25 Ağustos 2020 Salı

Pandemi'den Sonra İlk - Haftasonundan Kalanlar


22.08.2020- Cumartesi günü pandemi'den sonra ilk Bursa'ya gidişimizi gerçekleştirdik. En azından ben en son Pandemi öncesinde Bursa'ya gitmiştim, hangi sebeple gittiğimi bile unuttum doğrusu... :) Cumartesi günü, ablam ben annem ve küçük yeğenim Defnem ile beraber gittik Bursa'ya. Bir ilkti bizim için; kız kıza, analar ve kızları olarak bir gün geçirdik. Planları gerçekleştirmeye başladık, bize zaman ayırdık ve erkekleri kendi hallerine bıraktık. Sonuç olarak da, üzerinden 3 gün bile geçmiş olsa; nicedir yazmadığım bu "haftasonundan kalanlar" başlıklı yazı ortaya çıktı... =)


Güne ayna karşısında hazırlanıp telefonum elimde beklemelerle başladım o gün. Sabahın erken saatlerinde fizyoterapi dersim vardı ve fizyoterapistim henüz "geliyorum" diye yazmadığı için yer yatağına geçmemiştim. Kendimi fazla yoruyorum çok öncesinden yatarsam oraya... :) 

"Hazır ayna karşısında elimde telefon hazırım," dedim; "öyleyse bir sonrası fotoğrafları olsun bunlar." Cilt lekelerimde gözle görülür azalma hakim, kullandığım Dr. C. Tuna Aydınlatıcı Sabun (White Correct+) sayesinde... 24 Temmuz 2020 sabahı kullanmaya başladım, az biraz hala lekelerim varsa da; sivilce lekelerim oldukça geçti ve de yenilenmemeyi sürdürür halde bir süredir. İnsanın kendisine kafayı çok takmaması gerektiğini savunurum ama bir rahatsızlık hakimse, "sürekli kaşınma, acı hissi ve de o cildin temizlenmeyen hali" orada müdahale edilmesi gereken bir sağlık problemi vardır bence. Ne denediysem bu kadar etki etmemişti işte. 

Kısacasına gelirsek; Özgüvenle aynaya bakmak ve geceli gündüzlü kaşıntısız acısız gün geçirmek çok güzel bir his... :) Bu bir önyazı olsun bu konu hakkında, "yillargecerkendidem" instagram hesabımda bununla ilgili bir gönderi daha atacağıma dair sözüm var zaten... ;) 


Temmuz ayında, "yillargecerkendidem" adlı instagram hesabım sayesinde güzel bir fırsat yakaladık ve lazer epilasyona başladık ablamla beraber. Daha öncesinde başlayamayışımızın sebebi içinde hep maddiyat vardı ama en büyük sebep girişten bir güzellik merkezi bulamayışımızdı aslında. Temmuz ayında instagram hesabımda gezerken karşıma, Bursa'da bir merkezin kampanyalı reklamını görünce "olur mu olur" dedik. Ama bunu bize dedirten de, sadece girişinin düz olması idi...

Birçok konu hakkında, işyerlerinin girişlerini düz tutan kesiminin olmayışına içerliyorum ben. Bundan birçok kez bahsediyorum da üstelik. Misal Gemlik'te 2-3 adet güzellik merkezi var "lazer epilasyon" işlemini yapan, fakat "hepsi" eski yüksek basamaklı merdivenleri bulunan apartmanlarda ve en üst katlarda! Tamam biri düşünemez de, bazı konularda hiç mi kimse düşünemez diye soruyor insan. Girişimcilere "engelli dostu dükkanlar ve işyerleri" açmakta yürekli olmalarını rica ediyorum. En basitinden ben bir tanıdığımın çağırdığı herhangi bir yere gitmek durumunda olduğumda, ilk sorduğum sorusu "girişi düz mü?" oluyor. Çoğunun da girişi düz olmuyor... 

Velhasıl, girişi düz olduğu sebeple ve de kampanyası uygun geldiği için, üstelik yeni ve sterilize olduğunu görüp değerlendirdiğimiz üzere; iyi bir merkezde lazer epilasyona başlamış bulunduk geçen cumartesi işte. İlk seans başarılı idi, benim için acısız geçti. Yağlı cildimin ilk defa bu kadar faydasını görmüş bulundum. Burası benim günlüğüm neticesinde hayatımı paylaştığım ve dönüp dönüp okumayı sevdiğim bloğum neticede, o yüzden ben bunları yazmakta bir sakınca görmüyorum. Ama yine de reklam yapma gayem yok. Sadece öneri isteyen olursa "instagram adresimden" önerebilirim ilerleyen zaman diliminde. Merkezden uzak ama temizliği ve hizmeti çok güzel bir merkez bizce... Yolları açık olur, biz de hep böyle memnun kalırız inşallah... :)



Haftasonu sınavlarım olduğu zamanlarda Bursa'ya gitmeye çok alışmıştım esasında, bu Cumartesi farkettim "Bursa'ya belirli bir sebepten gidip gelmeyi çok özlemişim"... :) 

Aöf Sınavları için gittiğimiz zaman dilimlerinde, Bursa'dan Gemlik istikametine döndüğümüz çevreyolundaki yeşillikleri ve bir bütün halde görülen Bursa silüetini fotoğraflamayı alışkanlık haline getirmiştim. Bunu uzun zaman sonra yenileyince bir duygusallaştım. Bir dahaki planlı gidiş, kısmetse Ekim sonuna... Özlediğim o arabadan görüntülediğim alanı, bir sonbaharda da çekmek kısmet olur o zamana inşallah... (:


Bu arada o gün keşfettiğim bir yer oldu ama henüz açılmamış! Metro Avm'nin hemen yanındaki büyük mağazanın tabelasına, "10 Milyon Kitap Yakında Burada" pankartı asılmış. Bu mağazanın içinde gördüğüm yarısı kitap doldurulmuş rafları ve kolilerde kitapları gördüğüm üzere; büyük bir kitap dükkanı açılıyor... Kısmetse Ekim sonuna dek açılmış olur da, o zaman Bursa'ya gittiğimizde orayı bir keşfe dalarız hayırlısıyla. Pandemi döneminde en çok özlediğim şeylerden biri oldu zira, kitaplara dokunarak kitapçıları gezmek. Bunun uğruna bir eldivenle gidebilirim o dükkana, o derece işte! (=


Dedim ya kız kıza vakit geçirmeye fırsat bulduk dışarıda diye, bu pandemi başladı başlayalı yapmak istediğimiz bir şeydi aslında. Aylar sonra bir hayal daha gerçekleşti yani, bir yerde oturup yemek yedik ve Defnemiz ilk defa bebek sandalyesinde oturdu! :) Sağolsun oturduğumuz mekanda bir çalışan mama sandalyesini getirdiğinde, "daha henüz küçük ve yeni yeni oturuyor" dedik de; bize üç tane şal getirip mama sandalyesine katlayarak koydu da, rahat oturabileceği yumuşak bir ortam sağladı Defnemize... İlk kez mama sandalyesine oturan Defnecim, her şeyi ağzına sokma merakıyla dolu halde olduğu için gözümüz üzerinde sadece bir 10 dakika kadar oturdu işte. :))

Oturduğumuz restoranın açık alanında oturduk, masaların arasında sosyal mesafe vardı ve masalarda el dezanfektanları da hakimdi. Diyeceğim o ki, herhalde bir bunu keşfetmemiştik diyebilirim "merak ettiğim alanlardan biri olarak"; onu da keşfettik şükür, sosyal mesafe ve tedbirler içerisinde. (Artık sosyal mesafesiz ve tedbirsiz hiçbir şeyi yapmamak en önemlisi olmalı hepimiz için. Normalleşmeyi sürdüreceğiz ama yeni normalleşmenin kurallarını ihmal etmeden!) 

