22 Aralık 2017 Cuma

Karmaşık Ruh Hallerim - 22.12.2017


Bazen sussan olmuyor, anlatsan akıl gönül almıyor denilen karmaşık ruh halleri var. Bu karmaşık ruh halleriyle bu sıralar çok sık karşılaşıyorum. Öyle ki, yıllar önceki düşüncelerimle şimdiyi karşılaştırıyorum ve olgunlaşmışım diyebiliyorum. İyi bir durum tabii ki ama kendime söylemem gereken bir çok şeyin de varlığına daha çok varıyorum bu durumların arasında...




Birçoğumuz yaşamışızdır, nesiller arası çatışmayı. Bende yaşadım tabii ki, bizi anlamayan dinlemeyen ve de bize garip gelen büyük nesillerimiz çok oldu küçüklüğümde iken. Espiri anlayışları sevdiğimiz büyükleri eleştirmek olan, sizleri hiçbir söze karıştırmayan ve de tek istedikleri çocuklar kendi çocuklukları gibi yaşasın olduğunu sandığımız büyüklerimizle... Büyüyüp daha çok iç içe olana kadar, annemin babası olan dedeme kızmamıştım. Ama annemin dedesi, annemin büyük teyzeleri veya çok sık görmediğim halaları amcaları vs kızdığım oluyordu. Adı üstünde nesil çatışması işte; onlar seni anlamıyor, sende onları...

Diyorsun ki; neden beni anlamıyorlar, neden şu anın eski zamanla kıyaslanamayacağını - değiştiğini anlamamakta ısrar ediyorlar ve de neden bizi bir başkalarıyla kıyaslayıp daha çoğunlukla kötülüyorlar? Her birimiz bunları sorguladık biliyorum. Ama büyüdükçe geçmişe duyulan özlemlerimizi hissetmeye başlamak, az buçuk onları da anlamama sebebiyet vermiyor değil hani. Evet şimdi bugünü kötülüyoruz ama ilerleyen zamanlarda da bugünün bazı parçalarını özlüyoruz! Biz insanoğlu da dünyanın anlaşılması en zor yaratıklarıyız resmen...


Neyse benim diyeceğim sanırım daha başkaydı, hatırlamaya çalışacağım..... Hatırladım!

Küçükken sizi kötüleyen, sizi beğenmeyen, sizin sevdiğiniz kişilere kötü şeyler söyleyen ve de sizin istediğiniz gibi hareket etmeyen (dolayısıyla sizin de onun istediği gibi hareket etmediğiniz!) büyükleriniz olmuştur. Benim de oldu! Küçüğüm tabi, beni konuşturmayan büyüklerime öfkeleniyorum. Annem kendisinden bile büyük olan akrabalarımızın yanına giderken beni uyarıyor;

"Sakın sesini çıkarma olur mu kızım, sana sorulmadan lafa girme. Biliyorsun o senin büyüğün, benim bile büyüğüm. Biz senin konuşmana karşı çıkmıyoruz ama bu büyüklerin için geçerli değil!"

İlk açıklaması böyle açıklayıcı idi annemin, ama daha sonralarında çenesini tutamayan ve de konuşmaktan deli gibi hoşlanan Didem bazen duramadığı için; her defasında uyarmak zorunda kaldı annem beni maalesef... Küçüğüm, konuşulan alanda anılar ve de fikirler sunulan bir alanda, büyüdükçe bende fikirler sunmak istiyorum ve bunu hakkım olarak görüyorum tabi. Saygı çerçevesini aşacak şeyler de söylemiyorum ki hem! Hele ki, tüm sevdiğim kadınlardan oluşan ailemizin hanımları ile gittiğimiz annemin dedesinin evinde; yengemlerle bile konuşmama izin çıkmazdı, annemin dedesi tarafından. Azıcık onlar konuşurken, bende aklıma gelen güzel bir anımı anlatayım isterdim de, kısık da konuşsam annemin dedesi sesimi duyar; "Şişt sus bakayım kızım, çocuk kısmı konuşmaz öyle!" derdi.

