30 Aralık 2017 Cumartesi

2017 Nasıl Geçti; 2017'ye Değerlendirmeler, 2018’e Hedefler


2017 henüz bitmedi ben bu yazıyı yazarken ama geçti gidiyor yavaşça, yarın 2017’nin son günü… Bir daha gelmeyecek bir yılı daha uğurluyoruz; garip, güzel ve heyecan verici hala bu durum benim için… :) Değerlendirmeler en sevdiğim durumlardan biri… Bugün 2018 adına planlarımı yazmaya da geldim ama önce istiyorum ki yine gitmek üzere olan yılı değerlendireyim…  :)

Benim için 2017; birkaç ayı iyi, birkaç ayı kötü, birkaç ayı yine iyi ve tamamıyla gri bir sene idi… Kötü günleri iyiye de bağlayan; üzen ama toparlayan da bir yıldı. Birçok açıdan birkaç yılı bir arada yaşamışız gibi bir his bıraktı bende, özellikle son 3-4 ayda yordu da toparladı da… Çok korkular yaşadım başa da çıktım, ama unutamayacağım korkulardan birini anılarda hafızalara kazıdık maalesef 2017’de. Allahım bir daha yaşatmasın diyerek yaşadık o korkuyu ama “çok şükür” diyerek de atlattık – en korktuğumuza uğramadık şükür!  Her anı ve her acı bir ders bizlere biliyorum ama Allah beterlerinden korusun bizleri nice yıllardan inşallah… Ve şimdi yarından sonra 2018…



Birçok başarılara sahip bir yıl da oldu benim için 2017; gerek sağlık açısından, gerek derslerim açısından, gerekse de kavuşmalarımız açısından… Bizden hissettiğim noktalar, başarılar açısından güçlü hissettirmesindendi. Üzüntülerimiz de oldu sevinçlerimiz de, tam bir gri idi! 

Sağlığım adına; bağdaş kurma, örümcek sisteminde de olsa hareket kabiliyetimde gelişme, eskiden yapabildiğim üzere yatağımdan tek başıma oturur vaziyete gelebilme, gibi beceriler kazandım yeniden. Beni motive eden birçok etken oldu ama en büyük etken de kendimdim. Vücudumun ağrıları azaldı bu sene ve birçok açıdan kendimde cesaret bulabilmeme sebep oldu bu durum da. Ama son iki ayda korktuğum sinir ağrılarım da oldu, şükür onu da atlatabildik ama…

Derslerimde ise; bu dönem itibariyle, son 6 derslerimi bitirme uğraşındayım. Bir önceki dönemde bu duruma gelebilmek için bir ders harici derslerimi verebildim… Kaldı son 6 ders, umarım 2018’de mezun olabileceğim…

“2017’de çok kitap okuyup, çok film izleyeceğim” demiştim. Kendime yeniden bir ismi olsun diye koyduğum 25 kitap hedefimi geçemedim, ama her ay için 8 film izleme hedefimi yerine getirebildim. 25 kitap hedefimden, 17 adet kitap okuyabildim; tüm sene boyunca aylık film izleme hedefime ise sene sonu durumu ile kavuşmuş oldum diyebilirim. 2017’de hiçbir ayı film izlemeden geçirmedim, 75 film izledim bu ay da dâhil… :)

2017'de Okuduğum Kitaplar yazım burada...

Ayrılmalar da oldu 2017’de, kavuşmalarımız da… 2017’nin başında, annemin teyzesi Mercan halamızı kaybettik… 2017’nin sonuna doğru ise, dayımın eşi Hatice yengemin babası Hüseyin amcamızı kaybettik… Kayıplarımız bizi çok üzdü, Allah topraklarını bol mekânlarını cennet etsin inşallah… İyi-kötü tüm olaylardan sonra, uzak-yakın sevdiklerimizle bir araya gelmek bizleri toparladı 2017’de. Dilerim hep sevdiklerimizle toparlanalım ve Allahım bir daha sevdiklerimizin acılarını bize göstermesin…

2017 adına daha fazla bir şey söylemeyeceğim, böyle geçti işte; grisiyle, acısıyla-tatlısıyla, İnişleri-çıkışları ve de başa çıkışları ile…



Ne güzel anılar biriktirdik sevdiklerimle 2017’de, en sevdiklerimin varlıklarını gösteren fotoğrafları seçip bir kolaj yaptım bu sene; çok gezdik, çok öğrendik, çok güldük, çok hüzünlenip-ağladık ve gönderiyor olmak belki de bu çoklardan ötürü 2017’yi bizlerden kabul etmemi sağladı… :) Bu seneki 2017 kolajlarımı ayrı sevdim, her aydan birer fotoğraf ile ayrıca özene bezene ekledim fotoğraflarımızı… 2017’de yanımda olan, beni güldüren, destekleyen, sevgisiyle onure eden ve candan bildiğim her sevdiğime teşekkürlerimle bu fotoğraflar… :)

2018 İçin Planlarıma, İsteklerime Ve Düşüncelerime Gelince;

2018 için de çok bir şey istemiyorum aslında… 

* Hayallerime giden yolda duraklamamak istiyorum mesela; çok okuyup çok yazmak, çok egzersiz yapıp sağlığımda sağlam başarılar kazanmak, filmler izlemek ve çok üretken olmak istiyorum…

*Zinciri kırmamak istiyorum 2018’de kararlarım adına; egzersizlerimi, kitap okumalarımı, kendi adıma verdiğim kararlarımı ihmal etmediğim bir yıl olsun istiyorum… Zinciri Kırma ne demek derseniz, Barış Özcan’ın videolarından öğrendiğim güzel bir toplumsal etkinlik olan bu durumu siz de buradan bakabilir ve öğrenebilirsiniz de… :) 2018’de beraber zincirleri kırmayalım, 2018 zincirlerimizi kırmayacağımız bir sene olsun hepimiz için!

* Yenilmemek istiyorum hiçbir zorluğa, yenilmemek de değil istediğim aslında zorluklar karşısında her defasında daha da fazla yıpranmamak istiyorum. Yeniden devam etmeye hep güç bulabilmek! Bu yüzden kendi içimden gelişmek ve toparlanmak istiyorum, önce ruhen sonra bedenen. 2018’de meditasyon yapmalara ve kendimi daha çok geliştirmelerime önem vermek istiyorum o sebeple… :)

* Sağlıklı beslenmek adına, hassasiyetim olan besinlere karşı kendimi koruyorum artık. Zayıflamak adına yapmak istediğim başka şey yok artık aslında, beslenmeme dikkat etmeye devam edeceğim yeni yılda da. Ama gel görelim, bu konu adında kendim adına zinciri kırdığım çok durumlar oluyor hala… Sağlıklı beslenmeyi ihmal etmek de değil bu, küçük ihmalleri göze almak ve dağ gibi durumları göğüslemekten vazgeçmem gerek sadece…


* Bunlar tabii kendi adıma istediklerim, bir de sevdiklerimle beraber hayatımda istediklerim var;

- Başa çıkamayacağımız zorluklarla sınamasın Allahım bizleri inşallah…
- Hayallerimizi gerçekleştirebilelim beraber…
- Acılarımız ve zorluklarımız elbet olacak, her birinden birbirimize kenetlenerek toparlanabilmemiz nasip olsun bizlere…
- Sağlığımız, mutluluğumuz ve huzurumuzun hep sevdiklerimizle olduğu bir yıl olsun…

= Biliyorum; yeni yıl olgusu, hepimize şansın sağlığın paranın mutluluğun ve bilimum güzelliklerin bizi bulduğu bir sene olmayacak. Dilekler dilemek, hayaller kurmak ve çabalamak bizim işimiz. Ben hepimiz için diliyorum ki olması için çabalamayı ve de gelişmeyi elden bırakmadığımız bir sene olsun…

Kısacası 2018, içten dışa kendimizi geliştirebileceğimiz bir yıl olsun hepimiz için! :) Dostuma bir söz çok mantıklı gelmiş, “2017’den kötü olmasın” demiş biri ona… Ben de her defasında bir önceki yılı aratmasın diyorum ama az istemek de mantıklı gelmiyor. 2018 güzel bir yıl olsun; şansıyla, sürprizleriyle, mutlulukları ve umutları ile…

Son olarak 2018;

Var olanı götürmesin, hayırsızı getirmesin ve bize bizi kaybettirmesin! :)

Çocukların güldüğü, zalimlerin ders alıp durulduğu, haklı ile haksızı ayırt etmenin her bir vatandaş için kolay olduğu bir sene olsun! :)

2017’de bizim senemiz gibi idi ama 2018’de ta içimizden olsun, bizim olsun… :)

Hepimize musmutlu bir yıl olsun! =)

28 Aralık 2017 Perşembe

2017 Yılında Okuduğum Kitaplar - Aralık 2017


Aralık ayına da geldik ve yeni yıla doğru son 3 gün kaldı bugün… Üzülerek söylüyorum ki, 2017’nin başında 25 kitap okuma hedefime ulaşamadım. Ama yoğun ders dönemi diyebileceğim dönemlerimde bile kitap okuyacağıma dair söz vermiştim kendime ve en azından bu sözümü tutabildim. İlla ki o sayıya ulaşamadım diye kendimi yiyip bitirmiyorum. Ve 2018 için de yine bir yenileme yapmadan, 25 kitap hedefime ulaşamadığım için; 2018’de de 25 kitap okuma hedefi koyuyorum kendime. Dilerim önümüzdeki sene, yani 2018’de, bu hedef gerçekleşir. Her şey kısmet… :)

Ben 2017’de 25 kitap değil, 17 kitap okudum. Ama gelin sorun nasıl okudum… Yarım bıraktıklarım oldu çok, geri dönüp okumaya da çok uğraştım. Belki de bu sebeple bitirebileceğim birkaç kitabın daha hakkını yemiş oldum. 

