27 Şubat 2019 Çarşamba

Bu Güzel Bir Başlangıç - 27 Şubat 2019


:) Gülerek başlıyorum, ama hem umut doluyum hem de tedirginim... Bir gelişme var Kas Erimesi hastalığının tedavisinin geliştirilmesinde ve inşallah bu çok güzel bir başlangıç olacak! :) Ben bir önceki gelişmelerin haberlerini aldığımızda, bir daha ki seferde böyle heyecanlanmam; sonuna dek daha az beklenti ile bekleyebilirim artık, demiştim daha önceki kök hücre denemelerinin sonuçlarını da aldığımızda... Ama gel gelelim ne oldu dersiniz? Çok heyecanlıyım, çok umutluyum ve sanki yarın çıkacakmış beklediğimiz tedavi gibi hissediyorum. Tabii beklentilerim de sağlam yerinde, zamanla olacak ama inşallah bu sefer olur diyorum... :)

Duygularımı ve içgüdülerimi geçip, esas konuya gelirsek; bir süredir Gen Terapisi araştırmaları hakim tıp dünyasında ve bizzat bu sefer Kas Erimesi üzerinde bizim hastalık tipimiz üzerinde araştırmalar yapılıyor. Limb Girdle, benim de taşıdığım kas erimesi tipi... Bugün için bir araştırma sürecinin sonuçları açıklandı yine, bu sonuçlar umut oldu ve yüreklendirdi beni ve benim gibileri fazlaca! :)


Üstteki tablonun bulunduğu siteye, siz de buradan ulaşabilirsiniz. Ben sayfayı Türkçe'ye çevirdiğimde bir şeyler anlarım sanmıştım ama sadece açıklaması bulunmayan bir tablo gibi aslında. 


Büyük oranda gelişmeler alınmış biliyor musunuz? Bu araştırmalar Amerika'da yapılıyor ve umut öyle büyük dozdaymış ki, açıklamalarını çalışmalara devam etmek için sabırsızlanıyoruz gibi bir cümle ile bitirmişler. Ben en azından böyle anladım, Türkçe'ye çevrilmiş açıklamaların facebook grubumuzda paylaşılmasıyla. :) Ciddi iki olumsuz sonuç ile karşılaşmış iki hastada, ama hemen önlemi alınmış ve sorunlar ortadan kalkmış. Kısa bir zaman dilimi arasında olmuş sanırım. Sonuçlara dair tüm açıklamaların orjinal dilinde yazdığı siteye buradan ulaşabilirsiniz... Bir de eğer LMGD hastası iseniz; son gelişmelerin ve aynı hastalıkları paylaşan arkadaşlarımızın birbiriyle fikirleşmelerini sağlayan facebook sayfamıza da, buradan ulaşabilirsiniz.

Çok bir şey demeye gelmedim aslında, az veya çok; biliyorum ki bu güzel bir başlangıç yine, sonuca ulaşsın ulaşmasın, yine bir yerlerde çabalayanlar var bizler için. SMA'lılara bulunduğu gibi bizim de tedavi yöntemimiz bulunacak inşallah. Fazlasıyla inanıyorum buna. Bir tek eğer bu konuda hiç kimsenin araştırma yapmadığını duysam biraz umutsuzluğa kapılırdım belki! Ama olmuyor, yine de yapamam bence. Umut olmalı, bence hayatta kalmanın tek yolu bu olabilir... :)

Son olarak, bugünkü gelişmelerde beni en umutlandıran sonuç şu oldu aslında; bizim hastalığımızı belli eden bir kan değerimiz var, adı CK (Kreatin Kinaz). Bu değer yüksek çıktığı zaman, Kas Erimesi hastası teşhisi konmaya doğru gidiliyor esasında... Bugün açıklanan sonuçlarda şu yazıyormuş; Deneklerde uygulanan Gen Terapilerinde, her bir hastanın CK değerinde %90'dan fazla düşüş görülmüş! Bana umut veren bu oldu, olacak başarılacak dedim. :) Bu sefer daha bir umutluyum, yine işte... Bu gelişmeleri içime sindirmeye çalıştığım sebebiyle de bu yazıyı geç yazıyor bulunuyorum işte. (:


Biliyorum anlıyorsunuz, ben de sizleri anlıyorum. Bir o kadar önümüzde daha çok yol olduğunu biliyorum; misal en az 5 senelik bir zaman dilimi demek bu yine. Bir o kadar da, 5 sene ama yine bizim için başka bir umut işte. Umut denen şey olmasa, ben yaşayamam bu hayatta. Allahım sana binlerce şükür diyorum! =)

Okuyan hepinize sevgilerimle. Bu haberi benimle beraber alan ve aynı hastalığı taşıyan arkadaşlarım; aynı hissi, ama geç ama erken o mutlu sonucu alabileceğimiz hissini umudunu paylaşıyorum. İnanmaktan vazgeçmeyelim! Sevgilerimle... :)

26 Şubat 2019 Salı

Bu Aralar - 26 Şubat 2019


Dün 1,5 yıllık aradan sonra, Yalova'daki fizik tedavilerimizin rutinine de başladık annemle. Şükür ki, güç oldu ama daha fazla güç olmadı... :) Geçen hafta Salı günü Yalova'ya annem ve babamla beraber gidip ders düzenimi ayarlamıştık. Buna göre babamın buradan bindirmesine ve oradan da taşıyıcı yardımıyla karşılanmama karar verilebilmişti. Biz hep Pazartesi ve Perşembe gidiyorduk eskiden de, uzun zaman sonra ilk Pazartesi gidişimiz ile Yalova'da idik dün de; şükür ki döndük eski tedavi rutinime de böylece... :)


Kar yurdun çoğu kısmı etkisine aldı malum haftasonu, dün Orhangazi ve Yalova arasındaki yolda biz de kar manzaraları ile karşılaştık işte. Kar yurdu etkisi altına alırken, dün benim kaslarımı da etkiledi tabi ama ben eski kar-kış anılarımızı düşünerek takılmadım spontane halde; o soğuktan etkilenmiş ve sertleşmiş kaslarıma takılı kalsam, kötü etki giderek artabilirdi de...

Bu aralar bir dizi özlemle baş etmeye uğraşıyorum ya hani, bir diğer özlem daha peydah oldu dün kar manzaraları ile işte; eski kar anlarımızı ve eski kışlarımızı özlemişim meğer... Ben ki sıcak havaya deli gibi tutkunum; dün Yalova köylerinin yanından geçerken, kar sisleri etkisinde kalmış o köylerde olmayı istedim. Parmaklarım uyuşana kadar dışarıda kar topu oynamayı ve eve girip soba ya da kalorifer başında ısınmayı, böyle bir lüksü yaşamayı istedim... 

Bir nevi küçük yoksunluklar, özlemler yaşıyorum bu ara ama baş edemeyeceğim tarzda da değil; biliyorum. 

Fark ettim ki, geçtiğimiz yaz okulun bitmesi beni garip bir eksikliğe de sürükledi sanki. Ciddi ciddi okul dönemimin hiç bitmeyeceğini düşünürken, bitmemesini istediğimi de farkettim. Bir karar aldım şu son iki ayda yeniden, biraz toparlanır ve hayatın daha içinde olur olmaz ilk işim eğitimime etkin halde daha fazla ağırlık vereceğim. Gitmek istediğim nice kurslar var daha, nice insan tanıma hayalim...

Sonra çalışmak, hala ulaşamadığım hayalim... Seneler senesi dileğimdir, gerekirse part time ama aktif halde çalışabiliyor olmak istiyorum. Rutin bir işim olsun, belki bir başka eğitimini aldığım mesleğim de olabilir. Şartlar oluşsun diye beklerken, "acaba ben mi şartları uydurmayı bahane ediyorum bu konuda?" bile diyorum bu aralar... 

Sonra kendime çok yüklendiğimi ve bunu aslında kendime yönelirken istemsiz yaptığımı keşfediyorum. Bu kış aylarında bu içsel hesaplaşmalarımı pek de sevmiyorum ama bir şekilde varlıklarını kabullenir de olmuşum. Şükürümü de, bu düşüncelerimin varlıklarını da esirgemiyorum kendimden; biliyorum ki, birinden birinin eksikliği daha büyük yoksunluk olur sonra...

