30 Ekim 2017 Pazartesi

Not Aldım Veya Not Ettim #35 - Antalya'dan Kalan Notlar


Kenarda köşede kalmasına razı olmuyor gönlüm, bir kez not almaya alışkanlık etti mi insan bırakamıyormuş resmen.. Bu haftaya Antalya'dan-Ankara'dan kalan notlarımı yazıp bitirerek başlamak istedim.

Bir süredir çok az not alabiliyorum, zira Sonbahar beni fena etkisi altına almış durumda yine. Bir de geçen hafta yazamamamın sebebi, kalan sınav ünitelerimi bitirme uğraşımdan sebep gerçekleşti..  Neyse umuyorum ki, bu hafta görüşeceğiz. Şimdi notlarımda sıra... 

Yeniden merhabalar, hepimize mutlu haftalar... :)


Antalya'da ve Antalya Dönüşü 3 günlük Ankara'ya Uğradığımızda Notlar Almıştım; Eylül 2017, Kurban Bayramı Tatilinde...


Demiştim, etkisi daha sürer ve notları bitmez bir süre diye; Antalya'dan - Ankara'dan notlarım...

Kaç zaman oldu bilmiyorum, kenarda köşede kalmasına dayanamadığım notlar dizisinden birini daha geçen gün buldum. Antalya'dan notlarım yazıyordu başında... Üstteki kağıda temize çektim ve ajandama kaldırdım. İçinde hem sonbahar ve kış ayları adına, hem de bana yarayacağını düşündüğüm notlarım var.

Mesela üstteki kağıdın en başında Detoks Suyu notu var; bu su bağışıklık sistemini güçlendiriyor, zencefil içerdiğinden ötürü demişlerdi. Kenarda unutmuş olabilirim kağıdı ama not almış olmamın etkisi bu, neden yazdığımı unutmadım... Malzemeleri basit; Zencefil, nane, limon su... Soğuk suya atıp dinlendirilmesi tercih ediliyormuş, detoks sularının çoğu gibi. Hala deneyemedim tabii, bu notları unutmuş olmam da bunda etkili. Ama yakın zamanda deneyeceğim inşallah, zencefil alınır alınmaz...


Şarkılar not etmiştim; çok sevdiğim Jain'in Makeba şarkısı, Dream Tv'de sahne performansını dinlediğim ve ne zamandır iki şarkısından başka müziğini bilmediğim Coldplay'i, bir yabancı filmde American İdiot şarkısının çalması üzerine sözlerine bakacağım diye not ettiğim Green Day şarkısını Ve Ankara'da dinleyip yine çok başarılı bulduğum Olsun adlı Gökhan Türkmen şarkısını not etmiştim... (Her birini neden not ettiğimi hatırlayınca, şimdi yine utandım. (: )

Filmler Not etmiştim: Ağustos ayında kuzenimle izleyip yarım bıraktığımız Yıldızlar Arası (İnterstaller) filmini izleyip tamamlayacaktım; Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni İzleme listemde olmasına rağmen hala izlemedim ve Antalya'da bir kez daha duydum ve esas notlara ekledim tekrar; bir türlü bitiremediğim Kaybedenler Kulubü'nü not etmiştim bir de, izleyecek miyim hala meçhul o da...

Bir başka notu, Mero'mun annesi İsmet teyzemin anneme vermiş olduğu tarifti. Onu da not etmiştim. Sonbaharda soğuklarda hem direnç versin hem de hastalara şifa olsun inşallah; çubuk tarçın, taze zencefil, limon = Boğaz ağrıları ve enfeksiyonuna iyi geliyormuş... :)


Kendime merak ettiklerimi araştırmak üzerine 3 not eklemiştim bir de; 

Halloween'in Tarihçesi mesela; nedir ne değildir merak ediyordum, neden kutlanmaya başlanılmış mesela?  Bunu araştırdım öğrendim;

Kökeni Antik Britanya'da pagan keltlerin kutladığı Samhain festivali'ne dayanıyormuş. Keltler 1 Kasım'ı kışın başlangıcı olarak kabul ettiklerinden dolayı, "Samhain" kelimesinin kökeni Eski İrlandaca'dan sam(yaz) ve fuin(son) sözcüklerine dayanırmış. Bu dönemde sürüler yaylalardan döner, toprak ağaları ile çiftçiler arasında kira sözleşmeleri yenilenirmiş. 

Yaz sonu Keltlerde aynı zamanda evliliklerin gerçekleştirildiği, ölülerin kutsandığı ilahi bir dönem olarak kabul edilmiş. Yıllar yılı 31 Ekim'de kutlanmaya bu tarihçe ile başlamış... Bazı şeylerin tarihlerini bilmek güzel şey. Korku temalı birçok şeyden korksam da, Cadılar Bayramı yıllardır ara ara deneyimlemek istediğim bir olgudur. Tabii her defasında eğlenceli tarafını seçerdim, orası da ayrı... :) Daha fazlası için; buraya bakabilirsiniz...


Aromaterapi; nedir bilmiyormuşum meğer...

Aromaterapi'yi bir tedavi çeşidi olarak bilmiyordum, yine bir televizyon yayınında duyup kenara ayrıntılı olarak okumayı not etmiştim kendime. Aroma terapi, bitkilerde bulunan uçucu yağlarla yapılan bir terapi çeşidine verilen isimmiş...

Hani şu kendimizi arındırmak için kendimizce vücudumuza kullandığımız doğal bitki yağları ve annemin küçüklüğümde beni ağrılarımdan arındırmak için masaj yaptığı zamanlarda uyguladığımız tedavinin adı imiş meğer... O zamanlarda yaptığımız aromaterapi'nin hastalığımın başından bu zamana dek faydasını gördüğüm en etkili tedavi yöntemim olduğunu hala söyleyebiliyorum... Aromaterapi hakkında daha fazla bilgi için de buraya bakabilirsiniz. Her ağrı ve sıkıntıda sürekli ağrı kesicilere sarılmadan önce, yeniden doğal yöntemlere yönelmeyi bir alışkanlık haline getirmeyi başarmalıyız... Eskisi kadar sık değilse de, benim için hala bu alışkanlığı devam ettirmeye uğraşıyoruz...


Nazım Hikmet Belgeseli; 

Biyografi belgeselleri izlemeyi ve biyografi yazıları okumayı seviyorum da, uzun zamandır bunu yapmıyorum. Nazım Hikmet, Antalya'da bayramda ilk Kafka Okur dergimi aldığım zaman Eylül ayının kapak ve içerik konusu idi... Biyografisini bildiğim, şiirlerini sevdiğim bir şairimiz olmasına rağmen biyografisini izlemek istemiş ve notlarıma yazmıştım... Hala izlemedim bu belgeseli de, ama Can Dündar'ın belgeseli olduğuna sevindim ve izleyeceğim yakın zamanda...


Çilek Kızları kitabı, son notum... 

Okuyacağım deyip notlarıma eklemiş, Antalya'da Avm içinde aramış bulamamıştım ama hala listemde bulunduruyorum...