O dedemize gittiğimiz küçük halimi anımsıyorum, televizyonun bulunduğu konsolun hemen bitişiğinde bulunan küçük pufun üzerine otururdum ben. İlk deneyimlerimden sonra, yanımda kalem kağıt götürmeye başlamıştım. Orada oturup ya bir şeyler çizerdim, ya da bulmaca çözerdim; kendi kendimi eğlendirirdim işte. Bir süre sonra; ödevlerimi alıp yanımda götürmüşlüğüm oldu, büyük anneannemden sehpa ister onun üzerinde ödevimi yapardım en azından boş duracağıma... :)

Velhasıl şimdi geldi geçti, büyüdüm de, düşüncelerimi değerlendiriyorum! O düşüncelerim bana şunu diyor; ata denecek büyüklerimizin biz çocuklar için anlamı ne, anlamadığıma içerlenirdim o zamanlar, benim için en büyük meselelerden biri idi. Beni kötüleyen, beni yok saymaya hevesli büyüklerimizi sevmediğimi düşünürdüm... Gerçekten sevmediğimi düşünürdüm; küçük aklımla onlar beni ve benim gibi küçükleri yok saydıkça, bende onları yok saymaya gayret ederdim kendimce; tabii ki de saygı çerçevesinde. Mesela, onlar beni konuşturmuyordu ya; bende onların yanına gittiğimde, onların ellerini öpüp bana ayrılan köşeme çekildikten sonra onların söylediklerinin benim için önemi yokmuşçasına dinlemiyordum onları. Kendi kendime, onların bilmediği bir şekilde trip atıyordum köşemde! Ne büyük tepki ama, sanki umursuyorlardı. Onların haberi bile yoktu tabii ki de! =) 




Şimdilerde bende çok gülüyorum kendi küçüklüğüme ya... Neyse hala karmaşan ruh hallerime gelemedim nedense... :)

Bundan birkaç sene öncesine, mesela 7 sene öncesine gidelim. Annemin babası dedem, benim bu hayatta en yakın dereceden en büyüğüm olarak hayatta olan dedem. Allah onu ve tüm büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin... Ben küçük halimle, hiçbir büyüğümü sevmem diye düşünürken onu severdim. 2010'dan sonra, bizim ikimizin arasındaki nesil çatışması çok büyür oldu. Ne yalan söyleyeyim 2010-2012 senesindeki evrede, ağır bir ergenlik yaşıyordum kendi içimde galiba. Onun dediği şeyler beni acayip sinirlendirebiliyor, fikirlerini garipsedikçe ağlayabiliyordum. Kendimi yiyordum resmen onunla tartıştığımız noktalarda... Şimdilerde ise; "önemsiz olsa idi, sevmiyor olsa idim dedemi bu kadar kendimi yer bitir halde olmazdım!" diyebiliyorum.


Sonra zamanla bu durum değişti mi derseniz, evet değişti. Benim anlamadığım bir şey vardı ki o ara, bu nesil çatışması benim dedemi ikna edebileceğim bir noktada değildi. Ama dokunuyordu da, şimdi de olsa dokunur ama elbette o zamanki gibi değil. Bizim büyüklerimiz; düşünceleri konusunda biraz daha kesin hükümlüler, onlara "bu böyle olmalı" dediğiniz nokta teknoloji konusu bile olsa, yani onun değil sizin bildiğiniz nokta da olsa, değişmez fikirleri! Siz bilmiyorsunuzdur, o biliyordur çünkü. Ki dedemle bu konuda bile tartışmışlığımız vardır. Az ağlamadım o zamanlar velhasıl onunla tartışırken... (: Şimdilerde artık o ağlama mevzuularını aşmış durumdayım ve bu durum iyi bir şey benim açımdan...

Ama itiraflar demiştim, ben bu konuyu taa Eylül ayında düşündüm ve kendime sordum; "onca tartışmanıza rağmen, bir kez olsun -dedemi sevmiyorum, diyebilir misin Didem?" diye sordum kendime. Bu soruyu esaslı şekilde sorduğumda, Antalya'da Mustafa dayımların biz gençleri Lunapark'ta eğlendirmeye uğraştıkları gecenin sonu idi. Eve geldik, dedem rahatsızlanmış ve hastaneye götürmüş Mehmet dayım. İçime oturan hüzünü, korkuyu, birileri okuyup da anlıyor biliyorum! O günün öncesinde de "hayır" cevabı alamadığım gibi, o gece de "hayır" cevabı alamadım kendimden. Nesil çatışmalarımıza rağmen seviyorum dedemi...

Çok şükür hastaneden geldiklerinde dedem iyiydi, yani öksürüyordu, halsizdi ama ayakta idi. Neden bilmiyorum, o gün çok korktum; yani iyi diye dayımın aramasına rağmen... Yıllar öncesinde, bir yaz tatilinde, -daha anneannem hayatta iken- Antalya'ya gittiğimizde dedem yine çok rahatsızlanmış idi. O zaman yatağından kaldırıp hastaneye götürmüştü annem ile anneannem. Ben Eylül 2017'de Antalya'da iken dedem rahatsızlandığında, yıllar önceki o gece kadar korktum işte...