Bunlara rağmen fizik tedavilerim de iyi gidiyor neyse ki, ciddi anlamda eski hallerimi özlüyorum ve bu kış vaktinde kendimi soğuk havaların etkisiyle toparlayamadığım günler de yaşıyor iken istemsiz düşünüyorum. Ama fizik tedavilerimde iyi düzende ilerliyor ve güzel gelişmeler alabiliyor olmak, bu ara en içimin rahat olduğu konularda biri... :)


Dün dolu dolu geçti aslında; geçen haftabaşında başladığım Sırça Fanus'u, dün fizik tedavim sonrası bitirdim hastanede. Bu kitap benim Sylvia Plath ile tanışma kitabım oldu ve yazı dilini hem değişik hem de yer yer etkileyici buldum diyebilirim. Üçüncü yanımda götürüşümde bitirebiliyor olmak da mutlu etti beni, "geçtiğimiz senelerde de hastaneye gide gele en çok okuyabildiğim yer hastane oluyordu..." Sanırım bu sene de öyle olacak işte... :)

Sylvia Plath, Amerikan edebiyatının melankolik prensesi demişler ya; bu kitabı hayatının son denemeçlerinde yazmış ve öyle ki kendi hayatındaki fikirlerine dayanarak yazmış bu kitabı diyorlar. Öyle ki onun başyapıtı olmuş, Sırça Fanus... Bana kendimi bir açıdan kötü hissettirdi, melankolik hissettirdi. Ama bir o kadar da gerçekti değindiği konular, 1000kitap hesabımda da en beğendiğim cümleleri alıntı olarak paylaşırken Sylvia Plath ile aynı fikirlere takıldığımı düşündüm hep... 

Erkeklerin kadın üzerindeki hakimiyetine karşı duyduğu rahatsızlığa, kendine davranışlarıyla kötü hissettiren erkeklerin üzerinde yarattığı yaşayamamakta olduğu hissine dair sıklıkla yazıyor ve de gençliğinde istediği alan olan yazarlık konusunda gönüllendirilmemek bir genci nasıl hezeyanlara sokabiliyor onu da anlatıyor. 

Hikaye melankoli derecesinde bir ruhsal dengesizlik halini anlatıyor kızımızın, bazen yerinde bazen de yersiz geldi ise de tepkileri ve büyük ihtimal belki de çeviri kaynaklı eksik noktalar var hissetti isem de SEVDİM... :) 


Ben iyiyim ama dalgındım epeydir dez kitap okuyunca toparlıyorum ama kendimi. Bazen ard arda ne kadar çok kitap bitirir isem, film izleyebilir isem o kadar mutlu oluyorum. Ama daha çok örgü örüyor ve kendime iyi gelsin diye uğraşıyorum. Üretmeyi devam ettirmek değil mi meselemizde, iyi his edemediğimiz anlarda da üretmek ve fayda sağlamaya devam etmek gerek... (:


Sırça Fanus kitabından en sevdiğim iki alıntım ile sona erdireyim isterim bu yazımı da;  sevgilerimle. :)

Bir defasında Buddy'ye uğradığımda Bayan Willard'ı kocasının eski giysilerinden kestiği yün şeritlerden bir kilim hazırlarken bulmuştum. Kilime haftalarını harcamıştı ve ben ortaya çıkan kumlu kahveli, yeşilli, mavili desenlere hayran olmuştum, ne var ki Bayan Williard kilimini bitirdiğinde onu benim düşündüğüm gibi duvara asacağına, mutfak paspası olarak yere sermiş ve o canım kilim birkaç gün içinde ucuza alınabilecek herhangi bir paspastan farksız bir hale gelmişti. 
Ve biliyordum ki bir erkeğin evlenmeden önce bir kadına yedirdiği akşam yemeklerine, verdiği güllerle öpücüklere karşılık olarak gizliden gizliye istediği tek şey, evlilik işlemleri biter bitmez kadının Bayan Willard'ın mutfak paspası gibi ayaklarının altına serilmesiydi. (Sayfa 89. Sırça Fanus -Sylvia Plath)


"Eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nevrotiklikse ben tepeden tırnağa nevrotiğim. Hayatımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim." (Sayfa 98. Sırça Fanus -Sylvia Plath) 


24 Şubat 2019 Pazar

Pazar Yazısı #56 - Uğurlu Pazarlar


Mutlu, huzurlu ve uğurlu pazarlar dileyerek başlamak istiyorum bu pazar yazıma, bizim sabahımız bugün gönülden dostlar tanıyarak başladı zira... :) 


Bugün Chp'den Gemlik Belediye Başkan Adayımız Mehmet Uğur Sertaslan ve Chp ilçe çalışma grubundan Zeynep Akış Serintürk Reyhan abla ile beraber ailemle beni evimizde ziyarete geldiler. Evlerimizi şenlerdirdiler ve ılımlı birçok yaklaşımları ile değer görebileceğimizi hissettirdiler... :)

Reyhan ablam'a Cuma günü müsait olduğumuzu iletmiştim ve o da ilettiği üzere, başkan adayımızın pazar programına dahil ettiler beni de... Önümüzdeki seçimler için; Gemlik'imize Uğurlu Gelecek, Uğur'la Gelecek diyor onlar. Gönülden inandıran dostluklara baki, dinlenmek ve anlaşılmak için bunca güzel çabalarını göz ardı edemez zira insan! 


Hatırlıyor musunuz 3 Aralık 2018'de, sesimi duyurmak için yazmıştım; Ben Bir Engelliyim başlığında... Amacım engellendiğim durumu; ağır bedensel engelim sebebiyle fizik tedavimi almakta zorlandığım noktaları anlatmak ve yetkililerce artık gereğinin yapılmasını sağlamaktı. 
Sonra ertesi gün amacımı daha net şu yazımda belirtmiştim, Amacım Var, Sesimizi Duyuralım... diye. Bu sayede sesimi imza kampanyasına bile taşıdık, bir ertesi gününe de. 3 gün içinde, Gemlik Kaymakamımız duydu sesimizi. Bunu da Bu Süreç, Bu Haber Hepimizin dedim, anlattım sizlerle de paylaştım...
Bu sırada, çok değerli insanlarla tanıştım; sesimi duyurmak ve sorunumu çözüme ulaştırabilmek için, öyle güzel yürekler destek verdi ki bana. Tanıdık tanımadık bir sürü gönüldaşım varmış meğer dedim... Gemlik'imizin baş sosyal medya grupları varmış meğer, bilmiyormuşum ben. O gruplara eklendim, dinlendim ve birçok öğretmenimin böyle işlere gönül verdiğini öğrendim.
Bu gruplardan birinin sayfası Reyhan abla ile de aynı hafta tanıştık. Sadece evde terapi alabilmek de değildi amacım, engelli bireylerin birçok farkındalığa ihtiyacı var'ı anlattım ona; grubunda yer veriyormuş zaten, bizzat benim sorunum üzerinden binlercesine farkındalık kazandırdık... 

İşte taa o zamanlarda; önce Kaymakamımız ve İlçe Milli Eğitim Başkanımız, sonra belediye başkanımız da, Chp parti üyeleri de ulaşmıştı bana... Belediye başkan adayımız bu sorunumu çözmeye gönüllü olduğunu ilettiğinde, kaymakamımız sorunumu kendi yetkilerine dayanarak geçici çözüme ulaştırmış ve resmiyetteki işlemlerimizi başlatmıştı. Ardından çok zaman geçmedi, Chp ilçe grubu da beni bizzat dinlemek istediklerini ve diğer sorunlarımıza da destek olmak istediklerini iletmişlerdi. Ancak annemin tedavileri, bizim müsait olmayan durumlarımızla ertelemeye gitti buluşmamız... İşte o buluşma bugün gerçekleşebildi! :) 



Bugün Uğur bey ve Zeynep hanımla tanıştık işte böylece, dinledik birbirimizi. Ben ki bir seçmen olarak, partiye değil kişiye bakıyorum. Belediyeleri partiler değil, partinin çalışma stratejileri yönetir zira. Birileri size değer veriyor ve bunu hissettirmekten çekinmiyorsa, bizzat sorunu olan kişileri görmezden gelmiyorsa, o doğru bir harekettir diye görüyorum. Uğur bey benim bugün hayallerimi dinledi ve değer verdiğini tüm konuşmalarıyla hissettirdi ya, benden mutlusu yoktu. Gemlik'in Engelli Dostu bir ilçe olmasını hayal ettiğimi söyledim ve bu son bir senedir yaşananları daha fazla görüyor olmaktan da ötürü, bunu kendisinin de daha çok istediğini belirtti ve projelerini bizzat anlattı bize. 