Ama o arada, bitiremeyeceğime inandığım kitaplığımdaki birkaç kitabı daha incelemeye aldım ve son 3kitap kitaplığımdan tekrar çıkarıp okumaya uğraştığım ama nihayetinde yeniden yarım bıraktığım kitaplardan oldu. Öncelikle Yarım Bıraktığım Kitaplarım o zaman…


2017’de Yarım Bıraktığım Kitaplar;

1.) Ateş – Ertürk Akşun (Destek Yayınları)
2.) Mrs. Dalloway – Virginia Wolf (İletişim Yayıncılık)
3.) Oscar Wilde- Bütün Eserleri (Mitra Yayınları)
4.) Boş Koltuk – J.K. Rowling (Doğan Kitap)
5.) Kontratak –Şener Çelik Berkman (April Yayıncılık)
6.) Meraklılar – Richard Bach (April Yayıncılık)
7.) Dido – Bir İzmir Romanı – Efe Moral

2017 adına bu saydığım yarım bıraktığım kitaplarım, Kasım ayında kitaplığımdan çıkarıp bağışladığım kitaplarım arasına koydum bu arada. 2018’in ilk kararı da şu olsun o zaman; okuyamadığım kitaplar için uzun süre kendimi yormayacak ve başka kitapların hakkını yemeyeceğim… :)

2017 yılında okuduğum kitap sayısı dediğim gibi 17 idi, ama gördüğünüz üzere yarım bıraktığım kitaplar yerine başka 8 kitap okuyabilmiş olsa idim tam olarak 25 kitap hedefimi tutturuyordum. Neyse, dediğim gibi 25 kitabı bile aşabilecek okuma kapasitesine dilerim 2018’de ulaşırım. Malum 2018’de inşallah kalan son 6 dersimi verip, Aöf İkinci Üniversite Sosyoloji Lisans bölümümden mezuniyetimi alacağım inşallah… :)

2017 Yılında Okuduğum Kitaplar ise aşağıdaki gibi, ama eklemeliyim ki okuduğum kitaplardan da bir daha okumak istemeyeceğim kitapları kitaplığımdan çıkardım ve büyük bir temizlik yapmış oldum kütüphanemde. Sebebi Minimalist yaşama ucundan köşesinden dokunabilmekti, zira büyük bir kitaplık koyabilecek evimizde bir köşe yok. Ama benim daha çok okumak istediğim kitap var, ama yeni kitaplarıma da küçük kitaplığımda yer yok… Bu konudan yeterince; şu yazımda bahsetmiştim… :)



2017 Yılında Okuduğum 17 Kitap;

1.) Gizemli Öyküler – Edgar Allan Poe (Mitra Yayınları)
2.) Ay Işığında Pati İzleri – Denis O’Connor (Mitra Yayınları)
3.) Kötü Çocuk – Büşra Küçük (Ephesus Yayınları)
4.) Bir Psikiyatristin Gizli Defteri – Gary Small & Gigi Vorgan (Ntv Yayınları)
5.) Kötü Çocuk 2 – Büşra Küçük (Ephesus Yayınları)
6.) Atlıkarınca – Jelena Bacic Alimpic (Arunas Yayıncılık)
7.) Sonun Geldi Sevgilim – Tuna Kiremitçi (April Yayınları)
8.) Yeni Moda Turuncu – Piper Kerman (April Yayınları)
9.) İyimser – Laurence Shorter (April Yayınları)
10.) Öksüzler Treni – Christina Baker Kline (Arkadya Yayınları)
11.) Özgür Olma Cesareti – Guy Fınley (Mitra Yayınları)
12.) Arkadaş – Panait İstrati (Mitra Yayınları)
13.) Nana- Emile Zola (İskele Yayınları)
14.) Kore’deki Çatı Katından Sesleniyorum – Didem Duygu Demir (Ephesus Yayınları)
15.) Fi – Akilah Azra Kohen (Destek Yayınları)
16.) Güz Fırtınası- Rita Hunter (Yabancı Yayınları)
17.) Alie Hayatı – Akhil Sharma (April Yayınları)



Son olarak 2017’de okuduğum bu kitaplardan şu kitaplar;

Atlıkarınca- Jelena Bacic Alimpic (Arunas Yayıncılık
Yeni Moda Turuncu- Piper Kerman (April Yayınları)
Öksüzler Treni – Christina Baker Kline (Arkadya Yayınları)
Güz Fırtınası – Rita Hunter (Yabancı Yayınları)

Benim en severek okuduğum kitaplardan oldular… 


2018 için; daha çok kitap okumak, daha çok yazar tanımak ve daha düzenli okumayı istiyorum kendim ve hepimiz adına. Öyle bir yıl olsun ki, okumak için keyifli zamanlar yaratabilelim kendimize. Ben 2017’de çok Türk yazar okuyamamışım, yeni fark etmiş değilim ama elime geçirdiğim kitaplar bunlar oldu… :)

Listemde okumak ve okuma listelerime katmak istediğim onlarca Türk yazar olmasına rağmen; 2017 listemde sadece 4 Türk yazar var. Ayırdığımdan değil, kitap okuduktan sonra hepsini okumak gerektiğini düşünüyorum. Ama okumak istediğim onlarca yazarımız var ki daha; yabancısı yerlisi, hepsine eşit zaman dilimi ayırmalıyım bence. Çünkü zaman kısa, 52 haftalık yeni bir zaman dilimi daha bizlere sürpriz şeklinde hediye edilecek olsa da… ( 2018 bol kitap okumalı bir sene olsun dilerim, hepimize… :)

22 Aralık 2017 Cuma

Karmaşık Ruh Hallerim - 22.12.2017


Bazen sussan olmuyor, anlatsan akıl gönül almıyor denilen karmaşık ruh halleri var. Bu karmaşık ruh halleriyle bu sıralar çok sık karşılaşıyorum. Öyle ki, yıllar önceki düşüncelerimle şimdiyi karşılaştırıyorum ve olgunlaşmışım diyebiliyorum. İyi bir durum tabii ki ama kendime söylemem gereken bir çok şeyin de varlığına daha çok varıyorum bu durumların arasında...




Birçoğumuz yaşamışızdır, nesiller arası çatışmayı. Bende yaşadım tabii ki, bizi anlamayan dinlemeyen ve de bize garip gelen büyük nesillerimiz çok oldu küçüklüğümde iken. Espiri anlayışları sevdiğimiz büyükleri eleştirmek olan, sizleri hiçbir söze karıştırmayan ve de tek istedikleri çocuklar kendi çocuklukları gibi yaşasın olduğunu sandığımız büyüklerimizle... Büyüyüp daha çok iç içe olana kadar, annemin babası olan dedeme kızmamıştım. Ama annemin dedesi, annemin büyük teyzeleri veya çok sık görmediğim halaları amcaları vs kızdığım oluyordu. Adı üstünde nesil çatışması işte; onlar seni anlamıyor, sende onları...

Diyorsun ki; neden beni anlamıyorlar, neden şu anın eski zamanla kıyaslanamayacağını - değiştiğini anlamamakta ısrar ediyorlar ve de neden bizi bir başkalarıyla kıyaslayıp daha çoğunlukla kötülüyorlar? Her birimiz bunları sorguladık biliyorum. Ama büyüdükçe geçmişe duyulan özlemlerimizi hissetmeye başlamak, az buçuk onları da anlamama sebebiyet vermiyor değil hani. Evet şimdi bugünü kötülüyoruz ama ilerleyen zamanlarda da bugünün bazı parçalarını özlüyoruz! Biz insanoğlu da dünyanın anlaşılması en zor yaratıklarıyız resmen...


Neyse benim diyeceğim sanırım daha başkaydı, hatırlamaya çalışacağım..... Hatırladım!

Küçükken sizi kötüleyen, sizi beğenmeyen, sizin sevdiğiniz kişilere kötü şeyler söyleyen ve de sizin istediğiniz gibi hareket etmeyen (dolayısıyla sizin de onun istediği gibi hareket etmediğiniz!) büyükleriniz olmuştur. Benim de oldu! Küçüğüm tabi, beni konuşturmayan büyüklerime öfkeleniyorum. Annem kendisinden bile büyük olan akrabalarımızın yanına giderken beni uyarıyor;

"Sakın sesini çıkarma olur mu kızım, sana sorulmadan lafa girme. Biliyorsun o senin büyüğün, benim bile büyüğüm. Biz senin konuşmana karşı çıkmıyoruz ama bu büyüklerin için geçerli değil!"

İlk açıklaması böyle açıklayıcı idi annemin, ama daha sonralarında çenesini tutamayan ve de konuşmaktan deli gibi hoşlanan Didem bazen duramadığı için; her defasında uyarmak zorunda kaldı annem beni maalesef... Küçüğüm, konuşulan alanda anılar ve de fikirler sunulan bir alanda, büyüdükçe bende fikirler sunmak istiyorum ve bunu hakkım olarak görüyorum tabi. Saygı çerçevesini aşacak şeyler de söylemiyorum ki hem! Hele ki, tüm sevdiğim kadınlardan oluşan ailemizin hanımları ile gittiğimiz annemin dedesinin evinde; yengemlerle bile konuşmama izin çıkmazdı, annemin dedesi tarafından. Azıcık onlar konuşurken, bende aklıma gelen güzel bir anımı anlatayım isterdim de, kısık da konuşsam annemin dedesi sesimi duyar; "Şişt sus bakayım kızım, çocuk kısmı konuşmaz öyle!" derdi.

O dedemize gittiğimiz küçük halimi anımsıyorum, televizyonun bulunduğu konsolun hemen bitişiğinde bulunan küçük pufun üzerine otururdum ben. İlk deneyimlerimden sonra, yanımda kalem kağıt götürmeye başlamıştım. Orada oturup ya bir şeyler çizerdim, ya da bulmaca çözerdim; kendi kendimi eğlendirirdim işte. Bir süre sonra; ödevlerimi alıp yanımda götürmüşlüğüm oldu, büyük anneannemden sehpa ister onun üzerinde ödevimi yapardım en azından boş duracağıma... :)

Velhasıl şimdi geldi geçti, büyüdüm de, düşüncelerimi değerlendiriyorum! O düşüncelerim bana şunu diyor; ata denecek büyüklerimizin biz çocuklar için anlamı ne, anlamadığıma içerlenirdim o zamanlar, benim için en büyük meselelerden biri idi. Beni kötüleyen, beni yok saymaya hevesli büyüklerimizi sevmediğimi düşünürdüm... Gerçekten sevmediğimi düşünürdüm; küçük aklımla onlar beni ve benim gibi küçükleri yok saydıkça, bende onları yok saymaya gayret ederdim kendimce; tabii ki de saygı çerçevesinde. Mesela, onlar beni konuşturmuyordu ya; bende onların yanına gittiğimde, onların ellerini öpüp bana ayrılan köşeme çekildikten sonra onların söylediklerinin benim için önemi yokmuşçasına dinlemiyordum onları. Kendi kendime, onların bilmediği bir şekilde trip atıyordum köşemde! Ne büyük tepki ama, sanki umursuyorlardı. Onların haberi bile yoktu tabii ki de! =) 




Şimdilerde bende çok gülüyorum kendi küçüklüğüme ya... Neyse hala karmaşan ruh hallerime gelemedim nedense... :)

Bundan birkaç sene öncesine, mesela 7 sene öncesine gidelim. Annemin babası dedem, benim bu hayatta en yakın dereceden en büyüğüm olarak hayatta olan dedem. Allah onu ve tüm büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin... Ben küçük halimle, hiçbir büyüğümü sevmem diye düşünürken onu severdim. 2010'dan sonra, bizim ikimizin arasındaki nesil çatışması çok büyür oldu. Ne yalan söyleyeyim 2010-2012 senesindeki evrede, ağır bir ergenlik yaşıyordum kendi içimde galiba. Onun dediği şeyler beni acayip sinirlendirebiliyor, fikirlerini garipsedikçe ağlayabiliyordum. Kendimi yiyordum resmen onunla tartıştığımız noktalarda... Şimdilerde ise; "önemsiz olsa idi, sevmiyor olsa idim dedemi bu kadar kendimi yer bitir halde olmazdım!" diyebiliyorum.