Şimdi ben dedemin yine bir hastalıklarının olası teşhisleri için çabalandığı şu günlerin sırasında, nesil çatışmalarımızı ve de şimdiki halimizi düşünüp karmaşık ruh hallerinde hallerimizi düşünüyorum yine; bir süredir var bu düşünceler ama birkaç gündür daha yoğun işte...

"2015'e kadar yıpratırdım da, benimle tartışmaya girmeye çalışan herkesin karşısında kendimi; ta ki Merom bu konuda benimle konuşup, az biraz daha sakin olmam ve her konuşmada kendimi ispatlamaktan vazgeçmem gerektiğinden bahsettiğinden beri yıpratmıyorum kendimi." İnanın bazen insanın yakınları tarafından yanlışlarının yüzüne vurulması, bir garip şekilde alınganlık da yaptırsa doğru yolu bulmasına sebebiyet veriyormuş... Biz dedemle yıllardır, eskisi kadar derin derin tartışmıyoruz. En azından benim ağlamama kadar süren çatışmalarımız olmuyor. Yine ben onu anlamıyorum bazen, bazen de o beni anlamıyor. Ama kavga diyebileceğimiz fikir çatışmalarımız bile, büyümeden sonlanabiliyor artık. Bunun sebebi, farkına varmama sebep olan Meryem'imimin bana öğütleridir. Teşekkür ederim dostum...


Diyeceğim o ki; nesil çatışması ne kadar büyük olursa olsun, gerçekten ufak da olsa bir şeyler paylaşmış olduğunuz insanlarla aranıza sevgisizlik ve saygısızlık sızamıyormuş. Ben ettiğim birkaç saygısızlıktan dolayı utanç doluyum, ama geri alamam da onları. Onlar olması gerekenlerdi, o zamanki yaşımda olsam yine aynı şeyleri yapardım muhtemelen; o zamanki yaşım onları yapmamı doğru bulduğunu söylüyordu bana çünkü...

Velhasıl; dedemin iyi çıkmasını umduğumuz test sonuçları var ve ben kendi içimde biriktirmeye devam ettiğim düşüncelerimden yana, bu konuyu da dağ gibi ettim birkaç günde yine içimde... Ve dedeme onca tartışmalarımız sonrasında, birbirimizle aynı saygı sevgi çerçevesinde olduğumuzu düşündüğüm hallerimize artık bir anlam verebilirken buldum kendimi. "Hissettiklerimi asla yazmayacaktım; ama asla dediğim herşeyi yaparken bulmam, benim resmen değişmez bir özelliğim oldu." Ve hiçbir zaman kendimi onu sevmiyorken bulmadım, onun fikirlerini hala hoş bulmazken (ve cidden hala bazı fikirlerine akıl sır erdiremezken(...) ) bile...


Sadece kendim hakkında düşündüğüm şeylere değil; aralarında bir bağ bulundururken bile çok fazla kavga etmeyi başarıp, sonrasında ilişkilerini devam ettirebilen sevdiklerime karşı da bir sonuca varmış oldum şu an bu yazımla... Ne kadar anlaşamıyor olsanız bile bazen, büyük ya da küçüğünüz de olsa bu kişi, sevgiden veya saygıdan götürmeye yetmiyormuş tartışmalar kavgalar... Şimdi düşünüyorum da, bir gün çok büyük bir tartışma yaşar da aramızdaki bağ kopar diye korktuğum dostlarım için de aynı bu durum değil mi? Vazgeçemem ki, onlar da benden yaşanmışlıklarımızın anılarına nazaran "değmez" deyip vazgeçmezler değil mi?

Yani demek istediğim; anlaşamayız, birbirimizi kırabiliriz, birbirimizle bir an için zıt düşebiliriz ama deli gibi aldatmamış, deli gibi onun değer verdiklerine ve var olduğu şeylere zarar vermemişsek eğer, bu tartışmalar bizim sevgimizden saygımızdan çalmaz ki!!

