve beğendiklerimi pinterest hesabımdan paylaşmaya devam ederek" iyiye döndürebilirim bence... Bu pazar bunlara odaklandım işte. :) "Kendime Odaklı" oldu pazar yazımın adı bu yüzden... 

Öte tarafa bakacak olursak; ders çalışmalarım da, blog yazılarım da şu sıra çok iyi gidiyor. Tam istediğim gibi dersem abartı olmaz! Size bahsetmiştim bir yazımda, Neuroformat'tan hani, kendime uyguladığım konuşmalar sayesinde kendi düzenimi oluşturabildim ve neler yapmam gerektiğinin farkındayım... Bir de yeniden şu ara ona daha çok ihtiyaç duyduğumu farkettim geçtiğimiz günlerden birinde. Çünkü kendi kendime sapma şeyleri takıntı etmeye başladım yine. Çok çabuk kırıldığım ve yorulduğum bir dönemden geçiyorum, son iki haftalık sürecin sonunda netlikle kavrayabildim bunu. Hani böyle içinde bulunduğum durumu da, netlikle kırıldığım ve garipsediğim kişilere anlatsam, kesinlikle anlaşılmayacağımı bilerek yaşıyorum desem yeridir. Kişisel algılayıp bu sorunu çözmek için tekrar bir sürece girdim dün gece, baş ağrısından zor uyudum sonucunda da. Ama bu iyileşme göstergesi, "Barış Muslu"yu bilen bilir. Kendi kendimize yetmemiz ve beynimizin büyüttüğü durumları çözmemiz gerek. Sırf bu yüzden anlatmak ve muhattap olması gerekene bildirmenin gerekliliği bulunmamakta... 

Bahsettiğim "Neuroformat" bilgileri içerikli yazımı burada bulabilirsiniz yeniden.


Annem ikinci yeğenim Defne'mize bakmaya gidiyor haftanın 6 günü iki haftadır. O başladı başlayalı, benim için de daha iyi olabileceğine inandığımız "kendi kendine yetme" süreci için çabalamalarım söz konusu şu an. Babam yanımda, annem yokken; akşamları da gün boyu aklı bende olarak gününü ablamlarda geçiren annem geliyor yine eve. Ama bu hafta nihayet onu ikna edebildim. Aklının bende kalmaması gerektiğini, zira ben kendim biraz daha birçok şeyi başarabilir olduğumu bu sayede görebildiğimi her gün anlatmaya devam ettim... (Bir yazımda bundan daha detaylıca bahsedeceğim). Ben de onunla gitsem, Kağanımıza bakarken olduğu gibi; haftaiçleri orada kalacak ve haftasonu buraya döneceğiz. Oysa gerekli oldukça gidersem ben, şu sıra "Ekpss çalışmalarım" güzel sürer gider, istediğim gibi bloğuma da yazmaya devam edebilirim, hem de çocuklarla daha iyi ilgilenir annem. Zira şu da bir gerçek ki, bir arada oldukça yapabileceklerime odaklanıp çabalayamıyorum. Kendi üstümü değiştirebilmelerim olsun, kendi kendime tuvalet problemimi halledebilmelerim olsun, hepsi daha fazla "biz halinde gerçekleşiyor". Oysa onları daha az yorarak, kas kabiliyetlerimi daha iyi toparlamam lazım yeniden...

Diyeceğim o ki, varlıklarına şükürler ettiğim ailemle; bir başka süreçte daha, bizim için en iyisi dediğimiz şekilde bebek bakıyoruz yine. :) Evlerinde bakıp akşam evine dönmesi annem için daha dinlenebilmeye odaklı bir mevzu. Şimdi yine bir rutinin içerisine girdik, devam ediyoruz işte. İki hafta geçti bitti bile. Sağlıcakla nice haftalar geçsin, içerisine çabalar uğraşlar ve de başarılar ekleyebilelim... =)

Yeni haftada görüşmek üzere, sevgilerimle... Mutlu bir pazar akşamı olsun, daha mutlu günlerle dolu bir haftaya kavuştursun... Amin. (= 

13 Temmuz 2020 Pazartesi

Okudum, Yazamadım Ama Toparlandım


Bugüne bir garip haberler dizisiyle uyandım, çok detay vermek istemiyorum bu konuda ama beynimi allak bullak etti.... Çocuk kaçakçılığının yasal düzenlemeye uydurulmasından, tüm dünya düzeninde alışveriş sitelerinden kayıp çocukların ve nice çocuk kaçakçılığının yapılıyor olmasından bahsediyorlar. Ama gerçek ama değil, öte yüzünde bahsedilen internetin kara tarafında bunun zaten var olduğu söylentisi ve bunun normal karşılanıyor, hiçbir şey yapılamıyor olduğu söylentileri... İnsanlar boşuna delirmiyor kısacası, kötülük denen şey hep bir yolunu buluyor; insanın umudu yoruluyor, iyiliğin kazanacağını düşünmeye devam ederken. Yorulsam da iyiliğin kazanacağına dair umudumu bitirmemem gerektiğinin farkında olmaya devam ediyorum bugün, bugün sadece yaptığım bu oldu ciddi anlamda...