Sonra zamanla bu durum değişti mi derseniz, evet değişti. Benim anlamadığım bir şey vardı ki o ara, bu nesil çatışması benim dedemi ikna edebileceğim bir noktada değildi. Ama dokunuyordu da, şimdi de olsa dokunur ama elbette o zamanki gibi değil. Bizim büyüklerimiz; düşünceleri konusunda biraz daha kesin hükümlüler, onlara "bu böyle olmalı" dediğiniz nokta teknoloji konusu bile olsa, yani onun değil sizin bildiğiniz nokta da olsa, değişmez fikirleri! Siz bilmiyorsunuzdur, o biliyordur çünkü. Ki dedemle bu konuda bile tartışmışlığımız vardır. Az ağlamadım o zamanlar velhasıl onunla tartışırken... (: Şimdilerde artık o ağlama mevzuularını aşmış durumdayım ve bu durum iyi bir şey benim açımdan...

Ama itiraflar demiştim, ben bu konuyu taa Eylül ayında düşündüm ve kendime sordum; "onca tartışmanıza rağmen, bir kez olsun -dedemi sevmiyorum, diyebilir misin Didem?" diye sordum kendime. Bu soruyu esaslı şekilde sorduğumda, Antalya'da Mustafa dayımların biz gençleri Lunapark'ta eğlendirmeye uğraştıkları gecenin sonu idi. Eve geldik, dedem rahatsızlanmış ve hastaneye götürmüş Mehmet dayım. İçime oturan hüzünü, korkuyu, birileri okuyup da anlıyor biliyorum! O günün öncesinde de "hayır" cevabı alamadığım gibi, o gece de "hayır" cevabı alamadım kendimden. Nesil çatışmalarımıza rağmen seviyorum dedemi...

Çok şükür hastaneden geldiklerinde dedem iyiydi, yani öksürüyordu, halsizdi ama ayakta idi. Neden bilmiyorum, o gün çok korktum; yani iyi diye dayımın aramasına rağmen... Yıllar öncesinde, bir yaz tatilinde, -daha anneannem hayatta iken- Antalya'ya gittiğimizde dedem yine çok rahatsızlanmış idi. O zaman yatağından kaldırıp hastaneye götürmüştü annem ile anneannem. Ben Eylül 2017'de Antalya'da iken dedem rahatsızlandığında, yıllar önceki o gece kadar korktum işte...

Şimdi ben dedemin yine bir hastalıklarının olası teşhisleri için çabalandığı şu günlerin sırasında, nesil çatışmalarımızı ve de şimdiki halimizi düşünüp karmaşık ruh hallerinde hallerimizi düşünüyorum yine; bir süredir var bu düşünceler ama birkaç gündür daha yoğun işte...

"2015'e kadar yıpratırdım da, benimle tartışmaya girmeye çalışan herkesin karşısında kendimi; ta ki Merom bu konuda benimle konuşup, az biraz daha sakin olmam ve her konuşmada kendimi ispatlamaktan vazgeçmem gerektiğinden bahsettiğinden beri yıpratmıyorum kendimi." İnanın bazen insanın yakınları tarafından yanlışlarının yüzüne vurulması, bir garip şekilde alınganlık da yaptırsa doğru yolu bulmasına sebebiyet veriyormuş... Biz dedemle yıllardır, eskisi kadar derin derin tartışmıyoruz. En azından benim ağlamama kadar süren çatışmalarımız olmuyor. Yine ben onu anlamıyorum bazen, bazen de o beni anlamıyor. Ama kavga diyebileceğimiz fikir çatışmalarımız bile, büyümeden sonlanabiliyor artık. Bunun sebebi, farkına varmama sebep olan Meryem'imimin bana öğütleridir. Teşekkür ederim dostum...


Diyeceğim o ki; nesil çatışması ne kadar büyük olursa olsun, gerçekten ufak da olsa bir şeyler paylaşmış olduğunuz insanlarla aranıza sevgisizlik ve saygısızlık sızamıyormuş. Ben ettiğim birkaç saygısızlıktan dolayı utanç doluyum, ama geri alamam da onları. Onlar olması gerekenlerdi, o zamanki yaşımda olsam yine aynı şeyleri yapardım muhtemelen; o zamanki yaşım onları yapmamı doğru bulduğunu söylüyordu bana çünkü...

Velhasıl; dedemin iyi çıkmasını umduğumuz test sonuçları var ve ben kendi içimde biriktirmeye devam ettiğim düşüncelerimden yana, bu konuyu da dağ gibi ettim birkaç günde yine içimde... Ve dedeme onca tartışmalarımız sonrasında, birbirimizle aynı saygı sevgi çerçevesinde olduğumuzu düşündüğüm hallerimize artık bir anlam verebilirken buldum kendimi. "Hissettiklerimi asla yazmayacaktım; ama asla dediğim herşeyi yaparken bulmam, benim resmen değişmez bir özelliğim oldu." Ve hiçbir zaman kendimi onu sevmiyorken bulmadım, onun fikirlerini hala hoş bulmazken (ve cidden hala bazı fikirlerine akıl sır erdiremezken(...) ) bile...


Sadece kendim hakkında düşündüğüm şeylere değil; aralarında bir bağ bulundururken bile çok fazla kavga etmeyi başarıp, sonrasında ilişkilerini devam ettirebilen sevdiklerime karşı da bir sonuca varmış oldum şu an bu yazımla... Ne kadar anlaşamıyor olsanız bile bazen, büyük ya da küçüğünüz de olsa bu kişi, sevgiden veya saygıdan götürmeye yetmiyormuş tartışmalar kavgalar... Şimdi düşünüyorum da, bir gün çok büyük bir tartışma yaşar da aramızdaki bağ kopar diye korktuğum dostlarım için de aynı bu durum değil mi? Vazgeçemem ki, onlar da benden yaşanmışlıklarımızın anılarına nazaran "değmez" deyip vazgeçmezler değil mi?

Yani demek istediğim; anlaşamayız, birbirimizi kırabiliriz, birbirimizle bir an için zıt düşebiliriz ama deli gibi aldatmamış, deli gibi onun değer verdiklerine ve var olduğu şeylere zarar vermemişsek eğer, bu tartışmalar bizim sevgimizden saygımızdan çalmaz ki!!

Hayatta kalan büyüklerim; dedem, büyük amcam, bir de annemin dedesi büyük dedemiz... Başka büyüğümüz yok ki benim bir şeyler yaşadığım. Ve dediğim gibi, içinde anılarımız sayabileceğim iyi veya kötü şeyleri de ablam ile benim dedemiz olan Ahmet dedemiz ile yaşadım. İmreniyorum bazen, herkesin aile büyükleri yanında güzel anılar biriktirmişler; tontonum, pamuk dedem vs diye bahsediyorlar fotoğraflarında ya... Ki artık imrenmiyorum da kimseye. Ama ben dedemden böyle bahsedemem mesela, "aksidir ama iyidir de!" diyebilirim. 2014 senesinden beri onu daha çok olduğu gibi kabul edebiliyorum ben. Yıllardır "o böyle büyütülmüş, onlar böyle görmüş büyüklerinden ve başka doğruyu kabul edemiyorlar evladım" dediklerinde, "Nasıl başka doğruları yok sayabilir ya!" der kızardım kendimce. Bazen gözümün önünde öyle doğruları yok sayıyorlar ki, "büyüklerimizin bazı kendi doğrularına yenilerini ekleyememesi mi garip?" diyebiliyorum şimdi...




Yazarken yazmayı bırakacağımdan çok emin olduğum bu yazıyı yazabildiğime çok ama çok şükür. Benim ciddi anlamda çözümlemeler yapmama sebep olan bir yazım daha oldu bugün...

Bu yazı 1,5 saatte yazıldı tarafımdan (22.12.2017- 01.37); doğru kelime ve cümleleri bulabilmek adına da durakladığım, hissettiğim anılarım çok oldu zira. Neden yazdım peki diye merak ederseniz, benim gibi aile büyüklerindeki dedesiyle veya ninesiyle çok fazla anısı yok sanıp da; birçok anısını benim gibi farkedenler vardır aramızda. "Yazmak isteyip de yazmaya gönül bulamayan ama sonrasında ben gibi içinde saklamaktan yorulduğu düşüncelerini anlatmaktan yana kendinde nihayet cesaret bulanlardan..." Bu bloğumda nesil çatışmalarımızdan bahsettiğim yazılarım da olmuştu, hiçbiri bu yazı ile sıfırlanmış düşüncelerimle dolu sanılmasın. "Onlara da hak veriyorum hala, bir de bu düşüncelerim var işte!" diyorum kendime ve de sizlere...

Korkuyor muyum? -Evet. Hastalık deyince, dilim damağıma yapışıyor. Hani derinizin üzerinden nasıl kıl çekerler de, minnacık kıl canınızı derinden derinden yakar! -Öyle yüreğim hopluyor. Bu durum belki de hastanelerin içerisinde çok bulunmuş olmamdan ve hastalığım gerekçesi ile hastalıkların neler yaşattığını daha net bilmemden ötürüdür. Kim bilir?!

Velhasıl bir başkasına anlatsam, duygularımı düşüncelerimi bu kadar derin anlatamazdım; bende yazdım. Hani o sizin konuşmanızı ve de sizi hiç dinlemeyen büyüğünüz var ya, sizin küçüklüğünüzde; çok tartışmanızdan ötürü, "ben onu seviyor muyum, sevmiyor muyum?" diye düşünüp durduğunuz... O büyüklerin de bir yeri, mertebesi, bir amacı varmış meğer. Anlayamıyormuşum da, seneler geçtikçe anlayagelmişim; birkaç senedir buna hep şaşırıyorum işte... Neden peki şimdi yazıyorum? (Güzel soru!) Çünkü, 4 yıldır içime gömdüğüm hislerime özgürlüğü yeni verdim. 4 yıl önce geçirdiğim atakla kısmi bir içime kapanma yaşamıştım belki de. İtiraflar konusuna, Kasım 2017 ayından beri daha çok ağırlık verdim...

