29 Kasım 2018 Perşembe

Bu Bir Gossip Girl Yazısıdır


En son böyle bir yazı yazdığımda, ilk kez bir yabancı dizinin tüm bölümlerini izlemiştim ve "Bu bir One Tree Hill yazısıdır" yazısını yazmıştım. One Tree Hil'den sonra izleyip bitirdiğim, 4. yabancı dizim oluyor Gossip Girl ve en çok eğlendiklerimden biri de olmuş durumda şimdi...

Baştan sona izleyip bitirdiğim diğer 4 yabancı dizim; (One Tree Hill, Friends, How I Met Your Mother, Is Pyaar Ko Kya Naam Doon?)



Son 2,5 aydır sabah kahvaltılarımız sırasında ve sonrasında Gossip Girl izlemeye bayılır halde idim, balkon televizyonumuzdan... Ama ne yazık ki, Salı günü 6. Sezonunun son bölümünü de izledim ve bitti; ki açıkça söyleyebilirim artık bence; 6. sezon, son 3 bölüme kadar hayal kırıklığı idi benim için, sebebi Lily karakteri oldu en çok da... :) 

Ağustos ayındaki Kurban Bayramı tatili bittiği gün, Merom buradan Antalya'ya döndüğü günün ertesi günü izlemeye başladım Netflix üzerinden Gossip Girl dizisinin bölümlerini... Ki, Gossip Girl yayınlandığı senelerde, yayınlandığı televizyon kanallarında denk geldikçe de izliyordum. Ama baştan başlayıp izlemek çok başka imiş...

Gossip Girl de, One Tree Hill gibi bir gençlik dizisi; ama entrika konusunda, One Tree Hill'i sollar kesinlikle... Ama içtenlik kısmına gelince, 1. Sezondan 9. Sezonuna kadar One Tree Hill benim için hala bir numaradır! :) Karşılaştırma yapmaya gelmedim tabii ama insan ister istemez ikisini bir kulvara sokuveriyor bahsetmişken, konuları ve mekanları apayrı iki dizi olsalar bile... (:

Gossip Girl; baş karakterleri Dan, Serena, Blair, Chuck ve Nate olmak üzere, yine güzel ve orjinal karakterleri bulunan bir gençlik dizisi. Karakterlerin orjinalliği ve bu bunu yapmaz dediğim noktada, şaşırdığım bölümleri çok ama çok sevdim ben bu dizide... Zengin kesimin, fakir kesime üstünlüğünü belli etme üzerinden gelişen olaylar dizisinde; Gossip Girl adlı bir sosyal medya sitesi kurulumu ile beraber, dizi birbirine girebilecek düzeyde gençlerin birbirlerinin kuyularını kazmak üzere, Gossip Girl'e birbirlerini ifşalamaları ile sürüp gidiyor! Bir yerde güzel görebilirsiniz, aksiyon gırla; ama bir yerde de bazı karakterler için, başlı başına eziyet resmen. Her adımınız izleniyor ve her adımınız sizi batırmak için yazılara konu olabiliyor... :)

Gossip Girl'in kimliği de, kimin kimi ifşa ettiği de hep sır bu arada... Konunun burası dehşet düzeyde ayarlanmış bence, Gossip Girl yalan haber sevmiyor. Doğrulanmış ve ispatlanmış ifşaları seviyor... Kim olduğunu son bölüme kadar merak ediyorsunuz.... :)


Annemle kahve keyiflerimize de eşlik etti Gossip Girl, annem ev işlerini yaparken de kulak misafiri oldu. Öyle ki, her karakterin ismini ve birbiriyle ilişkisini öğrendi. Ağustos'ta başlayıp, Kasım'ın sonuna doğru bitirdiğimi düşünürseniz; beni nasıl saran dizilerden biri olduğunu da anlarsınız bence... :)


Gossip Girl'in en sevdiğim sezonları ilk 4 sezon oldu. Bir de 5. sezonun yarısına kadar heyecanla izledim ama sonrasında da yine gelişen olaylarla şaşkınlığa uğradım... En sevmediğim sezon, 6. sezon oldu; ki benim eksik bulduğum da çok konu oldu, 6. sezonda. Diziyi Türkçe Dublajlı izledim, başta amacım bu olmasa da... Örgü örerken, bilgisayarda yazılarım için resim ayarlar iken ve bazen de birileri yanımda sohbet dahi etse, kulaklığımı takıp telefon veya bilgisayardan izlerken; hiçbir sıkıntı çekmedim böylelikle. Takip konusu mühimdi, annemin de altyazı okurken gözlerinin yorulduğunu söylemesi ve iş yaparken diyalogları duymaktan hoşlanması üzerine, güzel bir deneyim oldu bu da bize...

6. Sezon benim için cidden hayal kırıklığı oldu bir yerde dediğim yere gelirsek; ilk 3 bölüm heyecandan yoksundu, önceki sezonların bölümleriyle de karşılaştırınca gereksizdi bile. Bir de havada kalmış konular hakimdi, bazı karakterlerin kazdığı kuyular bu sefer ortaya çıkmadı; sanırsın her biri melek kabullenilesi hatalar işledi!?Derken Chuck ve Blair kavuşmaları için, aralarındaki engelleri yıkmaya uğraştılar. Ki, 6. sezonun son bölümlerine doğru onun da heyecanına alıştım. 

Lily'nin seslendirmesi değişmişti 6. Sezonda bir de. Bu da o sezonun büyük hayal kırıklığı idi. Sanki sesinin değişmesi ile eksiklikleri de Lily'nin hayat konularının işleyişi de umursanmaz oluverdi! Hala içime sinmemiş de olsa, son bölümle onu da biraz toparlayabildiklerini düşünüyorum... 



Karakterlerimize gelince: En sevdiğim erkek karakter hep değişti ama giyimiyle ve tavırlarıyla tarzı konusunda ilk 4 sezon Serena (Blake Lively) idi benim bir numaram; ondan sonra ise hep Blair (Leighton Meester) karakteri oldu... 



En sevdiğim çiftlerimi kolajladım size; ama bu demek değildir ki, bu çiftleri başkalarına da yakıştıramadım zaman zaman... Dizinin en can alıcı noktası benim için bu oldu! Yeri geliyor, hiç olmaz dediğiniz çiftleri beraber olsunlar istiyorsunuz. Dan ve Blair olabilir gibiydi bir ara, senarist bozdu onu da. Sakin ve iyi anlaşan çift olabilirlerdi, ama bir Chuck Blair ya da Dan Serena olamazlardı elbette... :)

Serena; dizinin başladığı zaman diliminde, geçmişiyle yüzleşip geride bırakma kararı aldı ve iyi bir kız oldu ama aşktan yana çok kez şanssızlık yaşadı diyebiliriz. Ama Serena, aşk konusunda hep şanslı olan taraftı aslında... Dizide, babasının ondan kaçıyor olması onu en çok zorlayan etken olmuş ki; annesi "Lily (Kelly Rutherford)" de, pek kızının yanında bir anne olamamış. Serena bu şartlarda, iyi bile ayakta kalmış bir kızı oynuyor. Zira ailede bütünlük herşeydir; kötü arkadaş ortamı gençlik döneminde sizi dibe çekebilmekte, anne baba sorununuz hat safhada ise de en mümkün olan cinsten kötü senaryonuza zemin hazırlamaktadır işte... Serena'nın ailesi daha çok, küçük erkek kardeşi Eric ve yakın dostu Blair Waldorf olmuş bu nedenlerle... 

Blake Lively'i bu diziye baştan başlama kararı almadan önce de, "The Age Of Adaline" filminde izledim de; en sevdiğim filmlerden biri oldu, o filmi de. Oyunculuğu müthiş, tekrar tavsiye etmek istedim bu arada...