Velhasıl görünüyor ki, biriktirdiğim birçok not var ve buraya yazmaz isem bir yerinden başlayıp görev bildiğim bu notları okumayı-izlemeyi ve de denemeyi başaramayacağım. İşte bu sebeple yazdım ve merak ettiğim notlar haricindeki izlenecek-okunacak ve denenecekler haricinde notlarımı takip etmeyi es geçtiğimi gördüm. Umarım Kasım ortasına kalmadan, bu notlara dair bir not daha yazarım. Öyle umuyorum... :)


Ve yine en son, son zamanlarda en çok dinlediğim parçalara gelelim; 


İki aydır Emir Can İğrek'in Kaptan ile Yangınlı Şiir şarkılarına takılı kaldım. Bu ay ise, bu şarkılara Ziynet Sali'nin Ağlar Mıyım Ağlamam şarkısını ekledim. 

Akustik ve Slow şarkıları, kesinlikle en güzel Sonbahar ve kış aylarına yakışıyor. Bu ara geceli gündüzlü akustik dinliyorum. Bu yazının şarkısı ilan edebileceğim şarkım da, bu slow parçaları dinlerken karşılaştığım ve pek çok sevdiğim Buray'ın Sen Hala Sokağımda adlı şarkısı. Benden sizlere gelsin. Şarkının en sevdiğim sözleri ise şöyle;

Hani derler bekle bekle,
Bir gün yok olur içinden.
Acıları ekle ekle,
Belki devrilirim üsttden.

Korkarım olmuyor sen yokken.
Her şeyinle ya gel yeniden, ya da git evimden!


Epey uzun bir yazı oldu. Ve size, yazımı buraya kadar okuduğunuz için teşekkürlerim ve sevgilerimle... :)

22 Ekim 2017 Pazar

Pazar Yazısı #39 - İmece Usulü Pazar



Bir Pazar gününün daha bitmesine yarım saat kala yazmaya başlıyorum yine bugün. 22.10.2017-Pazar gününün notlarını yazamadan edemedim bu sefer de... :)


Bu sabah bir eksik ailecek başladık güne, ablamlarda kahvaltıyla başladı haftanın son günü bizde. Gecesi zorlu uyku süreci ile geçen bir Cumartesi gününü daha geride bırakmış ve zor uyanmıştım güne ben... Babam 8-4 mesaisinde olması sebebiyle evde yoktu yine. Annem eniştemin gelip bizi alacağını, kahvaltıyı ablamlarda yapacağımızı söyledi. Ben kalkıp hazırlanana dek eniştem geldi zaten...  Hiçbir şey yapamayacağımın bilinciyle sakin bir Pazara adım atacağımı bilerek gittim ablamlara böylece... 



Ne ders çalışabildim, ne de kitap okuyabildim gün boyunca. Akşama dek internete bile bakmadım bugün. Kahvaltıyı ablamlarda yapmadan önce Kağanımla iskambil kağıtlarıyla pişti oynadık önce, kahvaltı sonrasında da pişti oynadık bolca. Kaç sene oldu bilmiyorum tabi pişti oynamayalı. O yendi, ben yendim ve her birini kabullendi kuzum; büyüyor ve yenmek-yenilmek kavramlarını da içine sindirebiliyor artık... :) Artık bazı belirtileri büyüyor olduğuna yorabiliyor olmak da bu aralar beni daha da mutlu ediyor...


Ablamlarda kahvaltı+çay keyfi ile bol sohbetle başlayan Pazar günümüz, akşamına bizim evde devam etti. Mantı açıldı bizim evde bugün. Yıllar sonra yeniden annemle mantı başına geçmek çok garip ve nostalji dolu geldi... Babamın işten gelmesi ile onu da devreye soktuk önce. Babama kesilen mantı hamurlarına benimle beraber kıyma koyma görevini verdik, sonra beraber de kapadık. İki pazı hamurunu, bu görev dağılımı eşliğinde bitirdik; annem hamuru açtı, kesti, babamla biz kıymaları dağıttık ve anneme yetişip kapatmaya da yardım ettik... 


Sonra ablamlar geldi, önce ablam sonra ısrarlar sonucu eniştem devreye girince; Kağanımla babam salona oynamaya, bizse mantı başında son iki pazıyı yapmaya devam ettik. Eniştem bu sefer babamın yerini aldı, o da kapatmaya çalışsa da başarılı olamayanlardandı henüz. Belki bir dahaki denemelerde başarılı olabilirler babamla... :) 

Tüm bu son iki pazı sırasında da üstteki görüntüler ortaya çıktı işte. Yıllardır hamur açmayan eniştem bir ara devralmaya çalıştı hamuru annemden; biraz unuttuğunu ama çok özlemiş olduğunu söyledi, evlenmeden önce yufkacıda çalışmış bir süre. Esasında epey maharetli olduğunu birkaç sene öncesinden biliyorum işte ben de, annemle el açması börek yapmışlardı bir seferinde... 

Velhasıl, Bir Pazar'ı daha ailecek geçirmenin güzelliği saklıydı bu Pazar'da... Hepimizin elinin değdiği haliyle, bu sefer sadece ablam ve annemin değil, hepimizin emeği vardı yemeğimizde... :)


İmece usulü mantı yapma esnasında, eğlenceli zamanlar geçirdik bu pazar. Ailecek yapabilmek bunları acayip hoşuma gitti. Güldüm, güldürdüm ve derken İmece usulü yapılan yemekten iki tabak yemenin hüznünü taşıdım biraz akşamında. Güzel biten akşamı, daha güzel yapan ise bir çabayı daha görmek idi; Merom ile konuşamıyorduk ne zamandır ve görüşebilmek bu akşamın en güzellerindendi yine. Bir pazar bitti; günü imece usulü idi, gecesi sohbetler ve birlikteliklerle geçti. 

Nicesi olsun dilerim hepimize...

Şimdi güzel bir hafta daha başlasın, o da güzel bitsin. Sevgiler ve umutlar hep baki olsun, bir de birliktelikler; yardımlaşmalarımızın bolluğuyla, sevdiklerimizin hep yanımızda olduğu günlerle olsun günlerimiz. Sevgilerimle, mutlu haftalar olsun hepimize... :)

20 Ekim 2017 Cuma

Uzay Perşembesi İdi - 19.10.2017


Dün bir Uzay Perşembesi İdi bizim için; 1 senedir Pazartesi-Cuma günleri değil, Pazartesi ve Perşembe günleri gidiyoruz Yalova'ya Uzay Terapi'ye...


Soğuklar 3-4 haftadır başladı başlayalı, Perşembe günleri biraz korkulu ve azıcık endişeli geçer oldu benim için... Çünkü birkaç haftadır Perşembe günleri Örümcek sistemine bağlanıyorum Yalova'da Uzay Terapi'de Galip tarafından. Örümcek sisteminde bağlı iken; ya dengede durarak ayakta güçlendirme ve denge çalışıyoruz, ya da yürüyüş bandında yürüyüş çalışıyoruz. Pazartesi günü ise yatakta yatar halde kafes ekipmanları ile güçlendirme yaptırıyor fizyoterapistim... 

Birkaç haftadır yoğunlaşan soğuklar sebebiyle güçsüz olduğumdan sebep, bu hafta güçlendirme çalışmak istemiştim. Bir başka sebebim daha vardı; o da iki üç gündür kalp ilacımı içemememdi, biten kalp ilacımın yenisini bulamadığımızdan sebep elimizde olmadığından ötürü içemedim bu hafta. Velhasıl, bu hafta istediğim gibi güçlendirme çalıştık. Örümcek sisteminde ayakta durur iken bana yapmam için söylenen hareketleri yaptım. Daha iyisi var ki, bu aralar ayakta yaptığım hareketleri de yatakta yaptığım hareketlerimi de daha fazla sayı ve süre boyunca yapabiliyorum. En azından yorulma kapasitem uzadı... Ancak beni biraz sıkan şey, yürüyüş bandında çalışma süremin sürelerinin ve yorulma kapasitemin epey kısalmış olması... 