Büyüklerinizi küçüklerinizi sevin! Ben tüm sevdiklerimi beni korkutmalarına sebebiyet vermeden önce sevdiğimi-saydığımı belli eden şekillerde davranmaya müsait bir kişilikteyim, biliyorum. O sebeple bu konuda endişem yok şu an için. Ama siz o kişilikte değilseniz eğer, -veya her birimiz bir yanılgıya düşer de yapar isek o hatayı eğer- hayat "size-bize" o küçük olan güncellemeyi büyük bir acıdan sonra yüklemesin dilerim... 

Okuduğunuz için teşekkürlerimle ve tüm hastalıkların kökünün kuruması temennim ile; iyi sonuçlar ve iyi tedavilerle karşılaştığımız günlere olsun. Sevgilerimle...


17 Aralık 2017 Pazar

Pazar Yazısı #42 - Bir Rüyanın Etkisinde Pazar


Bugün güne karanlık bir rüyadan uyanarak başladım, alttaki resimde de görülen Feride Hilal Akın'ın İntihaşk şarkısı tarzında dinlediğim slow müzikler de hep o rüyamı hatırlattı bana ders çalışırken... Önce sabah hayrına anlatıyorum demek ve rüyamı öyle anlatmak istiyorum. Ben inanırım çünkü böyle şeylere... :)



 Öyle korkmuş halde izbe bir binada kurtarılmıştım ki rüyamda, ama kaçırılmış değildim de bilinçsiz hemşire ve doktorların eline düşmüş gibi idim... Güya bir erkek arkadaşım varmış, onun eşliğinde arkadaşlarım kurtarıyor beni ve bir yemek masasına oturuyoruz; aynı izbe binada ve sadece birkaç ışıklandırma ve üzerinde bir sofra olan uzun bir yemek sofrasının çevresinde... 

Çok geçmiyor, ben korkularımla o kalabalık içinde kalakalıyorum sessizce. Herkes mutlu benim kurtulduğuma ama yanıbaşımda oturan hemşirelerin ve doktorların bilinçsizliğinden ötürü karanlık olan hastaneden daha karanlık sevgilimle yanyana oturmaktan ötürü endişeli idim. Garip ki seviyorum da o adamı, ama memnun değilim işte. Onun suratsızlığı, karanlığı, ellerimi tutuyor olsa da endişelendiriyor beni. Rüyamda; onu seviyor olmamdan isteyerek kurtulmak isteğinde de olsam, elini bırakıyorum bir an ve aslında bırakamayacağımı hissediyorum. Bu korku ile sürdü tüm rüya...

En yakın arkadaşım diğer yanımda oturuyormuş, ona elimin üstünde hemşirenin yaptığı iğne yaralarını gösteriyorum, tabi o sırada elini bırakmak zorunda kalıyorum erkek arkadaşımın. O anın korkusuyla tekrar elini tutuyorum güya sevgilim olan kişinin... Sonra o benim elime bakıyor, yaralarımı inceliyor ve bende onun suratına bakıyorum! Size içinde bulunduğum korkuyu, hapiste kalmış hissiyatını anlatmaya çalışıyorum işte şimdi de... O korku ile karanlık bir kalp ile uyandım işte bu sabaha da.. Çok saçma, bu hissiyat ile geçirdim tüm günü. Yani bu hissiyat bir süre sonra azaldı ama hatırladıkça o korku benimle idi...


Size de oluyor mu, rüyalar görüp de o rüyanın etkisinde deli gibi kaldığınız? Ben çok rüya gören ve gördüğü rüyaları hatırlayan kişilerdenim. Aslında bu duyguyu seviyorum da. Bazı rüyalarımı yazıyorum da. Ama böyle olmasa idi, ben de rüyalarından ben kadar etkilenebileceğine inanmazdım bir insanın... Bu sabah gördüğüm rüyamdaki gibi birine bağımlı şekilde aşık olmayı istemediğimi düşündüm sık sık, birinin varlığına kendi varlığımı es geçtirecek kadar aşk etmesin Allahım! Allahım sevginin de sevgisizliğin de hayırlısını nasip etsin bana-bize-hepimize... 

Hiçbir rüyam çıkmadı bu zamana dek, rüyalarım gerçek hayata dönmez de yani ama onların benle oluşunu seviyorum. O rüya alemlerinde kısıtlı zaman dilimlerinde başka alemlerde -ama kafamın içinde- gezip geliyorum. Bunun gerçek hayatta yaptıklarını söyledikleri, Astral Seyahat versiyonu varmış biliyorum ama onu denemek istemiyorum ben. Kendi kontrolüm altında değil bu bilinçaltımın izin verdiği ölçüde oluşuyor rüyalarım ve bu durum yetiyor da artıyor bile bana... 


Velhasıl; bugün bu rüyanın etkisinin zaman zaman sürdüğü bir gündü ve bu etki altında ders çalıştım. Şükür ki biten hafta çalışmak için planladığım derslerimi de bitirdim... :) Bir de film izleme hayalim vardı bugün için, akşama dek izleyemedim ama belki yatarken izlerim diye düşünüyorum. O film, Harry Potter ve Azkaban Tutsağı. Benim çok zamanlar öncesinde Türkçe altyazısız bile izlemeyi sevdiğim nadir filmlerden biri kendisi, bugün olmazsa yarın kaçışı yok... :) 

Yeni haftaya mutlu-umutlu ve güzel rüyaların etkisinde girelim; güzel sürprizlerle dolu ve planlarımızı gerçekleştirebildiğimiz bir hafta olsun inşallah. Hepimize iyi haftalar... (:

13 Aralık 2017 Çarşamba

Bağdaş Kurma Meselesi - 12.12.2017


Bağdaş Kurma Meselesi'nin 2013'teki son atağımdan sonra, hayatıma yeniden giriş yaptığı tarih bu instragram paylaşımımda da bahsettiğim gibi; 2017 Mayıs ayının büyük sürpriz gelişmesi idi. Hiç beklemediğim anda kendimi keşfetmem ile gerçekleşmişti... Yaşadığım, mutluluğu paha biçilemeyen gelişmelerden biriydi benim için...

Bu konuya yeniden değinmek istemem bu konuda gelişmelerime kademe atlattırmamdan ötürü tabii ki de, bir de bu konuyu küçük bir yazıyla veya bir resim paylaşmayla geçiştirilecek bir olgu olarak görmememden ötürü... :)


Dün Merve ile Fizik Tedavi dersimizden sonra, evde yer yatağımızın kenar kısmında oturuyor ve bağdaş kurmaya devam ederek hem kendimi gerdirmeye hem de kendimi geliştirmeye devam ediyordum. Üstteki selfielerimin her biri de bu keşif vaktimin ortasında tarafımdan çekildi... 

Bu kız neden bu kadar mutlu gülüyor derseniz eğer; bu fotoğrafların her birinin, yere uzanarak ve telefonun kamerasının ön kamerasından bu şekilde tarafımca çekiliyor olmasıydı beni güldüren. Yani açıyı yakalayıp, kolum uzanmış halde ve ben dengedeyim bu fotoğrafları çekerken; düşünebiliyor musunuz bilmem, düşünebiliyor olmanızı dilerim ama... :) Başta sadece deneme amaçlı çekilecekti fotoğraflar tarafımdan. Ya, yere yeniden bu kadar yakın oturup dengede daha net şekilde durabilmek nasıl müthiş bir duygu! Çok şükür Allahıma, emeğime, ulaşabildiğim bu güzelliğe... ((:


Evet basit bir olgu, bacağı al bacak üstüne at işte. Bir zamanlar benim için de epey basit olan ve yerle bir bütün halde otururken yapabildiğim bir olgu idi ve benim için bu kadar da önemli olduğunu düşünmezdim; üstelik her sıkıntımda başvurduğum bir oturuş şekli olmasına rağmen... Şöyle olurdu; okulda birine canım sıkıldı ise veyahut içime bir sıkıntı düştü ise, bağdaş kurur oturur ve gözlerimi kapatıp sakinleşirdim kendimce. O zamanlar da o hareketi yapabilmek çok özeldi, ama benim için daha da değerleneceğini hiç düşünmemişim meğer...

Eğer bağdaş kurup oturabiliyorsanız, benim için ayak tabanlarınız birbirine yaslı halde iken bacaklarınızı kelebek kanadı gibi çırpma hareketini yapar mısınız rica etsem; çünkü o hareket beni çok mutlu eder, çok rahatlatırdı yapabildiğim zamanlar. Bağlantısını hala çözemesem de, bunun böyle olması hala garibime gider mesela... :) (Aklıma gelmişken, en yakın zamanda fizyoterapistime sorayım ben o hareketin neden beni rahatlatıyor olmuş olabilmesini!)


Sizlere çekemediğim bir fotoğraf karesi de var tabi ve bunun da benim için önemi büyük aslında. Bundan birkaç hafta önce olsa yazamazdım ama sanırım açıldım artık, aman nazar değmesin!;

2010 yılında, ebediyete kavuşan kardeşimiz Duygumun, bu dünyadan ayrılmadan önce benim için çizdiği ve defterimin arasına koyduğu bir resim vardı. Bu resim, 2010 yılından beri bana bir mesaj verir mi bilmiyordum. Ben bu mesajı çok başka anlıyordum; üzüntülü, kederlü birinin resmi falan diye nitelendiriyor ve acaba neyi veya kimi düşünerek yaptı bu resmi Duygum diyordum. Resim ne mi?; dizlerini karnına bükmüş ve elleriyle dizlerinin önünden tutmuş birinin resmi. Çok amatörce ve resim bana ve yakınımdakilere özel, o sebeple resmini çekip koymak istemedim. Ama hala saklıyorum tabii ki ve kim bilirdi son atağımdan beri yürüme kabiliyeti gösteremeden önce o harekete yakın bir gelişme göstereceğimi? :)

Duygum çok özel bir insandı. Değişik düşünen, değişik seven ve bu hayatta hepimiz için değişik bir şekilde var olmuş olan... Yıllar sonrama bile dokunabiliyor bakar mısınız! Bir gün onu unutacağımdan ötürü çok korkardım; yıllar yılı bu korku benim içimde bir yerlerde oldukça, endişem hiç bitmeyecek sanıyordum. İnsan kaybettiği sevdiğinin ardından, meğer hiç unutmadığına da çok sevinirmiş her aklına geldiğinde; yıllar geçse de... "Duygum, o hareketi yapabilmeyi ve o pozu çekinip buraya koymayı o kadar çok istedim ki bugün! Dünümde, bugünümde, yarınımda; fiziken olamasan da, ruhen var olabilmen beni öyle mutlu ediyor ki... İnsan unutulunca ölürmüş esas diyorlar, sen hiç ölmedin bizim için kardeşim..."