Blair; anne ve babası boşanmış bir ailenin tek kızı o da. Annesi ile bağını, annesinin işine olan sevgisi dolayısıyla başta kuramamış bir kişi olarak çıktı karşımıza. Ama biraz Serena'nın medyada herkesin istediği güzellikte bir saygınlığı bulunması sebebiyle, annesiyle arası dolaylı olarak düzeliyor daha sonra... Annesi başlarda hatalar yapıyor ve kızının erken yakın arkadaşıyla arasındaki çekişmeli savaşın fitilini ateşliyor ama bir süre sonra dizinin sürekli bu olaylar ekseninde dönmesine de alışıyorsunuz... :) Blair'in aşkta şansı ise, Serena kadar parlak değil. O daha çok çekiyor bu konudan, kimi sevse ondan yana epey zorlukla karşılaşıyor. Günümüz güzel Türk kızlarının kaderi var Blair'de; "Allah çirkin şansı versin!" derler ya, o cinsten resmen! :D Dizide en güzel giyinen ve de en doğal güzelliğe sahip olan Blair oysa (bence öyle), entrikası da kimse de yok valla! :)

Dan; Aşık ve yalnız çocuğumuz. Onun da aşktan yana şansı Serena'ya duyduğu aşkı sonrası onu tanımamız ile dönüyor gibi görünse de, Serena ile çok kez barışması ve bir başkaları ile görüşmesi ile sürüyor da sürüyor sonra... Aşktan yana şansı dönen pek kişi de yok belki dizide. Aşk konusunun işlendiği, dizi ve filmleri seviyorum ama ben işte. Dizide en çok yakışan ikili, Dan ve Serena idi bence! Dan'imiz, edebiyat aşığı. Dan'in edebiyat aşkı, ilerleyen dönemlerde gecikmeli de olsa kitap yazma hayaline vardırıyor onu ama gel gelelim zirveyi de dibi de görüyor sonra! 

Chuck; Blair'in erkek versiyonu ve dizide birbirine en çok yakışan çiftlerimizden diğerinin erkek karakteri. Chuck ve Blair, hem birbirine denkler hem de birbirlerini epey yontması gereken cinstenler. Zor oluyor ama onları da çok kez barışmış çok kez ayrılmış gördük dizide. Ahh, onların sahneleri en çetrefelli olan cinsten; bir bakıyoruz sarmış sarmalanmışlar, bir bakıyoruz ertesi sabah ayrılmışlar! İkisinin de gururu aynı... Chuck ise, bana kalırsa tüm karakterlerin içerisinde aileden yana en şanssız karakter... Babası paragözün ve üçkağıtçının biri, 6 sezon boyunca onun adam olmasını bekleyeceğimi umuyordum! Değmedi de, tek spoiler'im bu olsun bence... :) 

Nate; içinde bulunan kötü yanını, çok ama çok az gördüğümüz ve dizilerde nadir bulunan iyi çocuğumuz! Nate'i izlemek bazen çok yorucu idi. Hani ne istediğini bilmeyen tipler vardır ya, "o da olur, tamam!" derler sık sık. Nate öyle bir karakter idi çoğu zaman. İyiliğin dozunu fazlaca kaçıracağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz ama kimi sevdiğine, kime gönül vereceğine, kime yeşil ışık yakacağına kaybetmeden karar veremiyor resmen. Beni bu yönden yordu zaten... Anne baba açısından, anne babası bir arada olan tek baş karakter. Ama o da çekiyor anne babasının gel-gitli yaşamından... 

Vanessa vardı bir de; 5. Sezonun ortasında dizideki gidişat gereği uzaklaştığı için ortamdan, üzüldüm başta. Nate ile iyi bir bağları vardı bir ara ama kendi topuğuna sıktı gibi bir şey. Bir Alt yakalı olarak, o da Üst Doğu Yakasının entrikasına kaptırdı kendini. O bölümler de oldukça heyecanlı idi ama Vanessa'yı karakterinin sağlamlığına rağmen, ezdiler biraz senaryoda. "En sağlam karakter bile, bir yerde gelir bozulur" demişler bir bakıma. :) Nate ile bir süre yakıştırmıştım ama isterdim ki entrikasız olsun birliktelikleri. Sevgi, oyun kaldıramazmış bir noktada. Jenny ile Nate aşkını göremememizin sebebi oldu Vanessa, unutamadım mesela! :D (Bak nasıl içerlemişim, çıkmayacak aklımdan da.)




Daha bir sürü karakterimiz de var ama anlatması cidden zor, çok uzun sürer... Beni en çok etkileyen, Lily ve Rufus'un yıllar geçse de bitmeyen aşkları oldu ki; Allahım herkese böyle büyük bir bağ nasip etsin dilerim. Bir de beni entrikaların bu kadar sarıp sarmalamasına şaşırdım, ama hiçbir Türk dizisi gibi sıkmadığından sebep; ben bu dizinin entrikasına bağlandığımı düşünüyorum. Bir kavuşmayı, 2 sezon boyu bekletebilen ve konuyu laçkalaştıran dizi sektörümüze inat; bir bölümde dolu dolu film izliyor gibi oluyorsunuz.... 

Öte yandan, karakter analizlerime bakarsak; üst yaka alt yaka farketmez, "ailede bütünlük olmayınca arkadaş ortamına da bu hakim oluyormuş" gibi bir durum ortaya çıkıyor. Ailede sağlanamayan dengeler, hayat boyu kişileri karmaşaya sürükleyebiliyor; bu sürpriz bir sonuç değil, bizim ülkemizde de var olan bir şey aslında... Bana bunu düşündürttü.

Bir de, "kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir dizi" diyen kesim var tabi bu diziye; bir yerde haklı, bir yerde de haksızlar. Kişiliklerden yana gelen ikili ilişkilerde, hangi gençlik dizisinde böyle duygularını karmakarışık bulan kişiler yok? Bir yerde haklısınız dediğim nokta da şurası ki; arkadaş arkadaşın kuyusunu, en küçük kıvılcımda kazabiliyor. Bunun da tek nedeni duygular olduğundan sebep, kendini yanlışlar konusunda tartmaya girişirseniz yerinde de görüyorsunuz. Entrika işte, adı üstünde; insan böyle garip ortamlara girince kendini kaptırıveriyor herhalde... Yaş unsurunu göze alırsak, kan deli akıyor dedikleri işte...

4 ayda diziyi tamamen bitirdiğimi düşünürsek eğer, eğlendiğimi de göze alınca; size Gossip Girl dünyasını iyice savunabilirim... Senaryo boyutuna epey emek verildiğini ve hiçbir oyuncuyu hiçbir karakter içinde fazlalık görmediğimi de söylemeliyim... :)


Lily, Rufus, Sisi, Eric, Jenny, Bart, Vanessa, Carol, Ivy, Lola, Eric, Georgina, Olivia, Eleanor, Carter, Ben, Seth, Juliet... Hatırlamak istediğim her bir karakter ve oyuncusuna selamlarımla... :) 

Gossip Girl entrikasını çok sevdim, öyle ki ilk 5 sezonu açıp açıp izlemek isterim bundan sonra da. Ama 6. sezon ile nedense bir türlü barışamadım tam olarak. Son 3 bölümü iyiydi ama sezon başlangıcında Lily'nin dublajı değişmiş ve kız kardeşi Carol'ın dublörü ile seslendirilmişti. Biraz buna, biraz da 5 sezon boyunca devam eden dizide, son sezon değişen Lily'ye gıcık oldum. Doğrusu sonradan toparlamışlar ama ben bunu affedemedim... 5-6 kez evlenen Lily, en olmadık kişinin aşkına inandı da, hayrete düşürdü beni! :) (Lily, sana bu konuda çok kırıldım!!)

Velhasıl; entrika ihtiyacım varmış, son 2,5 aydır o ihtiyacımı epey karşıladım bu dizi ile... Beni sardı sarmaladı, olaylar dizisi ile. Aralıklarla bölüm seçer izlerim diye düşünüyorum bundan sonra da. Entrika istediğim her an emrime amade olur bundan sonra... :) Dizinin en sevilen ve ağızlara pelesenk olan cümleleri ile veda ediyorum o zaman;

Ben kim miyim? İşte bu size söylemeyeceğim tek sır. 
Beni sevdiğinizi biliyorsunuz. Öpücükler, Dedikoducu Kız (Gossp Girl)... :)


23 Kasım 2018 Cuma

Anlaşılmamak, Endişe Verici - Kasım 2018


Kendinizi iyi anlattığınıza emin olduğunuz anlarda, anlaşılmamanın verdiği derin his endişe verici. Hani bazen olur ya, çözülmesi gereken bir sorun vardır ama onu sizinle beraber birilerinin çözmesi gerekir. Ama olay da bu ya; çözmesi gerekenler önce söz verir, sonra da bir türlü o sözü yerine getirmezler... Anlaşılmamak ve bilhassa anlamamaya uğraşırcasına davranıldığınızı hissetmek de ardından gelince, gerçekten endişeye düşüyorsunuz böyle anlarda; acaba ben mi fazlalığım bu noktada? diye..