Gemlik bir engellinin yaşamasının öyle zor olduğu bir ilçe ki, biz çoğumuz evlere tıkılı haldeyiz ve bu zamana kadar biz engelliler için çok bir şey yapılamadı ne yazık ki belediyelerimizce... Chp bu sözü her defasında veriyor ve umarım bu sefer Nisan hepimize uğurlu başlayacak ve bu hayallerimiz gerçek olacak. İnanmak istiyorum doğrusu. İyi şartların oluşturulduğu bir kentte yaşamak istiyorum, daha iyi bir şartlara sahip olan şehirlere göçmek değil; her kentin engelli kenti olabilmesi hayalinin gerçekleşmesi ve de vatandaşın hayalleri üzerine çalışan belediyeler olsun istiyorum. Umarım nasip olur bizlere diyorum... :) 

Uğur bey bana bugün en güzel sözlerinden birini daha şöyle verdi, Dedi ki; "Didemciğim, sen sesini şayet yeterince duyuramazsan eğer bil ki ben senin için bunu yaparım. Hepimiz adına başarırım bunu. Bir "Alo Uğur abi!" demen yeter!" Bu öyle güzel bir söz ve de destek ki, gücüm gücünüzdür demek. :) Parti tutan değil, insanlara güvenenlerden olalım; çalışmalara ve verilen sözlere desteklere bakalım. İçimize kim siniyorsa ve bize güven veriyorsa ona oyumuzu verelim. 


Velhasıl, bu pazar bizim için uğurlu başladı. :)

Gerek Gemlik'e gerekse de nice il ve ilçelerimize değer vereceğini ve insanına sahip çıkacağına inandığımız belediye başkanlarımız olsun istiyorum. 

Gemlik'e Uğurlu Gelecek Uğur'la Gelecek olsun inşallah. Gemlik'imizle beraber değer görelim bizler yeniden, yolları hep açık olsun inşallah... 1 Nisan'dan sonra güzeliklere ve daha iyi şartlara kavuşalım inşallah. (:

Mutlu ve Uğurlu nice pazarlar olsun hepimize. Sevgilerimle... :)

23 Şubat 2019 Cumartesi

Seviyorum.. #7 - Buika


Yarım kalmış bu yazıyı da tamamlamanın zamanıdır şimdi. 2017'nin sonunda Buika'yı keşfettiğimi hatırlıyorum ama dönem dönem hala izlemeye ve dinlemeye bayıldığım nadir şarkıcılardan kendisi ve oldukça da az şarkısını biliyorum üstelik. Ama sesinin tınısı, şarkılarının anlamlarını bilerek ya da bilmeyerek hissettirdikleri güzel... Müzik işte, ustaca içinize işle; diliniz bir olsa da olmasa da, uzaklara bağlayan bizleri. Sanat hep var olsun...

İlk Ağustos 2018'de yazmış ve öylece bırakmışım. Taslaklarda yarım bekleyen veya sadece başlığını atıp yazmamı bekleyen onca yazım var, epey azalttım ama hala var işte. Biri daha eksildi, diğerlerine de nasip olsun inşallah... :) İyi okumalar.

Ağustos 2018

Bu ara günler pek fazla Buika, Edith Piaf, Pink Martini tadında geçiyor. Bu durum kötü anlamda değil elbette, iyi anlamda. Sakin, güzel ama birazcık ağrılarla kuşatılmış halde...



Annem geçtiğimiz Pazar günü belini incitti. Daha doğrusu fıtığı varlığını belli etti ve annem epey ağrılı günler geçirdi. Şimdi daha iyi, özellikle de dünden beri daha iyi. Ama o zamana dek ne benim yazasım geldi, ne de yazabilecek bir konum olduğunu düşünebiliyordum. Oysa açılmayı sürdürsem anlatacak çok şeyim var, ama sanki bir yanım kapanmış gibi hissediyorum. İçimde bir şeylere kapalıyım, bunu şarkılar açığa çıkartıyor. Aşka kendimi kapatmadım ama korkuyorum. Çok istediğim halde, yeniden aşık olsam benim için hayat durur ve kendimi daha fazlasıyla içime kapatırım diye düşünüyorum. Sebebi fiziki durumum mu değil mi elbet biliyorum; sebebi benim aşık olduktan sonra hastalığım ve bedenimin aramızda yaratacağı farktan ötürü oluşacak olanlar hakkındaki düşüncelerim değil, karşımdaki kişinin düşünceleriyle karşılaştığımdan sonrası. Bunları neden anlatıyorum bilmiyorum, Buika kesinlikle bu sıralar olmayan şeyleri bile düşünürken beni sarıp sarmalayan şarkıcılardan biri..



Buika'yı No Habra Nadie En El Mundo (Dünyada Kimse Yok ki Derdimi Anlatacak) adlı şarkısı ile tanıdım. Daha sözlerinin Türkçesini okumadan bana şarkının sözlerinin anlamlarının geçtiği bir şarkı idi bu. Dünyada derdimi anlatacak çok kişim var ama bazen insan hissediyor böyle şeyleri, öyle bir anda dinlemiş ve sevmiştim bende bu şarkıyı...

Sonra bazen dertli, bazen de sadece heyecanlı olduğum zamanlarda ard arda dinlediğim şarkılardan biri halini aldı bu şarkı. En can alıcı cümleleri hangisi bilemedim, aşkın getirdiği acıları naif şekilde anlatan bir şarkı aslında sadece ve en çok müziğinin içinize işlemesi de tesadüf değil bence...


Şubat 2019

Yasmin Levy & Buika - Olvídate de mi



İspanyol müziklerinin bir kısmında az cümlelerle daha çok şey anlatıyormuş hissini siz de hissediyor musunuz? Bu yazıya devam ederken, içimde bir İspanyol sanatçısının derinden acısını aktarma çabası var gibi hissediyorum. Yasmin Levy ve Buika'nın bu düetini ilk dinlediğim zamanlar, hissettim hep derin bir acı idi. Düşüncem "Bir acı aktarmaya çalışıyorlar, çok şey anlatmak istiyor olmalılar"dı başlarda. Sonra sözlerin azlığı beni bir garip hissettirdi. Ayrılmış olan sevdalılardan biri diyor ki oysa; 

"Bana söz ver; kaybetmeyeceksin, yeniden sevmeye umudunu. Beni sevdiğin gibi, seni sevdiğim gibi..."

Birini sevdikten sonra, onu sevmekten vazgeçmen gerektiğini bilmenin derin acısını anlatıyor evet. Ama sözlerden çok, sesler ve tonlamalar ile... Bunu bir müzikte hissedebilmek güzel... 


*Bu serimi ne çok sevdiğimi unutmuşum galiba, yazmaya yazmaya... Daha önceki 6 Seviyorum... adlı yazımda konuları geçen sanatçılar; Damien Rice, Can Atilla, Kayahan, Cengiz Kurtoğlu'nun Saklı Düşler şarkısı, Düş Sokağı Sakinleri, Yiruma idi... Bu seferki diğerlerine göre anılardan çok hislerle ilgili...

Jodida pero contenta, La Falsa Moneda ve yorumladığı Nostalgia coverı var bildiğim...


Bugün ara sıra yaptığım gibi, çoğunlukla tek bir sanatçıya ağırlık verdiğim Cumartesi'lerden biri olsun istedim ve Buika'yı sizler de dinleyin istedim. Tabii ki, Yasmin Levi'yi de, ikisinin ses rengini birbirine çok yakıştırıyorum ben! :)

Buika, Yasmin Levi, biraz da acılı bir ses ile söylenen Hint şarkıları beni rahatlatıyor bir haftadır yine. İçimde mevsimin ve şu aralar yaşadığım bir başka karmaşıklıkların getirdiği garip halleri toparlıyor her biri diyebilirim. Acı çekerken başka bir başkasının acınıza eşlik ettiğini hissediyorsunuz. Sanatını icraa ederek uzak diyarlardan size dokunması güzel değil mi? Kendimi böyle hissediyorum ve bu aralar yine daha fazla uzaklara dokunma ihtiyacı duyuyorum...