Allahım sonumuzu hayır etsin, bize sabır versin ve o adını dahi anmak istemediğim sitelere, yaptıkları rezilliklerinde boğulmayı nasip etsin inşallah! Araştırmadan konuşmuyorum, ya da inanmadan; ama yine de, netleşsin diyoruz ya "belki de yok öyle bir şey falan!". Sadece okuduğunuzda dayandırıldığı sistem, tüm kanıtlar, sandığımız gibi bir şey değilse bile, bir şey olduğunu gözler önüne seriyor. Kötülük hep bir şekil alıp yolunu buluyor ama diğer yandan da "gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır." mevzu var. Sanırım buna inanan insan sabredebiliyor, ne kadar zorlansa da...


Tatsız şekilde başlamak istemezdim, ama bugün uyandığım gibi okuduğum tweetler dizisi aklımdan çıkmıyor bugün doğrusu. İçimden nasıl gelirse yazmaya devam yani... Hazır böyle devam ediyorken, bugün birden bire aklıma gelen İclal Aydın'ın şiir okuduğu bir "Servet Kocakaya" şarkısı da paylaşayım. Sanıyorum bu şarkı (Zor Günler) da beni biraz moda soktu bugün. Varsın bugün böyle olsun... :)


Bu hafta sonu nihayet Kırlangıç Çığlığı isimli "Ahmet Ümit" ile tanışma kitabımı bitirdim. Nihayet diyorum, zira bu haftaya kadar elimde bulunuyordu ve okunma sırasını bekliyordu. İki haftadır okunmak üzere elimde ama hakettiği okunma performansını geçtiğimiz hafta verebildim aslında! :) İçeriğinden alıntıladığım cümleler de, hikaye bütünlüğü de beni benden aldı aslında. Ahmet Ümit'in bu kitabında, daha önce okuduğum polisiye romanları kadar zorlanmadıysam bile; yine de bu tarz hikayelerin sinirleri geren bir merak hali içerisine sokması, benim pek alışık olduğum bir mevzu değil. Kitabı okurken, cinayetleri işleyenin kim olduğunu ve sebebini çok merak ettim. O merak içimi kemirirken, okuduğum dünyanın içinde yaşıyor gibi olduğum için; bazı cümleleri çok üstüme alındım, bazı durumlara çok içerlendim! 


"Siz benden daha iyi bilirsiniz Başkomserim, bu dünya acımasız bir yer, insanlar için de köpekler için de, sesinizi çıkarmadınız mı alırlar ekmeğinizi elinizden" (Sayfa 44 - Kırlangıç Çığlığı)
Kitap içeriği ve anlatım çok iyi olduğu için, belli bir çerçevede ve ara vererek de olsa devam ettim. Tanışma kitabımız çok iyi bitti. Üstteki merakımı ve çekingen gülüşümü fark edin isterim, bu kadar gerilmem gerçekten normal değil ama bu her kitap için böyle olmuyor tabi. Derdine ve hikayenin gerçeği yansıtan bütünlüğüne inandığım için kapıldım aslında... Ahmet Ümit bu kitabında "Çocuk İstismarına" büyük yer vermiş. Sanıyorum bugün karşıma çıkan haberler konusunda neden günümü etkileyecek kadar etkilendiğimi şimdi anlarsınız? Gerçekten insan olan nasıl duyarsız kalabilir ki, hem kötülüğe hem de çocuklara yapılan kötülüğe? Biz sadece böyle bir şeyin var olduğunu bildiğimiz için gerildik ki, bizzat yaşarken susanlar veya susmak zorunda kalanlar (anlayış göstermek için söylemiyorum, asla) nasıl dayanabiliyorlar acaba? 


"O kadar çok hayal kırıklığına uğradım ki, artık umut etmek istemiyorum. En saf, en masum sandığımız kişiler bile binbir hesap içinde. Hem de kirli, kanlı hesaplar. En fenasına hazır olmak lazım. O zaman daha az mutsuz oluruz..." (Sayfa 144- Kırlangıç Çığlığı)


Maviyle renklendirdiğim kısmı alıntı yaptığımda, gerçek hayatla ilgili düşünmeden edememiştim. Ama kitabı bitirdiğimden iki gün sonra böyle bir gerçekle yüzleşeceğimi de farketmemiştim. Fazla iyimserlik gösteriorum biliyorum, hayat üzerinde nice kötülükler var; çoğunu bilmiyoruz, çoğuna da akıl sır erdiremiyor ve hayal gücümüze dahi sığdıramıyoruz... Kitabın içeriğinde de değiniliyor, "herkes kendi adaletini sağlayacak olsa, dünya daha önü alınamaz bir çöplük olurdu" tarzında cümlelerle. Şimdiki düzen ne kadar iyi ki, diye sorguluyor insan doğrusu... 