İşte o noktada, cidden şu söz gibi uzaklaşmak gerekiyor oradan susarak. Kendimizi yormaya gerek bile yok! 

"Yolun karşısında söylediklerini anlamayan birisi varsa, en iyi cevap susmaktır!"

Anlaşılmadığımızı düşündüğüm bir dönemdeyiz yine ve bu yine bir ilk değil aslında. Ne yazık ki, birçok kez söylediğim gibi; benim ülkemde, engelli isen, anlaşılmamak gibi bir durum hayatının dört bir yanında var... "Engelli isen" kısmını kendi durumunlarınıza da uydurmanız mümkün tabi...

Açık açık söylemek anlatmak ve tek bir kuruma mal etmemek istiyorum bu durumu ama engelim sebebiyle yerine getiremediğim işlevlerim (yürüyememek, merdiven çıkıp inememek, kısacası kendi başına hareket edememek gibi), bu sıra daha fazla yüzüme yüzüme vurulur gibi oldu... Sağlık sektörü ciddi anlamda bazı noktalarda çökmek üzere. 

Şöyle ki; Devletin bana sunduğu fizik tedavi hizmetini haftada iki gün alabilmek için rehabilitasyona gitmem gerekiyor. Rehabilitasyona gidebilmek için, servise bindirilmem gerekiyor. Servise bindirilebilmek için de bir yardıma ve yardımcıya ihtiyaç duyuyorum! Ama gel gelelim, burada da sistemin kurbanıyım resmen. Bir ben değil tabii, ben gibi çoğunluklar var ki; bedensel engellerimizle yaşamımızın her alanında bir engelli yarış pistinde gibiyiz ama seslerimiz ne yazık ki duyulamıyor!

Rehabilitasyon merkezlerinde, bir taşıyıcı bulundurmak hala zorunlu değil. Ben 8 sene öncesine kadar yürüyebilir durumda idim ama şimdi desteksiz yürüyemiyorum. Beni en iyi engelli aileleri anlar ki, bu bir ambulans hizmeti almak kadar gerekli ve ciddi bir mesele... Taşıyıcı sorunu yaşadığımız için, gittiğim rehabilitasyondan ayrılmam gerekiyor sanırım... Bu sabah yaşadığımız bir anlaşmazlık daha, bizi bu kararı almaya kesinkez itmiş bulunmakta! 


Şimdi deseniz ki, rehabilitasyonla küs mü ayrılacaksınız; bunu düşünüyorum ben de ama öyle olmayacağına da eminim. Karşılıklı emeklerimiz geçti birbirimize ama bu konuda da tam olarak anlaşılmayı dilerdim kendi adıma. Yaşadığım stresler sebebiyle, kırılmadım değil yine dünyaya. Biraz da onlara... En başta bir sorun olmayacağının ve bize bu konuda sorun çıkartmayacağını söyleyenler ile çok yanlış anlamalar yaşadık. Bir türlü anlaşılamadığımı görmek, derinden yaraladı beni doğrusu... Engelli olmak, bu ülkede gerçekten yardıma ihtiyaç duymak; anlaşılmak istenmediğini de mi gösterecek ve düşündürecek hep insana?? Bu ciddi anlamda, yaralıyor beni!


Düzen değiştirmeyi hala hiç istemiyorum ama ne yazık ki bana rehabilitasyona götürme konusunda tam destek verebilecek bir rehabilitasyona ihtiyacım var... Başlarda da söylediğim gibi, bizim ülkemizde rehabilitasyonlarda taşıyıcı bulundurmak zorunlu değil ama bu o kadar gerekli ki! Sırf bu yüzden, yıllık ek tedavimi 3 senedir taa Yalova'daki bir Fizik Tedavi hastanesinden alıyorum ben! Taşıyıcı elemanları var, hastalarına bu konuda sıkıntı çektirmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Tamam, yoğunlukları sebebiyle aramadılar 3-4 haftadır ama o yoğunluk bittiğinde yine geri dönebileceğimi ve taşıyıcıdan yana sıkıntı çektirmemeye uğraşacaklarını biliyorum... Şükür ki, desteklerine sağlık olsun ve işleri rast gitsin. Çünkü bizim bu gibi örneklere ihtiyacımız var... 


Ama öte yandan, yılın her haftası gidebildiğim rehabilitasyon düzenim adına, yeniden bir rehabilitasyon ve fizyoterapist değişimi ile yeni bir süreç başlatacak olmak üzüyor beni. Umarım en azından, eski fizyoterapistime ve eski rehabilitasyonuma dönebilirim diye umuyorum şu an! Anlaşamadık, anlaşacağımızı söylediler ama bir türlü o stressiz gidip gelmem gereken ortamı sağlayamadılar. Babam her ay iki hafta boyunca gündüzleri çalışıyor ve evde olamıyor, diğer iki hafta da gece ve akşam mesaisi oluyor. Evde olduğu iki hafta boyunca o yardımcı olacaktı ve oluyordu da ama diğer iki haftayı da idare edemez oldular. 

Bu sabah rehabilitasyondan babamın evde olmadığını bilerek sadece şoför yollamışlar. Bilerek diyorum, çünkü geçen haftadan beri bunu konuşuyoruz. Yanlış anlaşılma dediler, ama bu anlaşmazlıktan sonra da, anlaşılamayacağımızı telefonda bir kez daha hissettirdiler; "şahsi algılamayın ama bir kişi için taşıyıcı tutulamaz!" dediler, kaldı ki bir bedensel engelli ben değilim. "Yolun karşısında sizi anlamayan kişiler varsa, susmakmış en iyi cevap." Yol almamız gerek, başka diyarlara! Gidemedim rehabilitasyona bugün; kendimi de annemi de ezdirmeye niyetim yok, annem beni merdiven indireyim derken bir gün sakatlanacak yoksa (Allah korusun!). Doğrusu gerildik annemle ve de darıldım, sistemde yok edilmeye çalışıldığımızı düşünüyorum. Evde terapi yasal değil, ama rehabilitasyona da gidemiyor ve giderken de sıkıntı çekiyorum; annem rahatsız ve babam da çalışıyor... Oysa, en basitinden 2 taşıyıcı alınıp merdivenlerden sandalye ile bile indirilebilirdim ama yok! Ne yazık ki, asansörü girişten bir ev alabilme imkanımız da doğmadı hala; bekliyoruz...


Velhasıl sevgili okurum; devlet bize bir hizmet sunuyor, haftada iki gün fizik tedavi imkanı sağlıyor. Bu fizik tedaviyi alabilmek için, rehabilitasyonların bünyesinde bir de servis hizmetleri var ama onda da böyle sıkıntılar çekebiliyoruz... Ben bedensel engellilerin yaşadığı ve yaşayabilecekleri sıkıntıları bildiğimden ötürü de, bana çok tezat geliyor doğrusu. Yazıyorum ki, size de tezat gelsin ve farkındalık kazanalım hep beraber... 

Cuma günü duam budur; engellilerin de ülkemde yaşama kalitelerinin ve topluma kazandırılma düzeylerinin her anlamda düzeltilmesini sağla rabbim. Sen insanımıza duyarlılık, farkındalık ve anlayış nasip et n'olur! Öncelikle her birimize sağlık diliyorum, sonra da bu duamı yineliyorum; her birimiz yaşamayı ve topluma karışmayı hakediyoruz! Belki de hastalıklarımız engellemiyordur, bizi engelleyen sistemlerdeki eksikliklerdir!

Okuduğunuz için teşekkürlerimle rica ediyorum sizlerden, bu yazımı paylaşın da herkes bilsin. Devletimiz ne olur daha iyi denetlesin ve düzenlesin sistemlerimizi! Sevgilerimle...

19 Kasım 2018 Pazartesi

Değişen Tedaviler - 16.11.2018


Doktordan doktora değişen tedaviler varmış meğer, rutin kontrollere gide gele öğrendiğim bir şey bu... İki sene içinde iki ayrı Genel Cerrahi doktoruna da gittim, iki ayrı Kardiyoloji doktoruna da... Sonuç olarak, Genel Cerrahi doktorlarının benzeştiklerini, ama kardiyoloji doktorlarının bazı tedavi yöntem farklılıklarıyla ayrıştıklarını gördüm. Yeni haftanın ilk konusu, geçen hafta bitmeden önce değişen tedavi yöntemlerimiz benim için... :)


16 Kasım 2018 günü, ritim bozukluğum sebebiyle kullandığım kalp ilacımın raporunun bitmesi ve de rutin doktor kontrolüm gerekçesi ile yine Kardiyoloji polikliniğine gittik. Bu sefer bir önceki doktoruma randevu bulamadığım için, başka bir doktora göründüm. Sistem iyice değişti mi, bilmiyorum. Ama normalde Ekg çektirir, öyle girerdik. Bu sefer çektirmeden direk doktora gittik. Rutin kontrolüm ve ilaç raporumun yenilenmesi gibi sebeplerimi ve hastalığımı da öğrendikten sonra, eski sonuçlarıma baktı ve sonrasında da tansiyon ölçüp, Ekokardiyografi aleti ile kalbime baktı. Ultrason cihazının, kalp görüntüleme versiyonu diyebiliriz bu Ekokardiyografi yöntemine....