(Bu notları yazıp sizleri üzmenin kıyısına dahi getirmemeyi çok isterdim. Ama ben kendime daha şeffaf olma sözü verdim, yazmaktan daha fazla çekinmemek ve durmamak için... Anlatamadığım ve "aman ya bunu da yazmayayım" dediğim her şeyden ötürü mü doluyorum bu kadar?" diye sorguladığım geçen haftalar sonrasında bu kararımı aldım. Burası benim günlüğümü içeriyor ve benim hayatımda unutulmayacak isimlerden biri Duygum... Arkadaşlarınıza, kardeşlerinize, dostlarınıza sıkı sıkı sahip çıkın, ben dostlarımın hiçbirini bir diğerine değişemem. Hepsinin kıymetli olduğunu öğreten bir kardeşi kaybettim ben, bir başkasını daha fiziken veya ruhen kaybetmek istemem. Allahım kimseye de yaşatmasın dilerim.)


Ben bugün dizlerimi dik pozisyonda tutarak olabildiğince de kendime çekerek oturdum, ayak ayak üstüne atıp bol bol bağdaş pozisyonlarımda durdum. Dengede otururken yaptım bunları, kendimi geriye doğru çekebiliyor ve aynı zamanda karın ve sırt kaslarımın da daha çok geliştiğini görebiliyordum. Gerdirdim kendimi, daha da geliştirmek için de uğraştım yine! Bu arada, sağ bacağımı sol bacağımın üstüne, sol bacağımı da sağ bacağımın üstüne atabiliyorum. Yani biri bir diğerinden eksik de değil şükür ki... 

Bu hallerde iken fotoğraf çektim bir de işte... Henüz dizlerimi dik pozisyonda tutarken kollarımı dizlerime saramıyorum, o pozisyonda iken ya çoraplarımı tutuyorum ya da eşofmanımı veya bacaklarımı tutuyorum; ama her kol ya kendi tarafındaki bacağı ya da çarprazındaki bacağı tutuyor... Ama henüz dizlerin etrafında dolanıp birbirine tutunamıyor... Diyeceksiniz ki; dizlerini tutabiliyormuşsun işte, sarılması mı kaldı be kızım?! Nereden biliyorum, benim de bir yanım bunu diyor çünkü. Ama bir yanım da, deli gibi bir sonraki adım dizlerine sarılmak diyor. Hele ki üstte de anlattığım gibi, Duygumun bana yaptığı resmi hatırladıkça! Aslında bu his yeni değil, ama Mayıs ayındakinden çok daha baskın. Çünkü Mayıs ayında gayri ihtiyari dizlerimi karnıma çekip oturuyordum ve o pozisyonda otururken çok da kasılıyordum. Bugün otururken ki gibi rahat değildim... Şimdi besbelli rahatlıkla tutabiliyorum bacaklarımı; bu tutuş kocaman bir kavrayış da değil üstelik. Çok şükür ve maşallah kendime... :)

Bu son fotoğraf  hem kendime, hem de bu yazımı okuyanlara. Anneme bugün gösterdiğimde yeni gelişmelerimi -ki resimlerimi henüz göstermedim, bugün Yalova'ya tedaviye giderken göstermeyi düşünüyorum.- :) , "Azmin elinden ne kurtulmuş, aferin kızım!" dedi bana gülerek. "O mutluluğu görmek için bile, açılır saçılır anlatır ve kendimi içime kapatmam bundan sonra ben!" dedim kendime bugün...


Velhasıl, daha size açıklayacak çok itirafım ve de çok gelişmem var. Bunlar başlangıç aşaması olsun dilerim. Bağdaş Kurma Meselesinin derinine inerek incelediğim ve sizlerle paylaştığım için çok mutluyum. Yorumlarınızı benden esirgemeyin lütfen, mutluluğum daha çok katlanacaktır. 

Sevgilerimle ve yazacağınıza dair sezgilerimle, görüşmek üzere... :D 



11 Aralık 2017 Pazartesi

Fotoğraflarla 1 Haftam #75 - Aralık 2017'nin İlk Haftası


Uzun zamandır yazmadığım bir yazı dizime, Kısmi bir geri dönüş yapıyorum bugün; zira Aralık 2017'nin ilk haftasında yazı ile ayrı ayrı ekleyemeyeceğim ama bütün olarak bir yazıda toplamak isteyeceğim fotoğraflarım vardı, geride kalmasını istemedim... (Yani not olarak eklemem gerekirse; 04.12.2017-10.12.2017 haftasının Fotoğraflarla 1 Haftam yazısıdır.) :)

Mutlu, umutlu, sağlıklı ve bol gayretli nice haftalara... :)


Geçen hafta; gündüzü planlı, gecesi heyecanlı geçen bir gün ile başladı... Plan program yaptım o gün, yapmak istediklerime dair kararlı ve de azimli olacaktım. Ama bir yandan da sıkıntılı bir gündü benim için o gün, ağrılarım ve kas yanmalarım mevcuttu çünkü. Tüm bu dediklerimin yazısını da daha sonradan yazmıştım hafta ortasında; özlem dolu itiraflarım ile dolu bir yazı oldu bu, benim için de milat sayılabilecek bir yazı oldu; o yazımı buradan okuyabilirsiniz... 

Tabii bir de, geçen haftanın bir önemli yanı daha oldu; Onur Yar geçen hafta bugün aramıza geri döndü. :) Onur Yar, benim 2007 senesinden beri en sevdiğim radyo programcısı... Onu bu kimliği ile tanıdım başta, ama sonra Twitter'dan ve diğer sosyal medyalardan takip ettim. Ve yıllar boyu da takip etmeyi bırakamadım. Eskisi gibi bizlerin arasında dönmesini öyle bir heyecan ile bekleyenlerdendim ki, aynı heyecan ile de karşıladım; sanki hiç gitmemiş gibi idi...

Onur Yar sevenlere ve tanımasa da gerçek bir dost, abi, kardeş ve de gecelerinize bir eşlikçi arıyor iseniz; Pazartesi'den Perşembe'ye dek, kendi youtube kanalında saat 23.00'de canlı yayında olacak bundan sonra. Onur Yar izleyelim, sevelim sevilelim diyorum bende sizlere... Bu akşam yine Youtube'da olacak ve öyle güzel bir video paylaşmış ki yine kanalında bugün, iyi ki youtube varmış da yine bizimle dedirtiyor resmen. O videosuna buradan ulaşabilirsiniz ve tabii ki youtube kanalına da... =)


Kağanım 2 haftadır Satranç oyununa epey merak sarmış durumda... Öyle ki, günde birçok kez oynuyoruz beraber. Geçen hafta da bolca satranç oynadığımız günlerle dolu bir hafta idi. Tabii ki acemi düzeyde oynuyor yeğenim, daha 6 yaşında. Hem öyle çok çabuk da öğrenmedi zaten! Hala amacı hep en çok taşı yemek, rakibinin taşlarını bitirmek. Kuralları iyice bellemiş durumda, taşlarını da koruyor ama en önemli taş onun için Şah değil mesela. Yeğenim için satranç oynarken en önemli taşı Vezir, en çok onu seviyormuş. Çünkü bilen bilir, "Vezir her tarafa istediği kadar gidebilir, bir tek at gibi gidemez." Kağanıma sorunca, "neden vezir'i seviyorsun en çok?" diye, o da böyle cevap veriyor. :)

Velhasıl evde satranç bu kadar gündemimizde iken, geçen hafta benim ders çalıştığım bir akşamda Kağanım resim çiziyordu. Sonrasında gösterdiği üzere çizdiği resim yukarıdaki işte, yeğenimin ellerinden Satranç Oyunu adlı eseri... Henüz okuma yazma bilmiyor tabi, dedesinin onun olması için verdiği En Büyük Kasparov adlı Satranç kitabında yazanları taklit ederek "Satranç Oyunu" da yazmış üstüne. Sevdiği şeyleri resme dökmeyi ve böylece etkinlikler düzenlemeyi seviyor yeğenim işte... Yeğenime benden kocaman bir maşallah. Sizlerin de maşallahlarını alırız valla, tüm kuzucuklara olsun maşallah...


Bu kazağımı iki hafta önce aldı annem bana, çünkü ben bu kış bir geyikli kazağımın olmasını istediğimi söylemiştim anneme... Bu kış giyecek kazağım olmadığı için annem kazak almamız gerektiğini söylediğinde söylemiştim bunu. Kasım sonundaki sınav haftasonunda gidip bazı mağazalara bakmıştık alışveriş merkezinde ve fiyatları uygun gelmemişti. Ama iki hafta önce Pazartesi günü Yalova'daki sosyete pazarından annem bulup almış bana. Çok güzel değil mi ama? Annemin araştırmacı kişiliğine sağlık... :)

Öyle severek giydim ki nihayet geçen hafta, sonrasında da üstteki fotoğrafı çektim işte. Çıkarmak istemedi isem de üstümden, bunu gerçekleştiremedim tabii ki. En nihayetinde giymeden sürekli giymek mümkün olmuyor. Ama bu kış favori parçam bu kazak, bunu tahmin edebiliyorum. Neden geyikli kazak derseniz, ta geçen kış geyikli bir kazak istemiş ama bulamamıştım istediğim gibi ve bu kışa nasip oldu işte bulabilmek de alabilmek de... Geçen hafta bir türlü İnstagram hesabımda paylaşamadım üstteki fotoğrafımı ama demek ki o da önce buraya kısmetmiş. Ama haberiniz olsun ben bu fotoğrafı geçmem, daha çok paylaşırım; buradan da duyurmuş olayım bu vesileyle... 


Cuma gecesini, Kağanıma etkinlik gecesi olarak ayarladım; yeğenimle beraber yılbaşı kartı yaptık o akşam... :) Gündüzden ders çalışmamı da blog yazımı yazmamı da bitirdim ve akşam yemek sonrası Kağanımla üstteki güzel kartları yaptık beraber. Herkes kendi bildiği çam ağacını çizdi tabii ki; benim bildiğim sağ taraftaki gibi idi, yeğenimin bildiği de sol taraftaki gibi. Annemle ablam İstanbullu Gelin'i açtılar; bir yandan hep beraber çaylarımızı içtik, diğer yandan yeğenimle etkinliğimizi yaptık işte...