Hayatta kalan büyüklerim; dedem, büyük amcam, bir de annemin dedesi büyük dedemiz... Başka büyüğümüz yok ki benim bir şeyler yaşadığım. Ve dediğim gibi, içinde anılarımız sayabileceğim iyi veya kötü şeyleri de ablam ile benim dedemiz olan Ahmet dedemiz ile yaşadım. İmreniyorum bazen, herkesin aile büyükleri yanında güzel anılar biriktirmişler; tontonum, pamuk dedem vs diye bahsediyorlar fotoğraflarında ya... Ki artık imrenmiyorum da kimseye. Ama ben dedemden böyle bahsedemem mesela, "aksidir ama iyidir de!" diyebilirim. 2014 senesinden beri onu daha çok olduğu gibi kabul edebiliyorum ben. Yıllardır "o böyle büyütülmüş, onlar böyle görmüş büyüklerinden ve başka doğruyu kabul edemiyorlar evladım" dediklerinde, "Nasıl başka doğruları yok sayabilir ya!" der kızardım kendimce. Bazen gözümün önünde öyle doğruları yok sayıyorlar ki, "büyüklerimizin bazı kendi doğrularına yenilerini ekleyememesi mi garip?" diyebiliyorum şimdi...




Yazarken yazmayı bırakacağımdan çok emin olduğum bu yazıyı yazabildiğime çok ama çok şükür. Benim ciddi anlamda çözümlemeler yapmama sebep olan bir yazım daha oldu bugün...

Bu yazı 1,5 saatte yazıldı tarafımdan (22.12.2017- 01.37); doğru kelime ve cümleleri bulabilmek adına da durakladığım, hissettiğim anılarım çok oldu zira. Neden yazdım peki diye merak ederseniz, benim gibi aile büyüklerindeki dedesiyle veya ninesiyle çok fazla anısı yok sanıp da; birçok anısını benim gibi farkedenler vardır aramızda. "Yazmak isteyip de yazmaya gönül bulamayan ama sonrasında ben gibi içinde saklamaktan yorulduğu düşüncelerini anlatmaktan yana kendinde nihayet cesaret bulanlardan..." Bu bloğumda nesil çatışmalarımızdan bahsettiğim yazılarım da olmuştu, hiçbiri bu yazı ile sıfırlanmış düşüncelerimle dolu sanılmasın. "Onlara da hak veriyorum hala, bir de bu düşüncelerim var işte!" diyorum kendime ve de sizlere...

Korkuyor muyum? -Evet. Hastalık deyince, dilim damağıma yapışıyor. Hani derinizin üzerinden nasıl kıl çekerler de, minnacık kıl canınızı derinden derinden yakar! -Öyle yüreğim hopluyor. Bu durum belki de hastanelerin içerisinde çok bulunmuş olmamdan ve hastalığım gerekçesi ile hastalıkların neler yaşattığını daha net bilmemden ötürüdür. Kim bilir?!

Velhasıl bir başkasına anlatsam, duygularımı düşüncelerimi bu kadar derin anlatamazdım; bende yazdım. Hani o sizin konuşmanızı ve de sizi hiç dinlemeyen büyüğünüz var ya, sizin küçüklüğünüzde; çok tartışmanızdan ötürü, "ben onu seviyor muyum, sevmiyor muyum?" diye düşünüp durduğunuz... O büyüklerin de bir yeri, mertebesi, bir amacı varmış meğer. Anlayamıyormuşum da, seneler geçtikçe anlayagelmişim; birkaç senedir buna hep şaşırıyorum işte... Neden peki şimdi yazıyorum? (Güzel soru!) Çünkü, 4 yıldır içime gömdüğüm hislerime özgürlüğü yeni verdim. 4 yıl önce geçirdiğim atakla kısmi bir içime kapanma yaşamıştım belki de. İtiraflar konusuna, Kasım 2017 ayından beri daha çok ağırlık verdim...

Büyüklerinizi küçüklerinizi sevin! Ben tüm sevdiklerimi beni korkutmalarına sebebiyet vermeden önce sevdiğimi-saydığımı belli eden şekillerde davranmaya müsait bir kişilikteyim, biliyorum. O sebeple bu konuda endişem yok şu an için. Ama siz o kişilikte değilseniz eğer, -veya her birimiz bir yanılgıya düşer de yapar isek o hatayı eğer- hayat "size-bize" o küçük olan güncellemeyi büyük bir acıdan sonra yüklemesin dilerim... 

Okuduğunuz için teşekkürlerimle ve tüm hastalıkların kökünün kuruması temennim ile; iyi sonuçlar ve iyi tedavilerle karşılaştığımız günlere olsun. Sevgilerimle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)