Önceki ve o andaki sonuçlara göre; "Sen düşük tansiyon hastasısın, hiç tuz tüketmiyor musun?" dedi bana. Ben de, "Kalp rahatsızlığım olduğu sebebiyle olduğunca dikkat ettiğimi ve tansiyon düşüklüğümün olduğundan habersiz olduğumu." söyledim. Kullandığım ilacı da bu sebepten kullandığımı ve ritim bozukluğumun da büyük ölçüde bu tansiyon düşüklüğünden sebep olduğunu söyledi bir de... Şaşırdık annemle doğrusu, zira hiçbir bilgimiz yoktu bile. Doğuştan bir kalp kapakçığı eksikliğim olduğu sebebiyle, ritim bozukluğum olduğunu biliyordum sadece; yıllarca...



Sonuç olarak: doktorum beni diyetisyene yönlendirdi ve elindeki önceki sonuçlarımdan birinin altına, "tuzlu zayıflatıcı diyet" diye de not düşerek... Diyetisyenin kapısında "Sağlığınız için daha az tuz tüketin!" demesi, benim durumum için komik. Benim tuz tüketmemi önerdi Kardiyoloji doktorum ve diyetisyenim. İkisinin arasındaki fark ise şu oldu; seni tuzlu bir diyetle kolayca zayıflatamam dedi diyetisyen, olabildiğince dikkatli olman gerek. Ancak öyle... Diyetisyenle epey bir orta yol bulabildiğimizi düşündüğüm şekilde konuştuk önce. Hareketsizliğim ve mide ülserim sebebiyle, uzak durmam gereken besinlerin (yiyecek ve içecekler olarak) yasaklıları ve serbestlerinin yazılı olduğu iki kağıt verdi bana. O kağıtların arka taraflarından birinde örnek diyet menüsü, diğerinde de sağlık bakanlığının da önerileri bulunmakta idi... Tuzlu beslenme konusunda da, haftada 1 veya 2 tane soda içmeyi ve de kaya tuzu kullanmamızı önerdi...

O önerilerin yazdığı kağıtlardaki bilgilerin büyük çoğunluğu, bu yazımda da yazdığım öneriler arasında vardı ama bu sefer daha detaylandırılmışları mevcut... Diyetisyen benim bıraktığımı söylediğim besinleri duyduktan sonra, üzerine "domates"i tekrar eklememi ama hangi koşulda olursa olsun kabuğunu soyarak kullanmayı denememi önerdi. Dediği gibi kabuğunu soyduktan sonra, çiğ ya da pişmiş olarak dokunmadığını tespit ettim.

III Numaralı Ülser Diyeti yazıyor, yasaklıların yazdığı bu listemde. Ben burada da paylaşmak istedim; salçayı her şartta bırakmamı, soğanlı ve baharatlı yiyeceklerden uzak durmamı ve de diğer yiyeceklerde yediğim soğanın ve tüm malzemelerin iyice piştiğinden emin olmamız gerektiğini söylediğini de. Benim gibi hareketsiz olan kişilerin de, "bu tarzda yiyecek hassasiyeti bulunan kişilere de yardımcı olur hem belki de" dedim.




1. Sayfa...

İÇECEKLER;

Serbestler: süt, muzlu süt, yoğurt, salep, ıhlamur, açık çay, adaçayı, limonata.

Yasaklar: çay, kahve, neskafe, sütlü kahve, sütlü kakao, boza, karbonatlı içecekler (gazoz, kola vb.), hazır meyve suları, alkollü içecekler, maden suyu ve sodası, kuşburnu.

ET, BALIK, KÜMES HAYVANLARI;

Serbestler: haşlanmış, ızgara veya fırında pişirilmiş olarak sığır, dana, tavuk (derisiz), balık, hindi (derisiz).
Yasaklar: Yağda kızartılmış etler, suck, pastırma, salam, sosis, salamura balık, karaciğer, beyin, böbrek, dil, dalak, yürek vb. koyun ve kuzu eti.

YUMURTA VE PEYNİR;

Serbestler: haşlanmış yumurta ve peynir.
Yasaklar: yağda kızartılmış yumurta.

YAĞLAR;

Serbestler: zeytinyağı, ayçiçek yağı, mısır özü gibi bitkisel sıvı yağlar.
Yasaklar: margarin, tereyağı, katı yağlar.

2. Sayfa...

ÇORBALAR;

Serbestler: Süzgeçten geçirilmiş sebze çorbaları, buğday unu, pirinç, bezelye unu, mercimek unu, şehriye ve yayla çorbaları.
Yasaklar: Et suyu ile yapılmış çorbalar, işkembe çorbası, paça, hazır çorbalar, et suyu tabletleri ile hazırlanmış çorbalar, tarhana, domates çorbası.

TAHIL VE KURU BAKLAGİLLER; 

Serbestler: Beyaz ekmek, sade kraker, bisküvi, peskimet, kuru pasta, fırında börekler, püre, makarna, irmik, pirinç, kuskus, erişte, buğday, şehriye.
Yasaklar: Sıcak ekmek, kepekli undan yapılmış ekmekler (esmer ekmekler), çeşnilendirilmiş kraker ve bisküviler, bütün kuru baklagiller (kuru fasulye, nohut, mercimek, kuru bakla, barbunya, börülce), mısır, bulgur, yarma, buğday.

SEBZELER;

Serbestler: İyi pişmiş havuç, taze fasulye, pancar, bezelye, ıspanak, kabak, semizotu, pazı, ebegümeci, patates, havuç suyu ve domates suyu.
Yasaklar: Diğer bütün sebzeler, yağda kızartılmış sebzeler, cipsler, patates kızartması.

MEYVELER;

Serbestler: Ekşi olmayan bütün taze meyve suları (sulandırılmış olarak veya yemeklerden sonra olarak içilebilir.
Komposto şeklinde kabuksuz pişirilmiş elma, şeftali, kayısı, armut, kırmızı erik; çiğ, olgun, kabuksuz olarak muz, tatlı elma, şeftali kayısı.
Yasaklar: Diğer kompostolar, diğer çiğ meyveler.

TATLILAR;

Serbestler: şeker, bal (süzülmüş), reçel, sade lokum, sade akide şekeri, jöleli tatlılar, muhallebi, sütlaç, çeşitli pelteler, dondurma, jöleli tatlılar.
Yasaklar: Baharat ve yasak olan meyvelerle yapılmış tatlılar, çikolatalı pasta, çikolata, kuruyemişler ve kekler, hamur tatlıları (incir tatlısı, hamur tatlısı), tahin, tahin helvası, pekmez.

ÇEŞNİ VERİCİ YİYECEKLER;

Serbestler: Un, süt, tuzdan yapılmış soslar.
Yasaklar: Bütün baharatlar, et suyu, salamura, turşular, sirke, salça, ketçap, hardal, sarımsak, soğan, çemen, zeytin, kuruyemişler, limon tuzu, kurutulmuş meyveler, hindistan cevizi.



Bugün yeni haftaya, bu yazdıklarımı iyice hazmetmiş olarak başladım; üstteki selfiemle de devam edeyim dedim. 3 gündür daha da dikkat ediyorum, yediğime içtiğime ve yememem gereken yiyecek ve içeceklere....

Listenin baş notlarında, serbest yiyecekler içerisinde size dokunanları da yemeyin! diyordu. Diyetisyenime turunçgiller meselesini sorduğumda, bana söylediği; "seni sen yaşıyorsun, ben ye ya da yeme desem de boş. Kendine dokunanları not etmeye devam et, dokunma şekillerini de. Ancak öyle mideni toparlayabilirsin. Salça soğan ve baharat karışımını yemeyi sürdürürsen de, bu mideyi hiçbir şekilde toparlayamazsın." dedi. 