Üstteki yılbaşı kartlarını yapmak için çok şeye gerek yok aslında; boya kalemleri, kart yapabilmek için hafif sert malzemeden bir kağıt (veya karton da olabilir) ve de olabildiğince süs malzemesi... Bizim elimizde boncuk malzemeleri vardı, süslemek için onları kullandık. Çam ağaçlarımızı da boncuk malzemelerimin içinde bulduğum kesilmiş karton parçaları ile yaptık. Esasında, kartona fon kağıt kullanınca daha güzel oluyor ama bizim elimizde hep artık malzemeler bulunuyordu. 

Sonuca gelince; Kağanım bu etkinliğimizden çok hoşlandığını söyledi, önemli olan da buydu zaten. :) Şimdi yeni bir etkinlik bekliyor yeğenim benden. Sınavlarım sebebiyle beraber resim yapmalar, ödev yapmalardan öteye geçip bunları yapınca tabi devamını da istiyor kuzu. Yine arayış içindeyim misal bu ara, birkaç güne uygun etkinlik bulacağımı umuyorum şimdilik... 



Kağanım iki haftadır bizde kalıyordu; sebebi öncesinde haftalar öncesinde annemle benim -Kağanımıza kolaylık olsun diye- onlarda bir hafta kalmış olmamızdı, sonra sebepler çoğaldı bir hafta oldu iki hafta... :) Birkaç haftadır "ben de sizde kalacağım, çünkü siz bizde on gün kaldınız." diyordu, "Sen ilk iki yaşında neredeyse hep bize idin." desek de ikna edemedik ve kirvemizin oğlu Ufuk abinin geleceği zamanı denk getirdik ve Ufuk abi buraya geldikten 1 hafta sonrasında geldi bizde kalmaya başladı kuzum. Nedeni bu kadar işte... :) 

Bu bir hafta, uzadı iki hafta oldu işte geçen hafta başladıktan sonra bitecek iken. Geçen hafta Salı günü Ufuk abi gitti. İki hafta ablamlarla beraber hep birarada idik işte yine ama bir tek Kağanım geceleri de bizde yatıyordu işte. Geçen hafta ablam kirvemizin oğlunu yolculadıktan sonra, "Bir temizlik yapayım madem, iki gün daha kal." dedi. Ve Kağanım o iki günü de bir haftaya tamamlayıverdi...

İşte bu sebeplerle; kalacağı gününün pazar günü biteceğini iddia eden Kağanım, Cumartesi günü de ve Pazar günü öğlene dek de bizimleydi. Neyse ki haftasonu anne ve babası da bizde idi ama yine de gitmesine ikna edemedik. Sonuç olarak, Cumartesi gecesi de dedesinin akşam mesaisinden gelmesini bekledi ve bende nihayet gecenin bir yarısında üstteki fotoğraflarını çektim o gün... :) 


Pazar günü öğlen gönderebildik evine yeğenimi, anneannesi dedesi ve benle yine dolu dolu vakit geçirdik beraber. Evini seviyor ve kabul de ediyor ama ilk iki yaşında beraber geçirmek durumunda kaldığımız senelerden ötürü, bir yanı ara sıra burada da kalmayı istemekten vazgeçemiyor... Bir yerde okumuştum, anneannesigil veya babaannesigilin de desteği ve varlığı ile büyüyen çocuklarda oluyormuş bu. Kağanım burayı da evi biliyor; ikinci evi burası zaten, ama bunu içgüdüsel olarak da bilmesi hoşuma gidiyor doğrusu... :)

Ve Pazar günü, yani dün; Yeğenim anne babasıyla evine giderken, Cumartesi günü yaptırdığım ödevini burada unutup gitmiş. Üstteki ayıcığı boyarken öyle hoşuma gitmişti ki renkleri seçimi. Madem unutmuş da, bir resmini çekeyim ben dedim... Hani adı ayıcık sonuçta ama o bir ayı değil mi? Bir ayı bu kadar sevimli olur mu yahu! Bu ayıcık kadar sevimli bir hafta diliyorum hepimize... =)

Yeniden Fotoğraflarla 1 Haftam yazısı yazmak garip ama güzel de geldi. En son 2015 senesinde yazmışım ama yine de daha önceki Fotoğraflarla 1 Haftam yazılarımı görmek isterseniz buraya bakabilirsiniz. Mutlu haftalar... 

10 Aralık 2017 Pazar

Pazar Yazısı #41 - Maşallahlık Pazar


Yine olabildiğince geç başlayan ve de olabildiğince ağırdan ilerleyen bir gün olması adına uğraşılan bir pazardı bugün... Sabah kalktığımda epey sisli ve fırtınalı bir yağmur hakimdi dışarıda. Uzun zamandır sanırım buralarda böyle bir fırtına olmamıştı, ki bu eve taşındığımızdan beri çok fırtına gördük. Ama eskiden daha sıktı böyle fırtınalar, kışlar daha çetindi dedirtti bugün bana. Sonra mevsimlerin değiştiğine üzülürken buldum kendimi elimi yüzümü yıkarken... Bir sene daha bitiyor, sadece bu seneyi değil geride bıraktığım birçok seneyi gözümün önüne getirip dalıp gitme fırsatını daha derinden yaşıyor ve bu hakkımı doya doya kullanıyorum bu ara... :)





Aralık ayını bu sebeplerden sevdiğimi söylemiştim daha öncesinde de, benim için maşallahlık pazar olmasının birinci sebebi bu... İkinci sebebine gelince de; bütün haftayı yeterince ders çalışmamış olarak geçirmiş de olsam, hafta başında yaptığım planımın biteceği güne gelmiş bulunarak birçok maddeyi gerçekleştirmiş bulunuyorum bugün. (Üçüncü sebebi de ekleyeyim o zaman, 41. Pazar Yazımı yazıyormuşum, "Maşallah".) 

Bazen plan yapıyorsun ve o plandan birini gerçekleştirip gerisi çöp oluyor hani ya, böyle anlarda insanın planı programı bırakıp salıp oturası geliyor doğrusu! Ama bende bu böyle olmuyor, vazgeçersem öylece salıp gideceğim; artık çok net biliyorum bunu. O sebeple, uzun bir süredir inanıp ısrar edip planları yeniliyorum. Ve yine yenile yenile, derken 2 haftadır üst üste tutturamadığım ve üçüncü haftası olan bu haftada da bir plan programı daha tutturabilmiş olmamın mutluluğu hakim içimde. Aman Allahım, maşallah! :)

Planlar ve programlara bir uyumlu bir uyumsuz olsam da, sürdürmeye devam edeceğim inşalllah... Ötesi plansızlık, mazallah daha kötüye gidiş vs olmasın diye hem de; sağlığım, hayallerim, yaşamam ve devam edebilmem için hayata... Planla programla toparlayayım kendimi, beni sıkan tek şey plan ve programlar olsun yeter ki, ben onlara uymak zorunda kalayım.
(Kendi kendime hakimiyet kuruyorum resmen! Ama sebebim var, benim içimde de gizli bir miskin var; herkes gibi aktif değil ama bazen de aktif oluyor, geceleri yatağıma yattığımda "ne yaptım ben bugün? -Hiç!" diye sorgulatıp cevap verdiriyor. O yüzden onu dışarı çıkarmamak için bu kadar çabalıyorum!)


Bir maşallah daha rica edeceğim şimdi sizden; bu hafta benim için çok önemli bir hafta idi, zira kendimi hafta başında aşmak konusunda bir eylemde bulundum... Özlem Dolu İtiraflarım adlı yazımı hala okumayan var mı bilemiyorum ama bu itiraflarımla dolu yazım, beni öyle rahatlattı ki. O yazımın devamının gelmesine henüz hazır mıyım bilmiyorum; ama hazır olmayı beklemeyeceğime dair verdiğim bir söz de var ki kendime, o sözümü tutmaya çalışıyorum bu sıra. Kolay değil zordu o yazıyı yazmak, ama içimde "yazmasaydım keşke" diyen hiçbir yan olmadığına mutluyum şimdi. Bir maşallah rica edeceğim dedim, çünkü yıllardır içimde bekleyen itiraflarımdı onlar ve dediğim gibi kolay olmadı. Benden kocaman bir maşallah daha bu nedenle...


Ve bir maşallahım da, hafta başından beri dinlediğim üç şarkı adına; hafta boyunca her birini kaç kez dinledim bilmiyorum (tahminimce günlük 10'u çoktan geçmiştir) ama haftanın sonuna geldik ve ben hala bıkmadım bu üç şarkıdan;

Ersay Üner- İki Aşık

Buray- Sahiden

Pera- Her Şeyim... :)


Şimdi bizlere Maşallahlık bir hafta diliyorum. Öyle bir hafta olsun ki; planlarımıza uymaktan, sağlığımız için çabalamaktan ve de sorumluluklarımızı bilmekten vazgeçmeyeceğimiz bir hafta olsun... Sevgilerimi ve üstteki üç parçayı sizlere ithaf ediyorum... İyi ki oradasınız! =)

9 Aralık 2017 Cumartesi

2017 Ekim Ve 2017 Kasım Nasıl Geçti?


İlk bu seriye başladığımda, Ocak ayındaki kitap okuma ve film izleme serüvenimden bahsediyordum ve o zaman emin değildim bu yazı dizisini bu kadar sürdürebileceğime. Nihayet Aralık ayındayız şimdi, sıra 2017 Ekim ve 2017 Kasım aylarına geldi bile...

Bu iki ayın benim için nasıl geçtiğinden bahsetmeden önce söylemeliyim ki; 2017'nin başlangıçlarına nazaran yapmak istediklerime dair azimle gelebildiğimi, görebildiğime ve de düşünebildiğime şimdilerde epey mutluyum. Film izlemekte de, kitap okumakta da, her ay bir şeye veya bir şeylere odaklanıp bunlardaki kararlılığımı düzenli şekilde sürdürebildiğime de... Elbet düzenler zaman zaman bozuluyor, ama her defasında bu azimi sürdürmek için geri döndükçe; bu düzen işliyor ve bir bütünde güzel şeylere sebep olabiliyor. Bu seri benim için bu açıdan güzel şeyleri sağlamama sebep oldu. İyi ki yazmaya başlamışım sene başında bu yazı dizisini yani... İyi okumalar... :)

2017'nin Ekim ve Kasım aylarında, Minimalizme sardığım merak üzerine eyleme geçtim... (:




Minimalizm hakkında ne biliyordunuz bilmiyorum ama daha bununla ilgili videoları ve de yazıları okumadan önce bununla ilgili; her şeyden feragat etmek değil, olabildiğince gerekli eşya ile düzeni sağlamak ve böylece hayatın daha kolay olacağını savunan bir düşünce biçimi olduğunu biliyordum... 