=) 


Güzel bir Cumartesi ve ertesi günü de bizim evde ailecek kahvaltı ve akşamına kadar beraber takılma ile güzel bir haftasonu geçirdik işte şükür yine. Zaman içinde "sağlıkla" yine nice "haftasonundan kalanlar" yazısı yazabilmek dileğimle. Benden bir dolu düşüncelerimle dolu bir yazı daha çıktı böylece. Bir sonraki yazımda görüşene dek, kendimize iyi bakalım; sevgilerimle...

Not; ben yorumlarda görüşelim çok istiyorum ama genelde sık yorum yapılmıyor benim yorumuma. Okuyan birçok kişiyle yorumlarda buluşur isek eğer, çok mutlu olacağım kendi adıma. Etkileşim halinde olmayı diliyorum hepimiz adına. =) 
Görüşürüz inşallah...

19 Ağustos 2020 Çarşamba

Küçük Mutlulukları Erteleme - Ağustos 2020


Bu hafta benim için ciddi anlamda yorucu başlamış da olsa, moralimi yükseltmem gerektiğini çok iyi kavramış olmalıyım ki; ne zamandır çok ertelediğim ama esasında çok fazla gerçekleştirmek istediğim bir şeyi yaptım. Geceleri yatağımda uykuya dalmadan önce telefonuma bakmaktansa, masa lambamı başucuma koydum ve bir kitabımı geceleri okumak üzere hep başucumda bulundurmaya başladım... Bundan önceki evimizde yatak yanı komodinimi odamı sığdırabilme şeklimizden ötürü kullanamıyordum ama şimdi o şart devre dışı. Tabii buna rağmen, yine de çok geciktirdim...


Pazartesi'yi Salı'ya bağlayan geceden beri uyguladığım üzere; başucumda kitabım, gecenin karanlığını bölen masa lambamın ışığında okuma şerefine kavuştum. :) Ne kadar çok şeyi erteliyoruz, her birini ertelediğimizde esasında birçoğunu küçük gördüğümüzü farketmediğimizden yapıyoruz... Misal şu üstteki şeyi gerçekleştirmeden önce, gerçekten beni böylesi mutlu eder mi tahmin edememiştim. Haftaya yeniden eski sancılı ve ağırlık verici ağrılarla uyanınca, "bir şeyler yapmalıyım, bir yere tutunmalıyım!" dedim. İyi ki de bunu akıl etmiştim... 

Bir önceki haftanın son gününde, ablamlarda kahvaltıda idik. Ağrılarım o gün başladı. Pazar akşamı, "bence çok erken ama!" magnezyum kullanmaya başladım yeniden; genelde soğuklarda başlayan kasılmalarım için kullanıyorum, 2-3 kıştır... Bir önceki hafta, zorluğundan ve o arada olan kolaylıklardan bahsettim ya hani, acaba nazar mı değdirdim kendime! O Egzersiz Günlüğüm başlıklı yazıma buradan ulaşabilirsiniz...

Sabaha ağrıyla uyandım, umursamamaya uğraştım ve ablamlara kahvaltıya gittik. Ama eve dönene dek şiddeti arttı da arttı. Yeğenim Kağanla oyunlar oynadık, sohbetler ettik ailecek, küçük yeğenim Defne'yi sevdik ve derken öğlen oradan çıkıp ihtiyaçlarımızı alıp eve geldik. Eve çıkmak eziyet oldu yine bana, korkuyorum bu korkuları hissedince; içime atmak da istemediğim için yazmak istedim aslında. İçten içe korkuyor olmak daha yorucu geliyor bana, korkumu paylaşmak istiyorum. Egzersizler bu sıra zorlu geçiyor, bir o kadar da gözle görünür ilerlemeler kaydediyoruz. Ama şimdiki durumum açısından hiçbiri yeterli gelmiyor, çünkü her biri bana ağrı olarak geri dönmeye başlar oldu. Buna da şükür diyor, kremlerimi sürüyor ve enerji versin diye magnezyum takviyemi alıyorum. 

Pazar akşamı eve döndüğümüzde de işte, yemek öncesi kafamı kendi düşüncelerimden kurtarmak için gerdirme yaparken kitabıma sarıldım. Sonra aklıma magnezyum kullanmak geldi, akşam yemeği sonrasında hemen içtim. İçtikten bir saat sonraya doğru ferahlama geldi. Önce psikolojik mi diye düşündüm, sonra "öyle olsa her halükarda daha çabuk etki gösterirdi" dedim... Sonuç olarak ağrılarım hala tam olarak dinmediyse de, magnezyumumu aldığım akşamlardan sonra bir 8-10 saati rahat geçiriyorum. Ama fazla gelmesinden ve ters etki etmesinden korktuğum için de (bana takviye de olsa fazla ilaç kullanmak yasak), günde iki kez kullanmaya cesaret de edemiyorum...

Velhasıl, dün gece yine zorlu geçti ama bu sabah ve öğlen sürdüğüm "Farmasi'nin Biberli Balsam"ı biraz iyi geldi. Şu an kremimi sürüp, gerdirmelerime bugün de olduğu üzere devam edip, takviye magnezyumumu almaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Hayretlik olan şu ki, havalar daha soğumadan başladık bu sıkıntılara ve havalar soğuyunca ne olacağını düşünmek bile istemiyorum. 

O yüzden üstteki duruma başvurdum, kendime bir kaçış yolu buldum; dünya üzerinde tutunacak bir şey, bir uğraş ve gördüklerimden etkilenmekten vazgeçip kendime odaklanma tercihim oldu... Bu sıra farkettim, şu hallerde instagram paylaşımlarının bazıları beni mutsuz eder oldu. Bir kesimin mutluluğu değil sorun, ben kıskanç biri değilim. Ama bazılarının normal devam eden hayatı, "benim hayalini kurduğum geleceğimde ben bu kadar kısıtlı değildim!" dedirtiyor. Kendimde bir sorun olduğu çok açık, bu soruna odaklanmak için de "geceleri, o en kasvetli anda instagram storyleri veya hayallerimin içeriğine sahip olan gönderilerdeki o küçük detaylara takılmamamı sağlamam lazım."

