İnsan ölmekten değil, sevdiklerinin öldürülmesinden korkuyor. En fenası da bu ya, insanın kendi cehennemi kendi ölümü deniyor, ama sevdiğinin ölümünü görmek de dünya üzerindeki esas cehennemi oluyor. Korkmaktan günde kaç kez içim şişiyor, bu şişkinlik bana bir şeye sebep olmuyor. Tutuyorum kendimi, sınıyorum gücümü. Öldürmeyen acı güçlendirir diyorlar, umutlarım ölüyor ama yavaş yavaş...
Gördüğüm rüyaları ve daha da fazlasını düşünüyorum gün boyu bir süredir. Bir anlamlar çıkarmaya, bunlardan da faydalanmaya çalışıyorum. Başka yapabileceğim bir şey yok gibi takılıyorum bir süre, sonra bir şeyler yapmaya devam etmeye çalışıyorum.
Sabahları yeğenimle oynuyorum, onun kreşe gitme vakti gelene dek. Yapabileceğim ve yapmam gereken işlere devam ediyorum. Bir alışkanlık gibi sürdürüyorum hayatımı, yanımdakilere ve hayatımdakilere şükrederek. Bu normal gibi görülmeye çalışan süreç içindeki korku beni fazlasıyla yoruyor ama, bir süredir yazmak istememem de bundan sanırım.
Beni yazmanın ve okumanın daha da güçlü durumuna getireceğini de biliyorum aslında, ama yine de oluruna bırakmıştım bir süredir tamamıyla. "Cidden içimden yazmak isteyen yan, yeniden aşırı atağa geçene kadar yazmayacağım ve zorlamayacağım kendimi" demiştim. Sözümü tuttum, tutmaya da devam ediyorum. İçimden geldikçe yazıyorum, ama içimden gelmiyor eskisi gibi bir şeyler.
"İstenen bu zaten, istediklerini verme düzenin böyle işlemesini isteyenlere" diyor herkes. Bazen zorlasam da olmuyor, yapamıyorum işte devam edemiyorum. Ben can güvenliği istiyorum ülkemde. Dayanabilsin ülkem diye dua ediyorum. Korkmak veya korkutmak istediğim şey değil, endişesiz yaşayabilmek istiyorum bir nebze de olsa. BARIŞ İSTİYORUM, BAĞIR BAĞIR... Biliyorum "Hem her gün ölecekmiş hem de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak gerek." Amacım hep buydu, böyle yaşıyordum. Ama bu aralar bu amacım, fazlasıyla ciddiye bindi ve beni yorar konuma geldi. Her şeyin fazlası zarardır bilirsiniz işte, sizler de benim gibisinizdir eminim ve beni anlıyorsunuzdur...
Ben çabalamaya devam ediyorum yine de kendimce, korkularıma sarılıp hayatımı bu korku ile devam ettirmemeye mesela. Kısa sürelerle bazen de uzun sürelerle bu korkuları salmaya çalışıyorum aklımdan. Boş da olsa yazıyorum ve bu sıra birçoğunu da yazdıktan sonra siliyorum. Bu gerekli demek ki diyerek, içimden geleni yapıyorum gidiyor işte...
Korkarak bir ömür geçmez, bende biliyorum elbet. Ama karmaşanın da korkunun da alası içime büyüyor, elimden bazen bunlara kulak asmadan zaman geçirmek gelmiyor. Korkuma kapılıp kaybolmak istiyorum. Evet tüm hayatı seven yanıma rağmen, bu aralar ben bile pes edercesine kendimle savaşmayı reddediyorum bazen. Bir savaşıyor, bir yeniliyorum çünkü...
Geride bıraktığımız Pazar günü Ankara-Kızılay'da patlama oldu 35 canımız gitti. Daha onun acısı bitmemişken ve bitemeyecekken, İstanbul'da patlama oldu bugün 5 canımız daha yitip gitti. Şimdi söylesin biri bana, nasıl korkmadan duralım. Sabır versin rabbim, cümlemize. Başımız sağolsun yeniden...
Ben; yol değil, iyi bir ekonomi değil, en önce ve mutlaka can güvenliği istiyorum. Korkmak korkutmak veya korkmayın laflarını duymak istemiyorum; sevgi ve barış dolu, endişesiz bir yaşam istiyorum. Eğitim istiyorum, her nesle yayılacak ve gelecek kaygısı duyulmasına izin vermeyecek yeterlilikte. Evden dışarı çıkan sevdiklerimize, eve girene dek haber alamadıkça "Acaba" endişesini her defasında daha kuşkuyla yaşamadan biraz olsun eskisi gibi rahat olmak istiyorum. Ölmek bir gün hepimize nasip olacak, öldürülmeden ölmek istiyorum...
Ve 2016'nın ilk İnternet Günlüğüm'de böyle bir yazı yazmak nasip oldu; içim dışım korku ama bir yanda da umudum hala var küçülse bile çoğunlukla bu ara. Allahım bize umudumuzun güzelliklere kavuştuğunu göstersin, büyüklerimiz bize her defasında güneşin doğacağını söyler küçüklüğümüzden beri.
Tüm tarihlerimizi kirlettiler, takvimlerimizin her gününe bir acı sığdırmaya çalışıyorlar. Ama yine güneş doğar belki, umut edelim küçücük de olsa. Ve o küçücük umut, değnekten bir at gibi olsun; üstteki hikayedeki gibi. Değnekten atımız eksik olmasın, dualarımız mutluluklara kavuşsun. Sevdiklerimizle beraber korusun rabbim cümlemizi...
Yazın o kadar güzel ki, ekleyecek bir satır bulamıyorum, söylenmesi gereken şeyleri ve hissettiklerimizi çok canlı tasvir etmişsin, baba oğul öyküsü de çok güzel. Hepimizin morali bozuk, - sanırım istedikleri de bu - doğal olarak korkuyoruz, yazdığın gibi kendimizden çok çoluk çocuğumuza, yeğenlerimize, annemize, babamıza bir şey olur diye korkuyoruz. 2002 yılında TSK terörü bitirme noktasına getirmişti, istatistiklerden de bellidir. Ama bunlar tam o yıl başa gelip her yıl kat be kat arttırdılar, adamların bitlerini kanlandırdılar:( şimdi kandırıldık deyip içinden çıkıyorlar, ordumuza kumpas kurduklarında belliydi bu hallere geleceğimiz. :( bir ülkeyi çökertmek için önce ordusu çökertilir. Allah sonumuzu hayretsin....
YanıtlaSilSevgilerimle...
Amin Müjde ablacım, hayırlısı olsun hakkımızda dediğin gibi inşallah. Bende senin yorumunda tek bir nokta bulamıyorum ekleyebileceğim, tamamen düşüncelerine katılıyorum. Öyle bir hale geldik ki, siyasete buladılar ortamı ve kavgalarının altında göstere göstere talan ettiler ülkemizi. Bu ülkede nefret ettiğim en büyük şey siyaset oldu benim. Zira ne geldi ise başımıza siyaseti halktan değerli konuma getiren sözde büyükler sayesinde, daha nerelere gideceğiz kimbilir. :(
SilYorumun için teşekkür ederim Müjde ablam, aynı düşüncelerde olduğumuzu bilmek ve en azından bu noktada iken bir paydada buluşabilmek için yazdım bende. Zira benim ve benim gibilerin de buna sözlü ve yazılı halde öyle ihtiyacımız var ki, sanki başka bir ülkede güven arıyormuş gibiyiz. Sevgiler bizden...