13 Temmuz 2020 Pazartesi

Okudum, Yazamadım Ama Toparlandım


Bugüne bir garip haberler dizisiyle uyandım, çok detay vermek istemiyorum bu konuda ama beynimi allak bullak etti.... Çocuk kaçakçılığının yasal düzenlemeye uydurulmasından, tüm dünya düzeninde alışveriş sitelerinden kayıp çocukların ve nice çocuk kaçakçılığının yapılıyor olmasından bahsediyorlar. Ama gerçek ama değil, öte yüzünde bahsedilen internetin kara tarafında bunun zaten var olduğu söylentisi ve bunun normal karşılanıyor, hiçbir şey yapılamıyor olduğu söylentileri... İnsanlar boşuna delirmiyor kısacası, kötülük denen şey hep bir yolunu buluyor; insanın umudu yoruluyor, iyiliğin kazanacağını düşünmeye devam ederken. Yorulsam da iyiliğin kazanacağına dair umudumu bitirmemem gerektiğinin farkında olmaya devam ediyorum bugün, bugün sadece yaptığım bu oldu ciddi anlamda...

Allahım sonumuzu hayır etsin, bize sabır versin ve o adını dahi anmak istemediğim sitelere, yaptıkları rezilliklerinde boğulmayı nasip etsin inşallah! Araştırmadan konuşmuyorum, ya da inanmadan; ama yine de, netleşsin diyoruz ya "belki de yok öyle bir şey falan!". Sadece okuduğunuzda dayandırıldığı sistem, tüm kanıtlar, sandığımız gibi bir şey değilse bile, bir şey olduğunu gözler önüne seriyor. Kötülük hep bir şekil alıp yolunu buluyor ama diğer yandan da "gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır." mevzu var. Sanırım buna inanan insan sabredebiliyor, ne kadar zorlansa da...


Tatsız şekilde başlamak istemezdim, ama bugün uyandığım gibi okuduğum tweetler dizisi aklımdan çıkmıyor bugün doğrusu. İçimden nasıl gelirse yazmaya devam yani... Hazır böyle devam ediyorken, bugün birden bire aklıma gelen İclal Aydın'ın şiir okuduğu bir "Servet Kocakaya" şarkısı da paylaşayım. Sanıyorum bu şarkı (Zor Günler) da beni biraz moda soktu bugün. Varsın bugün böyle olsun... :)


Bu hafta sonu nihayet Kırlangıç Çığlığı isimli "Ahmet Ümit" ile tanışma kitabımı bitirdim. Nihayet diyorum, zira bu haftaya kadar elimde bulunuyordu ve okunma sırasını bekliyordu. İki haftadır okunmak üzere elimde ama hakettiği okunma performansını geçtiğimiz hafta verebildim aslında! :) İçeriğinden alıntıladığım cümleler de, hikaye bütünlüğü de beni benden aldı aslında. Ahmet Ümit'in bu kitabında, daha önce okuduğum polisiye romanları kadar zorlanmadıysam bile; yine de bu tarz hikayelerin sinirleri geren bir merak hali içerisine sokması, benim pek alışık olduğum bir mevzu değil. Kitabı okurken, cinayetleri işleyenin kim olduğunu ve sebebini çok merak ettim. O merak içimi kemirirken, okuduğum dünyanın içinde yaşıyor gibi olduğum için; bazı cümleleri çok üstüme alındım, bazı durumlara çok içerlendim! 


"Siz benden daha iyi bilirsiniz Başkomserim, bu dünya acımasız bir yer, insanlar için de köpekler için de, sesinizi çıkarmadınız mı alırlar ekmeğinizi elinizden" (Sayfa 44 - Kırlangıç Çığlığı)
Kitap içeriği ve anlatım çok iyi olduğu için, belli bir çerçevede ve ara vererek de olsa devam ettim. Tanışma kitabımız çok iyi bitti. Üstteki merakımı ve çekingen gülüşümü fark edin isterim, bu kadar gerilmem gerçekten normal değil ama bu her kitap için böyle olmuyor tabi. Derdine ve hikayenin gerçeği yansıtan bütünlüğüne inandığım için kapıldım aslında... Ahmet Ümit bu kitabında "Çocuk İstismarına" büyük yer vermiş. Sanıyorum bugün karşıma çıkan haberler konusunda neden günümü etkileyecek kadar etkilendiğimi şimdi anlarsınız? Gerçekten insan olan nasıl duyarsız kalabilir ki, hem kötülüğe hem de çocuklara yapılan kötülüğe? Biz sadece böyle bir şeyin var olduğunu bildiğimiz için gerildik ki, bizzat yaşarken susanlar veya susmak zorunda kalanlar (anlayış göstermek için söylemiyorum, asla) nasıl dayanabiliyorlar acaba? 


"O kadar çok hayal kırıklığına uğradım ki, artık umut etmek istemiyorum. En saf, en masum sandığımız kişiler bile binbir hesap içinde. Hem de kirli, kanlı hesaplar. En fenasına hazır olmak lazım. O zaman daha az mutsuz oluruz..." (Sayfa 144- Kırlangıç Çığlığı)


Maviyle renklendirdiğim kısmı alıntı yaptığımda, gerçek hayatla ilgili düşünmeden edememiştim. Ama kitabı bitirdiğimden iki gün sonra böyle bir gerçekle yüzleşeceğimi de farketmemiştim. Fazla iyimserlik gösteriorum biliyorum, hayat üzerinde nice kötülükler var; çoğunu bilmiyoruz, çoğuna da akıl sır erdiremiyor ve hayal gücümüze dahi sığdıramıyoruz... Kitabın içeriğinde de değiniliyor, "herkes kendi adaletini sağlayacak olsa, dünya daha önü alınamaz bir çöplük olurdu" tarzında cümlelerle. Şimdiki düzen ne kadar iyi ki, diye sorguluyor insan doğrusu... 

Bunu sorgularken de elbet sebebimiz var; polis teşkilatının "Körebe" adını taktığı yıllardır yakalanamayan, kimliği bulunamayan seri katilimiz, çocuk tacizcilerini öldürüp çocuk alanlarına bırakıyor. İnsan sürekli, kötünün insan eliyle öldürülerek cezalandırılıp cezalandırılmayacağını sorguluyor ya hani; kötülük yapan kötülük bulsun diyoruz. Ama her kötülük yapanı öldürmeye kalktığımızda, aslında içindeki güçsüzlüğe utanca ve çaresizliğe yenik düşmemek için ayakta durma biçimini bulmuş insanları da öldürmüş oluyoruz. Yani aslında kötülük yapan da, "her defasında saf gerçek bu olmasa da" mağdur olmuş olabiliyor zamanında. Zaten öyleleri, sadece cezalandırılmayı hak ettiği kişileri öldürüyor olmalı... Hayat bir noktaya kadar adil de olsa, insanlar "mağdur ile maktulü" ayırt etmek konusunda adil olamadığı için; mağdur da suçlu olabiliyor, suçlu hep suçlu psikolojisi bu yöntemle yıkılmış da oluyor. Esas suçluyu da, esas hakkını arayanı da, esas çaresiz kalanı da, esas sesini duyurmaya uğraş vereni de ne görüyor ne duyuyoruz adeta... Bunun da alıntısı aşağıda;

Zor olan, senin yaptığın, suçlu da olsa, kötü de olsa insanı anlamaya çalışmak. Asıl önemli olan bu. Çünkü kötüler gider ama kötülük kalır. Eğer insanların neden kötülük yaptığını anlayamazsak, nasıl önlenir ki bu musibet? (Sayfa 351 - Kırlangıç Çığlığı)


Sorguladığım süreçlere kötüleri ekleyecek olursak, gerçekten insanı kullanan ve insanı kendine düşman eden kötüler kötülükler; onların yeri cehennemin dibidir deriz ya hani, orası bile az aslında bir noktada. Bize göre ölüm, sana emanet edilen canı koruma içgüdüsüyle başka birine yapılabilir. Hani son çarendir, içindeki istek hali bile değildir! Garip bir durum varsa tedavi olma ihtiyacına düşersin, ne birini öldürmek ne de birini kalbinden uzaklaştırabilmeyi düşünürsün... Dünya para ile dönmeyi başladı başlayalı, böyle düşünen, kendi kadar istediği iyilikler kadar başkaları için de isteyebilen kişilerin "görünülürlüğü de dikkate değer halleri" de pek az durumda. Anlatması zor geliyor şu an aslında, hala o kitabın içerisinde yaşıyorum galiba! :) Bir süre polisiye veya cinayet romanı yok bana, önce bunu sindirebilmem gerekli. Ama bir daha bu kadar uzak da kalmayacağım bu tarz romanlardan. Kendime sözüm olsun...

Mahluk diyorum ama gerçekte bizim gibi insandılar. Çıkar için her türlü kötülüğü yapmaya yatkın bir ruha sahiptiler, sonra da kendilerini bağışlarlardı. İnsanın en büyük kepazeliği işte bu bağışlama duygusuydu. Kötülüklerin sürekli tekrar etmesinin nedeni de bu olabilirdi. Kendimizi hoş görmemiz, eninde sonunda inandırıcı bir gerekçe bulmamız. Olmadı, ben aciz bir kulum, her türlü kötülüğü yapabilir, suçu işleyebilirim, ama yaradanıma sığınır, kendimi bağışlatırım ucuzluğu. (Sayfa 357- Kırlangıç Çığlığı)

Ahmet Ümit'e bu güzel romanı kaleme aldığı için, dostum Meroma da bu kitabı okumam adına önerdiği için teşekkür ediyorum... :) Ahmet Ümit ile tanıştık ve tanışmışlık sürmeye devam edecek. Elimde Meromun geçen sene bu kitabı bana vermeden öncesinde aldığım bir kitabı daha var Ahmet Ümit'in. Daha o kitaba geçmeye fırsat bulamadan bu kitabı daha çok merak ettiğim için ön sıraya bu geldi aslında... O kitap tarihi bir hikayeyi anlatıyor, daha da etkili olabileceğini düşünüyorum; şayet bu romanın ardına okuyacak olursam. O yüzden önce bu hikayeyi sindirmem gerektiğini düşünüyorum. :))

Geçtiğimiz hafta kitap okudum, bol bol yazı okudum, olabildiğince ders çalıştım ama bloglarıma birer yazı yazabildim. Bloğuma yoğunlaşmanın, yazabilmemin ve devam edebilmemin haricinde beni engellediğini düşündüğüm, aklımı kurcalayan ve dağıldığıını düşündüğüm kendi düzenimi toparlama uğraşına girdim bir de. Gereksizse Biriktirme demiştim ya diğer bloğumda, ciddi anlamda ona yoğunlaştım... Önce sosyal medyada yer aldığım ama kullanmadığım mecraların kalabalıklığına son verdim. Sonra hep geri dönmeye söz verdiğim ama bir türlü gerekli hassasiyeti gösteremediğim yarım kalmış işleri kaydettiğim yerlerden sildim. 

Sonra dün, kullanmadığım eşyaları başka kişilere sahiplendirmek veya kullanılmayacak durumda ise kullanmaya ısrar etmemek üzerine harekete geçtim. Dolap hesabımı da böylece aktifleştirdim... Severek kullandığım Farmasi ürünlerimi de oradan satabileceğimi düşünerek, kullanmadığım ürünlerle beraber dolap hesabımda bulunabilmesi adına yer verdim... Dolap hesabıma buradan ulaşabilirsiniz, ihtiyacınız dahilindeyse ürünlerimi satın alabilirsiniz...

Son olarak diyebilirim ki; ihtiyacın kadarını biriktir, ihtiyacın kadarını dert et, ihtiyacın kadarıyla hayatına yön ver... Benim gibi bugün durgun musun? Kendine izin ver. Yapabildiğini yap; kitap oku, izlemek üzere kenara ayırdığın filmine odaklan veyahut seni rahatlatan o şeye odaklan. Ama umudu elden bırakma... 

Mutlu haftalar geçirelim inşallah, sevgilerimle. Görüşme üzere... (:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)