Andilasyon'da iken çektim bu yazıdaki fotoğrafları, bu yazıya da bu aralardaki durumumu yazarken eklerim diye düşündüm işte... Bu hafta Örümcek'te denge ve güçlendirme çalışmış da olsak yine de yoruldum. Yorulmamak için değildi, kalbimi yormamak içindi bu Perşembedeki karar ya, kalbimi yormadık şükür ki ama bedenim her an yorgun olabilir durumda... :) Andilasyona yattığımda, fikrimde hep dolanan bu notları yazmak istedim bugün bu yüzden. Yorgundum ve de yorgunum, dizlerimde güçsüzlük hissettikçe moralimin hala nasıl bozulduğunu ama daha iyi durumda olduğumu anlatmak ve kendime hatırlatmak istedim. 

Bu aralar "Ne varsa bu dizlerimde var sanki!" derken buluyorum yine kendimi ve en son yapmam gereken şeyin bu olduğunu bildiğimden artık biraz olsun durdurabiliyorum da kendimi. Umarım kışa alışmam bu sefer daha mümkün olur! Olacak inşallah. "AMİN..."


Esasında bu hafta güzel başladı diyordum Pazartesi günü ama, epey hüzünlü geçiyor Salı'dan beri... Kendi ilçemdeki rehabilitasyondan, haftalık 2 ders aldığım fizik tedavimde beraber çalıştığımız Fizyoterapistim Yasemin; İstanbul'dan bir iş teklifi almış bir hocası aracılığıyla, İstanbul'da iyi bir hastanede çalışmaya başlayacak inşallah... Bu durumu Salı günü öğrendik ve iyi bir durum olmasına rağmen, yani iyi yerlere geleceğini ve ilerleyebilme fırsatını elde edeceğini bilmemize rağmen, üzülmeden edemedik. İnsan çok alışıp, çok sevince değişiklik fikrine alışması ve inanması zor oluyor işte...

İçimizde şimdiki kadar görüşemeyecek olmanın yarattığı hüzün var; ailemin, annemin, benim ve de Yaseminimizin... Ama hep görüşeceğiz bundan sonra da inşallah. Yasemin gidip gelecek ara sıra buralara da... Yasemin'im yerine iyi bir fizyoterapist bulunana dek şimdilik bizimle, esasında o fizyoterapist bu hafta bulunabilse ve anlaşılabilse idi gidecekti bu haftasonu. Ama Yasemincim 1 hafta daha bizimle gibi gözüküyor... Dilerim onun karşısına da iyi insanlar çıkar ve bizim karşımıza da Yasemin gibi iyi ve uyuştuğumuz fizyoterapistler çıkmaya devam eder. Yaseminim beni güvendiği fizyoterapiste bırakmadan gitmeyecek. Yeni fizyoterapist olmasa da, beraber çalıştığı fizyoterapist arkadaşlarından biri ile çalışmalara devam edeceğiz. Düzeni değil, fizyoterapistimi değiştireceğiz. Ama kalbimde bir fizyoterapist daha değişik bir yere kazınacak hatıralarıyla; Tıpkı Tamara ablam, Özkan abim, Seher ablam ve Ekrem abim gibi... 


Dün bir Uzay Perşembesi idi, Uzay perşembeleri bu ara biraz stresli. Umarım bu stresleri de, soğuk havalara alışarak atlatacağız yine. Sağlık olsun ve hepimiz iyilerle karşılaşalım... Her birimizin mutluluk ve umut ile aydınlandığı güzel günlere olsun. Sevgilerimle... :)



18 Ekim 2017 Çarşamba

Dil Öğrenme Siteleri Öneriyorum - Ağustos-Eylül 2017


Ağustos ayında başlamıştım yeniden bazı siteleri ve programları denemeye... Ama yazısını yazmak bu zamana kaldı maalesef. Gerçi benim için de iyi oldu, daha fazla deneyimleme fırsatı buldum bu siteleri ve programları. Bazılarından vazgeçtim, bazılarını hala kullanıyorum... Ve şimdi size bunlardan bahsetmeye geldim... :)

Bir gerçek var ki, hangisi en iyisi henüz hala bilemiyorum... Neyse sanırım bu analiz yazısını yazar iken, iyisinin de kötüsünün de kararını verecek ve kendime-sizlere bildirmiş olacağım.  İyi okumalar diler ve sizin de dil öğrenme ve geliştirme konusunda yorum ve tavsiyelerinizi yazacağınızı umarım. Sevgilerimle... :)


Duolingo; 



Duolingo'yu telefonda bir uygulama olması açısından Play Store uygulamalarından bulmuştum ve indirmiştim telefonuma. Alanında en iyilerden grammar öğrenme programı ama bir o kadar da eksikliğini duyduğunuz gerçek kişilerle yanlışınızı-doğrunuzu söyleyemeyen eksik bir yanı var. Ama gerçi bu konuda da Buusu kendini geliştirmeye çalışsa da, Buusu'nun da bir o kadar ciddiyetsiz yanı hakim. O sebeple, bence grammar öğrenme ve eksikliklerini gidermek açısından en güzeli ve faydalısı şimdilik Duolingo diyebilirim...

Duolingo'nun internet altyapısı da var bu arada, buradan sitesine girip bakabilirsiniz. Ama grammar ile tamamen dil öğrenme konusunun halledilemediği de söyleniyor. Eksiklik bu açıdan da doğuyor, diyebilirsiniz ama telaffuz etmeyi de "sesli öğrenim" bölümleriyle gideriyor bence... Duolingo mu, Buusu mu derseniz eğer, Duolingo derim yani...

Bitgab.com


Bitgab, Ağustos ayında dilimi geliştirebilmem için gerçek kişilerle konuşabileceğim siteler ararken ilk karşıma çıkanlardandı. Başlarda denemesi eğlenceli idi ama sonrasında epey sıkıcı gelmeye başlayan bir site benim için. Ben gerçek kişilerle, gerçekten İngilizce bilenlerle karşılaşabilmeyi umarken; karşıma daha çok Türkçe'yi anadili olarak konuşan ve benim gibi İngilizce öğrenmek isteyenler çıktı. Bu açıdan altyapısı eksik bir site idi kesinlikle... Zira dili bilenlerin yardımcı olabilmesini herkes gibi dilesem de, İngilizce bilenlerin de bilmeyenlere bir o kadar sabırsız davrandığı gerçek. Karşılıklı olarak dil öğrenebilmeyi sağlayan bir site çıkar mı veyahut var mı bilmiyorum da şu an...

Türkiye'de de tüm dünyada da bir ciddiyetsizlik hakim bu konularda. Kocaman site diyebileceğiniz her yerde, bulabildiğiniz tek tük ciddiyette insanlarla amacına uygun şekilde dil geliştirebiliyorsunuz. Sonrasında sapıyor her şey... Bitgab'ta da öyle oldu. Kullanıcısı epey az, çevrimiçi olanlar ile görüşebiliyorsunuz. Bir başka şekilde kişilerle ilgili görüntü bile alamıyorsunuz...