Tabi benim bunu bildiğim kadar, böyle olmadığını iddia edenleri de gördü bu gözler daha öncesinde. Ama bende; olabildiğince gerekli olan eşyaları hayatımda tutup, gereksizlerini hayatımdan çıkarmaktan ve gerektiği kadar düzenle yaşamını kontrol etmenin düzgün bir yaşamı sürdürmeye yardımcı olabileceğine inanıyorum... Bu sadeliğin daha sağlıklı olduğu inancı, abartı ve fazlalık hayatımızın her alanında daha büyük sorunlara sebebiyet verebiliyor zira.

Youtube'da izlediğim videolardan beğendiğim iki video var minimalizm üzerine; biri Ilgın Özgan'ın "Hayatı Sadeleştirmek" adlı videosu, diğeri de Melisa Gelis'in "90 Maddelik Minimalizm Denemesi" adlı videosu... Her ikisi de belirli birikimlerini güzel bir dille anlatmış ve Melisa Gelis bu konu hakkında bir liste bile hazırlamış... :)

Öğrendiğim bilgiler, Minimalizm'i "hayatı sadeleştirmek" başlığı altında güzel bir yere koyuyor. Bu da şu demek; vücuduna fayda sağlamayan yiyecek ve içeceklerden, ruhuna zariflikten çok ağırlık veren herşey minimalizmin sadelik öğretisini oluşturuyor. Herşeyin fazlası zarar kısaca; düzensizliğin kendisi, vücuduma fazla gelen ve dokunan yiyecek içecekler, işime yaramayan gerektiğinden fazlası bulunan herşey... 

İşte bu öğretilerden öncesinden de kitaplığımda yeni kitaplarıma kalmayan yer konusunda, aslında kitaplığımda olsa da okumayacağım kitaplarımı tutmak konusunda ısrarcı idim. Esas karara varamamış halde idim işte... Minimalizm üzerine yukarıdaki videoları da izleyip düşününce; hayatımı sadeleştirmeye öncelikle kitaplığımdan yola çıkarak eyleme geçtim... Yerim dar, her daim yeni bir kitabı alabilecek büyük bir kitaplığım yok, ama okumaya da devam ediyorum. Kitaplığımda o kadar yer yok ki, okuyup beğendiğim birçok kitabımı kitaplığıma koyamıyordum. Kitaplığımdan çıkarmak istediğim kitapları gözle bile seçer hale geldikten ve bu gözle seçilen kitaplarım 10 adetten fazla olunca, odamın şeklinin değiştiği Kasım ayında, annemin kitaplığımdan indirdiği kitaplarımı ayıklamaya ve çıkarmak istediğim tüm kitapları da bir kutuya doldurmaya başladım. 

İşte bunların sonucunda, kitaplığımdan çıkarttığım 30 kitabı yakınımızdaki ortaokulun kütüphanesine bağışlamak üzerine kutuladık ve geçen haftanın başında da okula götürdük... Daha öncesindeki haftada da büyük kağıt dosyamda kullanmadığım eski ders notlarımdan arındırmıştım dosyamı... Diyeceğim o ki, küçük bir fayda analizi ile, odamdaki kullanılabilir alanı böylelikle sadeleştirmeye başladım. Zira gözüm yoruluyor, düzenim daha da sağlanıyor. Ve benim bu konuda yazmaya ve de daha arınmaya hevesim var. Düzen güzel şey, az eşya daha çok sahiplik de demek bence aynı zamanda da... :) Siz Minimalizm hakkında ne düşünüyorsunuz bu arada? Benimle paylaşmanızı bekliyorum sabırsızlıkla...

2017'nin Ekim ve Kasım aylarında sıkı sıkıya çalıştığım beş dersimin, 25-26 Kasım 2017 tarihlerinde Ara sınavlarımı atlattım... (Bu dönem okuduğum Aöf Sosyoloji Lisans bölümümde, kalan son 6 dersimin 5'ini alıyorum.)



Bir başlıkta ve iki cümlede anlatılabilen bu konu, garip bir heyecan ve tez canlılık barındırmama sebebiyet veriyor bu dönem bende. Ara sınavlarıma girdim ama son sınavlar olmasına rağmen bir an önce bitmesine dair bir istekle artık biraz sabırsızlık da bulunduruyorum içimde, sınav sonrasında bir inanamamazlık da barındırdım içimde. 

Üstteki resimlerde de gördüğünüz üzere, ara sınavları bitirdiğimiz o gün arabaya bindiğimde yüzümde bir tebessüm ama bir yandan da şaşkınlık vardı. Sınavlarımın nasıl geçtiğinden ve de nasıl hissettiğimden bahsetmiştim o gün esasında buradaki yazımda da. Ama şu hislerimden bahsedemedim bu dönem; 6 senedir devam ediyorum bu bölüme ve artık bitebiliyor olduğuna sevinirken, bir yandan da bitmesini dört gözle beklediğimi hissediyorum. Hani bir şeyi bitirmek üzere olduğunuzu hissedersiniz ama diğer yandan da "ya aslında düşündüğüm gibi gitmez ise işler?" diyerek endişelenirsiniz ya hani! Bu endişe içinde, hem daha çok çabalamak hem de bir an önce sonuca ulaşmak adına stres ve sabırsızlık içine kaldığım bir noktadayım işte. 6 senedir bu bölümü bitirebilmek adına çok çaba verdiğime inanıyorum; gerek hastalandığım sebeple ihmal etmek durumunda kaldım da uzadı, gerekse de bazı derslerimin sınavlarında çabalarıma herhangi şekilde sınavlarımın ilkinde istediğim sonuçla karşılık alamadım ve uzadı işte... 

Velhasıl bitmesini istediğim bu bölüme emek verdiğim kadar, o da beni geliştirdi. Ezdi, büktü ve bir amaca doğru giderken streslerden ferahlıklara çıkardı. Şimdi bitmeye yakın iken ben, ara sıra endişelerdeyim. Razıyım bu sene de stresli-stressiz geçsin gel gitlerde, ama bol azimli şekilde geçsin ve kolayca verebileyim şu son derslerimi de. O diplomanın resmini buraya da koyacağım, evimizin salonundaki vitrine de; zira bu 6 senede, sağlığımdaki gel gitlerin ve durağan veya hareketli anlarının da izi var. Bu güzel bir amaçtı, güzel bir hayalimdi; liseden beri istediğim bir bölümü bitirip, kendimi geliştirmeme de tutunmama da sebep oldu amaçlar dizisine... :)



2017 Ekim Ve 2017 Kasım aylarında 17 film izledim.




Ekim ve Kasım aylarında 17 adet film izledim; 9'unu Ekim ayında, 8'ini Kasım ayında izledim. 1 haftada 11'ini izlediğimde yazısını yazmıştım, 1 Haftada 11 Film İzledim başlıklı yazımda... Ve diğer izlediğim 6 film ise şunlar idi;

Bizim Hikaye- 11.10.2017
İftarlık Gazoz – 13.10.2017
Dans Tutkusu 18.10.2017
Tiffany’de Kahvaltı - Tiffany’s Breakfast – 08.11.2017
Sarı Zeybek – 10.11.2017
Ekşi Elmalar – 27.11.2017

Ancak gelgelelim benim Ekim ve Kasım ayında izlediğim ve bir daha bir daha izlemek isteyeceğim iki film oldu, onu da üstte afişlerini ekleyip yan yana koyduğum gibi bu iki film; Güzel Ve Çirkin Ve Peekay idi... 2017 yılında, en iyi şekilde yerine getirdiğimi düşündüğüm bir madde var ise eğer; o da bol bol film izlemem oldu. Senenin başında ayda en az 8 film izleme kapasitesi koymuştum ki, senenin son ayının içinde bulunduğumuz bu günlerde bunu fazlasıyla yerine getirebildiğime seviniyorum. :) Pk'ı kesinlikle tavsiye ediyorum bu arada; izleyin, Amir Khan benim için candır ya! (:


2017'nin Ekim ve Kasım aylarında en çok dinlediğim müzikler... 


Gelelim Ekim 2017 ve Kasım 2017'de en çok dinlediğim müziklere;

Ekim ayının bana göre sanatçıları hep Karadenizlilerdi. Keşfettiğim şu ki, Eylül ve Ekim'e Karadeniz müzikleri çok yakışıyor. Ama bunların yanında en çok dinlediğim bir sanatçı da vardı ki; adı Emir Can İğrek'ti. Ben kendisinin ilk müziğini Eylül ayında Meromun tavsiyesiyle dinlemiştim, müzik kutusu adlı şarkısı. Ekim ayında da kendisinin tüm müziklerini dinledim, her birini de sevdim... Öyle uzun zaman olmuş ki, yeni birini keşfedip her şarkısını beğenmeyeli; Ekim ayında da Kasım ayında da en çok dinlediğim onun şarkıları idi...


Bir de bunların yanında en çok dinlediğim 3 müzik oldu ve bu 3 müzik benden hepimize gelsin. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sevgilerimle... :)






7 Aralık 2017 Perşembe

Nöropatik Ağrı İmiş - 07.12.2017


"Sebebi ne olursa olsun sağlığın ihmalinin, korkudan sebeple de sonuçlardan kaçınmanın hiçbir faydası yok insana!" demiştim dün gece instagram hesabımdaki bu paylaşımımda. Bugünkü yazımın esas konusu budur işte... :)



Dün Yalova'ya gittik ve kaç zamandır ne olduğunu bilmediğim ve yeni bir atağin belirtisi olmasından korktuğum yanmalarımın sebebini doktorumdan öğrendim... Şükür ki; dün gece Yalova'daki Aktif Fizik Hastanesi'ndeki Fizik Tedavi Doktorunun beni rahatlatması ve ilaç tedavisine başlatması, bir başka ihmali gönül rahatlığı ile bitirmeme de sebep oldu... 


Dün şikayetlerimi doktora anlattığımda çok sürmeden beni muayene etti önce, güç konusunda değişkenliğim olmadığını ve belirli durumlarda da iyi olduğumu söyledi. Durumumu kötü görmediğini hissettirdi ve kontrolünün sonrasında da karşıma oturup bana şöyle dedi; 

"Didem, bahsettiğin Nöropatik bir ağrı. Çoğu hastalar bunu tanımlayamaz ve bu durumun ağrı olarak da kendini belirtmemesinden kaynaklanabiliyor. Ama neticede bir ağrı ve tedavi edebilmek için bir ilaç yazacağım sana. Biraz ağır gelebilir başlangıçta ama ilk 10 gün yatmadan bir saat önce iç sonra sabah akşama dön." 

Durumum doktorumun anlattığı üzere ve fizyoterapistlerim olan Yasemin ve Merve ile de az biraz tahmin ettiğimiz üzere "sinir ağrısı" imiş. Biz sinirlerden birinden herhangi bir baskı olabileceğini tahmin etmiş ama "nöropatik ağrı" diyememiştik. Teşhis konuldu ve ben öyle bir rahatladım ki, beklediğim bu değildi ve benimki beklemediğine kavuşmak da olduğu için rahatlığım artarak katlandı... 