Velhasıl durum aslında bu kadar basit, bir bu kadar da karışık. Biz birçok konuda ajanda günlük tutuyoruz da, bir ömür yediğimiz içtiğimizin günlüğünü tutmaya üşeniyoruz. Belki de, bu konunun günlüğünü tutarsak, her şey daha net olmayı sürdürecek.


Bana gelince tekrar, kendimce deneyimlediğim üzere not etmem gereken 3 maddem var;

- Uyurken yatağımda, sol tarafıma doğru yattığımdan beri; tek bir gece rahatsızlanmadım. Sadece geçen hafta 2 gün üst üste sağ tarafıma geri yattım ve gördüğüm üzere hiçbir sebep ortada yokken gece bir gıdım yediklerimin ağzıma gelmesine şahit oldum! (Bu bence önemli not, bir daha sol tarafıma yatmaktan vazgeçmeyeceğim.)

- Bana dokunan yiyeceklere ilişmediğim zaman, hazım problemi yaşamadığımı gördüm. Çeşni Verici Yiyecekler maddesi, benim için en tehlikelileri. Bir o kadar da katkı maddelerinden ve ağır besinlerden kaçınıyorum işte. Yasaklılar listesine uymaya da söz verdim, devam ediyorum...

- Akşamları "istisnalar" haricinde, yemekten sonra çay-kahve içsem bile, yanında hiçbir şey yememe gayretimin ömür boyu olması ve bu durumun yok olmasına bir kez daha yaklaşmamam gerektiğinin daha net farkındayım. Bu maddenin de, diğer maddelerin de içinde bulduğu ve yeme düzenime dikkat ettiğim ölçüde; kilo da verebileceğime inancım tam. 


Velhasıl dikkatli beslenir isem; hem zayıflar hem de yaşam kalitemi her anlamda düzene sokabilirim. Önce buna ben inanmalı ve yaşamımın her anında bunu unutmamalıyım...

Sağlıklı ve mutlu haftalar diliyorum hepimize... :)

10 Kasım 2018 Cumartesi

Şiirlerle Hayat #23 - Atatürk Şiiri


İlkokulda öğrendiğim bu şiire; Atatürk Şiiri de demişler, Saat 9'u 5 geçe şiiri de... Ne denilirse denilsin, ilk öğrendiğimde benim için etkisi izlediğim Sarı Zeybek belgeseli ile artmıştı...

O şiir hala ezberimde. Atamızın 80. Yıldönümünde, bu sene tüm kıtalarının ezberimde olduğumu Kağanımla Atatürk'ten bahsederken hatırladım ve ona okuduğum gibi yazmak istedim... (:

Bugün Kağanım aklı en başında olarak, ilk Atatürk'ü Anma Gününü geçirdi. Benim küçüklüğümdeki gibi anma törenine gitmişler, Atatürk heykelinin bulunduğu heykele çelenk bırakmışlar ve artık daha net anlamış; Atatürk'ümüzün ülkemiz için değerini anlamak ve öğrenmek için kendi özverisi ile sorular soruyor bana... :) Benim için bunu görmek bilmek gurur kaynağı. Umarım bir ömür, tarihinin ve değerlerinin kıymetini bilir kuzularımız. Amin...

Atatürk Şiirine Gelince;



Saat 9'u 5 geçe,
Atam Dolmabahçe'de
Gözlerini kapamış,
Bütün dünya ağlamış.

Doktor doktor kalksana,
Lambaları yaksana!
Atam elden gidiyor,
Çaresine baksana!

Uzun uzun kavaklar,
Dökülüyor yapraklar.
Ben Ata'ma doymadım.
Doysun kara topraklar!



Hayat şiirlerle dolu... Küçükken belki de ezberlediğim ilk şiirdir bu, belki de değil. Ama benim en eskiden hatrımda kalan şiir bu... Atasına sahip çıkan, değerlerine sahip çıkar bireyler olmak ve öyle bireyler yetiştirebilmek nasip olsun cümlemize inşallah.

Bugün ben yeğenimin Atatürk'ü soruyor olmasına ve onun bu büyük değerimize değer veriyor olmasına, saygı duyuyor olmasına çok sevindim. Gurur ve mutluluk duydum. Sebebi, bir bireyin kendisini ve tarihini bilmesine verdiğim değerdi. Dilerim bir ömür kendisine ve çevresine, tarihine ve değerlerine saygılı bir birey olmasıdır. Cümle çocukların, cümle evlatlarımızın... :))


Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, 80 sene de geçmiş olsa unutulmadın ve daha çok biliniyorsun. Seneler de asırlar da geçse, daha çok kıymetin biliniyor olacak. Görüyor ve biliyorum ki, özleniyorsun. Işığınla binlerce nesli aydınlattın ve aydınlatmaya devam ediyorsun. Sen, silah arkadaşların ve nice ülkemiz için kan döken can veren büyüklerimize teşekkür ederiz. Ruhun şad olsun, mekanlarınız cennet olsun...

Kalbimizde, değerlerimizdesiniz... 

6 Kasım 2018 Salı

Dört Dakika - 06.11.2018


Bazen sizi  dört dakikalık bir küçük operasyonun korkuttuğunu bilmeden, tedirgin oluyorsunuz... Bilinmemezlik de, en küçük görünen şeyde bulunan nice tehlike de sizi rahatsız edebiliyor zira. İnsan canı tatlı, canımız yanacak diye hastanelerden ve orada yapılan işlemlerden kaçınıyoruz bazen her birimiz. Ama içine düştüğümüzde; "Oralardan uzak etsin Allahım ama oralarsız da koymasın!" deyiveriyoruz. En azından-en çoğuna kadar, orada hayatının bir kısmını geçiren birçok kişinin; bunun değerini anlamasına sebep olan yerlerden biri zira... 




Tehlike dediğime bakmayın, bugün çok küçük bir operasyon yapıldı sadece bana. Küçük bir örnek aldılar bacağımdan... Senelerdir bacağımda çıkan ve bir türlü yok olmayan küçük yaralar oluşturan garip bir sivilceler dizisi, bu sıra çoğaldığı için; dün cildiyeye gitmiş ve bir kez daha doktoruma göstermiştik. Doktorum "Bunlar iyi huylu deri tümörleri. Ama en son çıkanlardan birini alıp, patolojiye gönderip nedenine bakmamız gerek." dedi. "Kötü bir şey olduğu için değil, ama nedir nedendir bakalım bir..." diye de eklemeyi ihmal etmedi. Cildiye, Genel Cerrahi'ye yönlendirdi ve orası da bugüne randevu verdi. 

Dünden beri küçük de olsa iğne girecek, orayı uyuşturacak ve bir parça alınıp gerekirse dikiş atılacak ya; tedirgindim. Sonuçta, ilk defa yapılan bir operasyon ve nasıl hissedeceğim hiç bilmiyorum... Tehlike dediğim de, benim tedirginliğimden belki. Ama hep duyarız ve en küçük operasyonda bile tehlikeler var diye endişe ederiz. Allah uzak etsin. :) 

Bugün, hastanede bekledik ve sonrasında da zamanı geldi ameliyathaneye götürmek için önlüğümle ve bilekliğimle hazırladılar beni. Sonuç olarak; tedirgin olsam da, espriler ile gönderdi annemler ameliyathaneye beni. Ben yeni aldığım bilgisayarımı ablama emanet ettim, annemler de haklarını helal etti! :D Çenem düşer benim, "tedirgin olduğumu da, tasasız gördüğüm hemşir ve hemşirelerle kaynaşarak anlattım ameliyathanede." Korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve benimle samimi gülümsemelerini, sohbetlerini paylaştılar. Tedirginliğim olarak da, sadece derin derin nefesler aldım... :)

Ameliyathanedeki sedyeye taşıdılar, bir ara dışarı çıkıp işlemden önce beni yalnız bıraktılar. Gemlik'in hastanesi yeni binasına taşındığı için, daha teknolojik ve daha yeniydi her şey. Biraz gözlemledim ve sonra da kendimce dua ettim. Hemşirler ve bir hemşire geldi. Doktorumla beraber malzemeleri hazırladılar, sonra da işlem başladı. Şansıma doktorum da, hiç cevap vermeyen tarzdan değildi; o da açık açık yapılacaklardan bahsetti ve güven vererek işlemi başlattı. 