Barış Muslu'dan bahsediyorum hani hep, bir travmam olduğu çok açık; gece yarıları bir tarz story ve gönderileri gördüğüm zaman, "kendime odaklanıp çok kızıyorum". Bu da dönüp dolaşıp beni yoruyor belki de... En azından ben şu süreçte bulunduğum durumu böyle yorumluyorum. Tatile gidememek değil de, "o denize giremeyip ihtiyacım olan gücü bulamamak" gibi şartlandırmış haldeyim kendimi. Bir yaz mevsimi, ilk defa beni böylesine yoruyor yani... =) 

Bu konu altında şöyle bir yorum yapalım; kendimizi düşüncelerle yormaktan vazgeçmek, bizi toparlayacak küçük mutluluklar ve olasılıklara kaçışlar sağlamak gerek! (: (Evet, bunu yapmaya uğraşıyorum ve umarım başarılı da olurum...)



Bir diğer ertelediğim ama bana güç verdiğini unutamadığım uygulamam, güzel cümleleri yazıp onlar üzerinde düşünmekti. Birkaç tane defterim var böyle, eski zamanlarda beğendiğim sözler şarkı sözleri ve düşüncelerimle doldurduğum. 2020 adına bu duruma başvurmaktan vazgeçmiştim, üşendim mi? Yoksa "olmasa da olur!" mu dedim acaba. İnanın bilmiyorum...

İki üç haftadır geri döndüğüm şu alışkanlığım, gözümün önündeki cümleler aracılığıyla "an'a tutunmaktan" ibaret benim için. Her hafta önüme çıkan, eski yeni cümleler bana iyi geliyor. Üst fotoğrafta görülen kağıtta, iki tarafa da yazdığım şu cümle "Allahın verdiği de vermediği de imtihandır."; evet ya, şımarmamalıyım dedirtiyor. Hep bilsen de imtihan dünyasında olduğunu, bunu bile bazen birinin sana hatırlatması gerekiyor. Hani sevdiğiniz veya değer verdiğiniz biri size bir söz söyler, kabul etseniz de etmeseniz de bir durur düşünürsünüz ya o konu hakkında; işte güzel sözlere de tutunmak böyle bir şey... 

O yüzden bir zamanlar Pinterest hesabımda "Doğru Söze Ne Demeli" diye pano açtığım gibi, bu sıra bana iyi gelen cümleleri yazıp fotoğraflayarak "Not Ettiğim Sözler" panomda paylaşmaya başladım. Bana iyi geldiği kadar, birçok kişiye de iyi gelir diye umarak üstelik... :)


Diyeceğim o ki, küçük mutlulukları ertelemeyi bırakalım ve bize iyi gelen şeylere "küçümsüyor olsak bile" tutunmaktan vazgeçmeyelim... 

Ben yine bir rahatladım, derdini anlatmayan derman bulamazmış. Dermanı kendinde olsa bile, anlatırsa bir nebze rahatlarmış hani. Benimkisi de öyle bir şey... 

Yorumlara, yazımda kendinde bir şey bulan bulmayan herkesi bekliyorum. (:

Sevgilerimle... :)

13 Ağustos 2020 Perşembe

Biraz Zor Biraz Kolay - Egzersiz Günlüğüm #7


Benim bir zamanlar daha sık yazabildiğimi düşündüğüm "Egzersiz Günlüğüm" yazılarım vardı. Bu yazıyı yazmak üzere karar verdiğimde, "o yazı dizimin bir parçası" diyebildiğim için baktım da; Gördüm ki çok da sık yazamıyormuşum, yine bir sene dolmak üzereymiş yazmayalı bu seriye. :)

Bu bahsettiklerime rağmen, egzersiz düzenlerimden ve kendimce sağlığım için yaptıklarımdan bahsettiğim yazılarım da oldu; pandemi döneminde zorlandığımdan ve de garip hissiyatlar içinde dolup taştığım yazılarım da... Bu yazım öncesinde o konuların yoğun olduğu yazılarımı burada ve de burada bulabileceğinizi bildirmek isterim... :))

Normalleşmeyle beraber gidişatlar biraz zor ilerler olmuştu hayatımızda, ama şu sıra hayatımıza biraz da kolaylıklarla dolu gelişmeler eklenmeye başladı. O yüzden zorlanıyorum ama ödüllendiriliyorum da gibi hissediyorum şimdi. Başlığımı kötü ruh hali gibi düşünmeyin, siyah beyaz bütün halde ilerliyoruz bu ara; griye doğru... ;) İyi okumalar...



Fizik tedaviyi yıllar geçerken ve ben büyümeyi anlamlandırabilirken sevmeye başladım. Bu sevmeye başlayış 2007'den itibaren başladı... Bu sevmeye başladığım sıralarda, hareket kabiliyetim hat safhada iyi iken tek başıma hareket yapmayı sevemiyordum da aslında. Düşünün o zaman diliminde üstelik.. Şimdi o günlere kıyasla daha az hareket kabiliyetim var, ama ben kendi başıma hareket etmeyi ve bu durumlarda netlikle uğraşlar verirken kendimi keşfetmeyi çok seviyorum. Üstteki selfilerim, fizyoterapistimi beklerken evdeki yer yatağımızda kendi hareketlerimi yaptıktan ve de halihazırda kas hareketliliğimi sınadıktan sonra çektiğim fotoğraflar. Bu şu demek, yapmakta zorunlu olduğumuzu farkettiğimiz şeyleri sevmenin yollarını bulmamız gerek; ama zor ama kolay yoldan... :)

Salı günü fizyoterapistim bana "geliyorum" yazdıktan sonra lavabo ihtiyacımı karşılayıp babamın beni yer yatağımıza yatırmasıyla beraber fizik tedavi öncesi neler yapabiliyorum diye bakmak için fırsat buldum. O gün fizyoterapistim biraz geç kalmıştı ve bana bir kez daha fırsat doğmuştu... 

Pandemi döneminin sonrasında yeni normalleşme kapsamında başladığımız fizik tedavilere başladık başlayalı mutluyum aslında ama şu kasılmalar (diz arkası kas kasılmalarım sebepli gerdirmelerimde zorlanmalarımız), haftalardır kafamı kurcalamaya devam ediyordu. Üstteki bahsettiğim yazılarda da dediğim gibi; birçok şeyi takmamaya uğraşıyorsam bile, son 6 ayda, bir o kadar da zaman zaman takıyordum istemsiz işte. Şu sıra bazı kas gruplarımın hareketliliğini arttırabildiğim ölçüde, daha mutlu oluyorum yine... 

Alt fotoğraftan itibaren neler yapabilmeye başladığımdan da bahsedeceğim ama üstteki bulunduğum durumla mutlu olabiliyor olmamdan bahsedelim önce; hareket kabiliyetini geliştirebilmek büyük tatmin benim için çünkü... 