Hiç mi iyi yanları yoktu derseniz, Grammar öğrenebileceğiniz bölümleri ve küçük Quizleri bulunmakta; bunlar iyi yanları idi bu sitenin bence... Bir de öğrenmek istediğiniz dil ile ilgili kompozisyon tarzı veya haber tarzı içerikler yükleniyor karşınıza. Bu seviyenize göre belirleniyor tabii ki sitede... 

Bitgab'ı Eylül ayından beri kullanmıyorum ama... İçeriğinde bulunan sohbet bölümünde bir türlü amacına uygun davranılamayan ortam hakim idi. Bitgab'tan soğudum bu sebeplerle de... Amacım sadece İngilizce cümle kurabilmek üzerine bir şeyler öğrenebilmekti ama arkadaş edinme uğruna girenler çok idi. Herkes bir "neden resim koymadım" sorgusunda idi mesela, tek amacım dil geliştirmek de olsa başka amaçlar neden aranıyor acaba her koşulda... 

Bitgab; Facebook'un ilk hali gibi, gelişmemiş ve başta eğlenceli gelen tarzı olan, ama sonradan bu durumun çok fazla rahatsız edici geldiği bir ortam idi benim için. Belli olmaz belki değişir gelişir diye ara sıra düşünmüyor ve bu sebeple de kontrol de ediyorum yani...


Babbel.com


Babbel; Buusu'nun bir diğer versiyonu, kendini görsel içerik olarak da içerik olarak da daha geliştirilmişi bence... İtalyanca dilini öğrenmek için grammar hafızamı iyi geliştirebileceğimi düşündüğüm ve beni yanıltmayan diğer site. Bitgab gibi değil, grammar öğreticisi daha iyi bence. Buusu gibi kişilerle irtibat özelliği yok ama öğrenim kapasitesi daha yüksek kesinlikle...



Görsel, işitsel ve de sizin telaffuz ile katılımını sağlayabilen "Duolingo" benzeri bir diğer program yani Babbel. Görsel hafızanıza ya da işitsel hafızanıza da benim gibi güveniyor iseniz eğer, tavsiye ederim... Duolingo'dan daha fazla gelişmiş bir site olduğunu düşünüyorum... 

Ağustos ayında siteye üye olduğumda, uygulama indirme özelliği yoktu. Sanırım paralı idi. Şimdi ücretsiz olmuş ama Türkçe dil desteği bulunmamakta. Ve yeni bir dili hiç bilmeyerek öğrenecek olan biri için, uygulamayı kullanmak bence bu konuda epey sıkıntılı. Siteden kullanımını beğendim, ancak uygulamada başarılı bulamadım...

Sonuç Olarak;


Duolingo'yu telefonda grammar öğrenme programlarından şu an için en sevdiğim İngilizce öğrenme ve eksikliklerimi giderme üzerine benim için en iyi Android programı ilan ediyorum... 

Babbel sitesini de, bilgisayar ortamında en iyi grammar öğrenme ve geliştirme açısından İtalyanca dilini öğrenmek için uğraştığım en iyi site ilan ediyorum... :) 

"Voscreen" var bir de; Eylül başında benim de nihayet öğrendiğim bir akıllı telefon uygulaması... Öğrenmek istediğiniz dil üzerine videolar aracılığıyla işitsel hafızaya yönelik öğrenim sağlayan bir uygulama. Filmlerden, programlardan, youtube kanallarından içeriklerden kısa kısa videolar ama seviyenize göre anlayabileceğiniz ingilizce cümle yapılarını inceleme fırsatı sunuyor. Sanırım yabancı diziler izlememizi öneren birçok kişinin önerdiği gibi sadece amacına yönelik bir öğrenme programı olduğundan sebep, en beğendiğim bir diğer program diyebilirim. Zorlamaya gerek kalmadan, ilk sırayı da alabilir... :)




Diyeceklerim şimdilik bu kadar işte; 


Ben İngilizce ve İtalyancamı geliştirmek ve öğrenmek üzere uğraşıyorum. Yabancı diziler de izliyorum, yabancı şarkılar da dinliyorum ve de grammer öğrenebildiğim 3 program ile kendimi geliştirmeye devam ediyorum... Yıllar yılı alışkanlık edinmişim bir kez bunu, dil benim vazgeçilmezim olmuş resmen; bu durumdan çok zevk alıyorum... Ve hep oldum olası şakır şakır İngilizceyi konuşmak istiyorum, yıllar yılı buna bir de İtalyancayı ekledim işte. Eksikliklerim de var, bir o kadar da çabam... Ama bir yerde denemedikçe tamamen mümkün olamayacak biliyorum. Umarım yeri ve zamanı geldiğinde, tamamen konuşuyor olabilirim.

Sizler neler yapıyorsunuz dil öğrenmek konusunda, ortak kullandığımız yöntem var mı acaba? Merak ediyorum... Bu konu daha çok konuşulacak tarafımdan inşallah; bu grammar programları değil sadece, uyguladığım birçok yöntemden de bahsedeceğim. Zamanı geç olmadan gelir inşallah.



Bu yazılık bu kadar, beni yazımın altındaki yorumlardan artık mahrum bırakma olur mu; "bu yazıyı sonuna kadar okuyan sen güzel insan..." 

Sevgilerimle... :)

16 Ekim 2017 Pazartesi

Phaselis Antik Kenti Ve Plajı - 04.09.2017


Epey geç kalmış yazılardan biri ile yeni haftaya merhaba. Tüm mutluluklarıyla ve verimliliği ile sarmalar umarım bizleri... :)


Antalya'da 10 günlük Kurban Bayramı sırasında gezmeyi sürdürdüğümüz zamanların 3. gününe geldik, 4 Eylül 2017'de Phaselis Antik Kenti'nin Ören Yeri ve plajında idik..."Mehmet Dayım, Hatice Yengem, kuzenim İncim, Tolga, Meryem, Mustafa Dayım, Yurdagül yengem, kuzenim Gizem ve Annem ile ben..."  

Diğer iki gezi günlerimiz yazılarından; Köprülü Kanyon yazısını burada, Aktur Lunapark yazısı da burada bulabilirsiniz...

Phaselis; Antalya'nın Kemer ilçesi Tekirova köyü yakınlarında bulunan ve eski bir Likya Antik kent bölgesi olan Ören Yeri. Perge ve Aspendos'tan sonra, benim gittiğim üçüncü antik kentti. Ama bu sefer şahsen gezemesem de oranın mistik havasını orada bulunarak tatma fırsatım oldu sadece... :)


Phaselis, plajını içinde bulunduran bir turistik yer. Bu sebeple girişi ücretli ve çıkışı belirlenen saatlere bağlı. Saat 19.00'a kadar kalabiliyormuşuz mesela, o saate doğru anonslar ile bizi plajı ve antik kenti terk etmemiz gerektiğinin anonsunu yaptılar... Biz Antik kente de iki araba gittik, ama bu sefer Saniye kivram ile Kamil amca yoktu yanımızda. Onlar akrabalarına ziyarete gitmişlerdi o gün...


Saat 2'ye doğru idi Phaselis Antik Kenti'nin içinde idik. Beni arabaları park ettiğimiz yerin önüne, gölgesine sığındığımız ağacın karşısına kamp sandalyesine oturttular. Ablamın mp3'ünün tek kulaklığını kulağıma takıp, yarı orada yarı hayal aleminde takıldım. Ortam güzeldi yanımdakilerle; her ne kadar her yerden böcek çıkabilir hissiyatında olsam da ara sıra, güzel bir gün başladı Phaselis Antik Kentinde...