Bunu sorgularken de elbet sebebimiz var; polis teşkilatının "Körebe" adını taktığı yıllardır yakalanamayan, kimliği bulunamayan seri katilimiz, çocuk tacizcilerini öldürüp çocuk alanlarına bırakıyor. İnsan sürekli, kötünün insan eliyle öldürülerek cezalandırılıp cezalandırılmayacağını sorguluyor ya hani; kötülük yapan kötülük bulsun diyoruz. Ama her kötülük yapanı öldürmeye kalktığımızda, aslında içindeki güçsüzlüğe utanca ve çaresizliğe yenik düşmemek için ayakta durma biçimini bulmuş insanları da öldürmüş oluyoruz. Yani aslında kötülük yapan da, "her defasında saf gerçek bu olmasa da" mağdur olmuş olabiliyor zamanında. Zaten öyleleri, sadece cezalandırılmayı hak ettiği kişileri öldürüyor olmalı... Hayat bir noktaya kadar adil de olsa, insanlar "mağdur ile maktulü" ayırt etmek konusunda adil olamadığı için; mağdur da suçlu olabiliyor, suçlu hep suçlu psikolojisi bu yöntemle yıkılmış da oluyor. Esas suçluyu da, esas hakkını arayanı da, esas çaresiz kalanı da, esas sesini duyurmaya uğraş vereni de ne görüyor ne duyuyoruz adeta... Bunun da alıntısı aşağıda;

Zor olan, senin yaptığın, suçlu da olsa, kötü de olsa insanı anlamaya çalışmak. Asıl önemli olan bu. Çünkü kötüler gider ama kötülük kalır. Eğer insanların neden kötülük yaptığını anlayamazsak, nasıl önlenir ki bu musibet? (Sayfa 351 - Kırlangıç Çığlığı)


Sorguladığım süreçlere kötüleri ekleyecek olursak, gerçekten insanı kullanan ve insanı kendine düşman eden kötüler kötülükler; onların yeri cehennemin dibidir deriz ya hani, orası bile az aslında bir noktada. Bize göre ölüm, sana emanet edilen canı koruma içgüdüsüyle başka birine yapılabilir. Hani son çarendir, içindeki istek hali bile değildir! Garip bir durum varsa tedavi olma ihtiyacına düşersin, ne birini öldürmek ne de birini kalbinden uzaklaştırabilmeyi düşünürsün... Dünya para ile dönmeyi başladı başlayalı, böyle düşünen, kendi kadar istediği iyilikler kadar başkaları için de isteyebilen kişilerin "görünülürlüğü de dikkate değer halleri" de pek az durumda. Anlatması zor geliyor şu an aslında, hala o kitabın içerisinde yaşıyorum galiba! :) Bir süre polisiye veya cinayet romanı yok bana, önce bunu sindirebilmem gerekli. Ama bir daha bu kadar uzak da kalmayacağım bu tarz romanlardan. Kendime sözüm olsun...

Mahluk diyorum ama gerçekte bizim gibi insandılar. Çıkar için her türlü kötülüğü yapmaya yatkın bir ruha sahiptiler, sonra da kendilerini bağışlarlardı. İnsanın en büyük kepazeliği işte bu bağışlama duygusuydu. Kötülüklerin sürekli tekrar etmesinin nedeni de bu olabilirdi. Kendimizi hoş görmemiz, eninde sonunda inandırıcı bir gerekçe bulmamız. Olmadı, ben aciz bir kulum, her türlü kötülüğü yapabilir, suçu işleyebilirim, ama yaradanıma sığınır, kendimi bağışlatırım ucuzluğu. (Sayfa 357- Kırlangıç Çığlığı)

Ahmet Ümit'e bu güzel romanı kaleme aldığı için, dostum Meroma da bu kitabı okumam adına önerdiği için teşekkür ediyorum... :) Ahmet Ümit ile tanıştık ve tanışmışlık sürmeye devam edecek. Elimde Meromun geçen sene bu kitabı bana vermeden öncesinde aldığım bir kitabı daha var Ahmet Ümit'in. Daha o kitaba geçmeye fırsat bulamadan bu kitabı daha çok merak ettiğim için ön sıraya bu geldi aslında... O kitap tarihi bir hikayeyi anlatıyor, daha da etkili olabileceğini düşünüyorum; şayet bu romanın ardına okuyacak olursam. O yüzden önce bu hikayeyi sindirmem gerektiğini düşünüyorum. :))

Geçtiğimiz hafta kitap okudum, bol bol yazı okudum, olabildiğince ders çalıştım ama bloglarıma birer yazı yazabildim. Bloğuma yoğunlaşmanın, yazabilmemin ve devam edebilmemin haricinde beni engellediğini düşündüğüm, aklımı kurcalayan ve dağıldığıını düşündüğüm kendi düzenimi toparlama uğraşına girdim bir de. Gereksizse Biriktirme demiştim ya diğer bloğumda, ciddi anlamda ona yoğunlaştım... Önce sosyal medyada yer aldığım ama kullanmadığım mecraların kalabalıklığına son verdim. Sonra hep geri dönmeye söz verdiğim ama bir türlü gerekli hassasiyeti gösteremediğim yarım kalmış işleri kaydettiğim yerlerden sildim. 

