19 Şubat 2021 Cuma

Kendime Neden Bu Kadar Kızdım? - #yillargecerkendidem

 

Biliyorsunuz, son bir senedir deneyip de bana faydasını gördüğümü söylediğim bir yöntem adı olarak size Neuroformat'tan ve Barış Muslu'dan çok bahsettim. Bir kez daha bu yazımda paylaşayım, o yazıma buradan ulaşabilin yine... :) 


Ben pandemi dönemi başladıktan 1 ay sonrasından beri Neuroformat hesabını ve Barış Muslu'nun bildiklerini, deneyimlerini takip ediyorum yayınları ve paylaşımları aracılığıyla... Evet, ilk başlarda hemen hemen her akşamki yayınına katılıyordum ama şimdi her yayınına katılmasam da, anlatılan iyileşmelerin ve önemli yayınların Barış Muslu'nun kendi hesabındaki paylaşımlarından takip ediyorum. Bir de aralıklarla yaptığı önemli yayınları ve demolarını takip etmeye devam ediyorum hala... 

Bu demolardan biri, 14 Şubat 2021 akşamı vardı mesela en son. O gece anlattıkları aşkın kimyası ve bizdeki dengesi üzerine idi. Adı da NeuroAşk idi... :) Barış Muslu'nun bu isimle bir kitabı da var üstelik. O akşam yayında bahsettikleri hem bu kitapta anlattıklarından hem de bizdeki dengeden ibaretti ama yayın daha çoğunlukla bekar olanlara idi... "Hayatınıza birini almak istiyorsanız yeniden ve sağlıklı bir ilişki içerisinde olarak, önce hatırladığınız tüm ilişkilerle ilgili öfkelerinizi ve sorunlarınızı çözün." diyordu. Bundan herkes bahsediyor son zamanlarda, bir ben değil hepimiz farkındayız öyle değil mi?

Geçmişte yaşadığımız nasıl kötü bir deneyim varsa, onun üzerine zaten kötü enerji ve kötü farkındalıklarla dolu oluyoruz. Üzerine iyi bir şeyin eklenmesi, nadiren bu kötülüğü çözebiliyor. Çünkü kötü deneyimleriniz sayesinde içgüdüleriniz sizi yerli-yersiz hep korumaya geçiyor. Sonucunda çok nadir olarak mutlu olabiliyorsunuz... 

O günkü dinlediğim yayın bana bu yazımın başlığındaki soruyu sordurdu. Barış Muslu dedi ki, "Küçükken bile olsun karşı cins tarafından reddedilmiş olduğunuz gerçeği, "küçüktüm, geçti" deseniz de hala içinizde olabilir." İşte bu cümle bana bir sürü reddediliş ve kötü tavırlarla dolu geçmişimi hatırlattı. Üstelik sadece karşı cinse dair değil, yanımda olduğunu hissedemediğim hem cinslerime karşı bile bu açıdan öfke doluymuşum meğer...


Kendime döndüm o gün düşünürken, en büyük kızgınlığım da kendimeymiş meğer! Ben kendime çok kızmışım ve çok suçlamışım meğer... 

Üstteki kar topları gibi soğumuş da olsa, o suçluluk ve kızgınlık hisleri, kalbimdeymişler hala. Kar topunu mesela, elimde tutması çok can yakıcı ama bırakmak için de çaba göstermek gerek! O çaba da farkındalıktan geçiyor. Kartopu için elinden bırakman gerektiğini farketmen, kızgınlıkların ve suçlu hissettiğin yerler için de esas durumların farkına varmasını. Bilmek gerek... Gelin bu yazıda bunları konuşalım işte... :)