Sol tarafımdan baktığımda görünen duvara monte edilmiş bilgisayar monitöründe, saat 16:42 idi; başladılar ve ilk iğnenin sızısını hissettim. Sonrakilerin her birinin girdiğini hissettim ama sızısı yoktu. İşlem toplamda dört dakika sürdü. Etimden alınan sivilceyi de, etime atılan dikişler sırasında çekiştirildiğini de hissettim. Ama sızı acı yoktu... İşlem bittiğinde ise, saat 16:46 idi...

Dikişlerimin üzerine bantlar yapıştırıldı, doktor ilaca gerek olmadığını ve birkaç güne pansumana gelmem gerektiğini söyledi. Bu cuma günü değil de, bir sonraki cumaya da dikişleri aldırmaya kendisine gitmemi... (:


İşte böyle; benden alınan parça patolojiye gönderildi, işlem bitti dışarı çıkartıldım ve espriler daha gırla devam etti... 4 dakikalık işlemin hafif tedirginliğini bir önceki akşamdan beri ara sıra duymuştum ya, sonuçta ameliyathaneye de girmiştim; operasyondu bu benim için! :D Bitti gitti şükür, hayırlı sonuçlar da alırız inşallah... 

Dört Dakika için nasıl da korkabiliyoruz, diye sorgulamaya ve anlatmaya geldim işte bugün de... Kimine boş yere, kimine de haklı yere korkuyoruz bu gibi işlerde. Ama bir kez daha sükunetimi elime aldığımı görebildim yine. İki sene önce Endoskopi'ye giderken ki korkum gibi değildi bu, bilinmez bir tedirginliğin hafif sancısı idi bu sefer benimkisi. Dört dakika deyip şaşırdım, işlemleri ve hazırlanması ile 15 dakika sürdü en fazla işte. 

Allah korktuklarımıza uğratmasın ve bizi kendi korkularımızla sınamasın dilerim. En ufağından en büyüğüne; o ameliyathaneye girip o masaya yatınca, insan bir garip hissediyor işte... Kendini bilinmeyen durumlar karşısında tedirgin hisseden herkese, Allahım kendi içinden gelen kolaylığı bulmaya yardım etsin dileklerimle. :)

Sevgiler...

5 Kasım 2018 Pazartesi

Gastrit Ve Ülser Meselesi - 05.11.2018



Bugün 2-3 haftadır yine gittikçe artan Gastrit problemim sebebiyle doktora gittik. Şişkinliğim ve yediğim neredeyse her şeyi hazmedememe problemim meydana çıkmıştı yine ve bu sefer daha dayanılamaz boyuta ulaşmıştı... Bu ara bu rahatsızlığımın, hareketsizliğe bağlı olduğunu ve şişkinliğimin bir tek akşam yemeklerinden sonra meydana çıktığını gördüm. En az hareketli olduğum ve soğukların en çok olduğu saatlerde, soğuktan ötürü daha fazla hareket edemez oluyorum. Ve şişmeye başlıyorum; herkes gibi yürüyerek çalıştıramadığım metabolizmanın, eritemediğim yiyeceklerin sıkıntısını çekiyorum...

Bugün doktor, şikayetimi duyar duymaz Endoskopi ve Kolonoskopi istedi önce... En son 2016'nın Sonbahar mevsiminde mide mikrobu tedavisi olmadan önce, rahatsızlıklarım sebebiyle endoskopi yapılmıştı. Bugün Endoskopi ve Kolonoskopi deyince doktor, şikayetlerimi doktoruma ayrıntılandırma gereği duydum daha çok. Sıkıntılarımın eskisinden farklı olarak sadece hareketsiz kaldığım saatlerde yaşadığım sıkıntılar olduğunu ve Endoskopi istemediğimi söyleyince de; önce bir ilaç tedavisi yapalım o zaman dedi doktorum... İyi ki de anlaşabildik ve direk yöntem olarak kolonoskopiye başvurmadık şimdilik. 

Doktor ilaçlarımı yazdıktan sonra (iki hap -biri aç biri tok-, bir de şurup), beslenmemde nelere dikkat etmem gerektiğini sordum... Bana yanında hazırlanmış not kağıtlarından birer tane koparıp; İki kağıt verdi bana, "beslenme stilini bunları oku aklına yatanı uygula!" dedi. Bu kağıtlardan birinde Reflü ve Beslenme Alışkanlıkları, diğerinde de Bağırsak sıkıntıları için doktora görünülmesi gerektiği ve herhangi bir testinin olmadığı yazıyordu...

O kağıtlarda, Ülser ve Gastrit ile yaşamakta, yaşam kalitesini düzeltmeye yönelik öneriler vardı...


Bu önerilerde beni en çok ilgilendiren ve memnun eden, Reflü Ve Beslenme Alışkanlıkları başlıklı kağıt oldu... Öncelikle reflü'yü ve gastriti tanıtarak başlıyordu; "Reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri gelmesi demektir ve bunun sonucunda göğüs kemiğinin tam arkasında yanma, ekşime, ağıza acı-ekşi su ve yenen yiyeceklerin geri gelmesi gibi birtakım şikayetler ortaya çıkar." diyordu. Bir Gastrit ve Reflü tanımı, böyle güzel yapılır... :)

Bugün okuduğum bir başka yazıda, gastritin reflüye doğru gittiğini ve birleştiğini okudum. Sanırım benimki şu an bu... Ama daha ötesinin, zehirli reflü falan olduğunu da duymuştum. Umarım o kadar öteye kadar gitmeden, "Yaşam Tarzı Değişiklikleri" ile bu gastrit problemlerimden kurtulurum... 


Üst resimde de görüldüğü gibi Yaşam tarzı değişiklikleri önerileri veriyor sonra. Kağıdın ön sayfasında, o yaşam tarzı değişiklikleri şöyle;

- Sol tarafınıza dönük yatın, bu daha az reflüye neden olur. (Ben yatağımın pozisyonu gereği sağ tarafıma yatıyorum. Bugünden itibaren, kaçtır duyduğum üzere bunu değiştireceğim.)

- Yatağınızın baş kısmını yükselterek başınızı yüksekte yatın. Böylece yemek borusu içerisine mide içeriğinin kaçışı azaltılmış olur. Ancak sadece başınızı yükseltmeniz yetmez, yatağınızın baş tarafınızı ayak tarafına göre yükseltmeniz gerekir. - (Ben nefes sıkıntım sebebiyle yüksek yastıkta yatamıyorum ama biraz daha yüksek yapmaya çalışacağım yastığımı.)

- Fazla kilolu olmak da reflüyü artırır. Kilonuz fazla ise vermeye çalışın. 

- Sigara ve alkol kullanımızı azaltın ve mümkünse hiç almamaya dikkat edin. 

- Çok sıcak yiyecek ve içeceklerden kaçının, çünkü aşırı sıcak yemek borusundaki hasarı artırır. Yiyecek ve içeceklerinizi ılık olarak tüketin. 

- Yemek yedikten sonra, en az 3 saat geçmesini yani midenin boşalmasını bekleyin. - (Yemekten kaç saat sonra yatarsam yatayım, midem boşalıyor gibi hissetmiyorum çoğu zaman. Ama ilaçlarımı kullanıp, talimatlara da uyup bunu da toparlayacağım umarım.)

- Bir defada aşırı yemek yerine, sık aralarla küçük porsiyonlarda yemeyi tercih edin. - (Bu kendimle gurur duyarak, en iyi yerine getirdiğim maddelerden biri!)

- Reflüyü tetikleyecek gıdalar kişiden kişiye değişebilir. Bunlardan mümkün olduğunca uzak durun. (Daha dikkatli olacağım, söz veriyorum. Bakınız, aşağıdaki resimin altına...)

- Yağlı ve kızarmış yiyecekler ile kafein ve çikolata şikayetlerinizi arttırabilir.

- Lifli (posalı) gıdalar tüketmeye çalışın. 

- Bazı ilaçlar reflüyü artırır. Reflünüz var, hekimizden kullandığınız diğer ilaçlarla ilgili bilgi edinin.



Bir de uzak durmanız gereken, özellikle içeriğinde sizi rahatsız eden yiyecek ve içeceklerin bulunduğu gıdalardan uzak durun maddesi var! Bu da en işime yarayacak olan diye düşünüyorum; çünkü "yok ya, bu rahatsız etmiyordur" dediğim ve toz konduramadığım ne varsa, hatırladığım üzere bu listedekilerin çoğunluğu onlar...


Bana ve size faydası olacağını umduğum için, bu "uzak durulması gereken yiyecekleri", burada da dursun istedim. Toz konduramadığım ve bugün onlara da ihtimal verdiğim üzere bırakacaklarıma (+) koyuyorum. Diğerleri zaten benim bıraktığım yiyecek ve içecekler, bırakmayacaklarıma da (-) koyuyorum. Bunlar;

= Domates, ketçap, domates ve salça içeren soslar. (+)
= Turunçgiller (limon, portakal, mandalina, greyfurt). (Çekimser +)
= Gazlı içecekler.
= Çay ve kahve. (-) (Bunlar bana dokunmuyor, acı kahveler hariç!)
= Acı biber (+)
= Soğan 
= Sarımsak
= Turp
= Çikolata (-)
= Hardal
= Karabiber
= Sirke (Büyük bir artı (+), zira ben iyi gelir diye bile içiyordum ama dokunmaya başladığını da gördüm.)
= Turşu
= Acı baharatlı gıdalar (+)
= Nane ve naneli yiyecekler
= Fazla yağlı gıdalar ve kızartmalar
= Çok ekşili ve acılı salata sosları (-) (Gariptir, çok acı ve ekşili soslar dokunmuyor da bana, içinde sarımsak ve soğan olmadıkça!)



Bu haftaya hastane randevuları ile başladık böyle işte; Reflü ve gastrit, en çok rastlanan rahatsızlıklardan biri... Olur ya, hem kendim hem de aynı rahatsızlıkları yaşayanlarla beslenmelerimizi düzenleyebilir ve yaşam kalitelerimizi düzenleyebiliriz! dedim. İnşallah, sağlıkla dolu hafta ve haftalar geçiririz. Gastritten, reflüden uzak... :)

Ben yarın da hastaneye gideceğim, cildiyeden küçük bir operasyon geçireceğim. Bacağımda çıkan ve bu sıra bir garip çoğalan sivilcelerimi de gösterdim bugün cildiye polikliniğinde... Yarın son çıkanı alıp patolojiye göndereceklermiş. Gittikçe artan değişik bir sivilce kendisi diye, "iyi huylu deri tümörü" dedi. Kötü bir durum yok dedi, korkmadım da zaten ama vuracakları iğneden ve yapacakları operasyon korkuyorum doğrusu... :) "Ah bu ben!"

Velhasıl; Allahım ne hastanelere düşürsün ne de doktorsuz bıraksın, der bizim büyüklerimiz... Böyle bir yazıyı yine bu cümle ile bitireyim dedim. :) Sevgilerimle, hepimize bol şifalarla dolu günler olsun...

4 Kasım 2018 Pazar

Pazar Yazısı #53 - Yenileyen Pazar




Seneler seneler öncesinde, şu günü düşünemezdim ki; yıllar geçerken bu durum da değişti. Bir süredir bilgisayarımın sistem sorunlarına, teknik sorunlar da eklenmeye başlamış ve ekran görüntüsünü mandallarla tutturarak sağlar olmuştum. Öyle ki; 1 mandaldan, 2 mandala çıkmıştı Antalya'ya gitmeden öncesinde. Antalya'dan tekrar evmize geldiğimizde, bu sefer de 4 mandalla ekranı görüntüleyebilir olduk... Yani bir dahaki uzun yolculuğumuzun sonrasında, ekranının açılabilir durumda olmasını beklemiyorduk. Kısa mesafeli yerlere götürmek durumunda kalırsak, ekranı kapatmadan taşıyorduk zaten... Velhasıl; 1 seneden fazla süredir, mandallarla hayatını idame ettiriyordu yani bilgisayarımız... :)

2-3 senedir yenilemeyi düşündüğümüz bilgisayarımı, dün itibariyle annem ablam ve eniştemin araştırma geliştirme kabiliyetleri sonucunda yeniledik. Market market gezip, bana en güzelinden bir bilgisayar aldılar. Aslında ben bir süredir başka bir marka alacağım diye düşünüyordum ama araştırmalarımıza göre önerdikleri markalardan birinin Lenovo olduğunu gördük. İşletim sisteminin gücüne güveniyorlarmış... :) 

Doğrusunu söylemek gerekirse, eski bilgisayarım Acer marka idi ve o kadar çok sorun yaşadım ki; yeni bilgisayar eve gelene kadar ve ben onu görene kadar, heyecanlanamadım bile fazla. Eski bilgisayarımı alırken verdiğimiz kadar, tamir masrafını da göğüslemek durumunda kalmıştık 7 sene boyunca... Yeni bilgisayarı gördükten sonra, yeni ve ihtiyaç duyduğum bir şeyin heyecanı sardı tabi beni. Şükür ki; dosyalarım kaybolur gider mi, ekran bir daha açılmaz mı, eyvah yine uzun süredir açılmıyor, hoparlörü yine ötmeye başladı ve susmuyor dertlerinde, sevdiğim resimlerimizin ve de çalışma dosyalarımın kaybolma korkusu kalmadı... 

Elbette ki harici bellek kullanıyorum ama bilgisayar çalıştığı sürede, sürekli yedekler pozisyonda değil. Haftada bir veya iki defa yedekliyorum harici belleğime dosyalarımı. Dosyaların değişimlerini günlük kontrol edemem zaten, epey düzgün bir şekilde istifleyerek saklıyorum ihtiyaç duyduğum şeyleri; ki bu duruma alışalı ve böyle çalışalı uzun zaman oldu... 



Bilgisayarım yenilendi; yenilenen ve yenileyen bir haftasonu oldu, bu haftasonu. Bu pazar şimdilik, eski dosyalarımı toparlamakla geçiyor eski bilgisayarımda. Çok masraf ettiğimiz ve 7 senedir karşılıklı kahır çektiğimiz eski bilgisayarımı, yine de bir çırpıda silip atamıyorum tabii ki. İlerleyen günlerde ya bir tamiri daha gözden çıkarıp kullanabilecek birine vereceğim, ya da bilgisayar hastanesine bağışlayacağım! :)

Yeni bilgisayarımda, daha nice yazılar ve nice projeler yazabilmeyi umuyorum. Kendi adıma, yazmayı bir iş haline getirdim getireli, bundan çok büyük tatmin duyuyor ve yaşama enerjime enerji katabiliyorum. Diliyorum ki, yeni bilgisayarımda daha çok yazabileyim ve daha fazla ilhamımı işler hale getirebileyim... 


Bitirmeden önce söylemek istiyorum; "Yenileyen Pazar" dedim başlığa, çünkü alabiliteniz ailecek yükseldiği zaman istemsiz mutlu oluyorsunuz... Bir şeyi ihtiyaç dahilinde alamamak üzücü, elbette ki eksik hissettiren bir şey yaşadığımız zaman diliminin içerisinde. Ama ihtiyaç dahilinde, taksitlerin sayesinde bile alabildiğiniz bir şey; bu evladınızın ihtiyaç duyduğu bir şeyi tamamlamak için olunca daha çok mutlu ediyor galiba. Annem ve babamdan biliyorum, benim için "güle güle kullan" diyor ve "hakediyorsun" diyorlar da; onlar hakediyor bence her şeyin en iyisini... Bu sayede bir kere daha tekrar teşekkür ediyorum, yetmez ama...

İyi ki benim ailem, iyi ki benim destekçilerimsiniz de diyorum yeniden. Sizleri çok seviyorum canlarım; annem, babam, ablam, eniştem ve yeğenim Kağanım... Dilerim bu bilgisayarla cidden kendimi gerçekleştirebilecek o yapıtı yazabilirim, hepimiz için. Çok istiyorum ama dilerim en kısa zamanda, daha doğru yoldan devam edebilirim. :) 

Mutlu pazarlar dileklerim ve sevgilerimle... 


1 Kasım 2018 Perşembe

Not Aldım Veya Not Ettim #39 - Ekim 2018 Notlarım


Şubat ayından beri "Not Aldım Veya Not Ettim" yazısı yazmıyormuşum, bu yazıyı yazacakken fark ettim. Nasıl unuttu isem artık, yazdığımı düşünüyorum bir de, bu kadar çok uzun zamandır yazmadığımı görünce çok şaşırdım doğrusu. :) Neyse, Ekim 2018'den birkaç notlarımla geldim. Arayı telafi edeceğim diyelim. :) İyi okumalar...