Beni uzaklardan okuyan, yani hiç yan yana dahi gelemediğimiz insanlar; bazen birbirimizden uzakta, ayrı konulara dertleniyoruz ve başka hiç kimse dertli değildir bizim kadar diye düşünüyoruz. Böyle anlarda daha iyi hissetmek için dertleri bölüşmek ve de başka dünyevi şeylerin farkına varmak sizlere de iyi geliyordur eminim. Başka hislerin, acıların, anların ve anıların böyle anlarda farkına varır olduk; siz de farkettiniz mi? Daha az konuşur, daha az hisseder olduk o anlar haricinde... 

Müziklere daha çok bel bağlar, sanata daha çok ağırlık verme ihtiyacı duyar ama ağırlık veremez hale geldik... Kısıtlılıklar ve imkansızlıklara bel bağlar ve daha az çabalar olduk gibi hissediyorum. Bir kez daha, birçok yazımda olduğu gibi yorumlara davet ediyorum sizleri. Ne hissediyorsunuz, uzaktan beni okurken ne düşünüyorsunuz ve nasıl görüyorsunuz? 

Bir de tabii ki, Buika'yı ve bu yazımda bahsettiğim diğer şarkıcıları daha önceden dinlemiş miydiniz? Veya bu yazıdan sonra bir şans verdi iseniz ne hissettirdi şarkı sizlere... Merak ediyorum ve irtibat halinde kalmak istiyorum sizlerle. Buna ihtiyaç duyuyorum bu sıra, umarım ulaşırız birbirimize. (:

Müzikle ve Sevgilerimle Kalın... :)


19 Şubat 2019 Salı

Bir Sene İki Sene - 19 Şubat 2019


Bugün 19 Şubat 2019; Yalova'daki terapilerime gidebilmeye nihayet yeniden başlayabildim. :)

Geçen sene Haziran 2018'de dedemin yanından bir süreliğine döndüğümüz zaman diliminde, tekrar derslere bir sürelikte olsa dönebilmek için aramıştık ama geri dönüş alamadık yardımcı eksikleri sebebiyle... Bana oraya giderken yardımcı olacak birini bulamamıştık bu zamana dek. Ancak şimdi bir başka yöntem bularak geri dönebildim bu hafta oradaki derslerime de; babam evden bindirecek haftada iki gün, oradan da indirmeye ve bindirmeye yine Serkan abi yardım edecek işte. Buna da şükür, Yalova'daki fizik hastanesinden aldığım ek tedavilerime ben de döndüm...


Bunun yanı sıra, bugün annem babam ve ben beraber gittik Yalova'ya. Bu taşıma işi hallolacak mı, nasıl halledebiliriz diye bizzat görmeye de geldi yanımızda bugün babam. Kağan'ı okuldan almaya da yetiştik şükür ki... Ben fizik tedavime orada da başlarken bugün, annem de beli için fizik tedavilerini almaya başladı. Annem hafta içinde gidebildiği her gün gidecek, 15 seanslık tedavisi bitene dek; ama ben haftanın sadece iki günü yine...

Uzun zamandan sonra Yalova'ya gittim geldim ya bugün, benim için diğer günlerden apayrı yorgunluk var üzerimde. Dışarıda bu kadar uzun süre, hele ki bu kış mevsiminde bulunmak; iç mekan - dış mekan farketmeksizin, yorucu geliyor. Bir de büyük arabaya biniyoruz ki, geçtiğimiz sene gittiğimiz arabalar gibi değil şimdikiler. Ama halledebileceğiz şükür, bir iki zorlanacağım ve atlatacağız bunu da zamanla... 

Güçleneceğim yeniden biraz daha umarım zamanla, diye düşünüyorum bugün. Yeni çalışmaya başladığımız Yalova'daki fizyoterapistim, Ufuk adında bir bey. Birkaç senelik fizyoterapist, bilgileri taze ve benim kas gücümün de hiç de fena olmadığını söyledi bugün. Zamanla açabileceğimizi ve denge konusuna da ağırlık vermeye uğraşacağını söyledi... 1,5 sene oldu Yalova'ya gitmeyeli ki, dengemi yavaş yavaş kaybettim. Yaz mevsimi kolay toparlıyorum da, kış mevsimi o kadar kolay değil işler benim için...

Uzay Terapi meselesi şu an muamma, çalışabileceğim bir fizyoterapist yok. Ben sadece Fizik Tedavi için gideceğim, diye gittim bugün. Ama Ufuk bey, bu hafta bir dahaki gittiğimde Uzay Terapi'deki fizyoterapist ile konuşacağını ve boşluk varsa programını ayarlamaya çalışacağını söyledi. Olmazsa da, haftada iki gün de oradan fizik alacağım. Her halükarda, haftalık 4 gün fizik tedavi alıyor olmak iyi gelecek inşallah yine bana... :)



Hastaneye gittiğimizde bugün benim kontrol olduğum fizik doktorum yoktu, Hakkı bey. Biz de başka bir fizik doktoruna randevu aldık, Fatih bey... Biraz güç testlerimi yaptı, biraz sordu sorguladı durumumu ve o yazdı bugün tedavi kağıdımı işte. 

Bu ara bizim hastalığımızın tedavisinin bulunması için yapılan çalışmalarda büyük gelişmeler olduğu söyleniyor ama kamuoyuna duyurulmuş bir makale bulunamamakta. Doktorundan ve de Amerika'ya gidip araştırmalara denek olmak isteyen aynı hastalık grubumuzdan alıyoruz haberlerini. Bugünkü fizik doktoruma bunları da sordum nihayet... Ne zamandır, nedir ne değildir ve ne kadar gerçektir; en önemlisi de, "umutlar ne kadar doruklardadır?" onu öğrenmek istedim...

Sonuç olarak doktorumuzun söylediği, tıp dergilerinde bu makalelere yer verildiği ama henüz bir kesin gelişme alınamadığı oldu. Oysa bizlerin arasında, yine bir 5 senelik süreçte istenilen sonuçlara ulaşılırsa tamam diyoruz istemeden işte... Umutlar baki olsun, varsın bir başka araştırmanın sonucunda ama mutlaka tedavimiz bulunsun da hayırlısıyla! Bunu bilip bunu konuşuyoruz işte.



Umutlar, hayaller, kırıklıklar ve kırgınlıklar söz konusu bu ara. Kış fena yakaladı beni, vücudum tümden kırgın. Az biraz daha toparlansam daha iyi olacak ama ne başımı uykudan kaldırasım var, ne de çok fazla bir şeyler yapasım zira. Geçsin gitsin şu soğukluklar da, toparlanayım diye umuyorum. Bir de hayallerime, üstte gördüğünüz 2 sene önce bugün kendim yazıp kendime gönderdiğim mailimdeki sözlerime sadık kalmaya çalışıyorum bu yorgunluklarımın arasında... 

2 sene önce bugün kendime bir mail yazmıştım, "Merhaba Didem, bugün 19 Şubat 2017. Milad kıl bugünü kendine ve yazmaya başla yeniden olmaz mı?" diye başlayan... Bir mailimden, bir diğer mailime yollamıştım...

Bu maili yazdığımda, yine bir "Mart öncesi" garip sıkıntılı hallerimde idim ve yazmak istemiyordum kendimce, hayat hikayeme dair kendimce yazmak istediğim şeyleri yazmaz olmuştum yine. Şubat başında okuduğum bu maille beraber, daha da bir hırslandım öncesinde başladığım yazma işlemine ama dünkü yazdığım blog yazımdan önce de bu maili okudum- toparlandım yine kendimce...

O mailde ne mi yazıyor peki; hep yapmak istediklerime karşı, kendimi heveslendirmelerim var. Yazdığım hayaller ve kaçtığım eskiyle yüzleşmeler yeniliklerden kaçmalar... Okudukça iyi gelen kısa ama etkili bir mail kendimden. Tavsiye ederim siz de kendinize bir mail ya da mektup yazın lütfen. Ara ara açıp okuyabileceğiniz gibi olsun, hayalleriniz de yazsın içinde kaçtıklarınız da! Sizi sizden başkası iyice tanıyamaz, anlatın kendinize saklanmak istediğiniz sizi arada... 