Ben plajı gözümle görmedim; Hatice Yengem, Mehmet Dayım, İncim, Tolga, Mustafa dayım plaja indikten sonra, annemle Yurdagül yengem de Antik kenti gezmeye çıktıklarında çekmişler şu üstteki resimleri... Ben o esnada kendi bölgemizde Gizoş ve Mero ile oturmuş ortamı sessiz veya sesli yaşatma çabasında idim. Her ne kadar olabildiğince sohbet etme çabası içerisinde de olsam, yer yer atmosferin getirdiği dinginlikten mi bilmem pek konuşma hali içinde de değildi bizim hanımlar yine o gün... :)



Bir yanı deniz, bir yanı antik kent, bir yanı da orman Phaselis'in... Doğa ile iç içe, denizi dahi göremediğim bir yerde sıkılabileceğimi düşünmedim bile, sıkılmadım da. Sessizlik canımı sıkmaya başladığı an müziğimi açtım, biraz sonrasında da Merom benim fotoğraf çekinme isteğime yanıt vermeye başladı da gün devam etti Phaselis'te... Üstteki resimler tüm doğallığı ile ilk seferinde çekilip Phaselis hatırası olarak kaldı böylece...

Phaselis Antik kentinin tarihçesine gelirsek biraz; Milattan Önce 7. yy.'a dayanan geçmişinde, Büyük İskender'in altın taçla karşılanmasını, Likya Birliğine üye olmayı, Roma egemenliğinin altında yeniden yapılandırılmayı ve Selçuklu kuşatmasından sonra gerek depremler gerekse de yağmalanmalar sebebiyle işlevselliğini kaybetmesiyle 13. yy'ın başlarından itibaren tamamen terkedilmesi ile şu andaki halini kısmen de olsa almış... Çoğunlukla Roma ve Bizans kalıntıları bulunan bir antik kent kategorisinde epey birikimi saklayan bir doğa ürünü olarak ziyaretçilerini ve yazlıkçıları bekleyen bir plaj konumunda şimdilerde. Daha fazla ayrıntılı bilgi için buraya bakabilirsiniz...

Henüz Olympos'u gözlerimle görmedim ama tv'de gördüğüm kadarıyla kardeş kent gibi bir şey, zira Olympos'da dizilerden gördüğüm kadarıyla Phaselis gibi deniz kıyısında ama yapılarının daha çok denize yakın olduğu bir plaj idi... Belki ileride Olympos'a da gitmek kısmet olur... Hayırlısı. :)


Sanırım 1 saatten fazla süre oturduk orada, annemler gezer iken ve dayımlar da denize girerken biz kızlar... Antalya tayfasına Gemlik tayfasından Mustafa dayımı verdik denize girmesi üzerine, denize girmeyen Antalya'lı tayfadan da Meromu aldık yanımıza. :) Denize girenler ve girmeyenler böylece adaletli olarak belirlendi o gün... Tabii ki tesadüfi idi, ayarlanmadı böyle bir şey ama bilirsiniz işte tesadüf yoktur derler bu hayatta. Komik bir durum oluştu, bir Gemlik'li denize girdi, bir Antalya'lı denize girmedi... =)

O günden hatırladığım en net ayrıntılardan biri; Meromun da, Gizoşumun da az biraz durgun olduğu idi. İkisi de yorgun ve uykulu gibi idi başta... Kulağımda Enrique İglesias şarkısı çalar iken, bir yandan sevdiğim bloggerların son yazılarını okuyordum bense... Sonra üstteki resimleri çekmeye başladık da ortalık neşelendi olabildiğince; Mero ile ben, Gizoş ile Mero, Mero ile abisi Tolga... Genç tayfa olarak bir araya gelebilmek zor bu aralar, yakın veya uzak nasıl olursa olsun. Gençler sayılı şekilde azınlıkta kalıyor topluluklar arasında... Çevremizdeki herkes ya yeni evlendi ya da okumak için çoktan uzağa gitti dönmedi. Antalya'da kurban bayramı, bu 4'lünün bir araya gelmesine fırsat olmuştu; iyi ki böyle bir fırsat olmuş diyorum şimdi... :)

Gelelim Phaselis Antik Kentini gezen annem ve Yurdagül yengeme...



Annemler çevrede gezer iken kendilerince keşiflerinden bana ilettikleri şu idi; Perge gibi değildi ve kesinlikle oradan daha büyük idi. Gezdiklerimiz kadar gezemediğimiz bölgeleri vardı. Liman Kuzey ve Güney olmak üzere ayrılıyordu bir kere... Fotoğraflardan anlaşılamaz tabii ki, ama Perge gibi değil, biraz daha değişik sanki. Perge kadar yorum yapamıyorum gezemediğim için ama annemlerin pozları çok hoşuma gitti, paylaşmasam olmazdı... O oturdukları yerler, annemin hatırladığı kadarıyla halkla toplanılıp konuşulan alanın bir parçası imiş...

Yapılar şimdilere ne kadar bakarsak bakalım hiç ama hiç basit kaçmıyor farkettiniz mi? O zamanın teknolojisinde adamlar doğayı yok etmek üzere değil, doğayla iç içe yaşamayı sürdürmek için çabalamışlar gibi geliyor bana nedense... Harbiden düşünmüşler midir onlar da doğanın değerini? Düşünmüş olmalılar ki, hamamlarında su ihtiyaçlarını yağmur suyu ile karşılamakta çözüm bulmuşlar. Bunu nereden biliyorum, elbette ki Perge'den. Perge Antik kenti ile tek benzettiğim yönleri bu sebeple hamamları oldu... Yağmur sularını depolayıp kullanıyorlarmış adamlar, yokluk diyeceksiniz elbet ama bana öyle gelmiyor nedense. O zamanda kalıp doğaya saygı mecbur da olsa sürsün isterdim belki de...



 İçinde bulunan yapıları oldukça fazla; Tapınak'ı, Anıtsal Mezar'ı, Şehir Surları, Küçük hamam ve büyük hamamı, Pazar Yeri (Agora), Tiyatro'su, Limanları, Ana caddesi, Bataklık'ı, Antik Yolu ve Konutları gibi birçok alanı bulunan Phaselis'te, fotoğraflardan en çok dikkatimi çeken şey Onurlandırma Yazıtları oldu... Perge'de ve Aspendos'ta böyle bir şey görmemiştim. Onurlandırma Yazıtlarının geçmişten bugüne nasıl geçirildiğini bilmek isterdim. Bilginiz var ise, alırım yorumlara doğru valla... :)



Annem ve Yurdagül yengemin pozlarındaki derin ayrıntı; tamamdır demek üzere, baş parmak göstermek suretiyle onay verme işaretleri... :) Ben müziğimle beraber, bizim kızlarla fotoğraflar çekinir ve otururken, daha sonrasında denizden dönenler ile piknik usulü yemek yemeye başlamış iken, onlar yol üzerinde gördükleri yapıları doya doya gezmişler... Canlarına değsin.. :)

Annemler Geldi; Gizoşum ile Merom dolaşmaya, denize giren tayfa ise yemeklerini bitirip tekrar denize girmeye gitti... En son denize girme faslı ve gezme fasılları tekrarlandı ve gün 19.00 gibi bitti. Sebebi, Antik Kentin saat usulü çalışıyor olması idi...