Düşünün ki size en başında, "yapacağınız her şey çok zor olacak ve de çoğu zaman imkansız" dedikleri şeyleri yaparsınız ya; benimki de öyle bir his. Bir Kas Erimesi hastası olarak, bizim gelişme katedebildiğimiz noktalar mucizelerin yeryüzüne inip görünür olması gibi bir şey. Ciddiyim abartmıyorum; Kas Erimesi hastalığına sahipseniz, sağlıklı kasları oluşturan iç mekanizmanız yok demektir çünkü. Bir araba düşünün, içinde motor aksamı yok, öyle! Böyle bir bedende sürekli hareket etmek zorundasınız ama kasları yorup da onlara zarar vermemeyi de unutmamanız şartıyla. Yani yorgunluk yasak, hareket gerekli; kaslar çok az acımalı, ki hareketin o kası geliştirdiği anlaşılsın. Ama bir o kadar da acıları tutarlı şekilde hayatınızda tutabilmek için aşırıya kaçmamayı düşünerek "sabrınız var olmalı içinizde"... Evet, beni yeni normalleşme ile başladığımız egzersizlerle düşündüren olgu tam da buydu. "Bir an önce olsun istiyorum, sabredemiyorum, bu acılar ağrılar bana çok geliyor, alacağımız daha çok yol var ama benim canım çok yanıyor." 


İşte Kas Erimesi böyle bir hastalık, kontrollü olmalı ve kaybettiğimiz her kas grubunun kabiliyeti için bir öncekinden de sabırlı olmalıyız... :)

Üstteki fotoğraflarımdaki mutluluklarım, fizik tedavilerimi sevmeyi öğrendiğimden ve bana olan faydalarını kavradığımdan ötürü işte. İyi ki farkındalık diye bir olgu var şu hayatta. Şayet bana nasıl iyi geldiğini kavrayamasa idim, işim daha zor olurdu. Şu şartlar altında da, fizik tedavinin beni rahatlattığı halleri hareketsiz hallerime tercih etmem yani... (:



Bu sıra zorlandığım hareketler mevcut, en zoru da "ayakta durmak". En köklü kazandığımı düşündüğüm bu beceriyi, pandemi sürecinde 3 ay fizik tedavisiz kaldığımda kaybettim. Şu son 1 haftaya gelene kadar, bir duruyor bir duramıyor halde ve moralimi bozmamaya gayret ediyordum ki; çok şükür daha iyi gibiyim bu sıra. Bunun sebebine gelince, pasif gerdirmelerim* yapılmadığı zaman, aktif gerdirme halinde istediğim kadar durayım; hareketsizliğim gerekçesiyle bir yere kadar faydasını görebilmiştim. 

*Pasif gerdirme dediğim, fizyoterapist eşliğinde bilinçli halde bana yapılan gerdirmeler oluyor. Aktif gerdirme nedir dersek, pilates topu üzerine koyarak gerdirme pozisyonunda tuttuğum üzere gerdirme* ve de gerdirmeyi sağlayan diğer hareketlerimi gün içinde de yaparak gerdirmeye uğraştığım durumlar.

* Pilates topu üzerinde gerdirme durumu mevcut olabilsin diye, ayaklarımı birbirine bitişik bağlıyor ve pilates topu üzerine dümdüz uzatıyoruz...


Evde kaldığımız süreçlerin sonunda fizik tedavilerimi almaya başladım başlayalı, gerdirmelerim acılı şekilde sürdü ve sürmeye de devam ediyor. Sıfırdan başlamış gibiyiz bu süreçte, kabullenmesi zor ya da kolay nasıl olursa... Kabullendim ama bu kasılmalar ayaklarımı dümdüz yatarken karnıma çekmemi bile engellemiş durumda idi şu bir buçuk haftaya kadar. İki gün önce ilk olarak yer yatağına yattığımda bacaklarımdan birini karnıma çekmeyi denedim, bu sefer ağrısız gerçekleştirebildim! Baktım ki her iki bacağımı da karnıma çekebiliyorum. :) Yani 2 ayın sonunda, yeniden bacak kaslarımı kasarak hükmedebilir hale gelmişim. Öncelikle bu mutlu etti... Bacağınızı dümdüz pozisyondan karnınıza doğru çekmek için hareket ettiğinizde, bir deneyin de görün "kaç kas grubu, nasıl bir güçle çalışıyor!" =)

Sonrasında yatağımda bile deniyor olsam da iki üç günde bir, bacak içi kaslarımı çalıştırmak da zorluydu. O gün bacak içi kaslarımı çalıştırabildiğimi, o izometrik egzersiz dediğimiz yöntem ile bacaklarımı birbirine yaklaştırabildiğimi gördüm yeniden. 2,5 ayın sonunda, yeniden! :) Bacaklarımı hala kendi başıma yatarken tamamiyle kapatıp birbirine birleştiremiyorum, ama yeniden birbirine doğru yönlendirebiliyorum. Bu da demek oluyor ki, o kaslar da yeniden aktifleşmeye başlıyor. Bahsettiğim, düz yatarken bacaklarımı birbirine birleştiremiyor olmam; bu durum, kalça kaslarımın ve de yan bacak kaslarımın güçsüz olması sebepten bende eksik durumda... 

Son olarak da, yeniden yapabildiğimi keşfettiğim hareketime gelecek olursak; iki bacağımı da yan taraflarıma kaykılarak da olsa, üst fotoğrafta da görüldüğü üzere yatak üzerine ayak tabanımı basarak dikebiliyorum. Düz yatar halde iken yine... :) Bu hareketi ikili bacak şeklinde yapamıyorum; bir dönem yapabiliyorduysam da, şu dönem benim için çok zorlu hareketlerden biri durumunda... 


Bu üç hareketi yapabilmemin yanı sıra, zorlandığım kas grupları büyük ölçüde kafamı kurcalamakta bu ara. Bunlardan biri dizlerimdeki kasılmalarsa, diğeri de bel çukurum arttıkça oluşan güçsüz bel kaslarım... Ama şükür ki fizyoterapistimle birkaç günlük rutin içerikli hareketler ekledik "egzersiz düzenime". Bunlardan biri, iki gün öncesindeki bu fotoğrafların çekildiği gün yaptığımız hareketleri kolaylaştıran bir gerdirme yöntemi idi. ;) Şöyle ki;