Sonra dün, kullanmadığım eşyaları başka kişilere sahiplendirmek veya kullanılmayacak durumda ise kullanmaya ısrar etmemek üzerine harekete geçtim. Dolap hesabımı da böylece aktifleştirdim... Severek kullandığım Farmasi ürünlerimi de oradan satabileceğimi düşünerek, kullanmadığım ürünlerle beraber dolap hesabımda bulunabilmesi adına yer verdim... Dolap hesabıma buradan ulaşabilirsiniz, ihtiyacınız dahilindeyse ürünlerimi satın alabilirsiniz...

Son olarak diyebilirim ki; ihtiyacın kadarını biriktir, ihtiyacın kadarını dert et, ihtiyacın kadarıyla hayatına yön ver... Benim gibi bugün durgun musun? Kendine izin ver. Yapabildiğini yap; kitap oku, izlemek üzere kenara ayırdığın filmine odaklan veyahut seni rahatlatan o şeye odaklan. Ama umudu elden bırakma... 

Mutlu haftalar geçirelim inşallah, sevgilerimle. Görüşme üzere... (:

8 Temmuz 2020 Çarşamba

2020 Yazı - Temmuz'un İlk Haftası


Yazılarıma başlık bulamayınca üzüldüğümü farkettim bu ara, misal bu yazıya başka bir başlık da yakışırdı belki. Başka kelimeler olacaktı önce aslında, bol virgüllü dahi olsa. "2020 Yazı" son günlerimizi çok iyi tanımlıyor deyip geçtim sonra, bu yaz başka bir yaz neticede... :)

Temmuz'un İlk Haftası geçti gitti bile, 1'inden 7'sine olmak üzere bahsediyorum öncelikle... Bir önceki yazımda yazmıştım, doğum tarihlerimizin içeriğinde olduğu gerekçesiyle yeğenim Kağan ve benim için önemli "Temmuz ayı" diye... Her yaz tatillerde beraber olmaya, en az iki yolculuk yapmaya alışmış olduğumuz için; bu yaz bize garip de gelmiyor değil hani! :) Deniz kenarında olmayı, deniz sonrası eve yorgun dönüp uyumayı nasıl özledim ah bir bilseniz...


2020 Yazına gelince, hiç geçen senenin sonundan umduğumuz gibi gelmedi, öyle geçemiyor tabi... Ama kendi halinde de güzel sanırım; her an, her gün ve her dakika. Abartısız böyle. Her şey kendi halinde güzelmiş meğer. Büyük planlar yapmamam gerektiğini, her beklentimin çöküşe uğramasıyla tekrar kavrıyorum; yine böyle oldu tabi... =)

Evimizdeyiz, E-Kpss hazırlıklarım sürüyor. Çok şükür fena da gitmiyor, bir ara olamayacak, devam edemeyeceğim sanırken; devam edebilir olduğumu görmek bu sıra beni rahatlatıyor... Üstte görsellerini gördüğünüz üzere, bir kağıdı ikiye bölerek çalışıyorum; ikiye bölünmüş oradaki kağıt çok küçüktü ama elimdeki müsvette kıvamına gelmiş tek tarafı dolu tüm kağıtlarımı değerlendirmeye devam ediyorum. Lise ve üniversiteden kalma garip bir alışkanlık; ön yüzü kullanılmış ama bir daha kullanılmayacak bir kağıdın, arka tarafını kullanmadan atmamak gibi bir huyum var. Tüm birikmiş kağıtlarımı bitirmek üzereyim, o derece diyeyim... 

Coğrafya ve Matematik çalışmaya devam ediyorum şu ara, meğer bilmediğim ne çok coğrafi terim ve konu varmış! Bu ara buna şaşırıp duruyorum. Gerçekten coğrafi bilgimi zayıf bulurdum, bulurduk. Şimdi o eksik ve zayıf kalan yanımı tamamlıyorum... :) Tarih kadar değerli, kendi coğrafyanı bilmemek ve bilmemeyi umursamamak biraz da zararlı bence. Neticede, hayatı ciddiye almaman gerektiği kadardan öteye, garip bir yaşamayış gibi. Hayatı çok ciddiye almayacaksın, tamam ama tamamıyla da dalga geçmeyeceksin aslında... 