Amacına yönelik bir deniz kenarı günü oldu işte o gün; denize girmek isteyen ve girmek istemeyen kişiler için güzel bir fırsat haline geldi Phaselis... Annemler geldikten sonra doğa ile iç içe bir çekirdek çitleme ve sohbet etme faslı başladı. Karşılarında hem sessiz kalıp hem sohbetlerine dalabildiğim o ortamda ise, dolu dolu fikir edindim kendi içimden... İnsan hem sevdikleriyle hem de yalnız kalabilmeyi başarabildiği bu anlarda, kendi içine dönmeye fırsatı da bulabiliyor yani.. 

Phaselis'te içim ne dedi dersiniz; yürüyemeyebiliyor olabilirim ama doğanın tadını çıkartabiliyorum... Orada küçük notlar almıştım kendime aslında ama sonradan eve dönünce sildim galiba, sebebini şu an hatırlamıyorum ve sanırım böyle olmalıydı. Doğa iyi geliyormuş ruha, böceklerden korktuğum sebebi ile oturduğum yerde anın tadını çıkartamam sanıyordum ama böceklerden ve arılardan koruyanlarım vardı şükür ki; Meryem ve Tolga başta olmak üzere, onlar ben gibi böcek fobisi olmayan insanlardan... 

Neyse; Antik kentini gezip göremediğim ama fotoğraflarıyla az biraz olsun görsellik, internet üzerinden de geçmiş tarihini öğrenip mistik havasını dolu dolu yaşamaya çalıştığım bir yer oldu Phaselis benim için... Belki çok ileri bir zamanda da bile olsa denizine girmek için de giderim, ve o ormanı turlarım. Ama bu sene böyle oldu, benim için fazlasıyla garip ama güzel bir gün geçti orada... 

Yanımda bulunanlara ve o güzel günü yaşatanlara - eşlik edenlere teşekkürlerimle... Okuduğunuz için teşekkürler. Sevgiler... :)

15 Ekim 2017 Pazar

Pazar Yazısı #38 - Sessiz Bir Haftanın Ardından


Bu hafta hiç yazmadım bloğuma, sessiz bir haftanın ardında bir Pazar yazısı çıktı meydana... Bundan önce en son, yeni haftaya başlamadan önce -geçen haftanın bugününde- bir örgü üzerine yazı yazmıştım; o yazım burada...


Bu hafta bloğuma yazmak açısından sessiz geçmesinin esas nedeni ders çalışmaktı ve bir diğer nedeni de kendi kendime kalmak istememdi. Amaçlarımdan ilkine ulaştım; bu hafta içinde bir dersin daha ara sınav ünitelerini çalışmayı bitirebildim. 5 dönem dersimden çalışmadığım 2 dersin (Yeni Toplumsal Hareketler ve Çevre Sosyolojisi) ara sınav üniteleri kaldı.. Bu hafta sessiz kalmama sebep olan dersim ise, Türkiye'nin Toplumsal Yapısı dersi idi...


Bugüne sabah 12.00'de zor uyanarak başladım aslında, ama devamı bu hafta kadar verimli geçti en azından... :) Annem ve babamla kahvaltı ile bol magazin haberleri ve Türk filmleri izleyerek başladık, sonrasında örgü planlarım ile devam ettim güne. Keyifli idi, kendi kendime kalma girişimlerimden birini daha başarılı bitirip kararlar dizinimi oluşturdum sonrasında. Pazar amacına uygun devam etti yani...

Yeni haftaya birçok geç kalmış ve plana eklenmiş yazı planım var şimdi, bir de yeni başladığım örgülerimin planları var tabii. Bazı pazarlar fazla plan içerikli, bu pazar benim için öyle idi. Geride bırakmak üzere olduğumuz hafta sürprizleri ile başlamıştı bizim için ve başarılı şekilde de bitti şükür. Öğlen sonuna doğru kahve keyfi ile günü ertesi güne hazırlanmaya ilerlettik annemlerle ve sonrasında da babamı işe gönderdik. Ve bugünün gün batımı da "işte öyle bir şey." demelikti, daldırıp götüren ve "ohh!" dedirten... Umarım yeni haftanın da sonunda hepimize "ohh!" dediğimiz günleri yolcularımız önümüzdeki pazar...



Benim akşamım bu hafta boyunca çalıştığım "Türkiye'nin Toplumsal Yapısı" dersinin son ünitesini bitirme çabasında geçti. Bir de akşamdan sonrasında deli gibi mide şişkinliğim ile geçti. Bu yazıyı o sebeple geç yazabiliyorum zaten, şükür ki geçti ama daha 10-15 dakika oldu geçeli. Dilerim olmaz bir daha demek istiyorum, güzel geçen bir hafta da olsa 3 kez yaşadım bugünkü mide şişkinliğimi ve bu garip bir rahatsızlık kalbimi rahatsız eden. Hassasiyetim var ama bazen anlamadığım sebeplerden de oluyor şişkinliğim resmen.. Anlamak zor şimdi...

Oradan oraya atladım yine, üzgünüm. :) 1 haftada epey özlemişim yazmayı, sessiz bir haftanın ardından yazarak geri dönmüş olayım yine dedim. Planlarla dolu bir pazar'dı, önümüzdeki haftaya da bu mutlulukla ve verimli günlerin ardından yine Pazar'a kavuşmak dileğimle... 

Hepimize mutlu ve yine sürprizlerle dolu bir hafta olsun dilerim. Sevgilerimle... =)

8 Ekim 2017 Pazar

Artan İplerden Renkli Çocuk Beresi Yaptım


Gün geçmiyor ki artan ipleri değerlendirip mutlu olmayayım. Örgü üzerine ihtisasımı artan ipleri değerlendirmekten yana yapıyorum resmen... :) Didem Dilendi Battaniyemden sonra (ki yazısını nedense yazmamış unutmuşum), çocuk beresi yaptım şimdi de... :)


Sözde büyük beresi olabilir diye 75 ilmekle başladım, ama 75 ilmek başladığım bere kalın ipler kullanmış da olsam ancak bir çocuk kafası kadar bere oldu... Demek ki iplerim yeteri kalınlıkta değilmiş, az ilmekten büyük bere olabilmesi için... :) Neyse dedim, olsun bir çocuğa veririz. Dün akşam bitirdim, üstteki resmini çekip instastory'ye atmadan önce Damla ile Seda geleceğiz, demişti. Babam bu hafta gece vardiyasında idi, dün işe gitmek için uyandığında yazdım kızlara ve babam işe gittikten sonrasına da yine kızlar geldi... 

Seda ile Damla geldiğinde Fazilet Hanım Ve Kızları'nı izliyorduk annemle, berenin bitmiş ve dikilmek üzere olan halini görünce Seda ile aramızda bir "ponpon yapayım diyorum, annem dikecek sonra" konuşması başladı. Seda da "ben ponpon yaparım." deyince, elimde kalan berenin renklerini verdim ve orta büyüklükte bir ponpon yaptı...