Kitap Okuma Hedefime Ulaştım, 25. Kitap


Daha dün (31 Ekim 2018 günü), 2018 içinde okuduğum 25. Kitabımı bitirdim ve 3-4 senedir ilk defa senelik okuma hedefime ulaştım. 25. kitabım Kristin Hannah'ın "Bir Tutam Gündüz Bir Tutam Gece" adlı kitabı oldu. Doğrusu mutlu ve gururluyum, uzun zamandan sonra beklenilen bir hedefe kavuşmak, güzel bir tatmin... :) 

2018'in Temmuz ayında girdiğim 3 ders sınavımın sonrasında, daha da şahlanan ama okulumun olmasına rağmen öncesinde okumayı devam ettirebildiğim bir sene oldu. Demek ki, istesem başarabiliyormuşum dediğim kadar; dersler yoğunken okuyamıyorum, dediğim de doğruymuş... :) Derslerden, kitap okumaya fırsat bulamadığım zamanlardan sonra, kavuştuğum yeni durum mutluluk verici. Bu ilk notum ve de duyurum olsun. Not aldım kendime; daha çok okuyacak ve kendimce bu başarıyı devam ettireceğim. Zira hedeflediğim kadarıyla okuduğum ve izlediğim zaman daha mutlu oluyorum. Bunların mutlulukla da alakası var, diyebiliyorum artık...


Bir Bilgi; Ishak Kuşu 


Baykuşlara aşırı ilgim yoktu ama hep sevdiğim hayvanlar oldu kendileri. Üstteki fotoğrafları da, 2018'den beri en komik bulduğum fotoğrafları! :D Altına bir de yazmıştım ilk instagram açtığımda, "Şaşkın Baykuş Modu; Bu kiloları nasıl vereceğiz yahu?"

Baykuşlu kıyafetler, onun simgesini taşımayı alışkanlık edip uğur sayanlardan değildim ama çok seviyordum da. Bir süre sonra, her sene birkaç tane baykuşlu hediye alır oldum. O dönemde de çok izler olmuştum Baykuş videolarını... :) Neden buradan girdim bilmiyorum, açıp bilgilerini öğrenmememiştim ama uğursuz sayılmasına hep gıcık oldum; madem öyle bunu da eklemiş olayım dedim!

Ekim ayında da Baykuşlara dair bir bilgi çıktı karşıma ve ben de durmadım araştırdım valla... :) Baykuşların uzun kulak püskülleri olan küçük bir cinsine, Ishak Kuşu deniyormuş meğer. İnsan ırkının terk ettiği yerlere ve yapılara yuva yapan bu ishak kuşlarının, halk arasında sevgililerini aramak için hüzünlü bir ötüş ile belirli saatlerde öttüğü söylenirmiş... Bir de Anadoluda inanılan bir hikayeleri varmış...

"Bu İshak kuşlarının ilk ceddi sevdalı bir kızmış ve Allah onu İshak kuşu yapmış. Çoğalmışlar ve o zamandan beri bu kışlar ilk cedlerinin sevdası için, geceleri belirgin bir saatte karanlık bahçelere vadilere ve kayalıklara konar; "İshak, İshak" diye meczub şekilde bağırır arar ve belki onu bulurum umuduyla yaşarmış..." Hikayeyi bu sayfadan okudum ve anladığımı yazarak not ettim. :)

Hayvanlara ne hikayeler ve ne efsaneler yakıştırıyoruz değil mi? En sevdiğim efsane hikayeleri kuşlara aittir benim, doğrusu bir efsane olduğunu bilsek bile; en sevdiğim hikayelerden biri oldu bu da... :) "İshak kuşları gibi, sevdalı ve sevdiğinden uzak eylemesin Allahım ve o kuşlara da sevdiklerine kavuşmayı nasip etsin!"


Bir Yer Keşfettim; Whistler


Her fırsatta söylüyorum; "kışı sevmiyorum, ben yaz insanıyım" diye. Ama eski zamanlardan özlediğim bir şey var ki, o da eskisi gibi artık kar yağmıyor. Kış da kış gibi yaşanmıyor, yaz da... Eskiden kar yağdığı zaman; "havanın mikrobu kırıldı, kar yağınca hava soğuk olmaz, kışa katlanılır olunur!" derlerdi. Ama şimdi ne kar yağıyor eskisi gibi, ne de eskisi gibi soğuk oluyor. Bazen eskisinden de soğuk oluyor hava, bazen de kış vakti yaz yaşıyoruz adeta. Havalar da gel-gitli oldu velhasıl...

Geçen bir yer keşfettim, bir yazı okurken karşıma çıktı bu yer; Whistler... Şu devasa güzellikte taş evler ve içerisinde yanan şömineleri gördüğümüz karlar içinde küçük kasabalarda çekilen romantik komedi filmlerini izlemeyi sever misiniz? Ben çok severim doğrusu, soğuğu hiç sevmememe rağmen; her kış senede 3 veya 4 kez yağan o karın kendisini izlemeyi de öncesi geceden turunculaşan geceyi gözlemeyi de çok severdim... 

Whistler'ı görünce, aynı bunu hissettirdi bana. Kendimi kışın ortasında kar yağdığı zamanlar, filmlerin içinde gibi hisseder ve garip huzurlu hissederdim eskiden. Çok soğuk olurdu, kar soğuğu derdik hani; deli gibi tüm kış yağdığına hiç şahit olmadım Bursa'da, ama senede 3-4 kez yağmasına ve bir haftalık hakimiyetine de çok alışkındım bir zaman... 

Whistler da, bizzat kış tatili yapmak isteyenlerin mesken yeriymiş meğer. Soğuğa dayanabiliyor olsam, sağlıklı olsam; ilk gitmek isteyeceğim yerlerden biri Whistler gibi bir yer olurdu. Neden Uludağ değil, çünkü benim istediğim o atmosferi tüm doğallığı ile yaşayabilmek; bir Hollywood filmindeymişcesine. Whistler'ın fotoğraflarını açıp bakan ve benim gibi romantik film hayranı olan birçok kişinin, benim gibi hissedeceğini düşünüyorum nedense... 

2012'nin Ocak ayıydı sanırım, en son o kadar çok kar yağdı bizim buralara. 2015'de de yağdı daha sonra, ama en çok yağdığı zamanı 2012 diye hatırlıyorum ben. Şimdi bana sorsanız, kar yağan bölgeye daha hiç gitmedim ama gitmek isterim diye düşünebilirim. Sağlığım yerinde olsun, Whistler gibi bir yere; bu Uludağ da olur belki ya da başka bir dağ kasabamız, gitmek isterim. 

İsteğim, hayalim; o filmlerde gördüğümüz kışı dolu dolu yaşayan kasabalar ve bölgelerdeki gibi, soğuk kar havasında gece gündüz demeden gezmek ve dönüp akşamına yağan karı soba başında izlemek... Hayallerime, şu sağlık durumumda ulaşamayacağımı düşündüğüm bir yeri daha ekledim veya bir özellikli bölgeler dizisini daha diyebiliriz. Mümkünse bu durumda olmasın zaten, sağlığım iyi olsun ki, oraların tadını dilediğimce çıkarabileyim... Bir garip hayalciyim resmen! =)


Ekim 2018'den Öneri Müziğim; Lady Gaga - I'll Never Love Again


Gelelim Ekim ayında en çok dinlediğim şarkıya... Lady Gaga'nın Bradley Cooper ile başrolü paylaştığı "A Star İs Born" adlı filmin müziklerinden biri olan bu şarkıyı, daha geçen hafta keşfettim. Ama Ekim ayında dinlediğim her bir şarkıdan daha fazla dinlediğime de eminim. Keşfettiğim ilk bir saatte, yediden fazla dinlediğime eminim mesela. :)

Filmi zaten merak ediyordum, ama müziklerini de sever olunca; filmi izlemek farz oldu. İlk fırsatta izleyebilirim umarım, şu an vizyonda ve sinemalardan düşmesini bekleyeceğim gibi görünüyor. Gişesi bol olsun dileyerek, bu şarkıyı sizlere ve tabii ki kendime armağan ediyorum...

Ekim ayına bu notları sığdırdım. Bir de öğrendiğim birçok yeni ingilizce kelimeleri de yanıma kar ettim. Kasım'a da Not Aldım Veya Not Ettim yazısı yazarak başlamak kısmetmiş, bir daha bu kadar uzatmamayı diliyorum kendim adına...

Bir başka Not Aldım veya Not Ettim yazımda görüşene dek, kendinize notlar alın; o zaman hayat daha dolu ve de anlamlı olmaya devam ediyor göreceksiniz... (: Sevgilerimle...