Sorguluyor musunuz şimdi acaba, ders mi çalışıyor bu kız yoksa başka bir şey mi yapıyor! Her ikisi birden, ders çalışırken sorguluyorum da içinde bulunduğum durumu... Bir şeyler hep başka bir şeylere sebep olmaya devam ediyor. Bizim bu eve taşınmamıza sebep olan durum, hayatımızı bir hali yoluna koydu önce. Sonra devamında bu sınava kayıt olabilmemi, yani nicedir istediğim bir şeyi gerçekleştirebilmek için somut bir girişimde bulunabilmemi sağladı. Sonu nereye varacak bilmiyorum da, ders çalışmamı bile bir noktaya kadar planlayabiliyorum aslında. "Sadece yapmam gerekiyor, çok kurgulamadan" farkındayım artık diyelim... =) 



Geçtiğimiz hafta, Temmuz'un başlangıcıyla beraber; nicedir beklettiğim biriktirme konusunu ele aldım. Okuduğum ve bir daha okumayı düşünmediğim kitapları biriktirme mevzusunu, iş edinme uğraşında olduğum Farmasi mevzusunu başka boyutlara da taşıyabildim... Diğer İnstagram sayfamı "yillargecerkendidem" ismiyle değiştirip, aktifleştirmeye uğraştığımdan bahsetmiştim hani! Başka bir boyuta daha taşıyıp, dolap uygulamasına da giriş yaptım... Nihayet diyorum, çünkü okuduğum kitaplar bağış neticesinde de yeri geliyor çok kıymetli olamıyor; okuduğum kitapların içerisinde klasikler de pek az olduğu için...

İnstagramımdan yapmayı sürdürdüğüm bir diğer paylaşım grubuma, Farmasi içerikli deneyimlerimi de eklemeye giriştim. Farkettim, yazmanın her alanı mutlu ediyor beni; kendi birikimim adına yaptığım bu iş beni mutlu etmez sandığım da bir yanılgıymış meğer. Ürünlerimi fotoğraflıyordum, yavaş yavaş da olsa başlangıç yapıyor olmak bile mutlu etti beni...

Bir diğer konu izleyeceğim deyip epeydir birikmiş bulunan dizi ve film başlıkları idi. Onlara da geçtiğimiz hafta el attım ve Aşk 101'i izledim, annem ve babamla. Farkettim, çok fazla söylenenlere inanıyorum. Bu dizi için, oyunculuklardan tutun, senaryonun içeriği için o kadar çok söylenen vardı ki; şans vermemeyi düşünsem, izlemeden "amma da sapıtmışlar, izlemeyeceğim" diyebilirdim. İzlediğimde, fazlasıyla acımasız eleştiri yapıldığını fark ettim. 

Aşk 101, son zamanlarda izlediğim klasik dizi karakterlerini içermeyen ve bir derdi olduğunu çok net hissettiren bir diziydi. O derdi çok güzel savunuyordu, senaryonun çoğu kısmında absürt derecede abartı bulunuyor olsa bile! Derdi olan dizi ve filmleri hep sevdim, klasikleşmenin ötesine geçebilenleri hep eleştirdikleri üzere; yeni ve değişik bir bakış açısına karşı olan bir milletin, fazla acımasız olduğunu düşünüyorum. Üzücü ama durum tam da böyle... 

Aşk 101 ile ilgili tam görüşlerimi bir başka yazıma saklıyorum... :)



Pandemi dönemi başladığından beri, açık bir alanda oturup rahatça sıcak ve serin hava değişimlerine maruz kalamamıştım. Ki geçtiğimiz Cuma günü yeniden temiz hava alabilme şansıma erişebilene kadar... 

Renklerin cümbüşünü, bir evin bahçesinde oturup hava alabilmeyi, öğleden gece yarısına kadar o havada ders çalışabilmeyi, kitap okuyabilmeyi, yeşillikleri izleyebilmeyi, kedileri gözlemlemeyi, sevdiklerimle sohbet edebilmeyi ve sonunda da eve o havanın yorgunluğuyla dönmeyi öylesi özlemişim ki... Bu şansa, annemin dayısının yakınımızdaki bir köydeki evine gidince erdik yine. İkinci evleri kategorisindeki bu evlerine, diğer evdeki tüm eşyalarını taşıma süreçlerinde yerleşmelerine yardımcı olmak adına gittik; annem ve babamla beraber... 

Önce babamlar dayımla birkaç eşya taşıdılar, annem yengem ve ben oturup kahvelerimizi içip sohbet edebildik bu aralıkta. Sonra onlar geldi çaylarımızı içtik, bir şeyler atıştırdık. Derken herkes kendi işine döndü, bahçedeki çardağın içerisindeki masanın başında; ders çalışmalarıma ve kitabıma yoğunlaşabildim. Ara sıra yanıma soluklanmak için gelip giden yengem ve annemin sohbetleriyle, gün sürdü de sürdü... 