Gecenin sonunda beremin dikilmiş haline modelliği de Damla yaptı,
 üst resimdeki kolajda görüldüğü üzere... :) 

Velhasıl, artan iplerden bir çocuk beresi böyle yapıldı bitti. Örmesi benden, dikmesi ve ponponunu yapması çocukluk arkadaşım ve komşum Sedamdan, modelliğini yapmakta diğer çocukluktan arkadaşım ve komşum Damlamdan... Dikenden de modellik yapandan da Allah razı olsun... :)


Son olarak, örgü modelinden ve berenin oluşumundan bahsedersem;

Malzemeler; artmış 5'den fazla renkli ve kalınlıkları eş değerde ipler, iplere göre uygun numara şiş ve makas...

Yapılışı; çocuk beresi olacaksa 65-75 arası ilmek ile başlanıp, 4 sıra önlü arkalı düz-ters örüyoruz. Sonraki iki sırada düz tarafa ters, ters tarafa düz örgü yapıyoruz. Bir renk ile işimiz bitiyor, diğer ipe geçip ters tarafa ters düz tarafa düz örgü yapmaya devam ediyoruz ve bir önceki 4 sırayı uygulayıp sonrasında da iki sırayı tam tersi örgü ile yapıyoruz...

Kafa ölçüsünü geçene dek ördükten sonra, 2 sırada bir yanlardan 1'er ilmek kesmeye başlıyoruz. Ta ki 15 ilmek kalana dek örmeye devam ediyoruz. Sonrasında da kalan 15 ilmek'i bir tek sırada ikişer ilmek alarak kesiyoruz ve sonraki sırada da kalan ilmekleri kesip, örme işlemini bitiriyoruz.

Beremizi diktikten sonra ponpon yapıp ponponunu da dikip bitiriyoruz. Beremizi güle güle kullanabiliriz şimdi... Çocukları sevindirecek bir uygulama ile, dilerim sizlerde bol bol bu cüce bere dediğimiz modeli yaparsınız.

Not; renklerin klasik sırasını 4+2 değil de, 6+2 de yapabilirsiniz veyahut daha da fazla. Burası size kalmış. Ponponunu küçük, kesmesini uzun veya kısa yapmak da öyle. Benim yaptığım model üstteki gibi oldu, sizin için sayıları arttırmak veya azaltmak ipinizin ve keyfinizin yettiği gibi olabilir. Size kalmış... :)


Okuduğunuz için teşekkür eder, emeği geçen arkadaşlarıma da teşekkür ederim; umarım sizlere de ilham olabilmişimdir der ve yazımı bitiririm. Sevgilerimle... =)

7 Ekim 2017 Cumartesi

Son Kayıt Yenilemem (Umarım) - 04.10.2017


Bu Çarşamba'yı geride bıraktığımızda, saçlarımı kestirmiş ve Aöf İkinci Üniversite Sosyoloji bölümümde 6 senemi okuyorken (umuyorum ki) son kayıt eklememi yapmış halde döndük evimize. E biraz da gezerek tabii ki... :)


Çarşamba günü alelade günlerden biri olamadı benim için bu kayıt yenileme mevzum sebebiyle, bu sebepten yazmasam olmazdı bu yazımı...

O gün kayıt yenilememi onay vermiş halde kitaplarımı almaya büroma gitmeden önce saçlarımı kestirmeye gittik. Her defasında saçlarımı daha da kısa kestirmeyi beceriyorum artık, biraz isteyerek biraz da istemeyerek. Ama daha şu önleri, her defasında kestirir kestirmez kullanmalık kestirebilmek sadece birkaç seferime kısmet oldu. Bu sefer de saçlarımın ön kısımları epey kısa olmuş, ama biliyorum ki uzayacak yine kısa zamanda diye dert etmiyorum... 

 Kışın kısa saç kullanımına, yazın da uzun saç kullanımına feci alıştım. Birkaç senedir düzenli olarak yılda iki sefer kestiriyorum çünkü... Yine kendi kuaförümüze gittik Çarşamba günü, iki senedir gittiğimiz kuaföre, gösterdiğim modellerden sonra "neden bu kadar kısa" dedi önce. "Kışın kullanım kolaylığından ötürü," dedim bende. Sonra da en beğendiğimizi kestirdik işte. Ense boyunu çok beğendim önleri kısa geldi yine ama bütününden memnunum şükür ki... Alışamadığım tek bir şey var şimdi; eskiden kestirmemek için direnirdim herkese "kestir" dediklerinde, şimdi de kestirmek için can atar haldeyim "kestirme" diyenler olduğu halde. Zaman değişiyor, fikirler de gelişebiliyor demek ki... =)

Kışın üşüme potansiyelim her daim var olduğundan ve bu potansiyelim dahilinde bakımı en zor olan saç stili uzun saçlar olduğundan, kısa saç kullanımı benim için en güzeli... Ayrıca yakıştırıyorum da artık, bu güzel bir şey. "Uzun saçın yeri ayrı ama kısa saç da canmış be!" diyebiliyorum şimdi. Bir nevi bağımlılık imiş. Birkaç haftaya çektiğim fotoğraflarda da, esas olarak kullanmaktan en hoşlandığım saç stiline dönüşecek saçlarım; biliyorum artık işte. Ve bir de; kuaförde kestirip, direk kafanıza boyuyla ve kullanımıyla oturabilen saçı kestirmenin de her zaman mümkün olmadığını bilebiliyorum artık... :)


Son Kez Kayıt Yenileme İçin Aöf Büroma Gitmiş Olabiliriz;



2012 senesinin Ağustos ayında "Aöf İkinci Üniversite Sosyoloji Lisans" bölümüne kaydımı yaptırdığım ilk zamanı hatırlıyorum da, Kağanımız daha bu dünyadaki ikinci ayını doldurmak üzereydi... Biz o gün ablamların evine gitmeden önce Açıköğretim Nilüfer bürosuna gidip kaydımızı yaptırmıştık; Ali Abbas dayım ve Suna ablam ile. Sonra bürodan çıkıp ablamlara gitmiştik; yengem, annem, ben ve yeni Açıköğretimli üç öğrenci... Ablama çaya gitmiştik ama hepimizin gözü sevmelere doyamadığımız Kağanımdaydı yine. O günlerden bu günlere geldik de, nihayet bitireceğim bölümümü bu sene uzatmalı da olsa... :)


2012'de yaptırdığımız kayıt zamanından sonra; Suna ablam hem çalışıp hem sınavlara hazırlanamamış bir sene sonra dondurmuştu bölümünü, dayım ise Rehberlik bölümünü bitirdi ve üzerine birkaç sene de geçti bile... Bense hala okuyorum işte, ilk senem ve ikinci senem geçirdiğim ataklarımdan sonra toparlanma dönemimdi ve bu dönemlerde derslerimin sınav sonuçları pek iyi gelemedi. İkinci senemin ikinci döneminde nihayet toparlanabilmiştim. O zamandan bu zamana geldim ve nihayet dersleri de kendimi de toparladım. 

Bu dönem beş dersimin üçü üstten, ikisi alttan... Bir alttan dersime, bir de üstten dersime kitap verdiler son olarak. Geri kalan dersleri kampüs'ten indirip çalışacakmışız. Ben 3 hafta öncesinden çalışmaya başlamıştım zaten, alttan derslerin ara sınav konularını bitirdim bile. Bakalım Kasım 2017'de ara sınavların her birine tam hazır olabilecek miyiz... 