-- 5-6 yaşlarındaki Didem, bir çocuktan hoşlanmış. Daha anasınıfında ama kimse kimseye, "sen daha çok küçüksün, hissetme böyle şeyler!" diyebilir mi? Diyemez işte. Annem babam çok anlayışla yaklaştı, benim o delidolu hallerimin daha fazla artmasına ama geri kalan herkes bu durumu çok aşağılamıştı. Hatırlıyor ve hala unutamıyorum işte... Belki de geçmişten gelen bir eksiklik veya güvensizlik olarak bu işlemiştir içime. Bir değersizlik unsurudur bu konu benim için. Sen de herkes gibi çocuksun ve birilerinden hoşlayıp bunu farkettirebilirsin. Ama herkes gibi algılanmaz ve öyle karşılık alamazsan, orada duygu durumunda ve iç dünyanda değişimler olabilir.. Şöyle diyeyim; aynı çocuğa karşı "Didem ona aşık!" diye anılmam, yaklaşık 5 sene sürdü! 5 sene sonra başka birinden hoşlanıp, bunu arkadaşlarıma söylediğimde; işte o zaman bitti bu mevzu. Artık "Didem o çocuğa aşık" denmedi. Sürekli anılmadı, çocuk okuldan gitmiş olsa bile bu durumdan utanması gereken bir Didem olarak görünmemem 5 sene sonrasına tekabül etti. (Anasınıfından sonra 3 sene daha beraber aynı sınıfta okumuştuk tüm arkadaşlarımla ama sonrasında aramızdan ayrılanlar olmuştu işte.)

Basit bir değersizleştirme değil bu benim için; bir zamanlar bu konu gerekçesiyle çok fazla üstüme gelindiği, karşı cinsin de benim gibi hissetmese ve ben üstüne gitmesem bile karşı durduğunu belirten tepkiler vermesiyle "ilkokul hayatım zehir oldu" diyebileceğim bir mevzu. Zaten hastalığım gerekçesiyle ilkokulda çok dikkat çeken ve herkes tarafından da sevilmeyen bir tiptim. O zaman şunu işlediler bana "Farklıysan sevilmezsin. Herkes kadar yeterli bir insan olarak görülmezsin ve eksiklerin senin hayatını kötü şekilde etkileyecektir!"


Bunu okuyan her bir bireye söylüyorum, küçük büyük farketmez; Sana nasıl hissettirirlerse hissetsinler, sen aksini bilmeye devam ederek ve umut ederek yaşamaya devam et. Bir yanın "bunun varlığı gerekçesiyle" bilse de, diğer yanınla mutlaka kendini sevmeye devam et. Öyle sev ki, öyle bir şeyin varlığını unut! İçinde ben gibi, neler hissettiğine dair bilincin kalsın; onunla da barışmak için zamanı gelince gerekeni yap. Ben yazarak haykırmasını biliyorum mesela, sen çık bir tepeye haykır gerekirse... ;)  


-- Ortaokulda, laf sokmaların ciddiyete döküldüğü zaman diliminde; arkadaşlarımın dillerinin sivriliğinden çok canımın yandığını hatırlıyorum. Normal bir ortamda, her hemcinsimin aldığı gibi tepkilerle karşılaşmadım ben. Hani her sınıfın bir güçsüz görüleni ve o güçsüz görüldüğü gerekçesiyle hem laflarla hem de diğer açılardan darbe yiyeni vardır; işte bizim okuldaki arkadaş gruplarımızın içerisindeki o güçsüz eleman bendim... =) 

Şimdi gülerek anlatmaya çalışıyorum ve bunda başarılı da oluyorum. Ama bu konuları çok anlattığımdan ve üzerine çok ağladığımdan sebep... NeuroAşk yayını yapılmadan çok öncesinde, bu tarz olumsuz anılarıma dair çalışmalar yapmıştım ve hala da yapıp bu kötü anılarımın kıskacından kurtulup özgürleştirmeye çalışıyorum hala kendimi... 

Ortaokulda hatırladığım "topal, sakat, özürlü" laflarını çok anlattım zamanında. Ama birini çok derinlikle anlattığım halde, hepsinin üzerine çıktığı için bir daha detaylıca anlatmak istiyorum...

Okul korosundayız, iyi anlaştığımız bir üst sınıftan arkadaşlarla beraber sınıf arkadaşlarımla müzik odasındayız. Muhabbetler ediliyor, üst sınıf alt sınıf çekişmesi de var elbet. Tatlı tatlı atışılıyor. Siz küçüksünüz, biz büyüğüz lafları ediliyor. Gülünüyor ve eğleniyor... O esnada yapılan her türlü dişe dokunmayan atışmanın sonucunda, üste çıkmaya çalışan üst sınıfımızda karşı cinslerimizden biri öyle büyük bir taş atıyor ki; o taş sadece bana dokunuyor ve benim hala en büyük sızlayan yaram olarak yerini alıyor...

Olay şu ki, tam susulmuş ve herkes müzik sınıfını terkedip kendi dersinee hazırlık için sınıfı boşaltırken; koromuzda söylenen eski parçalardan biri olan "yeşil ördek" şarkısı, "topal ördek" olarak değiştirilip yüzüme karşı gülerek söyleniyor. Ben o zamanlar ayaktayım ama herkes kadar aktif yürüyemiyorum, yer yer kaslarımın yorgun olduğu zaman teklediğim yaşlarımdayım... 

Şimdi de dönüp o sınıftaki yıkılmışlıkla sarsılan Didem'e sesleniyorum; o gün de bugün de o olayın seninle bir ilgisi yoktu! Artık insanların yaptıkları kötülüklerin sadece ve sadece kendileriyle ilgili olduğunu biliyorsun... Bilmelisin ki, o unutamadığın gülümseme ve yaptığının yanlışlığını anlatman ona hiçbir şey katmadı. Ama sana zamanla herkese güvenemeyeceğin ve herkesin damarına basıldığında en gerçek yanını senin üzerinde gösterebileceği gerçeğini sana çok iyi öğretti bu hayat! Yanına kar kaldı çok şükür ki... Ona karşı kızgınlığını büyütmen ve durumun yanlışlığını kavratma çaban hiçbir şeyi değiştirmeyecek canım kendim. O zaman bilmiyordun, ama artık biliyorsun. Geçmiş geçmişte kaldı ve sen kendin adına üzülmen gerekenden fazla üzüldün. Ondan çok, kendine kızmayı da artık bir an önce bırak!



Sonra toplu olarak gerçek anlamda sevip hiçbir şey beklemediğim tüm karşı cinslerimden aldığım saçma sapan savunma hallerine karşı, kendi duygu durumumu belirttiğime dair bir kızgınlığıma değineyim kendimce. Bu da büyüdükçe gelişen bir şey oldu bende! En sonuncusunda, çok ama çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım; irademi görmezden geldi karşımdaki kişi, sadece ondan hoşlanabilirliğimi gördüğü için yaptı bunu da. Nereden bildiğimi anlatamam, sadece çok netlikle "bildiğini bildiğimi biliyorum!" Öyle diyeyim ben size... 

Bu konu da apayrı garip bir durum; düşünüyorum, belki de karakter ile alakalı diyorum... Yani şöyle anlatmaya çalışayım; benden hoşlanan biri olduğunu hissettim ve de öğrendim, bu kişi engelli olduğu için ya da ben bu kişiden hoşlanmadığım için, neden ona karşı kötü tavırlarda ve aşağılayıcı davranışlarda bulunma gereği duyayım? Bu insanlık dışı değildir de nedir, Allah aşkına! Hoşlandığım ve bunu bildiği halde tek bir kötü davranışa bile maal vermeyen, aynı zamanda çok iyi bir dostluğu senelerce sürdürdüğümüz bir arkadaşımı "istisna" olarak eklemek isterim. Demek ki, bunun tamamiyle karakterle alakası varmış diyebilirim...

Burada da değinmek istediğim tek nokta şu; kız ya da erkek olun, sizden hoşlanan kişiyi sevmek zorunda değilsiniz; onun istediği gibi veya onun sizi sevdiği gibi. Ama karşınızdaki kişi engelli olmadığında ona nasıl yakın davranmayacaksanız ve dürüst davranacaksanız, aynı şekilde engelli bireye de dürüst ve nazik davranmalısınız... Gerçek hayatta karşı cinsimdeki çoğunluğun, beni filmlerdeki gibi belalı aşık olarak görmesinden ömrüm boyu nefret ettim. Büyüyünce öğrendim ki, sevmediğin ot burnunda bitiyormuş! :) 

Diyeceğim o ki; sizin sevmediğiniz ama sizi seven kişi, ona karşılık vermediğiniz halde iyi davranınca sülük gibi size yapışmaz. Yeter ki siz ondan uzak durup ümit vermemeyi çalışmayı, ondan nefret edercesine davranışlarla karıştırmayın! =) (Belki size saçma gelebilir ama benimle iyi anlaşan erkek arkadaş sayım öylesine azdı ki, sanırsınız ben engelli değildim de aşık olup deli gibi herkesin yakasından düşmeyen bir kızdım bir ara!)


Yani değindiğim noktalar itibariyle en büyük hatayı yapıp en çok kendime kızmışım. Hem de öyle çok ama çok kızmışım ki, sonucunda farkettiğim nokta şu oldu "hep başkalarından sebepmiş çoğu kızgınlığım!" 

- Neden ona o kadar güvendin ki Didem?

- Neden duygularını başka birinin yanında açık ediyorsun ki Didem?

- Neden ona gittin anlattın Didem, bak gitmiş yememiş içmemiş yetiştirmiş işte!

- Senin yüzünden Didem!

- Saçma duygusalsın Didem, kişilerin sana mızmız demeleri yanlış değil ki!

- Duygularını sakla Didem.

- Patla Didem, Çatla Didem! Didem, Didem, Didem... 



Öfkelerin en büyüğü ve en zararlısı, kendine olan öfke olsa gerek! Bence öyle... Birine güvendiği için neden kendine kızar insan? İlişkiler az bile olsa güven üzerine kurulmaz mı ki?! Bu yazım ders olsun bizlere. Engel durumum sebebiyle karşıma çıkan her türlü davranış sonrasında, ben dönüp hep kendime kızdım. Görünüşüme kızdım, davranışıma kızdım, birilerini kendime kızdırdığıma kızdım, kendi kendimi utandırdığıma kızdım. Derken o öfkeler seneler içinde büyümüş olmalı. NeuroAşk yayını yapıp Barış Muslu'nun anlattıklarını dinlerken kendime kızgınlıklarımı tekrar yaşadım ve şu bir senelik farkındalık dolu hissiyatımla, "bir dakika ya, evet yanlış yapıyorum ben! Birilerine olan öfkem var da, kendime neden kızıyorum ki ya!" dedim kendi kendime... İyi ki de demişim; yazıp da bu açıdan da rahatlamama sebep oldum aslında...

Hafta başında düşündüğüm bu yazıyı bugün yazana kadar hep düşündüm; başta yazmak bile saçma geldi ama bu derdim saçma değil ki! Kendi kendimize başkalarından sebep kızmamız sebepli, öyle büyük savaşlar veriyoruz ki kendi içimizde... Nedeni de biz değiliz başkası! Başkalarından sebep kendimizi içten içte nasıl da yıpratıyoruz, hiç de acımadan... Yapmayalım bir daha inşallah!


Ben kendime bu kadar kızdım da, o kızdığım olayların sorumlularından sebep kendime olan kızgınlığım daha fazlaydı. Bunu garipsedim ve nihayetinde kabullenemedim! Öfkemi de, kızgınlığımı da serbest bıraktım. 

Geçmiş gitmiş, onlar adına ben derslerimi çıkarmışım; üstüne böyle bir yazı yazıp kendimi anlatabildim de şimdi üstelik! Daha fazla kendimi yıpratmamın anlamı ne?! 

İşte böyle düşünebilmem, bunları fark edebilmem için bir şeyler sebep olmalıydı, öğrendiklerimi farketmeli ve bunlar için de o yayına girip kendimi sakinleştirip anlayabilmeyi başarmam lazımmış... Ben yaptım, darısı ihtiyacı olan herkese olsun! :))

Yazımı okuduğunuz için teşekkür eder, beni anlayacağınızı ve hayatınızda gereksiz olduğunu kabul edebileceğiniz kızgınlıklarınıza karşı özgürleşebilmenizi dilerim... (:

Sevgilerimle... =)


6 Şubat 2021 Cumartesi

Yazamadım, Zorlamadım - 05.02.2021

 

Yazamayıp dönmelerim her defasında beni yoruyormuş gibi hissediyorum, bir o kadar da enerji veriyor ama sonrasında. Merhaba; bir kez daha iki haftalık yazamayışımın ardından, çok şükür yine buralara döndüm ben... =)

Bu yazımın başlığı "yazamadım" ama içeriği "kendi yaralı yanlarımı kabullendim"... Bunun da açıklaması şu ki, dikkat çekmemek için bu ikinci başlığı yazamadım. Yani bu durumumu başlıktan çok açık etmeli miyim bilemedim. İşte bu sebeplerden başlığımın adı, "Yazamadım, Zorlamadım" oldu. 

Yazamamak yazmayı seven, kendini böyle gerçekleştirdiğine ve gerçekleştirebileceğine inanan ben için çok büyük bir kayıp ama son iki yazamayışımda da bahsettiğim gibi; zorlamadığımda dönüşüm daha az sıkıntılı ve daha az sancılı oluyor. Misal, bu yazımda olduğunca göreceğiniz gibi. Bir de bu sayede, çok sık yazamama süreçlerimi yaşamamaya başladım bu konularda... Velhasıl, geldim. İyi okumalar dilerim... (=


Her şey yine iki hafta öncesinde başladı. Tam yazamıyordum ve o haftasonu yeğenim Kağan bizde kalmaya gelmişti ki, bir duraklama ihtiyacında olduğumu farkettim. Yazamıyor olmak da değildi bu, yazmak istememekti. Şikayet etmek istemiyorum, ama birçok yapamadığımdan yana şikayetçi olduğumu hissettim. Ama dediğim gibi şikayet etmek de istemeyip, içimde bunu yaşamayı istedim...

Yeğenim bir Cuma akşamından geldi annemle beraber, biliyorsunuz annem haftaiçi yeğenlerime bakıp geliyor akşamları eve. Çoğunlukla, orada ama bazı zaman da yeğenlerimle burada; derken geçiyor günler her koşulda. Çok şükür her birimiz iyiyiz. Endişe denizinde boğulmadan, hayatlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Pandemi nerelere savurur bilmem, şu sıralar bir rutine tutunduk gidiyoruz... 

Yeğenim geldi diyordum en son; iki hafta önce bizde kalmaya geldi haftasonu için, akşamdan bir oyuna tutulduk ve beraber legolar yaptık. Şayet yeğeninize veya çocuğunuza legolar alacaksınız ve lego ürününün esas bilinen markasına deli dehşet verecek paranız da yoksa, bizim gibi indirimli mağazalardan bir başka markanın legolarını alabilirsiniz. Bu seride de içeriğinde bir tane ürünü tam anlamıyla yapabilecek malzemeler var ama diğer ürünler için eklenen malzemelerle de birkaç ürün daha geliştirebiliyorsunuz kendinizce (bakınız, üst kolajda gördüğünüz üzere; sadece police yazılı arabayı kağıdında gösterildiği gibi yapabildik. Çiftçi arabasının birçok malzemesi eksikti ama kalanlarla idare ettik; gerisi ise hep uydurmasyon! (: ).

Kağan gelince gece okumalarıma dönebildim, o gelene dek sadece gündüzleri okuyabilir olmuştum o hafta... Üst kolajda gördüğünüz okuma halleri benim hayalimdi malum. Kağan doğmadan önce ve doğduktan sonra, beraber okuyalım yeğenimle demiştim. Şimdi bu hayalime, Defneciğimizi de eklemeyi düşlüyorum. Bu sefer bu düşü abisiyle beraber kurmaya başladık üstelik. Geçen haftalarda kardeşine kitaplarını saklamasını tembih ettiğimde, "elbette ki saklayacağım, o zaten kitaplarımı okuyacak!" dedi. Ne güzel bir muhabbet, öyle değil mi? :)) 

Velhasıl, geçen gün bana bir kitap verdi Kağanım. Beğenmediğini söylediği "İki Yıl Okul Tatili" adlı kitabını... Küçüklüğümde kitap okumaktan soğuttukları için beni, ben çoğu çocuk kitabını son 4-5 senedir okuyorum resmen. Bu kitap da benim için bir ilkti ve ben bu kitabı da çok beğendim. :) Kitabın sonundaki şu cümleler çok hoşuma gitmişti üstelik; 

"Bir daha hiçbir okulun öğrencileri, tatillerini buna benzer koşullarda geçiremeyeceklerdi kuşkusuz. Ama bütün çocukların, düzen, gayret ve cesaretle, en zorlu koşulların bile üstesinden gelebilecekleri kesindi. Sloughi'nin genç kazazedeleri gibi, yaşamın zorluklarıyla baş edebilen her çocuk, er geç olgunlaşacak, küçükler büyüyecek, büyükler birer erişkin olacaktı." (Sayfa 132) 

Bu arada yeniden sırası gelmişken ekleyeyim, kitap paylaşımlarımı yaptığım 1000kitap hesabıma da buradan ulaşabilirsiniz.. :)



Bir sonraki hafta ablamlarda idik, ta ki bu hafta başına kadar... :) Beraber olmak güzel, beraber örmek de... 

Bir atkı siparişim vardı, 10 numara şiş ve ona uygun bir ip ile; büyük örgü atkılarındandı.. Ablam bana örmediğim o modeli gösterecekti ve sözde ben de örecektim sonrasında. Önce ablam ördü, sonra bana anlattığı gibi ben örmeye başladım. Yaklaşık 5 senedir misinalı şişlerin bana yaradığını anladım anlayalı, uzun şişleri kullanmayı bıraktığım üzere; bu sefer kalın ve uzun bir şişle çalışmak, benim için mümkün olamadı! Belim kolum ve sırtım, üçlü kombin halinde kasılınca siparişi ablama pasladım. :) Sağolsun iki günde ördü bitirdi. O örgünün linkini de paylaşayım söz etmişken, buradan modeli görebilirsiniz. Bence de gerçekten güzel oldu, örebilenlere tavsiyemdir... =)

Kağanla bu sıra oynamaktan en hoşlandığım oyun Scrabble bilindiği üzere... Satranç oynamaktan hayli bıkmış durumdayım uzun zamandır; babam ve enişteme pasladım o oyunlar konusunda. Benimle scrabble oynasın, kızma birader oynasın, videolar izlesin kitaplar okusun ama Satranç demesin istiyorum. Kotamı bazı konularda doldurmuşum gibi sanki, tahammül sınırımı ne zaman aştım birçok konuda bilmem; taviz vermemek de iyi tamam ama bazı konularda sabredemediğimi görmek üzüyor bile beni bu sıra. Bu Kağanım konusunda satranç mesela, kendim konusunda da birçok şeye zorlamamam gerektiğinden yana düşünmeye başlamış olmam. Oysa bir şeylere kendimi zorlamazken de, duruluyorum ve zaman kaybediyorum. Ama gördüm ki, zorladığım süreçte daha çok yıpranıyor ve daha çok vakit kaybediyorum. Bir şekilde daha iyisi için biraz tolare edişlerimin var olması iyi sanırım. (Beyin fırtınası yapmalarım mevcut bu ara, affola sizi de dahil ettim işte...)
 


Geçen hafta beraber ördük ablamla akşamları, gündüzleri de beraber kahve içtik Kağanımla ve anneciğimle... Defnem büyüyor, artık kendi başına ayağa kalkıyor bir yerlerden de tutunup üstelik. :) Beni tanıyor mu bilmiyorum, gidip gelmelerimiz ve gelip gitmeleri neticesinde yüzüme çok sık gülüyor beni gördükçe; ama sanki tam anlamıyla Kağanım kadar erken zamanda teyze bilemedi gibi beni. Dört gözle beni teyze bilmesini can-ı gönülden istiyorum. Biz oradayken her sabah günaydınlarıma içtenlikle gülüp, gördükçe yanıma gelmeleri ve bana bir şeyler vermeleri çoğalmıştı ki bu hafta geri döndük...

Bahsettim mi bilmiyorum, buraya bu soğuklarda yeğenlerimin gelemeyişleri evimizin biraz soğuk olmasından mutevellit. Özlüyorum, çok görmeyi ben de istiyorum ama bir diğer yandan da çocukların buraya gelmemesi işime de geliyor. Hem evlerini düzenlerini bilmeleri konusunda bu durum daha iyi diyorum, hem de ben de örgü örmelerime ve Farmasi çalışmalarıma devam edebiliyorum. Nasıl gidiyor derseniz, beni şu an için idare ediyor. Ama daha da iyisi ve köklüsü zamanla olacak inşallah... :) 

Geçen hafta Atatürk yazılı kupada kahvemi içmeyi çok sevdim, annemle ve Kağanımla beraber bir hafta geçirmenin ve sohbetle oyunlarla kahve içmenin yanında kendime bir başka güzellik oldu bu da... 

Gelelim burada, esas olarak geçen hafta kabullendiğim bir mevzuya; geçmiş ve günümüzü düşünüyorum da, yapamadığım çok şey var ve bunları gözardı etmemin de bir manası yok. Korkularıma sığınmışım, gözardı ediyorum tüm günümü gecemi. Kağanım gelmeden önceki 1,5 haftalık süreçte uyuyamayışlarımın içerisinde bu mevzu yatıyordu bence. Dans etmek bir zamanlar benim için büyük bir hayaldi! Lise zamanı "Bir çalışmaya başlayayım, ne kurslara gideceğim. Önceliğim dans, sonra da dil olacak diyordum." 

Bilmiyorum neden, son 1,5 haftadır düşledim ve düşündüm; birçok şey eksik geldi ve durakladığım her noktayı elimdekileri hesaba katmadan kafama taktım durdum. Yaşamadığım için ve yaşayamadığım için üzüntüye kapılmayı dahi yaşamayı es geçiyordum ya hani; "manasız, niye yaşayacağım ki bunun üzüntüsünü?" diyordum. Oysa yaşayamadığım için belki de daha fazla sızısı ve sancısı içimde? Bunu farkettim ve kabullendim. Es geçmeyip üzüntüsünü yaşadım geçen hafta tekrar, ama tatlı ama acı... 

Ne hissediyorsunuz okuyunca çok merak ediyorum! Geçen hafta ben, elimde ve ülkemde olmayan fırsatlar dolayısıyla; içinde bulunduğum çıkmaz gibi görünen "ama fırsat sunulsa neler yaparım!" dediğim duyguları görmezden gelmeyip yaşadım...

Burası benim bloğum, es geçmeden birkaç cümle bırakabilmeyi istiyorum bu sefer bu konuda; 29 yaşında bir kızım, bu yaşımda kucağımda çocuklarım ve bileğimde bilezik olan mesleğimi icra ederek bir yerlerde olmayı çok isterdim. Ama ülkemde bunun mümkünatı yok gibi! Kısıtlanmış gibi hissediyorum kendimi. Fırsatları geçin, insanımızın da benim istediğim bakış açısıyla hayatımızda var olabildiği de yok bu konuda. Misal, istisnaları göremez durumdayım ben bu yaşımda. Bu beni üzüyor biraz... Çevremdeki imkanları kullanabilmek bu pandemi döneminde mümkün değil, biliyorum da. Ömrüm boyunca o bahsetmek isteyip bahsedemediğim mevzu da benim düşündüğümden öteye geçemedi...

Şu zamanlarımı geri alamayacağım, ama neden düşünüyorum bu mevzuları biliyor musunuz? Geleceğimi görebilmek ve gelecekten umutlu olabilmek isterdim daima, bir zamana kadar da böyleydi aslında. Ama sağlık durumumun ağırlığı değişti değişeli düşünüyorum çoğunlukla; Benim de kendi meslek alanımda çalışabilmem mümkün olacak mı artık ileriki zaman dilimlerinde? Bir geleceğim olacak mı peki birisiyle? Bir şeyleri ağzımın tadıyla "mucize değil, benim de hakkımmış da yaşadım!" diyebilmem mümkün olacak mı ki?

Mesleğimi icra edemiyor olmam, biriyle hayat kurmayı dilediğim yaşta hayat kuramıyor olmam ve hayalini kurduğum en olabilirleri bile hiçbir koşulda var edemiyor olmam beni rahatsız etti ve etmeye devam ediyordu. Ama gel gelelim, bunu yazamıyor dahi olmak da en ağırıydı. Sanki bunu söylemek suçmuş, bunları düşünmek bile bana ayıpmış gibi geldiğini biliyor olmama rağmen görmezden geldim. "Yazamadım, Zorlamadım" başlığı biraz da bu konuya yönelikti. Bir kısmını hala bile tam olarak yazamıyor gibiyim ama karar verdim, umursayacak ve yazabildiğimce de yazacağım; inanın ki bundan sonra gözardı etmeyeceğim. Kendim için! (Sanki biraz bahsettim de rahatladım ama dahası da var, emin olun ki tam anlamıyla anlatamadım ama hiç anlatamamaktan yeğdir değil mi?) =)


Döndük evimize ve ben kitaplarıma da döndüm sonra... "Olanı Sevmek" adlı kitap, birkaç senedir okumak istediğim bir kitaptı. Üstte bahsettiğim mevzu olanı sevmeye yönelik bakış açımı yönelttiğime yorulabilir. Yapamadıklarımı görmezden gelmeden, benden sebep olmayan işlere kafa yormayacağıma ama kabullendiğim kadarını da yok saymayacağıma dair bir söz verdim kendime... Yani bu üstte bahseder gibi yapıp bahsedemediğim mevzulardan daha çok yazacağım, "neden" diye sorgulayacağım; emin olabilirsiniz. Çünkü içi inanın ki boş değil; yığınla önyargı ve kalıpyargılar var. Dünyada bir kişiye düşündürtsem hislerimdeki çıkmazları, yeter de artar zaten... =)

Diğer yandan, evimize yeniden döndüğümüzden beri geceleri okumaya başladığım "Kördüğüm (Ayşe Kulin)" adlı kitabın başlığı gibi de değil içim. Kördüğüm yanlarım çözülecek gibi hissediyorum bu sefer. Yanılma paylarım olurdu geçmiş zamanlarda, aldanırdım herkese ve her garip hassasiyet içerikli durumlarına bazı kimselerin. Artık o polyanna dedikleri yanım gözünü açmış, yine de buna inanır mısınız bilmem tabii ki! :) Beni biraz tanıyan, azıcık güçlendiğim gibi yine hayal içerikli yanıma sarılabileceğimi bilir... 

Yazmaya henüz dönemedim, bloğuma döndüysem de defterlerime dönebilmeyi düşlüyorum bu ara. Günlüğüme yazmaya başlarsam yeniden, işte o zaman toparlanacak ve buraya daha çok yazacağım; bu olgu çok derin ve gerekli üstelik. Umarım dönerim defterlerime ve sonra da sizlere kendi görüşlerimle burada daha fazla yazı yazmalarıma... İnstagram paylaşımlarımla beraber, varolmaya gayret gösteriyorum paylaşım platformlarında. Yazmak bana iyi geliyor, paylaşmak da o yazmayı ilerleten mevzu zaten. Okunmak da değil sadece, yazdığınızı kendinize ispatlarken gelişmeyi sürdürebilmek için...


Bugünkü yazım çok karmaşık bir yazı idi. Etiketim "karmakarışık" olsun istiyorum. Tekrar karmakarışıklaştıktan sonra, geri dönüp bir önceki karmaşıklığım ile bir sonraki arasındaki farkı görebileyim istiyorum. Bu da böyle güzel bir delilik olacak tahminimce. :) 

Deliliğime eşlik ettiğiniz ve beni okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Yorumlarınızla da etkileşim içerisinde bulunur ve beraber çözümleriz umarım birbirimizi. :) Neler okuyorsunuz, neleri kafaya takıyorsunuz ve nelerle ilgileniyorsunuz bu sıra? Sizler de bana yazar mısınız rica etsem yorumlarda? Bir daha görüşünceye dek kendinize iyi bakın, sevgilerimle...