26 Nisan 2019 Cuma

Sahili Özlemişim, Kendime Güvenmeyi De


İçimizdeki coşkuyu ve kendimize güvenmenin mutluluğunu es geçmeyelim olur mu, bu her birimiz için ihtiyaç bu devirde..."
Demiştim dün Facebook sayfamda, 23 Nisan 2019'u anlattığım yazımın linkini paylaşırken... Bu arada o yazım da burada, okumak isterseniz ve Gemlik'te Coşkulu 23 Nisan kutlamalarımıza dair fotoğraflarımızı görmek isterseniz eğer... :) 


O gün 23 Nisan sebebiyle uzun zamandan sonra ilk defa sahile de inmiş bulundum... Yol üzerinden geçmek başka, bir bahane ile o sahilde olmak başka hani. Ne zamandır istesem de gerçekleştiremediğim bir durumdu benim için. Daha önce hiçbir arkadaşımla ayakta olduğumdaki gibi o sahilde turlamadım, ailemle de yürüdüğümdeki gibi o sahilde bir daha turlamadım. Nice başka sahillerde tekerlekli sandalyemde bulundum da, Gemlik sahili bir daha kısmet olmamıştı bu zamana kadar işte. Bu 23 Nisan bana çok güzel bahane de sundu yani; ne zamandır özlediğim o sahile yeniden kavuşma fırsatım oldu bayram... 

Sahili özlemişim... Özlediğimi biliyor olmama rağmen sanki yürürken bolca turladığım o sahili; ilk başlarda bilhassa kaçındığım akülü sandalyemle gezme fikrinin beni üzecek ve yoracak gibi hissetmem tamamen saçmaydı diyebiliyorum şimdi. Ama 23 Nisan sebebiyle o sahil meydanında olmak, bir kez ablamla sahile yöneldiğimizde turlayamadan atlıkarıncaları görüp durmamızdan sonrasında; en son benim tek başıma babamla Kağanı bez bebek yapımı atölyesinde bıraktığım gibi yönelmem, büyük cesaret unsurları idi benim için... 

Sahilde tek başıma dolaştığımda çektim üstteki resimleri... Şansımıza o gün hava çok güzeldi ve biraz ilerledikten sonra çiçeklerin demirlerle çevrildiği bir kısımın önünde durup denizi seyretme fırsatı buldum yeniden. Önemli olan nokta, tek başıma olmamdı öncelikle; güç verdi, kendi mutluluğumu kendim sağlamış oldum yeniden dışarıda. Denize karşı durup elimdeki su torbalarından su şişesini çıkardım ve su içtim denize karşı. Bu kadar basit şeyi içimde nasıl içselleştirebildiğime ve bunun daha yazısını yazmadan kendi içimde konuştuklarımı duydum! Bu durum sahili özlememin ötesinde, kendimce bir şeyler yapabilmemin hazzına da erişmekti benim için... Yeniden kendime güvendiğim bir alanı bulma ve aslında gücümü toplayamadığım ölçeklerde, böyle de idare edebileceğime dair kendime söylenişlerimdi o anlarım... 


Bu sıra akülü sandalyem biraz arızalı, garantiye göndereceğiz; şarj tutmadığı ve çok çabuk tükendiği sebebiyle, bu yüzden çok fazla da ilerleyemedim ve geri dönmek zorunda kaldım o gün aslında. Ama gel gelelim, o 15 dakikalık zaman dilimi ne hissettiklerimi ve buna nasıl ihtiyacım olduğunu anlamamda yeterli idi...


Eskiden sahilde çok turlardık; Manastır bölgesine taşınmadan öncesinde Gemlik'in içeri mahallelerinden birinde otururduk çünkü ve ben o zaman ayakta idim de daha... Manastır dediğim bölge, şu üstte gördüğünüz denizin kenar kısmında gördüğünüz evler; orası Gemlik'in içerisinde üst kesimlerinde bulunan bir semt konumunda şimdi. Denizi gören en güzel yerlerinden biri Gemlik'in ama sahil seviyesinde bulunmak da hala apayrı imiş benim için, her ne kadar artık Manastır'ı oturmak için en uygun görsek bile. Buraya taşınmadan önce ise, hiçbir zaman Manastır'da oturmayı kabul edemeyeceğimizi düşünürdük oysa. Ah, zaman...

Sahip olmak istediğim kolaylıklarım var mesela benim, her engellinin sahip olmak istediği kolaylıklar bunlar; kendi başına istediği yere ulaşabilmek ve de sokaklarında şehirlerimin rahatça dolaşabilmek. Bir başka şehire veya şehrimin bir yerine giderken, "engelli rampası var mı, benim girebileceğim ve rahat hareket edebileceğim yerler mi?" diye sorgulama gereği duymamak gibi... Sanırım beni epeydir yoruyormuş bu durumlar, dışarıya tek başıma çıkamama sebeplerimden en büyüğü bu mesele bir süredir... Sonra ne dışarıdaki sosyal mekanlar ne de her apartmana girebilmek mümkün hani benim için; ülkem bu alanda gelişsin çok isterim... Sahilde bunları sorun etmeden turlayabilmek de güzeldi aslında, orası bizler için de gezmesi en rahat yerlerden biri zira.

Hani çalışmak istiyorum diyorum ya; hiçbir işyerinin bana uygun ne girişi ne de ortamı mevcutmuş, ben ihtiyaç giderebilmek için öğle arasında bir kez ailemin desteğine ihtiyaç duyarım dediysem de, işyerlerinin hekimleri işyerlerini bana uygun görmediği için çalışmamın uygun olmadığını söylüyormuş... Sahilde bunları mı düşündüm derseniz, istemsizce biraz düşündüm yine doğrusu. Ama sahilde rahatça gezebiliyor olmamdan sonrasında düşündüm bunları...

Ben hem sahilde gezmeyi hem de tek başıma bir yerlerde olabilir durumda olmayı ve insanları gözlemlemeyi özlemişim meğer yine. Sahilde o bir sürelik gezintim ve yüzümü denize tek başıma dönüp de sakin suları seyrettiğim anlar, büyük bir mutluluk ve sakinlik hazzını yaşattı ya bana; yine çoğu şeyi başarırım güveni geldi bana, kendi kendimi mutlu edebilme hazzı... Kendime güvendiğimi ve de tek başıma açık havada kaldığımda iyi hissettiğimi farkettim.

Velhasıl; benim Gemlik'im çok güzel de, benim ve benim gibiler için hala biraz uygun değil ama uğraşılacağına bu seçim döneminden sonra inanıyorum diyebilirim. Şimdi akülü sandalyemi garantiye gönderelim gelsin de, havalar da biraz daha ısınsın o arada; daha fazla bu hissettiklerimi gerçek hayatta kendime yönelik iyilikğim adına, gerçek edebilmeye uğraşacağım yeniden...

Çok erteledim; ayağa kalkayım da, öyle gezerim dedim. Kendimden akülü sandalyede olmanın beni dışarıda yoracağına dair inancımdan ötürü, denemekten bile korktuğum şeyleri bu zamana dek hiç denemedim. Neler nelere sebep oluyor da, kendimizi boş yere geçiştirdiğimizi anlıyoruz sonrasında. Şimdi biliyorum ama! Ben her duruma ayak uydurabilirim, yeter ki kendime güvenimi ve o kendi kendimi mutlu edebilme hazzımın bana getirdiği gücü her türlü es geçmeyeyim; akülü sandalyede imişim, biri görmüş, biri eski halimi bilirmiş, kimse beni oradan ibaret saymaktan öteye geçemeyecekmiş "BANA NE" diyebilmeliymişim... :)

İşte bunları öğrendim, iyiden iyiye. Birçok şeyi deneyimledikçe anlıyorum kendimi de, eski yeni demeden anlamlandırıyorum kendimi. Es geçmeyelim kendimizi anlamayı, anlamlandırmayı ve mutlu etmeyi e mi? :)

Sevgilerimle...   

24 Nisan 2019 Çarşamba

Gemlik'te Coşkulu 23 Nisan - 23.04.2019


23 Nisan haftasındayız, coşkulu bir kutlamayı bu seneki 23 Nisan'da yapabileceğimizi umuyor ve bekliyordum ama bu kadarını da beklemiyormuşum meğer... :) Dünü anlatmaya geldim ama öncelikle demek istiyorum ki; nice bayramlarımız olsun coşkuyla kutlayabileceğimiz ve ayrıcalık olmadan tüm insanımızın bu güzelliklere sahip olabileceği ortamda. Hakediyoruz çünkü! (:


Dün dedim ki; "Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan ve Gemlik'te de coşkuyla kutlayabiliyormuş insan!" Gerçekten böyle oldu, 10 seneden sonra ilk coşkulu bayramımızı kutladık Gemlik'te... :) 10 sene öncesinde zaten bayramlarımızda yürüyüşler gerçekleştiriyorduk ve stadları dolduruyorduk ama düne kadar böylesi coşkuyu ne fotoğraflarda ne de gerçekte görmemiştim Gemlik'te daha sonra. Yurdun çoğu kesiminde milli bayramımızı coşkuyla kutlayabiliyor olduğumuzu görmek, hem umut verici hem de hayli gururla duygulandırıcı bir durumdu dün sabah haberlerini ve öğle arası haberlerini izlediğimizde bizim için... Sonra öğlen vakti geldi çattı, ailecek kahvaltımızı yaptıktan ve ne yazık ki bayram yürüyüşünü kaçırdıktan sonrası idi; hazırlandık ve Gemlik meydanına indik ailecek sonrasında...

Önceki geceden Kağanım bizde kalmıştı ve biz teyze-yeğen pijama partimiz ile bir ön kutlama da yapmıştık; patlamış mısır ve sütlerimiz eşliğinde, animasyon film izleyerek (Zootropolis-2016)... :) O paylaşımım buradaki instagram paylaşımımda... 

Dün sabah bana ne dedi biliyor musunuz; -Teyzecim ne güzeldi pijama partimiz değil mi? Bir daha yapalım mı öyle pijama partisi?"Bu beni öyle mutlu etti ki, daha ne partiler yapacağız kuzum seninle, dedim. Elbette daha neler neler yapacağız zamanlar... Yani zamanı geldikçe çoğu alanda büyüyoruz artık biz..." =) 




Artık hem uzun animasyon filmlerini izleyebilir oldu yeğenim, hem de milli değerlerimizin farkına vardı bu sene. Dünkü etkinlikler için öylesi hevesli idi ki! :)

Ben Gemlik Belediye başkanımız Mehmet Uğur Sertaslan'a ve belediye çalışanlarına, dünkü etkinliklerin ve kutlamaların coşkulu olmasına katkı sağlayan her bir emekçiye teşekkür ederim... Milli değerlerimiz çok önemli; kötü günde bir arada olabildiğimiz gibi, milli bayramlarımızda da bir araya gelebilmemiz çok değerli...


Biz dün en çok ablamla "coşkuyu" hissettik içimizde, güne ülke çapında kutlanabilen bayramlarımıza duygulanmalarımızla başladık ve sonrasında da Gemlik Meydanına inip o etkinlik coşkusunu yakaladığımızda; içimizdeki milli değerler kabardıkça kabardı iyice, küçüklüğümüzdeki bayram coşkusunu yakaladık nihayetinde yeniden... :)

Çünkü 23 Nisan kutlu mutlu oldu dün Gemlik'te... Meydana girmeden her yerin bayraklarımızla dolu olduğunu görmek, o coşkuyu her kesimde görebilmek mutlu eden ilk şeylerdi bizler için... Sonra her yan etkinlik dolu idi, 10'dan fazla etkinlik atölyesi ile dolu idi meydanımız. Çadırların altında, birkaçının okulların da girişimi olduğunu gördüğümüz etkinliklerdi bunlar; Bez bebek yapımı atölyesi, ahşap kukla yapımı atölyesi, kodlama atölyeleri, işaret dili atölyesi, yüz boyama atölyesi, balon yapma sanatı, karikatürist, zeka oyunları atölyesi...

Öte yandan, sahnede etkinlikler geleneksel çocuk oyunları oynanarak sürüyordu. Biz meydanda iken bir 15 dakika kadar ara verildi sadece, onun haricinde etkinlikler hep devam ediyordu. Meydanın bir diğer köşesinde de 3 adet şişme oyun alanı bulunuyordu ayrıca, çocuklar için etkinlik gibi etkinliklerle doluydu yani dün Gemlik meydanı! :) Gemlik'te çocuk bayramı kutladık ki, gönüllere şenlik oldu valla...



Meydan o kadar kalabalık ve o kadar amacına yönelikti ki sonra, "Demek ki bizim ilçemizde de yapılabiliyormuş!" dedirtti. Gemlik Belediye Başkanımız, Mehmet Uğur Sertaslan ve ekibi ile de karşılaştık sonra, Kağanı atlıkarıncaya bindirdikten sonrası idi. Eniştem aradı; Uğur bey burada, dedi ve Geleneksel Çocuk Oyunları çadırına gittik. Seçimden sonra hayırlı olsun demek için aramış ama ne yazık ki ulaşamamıştık... Meydanda karşılaşmak kısmet olduğunda, çocuklarla ilgileniyordu. Çevresindeki çocuklarla ilgilenmesini izledik bir süre ablamla beraber ve mutlu olduk ilgili sevgili tavırları karşısında. Bir başkanın halkla beraber olması, ne kadar büyük olursa olsun, her birimiz için çok önemli olmalı ki; bizim için böyle... 

Samimi bir şekilde bizi görünce karşıladı sonra, tam bu anda annemle babam da yetişti yanımıza; "Çok duygulandığımızı ve çok gururlandığımızı belirttiğimizde", "İnanır mısınız ben de çok ağladım bu bayram, bu geri dönüşleri ve katılımları görmek çok mutlu etti beni." dedi... :) Dilerim Allah yollarını açık etsin ve gerçekten halka hizmet edebilen insanlar belediyelerimizi ve bakanlıklarımızı yönetsin! Nice bayramlar görebilelim böyle, bitmesin tükenmesin coşkularımız! Amin...


Saat 13.00'dan 16.15'e kadar meydanda idik; Kağanım birçok etkinliğe heveslense de, o kadar kalabalıktı ki standlar birçok kez sıradan ayrıldı sabredemediği sebeple... :) 

Meydana ilk gittiğimizde yüz boyama atölyesinde ve de pamuk şeker standında beklemeye sonuna dek sabretti ilk önce, atlıkarınca sırası epey azdı ablamlar pazara gitmeden öncesinde bir de; onu da kaçırmadık... Sonra ablamlar pazara gittikten sonra, babam Kağan ve ben beraberdik alanda. Önce balon standındaki kuyrukta bekledi ve balonlarını aldı, son olarak da dedesiyle beraber bez bebek yapımı kuyruğunda sırasını bekledi ise de sıra o kadar yavaş ilerliyordu ki; ben dayanamayıp sahile gittim biraz turlamaya ve geri döndüğüm sırada sıradan ayrılma kararını verdiğini öğrendim Kağanımın. (:

Aslında galiba yaşına göre iyi bile sabretti yeğenim, diyorum şimdi. Benim için dünkü coşkusunu, ara sıra huysuzluk etmesine rağmen kuyrukta beklemeye gayret etmelerini ve de marşlarımıza can-ı gönülden eşlik etmeye başladığını gördüğüm anlarda hep büyüyor olduğunu gördüm yeğenimin... :) Üstteki atlıkarıncadaki neşesi hep baki olsun ve dilerim tüm çocuklar bizim dünkü 23 Nisan'daki Gemlik meydanımız gibi, bayramlarını da çocukluklarını da şenlik tadında geçirsinler ilelebet! (:


Gelelim dünün bir diğer konusuna; dün gerçekten dolu dolu bir gündü, akşamını annemin doğum günü olması sebebiyle ne zamandır gitmek istediğimiz Sezgin Izgara'da sürpriz akşam yemeği yedirerek ve ablamlara gelip çay eşliğinde pastasını keserek sonlandırdık... :)

Annem her 23 Nisan'da ikinci çocuğu bizim ailenin ve bir kez daha doğum gününü daha coşkulu kutlamak nasip oldu şükür; yine Kağanımla beraber üfledi pastasını; Kağanım bir kez daha fırsat vermedi, coşkusuna sağlık! Annemin sevdiği pasta alındı ama bu sefer.. Ve "iyi ki" dedik yine, iyi ki bizim annemizsin ve nice sağlıklı ve mutlu yaşların olsun annecim... ((: 

Her çocuk senden rol çalıyor doğum gününde maalesef ama senin doğum günün bizim için her gün aslında annem. :) Anneler bir evin çocuklarına göre esas güneştir, sen de benim için ve bizim için öylesin annecim. Hayatıma güneş gibi her sabah doğduğun ve benim annem olduğun için minnettarım... Ailemizi oluşturan her birey adına da, seni daha daha çok seviyorum. İyi ki doğdun, iyi ki varız... Kimse alınıp darılmasın, anne başka bir şey ve baba da öyle tabi... :) 

Kısacası çok seviyorum ailemi, hiçbirini ayırt edemiyorum aslında ve dün yine benim için çok güzel çok dolu bir gündü işte şükür ki! Dilerim nice böyle dolu günler yaşarız, mutlulukla ve sağlıkla. Allahım hem ailemizde hem de ülkemizde birlik ve beraberliğimizi bozmasın, eğlenceli zamanlarımızı daim eylesin... 


Dün akşam Gemlik Meydanındaki etkinlikler, gündüz etkinlikleri 19.00'da bittikten bir saat sonra devam etti aslında, Sunay Akın söyleşisi (20.00) ve de Livaneli Çocuk Korosu (21.00)'nun konserleri ile... Ama hem benim dünkü kadar dışarıda olmaya alışık olmadığımdan sebep yorulduğum için, hem de ertesi gün okulu olduğu için yeğenimin de o saatlerde uyuyor olması gerektiğinden katılamadık akşamki etkinliklere... Ama dilerim 19 Mayıs ve 30 Ağustos bayramlarında konserlerimiz olur da onlar da yer alırız bu sefer, hem havalar da sıcak olur da ben daha dinç şekilde meydanda olurum diye umuyorum. :)


 Nice bayram tadında günlere ulaşalım, her günümüz böyle neşeyle dolsun artık inşallah... 


Okuduğunuz için teşekkürlerim ve de sevgilerimle... (:

16 Nisan 2019 Salı

Engelliysen Kolay Değil - Nisan 2019


İki haftadır olabildiğince az yazabilmişken, böyle bir konu ile geri dönmüş olmam biraz acımasızlık gibi geldi bana da ama içimde kalmasın; yazayım da rahatlayayım bari dedim. Zira elimden gelen çok da bir şey yok şu sıra, "Engelliysen kolay değilmiş bu konu da" demekten başka... :) Merhabalar yeniden...


7 yıl önce örgün öğretim okuduğum önlisans öğrenimim bitmiş olmasına rağmen, sağlığım elvermediği için iş hayatına atılamadım bir türlü. 6 sene boyunca, açıköğretimden okuduğum ikinci üniversite sosyoloji lisans bölümüm beni fazlasıyla oyalıyordu ki; sağlığıma ve derslerime odaklanabiliyor, okulum da bitsin sonrasında çalışacağım ben de diyebiliyordum... Evde telefondan satış yapmayı da denedim, kesinlikle bana göre değildi! Sonra ürünlerini bir dergi içerisinde toplayıp da, satış danışmanlarının ortaklaşa bir iş yaptığı satış danışmanlığını da yapmayı denedim; birkaç ay sürdü o da. Sonrasında satış konusunda iyi olmadığımı kabullendim...

El emeği göz nuru, iki şiş örgüde geliştirdim kendimi, onları dönem dönem satmaya başladım bu sefer. Bu fena bir iş değil, benim için uygun idi. Hala da yapıyorum ve isteyene satıyorum... Ama gel gelelim hep içimde, bir gün iş hayatına katılıp lise sonda yaptığım bir senelik staj zamanımdaki gibi, gerçek çalışan olma hayalimi kurmam baki kaldı. Hiç enerjisi sönmedi bu hayalimin, giderek arttı...

Bahsettim size de, Harekete Geçtim - Mart 2019 adlı yazımda; iş hayatına atılmak için daha fazla beklemek istemediğimi ve artık okul da bittiği için hayallerimi gerçekleştirmeye bu yönde devam ettirmek istediğim yönünde... Hiçbir iş başvurusu yapamadım ciddi anlamda, geçen zaman diliminde ama çok heveslendim her birine.

Bir iş ortamında bulunmak nasıl güzel olurdu benim için düşünsenize? İş arkadaşlarımın olduğu günler geçirmek, sonucunda kendi emeğimin karşılığını bedenen çalışarak aldığım bir ayın sonunu getirmek, yeniden eve beden yorgunluğuyla dönüp uyumaları daha da anlamlı kılmak... Bazen öğlen vaktinde iş yerimden çıkıp arkadaşlarımla yemek yemeyi de gezmeyi de ve ihtiyaç gördüğüm ufak tefek birkaç bir şeyi alıp iş yerime geri döndüğümü de hayal ettim. Bir de çalıştıkları sebebiyle görüşemediğim arkadaşlarımla, bu sefer benim de çalıştığım sebebiyle haftasonları görüşebilme planları yapıp biraz gezip dolaşmalarımızı da hayal ettim yaptım kendimce... Böyle ufak tefek şeyler işte.


Ama Engelliysen Kolay Değil noktası hep devrede idi bunları da düşünürken; her şeyi göze aldığımı kendimce belirtsem de, hep devrede idi o... 

Türkiye'de genç işsizlik daha dün açıklanan rapora göre %15'lere ulaşmışken, benim işsizliğim kendime göre bir iş imkanı bulamıyor olmam umursanamaz noktada olsa da; kendime göre bir iş imkanı bulunmamakta ülkemde... En büyük engellerden biri, desteksiz yürüyemiyor olduğumdan sebep tekerlekli sandalyemde çalışmam gerekeceği ama iş yerlerinin buna imkanları olmadığı gerçeği!

Benim en büyük engelim ise; desteksiz ayağa kalkamıyor ve yürüyemiyor olduğum için tuvalet ihtiyacımı tek başıma gideremeyecek olmamdan ötürü, belki bir süre boyunca "beni tetikleyecek ve hayata bağlayacak o iş ortamında" annemle babamın öğle aralarında bir kez de olsa bana yardıma gelmeleri gerektiği mevzuusu... Elbette iş hayatı ciddi, iş hayatı bunu ne kadar kaldırabilir muamma diye düşünmüyor değilim.

Bana kalsa, bu durumlara bir imkan yaratılıp toptan bu sorunlar ortadan kaldırılabilir; part-time çalışma imkanını bana sağlamaları ile ama yine de iş yerlerinin hiçbiri bir engelli arabasıyla içinde bulunulmasına müsait değil diyorlar... Engelliysen kolay değil ne yazık ki ülkemde, çalışma ortamında bulunmak bile yani ama bakın "engelliysen zor" diyemiyorum yine de!

İki aydır iş ilanlarına baktığım ve engelli ilanlarını incelediğim, sonrasında da bu konuda yaptığım tüm araştırmalar sonucunda; engelliler sadece yasalar gereği (4857 Sayılı İş Kanununun 30. Maddesi), işyerlerinde aynı il içinde 50 işçiden fazla işçi çalıştıran işverenlerin  %3'ü kadar da engelli işçi çalıştırmaları zorunlu olduğu için işe alınıyor. Engelli işçi arama ilanlarının çoğunda da, bu yasa çoğunlukla belirtilerek ilanlar veriliyor ve neredeyse bu içeriksiz engelli işçi ilanları da oldukça az bulunuyor. Bir de bu gerekliliği belirterek engelli işçi ilanı veren bir firmaya durumumu anlattığımda ve çalışmak istediğimi söylediğimde "zaten ihtiyacımız yok şu an, hukuki sebeple ilan verildi." dendiğine de şahit olduk bu arada...


Engelliysen yaşamak da kolay değil tabii ama güzel aslında... Ben hayatı sevdiğim için, benim hayatı seven ailem ve sevdiklerimi yanımda görmeyi seçtiğim için güzel en çok da. Benim çevremde yakın arkadaşlarım var; Allah var, hiçbirinden bu zamana dek beni engelim sebebiyle istemediklerine şahit olmadım! Akülü sandalyede onların yanında var olabildiğim gibi, hayatın içinde de tam anlamıyla var olabilmeyi istemek bence yanlış değil ama mümkün kılınamıyor şu an için. Üzgün olduğum nokta bu işte ne yazık ki... Avrupa gibi gelişmeyi istiyorum bu konuda, Avrupa bizi değil ben Avrupa'yı kıskanıyorum bu konuda! Böyle ciddi meselelerde, hiçbir devlet birbirini kıskanır olsun istemiyorum bir diğer noktada da...

Hani bir noktada hep yazmak istiyorum da hayat hikayemi yıllardır yazamıyorum ya, bir açıdan da içimde ukde kalan bu noktalardan yana yazamadığımı da düşünüyorum... "Engelliysen, evde yapılabilen şeyleri yapmalısın" algısı, bence çok can sıkıcı! İş arıyorum dediğimde, yerleşmiş bir algı var; "evde satış işi var, onu yapsana!" Yapabilene saygım var ama herkes her işi yapamaz ki sevgili dostlarım. Benim yeteneğim satış konusunda etkin durumda değil. Dilim birilerine bir şeyler satmak konusunda ikna edici değil... Evet, yazabiliyorum; bu benim en büyük nimetim, en büyük umutlarımdan ve sığındığım en güzel köşelerden biri ama birçok konuda beslenmezseniz körelirsiniz. Zaman zaman yazma konusunda da körelmiş ve durgunlaşmış hissediyorum kendimi, yazmayı sevmediğim veya es geçmek istediğim için mi? -Hayır, yazmak konusunda suspus hale gelebileceğim konuda hayatın içinde olamadığımdan...

Annem ve babama tek bir suç bile bulamıyorum, ev değiştirebilme ve girişten bir ev alabilmek için uygun ortamı beklemek zorundayız şu an için hala. Ve onlar benim için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar hala, çok şükür ki varlıklarına... Bu anlar itibariyle içinde bulunduğumuz durumda, benim sağlığımın elverdiği ölçüde dışarıya da çıkıyoruz ama ev değiştirme durumumuz hala uygun değil. Satılmasını beklediğimiz bir evimizin içerisinde kiracı var, o kiracının da kira ödemeden oturduğu o evden ne çıkmaya niyeti var ne de evi ülkemizin içinde bulunduğu durumdan sebep satın alabilen...

Bazen insanların bazen de devletlerin insafına kalıyoruz yani ne yazık ki... Engelliler için büyük projeler ne yazık ki yok, hayatın içinde bulunabilmek için bizler çabalıyoruz daha çok; biz engelliler, engellenenler. O yüzden zor demiyorum da, kolay değil diyorum ya... Bir yandan da düşlemeye devam ediyorum, şayet imkanlar yakın zamanda gelişirse düzenli bir işte çalışamasam bile hayatın içinde olmaya çabalayacağım yeniden. Yakındır inşallah, o zamanlar da...

Şu an içinse, başka bir iş projesi için ablamla araştırma yapıyoruz. Evet, evde... Ortak bir şeyler yapacağız beraber, internet ortamında bir hesap açmayı düşlüyoruz ve el emeklerimizi oradan satmayı... Biraz buna içerliyorum tabi. Evet, istediğim bir iş olacak yine ama imkanlarım el vermezken de hayata katılamıyor olmak üzmüyor değil aynı zamanda... Ama kendimi anlatabildiğimi ve beni anlayabildiğinizi düşünüyorum öte yandan da. Bu; kendimi anlatırsam daha rahat olacağım demek, birileri beni okudukça bileceğim ki "bir konuda daha görünmez değiliz!"  (:

Velhasıl koşulların bana sunduğu şartlar altında elimden geleni yapacağım yine ve şu yazımda bahsettiğim gibi, bir yere "part-time iş başvurusunda" bulunamıyorum ama şayet girişten başka bir evde oturmaya başlayabilirsek bunu da başarabileceğime inanıyorum... İki haftadır sınırlı sayıda yazdıktan sonra da nihayet döndüm hem yazmalarıma, daha çok konuşacağız hayallerimi ve yaptıklarımı inşallah...

Türkiye'de Engelliysen iş hayatında bulunmak kolay değil ama her birimiz aslında zor olmadığını da biliyoruz demeye gelmiştim işte. Ülkemiz yakın zaman içinde bunu her alanda kabul edebilir hale gelir dilerim ki... (:

Okuduğunuz için teşekkür ederim, sevgilerimle... :)

13 Nisan 2019 Cumartesi

Lanetli, Kendime Hayal - Haftanın Dedikodusu


Merhaba, yine ben geldim sevgili blogger dostları ve okuyucuları... O kadar az yazdım ki şu son iki haftada blog sayfalarıma, ben de bu haftanın dedikodusunu yapayım kendimce dedim. Yazmaktan uzak değilim esasında, buraya yazamasam da kendimce bir şeyler yazmaya devam ediyorum ama daha çok okudum ve örgü ördüm yine bu hafta. Buralardan uzak kalmama sebep olan durgunluğuma da alışmışım sonra. Görüyorum ki yazamamama eskisi kadar takılmıyorum ve bu durgunluğa da ihtiyacımız varmış diyor ve kendimi anlıyorum... :)


Haftaya Lanetli adlı kitabım ile başladım, Yalova'ya giderken yanımda götürdüğüm bu haftanın kitabı buydu. Yanında kitap taşımayı sevenlerdenim ben de ve bu sıra Yalova'ya giderken bu alışkanlığım yine baki tabi... :) 

Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu (ki okudum yazısı burada) kadar hızlı okunan ve beni şaşırtan bir kitap idi; Lanetli. Pazartesi başladım ve bugün bitti... En sevdiğim alıntım şu sözler oldu; "Uyuşukluk halini neden hissizlik olarak tarif ettiklerini hiçbir zaman anlamamışımdır. Bana göre, uyuşuklukta katiyen bir his vardı ama tarif edilebilecek türden değildi. Denilebilecek tek şey bir yanlışlık var gibi hissedildiğiydi." (Sayfa 141)

Lanetli, içeriğini gerçekten tahmin edemediğim bir kitaptı ve geçen sene Kimyager'i okuduğumdan beri en sevdiğim bir diğer fantastik roman olmaya aday oldu kendisi. Seri bir kitapmış, ilerleyen zamanlarda serinin devamını okumayı düşleyebiliyorum şimdi. Kitabı esasında seriyi okuduktan sonra yorumlayayım istiyorum sırf bu yüzden. Kitabın içeriğinden bahsetmek bile, merak eden kişilerin merakını baltalayabilecek olduğu için konusundan bahsedemiyorum. Seriyi bitirirsem yazarım ve de filmi çıksa çok güzel bir konusu var diyebiliyorum diyelim... 

Bir boyunluk ördüm sonra bir de bu hafta, ama onun fotoğrafını çekemedim henüz tam anlamıyla bitiremediğim için ama hem bere hem boyunluk konusunda kavramalarımı gerçekleştirdim. Bu işi de kaptım yani diyelim, belki sonra ince detayları da bitince (ponponlarının dikilmesi gibi) buraya resimlerini çeker ve yazısını yazarım. :) 


Yeni bir şey yazmaya başladım sonra dün, üstteki gibi odamdaki çalışma masama oturduğum gibi ve kararını geceden verdiğim bir projem gibi hissettim kendisini... Kendime hayaller kurarım ben sıklıkla ama bu zamana dek hiç o hayallerden böylesi bir şeyi yazmayı gerçekleştirememiştim. Kendime Hayalimi dün yazmaya başladım ve düşlediğimi tamamen dökemesem de kağıda, henüz bana saklı kalacak olsa da, gerçekleştirebildiğim kadarı bile iyi hissettirdi bana. Aslında bu konudan şu sebepten bahsediyorum, sizlerin kendinize hayalleriniz var mı? Kendi tiyatronuzda gerçekleşmesini dilediğiniz biçimde yazıp oynadığınız hayaller? Benim çok var...

Bu zamana kadar o kadar hayaller kurdum ki kendi hayatım adına, gerçekleşsin gerçekleşmesin bana güç verdiğini hissettim her defasında. Kötü huylu hayallerim de oldu, iyi huylu da elbet. Ama her biri güç destek verdi bana, tiyotralaştırdığım ölçüde beni beslediğini gördüm fazlasıyla. Ve şimdi bu hayallerden bir tanesini daha yazıyorum ama Hayaller Denizi adlı hikayemden de öte, daha gerçek bir geleceğimi yazıyorum kendime. Sonu nasıl veya ne zaman gelir bilmiyorum ama kendimi bunun heyecanına kaptırdım son iki günde... :)

Sonra dün akşam instagram hesabımda, üstteki kendi fotoğraflarımı çekinirken çektiğim bir benzer fotoğrafımla da; kendimin şu gelgitli hallerime alıştığımı ve bu sıra daldan dala atlasam da düşlerimin durgunluğuna da alıştığımı, suların yön değiştirmesinde kimi zaman yeniden beslenme sürecinde olmaya ihtiyaç duyduğumun sebep olduğunu kavradığımı yazmıştım. Beslenme sürecim tam anlamıyla doruk noktasına ulaşıyor mu bilmem, önümüzdeki hafta buralara yeniden dönebileceğimi umuyorum diyorum yine sadece...

Kendime hayalime gelince, yakın dönemde gerçekleştirebilmeyi istediğim iş hayatına atılma hayalimin gerçekleştiğini yazıyorum kendime dünden beri. Hani diyorlar ya, hayallerinizin görsel prototiplerini yapın ve her gün ona bakın... Ben de her gün bakıp, gerçekleştirebileceğime daha fazla inanacağım o hayalimi yazıyorum. Hayat hikayemi yazmama da destek olacağını düşündüğüm ve belki de kendinden pay verip yön gösteren olacağını düşündüğüm için... 

Kendimi buraya şu sıra pek uğrayamasam da yine anlatmam gerektiğini düşündüm. Zira burası benim hayat günlüğüm....



Bu haftanın bir diğer olayına gelince, Kağanımdan sonra annemi de okumalarıma alet ettim. Kendi istekleri ile benimle kitap okumaları, sanırım bu sıra en bayıldığım. Hiç kitap okumayan insanlar değiller oysa annemler ama benim örgün öğretimim bittikten sonra daha az okur olmuştu annem;o da sahalara dönüyor sanırım bu sıralar, benimle beraber... :) 


Bu haftanın son resmi ile ve okuduğum Lanetli adlı kitabımdan son alıntımla bitireceğim bu yazımı. Diyor ki kitapta;

"Ama bazen, birisi senin her şeyin olduğunda, yaşamak için tek nedenin onun yüzünü tekrar görebilmek olduğunda, bu başka birinin acı çekeceği anlamına gelse bile o şansın beraberinde getirdiği her tür sonucu kabulleniyorsun." (295-296)

Her ne kadar eskiden daha fazla sonuna dek katıldığım bir olgu idiyse de, şu cümle bana okuduğumda çok kati ve de çok acımasız geldi. Düşününce de sonrasında, aslında senin için hala öyle Didem, dedirtti. Evet, bu yazımın son cümlesi bu alıntım üzerine. Umarım sizin de bu cümleye dair yorumlarınızı okurum. Lanetli, alanındaki birçok fantastik kitabın yanında beni çok şaşırtan bir kitap oldu. Dilerim nice böyle güzel kitaplar okurum önümüzde ilerleyen zamanlarda... :)

Sevgilerimle...

9 Nisan 2019 Salı

Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu - Okudum


"Arkadaşlık ve aşk, bir arada sürdürülebilir mi şu ikilem? Şimdiki zamanın kusursuzluğunu kavrayamayan gençlerimiz, ertelemenin ve de o sırada bir o kadar da birbirlerinden vazgeçmemenin savaşını veriyorlar. Uzun zamandır bu kadar güzel "arkadaşlık ve aşk içerikli, romantik bir kitap okumamıştım ki; bu kitabı okuduğuma çok ama çok mutlu oldum.

"Herkes bir teşekkürü ve elvedayı hak eder!" diyor kitap ve de "Şimdiki zamanın kusursuz olduğunu hep hatırla!" Bir bu iki cümle değil, birçok öğüt ile yapıyor bunu. Güzel bir kitaptı bence, çok güzel.

Amanda ve Noah'ı okumak beni zaman zaman duygusallığa, zaman zaman da öfkeye davet etti ama seri diyorlar hani; devamını da okumak isteyeceğim cinstendi bu öfke ve duygusallıkların boyutu. :)"


Üstteki incelememi 1000kitap sitesindeki hesabımda "Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu" kitabı için yazdım bugün. Daha fazla söyleyeceklerim olduğu için de bu yazıyı yazıyorum... :) Beni 1000kitap sitesindeki hesabımda da bulabilirsiniz... :)

Geçtiğimiz hafta başı başlayıp, beğendiğim halde arada bir başka kitap okuyup -Günübirlik Hayatlar - Irvin D. Yalom- bitirdikten sonra; bu haftasonunda yeniden elime alıp okuduğum ve bitirdiğim üzere, bu güzel kitabı bitirerek haftaya giriş yapmış bulundum pazar gecesi... Kitabın yazarı Alıson G. Baıley'miş, kitap Yabancı Yayınlarından ve yazarın tek kitabı. Aslında bazen çok korkuyoruz değil mi, bir yazarın ilk ve tek kitabını okurken ama ben korkmadım ve sonunda iyi ki de dedim... :)

Ciddi anlamda hem öfkelendim ana karakterlerimize sıklıkla, hem de çok hak verdim belki de. Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu'na bıraktım kendimi 3 gün boyunca... Duygu dolu bir kitaptı, bittiğine bile üzüldüm diyebilirim... Kitap birçok kez, "göz göre göre" neleri neleri erteliyoruz'u sorgulatıyor kendi hikayesi arasında. Ama öyle ya, haklıyız da bazı zamanlarda. Kendimizi yerin en dibine sokup da, sevdiğimizi ve onun hayatımızdaki konumunu korumak, daha önemli çoğu zaman. Bir şeyleri elimize yüzümüze bulaştırmamak için çabalıyoruz da; isteklerimizi erteliyoruz sıklıkla. Belki mecbur kalıyor, belki de mecburuz diye düşünüyoruz...


Hayatın bilinmezliği berbattır. Bir bakarsın saçların rüzgarda savrulurken yükseklerde uçuyorsun, sonra bir bakmışın ki yüzünde kocaman bir şaşkınlıkla kıçının üstüne oturmuşsun. (Sayfa 22)


Amanda Kelly ve Noah Stewart'ın arasındaki arkadaşlık bağı, aşılamaz ama ötesine geçilmesine de engel olmak isteyen Amanda'nın belirsizliklerden korktuğu kadar derindir... Öyle ya, kendisinden bin kat kusursuz kız kardeşi Emily bile zamanında en yakın arkadaşı ile böyle bir durumu başaramamıştır. Şimdi aralarında apayrı bir uçurum vardır... Amanda Noah'ı öyle kaybetmeyi göz alamaz, zira ondan başka tek bir arkadaşı bile yoktur ki kendisini anlayan! Noah'ı oldu olası arkadaşı sanarken, ona derin hisler beslediğini anlar Amanda; her şeyin daha kötüye gidebileceği ihtimali üzerinde düşünür dururken, hisleri karşılıksız da değildir üstelik!


"Dost dediğin, içinden geçirdiğin şarkıyı bilir ve sözlerini unuttuğun zaman sana onu söyleyebilir." (Sayfa 35, benim en sevdiğim alıntılardan biri idi kitapta)

İşler güzelleşiyor derken, aradaki arkadaşlık bağları bitip tükenmesin isteyen ikili, ne birbirlerinden vazgeçebilir ne de düşünüldüğü gibi birlikte olabilir. Bunu okumak sıkıcı olacak derken de, her defasında olay örgülerinde sürüklendim durdum ben okuduğum sırada işte... :)

Uzun zamandır bu kadar çocuksu ve gençlik aşkı dolu bir kitap okumamıştım. Hani ciddi ciddi kendimizi o aşk hayatına kaptırıyoruz, bizim için dünyada tek gerçek o oluyor o andan itibaren... Bunları okumayı özlemişim meğer. Noah ve Amanda'nın atışmaları, kavuşmaları, birbirlerine kol kanat germeleri o kadar dolu dolu iç sıcaklığına kavuşturdu ki beni; hep isterdim böyle yakın bir arkadaşım olsun ve evet sonucu aşka da bağlansın! Zordur ama en güzelidir bence; eşler sevgililer, birbirlerinin en yakın arkadaşları da olabilmeliler bana göre...

Beni ömür boyu mutlu edecek gücü vardı. Aynı zamanda beni dize getirecek de... Çoğu insan böyle bir mutluluğu yakalama fırsatına hemen atlardı, Ama ben değil. Mutluluktan ne kadar havalara uçarsanız, düşüşünüz de o kadar şiddetli olur ve hayatta her zaman bir düşüş, bir çarpışma veya bir çatışma vardır. O yegâne, dünyayı altüst eden mutluluğun sonunda mutlaka bir zaiyat olması kaçınılmazdır. 

Hayır, ben ortalama mutluluğumu sürdürecektim. Düşmeye başlamanın ne demek olduğunu biliyordum. Sadece ufacık bir kısmını biliyordum ve bu bile beni neredeyse bitiriyordu.

Ömür boyu mutlu olamayacaktım belki ama bir daha, bir araya gelemeyecek derecede milyonlarca parçaya da ayrılmayacaktım. (Sayfa 65)


Noah da, Amanda da hatalar yaptı tabii ki de; kendilerine sınırlar çizmek isterken, gençlik takılmaları çoğaldı... Kısa ayrılıkları uzaklıkları olsa da, dönüp dolaşıp birbirlerini buldular her sokakta. Biriyle böyle bir bağla bağlı olmak, birbirini öylesine değil hep sevmekti ki, bu "anlamamak gibi bir durumu olmamak" demekti aralarındaki! Böylesi bağı kim istemezdi ki? 

Velhasıl ben isterdim açıkçası ve hala istiyorum ki; okurken istemsizce her defasında kendimi Amanda'nın yerine koyduğumda, en çok ona kızdım aslında. Ertelemek ve de sevgisini değilse de, yaşadığı onlarca an'ı ve yalnızlığını dindiren kişiyi yabana atmak konusunda Amanda tamam haklıydı da; ama Noah'ın hatalarıyla çok canı acıdı bu sırada, çok da hata yaptı öte yandan da... Kitabı okurken sıklıkla; ayakta ve Amanda'nın yerinde olup da, ondan çok kendimi sevmeye özen göstermeyi düşledim. "Güveniyorum kendime ve bize, seviyorum kendimi ve bizi; başarırız" deyip bir aşkı devralmayı istedim...

Amanda kendini güzel bulmayan ve diğerleri gibi süslü püslü olmayan kızdı. Hani şu sevimli dedikleri cinsten! Ama gel gelelim, gençlikte ve de orta yaşta bile, sevimlilik aranmaz ki karşı cinste. En kusursuzu beklenir, en kusursuzu aranır ya... Amanda bile kendini kimseye yakıştırmamayı, bu karşısına çıkan "küçümseyen tipler yüzünden biraz da" mümkün kılamadı uzun bir süre. Zaman zaman cesaretini eline aldığında bile dış görünüşüne ve zeki olmasından dem vuruldu, benim gibi görünmez tipler onu çok iyi anlardı kısacası... :) 

Karşılaştırılmaktan tüm gençlerimizi vazgeçirebilmeliyiz, çoğunluk kendine boşuna güvenip kendinden aşağı gördüğünü ezen değil; her zorlukta kendine güvenen ve rekabet uğruna birilerini ezmeyen tiplerden oluşabilmeli diye düşündürüyor kitap... Ayrılıklar da, zıtlıklar da, güzellik dengesi de bu ölçüde var işte kitapta.



Her zaman içgüdülerinizi dinlemelisiniz. Bir şey veya bir kişi hakkında neden kesin bir şeyler hissettiğinizi bilemezsiniz ama karın boşluğunuzdaki o his, orada bir an durmanıza neden olur. (Sayfa 190)


Diyor ki kitap, "Herkes bir teşekkürü ve bir elvedayı hak eder." 

En güzel öğütlerinden biri buydu. En sevdiğim karakter ilerleyen sayfalarda değişiverdi, Amanda ve Noah haricinde bir karakteri daha çok sevdim; bu cümleyi sarfeden kişi idi, Dalton Connor... Bazen seçimlerimiz veya yaşadıklarımız, bizi tanışmamız gereken kişilerle tanıştırmak için değişir veya gelişir! Dalton ile aynen böyle tanıştılar aslında. Kitabın bu yanı beni çok bağladı kendisine biraz da.

Güzeldi işte, Dalton da Noah da... İkisi de korudu kolladı Amanda'yı ve en çok o ikisi anladı aslında. Amanda kendisinde değil de, çevresinde gördüğü kusursuzluklara takılı kalmış bir genç kızdı. Noah ile beceremeyeceğini düşünmesi de, kendisini ona layık görmemesi de bundandı aslında.. Öyle ya, belki başıma gelse ben de aynısını yapardım, dediğimde Amanda'yı daha çok sevdim ve dışarıdan gördüm kendimi bir yerde... Dalton şöyle söyledi ona "Şimdiki Zamanın Kusursuz olduğunu hep hatırla!" 

Mutlu son mu oldu mutsuz son mu diye merak ederseniz okumanız lazım. Ben sıklıkla, özellikle sonlara doğru; keşke bu kitabın da filmi yapılsa! dedim ama bir serinin baş kitabı imiş. Bu hikayeye bağlı veya bu hikayeden bağımsız bu "perfect serisi"nin devamı ne zaman gelirse onları da okumak istiyorum inşallah...
Şimdiki Zamanın Kusursuzluğu, 2019 kitap fuarında Yabancı Yayınlarından aldığım iki kitaptan biriydi... Üç günde bitirdiğim bu kitaptan sonra, Yabancı Yayınları'ndan aldığım bir diğer kitaba başladım dün; adı Lanetli ve gayet yine benim hayal dünyama yakın genişlikte bir hikayesi bulunmakta. Elimdeki diğer kitaplar da biter bitmez, kitap alacağım siteden sepetime Yabancı Yayınlarından birkaç kitap daha atmayı düşünüyorum bu sıra... :) Ya sizin takıldığınız bir yayınevi var mı bu sıra? Geçen sene İthaki Yayınları kitaplarını sevmeye başlamıştım, bu sene Yabancı Yayınlarını da listeme alıyorum ben galiba... :)


Bir başka kitap konuşmalarımızı yapacağımız yazımda görüşmeden önce, bu kitaptan son alıntımı yapayım burada diyorum; okuduğunuz için teşekkürlerimle... (:


"Her zaman kendimize sınırlar çizeriz. Geçmeyeceğimize emin olduğumuz hayali çizgiler. Ta ki onları geçene kadar. 
Bir anne veya baba, yavrusuna böyle bir çizgi çizmeye çalışan birine zarar vermekten ve hatta onu öldürmekten çekinmez. 
Çizgi hareketlenir. 
Yalnızlık acısından yok olmuş bir kız ne kadar onur kırıcı olsa da, her şeyi yapmaya hazırdır, çünkü bu kronik acıyı uyuşturmak ister. 
Çizgi hareketlenir. 
Çizgi, bir gün aslında sınırlarınız olmadığını anlatana kadar hareketlenmeye devam eder." 
(Sayfa 241)


Sevgilerimle... :)

5 Nisan 2019 Cuma

Bahar Geldi - Nisan 2019


Nisan 2019'da ilk merhabamı yapıyorum şu bloğumda, Didem'in Gözünden sayfasında "31 Mart 2019"da atlattığımız seçimi kendi gözümden anlatmıştım. Amacım hiçbir zaman siyaset konuşmamak ama mümkün olamayabiliyor da bazı zamanlarda; 26 yaşıma geldim, artık beni de ilgilendiriyor diyebiliyorum daha da fazla... :) O yazıma buradan ulaşabilirsiniz bu arada...


Nisan çok hızlı başlamadı mı sizce de? Ayın ilk gününün Pazartesi olmasıyla daha fazla yeni bir aya girdiğimizi hissediyorum sanki, zaman daha çabuk geçti yine diyorum hani resmen. Bu hafta da öyle hızlı geçti bence... 

Yazamadım ama bu hafta bolca müzik dinledim ve de kitap okudum ben. Bunlardan bahsedeyim en azından, ne bloğumu boş bırakmak ne de fikirlerimi söyleyemeden şuradan uzaklaşmak istemiyorum zira... Bahsetmek istediğim bir şeyler birikti valla...

Misal, epeydir resim çekinmekten neden uzaklaştım bilmem ama resim çekinmiyordum. Kendi fotoğrafımı çektim hafta başında, gördüğünüz üzere o fotoğrafla başladı benim için bu hafta. :) Kendi yüzüme yabancı değilim ama evet, büyük bir uğraş olarak dışarıdan bağımsız olmak hala beni yoruyor galiba. Okulları bitince, iş arama telaşına düştüğünde sıkılan arkadaşlarımı şimdi anlıyorum resmen. Okulum 2018 yazında bitti ama yüksek lisans başvurularını dedemin rahatsızlığı sebebiyle önemseyememiş ve kaçırmıştım. Keşke daha fazla üzerine düşünse idim diyorum şimdi ama var her şeyde de bir hayır... :) Neyse, neyi neye bağladım ama de mi? Bana öyle geliyor nedense...

Haftabaşında arkadaşım geldi, oturduk o akşam sohbet de ettik çok şükür ama özlemişim valla. O da çalışıyor artık daha nadir gelebiliyor durumda. Liseden sınıf arkadaşım Hatice'den bahsediyorum, bir gün ben de acaba çalıştığım için mi çok daha az görüşebileceğiz? Aman Allah korusun da, çalışanların halini de anlıyorum tabii ki. :) 

Bu hafta bol bol yazdım ama tek bir kitap bitirdim, fuardan aldığım kitaplardan Irvin D. Yalom'un kitabını, Günübirlik Hayatlar'ı... Beni heyecanlandıran bir kitap değildi aslında ama yazarın yazı dilini çok beğendim. Psikolojik kitapları çok seviyorum ama daha önce birkaç zaman önce okuduğum bir psikiyatristin kitabını o kadar da güzel bulmamıştım. Meğer önyargı yapmışım, en azından Irvin D. Yalom'un yazı dili yorucu ya da boğucu değil de düşündürücü imiş... 

Hani bazen çok basit bir cümle okursunuz da, sizi üzerinde düşündürür epey bir süre. Kitabın birçok yeri öyle düşündürdü beni nedense. Misal "Kendisini kullanılmış ve örselenmiş hissediyordu." cümlesinden kendinize anlamlar çıkarabilir misiniz? Basit bir cümle ama bazen zaman zaman ömrümde böyle anları yaşadım ve bu anılar meğer iz bırakmış bende. Bunları düşlediğimi gördüm. 

Çok geçmeden de şu cümle çıktı karşıma; "Daha iyi bir geçmiş için ümidi yitirmek etkili bir öneridir." diğer cümlenin yanında bunun üzerinde daha fazla düşündüğümü hissettim sonra da. Yazar sonuna kadar haklı önerisinde. Geçmişe o kadar bel bağlıyor ve olanlara rağmen bazı şeylerden ümidimizi yitirmiyoruz ki... Bana bu yazıyı yazarım diye düşündüren de şu iki cümle oldu zaten... :)


Velhasıl bu hafta iki müziğe çok takıldım, onları da önerip bu yazımı da bitirmek istiyorum;

Mustafa Sandal - Gel Bana, Chikni Chameli - Ajay-Atul, Shreya Ghoshal; biri Türk biri de Hint müziği olarak en sevdiklerim şu sıra... Hepinize benden gelsin. Bahar cümlemize, bereketi, mutluluğu, ve hasret kaldığımız huzuru barışı versin dilerim. :) Sevgilerimle...