Korku diyordum ya; sebebi doktora gittiğimde "bu yeni bir atağın başlangıcı" diyecek diye düşünmem idi. Zira ben ilk defa bu kış yanma belirtisi ile karşılaşıyorum vücudumda. Meğer sinir ağrılarının belirtisi üşüme veya yanma şeklinde kendisini gösterebiliyormuş. "Atak değilmiş, doktorum bunu da onayladı!" :) ... Bu yazıyı şu sebepten de yazıyorum, ne korkunuz olursa olsun doktora görünmeyi ihmal etmeyin lütfen. Google korkularınızı tetikleyebilecek bir araç bu süreçte, Google'ı doktor olarak görmeyin. Ne nedir diye bakacağınız son yer bile olmasın Google sağlık sorunlarınızda... "Çünkü sağlığımız korkumuzla geri plana atılacak, ihmale uğratılıp en son müdahale edilecek değersiz bir eşya değil. Yangında kurtarılacak ilk eşya, gerçek hayatta da böyle müdahale etmek gerek ona..."

İşte böyle bilgisine ve ilgisine güvenerek gittiğim doktorum, beni öyle bir rahatlattı ki; dün pilates topuna ayaklarımı uzatıp belimi dinlendirme, ayaklarımı gerdirme ve birkaç hareketimi yaptığım egzersizler dizime de gönül rahatlığıyla döndüm. "Sadece bir süre aşırı şekilde zorlamamak adına, bel hareketlerine çok yüklenme" dedi doktor. Bir sürelik bel bastırma ve belimi zorlayabileceğini düşündüğüm hareketleri olabildiğince az miktarda tutacağım... Bir süredir Pilates topu üzerindeki egzersizlerime ara vermiş olmamın sebebi ise, ara sınavlara doğru derslerime çalışmaya ağırlık vermemden ötürü zoraki bir süreçle gerçekleşmişti. Ama sonrasında da bel yanmalarımın, bacak ağrılarımın ve yanmalarımın meydana çıkması ile, ihmale bende sebebiyet verdim; geri dönme sürecimi erteleyerek ve olabildiğince uzatarak... Şükür ki dün bu ihmale de son verip, önce kendime sonra da Yaseminime verdiğim sözümü tuttum nihayet... :)



Diyeceğim o ki; "Nöropatik Ağrı İmiş, oh be!" dedim dün gün boyunca... Ve bu sabaha uyanmadan önceki gece Pilates topumun üzerindeki egzersizlerime geri döndüm ve üstteki kolajladığım resimlerimde de görüldüğü gibi; kendi kendime verdiğim sözümü tutmam ile büyük bir tatmine ulaştım ve bir daha hiçbir durumun ihmalime uğramasına sebebiyet vermeyeceğimi umuyorum. Çok ders çalışmam gerekse bile, gecesine ve gündüzüne iki kez ekleyeceğim Pilates Topu üzerine ayaklarımı uzatarak yaptığım hareketlerimi eksik etmeyeceğim... Sağlığım her şeyim, ama sağlığımı ihmal ettiğimde ihmallerimin kötü sonuçları oluyor her şeyim!


Öncelikle doktoruma teşekkürlerimle; korktuğum bir süreçte daha beni yalnız bırakmayan fizyoterapistlerime ve aileme, bir de kendime verdiğim sözümü tutup geri döndüğüm hareket düzenim adına dün bir ihmalimi daha sonlandırdığım için kendime teşekkür ederim... Bu yazıyı en çok kendime teşekkürlerimle bitiriyorum işte ve yine sizlere sevgilerimle... =)

5 Aralık 2017 Salı

Yeni Hafta Ve Özlem Dolu İtiraflarım - 05.12.2017


Dün yeni bir hafta ve yine bir Aralık'a umutlarla başlayalım derken, Yalova'ya doktor kontrolüne gidemeden başladık haftaya. Geçen hafta bacaklarımda oluşan kasılmalar ve de bu kasılmalara bağlı fiziksel ve de içten yanmalarımın oluşmaya yeniden başlaması sebebiyle kontrole gidecektik, yarına kaldı. Yarın bana doktor yolu gözüktü. Fizik doktorumuz ne diyecek bakalım, umarım güzel sonuçlar alırız...


Dün (04.12.2017); sabah balkonda başlayıp, akşamına da balkonda noktaladım günü... Yalova'ya gitmeyince Kağanımı okuluna gönderdikten sonra, balkonda ne zamandır kendime vermediğim duraklama fırsatını kendime verdim. Sabah kahvaltımın sonrasında annemin yaptığı kahvelerimizi içtik, üstteki resimde solda görüldüğü gibi. Bir süredir, kahvenin yanında 1 adet yemekten hoşlandığım naneli çikolatamın kabı saat şeklinde olduğundan, bu fotoğrafı "Vakit nakittir, değerini kıymetini bilmem gerekir!" dedim ve düşünmelere başladım. Düşündüğüm kadar da yazmaya karar verdim ve üstteki resmin sağ tarafında hava kararana dek kendime almam gereken notlar ile başladım haftaya... :)


Özlediklerimden bahsedeceğime söz verdim ya hani, üstteki görüntüler ile size ilk itirafımda bulunmak istiyorum; üşümemeyi değil de, soğuğa eskisi gibi meydan okuyabiliyor olmayı özlediğimi farkediyorum bir süredir. 

Ne bileyim, eskiden bu kadar etkilenmezdim ki soğuktan. Kaslarım hiç şişmedi ilk atağımı geçirene dek böylesi... Fırtınalı havada sımsıkı giyinip atkılarımızı sarınıp dışarı çıkma gafletinde bulunurduk da, yürüdüğüm sırada arkamdan rüzgar ittirirdi beni! Hızımı arttırır devam ederdim yoluma, ağzımda "pıtı pıtı" şeklinde geçip giden "Allahım düşmeden şu apartmanın kapısına ulaşayım!" duası ile apartmanın kapısına gidişimi hatırlıyorum da; büyük bir macera idi benim için o anlar... 

Özlemekten nefret ettiğimi düşünürdüm bir ara, nankörlük gibi görürdüm; çünkü şükürdü bugünüme, daha kötülerini gördüm ya hani ben. Ama 1 senedir, söylemekten çekinmemeye gayret gösteriyorum. Çünkü söyleyemediklerim büyüyor; içimde, kaslarımda, nefesimde, beynimin en ücra köşesinde... Belki yapamadığım birçok hayalin arkasında bu var, çünkü ertelediğim en büyük olgu bu benim için bu sıralar. Özlediklerimi kendi kendime yazmayı sevmeme rağmen, kendime dahi yazmıyorum ki ben! Ta ki şu ana dek... :)



Ve bugün (05.12.2017); not alıp da bilgisayarıma ve de şu üstteki defterlerime yazacağım birçok notumu irdeledim bilgisayarıma kaydettim kendimce. Defterlerime döneceğim dedikçe kendime; birçoğunu telefonumun, bilgisayarımın ve mailimin not bölümlerine kaydettiğim dolu anıları ve notları kaydettim aklımda. Üstteki resimdeki küçük defterimin üzerinde şöyle yazıyor; "Kalbin konuştuğunda, iyi notlar al. - When your heart speaks take good notes." Notlarımı almış ama yazamamışım birçok yere, oysa ne defterler bitirdim dururdum ben şu iki sene öncesine dek. 

"Defterlerime yazmayı da özledim!"

Ama öyle basit yazmak değildi eskiden benim yaptığım, ben hiç utanmadan kime ne hissedersem önce defterime yazardım. Sabah-öğle-akşam demeden defterime yazardım. Sevdiğim bir not çıkardı izlediğim bir programdan, hemen koşa koşa defterimi kapar gelir onu not ederdim. Defterime uzanmak zor gelirse de, not alır ama mutlaka onu ihmal etmez yazardım. Uzun zamandır kimseye, duymadığım aşkı yazardım ben. Belki uzun zamandır birinin beni seveceğini ve benim de birini seneler önceki hesapsızlığımla seveceğimi düşünmediğimden yazamıyorumdur şimdi... 

Yazmayı özledim; günlük tutuyor olsam da yine, eski zamanlardaki gibi hesapsızca içimi dökebilmeyi istiyorum ben! Bunu özledim. Ama özlemlerimi yazamadıkça, yaşananların bana hissettirdiklerini de aktaramıyorum... 

Ya sen okuyucu; hangi özlemini yazmadın ve dile getirmedin de bulunduğun alanda, en sevdiğini düşündüğün alanlarda dahi kendini yetersiz hisseder oldun? Ben bu ara yazmaya olan ilgimi de, yeterince içinde bulunamadığım sosyal medyaya olan ilgimi de, özlemlerimi ertelememden sebep yeterli ölçüde gerçekleştiremiyor görüyorum kendimi. Ama gel gelelim özlediklerimi yazar isem toparlanabilirim bence. İtiraflarım gelmeye devam edecek yani, bir de yanı sıra 



Mesela, bir itiraf daha; dans etmeyi, ayakta dikilmeyi ve rüzgara meydan okumayı da, her ortamda bulunmaktan daha çok özledim. 

Ayakta olmayı deli gibi özledim, az arkadaş öz arkadaş olgusunu deli gibi kavradım. Bulunduğum birçok ortamda kabullenmek ya da kabullenilmemek artık umurumda değil, ama bu sefer de ben ayakta değilim. Yazacağım çok şey var, dertleneceğim çok şey vardı eskiden; hepsi birer anı oldu ama kırıkları içime battı. Ben özlemlerimi erteledikçe, içime içime kanayan yaralarım dilimden sözleri çıkaramaz oldu. 

Ben eski kendimi çok özledim, bu itiraflarım o kendime ulaşabilmek için. Ben yine benim, ama daha fazla yaralanmayayım diye, özlemlerimi gerçeğe dönüştürene dek konuşmayı erteledim! Bozuyorum dilime vurduğum mührün geçerliliğini. İçimde yaşıyordum ne varsa da; "insan söylemese de özlemeye devam ediyor ve meğerse daha çok kanatıyormuş yarasını!" diyorum işte. 

Sevgilerimle, Didem Köse...

Not; bu itiraflar da, bu blogtaki diğer yazılar gibi bana ait ama uzun zamandan sonra böyle itirafları tek bir yazıda sıralamak benim için çok zordu. Ama başardım, isim ve soyismimi yineleme gereğini de bu sebepten kendi adıma duydum. Görüşmek üzere... :)