Akşam babam ve dayım geri döndüler eve, yemek hazırlıkları tamamlandı ve sonrasında da çay sohbetinin sessizliğine bırakıldı. O yorgunluk ve sakinlik içerikli güne bıraktım kendimi. Canım yer yer çalışmak istemedi, birkaç dakika duraklayıp sadece ortamı izledim. Güzeldi, ara sıra gerçekleştirmem gerektiğini farkettiğim bir film karesi gibi aklımda o günden beri şimdi... :)) 

Üstteki görsellerin içeriğini böyle anlatabilirdim size, kavradınız bence neler olup bittiğini siz de... :)


Temmuz'un ilk günlerinde bizim için bir diğer konu, ablamın doğum izninin bitip iş hayatına yeniden geri dönmesi oldu. 21 Mart günü doğum yaptığı üzere, bir buçuk ay öncesinden işten ayrıldığı zaman dilimiyle beraber 5 aylık evde olma süresi bitti gitti. Defnem dört aylık bir bebiş şimdi, ablamın ise Pazartesi ilk iş günü idi... :) Geçen hafta, dayımların evine gittiğimiz günden önceki gün belli olmuştu "pazartesi günü başlayacağı". O yüzden bizim için geçtiğimiz hafta sonu ayrı yoğun geçti, bu hafta başı ayrı yoğun başladı...

Dün Mart ayında abi de olan Kağanımızın, yani ilk göz ağrımızın doğum günü idi. Nice güzel yaşları olur inşallah, kardeşiyle ailesiyle ve bizlerle... :) İlk defa burada paylaştığım abi kardeş fotoğraflarıyla, yeğenim Defne'yi de Kağanımla yeni bir rutin halini alabileceğini umduğum fotoğraf çekimleriyle paylaşmayı başlattık bence... Abi ve kardeşe maşallah, Allahıma bin şükür; isteyen herkese de nasip olsun inşallah... =) 

Bu sene Kağanımızın doğum günü için, yeni taşındığımız sitedeki komşu çocuklarıyla tanışsın kaynaşsın diye plan yapmıştık. Ama planladığımız gibi olmayınca, bir gün öncesinde planı gerçekleştirmek durumunda kaldık. Çünkü dün için çocuklu komşularımızın çoğunluğunun planladıkları yolculukları varmış. Hal böyle olunca, plan haftanın ilk gününe alındı gitti... 

Haftaya, doğum günü kutlaması planını ilk günün akşamı için planlayarak başladık. Ablamın iş günü, küçük yeğenim Defne'nin annesiz bizimle kalacağı ilk gün olması sebebiyle; sağolsun komşularımız destek olup, birkaç atıştırmalık hazırladılar da, bize pasta ve birkaç atıştırmalık alıp çayları hazırlamak kaldı bir tek. "Ev alma, komşu al!" dedikleri böyle bir şey sanırım. Çok şükür ki... :) 

Bu hafta başı ilk kez sosyal mesafeyi bu kadar aşarak bir kalabalığa girme durumumuz oldu böylece... Açık havada, apartmanımızın önüne masaları kurduk. Mesafeye özen göstermeye devam ettik. Pastaları atıştırmaları alıp, biz büyükler çaylarımızı içip sohbetimizi ederken, küçükler oyunlarını oynadılar. Haftaya şükürleri sıralayarak başladık sonrasında da. 

- Yeğenim Defne ile hiç fena başlamadık misal haftaya. İlk iki gün bizim evde başladı ve zorluydu. Ama bugünden itibaren ablamların evinde bakmaya başladı annem ve öyle de devam edecek istisnalar dışında inşallah...  

- Komşularımızla güzel bir akşamla başladık haftaya, sosyal mesafeyi ve sağlığımız için tedbirleri ihmal etmedik. Hem çocukların enerjilerini atmalarına şahit olduk hem de komşularla sohbetin tadını çıkardık işte... İyi komşular edinebildiğimize seviniyoruz şu ara. Toplu fotoğrafta gördükleriniz komşularımızın bir kısmı... Eniştem gececi olduğu için o akşam bizimle olamadı, ama esas doğum gününde yani dün de bizim evde ailecek kutlayarak telafi ettik bu durumu da. :) Birkaç hafta öncesinde de babaannesigil ile beraber kutladığımızı düşünürsek, bu sene üç kez kutladık şükür ki.. :) Seneye daha çok sevdiğimizle daha kalabalık ve rahatça kutlayabileceğimiz bir doğum günü olur inşallah. 

- Velhasıl hafta başında sitenin bahçesine indik ama biz dahil gelen herkes istemsiz biraz da tedirgindi. Dilerim seneye Temmuz ayında, bu günler çoktan geçmiş gitmiş olur. Dilerim ki... 