Velhasıl, Aöf İkinci Üniversite Sosyoloji'de de artık sona geldik diyebiliriz; geçen sene bu dönem 6 dersim vardı, bunlar da son kalanlar. Vay be, demeden edemiyor ki insan... :) Ama yine sisteme yenilikler eklenmiş, dönem ödevi gelecekmiş haberiniz vardır umarım. Link vereyim hemen size, buradan bakabilirsiniz yeniliklere ve bir de buradaki yenilikler var. Dönem ödevi veya parçalı sınav uygulaması dedikleri sistem ile ilgili, Kampüs sisteminden bilgilendirilecekmişiz. Hepimiz için hakkımızda hayırlısı olur inşallah... 

Yeni ders dönemimiz hayırlı olsun ve umarım mezun olabilelim bu sene. :)




Ve o günü bitirdik; Anatolium Avm'sini gezdikten sonra, Avm'nin yanında kurulmuş Karadeniz Etkinlik Alanı'nı da gezdikten sonra... Etkinlik alanında, birkaç adet tabela asmışlardı lazların çok kullandıkları cümlelerden. Çok iyi fikirmiş dedirtti, ki şarkılarını da konuşmalarını da çok severim karadenizlilerin. Üst kolajdaki "yeduuz beni nedi sizden cektuğum.." cümlesinin yazılı olduğu tabela beni çok güldürdü. Çok sevimli değil mi ama? :) Ben küçükken karadenizli bir ev sahibimiz olduğundan, bir de halihazırda karadenizli bir komşunun kızı ile arkadaş olduğumdan, alışıktım tabi konuşma stillerine. Ama hala çok güzel ve içten geliyor işte bana...

Alanı ve standları gezip gitmeden önce girişinde babamı fotoğrafladım, bize konu mankenliği yaptı sağolsun. :) Ve alandan ayrılırken bir şarkı çalıyordu ve tanıdık gelmesine rağmen bilemediğim bir şarkı idi. Ama akşamına eve geldiğimizde açtığım birkaç karadeniz şarkısı sonrasında youtube'da çıktı yine karşıma. Tanıdım sonrasında da ve madem öyle benden bu yazının sonunda sizlere gelsin dedim; buraya da not etmek üzere kaydetmiştim listeme, Koliva-Oy Oy Sevduğum...

Sevgilerimle... :)


3 Ekim 2017 Salı

Ekim'in İlk'leri - 02.10.2017-Pazartesi


Ekim'in ilk yazısını bugün yazıyorum, ilk terapisini de dün aldım Yalova'da... Ekim'in İlkleri diye bir yazı çıktı böylece bugün ortaya....


Tam takım kışlıklarımı giyinip, bir tek mont-boyunluk-eldiven üçlüsünü eksik ettiğim bir gündü. Soğuklarla aram yok pek, sağlığım sebebiyle, bunu söylemiştim. Ama gelin görün ki, buna rağmen fena değildi dün de. Güçlendirme ve Tilt'te idik dün de, uzun zamandır bahsetmiyorum pek Tilt'teki durumumdan ve güçlendirmelerimden. İlk Tilt'e çıktığımda neredeyse yatar pozisyonda idim hala ayağa kalkamaz durumda. Ama şimdilerde öyle değil, neredeyse yere paralel konumda en dik pozisyonda duruyorum tiltte ve şimdi de bu durumla zorluyoruz vücudumu. 

Belim biraz kasılıp ağrımıyor değil, ama o da olmazsa tepkisiz olur zaten vücudum...

Son iki dersimiz kaldı bu arada, yeni ek tedaviye geçmeden önce. Bu perşembe ve bir sonraki pazartesi sonrası, yeni 30'luk tedavi'ye geçeceğiz. Bakalım inşallah bir sorun çıkmadan hallolur yine... 

Soğuklardan bahsetmek istiyorum, kendimi bilgilendirmek adına; dizlerimin üşüdüğünü inkar edemem yine, bu üşüme beni çok çabuk yoruyor olsa da kilitlenip kalmıyorum bu sefer. Dizlerime örgü dizlik öreceğim, faydası olursa da benim gibi diz sorunları olanlara da öneririm. 

Fizyoterapistim geçen hafta, dizlerimi daha fazla soğuklar çoğaldığında korumak için bir çare sundu bana; şimdilik yarım kiloluk bakliyat ürünlerini dizlerimin üzerine koyup hafif hafif gerdirmelerimin boyutunu arttırmamı, daha sonra aşırı soğuklar geldiğinde de şişlik olmadıkça dizleri rahatlatmak amacıyla ılık su torbası ile aynı işlemi yapmaya devam edebileceğimizi söyledi. Şimdilik bir başlayabilsem bakliyatlar ile o dediğine, daha sonra aşırı soğuklar geldiğinde de (ki sanıyorum ki çok çabuk gelecek) ılık su torbasını uygulamaya başlarız...



Dün hava bana göre acayip serindi, derken bugünkü akşam serinliği çıktı ve "dün hiçmiş bugün daha serin." dememe sebep oldu. Üstteki resimler, dünün gün batımı görüntüsü. Akşam 4'ten sonra güneş çıktı meydana. Bekliyordum bekliyordum da, bu sene kışı bu kadar erken beklemiyordum doğrusu. Hele ki geçen sene Kasım'da geldiğini düşünürsek, bu sene epey geldi. Ben bugün itibariyle inşallah ince yorganıma geçiyorum, düşünün buradaki havanın soğukluğunun bana göre ciddiyet seviyesini... :)

Dün gün batımı çok güzeldi yine, artık güneş denizin tam ortasından batmaya başladı. Bu da demektir ki, günler kışa doğru uzanıyor. Allahım güzel gidişatlar almaya devam ettiğimiz, soğuklardan korunabildiğimiz ve de sağlığımızın soğuklara bağlı olarak değişikliğe uğramadığı bir ay ve aylar dizisi nasip etsin bize dilerim. Sebebi elbette kaslarım, soğuktan çektiğim kadar kimden çektim bu kadar bilemiyorum. Yaz bitti, kış korkusu başladı. Hafif etkiliyor derken, ben deli oluyorum resmen "ya soğuklar beni gelir birden vurursa?" diye. 

Allahım cümle kas hastalarını ve romatizma hastalarını korusun. Soğuklardan cümlemizi korusun. Amin... :)



Dün akşam ilk kez mumlarımı da yaktım uzun zamandan sonra... Babam bu hafta gece vardiyasında diye, odamdan ona ışık gitmesin uyurken dedim ve mumlarımı yaktım akşam. Şubat'ta Merom almıştı bu iki mumu ama ikisini de tüketmişim meğer, az biraz mor kalmış; o da güzel bir ortam oluşturmamı ve birkaç defterime yazmalarıma dönmeme yardımcı oldu..

Dün yeniden bir şeyler yazmaya başladım yine ve devam eder umarım diyorum şimdi de. Uzay pazartesi'si ile başladık bir haftaya daha işte böyle; yarın kayıt eklememi tamamlamaya Aöf büroma gideceğiz, - belki de son kez... :) Son 6 dersim kaldı resmen, 5'i bu döneme, 1'i bahar dönemine...


İyi haberler ve iyi gidişatlar ile başladık Ekim ayının ilk haftasına, daim olsun dilerim; gerek bu aya ve de sonraki aylara... 

Not; böyle lak lak etmeyi özlemişim, olduğunca eksik tutuyordum bu günlüğümsü yazılarımı ama bunlarsız da yapamıyorum bazen de... Sevgilerimle.. :)