Az biraz üstte bahsettiğim güçsüz durumlarım dolayısıyla sıkıntılı bir yöntem olsa da, kendimi zorlamadan yüz üstü yatıp dizlerimi gerdirmeye başladım mesela. Yatağımın ucundan ayaklarımı sarkıtıyoruz, iki sabahtır uyandığımda sadece 5 dakika ve dizlerimin altına da ince bir battaniyeyi katlayıp koyuyoruz. Burada amacımız, pasif gerdirmeler esnasında gerdirilen kas gruplarını olması gereken düzlükte gerdirebilmek... İki gündür canımı olabildiğince az acıttım, ama bugünkü duruma bakınca fizyoterapistim İsmail "Didem korkma, azıcık olsun gerildiğini ve acıdığını hisset bundan sonra." dedi. Önümüzdeki birkaç gün ağırlık yapabilecek bir torba da asmayı düşünüyoruz. Çok eskiden birer kiloluk torbalarla yapıyordum, bu şimdi mümkün olamaz hemen tabii ki. Ama amacımız, şimdilik süreyi biraz daha uzatmak ve ağırlıkla esas gerginliği sağlayabilmek. Onca acımın olduğu günler geçirmeme rağmen, bugünkü gördüğümüz "dayanıklılık sınırım ve kaslarımdaki gerginliğin yumuşaması" iyiye doğru gidiyor olduğumu gösteriyormuş... =)


Atkıyla ayaklarımı gerdiriyoruz sonra, ayağımın tabağına atkıyı geçirip 10 kez öne doğru çekiyorum ve 11.'de düz pozisyonda tutup 30'a dek sayıyorumve sonrasında serbest bırakıyorum... Bu hareket de günlük hayatımın içine girmiş bir rutin egzersiz artık. İlk olarak 3 hafta önce yapmaya başladım, egzersizlere yeniden başladığımızdan beri! İlk hafta, 10 saniye sayıp düz gerdirdiğimde bile yeterli geliyordu o acı. Şimdi o ilk acının etkisi yok üzerimde. Artık 30'a kadar sayabiliyorum ve günde sadece 2 kez değil, toplamda 4 kez yapmaya uğraşıyorum. Kendimi iyi hissedersem 1 veya 2 saatte bir de tekrarlayabiliyor haldeyim... =)

Hala kötüye gittiğini düşündüğüm ise tek bir unsur vardı, bel çukurum. Kas Erimesi hastalarının hareketsizlik içeren durumları, solunum, bel ve kalça kaslarında gözle görülebilir ölçüde güçsüzlük olarak yansıyor vücutlarına. Benimki de o misal, nefes durumumla bel çukurumun sıkıntısı sürüyor bu sıra. Sabahları bel çukurumun nefesimi kesen ağrısıyla uyanıyorum sıklıkla. Bir gün bu durum gerçek olmuyorsa, öbür gün mutlaka gerçekleşiyor. Bu duruma da fizyoterapistimin önerdiği üzere, ağrının üzerine dozunu ayarlamayı ihmal etmeden giderek çözmeye veya o ağrıyı yok saymaya doğru önlem almaya başladık. 

Bel kaslarımı geliştirmek, her 6 ayda bir değişen mevzu aslında. Vücudumda bir sıkıntı var ise, o en güçsüz olan bölgeye ağrı-acı olarak yansıyor aslında. Midem rahatsız ise nefesime etki ediyor, bacaklarım ağrıyorsa ağrısı belime vuruyor, sırtım ağrıyorsa boynum da kasılıyor, bileklerim ağrıyorsa uzun vadede kollarım kasılıyor... Gibi gibi... =) 

Yüzüstü dönüp de dirsek üzerinde kalktığımda bile belimi çalıştırdığımı düşünmüyordum. "O acıya aldırma, o da beline fayda." dedi fizyoterapistim. "Oturduğun yerde öne eğilerek, yatakta dizlerini yan pozisyonda da olsa karnına çekmeye devam ederek ve yüzüstü yattığında geriye kalkmaya uğraşarak devam et." diye de ekledi. =) 

Ben bu sıra yine  hareketler konusunda bana ne söyleniyorsa her sözü dinlemekle uğraşıyorum! Son 10 yılda korkularımdan sebep bana verilen öğütlerin 3'te ikisini duyardım, şimdi 3 sözün 3ünü de dinliyorum! Korkularımdan arınmaya, acılarımı en azıyla kabullenmeye ve de "başarmak için bazı şeyleri göze alabildiğime" şahit oluyorum... 


Biraz Zor Biraz Kolay dediğim bu yazım çok uzun oldu ama benim de epeydir yine böyle uzun uzun anlatasım vardı... Okuyanlar bana yorum yaparsa, "yalnız değilsin" diyenler olmasa da, "anlıyoruz seni, çabanı görüyoruz" deseler bile yeter bana. Bu sıra takdir edilmeye ihtiyacım var zira, ama öncelikle kendi takdirime muhtaç durumdayım ve kendimle gurur duyuyorum da; bunu da farkındalık olarak yazmış olayım buraya... =) 


Okuduğunuz için teşekkürlerimle, Egzersiz Günlüğüm #7 burada bitti. 
Sevgilerimle, güzel haberlerde yine görüşmek üzere. Hayatınızda yolunda giden, zorluk da barındırsa sizin için değeri büyük olan iyi haberlerinizi benimle paylaşır mısınız? Bence paylaşmaya bu sıra hepimizin ihtiyacı var aslında... (:

9 Ağustos 2020 Pazar

Pazar Yazısı #72 - Kitap Sever Pazar


Bugün Dünya Kitap Severler Günüymüş; her olgunun ve durumun günü olduğu şu zamanlarda, kitap severlerin günü olmasa ayıp olurdu zaten... :))


Kitap Severler Günü'ne, şimdi okuduğum iki kitap (kolajda göründüğü üzere, alttakiler) ve son okuduğum iki kitapla (O ikisi de kolajın üst tarafında görünen kitaplar) katılayım dedim. Her günün kendi içerisindeki anlamları gereği "bir tek güne sığdırılamayacağını" düşünsek de, aslında bir anlamda değerleri daha net belirtmek için bazen de yerinde diyebilir miyiz? Bilmiyorum emin değilim yine de bu dediğim hakkında... :) 

Kitap Severler için de, bir gün değil hep yapılan bir iş "okumak" ve de "kitapları sevmek". Aldığım kitaplara, elime okumak için geçen kitaplara; değişik dünya görüşleri sığdırdıkları için büyük saygıyla ve sevgiyle bakabiliyor olmak, hayatım adına edindiğim en mutlu eden bakış açılarından biri misal benim için... Covid-19 gerekçesiyle, en son kitaplara dokunarak alışveriş yapabildiğim "Bursa 18. Kitap Fuarı"ndan beri hep internetten alışveriş yapmaya devam ediyoruz. İlla ki dokunarak almak değil elbette kitapları ama bilen biliyor işte, onlarla bağ kurarak ve elinde örnek bir sayfasını okuyarak bir yazarı keşfetmek çok başka bir his... (: 

Tabii ki üstte bahsettiğim her durumu çürütebilecek kadar teknoloji gelişti. Artık bir kitap almadan önce, onun ilk sayfalarını okuyabilme fırsatını size sunan siteler var. Ama demek istediğim o dokunsal his, o geleneksellik duygusu, belki de bazen yeniliklere çok çabuk geçiş yapmak istemeyen yanınızın küçük bir serzenişi. Bu dediklerim işte "kitap sevgisi". Bana sorsalar, teknoloji bitse bu da tükense üzülür müsün; sanıyorum kitaplar bitse tükense, bir şekilde onların devrini sonlandırmaya kalksalar "esasında o zaman üzülürüm! Hayat her şeye alışmayı öğretiyor bize ama ben nedense kitapların sayfalarını çevirerek okumanın hissiyatının yerine bir alışkanlık koyamadım işte... :))


Üstteki kitaplarım, "Sana Söyleyemediğim Her Şey" ve "Doğu Ekspresinde Cinayet" geçen ay okuduğum son iki kitap oldu. Bu ayın kitabını henüz bitiremedim, ördüklerimi ilerletmek ve de ders çalışmalarımı devam ettirmek için uğraşırken "Profesyonel"i bitiremedim. Ama önümüzdeki hafta inşallah bitecek. "Sonsuza Dek Şimdiki Zaman" adlı kitabımı da bugün elime aldım. Garip ama bu yaz daha sıklıkla bir kitap okurken, başka tarz bir kitaba da başlarken buluyorum kendimi. Önce başladığımı daha çabuk bitiriyorum ve diğerine daha çabuk odaklanıyorum gibi! Bu da böyle bir gariplik işte! 

Sana Söyleyemediğim Her Şey, okuduğum en garip dram içerikli kitaplardan biriydi. Kendine garip şekilde bağladı, yer yer "devam edemeyeceğim galiba" diye düşündürse bile. 

Agatha Christie'ye gelince, ben hep söylerim "cinayet romanları bana göre değil!" diye ama bir tavsiye üzerine elime geçen bu kitabı okumamak için uğraşmadım bile. Hadi aradan geçen yılların üzerine, "Ahmet Ümit okumuşken önceki haftalarında bir de; bunu mu okuyamayacağım ki şimdi?" dedim de okudum gitti. Yine de o cinayet romanlarını okurken, "ya katili bulamazlarsa!" diye has korkumla okudum. Ama şükür ki katili bulduk yine sonunda! Epey heyecanlı idi, ama karakterler konusunda hala tahmin edici ve ne olduğunu anlayabilir havada okuyamıyorum herhalde. Kitabın sonuna kadar "yok yahu, hiçbiri olamaz katil" dedim yine. Acaba okuya okuya katilleri bulmaya mı başlıyor severek okuyanlar? Ben cinayet romanlarında hala usta değilim sanırım, o çok sevenlerin okurken "acaba bu mu?" diye ipuçlarını kovalamalarına hayretle bakıyorum... =)

Bu Pazar da nice pazarlar da okumalarla geçsin inşallah. 1000Kitap'ta bugünün şerefine, elindeki kitaplardan seçtiklerini, isteyenlere "karşı kargo ödemeli" gönderme etkinliği başlatan gördüm. Daha önceki senelerde, böyle bir şeye girişmiştim ve tek bir kişi bile dönmemişti bana. Ben bana ismi ve adresi verilen kişiye bir etkinlik gerekçesiyle seçtiğim iki kitabı yollamıştım da, ondan bile "elime ulaştı" yazısı gelmemişti. E hal böyle olunca cesaret edemedim öyle bir etkinliğe ama "Kitap Severlerin Pazarı" olsun ve nice günler elimizde kitaplarla keyif anlarımız daim olsun diyorum bugün... 


Yorumlarda buluşalım, en sevdiğiniz kitabı (veya kitapları) yazın bana olmaz mı? Bugün veya başka bir gün ne zaman okursanız bu yazımı. Ben en sevdiğim kitabı yazarak başlıyorum mesela, "Ateşböceği Yolu - Kristin Hannah". Son senelerde okuduğum ve en sevdiğim kitaptan bahsedecek olursam da, "Kimyager - Stepheine Meyer". Bakın böyle deyince, geçen sene okuyup da en sevdiğim kitabı da yazasım geldi; "Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu - Alison G. Bailey... (=)

(Aaa, bir dedik 3 kitap oldu iyi mi! Pişman değilim tabii ki, siz de istediğiniz kadar sevdiğiniz kitapları yazabilirsiniz. Kitap konuşmaktan bıkmıyorum. Sadece kimse bana neyi okuyup neyi okumamam gerektiğini söylemesin istiyorum. Milli, manevi ve de kişisel durumlara zarar verici kitaplara yönelik edilen katı yorumlar ve sapık-hastalıklı düşüncelere yer verilen hikayeler haricinde, tercihlere karışan "klasikler harici kitap okunmaz" gözüyle bakanlar gibi okuma tercihine karışanları saygısız buluyorum! Kimse kimsenin okuma tercihine de karışamaz, zarar veren hastalıklı düşünce ve yazıları olan kitapları bildirmek haricinde...)

Sevgilerimle... =))

8 Ağustos 2020 Cumartesi

Değişim Hep Var - Ağustos 2020


Başlıktan tahmin ettiğiniz üzere değişikliklerden bahsedeceğim elbette, ama gelişine göre devamı da nasıl gelirse! :)) Hepimize mutlu haftasonları olsun inşallah...


Ben bugüne geç uyanarak başladım, haftanın ilk yazısı da bugüne ve bu saate denk geldi ya bu yüzden. Sanki tüm haftaya yeni başlamış gibi hissediyorum kendimi ama tabii ki öyle değil, tüm haftam yazı yazmak haricinde yoğun da geçti. Sadece ben bu haftaiçi boyunca yazı yazamadım işte... 

Ama nicedir birçok kez "ekran görüntüleri" aldığım, birçok kez de sosyal medya hesaplarımın kaydedilenler kısmına eklediğim üzere artık dağ kadar olan alıntılarımı düzeltmeyi epey ilerlettim. Bir kısmını yeşil bir defterime yazarak "sürekli gözümün önünde olmasını" istedim yine, bir kısmını da telefon hafızamı doldurmaktan kurtarırken kağıtlara yazmayı ve pinterest hesabımda bir panoda saklamayı uygun gördüm... :)

Pinterest'i internet üzerindeki bilgisayarımmış gibi kullanmayı seviyorum bu anlamda da. 1 yıl öncesine kadar "Doğru Söze Ne Demeli? :)" adlı panomda, beğendiğim sözlerin fotoğraflarıyla görüntülerini paylaşıyordum. O panoyu burada bulabilirsiniz... Şimdi de "Not Ettiğim Sözler" adlı bir panoyu doldurmaya başladım; beyaz kağıtlar üzerinde cümleler ve de defterimden not ettiklerimin fotoğraflarını göreceğiz... O panomu da artık burada bulabilirsiniz... Ben pinterest sitesini aktif kullananlardan biriyim, kendimce tabii ki. Ya siz?

Demem o ki; pinterestte değişime gittiğim gibi, öğüt olarak aldığım notlarımda da değişime gittim. Paylaştıkça daha çok akıllanırız belki. Bugünkü paylaştıklarıma öğüt, tavsiye, dersler ve olmamız gerekenler dedim. Akıl vermek kolay, almak da öyle tabii ki; ama işin ciddi yanı uygulamakta sıkıntılar çekmeyelim. Yani inşallah... =)


Geçen hafta bugün, deli gibi güneşin önünde oturup yüzümün sanmasına sebep olmuştum Uludağ'a ailecek piknik yapmaya gittiğimiz gün ama doğayla iç içe olduğumuzdan ötürü ayrı bir mutluyduk hepimiz tabii. Üstteki fotoğraflarda görüyorsunuz, bir de utanmamış meydan okumuşum sanki güneşe! :) Mutluluk fotoğrafları diyelim, ne kadar savunmasız kaldığımı hissetmemden sebep doğanın içinde olmak zaman zaman tedirgin etse de; bir o kadar da seviyorum artık işte. Doğayla var olmaya devam ediyoruz, bu hayatın en öncelikli gerekliğinden çünkü; biliyorum... 

Bugün ve de bu hafta sonuna doğru olan 3 günlük zaman dilimi, boğucu havayla uğraşıyoruz. Beni bilen bilir, benden yana sıkıntı yok; bana sıcak olsun, benim kemiklerim ısınıverir ya! Ben bile az buçuk, yanmış cildimin sıkıntısıyla sanırım yorgun düştüm haftasonuna. Ama iyi bir haber, yanan cildimin verdiği sıkıntıları atlattım şükür ki. Bunu Farmasi'nin beyazlatıcı cilt sabununa, hazırladığım sirkeli suyumla yüzümü silmelerime, Farmasi'nin kuru ciltler için nemlendiren "Aynısefa yağı özlü cream balsam"ına ve de E Vitamini kapsüllerine borçluyum.

Eğer cildinizle ilgili bir probleminiz varsa, kızarıklık, yara izi, çabuk iyileşmeyen cilt yapısı gibi; eczanenize ve doktorunuza danışarak, E Vitamini kapsülleri de kullanmanızı öneriyorum. Benim cilt soyulmalarımdan yana sıkıntılarımı ve cildimdeki onarımı o kapsüller iyileştirdi. Üstelik sadece 2 günde! :) Nasıl mutlu oldum tahmin edebilirsiniz tabii ki; "deri değiştirme" olarak bakarsak bu duruma da, bir değişim de böyle söz konusu oldu bu hafta bana! =))


Gelelim Temmuz sonu Ağustos başı itibariyle, geçen haftalarda yazdığım yeni düzenlerdeki o ufak ama gerekli gördüğümüz değişimimize; ablam bayram öncesi 3 haftadır çalıştığı iş yerinden ayrıldı ve bayram sonrasında da görüşmeye gittiği üzere daha iyi şartlarıyla başka bir işyerinde çalışmak üzere anlaştı. :) Annem bayramdan beri evde bizimle, gündüzleri çocuklara bakmaya gitmiyor ama önümüzdeki hafta aynı düzen yeniden devam edeceğiz hataya.

Farkettim ki bu hafta, o üç haftada bile öylesine alışmışız ki yeni düzene; normali bu değilmiş gibi geliyor bazen bana da. Tabii annemin evde olması çok güzel öte yandan, ama okullar açılana ve eğitim düzeni oturana dek evlerinde olacak bizim kuzularla da... Yeni bir değişim söz konusu yani ama düzen aynı yani. Önümüzdeki hafta başında, annem gündüzleri çocuklara bakmaya ablamlara gidecek ve akşama dek gerek babamla gerekse de yalnız yazmaya okumaya ve ders çalışmalarıma devam edeceğim daha da sıkıca. İnşallah ablam da daha iyi şartlarla çalışmaya devam edecek ve çocuklarının yanında daha rahat olacak bu arada da... Bu da hayatımızdaki diğer bir değişim yani...


"Değişim Hep Var, Devam Etmek Mühim Olan" demek istemiştim bu yazım hakkında, başlığım o yüzden değişim adına... Benim de fikirlerim değişiyor ve gelişiyor bu sıralarda. Daha önce başladığımı yazdığım "Neuroformat akımının" benim fikirlerimde yarattığı değişim, her şeyin her fikrimin ve beklentimin aynı kalmak zorunda olmadığı oldu öncelikle. "Neuroformat Ve Ben" başlıklı yazımda anlatmıştım ya bunları, korkularım ve kendimi kısıtladığım yanlara ağırlık verdim şu sıra. Değiştirmem gereken bir yanım varsa, eskiden beri kendimi korkularımla kısıtladığım üzere geliştirdiğim tavırlarımdır bence. Onları değiştirir, etkilerini söndürür ve de kendime getirebilirsem kendimi; esas değişim de o zaman olacak sanki! :) Buna uğraşıyorum ve inanır mısınız bilmem, sırtımda 2 senedir cilt doktoruna da gittiğim, türlü türlü ilaçlar kremler de denediğim o sivilcelerim ve kaşıntılarım geçmeye başladı. 1,5 ayın sonunda başarabildiğime inanması bile zor geliyor, ama korkularım beni böylesi sıkıyorsa; en büyük korkularımdan biri olan böcek fobimle bile yüzleşmeye razıyım şu son süreçte! (O derece mi derseniz, o derece!)

Değişim hep var, korkmadan yol almaya devam etmek gerek belki de. Değişim hep var derken, bizim içimizde ve de dışımızda. Biz olduğumuz yerde kalırken birileri değişiyor, biz değişirken de öyle... İçimde bunları yazmak vardı tüm hafta boyunca işte. Aldı beni bir rahatlık daha, çok şükür işte... =) 


Sevgilerimle ve kısa zamanda yine görüşmek dileğimle. 
Yorumlarda bana son zamanlarda kötü veya iyi, iyi görseniz bile kötü olan nelerinizi değiştirme kararı aldınız yazar mısınız? :)
Umarım yazarsınız da görüşürüz...

2 Ağustos 2020 Pazar

Pazar Yazısı #71 - Bayram Pazarı 2020


Doğum günümle başlayan haftayı, bayramın 3. günüyle noktalayacağız; 27.07.2020-02.08.2020 tarihleri arasındaki günleri kapsayan haftanın bugün son günü... :) Diğer pazar yazılarımı okumak isterseniz, on

* Bir önceki pazar yazılarımı okumak isterseniz tüm pazar yazılarımı burada bulabilirsiniz...


Benim için güzel geçen, stresi de heyecanı da anısı da bol bir hafta oldu. Dediğim gibi doğum günümle başladı, bayram telaşı ve beklentileriyle devam etti, bayramın üçüncü günüyle de son bulacak... Çok şükür dediğim bir hafta oldu, mucizeleriyle dolu... =)


Dün bayramın ikinci gününe Uludağ Milli Parkı'nda piknik ile başladık ve orada da devam ettik. Akşam eve geldiğimizde çok yorgun ve yüzüm gittikçe sızlıyor haldeydim ki, dağda iken konuştuğumuz "herhalde yandık, yüzüm sızlıyor" "benim de, benim de" konuşmalarımızın ciddiyetini kavradım. Suratım pespembeydi, cildim hayli gerilmiş ve "iyi ki dağ bir yandan da serindi ki, üstümde hırkam vardı!" derken buldum kendimi... Sen seneler senesi kendini "güneş alerjim var" diye koru, özellikle bu yazımdan beri, sonra git en olmayacak noktada kendini koruyama! =) Alınacak derslerimiz varmış hala...

2013'te Antalya'nın sıcağında gölgede "çok ciddi derecede" yanmışlığımın üstüne, "dağda yanacağım" aklıma bile gelmemişti işte. 2013'ten sonra bir ilk bu sanırım, o zamandan beri ilk defa bu kadar ciddi yandım. Çok şükür soyulmam, yüzüm haricinde herhangi bir cilt yanığım yok. Yüzümde de sadece ciddi bir gerilme ve baş ağrısı yapacak kadar acı vardı dünden beri, dün soğuk duştan sonra kremimi sürüp yatmıştım ki; bugün de kendime elma sirkeli bir su hazırlattım anneme, birkaç saatte bir onunla cildimi temizleyip tekrar sürüyorum kremimi işte... (şuraya ellerini iki yana açmış halde, "oldu işte" diyen emojilerden koydum varsayın!)

Önlemlerimi aldım, kendimi koruyorum. Saman nezlesi olduğum zamanlar kullandığım alerji hapımı da içtim sabah, ağrı ve acılarımı o hafifletti aslında. "Cilt yanıklı pazar" da olabilirmiş yazının başlığı ya, hem öyle derin uyudum hem de gece boyu canım acıdı zira... :)


Önceki güne, yani 01.08.2020'ye gelecek olursak da; tüm bu durumlara rağmen, uzun zaman sonra geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Doğa ile iç içe olmak, uludağ'ın eteklerine çıkarken her ne kadar yol tuttuysa bile çok güzeldi yine de. O huzuru, o garip iç açıcı halleri özlemişim... Kamp yapanların çoğaldığı söylentilerden ibaret sanırdım, dün gördüklerimden sonra "kesinlikle kampçılık çoğaldı ve çoğalmaya da devam edecek" diyorum... :) Geçen sene Uludağ'a çıktığımızda aylardan Ekim idi ama aynı dünkü gibi bir hava vardı; güneşi biraz daha sakindi sadece! =)) Ama bizim gittiğimiz yer kamp bölgesi değildi ve tek bir kampçı dahi yoktu. Piknik yeri kalmamıştı dün resmen kampçılardan. Doğaya sahip çıkacağına inandığım kişilerin varlığına daha çok inanıyorum böyle... 

Dün güzeldi günümüz dedim ya, her ne kadar benim rahatsızlığıma rağmen; piknikleri sanırım kendine has ciddiyeti ve önemi dolayısıyla da sevdiğimi farkettim. Evde olduğunuzda ayrı bir telaş var, evinizin işleri sizi sarıp sarmalıyor da bazen sohbete bile vaktiniz kalmıyor hani. Piknik hali bunları yok ediyor valla... Orada oturup sohbet etmek, çevreyi gezmek, dağıtmadan eşyalarını toparlamak, oturduğun çevreyi toplamak ve hiç olmadı kendi çevrende gördüklerini düzenlemek de bir görev, bir huzura götüren unsur halinde... Evet, piknikleri bu sebeplerle çok seviyorum...

Uludağ'a ufak bir tırmanış yaptık, sabah 11.00 gibiydi yerimizi bulmuş oturmuştuk. Önce görev bilinciyle sabah kahvaltısını hazırladık ve açık havada Bayramın ikinci günü kahvaltısını ettik. Sonra akşama dek kah yürüyüş yapanlarımız oldu, kah sohbet edenlerimiz; akşam olduğunda tekrar sofrayı toparladık ve yenisini hazırladık... Bu zamana dek Güneş fazlasıyla etkiliydi aslında, biz fark edemedik. Bir cam arkasından rahatsız ediyormuş gibiydi sadece, öyle görmek istedim herhalde. Öyle bir özlemişim ki açık havayı, gerisini siz düşünün işte.. =)



Dün yediklerimden rahatsız olmasaydım ve de son anda yüzümün gerginliği daha fazla acıtmasaydı canımı, çok da güzel noktalayacaktık işte ama onun da olacağı varmış... Yeğenim Kağanımla fotoğraf çekinemedim bu sefer, bu sıra kameralardan uzaklaştı gibi kuzum ama kendimin ve de çevremin fotoğraflarını çekmekten geri duramadım işte... Bu yazımdan sonra birkaç yazımda onları kullanırım artık. Biliyor musunuz bilmem, pek severim gittiğim yerlerde çevremin fotoğraflarını çekmeyi ve bazen hemen bazen de yıllar sonra bile o fotoğrafları yazılarımda kullanmayı. ;) Örnek yazı olarak, geçen haftaki "Didem'in Gözünden" adlı bloğumdaki bu yazımı vereyim hemen! Bir tık yapın oraya da uğrayın olur mu? Ben buradaki sözlerimi bitiriyorum şimdilik zaten! =))


Böyle bir haftasonu geçirdik, elmalı sirke ile karıştırılmış suyu deneyin derim; eğer sizin de güneş sebepli cilt sancılarınız varsa... Bu sabah okuduğum bir yazıda yazıyordu, önce elinizin üzerinde deneyin; hassasiyetiniz olmazsa yüzünüze ve yanık olan diğer bölgelere de sürün diyordu. Ama ben zaten sodayla veya sodasız olarak, cildimdeki sivilcelerin acısını geçirmek niyetiyle kullandığım için; böyle bir şeye gerek duymadım. Sadece çok fazla kokmamak için su katıp karıştırdım, bilhassa soğuk suyla beni ferahlatıp rahatlatsın dedim. 1-1,5 saat aralıklarla pamuğuma döküp serinletiyorum yüzümü, acıyı %80 ölçüde azalttım. Sonrasında da Farmasi'den aldığım "Aynısefa özlü" cream balsam'ımı sürüyorum, nemlendirici özelliği çok güçlü. :) 

Bu noktaya kadar girmişken, sizler de benim gibi Farmasi ürünlerini deneyimleyerek kullanmak ve bir o kadar da satış yapıp kazanmak isterseniz; buraya tıklayarak benim gibi "Farmasi satış danışmanı" olabilirsiniz... (: 


Okuduğunuz için teşekkürlerimle; 
mutlu bir bayram günü, mutlu pazarlar ve nice güzel günlere erişmeler diliyorum hepimize... Sevgilerimle... =)