Bu blog yazısını bile bu yorgunlukla yazdıran o mail aslında! İki yıl sonrasında bile faydalı oluyormuş meğer, ne garip! diyorum ben buna aslında... Velhasıl, geçmişi ile geleceği ile bugün de böyle geçti gitti işte. Kısa zamanda, daha da iyi hallerimde görüşmek dileğimle... :)


18 Şubat 2019 Pazartesi

Yazamamayı Yazmak - Şubat 2019


Bugün tarihlerden 18 Şubat 2019... Hayatın her günü bir diğeriyle bir olmuyor, beş parmağın beşinin bir olmadığı gibi ve ben bu sıra ne yazsam bana yeterli gelmiyor gibi. Mevsim geçişi bu sefer yine sonbahar gibi değil, Mart'ın gelişine doğru vurdu beni. 10 senedir, mevsim geçişlerini ikili olarak yaşamalarım bitmiyordu ve bu sene sonbahar stresli sıkıntılı gelmedi bana derken; en stresli Mart gelişimi yaşıyorum şimdi.

Bir mevzuu var ya da yok demek çok doğru olmaz, sadece iyi hissetmiyorum yine kendimi. Mevsim geçişlerinde hissedilen bir durum bu ki, 9 sene önce Mart'ın 5'inde kaybettiğimiz arkadaşımdan sonra her Mart aynı olayı yaşıyor gibiyim sanki. 9 sene öncesinde, olacağını bilmeden yaşadığım şeyi; her Mart ayına doğru, yeniden olacağını hisseder gibiyim ve oluyormuşçasına yaşıyorum kimi zaman...

Ama bunun yanında bu ara, adlandırmayı beceremediğim bir içsel sıkıntım da var. Zaman geçiyor ama bu sıkıntı geçmiyor günlerdir... Velhasıl, derken yazamıyorum-yazılmıyor işte. Bu sebepten yazamayışımı yazmaya geldim yine, belki yine kendimi biraz olsun çözümlerim diye...


Çok okuyamıyor çok yazamıyorum, sadece kendi anlamlı-anlamsız içsel hesaplaşmalarımı ara sıra günlüğüme yazıyorum bu sıra... Günlerim daha çok örgü örüyorken geçiyor; bu sıralarda video izliyor veya müzik dinliyorum, ama çoğunlukla da aklım içinde bulunduğum-bulunduğumuz tüm durumların düşüncesinde oluyor. Nasıl başa çıkıyorsunuz bilmiyorum böyle anlarda, ben yok sayamıyorum. Kimi zaman geliyor, dibine kadar yaşıyorum ağlamalarımla beraber böyle zamanları. Yalnız kaldığımdaysa kendimce meditasyonlar, terapiler uyguluyorum. İyi de geliyor doğrusu...

Son zamanlarda, kendi başıma video çekerek konuşmalarla başlamıştım bir de... Kendi kendime bile bir ayna olsun diye bakarak konuşamaz hale gelmişim meğer. Birkaç videodan sonra bunu da aştım, bir ara youtube hesabı açsam mı bile dedim; ama profesyonel ekipmanlar gerekli bu konuda da. Benim için uğraşması güç olacak diye düşündüm ve yapabileceklerim adına hayallerimin üzerine daha çok odaklanmam gerektiğini düşündüm sonrasında... Oysa Youtube başta çok mantıklı gelmişti, hala bir noktada cazip geliyor gerçekleştirmeyi istediklerim için de; ama gel gelelim, herşey hemen olamıyor işte. En son bu konuya dair, şu yazımda yazmıştım...

Sizden gerçekten bu yazı altında, içinden çıkamayacakmış gibi hissettiğiniz durumlarda neler yaptığınızı ve nasıl başa çıktığınızı okumak istiyorum yorumlarda. Umarım yazarsınız bu arada...


Gelelim benim ne yaptığıma; ben sıkıntılı olduğum zamanlarda en çok geceleri geçirmekte atlatmakta zorlanıyorum, uykum olsa bile uykuya dalmak acı verici geliyor. O zaman kulağımın her birinde kulaklık takılı iken son ses müzik dinliyorum ve bazen de yönlendirmeli meditasyon müzikleri. Ama bazen öyle oluyor ki, en sevdiğim slow müzikler daha işe yarar oluyor meditasyondansa. Denedim, en yılgın olduğum zamanda, çok sevdiğim veya sevebileceğim müzikler daha iyi geliyor bana. Ama sıkılmış isem ve bu sıkıntıdan kurtulmak istiyor isem, önce dualarıma sığınıyorum. İçimi epey ferahlatıyor bu ritüelim. Sonrasında da açıyorum bir meditasyon müziği; bazen uyuyana dek, bazen de uyuyacağımı hissedene dek...

Sonra gün içinde izlediğim videolara sığınıyorum veyahut anlamasam bile kitaplarıma sığınıyorum. Ne boşa uğraş geliyor öyle zamanlarda değil mi? İzlediğiniz filmler veya kitaplardan zevk alamama duygusu çok acınası... Ama bazen sebepli-sebepsiz oluyor; yazamıyor, okuyamıyor, izleyemiyorsunuz. Geçirebilecek misiniz bu sıkıntıları, onu bile bilemiyorsunuz...

Dış etkenler, iç etkenler sebep oluyor ve sebepleri yok edemiyorsunuz belki de; aklınıza bir cümle geliyor mu böyle anlarda peki? Benim aklıma geliyor doğrusu. İlk cümle şu; en dibe batmadan çıkamazsın feraha bazen... Böyle mi gerçekten, şimdi bu dip hissetmem bundan ötürü mü? diyorum kendi kendime... 

Sonra annemin sözü geliyor aklıma; her kışın baharı, her gecenin de bir sabahı vardır. İçini ferah tut! Bazen bazı sabahlar ferahlıyorum gerçekten, öncesindeki sıkıntılı gece bitti diye bazen. Sonra bazen de, ya bu gece? diyorum... 


Dualar, müzikler, meditasyonlar kurtarmaya kurtarıyor sıklıkla ama içinde bulunduğumuz, o "Ya kurtulamazsam hissi" yok mu?! Bizi yiyip bitiren de o değil mi aslında! Ne olur tutulup kalmayalım o hislere, bitti gitti saymayalım. Umutsuzluğun içinde bile umuda tutunmayı öğrenebilmeliyiz. Ama öncesinde, en hiçbir şey yapmak istemediğimiz zaman hiçbir şey yapmadan durabilmeyi de başarmalıyız. Dibi görmeyi umursamalıyız yani, böyle hissediyor olduğum için (bir polyanna olarak) utanmam gerekir mi? diye düşündüm birkaç gündür ama; kötü hallere sabretmedikçe ve onlara göğüs germedikçe de, iyi hallerimizin kıymeti değeri ne kadar var ki??

Hayatı acısıyla tatlısıyla yaşamayı kaldırabilmeyi bilmeli, yeri gelip yazamayışımı yazmalarıma da alışmalıyım. Başarmalıyız işte, en beceriksiz olduklarımızda bile yol katetmeyi... Ama öyle ama böyle, bu hayatı böyle kısmında yaşıyorum şu aralar. Yani olağanın dışında düşünceler ve duygularla geçiyor günlerim. Umarım bu sıkıntıların ferahlığı da, en dibe dalıp çıkmalarım da azala azala son bulacak yine. Ama Mart'ın sonu, ama Nisan'ın sonu. Belki de bir iki haftaya toparlanacağım da, ben şu an düşünüyorum en kötüsünü. Hiçbir beklentiye girmemem gerektiğini düşündüğüm, yarı umutlu-umutsuz bir dönemi yaşıyorum. Ama yine de umudumu çoğaltmayı sıklıkla yaşayabilir de haldeyim işte, şükürler olsun dertleri veren rabbimize de; sınanabilmek de güzel, sonundaki mukafatı göreceğimize inanarak... 

Yorumlarınızı bekliyorum, ben buralardayım. Sevgilerimle ve umutlarımız hep bizimle olsun dileklerimle... 

13 Şubat 2019 Çarşamba

Anılarımda Şubat Ve 14 Şubat


14 Şubat yaklaşıyor malum, dün gece hatırıma bir anı geldi ve beni şaşırttı epey. Yıllar geçmiş oysa, "hatırlamam bana ne fayda edecek ki?" dedim ama hele bir yazayım yarın kendimce, anlarım bana faydasını dedim sonra da...




Yıl 2010 olmalı, öyle hatırlıyorum. Sevgiye hala aynı kıymeti veriyorum, bugünkü gibi "tek bir güne sığdırılamayacak kadar özel!"... Birkaç senedir lisenin de bitmek üzere olduğu dönemler ve çoğu kız veya erkek arkadaşımın sevgilisi var. Her bir sevgililik dönemi 2-3 ayı geçtiği zaman, bir alyans ile taçlanıyor o dönemlerde. Öyle bir sevgi görülüyor ki, ömür boyu sürecekmiş gibi. Oysa her biri kıskançlıkla ve kısıtlamalarla dolu, birkaç istisna haricinde tabii...


Ben platonik sevdalarda gezerken, birkaç arkadaşımızın kaçıncı sevgililik dönemi bilemiyorum. Belki onlar kadar sağlıklı ve aktif olsam, kimbilir ben de vurdumduymaz heveslerle eğlenceli "kız-erkek birliktelikleri" yaşayacağım. El ele gezeceğim, eve bırakılacağım, arkadaş ortamıma onsuz giremeyeceğim ve okulda dahi beraber vakit geçirdiğimiz halde evlerimizde iken varlığını çok özleyeceğim...


O zamanlar bir sevgilimin veya bir erkek arkadaşımın olmadığına içerleniyordum bazen ki, iyi ki de olmamış diyorum şimdi. Gelgelelim, benim de uzaktan bir sevdiğim ve beni sevdiğini sandığım biri vardı. Kalbim yarım yamalak takılıyordum işte kendimce, "uzakta da olsa var ya hissettiriyor ya, bu bana yetiyor" diyordum. O zamanlarda bile, basit şeyler istiyordum ben; küçük heyecanlarına yem olmayayım kimsenin, uzaktan da olsa derinden sevileyim ve varsın birinin yalanlarına kurban gideceğime sevilmeyeyim!


"Neyden korkarsa ona tutulurmuş ya insan!" Seneler sonra sevilmeyip de yalanlara kurban gittiğimi anlayacakmışım zamanla birinin... O sene bilemeden ilk sevgililer günümü kutlamıştı o sevdiğini sandığım. Oysa sevgili bile değildik ama o değerde gördüğünü söylemişti bana o gün. "Seviyorum" diyebilmek özeldi benim için, öyle ya "hissetmese söylemezdi!"; öyle bilmek istedim herhalde...

**

Yıl olmuş 2019, hala anlayamadığım en büyük boşluk; sevginin çok büyük kalıplara sokulma telaşı, derinden hissedilmeye korkulması. Çoğu kişinin bu sebepten yalnız kaldığını düşünüyorum. Hala neden bir engelli olarak basitçe sevilemiyorum? diye düşünüyorum. Oysa ben de eğlenceli biriyim, basitin güzelliğinden uzak karmaşaya tutulma telaşı neden insanoğlunun?

Yanlış anlaşılmasın, ben burada bu konulara da yer verirken; ben sevilmiyorum, hiç kimse sevmiyor! bunalımında yazmıyorum! Kaldı ki, bilinmeyen ve konuşulmaya istek duyulan şeyler bunlar. Bir gün ruh eşimi, hayat arkadaşımı, Zeus'un laneti olarak görülen beni arayan ve benim de onu aradığım kalbimin yarısını bulacağımdan eminim; er ya da geç diyorum ben buna... Ama yaşadığımız dünyadaki, erkek veya kadın her kesimin bir "en iyiyi bulma telaşı ve görünenin ötesindekini görmemeye direnişine" anlam veremiyorum. Buna örnek olarak da kendimi veriyorum...

Birkaç gün önce bir röportajda gördüm de, ona yönelik de söylüyor olayım biraz; soruyorlar kişilere "Engelli biriyle aşk yaşar ve onunla evlenir misiniz?" diye, çoğu kişi "Çevremdekilerin tepkisinden çekinirim, evlenmem." diyor. Tabii, "sevdikten sonra, neden olmasın" diyen kişiler de var ama azınlıkta...

İnsanlar diyorum; durup tanımaya ve sağlıklı bir kadın gördüğünde diyalog kurduğundaki gibi, beni gördüğünde şans bile tanımıyor arkadaş olarak görmeye. Şimdi umarım anlatabilmişimdir kendimi...

**

Anılarımda 14 Şubat, 2010'da hissettiğim garip heyecanımla da saklı kalmış meğer. Hep dedim durdum ki, "Sevgi bir güne sığdırılamayacak kadar özel." Ama bir de bu yanı var, sevdiğinizin sizi özel bir kefeye koyabildiğini belli edebilme günü...


Belki de, diyorum şimdi; biraz olsun gerçekti, beni bir noktada "sevdiği" mertebesine koyabilmişti o kişi beni. Hala inanıyorum, biraz olsun onda bir iz bırakabildim, heyecanlandırabildim arkadaşlığımızla ve "zıt kimliklerin çekimleri ile". Her ne ise ne, bana kendimi kadın gibi hissettiren garip heyecanlarımın sahibi idi işte bir yerde de... Sesini duyduğumda, yazdıklarını okuduğumda ve çok dokunamadığım yüzüne baktığımda hissettiğim kalp titreşimleri güzeldi...

Sevgi ne bir güne ne de yıllara sığdırılabilecek türden bir olgu işte. Bitmesi zor, kırgınlıklarla bittiğinde de kalbe eski derinliklerdeki hislerin döndürülmesi çok zor. İçinizde kalan kırgınlıklar, ne yaparsanız yapın sevginizi yüzsüzlüğe çevirmeye izin vermiyor işte; şayet kendinize de saygınız ve sevginiz çok ise... Bahsettiğim kişiyle benim durumum böyle şu an. Ne nefretim, ne de kendimi hiçe sayabilecek kadar büyük bir sevgim var. Beni engel durumumla beraber sevilebileceğime de, sevilemeyeceğime de inandırabildiğinden ötürü saygım da var; her iki ihtimali de gösterdi ve hayatıma girme sebepleri büyük ölçüde de bunlardı bence...

**

14 Şubat'a bir yanım pozitif bakıyorsa da, bir yanım da negatif bakıyor ne yazık ki işte; sevdiğinizi yüceltmek için bir şans gibi görürseniz pozitif, kendinizi kalıplara sokmaya ve o günden başka hatırlamaya yanaşmaz iseniz negatif...

Sevgi konusunda, sevgililik ve ruh eşliği konusunda, kalbimizin bir yarısı olduğuna inanıyorum ben de. Mitolojide bunun bir hikayesi de var ve bu hikayeyi çok seviyorum ben... Kendim anlatabildiğimce yazacağım ve sonra anlatımını beğendiğim birkaç siteden de tam hikayelerine yönlendireceğim sizleri...


" Yunan mitolojisindeki tanrıların kralı olarak bilinen Zeus'un, yarattığı insanlar eskiden dört kol ve iki bacaklı olarak bir arada yaşarlarmış. Öyle ki, herkes eşiyle birmiş işte. Ama durum böyleyken mutlu mesut yaşayan insanlık, Zeus'a şükretmeyi ihmal etmiş. Zeus başta uyarmış ve insanlığın bir olup tanrılardan da güçlü olacağından korkuluyormuş. En sonunda uyarılara kulak asmayan halkına, Zeus kendine yakışır bir şekilde ceza vermeyi uygun görmüş. Halkın her birini ruhları da dahil birbirinden ayırmış ve bir ömür ruh eşlerini arayıp bulmaya mahkum etmiş..
Artık her insandan iki tane varmış, birbirinin eşi olmayan ve birbirinin eşi olan parçalar her tarafa dağılmış. Öyle ki, her biri birbirini arıyormuş. Bu durum o zamandan bu zamana kadar değişmeden gelmiş denilirmiş. Kimine göre Zeus'un laneti olarak bilinen bu durum, kimine göre de Zeus'un insanlığa hediyesiymiş... İnsanların esas mutluluğu, önce var olanı bildiği ve bilmesi gerektiği şekilde araması ile bulacağı hep bilinmeye devam etmiş..."

Dilerim ruhumuzun ve kalbimizin yarısını bulduğumuz bir ömür geçirelim. Bunu yaşadıkça mı anlayabiliriz veya ahirete gittiğimizde mi öğreniriz bilmem; ruh eşimi buldum eminliğinde, karşılıklı yüce sevgilerden diliyorum her birimize... :)

Sevgilerimle...


Zeus Ve Ruh Eşi Laneti hikayesini buradan da okuyabilirsiniz.

Mitolojide Ruh İkizi yazısını da buradan okumanızı tavsiye 
ederim...

Son Not; araştırırken, şu yazıyı gördüm ve okuduğumda çok beğendim. 14 Şubat'a dair, bizleri düşündürmesini ve iyi de gelmesini umuyorum diyorum... :)

8 Şubat 2019 Cuma

Bu Bir Karar Mı? - Şubat 2019




8.02.2019- Cuma (03.31)

Gecenin şu saatinde, hazır ekran yarım saatten fazla kapalı halde yatar iken bu ara her şeyi yapmayı ister halimde şekil değişikliği oldu. Dayanamayıp yine telefonumu açtım ve bunları yazıyorum. Çok yazmak, çok öğrenmek ve çok aktif olmak istediğim bir dönem daha peydah oluyor resmen. Daha dün yazmaya başladım yeniden hayat hikayeme dair ve bugün de istikrarlı biçimde bu konuda yol alıp yazmış olmak beni mutlu eden bir diğer şeydi ama yine de eksik olan bir şey var ve daha yoğun olma isteğim hakim şu birkaç zamandır...


Hep yapmak istediğim, engelli farkındalığını tüm ülkeye yaymak ya hani; bir topluluk karşısına çıkıp konuşmak anlatmak ve yapılan yanlışlara dikkat çekmek istiyordum hep. Gördüğüm çok yanlış var zira, ülkemde ve de dünyada... Bu gece ise, neden bir YouTube kanalı açıp bu hayalimi orada sadece oturduğum yerden konuşarak da olsa yapmıyorum ki diye düşündüm. Olur gibi geldi, benden youtuber olmaz derken olur gibi geldi birden... :)


Aynı zamanda, daha bir haftadır yine kamera karşısında kendimle bile konuşmaktan utandığımı görmüşken; bu kendime dahi açılamaz hallerimi çözerim belki? Dedim... İyice araştırıp bir hal çaresine bakmam ve gerekirse kendimi ve hayallerimi gerçekleştirmek adına, bu işe de girişmem iyi olur gibime geliyor hala.


Yaklaşık yarım saattir değişmeyen bir düşünce halinde bu bende şimdi. Beni korkutuyor, büyük bir sorumluluk diye düşündürüyor ama yapamam dedirtmiyor... Olur da YouTube hesabı açarsam bile, Beğen abone ol yorum yap demeyeceğim dedim ama nedense bir de. Bu kadar düşündü ve netleştirdi isem çizgileri, bir yerde de olur gibime geliyor... :)


Niyet var, amaç var ve de hizmet edeceği alan genişliği var. Hadi hayırlısı olsun bunun da diyelim o zaman... Konuşma becerilerimi geliştirmeme fayda sağlar, iyi gelir ve birkaç kişi ile başlayıp bir ülkeyi bilinçlendirmeye vesile oluruz belki de...


Ciddi ciddi düşünüp araştıracağım bu konuyu. Kendim ve tüm zorlanan engelli bireyler için, farkındalık oluşturmaya niyetleneceğim sonrasında da; aklıma tüm hatlarıyla yatarsa tabii bir de... :)


Bakalım, kısmet... (03.42)

5 Şubat 2019 Salı

Not Aldım Veya Not Ettim #40 - 2019 Ocak Notları


2019'un ilk ayını geride bıraktık bile, geldik Şubat ayına. Öncelikle dilerim çok verimli ve çok dolu dolu geçsin Şubat ayı da... 2019 Ocak bitmiş olabilir ama notları bitmedi benim için daha. O yüzden, Şubat'ın ilk yazısı Ocak ayının notları olacak. İyi okumalar ve mutlu günler diliyorum... :)

Kaç zaman olmuş Not Aldım yazısı yazmayalı ama tüm not aldım veya not ettim yazılarımı buradan bulabilirsiniz yine de... :)


Episode Oyunu;




2018'de bir gece ansızın Teenage Drama'yı Play Store'dan indirmiş olduğum gibi, Ocak ayının bir gecesi de ansızın Episode'u indirdim ve oynamaya başladım. Bu bahsettiğim iki oyun da, hikaye oyunları esasında. Oyun size bir hikaye veriyor ve sizin karakterinize sunduğu seçeneklerden birini seçtikçe de, oyununuzun gidişatını ayarlıyor. Teenage Drama, Türkçeye çevirisi yapılmış bir oyundu. Yani anlatımı da, seçenekleri de Türkçe idi. Ancak Episode'a gelince, Baştan sona İngilizce bir oyun kendisi...

Gelgelelim, benim ingilizcem bu oyunun her yönergesini ve cümlesini anlayabilecek kadar yeterli dozda değil şu anda da. Ama bu oyuna da zaten bu sebeple başladım efendim. 2019'un hedeflerimin içerisinde, ilgi duyduğum ikinci ve üçüncü dillerimi geliştirmek açısından kendime sözüm vardı. O sözümü tutmaya başlayayım dedim. Benim planımda, yine kulak aşinalığı dediğimiz konuya da odaklanarak, kelimeler ve cümle yapılarına yeniden hakim olmak var öncelikle. Grammer konusunu tek başına ele aldığımızda, tek başına yetmediğini fazlasıyla gördük zira.

O ilk indirdiğim gece, birçok ekran görüntüsü aldım. Daha sonrasında da, her birini inceleme planım vardı zira. İngilizce kelime ve cümle kalıplarının nasıl kullanıldığına hakim olma hayalimi yeniden gerçekleştirirsem, en azından eski formuma dönerim diyorum. Çünkü bu konuyu epey iyi boşladım... :)


Öte yandan, Episode oyununa dönecek olursak tekrardan; bir hikaye tarzı bir oyun ve gidişatı dediğim gibi biz belirliyoruz ama tamamen bizim belirlediğimize de emin değilim. Henüz daha deneme aşamasındayım ve ingilizcem çok iyi düzeyde olmadığı için, çok aşırı yavaş ilerliyorum. Kelime hafızam uçmuş, çok karıştırıyorum anlamlarını.

Birkaç zamana yine alışırım ama Teenage Drama'da hep tek gidişat oluyordu, onu denemiştim; iki erkekten hangisini seçersen seç, ikisi de seni aldatıyordu mesela ve hep diğer seçeneğe dönme önerisinde bulundurtuyordu seni. Ciddi ciddi merak edip, hikayeleri baştan oynamıştım çünkü! =) Dilerim Episode da böyle değildir ama Ekşi sözlük sayfasındaki içeriğini okudum oyunun, oyuna dair yararlı ipuçları veriyor. Eğer siz de benim gibi İngilizcenizi geliştirmek için denemek isterseniz, oyunu yükledikten sonra buradaki ekşi sözlük içeriğini de okuyun derim... Zaten ben biraz daha deneyimleyeyim, ayriyetten yazısını da yazarım diyorum bu konunun... ;)

Onun haricinde, üstte de telefonumdan ekran görüntülerini aldığım üzere; size hikayenin gidişatını da anlatıyor, karşınızda konuşan kişinin ismiyle beraber gündelik konuşma yapısında konuşmasını da size aktarıyor. Episode'un Teenage Drama'nın yanı sıra en büyük farkı, bir değil birden fazla hikayeleri olması. Episode yönetiminin hikayelerinin yanı sıra, kullanıcıların oluşturduğu hikayeler de varmış mesela. Çözümlüyorum, umarım daha iyi anlayacağım zamanla... (:

Ben bu tarz oyunları seviyorum bir süredir. Birkaç oyun daha denedim ama bu yazıda bahsettiğim iki oyun haricinde, hoşuma giden oyun da olmadı bu sıra. Ama önerileriniz varsa alırım bu tarafa, belki de gözümden kaçırdığım olmuştur veya benim beğenmediklerimi sizler beğenmişsinizdir ve yorumlarda bunları dile getirirsiniz... Ne dersiniz? :)


İnstagramdan Bir Ekran Görüntüsü;


İnstagram'da gezmeyi sevenlerden ama sadece güzel manzara resimleri veya komedi içerikli videolarla sınırlı kalmayı kendime yediremeyenlerdenim ben. Takip ettiğim, öğütlerine ve araştırmalarına değer verdiğim birçok araştırmacı, akademisyen, bilinçaltı terapisti, NLP uzmanı var instagram hesabımdan... Yeşim Kuzu da, instagramda takip etmeyi çok sevdiğim Theta Healing uzmanlarından biri. Onu Blogger Sergül Kato sayesinde keşfetmiş ve takip etmeye başlamıştım ve o gün bugündür paylaşımlarını çok severek okuyorum... :)

İnstagramda paylaşımları okumakla da kalamıyorsunuz ama bazen, yorumlara taşıyor onun da bazı yazılarının devamı. Onları takip ederken, bir yorumuna bayıldım yazısında. Şu paylaşımındaki yazısını kaydedilenlerime aldıktan sonra, yazısının yoruma taşan kısmında sevdiğim bölümü de ekran görüntüsü olarak not aldım kendime. Bu yazı ortaya çıkarken de konu oldu tabi. Çünkü, evet ya savunduğum şey tam da bu! dediğim bir nokta atışı oldu bu sözleri benim için.





Yeşim Kuzu'nun söylediği şu ki;

Nöroloji profesörü Dr. Moran Cerf’e göre uzun süre beraber olan kişilerin beyin sinyalleri birbiri ile uyum sağlayarak bir nevi senkronize oluyor. Hatta bazı vakalarda birebir aynı bile olabiliyormuş.
...
Hani olur ya bazen, aslında kendisini seversiniz de, bazı huyları rahatsız eder sizi. Hah işte onlar çok tehlikeli. Çünkü o beğenmediğiniz alışkanlıklarını kopya etmeniz an meselesi. Bu sizi karaktersiz yapmıyor sakın alınmayın; beyin dalgalarınız sizden bağımsız uyum sağlayıveriyor onunkine.

Tüm yazıyı okuyunca anlayacaksınız siz de, etkilendiğim noktayı. Yeşim Kuzu, çevremizdeki kişileri çok iyi seçmemiz gerektiğini ve kiminle çok sık görüşüyorsanız bir nevi ona benzediğinizi; yani beyin dalgalarınızın istemli veya istemsiz ona uyum sağlamak zorunda hissettiğini söylüyor.


O yüzden de diyor ki, üstteki ekran görüntüsünde de gördüğünüz gibi; 

Ey beyin dalgaları temiz, berrak, iyimser insanlar... Yan yana durun, birleşin, bol bol birlikte vakit geçirin lütfen. :) Bu ülkenin, bırakın yüreğini, beyninden ne geçtiğinin bile farkında olan, onu kontrol edebilen, o nefis terbiyesini geliştirmiş bireylere ihtiyacı var.
Kesinlikle katıldığım ve ne kadar çok birbirimize iyiyi güzeli yayar isek, o kadar güzel bir ülke ve vicdanlı bireyler olarak ülkemizde varolacağımızı düşündüğüm gibi... :) Yeşim Kuzu'yu takip edin, çok güzel enerji çalışmaları var. Theta-Healing felsefesini en güzel anlatanlardan biri bence. Gidip eğitimlerine katılamıyorum ama düşüncelerini sunduğu her yazısını okumaya çalışıyorum işte... (:

Ayşen Gruda (23.01.2019) Ve Öğütleri



2019 Ocak ayının 23. gününde ne yazık ki Yeşilçamın değerli oyuncularından Ayşen Gruda'yı kaybettik. Öncelikle başımız sağolsun... 

Yeşilçam öyle değerli yapı taşlarımızı biriktirmiş ki, her birinin yeri bizlerin aklında kalbinde anılarına yer etmiş. Sizin de hangisidir merak ediyorum mesela ama benim Ayşen Gruda'nın içinde bulunduğu çok sevdiğim iki yeşilçam filmi var; biri Süt Oğlan filmindeki Ayşen Gruda, ikincisi de Bizim Aile filmindeki Ayşen Gruda... :) Düşündükçe suratımda büyük bir gülümseme yer alıyor. Ruhu şad, toprağı bol olsun inşallah. Kemal Sunal'ın Çöpçüler Kralı'nda "İki gözümün çiçeği" dediği Ayşen Gruda'mız da öteki dünyaya gitti, Kemal Sunal, Adile Naşit ve Münir Özkul gibi değerli isimlerin yanındadır şimdi belki de...

Sanırım 80 ve 90 doğumlu çocuklarda var en son, bu yeşilçama ucundan kıyısından bağlılığı kalmalar. Böyle hissediyorum en azından... Geçen gün "Seven Ne Yapmaz" filmini izlerken farkettim de, küçüklüğümde ablamla her izlediğimizde ağlardık mesela. Uzun zaman sonra izledik de yine bir gece, gözlerimin sulanmasına mani olamadım! Bunlar güzel duygular işte. Değerlerimizle büyümek ve onların anılarına hala kıymet veriyor olmak... :)

Ayşen Gruda vefat ettikten sonra, haberlerin birinde geçtiğimiz aylarda ünlülerle soru cevap da yapan bir youtube kanalındaki öğütlerini dinledim de; ne güzel ne değerli öğütler dedim ve kendime not ettiğim üzere burada da paylaşmak istedim. Öncelikle tüm soru-cevap içerikli, Ayşen Gruda'nın o videosuna yönlendireyim sizi. O video burada... Ayşen Gruda'nın çok kıymetli bulduğum gençlere verdiği öğütleri ise şöyle;


Dürüst olun, taviz vermeyin ama küstahlık da yapmayın. Çok kitap okuyun, çok film izleyin. Çok güzel müzikler dinleyin. Kendinizi bir kalıbın içine sokmayın... (Ayşen Gruda)


Evet bu öğütler alelade öğütler aslında, kabul ediyorum. Ama bence bir o kadar da, son cümlesi ile biz sosyal medya gençliğini uyaran nitelikte. Birçoğumuz aynı kalıplara giriyoruz sosyal medya sayesinde. Kendimizi kalıplara sokmadan, kişisel olarak geliştirmeye başlamamız gereken zaman dilimindeyiz. Ben biz gençlere büyük öğütler olarak görüyorum bu öğütleri bu yüzden. Velhasıl, başımız sağolsun ve mekanı cennet olsun Ayşen Grudanın...


Ocak 2019'da En Çok Dinlediğim İki Şarkı;


Barabar'ı keşfettim Ocak ayında, belki de geç kalınmış bir keşif bu ama güç olmasın diyorum. :) İlk "Aman Of" şarkısına yaptıkları yorumu dinledim ben ama "Yürüyorum Dikenlerin Üstüne" türküsüne de yapmış oldukları yorum efsane...

İlk İnstagramda Taner Ölmez ve Serkan Keskin'in küçük videolarını görünce, bir film veya dizi için seslendirdiklerini düşünmüştüm. Ama sonra gördüm ki, grup kurmuşlar... Serkan Keskin'in yeteneklerini ilk kez, Ali Atay'ın seslendirdiği video klipler ile görmüştük "Leyla İle Mecnun" dizisi zamanında. Şimdi Taner Ölmez zamanı sanırım. Yolları açık olsun, nice yorumlarını ve kendi şarkılarını da dinlemek nasip olur inşallah. Ben oldukça başarılı buldum ve öneride bulunuyorum, bir kez dinlediğinizde bir daha bir daha açasınız geliyor resmen... :)


Ocak ayından notlarım bu kadardı işte. Şubat ayında; bol yazılı, bol okumalı, her anlamda verimli günlerimiz olsun diyorum. Takipte kalın ve yorumlarınızı benden esirgemeyin inşallah. Sevgilerimle... (: