25 Ocak 2020 Cumartesi

İnternet Günlüğüm 2020 #1 - Ocak Ayı Haberleri


Geçtiğimiz hafta yazdığım bu yazımdan sonra, yazacağımı söylediğim yazımla 1 hafta sonra buradayım ancak. Bu sıra kendimi kendi sakinliğime bıraktım, hastane işleri ve örgü uğraşlarım derken günlerin nasıl geçtiğini bilemedim neredeyse. Ama sonucunda Allahım sıkıntıyı da veriyorsa, kolaylığını da sunuyor diyebildim - diyebildik şükür ki; sabır, sabır, sabır gerekiyor...


Önce Geçen haftanın Notlarından Başlamalıyım...


Geçen hafta başında hastane kontrollerimin neticesinde bir durumu daha nihayetine kavuşturduk; şükür ki evde fizik tedavi alabilmeye devam edebilmem için, resmi raporumu ilgili doktoruma başvurarak aldık. Evde fizik tedavi resmiyete kavuştu! :) 2018'in sonunda savaş vermeye girişmiştik. "Evden çıkmakta ve rehabilitasyonlara ulaşmakta-eve geri dönmekte zorlanan "ağır bedensel engelli ve dışarı çıkması riskli biz hastalar için" kolaylık istemiştik... Öncesinde devlet tarafından epey çağırılsak da yeniden rehabilitasyonlara, bizler de taşıyıcı yardımcılar istemiştik. Zira ailelerimiz hep bunun sıkıntısını çekiyor; biz servislerde ve ondan önce de ailemizin sırtlarında kucaklarında, aile bireylerimizle beraber sıkıntı çekiyor, eziliyor bozuluyorduk... 

Hastaneye gelince; benim engel durumum neticesinde, biz önce fizik tedavi doktoruna gittik ve oradan sağlık kuruluna yönlendirildik. Sağlık kurulunun hazırladığı kağıtla da, ilgili üç doktora muayeneye gönderildik. Sağlık raporu alma süreçlerini, bu sefer de yine evde terapi alabilme hakkımızı alabilmek için gerçekleştirdik yani... İlk gün sağlık kuruluna ilgili üç branş doktorundan imzalı kağıdımızı teslim ettik ve ertesi güne de sağlık kurulu heyet doktorlarının karşısına çıktık. Uygun gördükleri üzere, evden çıkmakta zorlanıyor olmam ve rehabilitasyona götürülüp getirilirken engel durumumum ağırlığı sebebiyle yaşadığım sağlık sıkıntılarından sebep, evde tedavime devam edebileceğim uygun görüldü çok şükür. Devletimize teşekkür ederim, bu imkanı gerçekleştirebilmek adına sesimize ses verdikleri için... :)

Geçen hafta bugün, babam gidip raporumuzu sağlık kurulundan teslim aldı. Bir işi resmiyetin gerektiğince yapmak ise daha büyük rahatlık çok şükür... Evet, bu hakkı bir zamanlar bu bloğumdan, twitter ve instagram hesaplarımdan destek alarak; arkadaşlarım ve benim yardıma ihtiyaç duyduğumu, hakkım olduğunu, hakkımız olduğunu düşündüğüm insanlarla sesimizi duyurarak "kaymakamlık" izniyle aldık. Onlar bize resmiyete kavuşturulacak olan bu durum netleşene dek, benim gibi ihtiyaç duydukları sebepleri, kaymakamlık aracılığıyla dilekçelerle bildirmeleri gerektiğini "kaymakam bey" benim aracılığımla duyurmuştu. Hal böyle olunca, o dönem her birimiz kendimizle gurur duymuştuk. Vesile olup, bu zorluğu yaşayan her insana destek olabilmiştik çünkü. Allahım bir daha yaşatmasın, herkes hakkı olan her desteğe ulaşabilsin diliyorum... :)


Sonra geçen haftanın bir diğer konusu haftanın ilk iki günü uğraşlarım neticesinde, beni epey zorlasa da okumayı bitirdiğim "Yeraltından Notlar" kitabı oldu... Ciddi anlamda uzun zamandan sonra, bir kitabı okurken çok zorlandım yine.


Yeraltından Notlar; esasında okumaktan kaçındığım klasikler statüsünde bir kitap da olsa, alırken "liseden beri merak ettiğim kitaptı neticede!" diyerek bir cesaret almıştım. Ama sonuç olarak, "uzak durmakta cidden haklıymışım!" dedirtti bir klasik yine. Bu kitap "Dostoyevski"nin okuduğum ikinci kitabı oldu (ilk okuduğum romanı Kumarbaz idi), sanıyorum bir daha denemeyeceğim Dostoyevski ile aramızı düzeltmeyi. Yani onun kitapları benim için ağır konumda, bir daha karşılaşmamız çok güç görünüyor şimdi... Öte yandan kitap, sonunu merak ettiren cinsten ilerledi; ilk kısımdan sonrasında bir Otomatik Portakal statüsünde kitap olarak görmüş olsam da, kesinlikle Yeraltından Notlar'ı seçmezdim bir daha okumak adına. 

Bilmiyorum, birçok kişi neden garip karşılıyor; ama klasikler hangi açıdan klasik olarak belirleniyor merak ediyorum ben. Misal bu kitapta; bana göre o kadar çok konu bütünlüğünde bir hakimiyet yoktu ki, karmaşık bir durumu anlatmak bu kadar yorucu olamaz ki! dedirtti. Sanki bazı kitapları "aman bunu kimse anlamaz, ben öveyim de anlamak için uğraşsınlar" demiş ve biz onları takip etmişiz okumuş da okumuşuz; klasikler böyle ortaya çıkmış gibi. 

Biliyorum çok ağır bir yorum oldu, =) ama gerçekten öyle hissettim. Anlamdan öte anlatmama uğraşı vardı kitapta çünkü. Dostoyevski'yi tenzih ederim ki, bir anlatım içerisinde "bir öyle bir böyle" anlatımı ben hoş bulmuyorum. Bunu hoş bulanlara da elbet saygı duyuyorum ama klasiklerde ciddi hikayeye sahip olan kitaplardan uzak durmaya devam edeceğim; "Kırmızı ve Siyah (Stendhal), Mrs. Dalloway (Virginia Wolf), Meyhane (Emile Zola)" gibi kitaplardan mesela. Zor olacak ama klasiklere olabildiğince yaklaşmayacağım bu okuduğum örnek kitaplar neticesinde...

Öte taraftan beğendiğim klasiklere örnek vermem de gerekir; Notre Dame'ın Kamburu (Victor Hugo), Bir Aşk Sayfası (Emile Zola), Siyah Lale (Alevandre Dumas), Küçük Prens (Antoine de Saint-Exupery) benim en sevdiğim klasik romanlar. Ciddi anlamda, her birini tekrar tekrar okuyabilirim yani... Ama ben daha fazla Türk Klasikleri seven biriyim galiba. Dünya klasiklerinde bir kısmı çeviriden, bir kısmı da zevk ve hikaye anlatma tercihleri açısından klasikler beni fazlasıyla yoruyor okurken... :)

Bu Haftaya Gelince...



İki haftadır anne ve babamın, akraba hanımlarımızın uğraşları neticesinde; ev yerleşmemiz nihayet sona ulaşabildi öncelikle bu hafta... Geçen hafta hayli güçlüklerle, yeni evimize eşyalarımız girmiş de olsa; yerleşme mevzusuna girişememiştik. Hani güzel şeyler oluyorsa da, küçük büyük aksiliklerle sınanmaya devam ediliyoruz ya; Takdir-i İlahi diyebileceğimiz neticelerle, böyle aksiliklerle sınandık önce işte. Ev alana veya ev kurmaya uğraşana Allahım yardım ediyor illa ki, ama aksilikler 11 Ocak'ta eşyalarımızı taşıdığımızdan bu hafta başına kadar sürdü de sürdü esasında. Yazımın başında da "Sabır" dememin öncelikle sebebi buydu... :)

Bu hafta başından itibaren ablam ile beraber oturuyoruz; sadece bir buçuk haftada da ördüğümüz örgüler gördüğünüz üzere yukarıdaki kolaj fotoğrafta... Kendimi örgü örmeye ve sakinliğime bıraktım derken ciddiydim yani... :) Yer yer ablamla beraber kahvemizi çayımızı yudumlaya yudumlaya bol bol ördük de ördük işte. İnstagram hesabımızı aktifleştirmek için bu hafta başından başlayıp emek vermeyi de ciddiye aldık bu arada... Madem öyle lafını etmişken, o hesabımıza da buradan ulaşabilirsiniz diyeyim artık! :) 

Üstteki siparişleri tamamlayıp aracı kişimiz olan kuzenimize de teslim ettik bu hafta başında. Şimdi son birkaç siparişi yetiştirme uğraşında ve yeni siparişleri bekleme aşamasındayız. Örgü örmesi güzel de, bu sakin sürecin ciddileşip beni sıkmasını da istemiyorum öte yandan da. Nasıl olur bilmiyorum; bir yandan instagram hesabımız çok aktif olsun istiyorum, bir yandan da yetişemeyeceğimiz düzeyde çok siparişle dolup taşıp sıkıntıya düşmeyelim... Hakkımızda hayırlısı olsun diyelim bu yüzden de, ben sıkıntıya girip de örmekten bıkmak istemiyorum esasında işte... :)



Bu hafta başında ise, bir başka sebeple hastanede idim sonra; dişçi korkumu bir kez daha yendim... :) Diş randevum vardı, 15 gün önceden aldığım bir dolgu randevusu. Kalp rahatsızlığım sebebiyle her diş tedavisi öncesi bir ilaç içmem gerekiyor, 3 gün öncesinden o antibiyotiği kullanmaya başladım önce yine. Sonrasında uyuşturma amaçlı da olsa iğneden korktuğum için, kendimi telkinle cesaretlendirerek randevuma gittim. Kendimi cesaretlendirmesem ağlayacaktım, o derece korktum esasında yine başta. Ama bir önceki diş temizletme randevumu örnek alarak -iki yıl önceki- cesaret doldum bu sefer işte... Şükür ki korktuğum gibi de olmadı esasında! :)

Sanıyorum ben ilk defa küçüklüğümde bu dişçi korkuma sahip oldum. Bizim zamanımızda, öyle iyi doktorlara rastlamak kolay değildi ve benim yaşıtlarım diyebileceğim çoğu yakınımda da dişçi korkusu var; böyle büyüdük ama bunu da atlatabilirmişiz esasında... Şimdiki diş doktorları daha temkinli ve sakin yaklaşıyorlar doktora, yeğenim ve kuzenimden biliyorum; onların şükür ki bizler kadar korkuları yok şimdilerde... 

Diş tedavim güzel geçti, ama çok net söylüyorum ki doktorumun sakinliği ve güven verişi sebebiyle idi yine... Öncelikle kendimi "korktuğum halde bunun gerekli olduğu bilinciyle" o koltukta bulunmaya alıştırdım ben de. Doktoruma korktuğumu da iletmiştim, ilk randevumdan beri; ama bana sakinlikle yapacağı her işlemi anlatmasını rica ettiğim üzere, sabırla işlemleri anlattı bana. Bu güven denen şey, bende çok etkin. Beyin de kolay yönlendirilebilen bir organ aslında, istenildiğinde ya. Bende bu durum etkin idi yine en azından... Benim gibi korkanlara söylemeliyim ki; acı eşiğiniz çok çok düşük değilse, işini bilen doktor eliyle dolgu için vurulan iğne hiç korktuğumuz gibi acıtmıyormuş meğer. İnanır mısınız bilmem, ciddi anlamda acıdığını bile hissetmedim; küçük bir baskıydı sadece, tahmin edemediğim üzere dolgu yapılacak diş altına değil, ağız içine iki çene arasına vurdu doktor üstelik iğneyi. 5 dakikaya kalmadan da uyuştu zaten çenem sonrasında...

İşlemlerin geri kalanlarını hafif sızıyla hissettim, ister istemez çürüğü kazıdı önce doktor ve dolguyu yapıştırıp düzeltti tabi. İşlem sırasında yaptığı işlemleri de anlattı, beni sakinleştirmeyi de ihmal etmedi. Derken sonrasında, diğer alt tarafta bulunan dişimin çürüğü için de gelmemi söyleyerek bitirdi işlemi. Deneyimlediğim güzel bir tedavi sonrasında, bunu duymak kötü de olmadı tabi. Bir sonraki randevum da 10 gün sonraya işte... Şimdi önceki korkumdan eser dahi yok ki, bu büyük bir lüksmüş meğersem. :) Bir deneyim daha kazandım; tedavi sonrası 2-3 saat kadar uyuşukluğunu yaşadım çenemin, uyuşukluk geçince de iğneyi baskıladığı yerde hafif bir ağrı vardı. Bir sonraki randevumda bu yaşadıklarımdan sebep daha sakin olacağıma eminim yani. Bu da "İnternet Günlüğüm 2020" Ocak Ayı haberleri adlı yazımda bulunsun, bu hatıram da kendime notlarımda hepimize ders olsun istedim... ;) 


Son olarak, aslında korktuklarımızı bizler büyütüyoruz diye bir tespitimi sunmak istiyorum. Öyle büyütüyoruz ki hem de, büyüttüklerimiz korkularımızdan da öte bir boyuta varolmayanlarla kendimizi sarıp kötü düşünmelere ilerletiyor bizi esasında... Korkulara yenilmek de, korkuya iyileri katarak olması gerekene "kendimizi en makul olana" yöneltmek de bizim elimizde yani... Elimizde olmayan sebeplere bağlı korkularımızı tenzih ederim ki; bu tarz korkularda tercih, gördüğüm üzere bizim elimizde. Ben korkularıma esir olmamak için elimden geleni yapacağımı daha iyi biliyorum şimdi...

Bir de şu var; bilmediğimiz şeyden korkarken, benzer deneyimleri kötü yaşayanlara daha çok inanıyoruz. Dilerim bir daha yapmayız; benim korkmamda yine etkin olan, bir yakınımın dolgu yaptırırken yaşadığı kötü deneyimdi zira... :) Beni öyle bir korkuttu ki, sormayın gitsin... 


Bizim Ocak ayımız örgülerle, ev değiştirme süreci sonucu anne ve babamın eşya yerleştirme ev temizleme uğraşlarıyla; 15 tatil neticesinde yeğenimin ara tatilde hasta olmasıyla, beklemediğimiz stresli günlerle geçer oldu. İki gündürse çok şükür ev de yerleşti, yeğenim Kağan da iyileşti; bugün beraber oturup sağlıklı vakit geçirir de olduk yeniden... En güzeli de, büyük bir bela olabileceğini düşündüğümüz bir sıkıntıdan bugün kurtulma neticesine eriştik şükür ki. Allah sağlık sıhhat versin, kötü niyetli insanlarla irtibat içinde tutmasın da gerisi hallolur diyecekmişiz meğer! 

Ocak ayı tam anlamıyla böyle geçti bizim için. Sıkıntılı da olsa şükür dedirtti, büyük dersler aldırdı her birimize. Sıkılacak sıkılacakmışız da, sabretmeyi bilmezsek boğulacakmışız meğer; bir şey olmadı çok şükür hiçbirimize ama sıkıldık her birimiz aynı sebeplerden işte. Allahım iyilerle ve şaşırmamışlarla karşılaştırsın, hiçbirimizi şaşırtmasın; neticede hayat derslerimizi böyle alıyor olsak da, yakmasın canımızı dilerim ki... 

Ocak 2020'den Sevgilerimle... (:

1 yorum:

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)