- Ve Kağan ailemize katılalı 8 yıl oldu bile, çok şükür ki... İlk göz ağrımız bu sene abi oldu. Dualarımızdan, gözümüz ve gönlümüzden eksik edemediğimiz ilk çocuk Kağandı, bu sene iki şükür sebebimiz oldu. Allahım isteyen herkese nasip etsin dilerim ki... 


Kağan doğdu doğalı her sene en az 3 paragraf ya da 3 cümle olsun yazmadan tutamıyorum kendimi, dün gece yine yazıverdim birden öylece. O yazımı da burada bulabilirsiniz... Dün 8. yaşının bitişi için çekindiğimiz fotoğrafımız da o yazımda... :) 

Nice fotoğraflar çekilebileceğimiz, bu fotoğraflara yeğenim Defnemizi de dahil edeceğimiz nice güzel yıllarımız olsun inşallah! Anneleriyle, babalarıyla, teyzeleri, anneanne, babaanne ve dedeleriyle; kısacası tüm sevdikleriyle mutlu olsun benim güzel yeğenlerim... 

Son kolajdaki abi kardeş fotoğraflarının, her sene aynı gün veya her sene ayrı günlerde nice benzerlerini çekmeyi diliyorum kendi adıma. :) 

Okuduğunuz için teşekkürlerimle, dualarım sizlerle, tüm güzellikler üzerinize olsun. Allahım isteyen herkese nasip etsin nice güzellikleri ve şükür sebeplerini... Sevgilerimle...


Gece Kuşu'ndan Notlar #7 - Bir Temmuz Meselesi


Gece Kuşu yazısı yazamayacak kadar garip bir düzenle uyuduğum günlerden sonra, yine bir notlar kısmında beraberiz şükür ki... :) Konumuz Temmuz, bu ayda doğmak mühim bir şey çünkü!! 


**

Biten gün ilk göz ağrım Kağanımın doğum günüydü, bir yaş daha aldı ve günü "keşke her gün doğum günüm olsa!" diyerek bitirdi... :) 8 yaş, teyzesinin küçüklük hayalleri ve istekleriyle bitti; büyüme hevesi, hep özel kalmak ve hep kendini yaşamak isteği. Böyle hissederdim ben de; yaş almaktan ürkmeye başlasam da daha sonra, hala sevmeye devam ettim doğum günlerimi. Hala şöyle düşünürüm; hep Temmuz gelsin, varsın "Kağanım da doğduktan sonra yaş almak garip gelir olsun" ama doğum günümün olduğu ayı her sene 1'inden 31'ine dek coşkuyla yaşamaya devam edeyim yine... :))

Şimdi bu bahsettiğim hallerde Kağanım var, "doğduğu günü seven, kendini de seviyor demektir" bence bir yerde. Kendine değer veriyor olması mutlu ediyor beni, her ne kadar bu sıra bazı davranışları ve düşünceleri yer yer değişmiş ve yeni normale adapte olmakta zorlanıyor olsa da benim yeğenim... Geçeceğini biz biliyor ve umuyor olsak da, o daha derinlerde yaşıyor son odaklanma durumlarını aslında...

Çok şey değişti hayatında; kardeşi doğdu, o sırada okulları kapandı, bir virüs dünyaya yayıldı, önce ciddiye almadı ve sonra okul rutininden sıkılmanın dahi saçma olduğunu, beterin beteri olduğunu farketti. Başta kardeşini kıskandı, sonra döndü deliler gibi sevmeye başladı. İlk görüşte vurulup ağladı, sonra yer yer kıskansa da vazgeçemedi yani... Şükür ki korona denen virüs, pandemi ortamında bize çok başka deneyimler yaşattı; zorlu zamanları yine ailecek yaşadık ve gitti...

Bugün bu yazıyı yazma gerekçem de, yine ilk göz ağrım yeğenime, birkaç söz bırakmak adına... Temmuz ikimiz için de değerli, yazlar ikimiz için de özel ve bu sene doğdu doğalı yaşadığımız en sıkıcı yazımız adeta. Her yaz denize girmeye alışmış ikimiz, her yaz beraber en az iki yolculuk yazmaya alışmış ikimiz için... Bir araya geldiğimizde olabildiğince vakit geçirmeye çalışıyoruz ama nevri döndü kuzumuzun, içinde bulunduğu durumu o kadar ciddiye alıyor ki; en dorukta yaşıyor tüm sıkıntılarını... Sağlık olsun diyoruz, bize göre hava hoş; bu da geçer, sağlık olsun. Çocuklar içinse hiç böyle değil, daha sonra anlayacak yeğenim de, biliyorum ki...

***

İstemsiz içimden birkaç şey söylemek geliyor ona, 8'ini geride bırakırken geleceğe dair öğüdüm olsun; halihazırda kavrayamıyor söylediklerimi çünkü... Yer yer kızmak durumunda kalıyorum, fevri tavırları ilerlemesin ve daha fazla değişmesin durumları diye. Seni çok seviyorum canım yeğenim...


- Büyürken hayatı kendini yoracak ve unutacak kadar ciddiye alma Kağan, bir o kadar da saygıyla önemsemeyi ve dikkate değer olan bütünleri görebilmeyi es geçme isterim. İlk göz ağrım, ne söylesek en azını anlıyorsun şimdi ama bu sözlerimi kavradığın gün de gelecek biliyorum. O zamanlar geldiğinde, "iyi ki" de, hiç pişmanlık hissetme. Oh çek, hayat hep gülümsesin ve seni de hep gülümsetsin..

- Senin yaşında ben de mi böyleydim, ya da bizler böyle miydik? Hiç hatırlamıyorum. Kendi adıma hatırladığım, iç dünyamın iyimserlikle kaynadığı idi. Sende gördüğüm ciddiyet adına şaşırıyorum bu ara doğrusu. Gün olur da bu yazılarımı okursan, "ki yavaş yavaş farketmeye başladın bile, yazdıklarımı okuyabileceğini" şimdiyi düşünüp "haklıymışsın teyzecim" demeni bekliyorum galiba. Tek bir lafın tek bir aksi davranışın, nasıl yıkıyor bizi bir bilsen... 

- Bir o kadar savunmasız, bir o kadar da umursamaz hallerin geçip gidecek elbet ama sonucunda mutluluğa bağlansın yeter ki. Doğum günlerindeki mutluluğun tarihlerden alakasız olduğunu, bana çektiysen eğer, 25. Yaş gününden sonra fark edeceksin. Esas seni mutlu edenin doğum günün değil, kendin olduğunu farkettiğinde, "Ben iyi ki varım" de kendine. Şayet o günler geldiğinde bu sözü hakettiğini de farkedeceksin, çünkü şu an kendine dahi çok yükleniyorsun...

- En iyi olmak, en çok bilmek. En fazla haklı olmak hiçbir zaman kıymetli değil; bunu kavramana daha biraz daha var muhtemelen. Ama o gün şunu unutsan da hatırlatacağım yine sana, önemli olan kendini mutlu yaşatacak derecede sevmek ve yaşamanın doğru noktalarına kollarını açmasını iyice öğrenmek aslında. Mutluluğu küçümsememeyi öğrenmen gerek, olumsuzluklar ile hayat ilerlemiyor sevgili yeğenim. Yerinde saymak ise, hiçbir işe yaramıyor...

- 8'i, 9'u, 10'u hep dolu dolu yaşa; ergenliği de sonrasını da... Hayatın en eksik noktası kendini sevmeyi unutmak, bunu asla unutma. Önce kendini, sonra da hayatı sevmeyi atlama. Bu ikisini var ettikçe hayatında, çevreni ve insanları oldukları gibi sevmeyi de öğretecek hayat sana..

- Acılara değil mutluluklara takıl, şimdiki gibi hep kötüyü görmeye devam etme. Diyorum ya, hayatı çok da ciddiye alma ama saygını da asla elden bırakma. Yürekli ol, saygılı ol ve kendini yaşamayı iyice öğren; ailen senin varlığına şükürlerle, dualarını senden eksik etmeyerek yanıbaşında olacak; Allah izin verdikçe... İyi ki doğdun Kağanım; benim hala 20 yaşımsın, ilk büyümesine şahit ve destek olduğum bebek, büyürken öğrettiklerinin kıymetli olduğunu kavradığım ilk çocuk... <3 Seni verene bin şükür... :))

****

Sekiz sene oldu öyle mi? En özel senelerimden biri dediğim 2012'nin üzerinden tam 8 sene geçti şimdi. Her sene bir cümle olsun bir şey yazmadan geçemediğim mevzudur, Temmuz'un meselelerinden ilki Kağanımın doğum günü artık... 20 gün sonra kendi doğum günüm adına senelik öğrendiklerim ve içimde biriktirdiklerim var olacak yine bloğumda... =) 

07.07.2020 de geçti gitti, Kağanım üzüldü yine günün bittiğine. :) İçimdeki küçük Didem öylesi hak verdi ki ona, hep doğum günü olmasını onun kadar istedi; mantıksız düşündü ve düşüncelerini dile getiremediyse bile...

Hayat güzel dedim sonra, yine şanslıyım, yine gündelik stresten uzaklaşma fırsatları var ve hep sevebileceğimiz bir şeyler bulabilen kalbimiz yaşama sevincimiz iyi ki bizimle. Bir ömür boyu da var olmayı sürdürsün inşallah... :)

Gece kafasıyla çok hatalı kelimeler kullanmış olabilirim ama gece kuşluğu bunu gerektirmiştir deyip geçelim lütfen. 8. Yaş fotoğrafımız 2020'nin doğum günü anısı oldu bu sene... Nice beraber anılar biriktirebilmeye, sağlıkla ve mutlulukla İnşallah... :)

Gece Kuşu'ndan Sevgilerle... (: