30 Eylül 2019 Pazartesi

Eylül 2019 Keşiflerim - Egzersiz Günlüğüm #6


Eylül 2019, egzersizlerim açısından yapabildiklerimi keşfettiklerimle güzel geçti ve gidiyor. Meğer ne zamandır açmışım bu güzelliklere diyorum, kalbim kanatlanıyor uçuyor sanki! Evet, bunları yapabildikçe daha da ayağa kalkabileceğime inancım artıyor. İnancım hala içimde baki ama somut anlamda görebilmek gelişmelerimi, çok daha fazla inandırıyor gücüme ve daha da güçlenebileceğime... :)

Yer egzersizlerimde önceki aya nazaran daha az ama daha öz şekilde bulunduğumu gördüm bu ay... Öyle gerekti, evde bulunamadığımız günler fazla idi çünkü. Ama telafi etmeyi ihmal etmedim. En az olarak, haftada iki gün yer egzersizlerimi yapmayı ihmal etmedim. Aynı Eylül ayında, çok da ağrı çektim. Gelişmelerim ve de destekçilerim bu ağrıları da unutmama yardımcı idi ama şükür ki... =)


Bunu fotoğraflamadığımı farkettim ama önceki aydan kalan bir gelişme ile başlamalıyım; Kalça destekli yer değiştirme mevzum ile! 




Başlığı garip değil mi? Başka türlü de anlatamazdım ki. Ben ayakta olduğum zaman diliminden beri, televizyonlarda engelli rollerinde gördüğüm oyuncuların ellerinin yardımıyla kalçalarına destek verip bir yerden bir yere geçişlerine hayran idim. Bu o kadar zor bir hareket ki, yapabilenler belki anlayamaz o sebeple... Düşünün lütfen; ellerinizden destek alacaksınız, bacak ve kalça kaslarınızı kasacak ve doğru yeri bulup kendinizi oraya atma uğraşı ile yan kaslarınızın da çalışmasını sağlayacaksınız! 4-5 kas grubu bir hareket için çalışacak yani...


Ben bu yaşıma kadar bunu beceremedim, öyle ki oturduğum yerde kendimi yana kaydırma meselesini de son atağımdan 3 sene sonra yeniden kazanabildim... Biraz cesaret yoktu, biraz da yanlış bir şey yapıp bedelini daha ağır ödeme korkusu hakimdi diyelim; denemedim bile. Üstte gördüğünüz yanları bulunmayan İkea'nın tekerlekli koltuğu benim balkondaki oturduğum ve hiçbir ağrıya sebebiyet vermeyen sandalyem... Ağustos ayında bir gün yanında bulunduğu koltuğa sıfır şekilde yaklaştırıp da koltuk üstünden okuduğum kitabı almaya yeltendiğim sırada, uzanma becerimle beraber bunu da yapabilirim ki deyip cesaret doldum. Kalçamı hareket ettirebiliyordum, ellerim de yardımcı olabiliyordu ayaklarım da. Derken denemeye yeltendiğim sırada, "Mantığını kullan kızım! Evet yapacaksın görüyorum, ama ya yaralanarak yaparsan? Bir daha cesaretini kazanman daha zor olur, çağır babanı. Hadi!" dedi içimden bir ses.

Unutmuyorum o günü de, anneannem ve dedemlerin gençliklerinden beri aile dostlarımız ve dayımların kirveleri olan Saniye teyzem ve Kamil amcam burada idi. Babam içeride Kamil amca ile televizyon izliyordu, babamı çağırdım. "Sadece dur ve aksi bir durum olmadan müdahale etme! Bir şey deneyeceğim..." dedim. Babam "Tamam." dedi. Az biraz nefes aldım ve tek hamlede koltuğa kendimi atmıştım. Yarım dirsek üzerinde idim o ilk anda, çok çabuk toparlandım ve ayaklarımı da koltuğun tam üstünde oturabiliyor konuma çektim. İşte başarmıştım! Allahıma çok şükür, yeni bir gelişmem daha vardı! Babam mutlulukla şok olurken, benim içimdeki hazzı kimse ama kimse anlayamazdı o an! :)

Babam mutlulukla beni tekrar sandalyeme kaldırıp oturttu ve bir daha aynı hareketi tekrarlattı! İlk zamanlar kalça kemiklerimden biri hep yer değiştiriyor gibi ağrıdı ama zamanla o duruma da kaslarım ve kemiklerim alıştı... Babamla yeni gelişmeyi kucakladıktan ve de tebriklerini aldıktan sonra, uzanıp ayaklarımı düz konuma getirmek üzere altına yastık koymasını rica ettim. O gün kendi emeğimle beraber yer değiştirmiş ve kitabımı daha büyük bir hazla okumaya başlamıştım! Evdeki herkesin oraya tek başıma geçtiğime inanması birer kez onlara da göstermem ile daha da somutlaştı. Yeni gelişmemizi devam ettirmeyi sürdürüyorum şimdilerde. Bazen zorluyor, bazen hala kaslarım ve kemiklerim nazik şekilde yer değiştiriyor gibi ama başarıyor olmanın verdiği hazla yeni gelişmelere kanat açmanın hevesi kalbimde ve aklımda hakim sürüyor... =)



Yer Egzersizlerimdeki Gelişmelere Geçelim; Denge, Ufak ama Etkili Hareket Gelişimi Ve Keşfetme Hevesi diye adlandıracağım bu konu ile ilgili alt başlıklarımı da. :) 23.09.2019 Tarihindeki keşfettiğim gelişmelerimden bahseceğim böylece...


Her defasında yer egzersizlerime geçmeden önce, salonda koltukta oturduğum sırada kol ve bacak kaslarımı hareketlerimle ısındırıyorum yine; öne arkaya sağa sola hareketlerle, uzanarak arkaya ve çevreme doğru gerdirmelerini yaparak. Solunumu da devreden çıkarmamaya uğraşarak tabi... Bir de bu hareketlere ek olarak atkı yardımıyla ayaklarımı ileriye daha fazla açmaya ve karnıma doğru daha çok çekmeye uğraşıyorum işte. Bunlar benim yer egzersizlerime geçmeden önceki ısınma hareketlerim oluyor..

İki hafta önce yaptığım bu hareketlerim sırasında o günkü ilk keşfim ile karşılaştım, ufak ama etkili hareket gelişimim olduğunu farkettim! Bir önceki bu "egzersiz günlüğüm yazımda da" eski fotoğraflarını görebileceğiniz üzere, karnıma çektiğim tek veya çift ayak halimde esnekliğimle beraber kas kabiliyetimde bir artış hakim... :) Daha çok karnıma çekebiliyor ve de bunu zorlanmadan yapabiliyorum. Kas geliştirmelerimizde, ufak ufak da olsa etkili hareket gelişimleri bizim için büyük bir nimet. Öyle ki, bu şu demek oluyor; geriye gitmiyoruz, yerimizde de saymıyoruz!


Fizyoterapistim İsmail'in 3 hafta önceki lafı bu; "Öyle mutlu oluyorum ki, geriye gitmiyor ve yerimizde saymıyoruz diye. Büyük değil çok küçük de olsa gelişmelerle devam ediyoruz, bu umut veriyor şükür ki. Hep böyle devam edebilmek zaten olmasını istediğimiz." (Biz İsmail ile iyi işbirlik halindeyiz egzersizlerimizde. Derslerimiz olmadığı günler ben telafi ediyorum eksiklikleri, o olduğu zaman toparlıyor eksikliklerimi. Maşallah bize!) 


Denge unsuru mühim olan başka bir konu. Denge olmazsa kas kabiliyetim bir yere kadar götürüyor beni... Son zamanlarda da Yalova'ya gidemiyor olmak benim için büyük bir kayıp gibi geliyor bana. Gidemiyorum, çünkü gittiğimiz hastane Gemlik'ten düzenli şekilde gelen yeteri kadar hasta olmadığı için Gemlik'e servislerini kaldırdı. Bir dahaki talep fazlalılığı ve hasta yoğunluğunda tekrar koyacağını söyledi ise de henüz bir haber gelmedi o taraftan da...

Yalova'ya gitmediğimizden beri, denge problemim daha da az hale gelmiş ve bu durum benim canımı çok sıkar olmuştu. Öyle ki, Ağustos ayındaki çoğu ağrımın bu durum karşısında moral bozukluğuma sebep oluştuğunu keşfettiğimde az biraz kontrol altına alabilmiş idim gibi. Ama yine de yeterli değildi! Ayakta durma dengemi sağlayan durum, haftada iki gün de olsa Yalova'ya gidiyor olmam bir rutine kapılıp daha aktif durumda olmamla ilişkili idi.

Yalova'yı bırakmak durumunda kaldığımızdan sonra bir ay boyunca, artık orada kazandığım desteksiz dengemi sağlayamam diye düşündüm. Temmuz sonundan Ağustos sonuna kadar geçen zamandan bahsediyorum! Ama Eylül başladığında, hala egzersizlerime devam ederken ve yeterli geldiğini düşündüğüm dozda kendimi zorlamamaya uğraşırken gördüm ki yavaş yavaş o denge haline kavuşabilmeye başlamışım. Bunu da iki hafta önce aynı gün keşfettim işte; üstteki fotoğrafların çekildiği an ve günde... Atağımdan sonra yer yatağının ucunda bile dengede oturabilmek benim için büyük lütuftu ki, artık bağdaş kurma pozisyonunda yerde oturabiliyor halimden öteye geçtim!

Şöyle ki, bir ayağınızı bağdaş kurma pozisyonunda yan yatık tutun ve diğerini de onun önüne dizini kırık halde yere basar konuma getirin. (üstteki pozisyondan bahsediyorum ama üstteki resimde daha dengeli değildim maalesef! Orada yarım şekilde öylece tutabiliyordum ve belim kasılıyor, bacaklarım çok ağrıyordu.) İşte bunu tam dengede desteksiz ve de daha kendimden emin yapabildiğimi de o gün keşfettim ve fizyoterapistimin de dediği gibi yapacağım; "Hep yeni şeyler deneme uğraşında ol daha çok, daha neler neler keşfederek gelişeceksin bak!" :)







Bir de yer egzersizlerime geçtiğim pozisyonda, koltuğa yaslı halde diz üstünde iken ki ikili keşfim var; adı, emekleme pozisyonuna doğru... =)

O pozisyonda belimi ve karın kaslarımı kuvvetlendirmeyi - rahatlatmayı amaçladığımı, ilk denememden beri de faydasını gördüğümü söylemiştim. Acayip derecede kasılmalarım ve de bel yanmalarım olmadıkça, bel kaslarımı rahatlatan ve ağrılarımdan uzaklaştıran hareket dizisi olmayı sürdürüyor halde... Ama iki hafta önce o pozisyondaki keşif merakımla, dizlerimi yerden kaldırabildiğimi de gördüm. Dizlerimin ufakça yerden kalkmaları hakimse de, hiç yoktan iyi değil midir? - Bence çok ama çok iyidir... (şuraya gururlu bir ifade alalım!)

Bununla da kalmadım, eskiden yerden kalkarken koltuk yardımıyla kalkabiliyordum; deli cesareti, en büyük gelişmeye niye girişirsin ki hemen öyle? Onu da denedim! Ayağımı koltuğa kaldırabiliyor muyum peki, diye... Yok, tabii ki tamamen kaldıramıyorum ama benim de bir çabam var canım! :) Koltuğa olabildiğince yaklaşıyor ve üst gövdemden de güç alabiliyor haldeyim. Bu kadarını nasip eden rabbime şükürler olsun, devamını da getireceğiz inşallah. Güç alıyorum ve toparlanacağız zamanla da inşallah...



Eylül 2019'un son keşifini, saçımı tepeden tokalamak olarak adlandırabilirim. :) Üstteki fotoğraf ikinci veya üçüncü saçımı kendim tepede topladığım halim, Cuma gününden... Beni bu saç stiliyle çok görebilirsiniz bu ara bence... :) 

Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar zor bir hareketi yine gerçekleştirememiştim ama bu sefer başardım; Eylül ayında başardım! Maşallahlarla devam edeceğim; Maşallah ki bana, rabbim bu günleri de gösterdi ve gösteriyor. Saçlarımı üst görselde göründüğü gibi tokalatmayı hep çok sevmiştim ve kendim yapmayı ne kadar denedi isem de başaramıyordum. Eylül'ün son iki haftasında bunu da başarabiliyor olduğumu görmek bana nasip oldu. İnsan deneye yanıla öğreniyor işte, bir hafta öncesinde yapamıyor iken bir hafta sonra denediğimde yapabildiğimi gördüm önce. Tamam, dirseklerimi masanın üzerine koyarak ve sonrasında tek elim kafamda geriye doğru yaslanarak ve öbür elimi de tokalama işinde kullanarak yapıyorum şimdilik. Ama zamanla bunun kolaylaşacağına da inanıyorum...

Denemekten bıkmamak ve kendimi çok zorlamadan da başarmaya çabalamam gerekiyormuş meğer. Böyle adlandırıyorum, çünkü gerçekten hala zor ama şu an bunu yapmayı bırakır isem o kas grubum yine tembelleşir. Şimdi görebiliyorum ki, bir şeyler zamanla olabiliyor ama tek başına da olmuyor işte. En başında bir zaman bekleyeceğim ve sonra her şey teker teker olacak dediklerim bambaşka süreçler içeriyormuş misal... Zorlu ama zorlanmadan da kolaylaşmayacak!


Kısacası; büyük gelişmeleri yazmam çok sık olmuyor ama gördüğünüz üzere çok uzun zaman da almıyor artık. Ne çok sık ne de çok az... Gelişmelerim bile bir rutine girebildi.  Buralara günün birinde gelip, "ben kendim yeniden ayağa kalkabiliyorum" yazacağım günleri dört gözle bekliyorum. Sonrasında da "E ben artık yürüyorum, hadi bana eyvallah!" deyip çok yer gezeceğim günleri de bekliyorum tabi... ;) 

Ama her koşulda buraya yazıyor olmaya devam edeceğim inşallah, Allahım başka sıkıntı dert keder vermedikçe; yazabilir durumda oldukça yazıyor olacağım. İyi ki yazabiliyorum, iyi ki okuyanların varlığını görebiliyorum ve iyi ki "yaz" diyenlerim var... Ben yazıyorum ama siz de arada "okuyoruz" yazmayı ihmal etmeyin, meğer çok iyi geliyormuş bana! =) 

Sevgilerimle, Ekim'de görüşmek üzere... ;)

28 Eylül 2019 Cumartesi

Eylül'ü Uğurlama Telaşları


Eylül'ün de son haftasonuna yetiştik, önümüzdeki yeni haftanın ilk günü uğurlayacağız Eylül'ü de. Ayları uğurlamayı, biten günlerin ardına akıllanmak ve plan programımı daha iyi sürdürebilmek adına çok benimsedim ve seviyorum... :) Eylül'ü Uğurlama Telaşları dedim ben adına, siz anlayın işte; bir ay daha bitiyor, bize de neler öğrendik neler yaptık düşünmek kalıyor. Yarınlara inatla, planla programla hayata devam. Bir şükür sebebi daha işte...


Eylül'ün son haftasonunda Balıkesir Akçay Güre'de olmak kısmet oldu. Saniye ve Kamil kirvelerdeyiz... 2 sene oldu onlar geleli bu tarafa, geçen sene Eylül sonu gibi taşındılar ve Almanya'ya döndüler sonra; Mart Nisan gibi geri geldiler, derken bir Haziran'da bayrama geldik bir de şimdi işte... :) Haftaya dönüyorlarmış, bu sene üçüncü görüşmemiz oldu bu böylece; yine gelsinler de, seneye daha da çok görüşmek kısmet olsun inşallah... 

Dün öğlen çıktık yola, önceki günkü kan tahlilimin sonucunu da aldıktan hemen sonra. Haziran'daki gibi maaile değil de, bu sefer ablam Eniştem ve Kağanımsız çekirdek aile olarak Mavişimizi de yanımıza alıp çıktık. İlk defa bir ev hayvanımı yanıma almanın garipliğini yaşadım, tedirgin olur diye almak istemedi isem de başta, Maviş çabuk alıştı yolculuğa ve bir süre sonra durduğumuz yerlerde hızlı hızlı nefesler almaya başladı daha çoğunlukla. Bu bana cesaret verdi, daha uzun süreli gideceğimiz yollara da yanımda götürebilir ve en azından yanımda olduğundan dolayı daha rahat olabilirim diye düşündüm... :)

Dün akşam üzeri geldik Güre'ye, hava beklediğimden de iyi; az buçuk serin ama oturulmayacak vakit geçirilemeyecek kadar da değil neyse ki... Akşam 20.00'a doğru Saniye teyzemlere girdik, yemeğimizi yiyip çayımızı içtikten sonra 101 Okey oynamak için masa kurduk; kapmışım ben bu işi de bana fazla iddialısı denk düşmemeli imiş, anladım. En azından bir kişi masada iddiasız olacakmış benim için. İyi oynuyorum ama atılan taşları normal okeyde de olduğu gibi takip etmeyi tam beceriyor sayılmam. :)) 

Akşam Saniye teyzem ile beraber, annem ve babamı iki kez 11'lik oyunda yendik ama... Sakin oynandığı ve de daha az iddialı olanlarla olduğu zaman, başarabiliyorum demek ki. Seneye bir araya geldiğimizde olmak üzere balık yedirecekler bize. Maşallah bize, kardayız yani yine! Zaten Saniye teyzem ile beraber olduktan sonra, nadiren yeniliyorsak da yeniyoruz rakiplerimizi işte. Okey eşini bulmak diye bir deyim var, benim en iyi okey eşim Saniye teyzem işte... ;)


Eylül'ü uğurlamayı esas olarak Eylül keşiflerim ile ilgili yazımda yapacağım ama -Pazartesi gününden önce- dün bir kez daha başardığım bir durumu size bildirmek istiyorum; üstteki kolajda ortadaki halimde netçe görülen saçımı, kendi başıma tepede ben topladım ve tokaladım... :) Yıllar yılı, kollarımı o boyutta bir yere dayasam dahi başarılı olmazken; artık zor da olsa başarıyorum ve saçımı bu sıralar böyle tokalamamın en sevdiğim saç toplama stilim olduğunu gözlemliyorum... (Tam burada bir yan gülüş yapıyorum!)

Eylül'de öğrendim ki diye eklemek istiyorum; zor da olsa denemekten vazgeçmemeyi öğrenmem gerekiyormuş. Bazı şeyler zor başarılıp daha kolaya gidebilsin diye tekrarlanan eylemlerle olmalı imiş... Şimdi daha da kolaylaşsın diye bu eylemi yinelemeyi sürdüreceğim, beni daha çok bu saç tokalama stilimle göreceksiniz bu aralar... 

Dün Saniye teyzem ve Kamil amcamlara geldik geleli de üstümde gururu ve mutluluğu var son başarımın... Bu bir noktadan yine ayağa kalkmış olmak gibi şimdi benim için. Eylül'ü keşifleriyle uğurlarken bu duygularımdan daha derin de bahsedeceğim, ama sırası gelmişken söylemek istedim. Maşallahla beraber! =)


Sabaha karşı 4e doğru yattık dün, bu sabaha da 10'da uyandık ama yine burada kendimi epey dinç hissediyorum... Açık havaya daha yakın halde olmanın hissettirdiği iyilik hali diye bir gerçekliğim varmış meğer. İzmir'de de iki hafta önce bulunduğumuz haftada daha çok açık hava ile bir arada olmanın verdiği iyilik hali, burada da var. 

Fırsatları ve imkanları çok düşündüğüm şu sıra, iki günlük de olsa iyi geldi Güre bana. Saniye teyzemlerin evleri denizi de görüyor, girişleri yere de yakın; balkonda kahveyi içerken bile daha özgür hissediyorum kendimi bu yüzden, her an sokağa çıkabilecek durumda hissetmek iyi hissettirdi bana...

Ama ona rağmen çıkmadık dışarıya, sadece balkonda oturmak ve o hissi yaşamak bile iyiydi. Çünkü daha ötesinde de iyi hissettiren şeylerin etkisi hala üzerimde... Hani bazen anlatmak isterken büyüsü bozulmasın, böyle sürsün gelişmeleri mutlulukları ve de sıkıntıların içinde size destek oluşları diye, böyle sürsün istersiniz; evet öyle bir dönem yaşıyor hissediyorum. Üç yandan şükürlerle karşıladıklarıma vesile olan Eylül ayını uğurlarken bunun da telaşı var işte içimde... 

Bugün balkonda kahvemizi içerken açık havaya yakınlığımda, bunları yazmayı da düşündüm. Hisleri anlatmak, yaşarken daha derinden ve sakinlikle yaşayabilmemi sağlıyor çünkü. Yazmalıyım demeye iten buydu bu sefer... İleride ne gibi sağlıksal gelişmelerim hayatıma katılır ve eskisi gibi hayallerime eşdeğer değişimler yaşarım, işte şu süreçte yaşadıklarımı o zaman daha netlikle anlatmayı düşünebilirim. Ama kısacası kendim ve hayallerim adına önümüzdeki süreçte serbest meslek erbablığına doğru oldukça küçük bir geçiş yapma telaşında ve de aynı süreçte güzel sağlık gelişmelerimi almakta olduğumu söyleyebilirim. Evet bunlar benim güzel şeyler oluyor dediklerimden bu ara... :)

Velhasıl; Balıkesir Güre'ye geldik, ağrılı sancılı zor günler ama destek halinde iyi hissettirildiğime şükrettiğim anların üzerine. İyiyim, Eylül'ü geçen senelerin garipliklerinden ayrı olarak bu sene daha iyi uğurluyorum... 

Planlar programlar, yeniden haftaiçine girdiğimde istediğim gibi ilerlemeyi sürdürürse; Ekim'i de güzel uğurlarız Kasım'ı da inşallah... (= 

Sevgilerimle...

20 Eylül 2019 Cuma

İlçemizin İlk Kitap Fuarı - 1. Gemlik Kitap Fuarı


Artık bizim ilçemizin de bir kitap fuarı var demeye geldim bugün, minik ama yeterince amacına yönelik... :) İlk Gemlik Kitap Fuarımız 14 Eylül'de açıldı ve 24 Eylül 2019 tarihine kadar da ziyaretçilerini bekliyor. Haydi Gemlikliler ve Gemlik yakınındakiler diyorum. Kitap okuyalım, kitap okutalım... (:


İzmir'de iken haberini aldım, "Gemlik'in İlk Kitap Fuarı açılıyor" diye. 14-24 Eylül 2019 tarihleri arasında açık kalacak ilk fuarımıza, 18 Eylül'de gitmek nasip oldu bana da... Gidebildiğimce senede bir kez tek bir fuara giderim, o da Tüyap Bursa Kitap Fuarı. 18 Eylül 2019 günü babamla ziyaret ettiğimiz fuara gelince, ilçe bazında gittiğim ilk fuar oldu. İster istemez kıyaslamak açısından küçük geldi ama bir ilçe zaten ne kadarını kaldırabilir ki? Daha büyüğü olsa nasıl olur ki? diye düşündürttü sonrasında.. Belki de zamanla büyüyecek bir kitap fuarı girişiminin ilki bu sene gerçekleştirildi nihayetinde. Emeği geçenlere sevgilerim ve teşekkürlerimle gözlemlerimi sunmak isterim... (:

Ana yayınevleri diyebileceğimiz yayınevlerini görebildiğimiz fuarımızda, baş köşede YKY (Yapı Kredi Yayınları) ve Can Yayınları baş köşede bulunuyordu. Karşı standlarında Epsilon Yayınlarının ve Everest Yayınlarının da kitaplarının baş köşede durduğu bir yayınevi grubu standı mevcuttu. Bursa Kitap Fuarı gibi en baş köşede bunları görmek tabii ki çok güzeldi benim için... Klasiklere yanaşmadım yine ama onlara dokunmak, yeniden okuma listeme birkaç kitap ekleyebilmek güzeldi...


Küçüklüğünden olduğunu düşünüyorum, çok fazla yayınevi olmasına rağmen bazı yayınevlerinde içerik azdı. Ama bunlar bahsettiğim büyük yayınevleri değildi elbette; Pegasus, Can, YKY, Arkadya ve Kırmızı Kedi yayınlarının bulunduğu gruplar, oldukça zengin kitap seçeneğine sahipti. 

Yanlış hatırlamıyorsam Yakamoz grubu vardı bir de, onların da içerikleri oldukça bol ve sağlamdı. Serdar Özkan kitaplarını gördüğüm stand sanıyorum ki onlarınki idi. Okumadığım Serdar Özkan kitaplarını almaya yeltenmekte geç kaldığım için, maalesef teğet geçtim tabii ki... :)

Benim elimde okuduğum son kitabın (Esir Şarkılar Vadisi) bitmek üzere olduğu dönemde, internetten alışveriş yapmayı düşünürken çok güzel denk geldi üstelik bu fuar. Arkadya Yayınları önündeki indirimin içine düşmek istedim bir an... :) 3 Kitap 50 TL indirimi vardı o gün, 20 TL'lik kitaplar bölümünde 3 kitap seçip 50 TL'ye alabiliyordunuz. Okuduğum yazarlardan olabildiğince uzak durarak, yeni yazarlar keşfetme imkanı buldum bu sayede yine. 


Aldığım kitaplara gelince... Sıralayalım yine;

Gözyaşlarının Kalesi - Cathy Gohlke 
(İnternet alışverişimdeki sepetimde duruyordu öncesinde, öyle güzel denk geldi!)
Kabuğunu Kıran İnci - Nadia Hashimi 
(Dikkatimi çeken hikayesi gereği beğeneceğimi umdum)
Kırmızı Şemsiyeli Kız - Susan Meissner 
(Bu kitap da, yayınevi grubu standında görevli beyefendinin önerdiği kitaplardan biri idi.)


Diyeceğim o ki; bir kitap fuarını daha kendim adına, az ama öz şekilde atlattım... Gemlik'imizin küçük ama amacına yönelik olduğunu ve ileriki senelerde daha da organize olacağını düşündüğüm kitap fuarımız hayırlı uğurlu olsun. :) Hep daha bol yayıneviyle, kitapla ve yazarla seneler boyu amacına yönelik sürsün, tüm kitap severlerle buluşturulsun inşallah... =) 

Sevgilerimle...

18 Eylül 2019 Çarşamba

5 Günlük İzmir Tatili - Eylül 2019


Geçen hafta bugün başlayan İzmir tatilimizin yazısıyla, yeniden merhaba... Bizim tatilimiz geride bıraktığımız pazar günü bitti ve bugün eve dönüp yorgunluğu atmaya uğraşalı da üç gün oluyor. Bir haftadır yazı yazmadım ya, uzun uzun cümleler kurasım var; affınıza sığınıyorum şimdiden, iyi okumalar dileyerek... :)

Beş günlük bir İzmir gezisi planlamıştık kendimize, taa Şubat ayında; bu yazı onun yazısıdır işte...

11.09.2019- Çarşamba


İzmir çok güzeldi... Epeydir gitmek istediğim bir şehirdi ve fırsatını Şubat ayında yakalamıştık. Annemle dayımlarım amca kızının düğününün İzmir-Urla'da olacağını öğrendiğimizde, madem öyle neden tatili de o zamana kaydırmıyoruz ki? dedik dayımlarla beraber. Hal böyle olunca, ortak bir otel rezervasyonu yaptırdık; "şansımıza deniz havası da olursa tadından yenmez, fırsat buldukça da gezeriz" dedik ama, fırsatı daha çok gezmekten yana elde edebildik... :)

11 Eylül sabahı erkenden yola çıktık, 10.30 gibi İzmir'de idik. Dayım, yengem ve İncim 5 gün öncesinden İzmir Kuşadası'nda tatillerine başlamışlardı; 11 Eylül Çarşamba günü de Seferihisar'daki otelimizde buluştuk ve kavuştuk... Otel odalarımız ayrı taraflarda ayrı yönlere bakıyordu ama biz zaten yatmadan yatmaya kullandık odalarımızı ve günün geri kalanında beraberdik daha çoğunlukla. 

11 Eylül sabahı kahvaltımızı İzmir'de yaptık. Fotoğrafları düzenlerken es geçmişim, şimdi farkettim; o sabah İzmir'in meşhur boyozu ile kahvaltı ettik öncelikle, İzmir kordona yakın bir fırın cafeterya'da... :) Güzeldi, evet annemlerin de dedikleri gibi, bildiğimiz talaş böreği idi; ben sanırım daha fazlasını bekliyordum, çünkü bana öyle olduğunu söyleyen bile olmamıştı. Sadece çokça kendi kendime merak ediyordum, taa Kavak Yelleri dizisinden beri. :) Sabırlı insanmışım, o gün bugündür İzmir'den başka yerde yemeyeceğim demiştim. Aferin bana... (:

O gün çok oyalanmadan İzmir içerisinde az biraz dolandıktan sonra, Seferihisar tarafına ilerledik; otelimize varmak üzere. Önce biz vardık, yarım saate kalmadan da yengemler... Öğlen atıştırmalıklarına yetişmiştik, fastfood ürünlerinden yiyerek başladık biz tatile; sonrasında da mayolar giyinilip havuza inildi. Serindi, esiyordu ve benim girebilmem tatil boyunca mümkün olmadı... Gerçi o gün iyi ki girememişim; akşamına da yol ve esinti beni çarptı, yediğim akşam yemeğinin de faydasını göremedim. Ama aylar sonra beklenen buluşmanın ve tatilin tadını fazlasıyla çıkarmaya başladık o gün.


Otelimizden bahsedecek olursak; Labranda Lebedos Princess, Seferihisar'da deniz kenarında kendi sahili bulunan bir oteldi. En güzel yanı denize yakın olması ve yeşillikler içerisinde olması idi galiba. Kendi bahçesinden toplanan yeşilliklerle ve meyvelerle karşılandık her öğünde bir de, yemekler ve lezzet konusunda çok memnun kaldık... Hizmet kalitesi ve ilgi alakadan bahsetmiyorum bile, gerçekten engellilere yönelik eksikleri bulunan bir otel olmasına rağmen; müşteri memnuniyeti üzerine hiçbir kusurlarını görmedik, teşekkür ederim ailem adına ve kendi adıma... :)

Otelde memnun kalmadığımız bir tek nokta vardı, engellilere özel girişten odaları bulunmamakta idi. Biz rezervasyon yaptırırken bize alt kattan, girişi düz bir oda vereceklerini söylemişlerdi ama onlar da "biz aslında bildiriyoruz müşterilerimize bu durumu" dediler ilk gün ne yapabiliriz diye araştırırken... Belli ki bir yandan bir yanlış anlaşılma oldu; odalar iki katlı binalarda, her katta 5er oda olmak üzere sıra sıra dizildiği üzere, 7 merdiven çıktıktan sonra başlıyordu. Bize ilk kattan ve ana binaya yakın kısımdan oda verdiler neyse ki, ama seyyar bir rampa bulmaları mümkün olamadı. Denendiği üzere ellerinde bulunan rampa, o merdivenler için uygun düzeyde değilmiş. Beş gün idare ettik, yatmadan yatmaya girdim ben daha çoğunlukla. Zaten odalar kısmının dışında bir de eğlencelerin yapıldığı Amfi tiyatro kısmına geçiş iki yanı merdivenli bir köprü ile sağlanıyordu. Ama bunlar dışında her noktasında akülü sandalyemi kolaylıkla kullanabildim (bir de ana bina üst kat barı haricinde, unutmadan).

Amfi tiyatroda ilk akşamımızda mini disko eğlencesine, üstte bahsettiğim sebeple katılamadım. Ama tek başıma o gün gezmek bile bana yaramıştı.. Sonra ertesi gün olması lazım, Türk gecesi idi ve alanın gözüktüğü köprünün otel kısmı ucundan annemleri gönderdikten sonra gezinmeye başlamadan önce bakıyordum alana. Yanıma bizimle odanın giriş merdivenleri konusunda sıkıntımızı çözmeye uğraşan hanımefendi geldi, beni o alana çıkartabileceğini söyledi. Başta gerek yok desem de, sonra bir sürü personelimiz var bizim için sorun olmaz dedi ve o merdiven engellerini önümden sildi götürdü. Sonrasında hırka da verdi bacaklarıma, polar diz battaniyesi de göndermişti ardından bana... İyi baktılar yani bana, müşteri memnuniyeti had safhada idi... =)



12.09.2019 - Perşembe


Ertesi gün Çeşme planımız olması üzerine, kahvaltımızı yapıp çok geç olmadan otelden çıktık... Çeşme'de annemlerin bir diğer amcalarının eşi ve kızları oturuyor, onların yanına gittik. O amcamız seneler önce vefat etti ve kızlarının tayini de geçen sene Çeşme'ye çıktığından beri oradalar işte. Önce yenge ve kuzen ziyareti, sonra onların eşliğinde Çeşme ve Alaçatı gezmesi yapıldı... 

İlk günler hayli yorgun geçti, Kağanım ve benim için. Alaçatı'yı gezmeye diye gittiğimizde, yolda uyuyan Kağancım ile yorgun olan ben dinlenmeye çekildik diğerleri gezerken... Söylediklerine göre Eski Datça Evleri gibi sokaklara sahipmiş orası da. Ama biz geçen sene gittiğimizde o sokaklar çok doğal gözüküyordu, o kadar yapılı boyanmış olmasına rağmen. O kadar doğal mıydı Alaçatı da, bilmiyorum ama annemler gezmiş epey beğenmişler. Ben size bu noktada "Eski Datça ve Datça" gezimizi yaptığımız geçen sene yazısını hatırlatayım, hazır lafı da geçmişken. Buraya tık tık lütfen... =)

Çeşme'nin en sevdiğim noktasına gelince, kalesinin görünümü çok güzeldi bana göre... Ama fotoğraflayamadım, çekim alanım arkada oturduğum için epey kısıtlı idi. Bir başka geniş zamanda, gezilesi bir yanı var ise içi de gezilebilir bence. Bize bu sefer kısmet olmadı çünkü...

Akşamına otele geri geldiğimizde, yemek vaktine iki saat kadar falan vardı ve sabah gördüğümüz üzere o akşam Türk Gecesi planı vardı. Yemekler ve de eğlenceler Türklere özgü diyordu... Önce yemek vaktine kadar her birimiz dinlenmeyi tercih ettik, sonrasında yemeğe indik. Türk yemeklerine özgülük de takdire şayandı tabi, şu eksikti diyemeyeceğim. Yemek sonrası 9.30'da başlayacak olan eğlencesinde de Türk Gecesi hakimdi, dediğim gibi o eğlenceye benim katılımımı sağladılar; aklımda yokken... Dansözle başlayıp, halk oyunlarımız ile devam eden ve son olarak da Türk düğünlerinde çalan şarkılarımızla seyircilerle beraber devam eden bir eğlence idi... Not; otelden reklam tavsiyesi almadım, sadece deneyimlerimizi ve beğenilerimizi paylaşıyorum. :)


13.08.2019- Cuma...


Otelde üçüncü günümüzde kapalı bir havaya uyandık... Hava hem epey soğumuş daha fazla esiyor, hem de sabah erkenden yağmış atıştırmış o kapalı hava belli ki yine yağdıracaktı. Kahvaltımızı içeride yaptık, biraz bekleyelim de olmadı Sığacık'a ineriz dedik. Yani günün ilk yarısını otelde pinekleyerek geçirdik. :)

Üst kolajda gördüğünüz kaplumbağalar, oteldeki derenin kaplumbağaları bu arada! Sığacık ile alakaları yok... Oteli turlama fırsatımız oldu da o gün, önce onları doyurduk. Her biri konsey toplantısı yapıyormuşcasına dip dipe doluştular ekmek attıkça.. Sanıyoruz ki doyuruyorlardır da, biz ekmek attığımızda hayli doluştular oradaki kıyıya da... 

Öğlen saat 14.00'a kadar otelde bar kısımlarında oturarak ve çocukları olabildiğince çocuk odalarında oyalamaya uğraşarak geçirdik günün yarısını. Neyse ki, İncim ile Kağanım korktuğumuz gibi oynamaz halde değillerdi ya tatilde. Otelde epey koşturdular ve birbirlerine de olabildiğince uyum gösterdiler... Otelde çocuk kategorisinde bir onlar vardı zaten, üç de bebek vardı kucakta. Okul mevsimi açılınca tabi, daha çok torunlardan dinlenmeye kaçmış nine ve dedeler hakim gibi bir durum da ortaya çıkmadı değil... :) 


Sığacık'a indik öğleden sonra, sezon yarı yarıya kapanmış da olsa güzeldi oralar hala... Birçok dükkan kapanmıştı, kaleiçindeki sokaklarının iki tanesi tamamen terkedilmiş gibiydi. Ama sonra Egenin Hamsi'si dizisinin çekildiği karşılıklı dükkanların bölgesine yaklaştıkça gördük ki, o sokakta hala devam ediyor hayat... Kapalı açık demeden biz gördüğünüz üzere gezdik ve fotoğrafladık da zaten. Bir nevi Alaçatı gibiydi orası da, ya da Eski Datça... =)

Rengarenk mevkiler, süslenmiş ve özen gösterilmiş alanlar hepimizin dikkatini çekiyor malum; bir laf var o aklıma geldi orada, "güzel bakmak sevaptır!" Aynen öyle idi, Sığacık'ın o sokaklarına iyi bakmışlar. Sezon henüz kapanmadan gitse idik daha canlı ve daha da sevecen gelirdi büyük ihtimal ama dediğim gibi bu hali bile güzeldi bence... 

Üst kolajda alt resimlerden duvarları nazar boncuklu pansiyon&cafe var ya hani, orası da "Olanlar Oldu" filminin çekildiği yer imiş. Ata Demirer'in izlemediğim filmlerinden biri! Haberim olsun, bu yazı sonrasında izleyip o pansiyonun resimleri ile yorumlarımı da yazayım sonra bloğuma... :) Tabi, sizin de haberiniz olsun!


Sığacık'ı gezdiğimizin akşamına, amfi tiyatrodaki eğlence üst kattaki bara taşınmıştı; ben gitmemeyi tercih edip yemek sonrası sessizleşen ana restoranda kaldım o akşam... Gündüz üst bar kısmından babam beni indirirken azıcık merdivenlere sürtülen ve ağrıyan ayaklarım sebebiyle, ne kadar yardım ederiz dedilerse de çıkmak istemedim. Ana restoranda kitabımla, çayımla ve Kağanımın bana gide gele getirdiği su ve çikolatalı süt servisleriyle kitabımı okudum...

Hava yine serindi ama gündüzki kadar da değil... Geçen sene ilk otel tatilimiz olan Marmaris'teki yazılarımdan hatırlar mısınız bilmem ama ben hatırlıyorum; orada da kendime bulduğum köşeleri, akülü sandalyemle gidip kaldığım kısa ama faydasını gördüğümü düşündüğüm yalnızlık anlarımı sizlerle paylaşmıştım. İzmir'de de bu alanlarımı ve anlarımı pek sevdim yine...

Ben aşağıda tek başıma takılırken ve kitabıma ihtiyaç duyduğumu düşündüğüm anlara odaklanırken, yukarıda müzik sonrası tombala turnuvasından İncim ödüller kazanmış. O günün gündüzü yağmurlu, gecesi serin de olsa, hepimiz şanslı idik bir yandan da işte... =)

Otel kedi dostu bir kedi idi bu arada. Sayabildiğim kadarıyla 6'dan fazla kedisi vardı ve o kediler hiç kimseyi rahatsız etmeden dolanıyordu etrafta. Otelin lobisinin koltuklarında yerini almış o grili kedi de, genellikle lobide oluyordu işte. O akşam fotoğrafladım onu, odalarımıza çıkmadan önce çorbalarımızı içtikten sonra lobiden geçerken... 

14.09.2019- Cumartesi...


Malum düğün günümüz 14 Eylül Cumartesi günü idi ve o gün oteldeki son havuz keyfini yaptı benim haricimde bizim gruptakilerin hepsi... =) Denize ne yazık ki kimse ayağını sokmayı deneyemedi. Hava o kadar serindi ki, denizi denemeye bile cesareti olamadı kimsenin. Havuza bile giremediğime sonradan üzülemedim, titreye titreye girdi ve titreye titreye de çıktılar sonra. Kısmet işte bazı şeyler, benim kısmetimde kitabımı okumak varmış ve bir de sevdiklerimle beraber olabilmenin keyfini çıkarmak... 

Seneye yaz boyu havuz ve deniz keyfi nasip olsun bana bize inşallah. İstiyorum ki, Eylül'e bırakmaya gerek olmadan şartlar koşullar sağlanabilsin. Bu yaz annemlerin köy işi, gelenler gidenler ve gitmemiz gereken yerler; derken iyi ki kıştan bu tatil rezervasyonunu da yaptırmışız, dedik... Neye niyet, kime kısmet dedikleri. Bana yiyebildiğimce yemeler, gezebildiğimce gezmeler nasip oldu...



Urla'daki düğüne gitmek üzere, Cumartesi günü 3'ten sonra hazırlandık, 5:30'da da yola çıktık... Giderken otelle ilgili konuştuğumuz üzere, ortak noktamız; acıkmayı özlediğimiz oldu... Böyle bir tatilde acıkmaya fırsat kalmıyor, öğünler hazır ve size sadece takip etmek kalıyor ya hani. İşte bu durumu o gün konuşmamızın, düğün yerine gittiğimizde çok manidar olduğunu anladık. =)

Düğün kır düğünü idi, açık alanda üşüyeceğimizi anlayarak üzerimize şallarımızı alıp gittik ve düğün konseptinde nikah ile yemek arasındaki zaman dilimi epey uzundu. Acıkarak yemek yemek o gün kısmet oldu yeniden. Yedik içtik, akşam bastırınca da herkesi sahneye döküp oynattık...

Gelinimiz ve damadımız birbirine çok yakışmıştı, düğünü sebebiyle amcamızın kızını tanımak nasip oldu bana da... Uzak mesafe akrabalığı olduğu için, bize görüşmek nasip olmamıştı yıllar yılı. Belki küçüklüğümüzde de karşılaştık ama ben hatırlamıyorum. Annemin amcası ve eşini tanıyorum ama Gökçenur'u tanımıyordum. Tanıştık ve memnun olduk, dilerim Gökçenur ve Deniz'in hep mutlu olduğunu görürüz bundan sonrasında da...


15.09.2019- Pazar...


Ve Pazar günü, bizim otelden ayrılma günümüzdü... Sabah kahvaltısını ve sonrasındaki çay keyfimizi uzatabildiğimiz kadar uzattık, saat tam 12'de otelimizden ayrıldık. Güzel şeyler bir şekilde çabuk bitiyor, soğuk zamana gelmesi kötü olduysa da güzel geçti ya tatilimiz, anısını böyle saklamak istedim yine.

İçimdeki bir hayal daha gerçekleşti ve hatıralar kısmına gönderildi... İzmir'e bir daha gitmek ne zaman kısmet olur bilmiyorum ama şimdilik "Pişisini de Boyozunu da Midyesini de" yediğim için mutlu ve de doymuş durumdayım. Bazı şeyler yerinde mi güzel, belki de biz biraz büyütüyoruz bu olguyu; ama bir yandan da, öyle istiyorsak ve gerçekleştirebiliyorsak öyle olsun diye düşünmek gerek değil mi? Bence öyle... :)

Dönüş günümüzde Midyesini denedim İzmir'in, gezdik de biraz o çevreyi. Bilmeyen olduğumuz için hayli acemi bir tur atmaktı bu, ama yine de güzeldi...

İzmir'in havası, ilk günümüz ve son günümüzde en güzel halinde idi; sonraki günler hep serin ve de soğuk karşıladı bizi... İzmir'i bizi karşıladığı şekilde bir şeye benzetsem, şaşırtmayı seven sürprizlerle dolu bir insana benzetirdim! Gidene dek hep duyduğum, İzmir'in kolay kolay soğumadığı ve sıcak güneşiyle her daim yakıp kavurduğu idi... Ama bu sene mevsim genellerinde bir değişiklik hakim ya işte, başa gelen yine çekildi ve en olabildiğince tadını çıkarttık yine.

İzmir'e bir daha gitsem, daha sıcak bir mevsimde gitmek isterim şimdi. Belki daha iyi bir halde iken, soğuk denizini bile deneyebilirim. Marmara Denizi'ni soğukluğu sebebiyle sevmeyen ben, İzmir'i sevdiğim şu halinde denizinin soğuk olduğunu söyleseler de denemeye istekli gördüm kendimi. =)


Velhasıl bir tatil daha bitti, rutine döndük yine; fizik tedavilere dönme vakti, bir dahaki güzel bir tatil ve gezme fırsatını yakalayana kadar zamanım var yine. Daha iyi olmaya ve daha iyi gezmelere... İzmir'de az biraz baş dönmelerime rağmen iyi gezdim ama daha da iyi olmalarıma odaklanmam gerekiyor yeniden işte. 

Haydi rutine dönme vakti, hazır iyice dinlenmişken... 
Sevgilerimle... (:

10 Eylül 2019 Salı

İnternet Günlüğüm 2019 #2 - Eylül Günlükleri


O kadar uzun zamandır yazmamışım ki "İnternet Günlüğüm" başlığımın altında, senenin 2. İnternet Günlüğüm yazısını yazdığıma inanamıyorum hala. Eylül 2019 yazmaya gönlüm de razı olmadı bu sebeple.. Ocak'tan bu yana olmak üzere değerlendiririm de belki diye, Eylül Günlükleri bu yazımın adı; hani biz küçükken vardı ya "Narnia Günlükleri" diye... :) Ah çok geçmişe gittim galiba şimdi!


Eylül, Uluslararası Gemlik Zeytin Festivali ile başladı yine... Eskiden Gemlik'in Kurtuluşu ile beraber kutlanırdı zeytin festivalimiz, 11 Eylül öncesinden başlar ve 11 Eylül ertesi bitmiş olurdu. 5 senedir böyle değilmiş ama benim gitmeme fırsat olmamıştı hiç bu yeni başlayan festivalimize. Her yaz mutlaka Antalya'da veya Ankara'da oluyorduk çünkü, bu sene farklı oldu benim için de...

Her akşam bir sanatçının konseri vardı bu sene, geçen sene de öyle miydi bilmiyorum ama... Her gören oldukça coşkulu geçmesinden memnun halde idi, üstelik yeniden... Benim bahsettiğim zaman diliminde de 11 Eylül arifeleri ve 11 Eylül'lerimiz çok güzeldi böyle. Doğrusu yeniden Gemlik'i coşku içinde ve kaliteli sanatçılarla görmek, beni çok ama çok mutlu etti. 30 Ağustos Zafer Bayramımızın akşamında Resul Dindar sahnede idi, ertesi günü yazısını da yazmıştım.. Kendisini o kadar çok severim ki, ilk defa gittiğim konseri sayesinde daha da çok sevdim! :) O yazımı okumak isterseniz, burada bulabilirsiniz...

Zeytin Festivalimiz güzeldi, ama o 3 gün boyunca misafirlerimiz olması sebebiyle gündüz inip festival alanını gezemedik. Ben zeytincilerin olduğu alanı gezebildim ve zeytinlerimizden tadabildim; her biri ayrı güzeldi ama akşam vakti ne kadar olabilirse oldu benimki de işte...

Siyah ve yeşil zeytinlerden Atatürk Portresi yapılmıştı, daha festivalin ilk günü Gemlik sayfalarında ve arkadaşlarımın hesaplarından gördüm. Ama ancak son günü inebildim o portreyi de yakından görebilmeye. Resul Dindar'ın konserine indiğimde, ters noktalarda olduğumuz için görememiştim maalesef. Emek fotoğrafta bile gözler önünde ama canlısı daha da güzeldi vallahi. Yapanların emeklerine sağlık. :)

Gidenler, tarihi eşyaların bulunduğu ve zeytincilik tarihinin anlatıldığı sergi çadırlarının da çok güzel olduğunu söylüyorlar, ama ne yazık ki ben onu da kaçırdım. Güvenlik sebebiyle, akşamları kapatma kararı almışlar meğer... Zeytincilik tarihini, her bir Gemlik'linin öğrenmesini gerekli görüyorum ben de. Gemlik'imize gelenlerin ziyaret edip merak ettiklerini öğrenebilmesi açısından da yakın zamanda bir zeytin müzesi açılabilmesi düşüncesini de destekliyorum. Bakalım, ne zaman açılırsa... Ben buradan bildiririm zaten, orası kesin de. :)

Velhasıl, Eylül ayında Gemlik Zeytin Festivali ile başladık Eylül'e. Festivalimiz Resul Dindar'ın konseri ile başladı ilk gün, üçüncü gün de Ziynet Sali konseri ile sona erdi. Festivalin ikinci gününün akşamında Ece Seçkin'in konseri vardı ama biz ona gitmedik. Ziynet Sali'nin konseri de iyiydi ama bana kalırsa en güzeli ortalarından sonrası idi... Biraz Gemlik Ziynet Sali'yi coşturdu, Ziynet Sali'de sonlara doğru daha çoğunlukla Gemlik'i tabii... (:


Bu sene ikinci kez saç kestirdim Eylül ayında... Genelde saç kestirme aralıklarım 6 aya kadardı, ama bu sene bir farklılık oldu; Mayıs ayından sonra, şekilsiz görüp bir kez de Eylül vakti kestirdim. Bunda bu ay İzmir'de annemin amca kızının düğününün olmasının da etkisi var tabi, ama yine de kısa saç tutkusunun bende fazlasıyla yer etmeye başladığını da gözlemleyebiliyorum. Öncelikle rahatlığına alıştım tabii, ama şimdilerde kısa saçın daha estetik durduğunu da kabul ediyorum. Özellikle saç yapımın yağlı olmasından ötürü, kısa saçı daha iyi idare edebildiğimi düşünüyorum ben de artık... :)

Annemle kestirdim yine bu sefer, 6 gün önce işte. Saç kestirme sıklıklarımıza bakılırsa, anneme yetişmek üzereyim, Mayıs'tan sonra onun ikinci kestirişi bu... Akrabamızın gelini yeniden kuaför dükkanını açtı Haziran ayında bu arada, düz ayak olması açısından artık yeniden onun dükkanını tercih edeceğim elbette yeniden. Görüldüğü üzere, kendisi işinde epey iyi. Tekrar hoşgeldin işinin başına Dilek abla... (: 

Bu arada, lafını etmişken değinmeden geçmeyeyim; Gemlik'te girişten herhangi bir dükkan, özellikle de kuaför dükkanı bulabilmek çok güç. Bu durum ben kendimi bildim bileli var üstelik... Buralarda kuaförler bina içerisinde daire tutuyorlar daha çoğunlukla ve o daireler asansörlü daireler de değil üstelik! (Evet, çoğu şehirde durum böyle olsa da yanlış işte!) Dar alanda ve eşit olmayan basamaklarının olduğu eski tip merdivenleri olan eski apartmanlardan bahsediyorum bu arada! Neyse ki bu durum şu son senelerde azıcık da olsa toparlanmış durumda. 

Ama gel gelelim hala girişleri basamaklı ve yüksek girişli dükkanlar mevcut. En azından her şehirde en az iki tane girişi düz kuaför dükkanları veya herhangi esnaf dükkanları olmasına özen gösterilmesini arzu ediyorum! Biz engelliler açısından en zor bulunan dükkan ve marketler, girişi engelsiz olanlar. Lütfen empati kurun, kendinize bir şey olmasını beklemeden çevrenizi düzgün hale getirmeyi alışkanlık edinin... Gönülden bunu arzuluyorum.


Bu aralar Mavişimle yeniden sıkı fıkı haldeyiz ve kitaplarımla da oldukça ilgiliyim... Bu seneki okuma hedefime ulaşmak için emin adımlarla ilerlediğimi düşünüyorum. 50 kitap okuyacağım demiştim ya hani; şu an 24. kitabımdayım, geriye kalan 26 kitabı da okuyabileceğime inanıyorum. Son zamanlarda kalın kitaplar okuduğumdan ötürü biraz yavaş ilerliyorum tabi (üstteki resimde de okuduğum son 4 kitaptan görüldüğü üzere)... =)

Mavişimle "ana-oğul" moduna girdik şu aralar, öpücük verme modunda fazlasıyla korkaklığını üzerinden attı bana karşı ve üstelik anne babama da karşı... Kafesine yaklaştığımda artık köşeye pısmıyor kuşum, söylediği kelimeler 15'i cümleleri de 5'i geçti... =) Evet, az buz da olsa cevap verir halde artık; Günaydın'a nadiren de olsa Günaydın gibi, öpücüğüme öpücük, canım kelimesine canım veya aşkım demesi gibi... Evde bir hayvan besleyen var ise eğer, o evin çocuğu gibi oluyor bir süreden sonra. Bilen bilir tabi... Sabahları ona "Günaydın Mavişim" demek, akşamları "İyi geceler Mavişim" demek bir rutin halini alıyor. Öyle ki eğer Mavişiniz de bunu benimsiyor ve size öpücükle dahi olsa hemen karşılık veriyorsa, o kalbiniz istemsizce de eriyor... :)

Evde Maviş'i sevmeyen yok, zaten sevilmese barınabilir mi bu evde değil mi? Mavişim de evdekileri benimsedi tabi; anneme "Badiş" diye sesleniyor, Kağan ortalıkta görünmediği zaman bizim gibi "Kaaan" diye sesleniyor durmadan! :) Güldürüyor her bir durumu beni resmen; neşe veriyor, sevdikçe de neşeleniyor... Mesela dışarı çıktığı an, bir duraksayıp omzuma uğradıktan hemen sonra üç tur uçup uçup geldiğini biliyorum. Sanırım kanatlarını açıyor o hareketliliği... Ama daha önceki kuşlarımda hiç böyle bir rutin hatırlamıyorum mesela.

Sabahları uyanınca beni uyandırmaya çalışmaları çok sakin sonra. Önce minik ama sesli bir öpücük atıyor, ses vermeyince o öpücüğü sürekli tekrarlıyor. Günaydın Mavişim, deyince de sakinleşiyor! Bu öyle güzel bir rutin halini aldı ki, bazen hiç cevap vermeyecek halde uykulu oluyorum. Ayıkamıyorum resmen. Ama Maviş bıkmadan usanmadan ziline vuruyor sert sert, Mavişim deyince yine duruyor ve yavaşlıyor o arada... =) 

Üstteki fotoğrafımıza gelince, ilk zamanlar omzuma geldiğinde utana sıkıla, korka korka öperdim Mavişi eğilip de omzuma doğru; ıssırırdı o zamanlar. Şimdilerde öyle alıştı ki, omzumda da benden çekinmiyor, dışarı çıkar çıkmaz benim omzuma konuyor ve geldiği gibi çoğu eğilmemi görür görmez öpücüğüme aynı anda karşılık veriyor... Bir hayvanın sevdiği insan olabilmek, kalbi doyuran ve ruhu dolduran büyük güzel bir his böyle! Yapabileceğine inanan herkesin bir hayvan edinebilmesini ve onun yaşam hakkına olabildiğince saygı duyabildiğini düşündüğü şekilde, canını yakmadan bakabilmesini isterim... (Biz İzmir'e 5 günlüğüne gideceğiz ya şu ara, sanırım özlemi sardı beni; rutinlerimizi özleyeceğim!)


Bu sıra elimde edindiğim en kalın kitap var; Esir Şarkılar Vadisi, 816 Sayfa... Bu seneki kitap fuarında gördüğümden bahsettiğim ama ismini gelince unuttuğumu söylediğim kitabı, Mayıs ayında bulup aldım ya hani; diğer kitaplardan sıra ancak gelebildi. İlk defa bir tatile yanımda kitap götüremeyecek olmanın garipliğini yaşıyorum bir de, yarın çıkacağımız İzmir yolculuğu sırasında "çok gezeceğiz" diyerek kalın kitabımı yanımda götüremiyorum. İnce olsa sanırım daha rahatlıkla götürürdüm ama olduramadım! :) Neyse ki 5 güne dönüyoruz diye avutuyorum kendimi. Bir de bu arada, "elimde başka kitap yok ki, oradan alırım birkaç kitap!" düşüncesi oluştu yine bende; kafam zehir. Elimdeki kitapları bitirmeden kitap almayacağım demiştim ya, Mayıs ayındaki alışverişimdeki kitaplardan sonra üstteki üç kitap da elime geçince; kitap alamamış oldum uzun süre. İçimdeki bu heyecanı, yeni kitaplar almak ve keşfetmek hevesinde olanlar anlar ancak! =)


Velhasıl; günlerim güzellikle geçiyor şükür, tek sıkıntım kendi kötü düşüncelerim oluyor daha çoğunlukla şu an... Kendi kendimi yiyorum bu ara: iyi kötü, aşırı veya az olmak üzere hislerimi büyüterek ve hissikablelvuku haline getirmek açısından! Kendime sabır diliyorum, insanın kendiyle sorunu olunca daha da zor. İyiyim ama bazen ağır düşüncelere dalmak iyi gelmiyor. Umuyorum ki çıkacağımız kısa süreli yolculuk iyi gelecek ve hazır okullar da açılmışken dün, sonrasında rutine dönmeden önce daha iyi olacak bizler için... Sabrımın tükendiğini, içsel anlamda bir şeyleri kendime saklamamın iyi gelmediği, korkularımı ve kırgınlıklarımı yine büyüttüğüm zaman dilimlerini yaşadığım günlerdeyim. Sebebi ne bunun derseniz, bence yine mevsim geçişi. Onlar benden, ben de onlardan pek haz etmiyor gibiyiz. Ama bence artık birbirimize saygı duyuyoruz! En azından eskisi kadar ağır ve kontrol edilemez hüzünlerle geçirmiyorum. Buna da şükür değil mi? =)


Sizin Eylül Günlüklerinizde durumlar nedir? Rutine döndünüz mü? Zorlanıyor musunuz hayat anlamında, bezdiriyor mu bu mevsimsel geçişler sizi de? Alışmışızdır ama de mi? Yaş aldı benim 28'i, bir zamandan sonra alışıyor ve gelişiyormuş her durumda insan meğer... Hayat hep ama hep bayram olsa da çekilmezdi neticede... Hepimize sakinlik, mutluluk ve başarabilme gücünü diliyorum; sevgilerimle... (=

9 Eylül 2019 Pazartesi

İlk Bekarlığa Vedamız - 08.09.2019


Dün akşam, çocukluk arkadaş grubumuzla ilk bekarlığa veda toplanmamızı yaptık-yapabildik! :) Öyle özel, öyle duygusal ve öyle hatırlanası bir anı olarak kaldı ki; nice hatıralarımızı, birlikteliklerimizi ve mutluluklarımızı yazması hep nasip olsun inşallah böyle dedirtti... (: 


İlk bekarlığa veda buluşmamız, Damlamızın önümüzdeki Cuma günü (13.09.2019) evlenecek olmasından ötürü dün yapıldı. Biz dün bir kez daha büyüdüğümüzü gördük ve anılarımıza bir yenisini daha kattık... Geçen hafta başından beri planlamaya uğraştığımız ama hayatın bize sunduğu sürprizlerle, beklenenden daha da küçük olan kutlamamız; büyük mutluluklar ve bol kahkahalar ile geçti yine de... İyi ki dedirtti ve hep de iyi ki'lerimiz sürsün dedirtti! Çok mutlu olsun Damlamız ve Muratımız...

Aslına bakılırsa, bu planın çıkış amacı; önümüzdeki hafta İzmir'de gerçekleşecek olan annemin amca kızının düğünü sebebiyle, benim çocukluk arkadaş grubumuzdaki ilk düğün merasimimizde olamayacak oluşumdu. Madem öyle böyle bir plan yapalım, Damla'ya sürpriz olsun dedim. Ama Damla'nın da hayat ile bize sürpriz yapası varmış, hem de bilmeden! :D 

Cuma ya da Cumartesi dedik, Damla'mın annesinden o iki gün arkadaşlarının düğünleri olduğunu öğrendik. O zaman Pazar dedik, Damla evde olacakmış ve Nurcan teyzem de bir planı olmadığı için iş sonrası akşam evde tutabilirmiş... Akşam planı yaptığımız ve dolapta pasta bekletmek istemediğimiz, gündüzden öteki iki arkadaşımın da (Seda ve Melike) işleri olduğu için; akşam alışverişe çıkılacaktı sözde. Ama o saatte de Damlamın işten gelip üstünü değişip Seda'lara gitmesi bir oldu. Damlamın eve geldiğinden de, bizimkilerin evden ne zaman çıkacağından da, Damlamın Seda'lara gitmesinden de haberimiz var her birimizin aynı zamanlarda! 

Sürpriz grubumuzda yazışırken çatladım, Damlam evine kalan son eşyaları götürmek ve yerleştirmek istemiş. Birkaç valiz, birkaç baharatlık falan. Son eşyalar yani... Hadi tamam madem dedik; ertesi gün, yani bugün de başka bir arkadaşının düğünü varmış diye. "Hadi siz beraber gidin de, gelirken de çaktırmadan biriniz markette inin malzemeleri alın gelin madem." diye ikna olduk ortak olarak. Saat 19.00'dan sonra gidiyorlar, sürsün de bir saat sürsün yani de mi?? --- Yok efendim, Damla hanımcım gitti 2,5 saat iş yaptılar. Ne evcimen bir kız veriyoruz, görsün damat beyimiz de! :) Saat 21.34'den sonra çıktılar evden, düşünün heyecanım nasıldı ve nasıl planlarımız suya düştü hissi oluştu bende! İşte bunun da anısı başka kaldı...

Saat 10'da pastamızı alıp gelmişlerdi, Damlamı eve bıraktıktan da sonra üstelik ama hesapladığımız gibi balonlu müzikli, şaşırtmalı karanlıkta karşılamalı dahi olamadı! Üstüne müzik dahi hazırlayamadan, kapı deliğinden Melikem sadece Seda'yı görüp açınca; pastanın mumlarını da yakamadan, her biri girdi içeriye. Bir pastayı masada hazırladığımız hakimdi ama o da müthişti yine de; onun şaşkınlığı, "yaa" diye kocaman sarılması ve duygulanması bile yetti bana-bize... Böyle büyük bir anısı kaldı, bir daha plan yapmadan önce daha dikkatli olmak ve herşeyi plana katmak gerektiği de bize uygulamalı ders oldu. =) 


Sonuç olarak; Damlamı şaşırttık, azıcık azarladık "sırası mıydı bugün yani?" diye ama öyle böyle de başardık! Bir de gelin kızımız, "Bilmiyordum ki" diyordu üstüne. Kuzucum buradan da söylüyorum, bilmeyecektin zaten amaç oydu... :) Evinde oturup sürprizine razı olacaktın sen! Yakın zamanda evlenecekleriniz var ise eğer, arkadaş grubunuzla da azıcık olsun sıkı fıkı iseniz; evinizde oturun canlarım. En azından bir iki gün fırsat verin onlara, sürpriz yapsın da sevinsin garibanlar! :D 

Dün pastamızı kestik, paşa paşa göbeğimizi attık, sonra çayımızı içip sohbetimizi de ettik... Benim için küçük kına ve düğüne dair "şöyle olacak, bu müzikle gireceğim, şu müzikle çıkacağım" tüyoları da verdi Damlam ve düğün için ön prova oynamaları yaptık beraber. Biraz olsun kına ve düğünde olamayacak olmamın hissettirdiği garipliği böylece üzerimizden attık... Öyle güzel gülüyordu ki yine, bir ömür boyu gülsün diye dualar ede ede duygusallaştım da dün akşam. Hep gülsün Damlamız, hep evinde yuvasında, eşinde huzuru bulsun ve daha nice güzellikleri kutlayalım kavuşalım böyle...


Damla ve Murat, gelinimiz ve damadımız; mutluluğunuz daim, yuvanız sağlıklı, bereketli ve huzurlu olsun. Dualarımız ve güzelliklerinizi görmeye hevesli güzel bakışlarımız üzerinizde iken, mutluluklarınız mutluluklarımız olmaya devam etsin. Bekarlığa vedamız epey şanlı oldu, düğünümüz de hayırlı ve uğurlu olsun! :) 

İşte ilk bekarlığa vedamızın anısı da tüm gerçekliği ve doğallığı ile burada dursun! Daha çok bekarlığa vedamız olacak inşallah, diğerlerinde daha temkinli ve tecrübeli olabileceğimize de inanıyorum. En azından çabalıyoruz, Damlam azıcık daha öngörülü olabilse idi daha neler neler başarırdık biz bu ekiple! Böyle de güzel ama daha akılda kalıcı. Anılarımız bol olsun, mutluluklarımız hep bir...

Sevgilerimle... (:

3 Eylül 2019 Salı

Issız Kar Taneleri - Okudum


Ağustos ayında toplamda 3 kitap okuyabilmişim, bunu da sayarsam üç yani... :) Eylül ayında bir başka yeni Kimberley Freeman kitap ile devam ettiriyorum, elimdeki son Kimberley Freeman kitabı "Esir Şarkılar Vadisi" adlı kitap ile... Ama onu da bitirmeden önce dayanamayıp bu yazıyı yazmak istedim. 

Ağustos ayında başlayıp, Eylül başında bitirdiğim kitabım Issız Kar Taneleri Temmuz'da dostumun bana okumam için getirdiği kitaplardan biri idi. Bu ay teslim edeceğim ve umarım benim "Esir Şarkılar Vadisi" kitabımı bitirmem de denk gelebilir o teslim etme dönemine! Hadi inşallah... İyi okumalar olsun hepimize, Eylül bol kitap okumalı geçsin inşallah. :)


Öncelikle 1000kitap'daki hesabımdan yaptığım kitap yorumumu paylaşacak olursam, ki kendisi bence "spoiler olmadan" yaptığım bir yorum;

Kitap; "Herkes affedilmeyi hak eder." düşüncesinden yola çıkarak başlıyorsa da, sürekli "peki, ben affeder miydim?" diye de sorgulatıyor... Ama biliyorum ki, kendin için olsa da affetmek bir yerde gerekli oluyor...

Sofi, Natalya ve Lena üç kuzenler. Natalya ve Lena abla-kardeş, Sofi ise beraber büyüdükleri kuzenleri... Bir sürü hatalar yapıp, hepsinden sağlam dönmeye uğraşan ve bazen de dönüş yapmakta çok zorlanan üç kuzeni okuyoruz kitapta. Sanırım kitabı çok az okumaya başlar başlamaz, kime kızılacağını ve kime kızılamayacağını idrak eder benim gibi herkes. Kızdığıma çok kızdım, sevdiğim karakteri de "ufak bir yanlışa doğru yönelirken bile" çok sevdim... :)

Lena en küçükleri, Sofi en bilgiçleri ve Natalya saf olmasa da en saf takılan en güzelleri. Ayrı bir üçgeni anlatıyor kitap bu üç kuzenle; kıskançlıklar da var, hayaller de var, hatalar da.. Böyle bir üç günde aşkı da bulmak zor, doğru yolu bulmak da... Bu tarz kitapları hikayenin kolay kolay bitmemesi ve de klasik bir tek hayat ve birkaç öğretiden fazlasını okumak açısından hikaye kolayca bitmiyor diye çok seviyorum galiba. Ateşböceği Yolu gibi, Bülbül gibi, Alacakaranlık serisi gibi hikayesi bol bir kitaptı. Ben sevdim. Kimberley Freeman'ın kalemine sağlık. :)

Kimberley Freeman'ın okuduğum bu üçüncü kitabı, fazlasıyla konu fazlalığı olması açısından sevdiğim bir kitaptı. Çabuk bitmeyen ama bezdirmeyen bir dizinin senaryosunu okuyormuşum gibi hissettirdi. Sanırım Freeman'ın en sevdiğim kitabı şimdilik bu; Kor Adası, Zümrüt Şelaleleri ve Issız Kar Taneleri arasından en sevdiğin kitap hangisi oldu denilirse... :)

-Spoiler- (Buradan sonrası, kitaba dair bilgiler içerir. Okumayan ve okumayı düşünen kişiler, okumak istemeyebilir!)

Sofi’yi çok sevdim, Natalya’ya çok gıcık oldum, Lena’ya hem kızdım hem de üzüldüm ama sevmekten de geri duramadım. Natalya hata üstüne hata yaptı, kuzeni ve kardeşini birçok kez hayal kırıklığına uğrattı. Kitap boyu acaba ben affedebilir miydim onu? Diye düşündüm. Sofi, hata yapsa bile onun hatasından dönebilecek bir karakterde kız olduğunu bildiğimden ona inandım. Lena’ya çok çok üzüldüm, yaşadıkları ona göre çok ağırdı ama ne bunu tam olarak anlayacak bir eşi vardı ne de onu sarıp sarmalayacak ablası. Zamanla her biri toparlandı onun hayatında da, ablası tam bir abla eşi tam bir eş olduysa da; en çok o çekti gibi bir durum var. Biraz da “elindeki altın tozlarını görmezden geldiği için” oldu bazı hataları… 


Öte yandan, size hikayeyi anlatmak da istiyorum. Kendim için de, hikayesini sevdiğim bir kitap olduğu için durmalı burada hikayesi diyorum;

Sofi, Natalya ve Lena adlı abla kardeş kuzenlerinin küçüklüğünden bu yana evlerine amcası tarafından bırakıldıklarından beri beraber büyüyen ve hayallerini beraber gerçekleştirme kararını alabilecek kadar birbirlerini öğrenen üç genç kız... En büyük hataları, bir evlilik bürosundan zengin birini avlayıp onun paralarını hayalleri için almaya başlamaları oluyor. Sonra bu yaşlı ve kaba adam, bir gün "güzelliği ile önüne fotoğraflarını önüne sürdükleri Natalya'yı" Amerika'ya davet ediyor. Giderim kolayca da dönerim dese de Natalya, adam daha fazla paranoyak ve tedbirli çıkıyor. İlk günden Natalya'yı eve kilitleyip gitmesiyle, Natalya'nın evden kaçmayı planlaması bir oluyor; lüks arabasını da kaçırarak... Arabayı satıyor, Amerika'dan Rusya'ya dönmeyi de başarıyor. Ama artık orada yaşayabilmeleri mümkün değil, adamın onları bulma ihtimali çok büyük görünüyor... Sofi, Lena ve Natalya Londra'ya taşınıyor...

Derken hayallerin gerçekleşmesi çok zorlu olsa da, her biri istemeden de olsa hayallerine kavuşuyor ama çok büyük eksikliklerle. Natalya ünlü oluyor, ama istediği dozda değil; Lena aşkı buluyor, ama sevgilisi istediği kararlılıkta değil, evlilik hayatlarının ve ikiz çocuklarının yükünü daha çoğunlukla kendisi çekmek zorunda epey bir süre... Sofi geç de olsa kendi tasarımlarını yapıp satabiliyor, aşkı da buluyor Fransa'ya taşınıyor ama hep bir eksiklikle, sevgilisi hep seyahat ediyor, işleri tam istediği gibi yola koyması çok zaman alıyor ve çocuğu hasta oluyor... 

Derken tüm bunları, evlilikle ve iş hayatı ile yolları ayrıldıktan sonra her sene yaptıkları Kış Buluşmalarında hep tek bir nedene bağlıyorlar; "yaptığımız hata yüzünden, kötü şansa sahibiz." Ama geri dönüşü de yok... En büyük hatayı daha sonra iş dünyasından bir süre yine silinen Natalya, kardeşi Lena'nın yanına döndükten sonra Sam ile birlikte olmaya kalkışarak yapıyor. Kalkıp ülkeyi terk etse bile, Sam'ın itirafı ile Lena affedemeyeceğini düşündüğü bir çıkmaza ve bir türlü kurtulamadığı içki batağına iyice düşüyor... 

Lena hep ezilen, babasının hep döneceğine inanıp, ilk döndüğünde tekrar terk edilen ve hayallerini hiç elde edemeyen; Natalya hep güzelliğiyle bir yere gelmeye çalışıp, doğru yerlerde bulunmayı doğru kişilerin sözlerini dinlemeyi başaramadığı için başaramayan ve Sofi aklını kullanmasını fazlasıyla iyi bilen ve iyilik adına sevdiğinin uzaklığını bile bekleyen; hata yapsa da hatasından döneceğine inandığımız en büyük kuzen... Bu üçlüyü okumak güzeldi, Natalya'ya kızmak çok kolay, Sofi'ye inanmak çok doğru ve Lena'yı küçük diye daha fazla kayırmak mümkündü. Diyeceğim o ki; sonunda her biri kötü adamdan da kurtuldu, ama o olay olana kadar Lena'yı o adam az kaldı katil de edecekti! Sofi ve Natalya'yı seç dediğinde, O yine de Natalya'yı seçti ölmemesi için. Sofi'yi öldürmeye razı geldi, çocukları ve ablası için...


Şimdi bu kadar anlattıktan sonra, ben bunu yapardım demek yine de kolay değil, affetmek çok derin bir olgu! Dedim ya; kendi iyiliğin için bile olsa, affetmek yine de en iyisi. Ne Sofi'yi ne de Natalya'yı öldürürdüm ama ben. Saflıktan bir şans daha verirdim Sam ve Natalya'ya belki ben de; bir yapan bir daha yapar deseler bile, ölmelerine de katlanamazdım açıkçası... 

Çok düşündürdü bu kitap beni. Affettim deyip, içten içe kırgınlığımı iki sene öncesine kadar sürdürdüklerimi düşündüm; varsın gitsinler be yollarına dedim. Kitap okumayı bu sebeplerden seviyorum, beyni meşgul ediyor; kalbimi, vicdanımı, merhametimi ve adaletimi savunduruyor bana. Daha küçükken olsa, kesinlikle "kısasa kısas" derdim; şimdi diyemiyorum. Sanırım ben de büyüyor olgunlaşıyorum. 

Ben yine de büyük konuşmayayım istiyorum, görüyorsunuz! Allah kimsenin başına da vermesin bana da; ama ya siz, siz ne yapardınız? :) Yorumlarda görüşelim mi... Sevgilerimle.