25 Ocak 2020 Cumartesi

İnternet Günlüğüm 2020 #1 - Ocak Ayı Haberleri


Geçtiğimiz hafta yazdığım bu yazımdan sonra, yazacağımı söylediğim yazımla 1 hafta sonra buradayım ancak. Bu sıra kendimi kendi sakinliğime bıraktım, hastane işleri ve örgü uğraşlarım derken günlerin nasıl geçtiğini bilemedim neredeyse. Ama sonucunda Allahım sıkıntıyı da veriyorsa, kolaylığını da sunuyor diyebildim - diyebildik şükür ki; sabır, sabır, sabır gerekiyor...


Önce Geçen haftanın Notlarından Başlamalıyım...


Geçen hafta başında hastane kontrollerimin neticesinde bir durumu daha nihayetine kavuşturduk; şükür ki evde fizik tedavi alabilmeye devam edebilmem için, resmi raporumu ilgili doktoruma başvurarak aldık. Evde fizik tedavi resmiyete kavuştu! :) 2018'in sonunda savaş vermeye girişmiştik. "Evden çıkmakta ve rehabilitasyonlara ulaşmakta-eve geri dönmekte zorlanan "ağır bedensel engelli ve dışarı çıkması riskli biz hastalar için" kolaylık istemiştik... Öncesinde devlet tarafından epey çağırılsak da yeniden rehabilitasyonlara, bizler de taşıyıcı yardımcılar istemiştik. Zira ailelerimiz hep bunun sıkıntısını çekiyor; biz servislerde ve ondan önce de ailemizin sırtlarında kucaklarında, aile bireylerimizle beraber sıkıntı çekiyor, eziliyor bozuluyorduk... 

Hastaneye gelince; benim engel durumum neticesinde, biz önce fizik tedavi doktoruna gittik ve oradan sağlık kuruluna yönlendirildik. Sağlık kurulunun hazırladığı kağıtla da, ilgili üç doktora muayeneye gönderildik. Sağlık raporu alma süreçlerini, bu sefer de yine evde terapi alabilme hakkımızı alabilmek için gerçekleştirdik yani... İlk gün sağlık kuruluna ilgili üç branş doktorundan imzalı kağıdımızı teslim ettik ve ertesi güne de sağlık kurulu heyet doktorlarının karşısına çıktık. Uygun gördükleri üzere, evden çıkmakta zorlanıyor olmam ve rehabilitasyona götürülüp getirilirken engel durumumum ağırlığı sebebiyle yaşadığım sağlık sıkıntılarından sebep, evde tedavime devam edebileceğim uygun görüldü çok şükür. Devletimize teşekkür ederim, bu imkanı gerçekleştirebilmek adına sesimize ses verdikleri için... :)

Geçen hafta bugün, babam gidip raporumuzu sağlık kurulundan teslim aldı. Bir işi resmiyetin gerektiğince yapmak ise daha büyük rahatlık çok şükür... Evet, bu hakkı bir zamanlar bu bloğumdan, twitter ve instagram hesaplarımdan destek alarak; arkadaşlarım ve benim yardıma ihtiyaç duyduğumu, hakkım olduğunu, hakkımız olduğunu düşündüğüm insanlarla sesimizi duyurarak "kaymakamlık" izniyle aldık. Onlar bize resmiyete kavuşturulacak olan bu durum netleşene dek, benim gibi ihtiyaç duydukları sebepleri, kaymakamlık aracılığıyla dilekçelerle bildirmeleri gerektiğini "kaymakam bey" benim aracılığımla duyurmuştu. Hal böyle olunca, o dönem her birimiz kendimizle gurur duymuştuk. Vesile olup, bu zorluğu yaşayan her insana destek olabilmiştik çünkü. Allahım bir daha yaşatmasın, herkes hakkı olan her desteğe ulaşabilsin diliyorum... :)


Sonra geçen haftanın bir diğer konusu haftanın ilk iki günü uğraşlarım neticesinde, beni epey zorlasa da okumayı bitirdiğim "Yeraltından Notlar" kitabı oldu... Ciddi anlamda uzun zamandan sonra, bir kitabı okurken çok zorlandım yine.


Yeraltından Notlar; esasında okumaktan kaçındığım klasikler statüsünde bir kitap da olsa, alırken "liseden beri merak ettiğim kitaptı neticede!" diyerek bir cesaret almıştım. Ama sonuç olarak, "uzak durmakta cidden haklıymışım!" dedirtti bir klasik yine. Bu kitap "Dostoyevski"nin okuduğum ikinci kitabı oldu (ilk okuduğum romanı Kumarbaz idi), sanıyorum bir daha denemeyeceğim Dostoyevski ile aramızı düzeltmeyi. Yani onun kitapları benim için ağır konumda, bir daha karşılaşmamız çok güç görünüyor şimdi... Öte yandan kitap, sonunu merak ettiren cinsten ilerledi; ilk kısımdan sonrasında bir Otomatik Portakal statüsünde kitap olarak görmüş olsam da, kesinlikle Yeraltından Notlar'ı seçmezdim bir daha okumak adına. 

Bilmiyorum, birçok kişi neden garip karşılıyor; ama klasikler hangi açıdan klasik olarak belirleniyor merak ediyorum ben. Misal bu kitapta; bana göre o kadar çok konu bütünlüğünde bir hakimiyet yoktu ki, karmaşık bir durumu anlatmak bu kadar yorucu olamaz ki! dedirtti. Sanki bazı kitapları "aman bunu kimse anlamaz, ben öveyim de anlamak için uğraşsınlar" demiş ve biz onları takip etmişiz okumuş da okumuşuz; klasikler böyle ortaya çıkmış gibi. 

Biliyorum çok ağır bir yorum oldu, =) ama gerçekten öyle hissettim. Anlamdan öte anlatmama uğraşı vardı kitapta çünkü. Dostoyevski'yi tenzih ederim ki, bir anlatım içerisinde "bir öyle bir böyle" anlatımı ben hoş bulmuyorum. Bunu hoş bulanlara da elbet saygı duyuyorum ama klasiklerde ciddi hikayeye sahip olan kitaplardan uzak durmaya devam edeceğim; "Kırmızı ve Siyah (Stendhal), Mrs. Dalloway (Virginia Wolf), Meyhane (Emile Zola)" gibi kitaplardan mesela. Zor olacak ama klasiklere olabildiğince yaklaşmayacağım bu okuduğum örnek kitaplar neticesinde...

Öte taraftan beğendiğim klasiklere örnek vermem de gerekir; Notre Dame'ın Kamburu (Victor Hugo), Bir Aşk Sayfası (Emile Zola), Siyah Lale (Alevandre Dumas), Küçük Prens (Antoine de Saint-Exupery) benim en sevdiğim klasik romanlar. Ciddi anlamda, her birini tekrar tekrar okuyabilirim yani... Ama ben daha fazla Türk Klasikleri seven biriyim galiba. Dünya klasiklerinde bir kısmı çeviriden, bir kısmı da zevk ve hikaye anlatma tercihleri açısından klasikler beni fazlasıyla yoruyor okurken... :)

Bu Haftaya Gelince...



İki haftadır anne ve babamın, akraba hanımlarımızın uğraşları neticesinde; ev yerleşmemiz nihayet sona ulaşabildi öncelikle bu hafta... Geçen hafta hayli güçlüklerle, yeni evimize eşyalarımız girmiş de olsa; yerleşme mevzusuna girişememiştik. Hani güzel şeyler oluyorsa da, küçük büyük aksiliklerle sınanmaya devam ediliyoruz ya; Takdir-i İlahi diyebileceğimiz neticelerle, böyle aksiliklerle sınandık önce işte. Ev alana veya ev kurmaya uğraşana Allahım yardım ediyor illa ki, ama aksilikler 11 Ocak'ta eşyalarımızı taşıdığımızdan bu hafta başına kadar sürdü de sürdü esasında. Yazımın başında da "Sabır" dememin öncelikle sebebi buydu... :)

Bu hafta başından itibaren ablam ile beraber oturuyoruz; sadece bir buçuk haftada da ördüğümüz örgüler gördüğünüz üzere yukarıdaki kolaj fotoğrafta... Kendimi örgü örmeye ve sakinliğime bıraktım derken ciddiydim yani... :) Yer yer ablamla beraber kahvemizi çayımızı yudumlaya yudumlaya bol bol ördük de ördük işte. İnstagram hesabımızı aktifleştirmek için bu hafta başından başlayıp emek vermeyi de ciddiye aldık bu arada... Madem öyle lafını etmişken, o hesabımıza da buradan ulaşabilirsiniz diyeyim artık! :) 

Üstteki siparişleri tamamlayıp aracı kişimiz olan kuzenimize de teslim ettik bu hafta başında. Şimdi son birkaç siparişi yetiştirme uğraşında ve yeni siparişleri bekleme aşamasındayız. Örgü örmesi güzel de, bu sakin sürecin ciddileşip beni sıkmasını da istemiyorum öte yandan da. Nasıl olur bilmiyorum; bir yandan instagram hesabımız çok aktif olsun istiyorum, bir yandan da yetişemeyeceğimiz düzeyde çok siparişle dolup taşıp sıkıntıya düşmeyelim... Hakkımızda hayırlısı olsun diyelim bu yüzden de, ben sıkıntıya girip de örmekten bıkmak istemiyorum esasında işte... :)



Bu hafta başında ise, bir başka sebeple hastanede idim sonra; dişçi korkumu bir kez daha yendim... :) Diş randevum vardı, 15 gün önceden aldığım bir dolgu randevusu. Kalp rahatsızlığım sebebiyle her diş tedavisi öncesi bir ilaç içmem gerekiyor, 3 gün öncesinden o antibiyotiği kullanmaya başladım önce yine. Sonrasında uyuşturma amaçlı da olsa iğneden korktuğum için, kendimi telkinle cesaretlendirerek randevuma gittim. Kendimi cesaretlendirmesem ağlayacaktım, o derece korktum esasında yine başta. Ama bir önceki diş temizletme randevumu örnek alarak -iki yıl önceki- cesaret doldum bu sefer işte... Şükür ki korktuğum gibi de olmadı esasında! :)

Sanıyorum ben ilk defa küçüklüğümde bu dişçi korkuma sahip oldum. Bizim zamanımızda, öyle iyi doktorlara rastlamak kolay değildi ve benim yaşıtlarım diyebileceğim çoğu yakınımda da dişçi korkusu var; böyle büyüdük ama bunu da atlatabilirmişiz esasında... Şimdiki diş doktorları daha temkinli ve sakin yaklaşıyorlar doktora, yeğenim ve kuzenimden biliyorum; onların şükür ki bizler kadar korkuları yok şimdilerde... 

Diş tedavim güzel geçti, ama çok net söylüyorum ki doktorumun sakinliği ve güven verişi sebebiyle idi yine... Öncelikle kendimi "korktuğum halde bunun gerekli olduğu bilinciyle" o koltukta bulunmaya alıştırdım ben de. Doktoruma korktuğumu da iletmiştim, ilk randevumdan beri; ama bana sakinlikle yapacağı her işlemi anlatmasını rica ettiğim üzere, sabırla işlemleri anlattı bana. Bu güven denen şey, bende çok etkin. Beyin de kolay yönlendirilebilen bir organ aslında, istenildiğinde ya. Bende bu durum etkin idi yine en azından... Benim gibi korkanlara söylemeliyim ki; acı eşiğiniz çok çok düşük değilse, işini bilen doktor eliyle dolgu için vurulan iğne hiç korktuğumuz gibi acıtmıyormuş meğer. İnanır mısınız bilmem, ciddi anlamda acıdığını bile hissetmedim; küçük bir baskıydı sadece, tahmin edemediğim üzere dolgu yapılacak diş altına değil, ağız içine iki çene arasına vurdu doktor üstelik iğneyi. 5 dakikaya kalmadan da uyuştu zaten çenem sonrasında...

İşlemlerin geri kalanlarını hafif sızıyla hissettim, ister istemez çürüğü kazıdı önce doktor ve dolguyu yapıştırıp düzeltti tabi. İşlem sırasında yaptığı işlemleri de anlattı, beni sakinleştirmeyi de ihmal etmedi. Derken sonrasında, diğer alt tarafta bulunan dişimin çürüğü için de gelmemi söyleyerek bitirdi işlemi. Deneyimlediğim güzel bir tedavi sonrasında, bunu duymak kötü de olmadı tabi. Bir sonraki randevum da 10 gün sonraya işte... Şimdi önceki korkumdan eser dahi yok ki, bu büyük bir lüksmüş meğersem. :) Bir deneyim daha kazandım; tedavi sonrası 2-3 saat kadar uyuşukluğunu yaşadım çenemin, uyuşukluk geçince de iğneyi baskıladığı yerde hafif bir ağrı vardı. Bir sonraki randevumda bu yaşadıklarımdan sebep daha sakin olacağıma eminim yani. Bu da "İnternet Günlüğüm 2020" Ocak Ayı haberleri adlı yazımda bulunsun, bu hatıram da kendime notlarımda hepimize ders olsun istedim... ;) 


Son olarak, aslında korktuklarımızı bizler büyütüyoruz diye bir tespitimi sunmak istiyorum. Öyle büyütüyoruz ki hem de, büyüttüklerimiz korkularımızdan da öte bir boyuta varolmayanlarla kendimizi sarıp kötü düşünmelere ilerletiyor bizi esasında... Korkulara yenilmek de, korkuya iyileri katarak olması gerekene "kendimizi en makul olana" yöneltmek de bizim elimizde yani... Elimizde olmayan sebeplere bağlı korkularımızı tenzih ederim ki; bu tarz korkularda tercih, gördüğüm üzere bizim elimizde. Ben korkularıma esir olmamak için elimden geleni yapacağımı daha iyi biliyorum şimdi...

Bir de şu var; bilmediğimiz şeyden korkarken, benzer deneyimleri kötü yaşayanlara daha çok inanıyoruz. Dilerim bir daha yapmayız; benim korkmamda yine etkin olan, bir yakınımın dolgu yaptırırken yaşadığı kötü deneyimdi zira... :) Beni öyle bir korkuttu ki, sormayın gitsin... 


Bizim Ocak ayımız örgülerle, ev değiştirme süreci sonucu anne ve babamın eşya yerleştirme ev temizleme uğraşlarıyla; 15 tatil neticesinde yeğenimin ara tatilde hasta olmasıyla, beklemediğimiz stresli günlerle geçer oldu. İki gündürse çok şükür ev de yerleşti, yeğenim Kağan da iyileşti; bugün beraber oturup sağlıklı vakit geçirir de olduk yeniden... En güzeli de, büyük bir bela olabileceğini düşündüğümüz bir sıkıntıdan bugün kurtulma neticesine eriştik şükür ki. Allah sağlık sıhhat versin, kötü niyetli insanlarla irtibat içinde tutmasın da gerisi hallolur diyecekmişiz meğer! 

Ocak ayı tam anlamıyla böyle geçti bizim için. Sıkıntılı da olsa şükür dedirtti, büyük dersler aldırdı her birimize. Sıkılacak sıkılacakmışız da, sabretmeyi bilmezsek boğulacakmışız meğer; bir şey olmadı çok şükür hiçbirimize ama sıkıldık her birimiz aynı sebeplerden işte. Allahım iyilerle ve şaşırmamışlarla karşılaştırsın, hiçbirimizi şaşırtmasın; neticede hayat derslerimizi böyle alıyor olsak da, yakmasın canımızı dilerim ki... 

Ocak 2020'den Sevgilerimle... (:

16 Ocak 2020 Perşembe

Yeni Bir Dönem - 11.01.2020


11 Ocak 2020 itibariyle, hayatımızda yeni bir dönem başladı ve ben bu durumu günü gününe yazamadım... Çünkü 2019 boyunca beklentilerim sonucu hayal kırıklıklığı yaşadığım zamanları göz önüne alarak, sonuçlanmadan yazmama kararı almıştım. Artık rahatlıkla diyebilirim; zor oldu, geç oldu ama güç olmadı, 18 yıllık evimizden 11 Ocak 2020 günü taşındık. Yeni evimizde şartlarımızı değiştirdiğimiz gibi yaşamaya devam edeceğiz. Çok şükür rabbim bekletti ama güzel eyledi, diyorum ben bu duruma... :)


2002'den beri oturduğumuz eski evimizde iken 2012'ye dek nispeten sorun olmamıştı asansöre ulaşana dek çıktığımız 18 merdiven. O zamanlar ben ayakta idim, daha hiç atak geçirmemiş; ortaokul öncesi bir kas uzatma ameliyatı geçirdi isem de, onu bile merdivenlere rağmen kolay atlatmıştık... Ben 2012'de ilk, 2013'de de şükür ki son atağımı geçirdikten sonra o merdivenler bizim için daha da büyük bir sınav halini aldılar. Son 4-5 senedir taşınma mevzusu hep dilimizde, iki senedir de epey ciddi idi... 

Sonuç olarak her şey Aralık 2019'da halloldu. Şartlar öyle güzel oluştu ki, sonucunda ömürlük diyebileceğimiz bir eve çıkabildik. Girişten asansörü olan bir ev bulduk ve çok şükür aladabildik. Allahım isteyen herkese nasip etsin diliyorum ki... :)

Yeni evimizin bizim olma işlemleri, 6 Ocak 2020 günü bitti; bir hafta içerisinde de su ve elektrik açtırma işlemlerini ve taşınma hazırlıklarımızı tamamladık. 11 Ocak 2020 günü anlaştığımız bir taşıma şirketi ile eşyalarımız yeni eve gitti. Şimdilik bu süreçte ablamlarda kalıyoruz, eşyaları yerleştiremeden birkaç ufak sıkıntı çıktı ve henüz yerleşemedik bile. Ama bana bunlar sorun gibi bile gelemiyor. Allahım güzel bir şey nasip etti, annemi ve babamı benden yana daha az zorlanacakları bir şartlara kavuştuk ailecek... 

Aksiliklerimiz çok oldu ama sabır etmesini gerekli bilmeyi es geçmedik yine de... Misal, annem taşınma haftamızda hasta oldu ve birçok eşyayı son iki günde toplayabildiler aslında. Annem hasta halde yatarken ben kendi odamı, babam da salondaki vitrin eşyalarını toparladı. O yoğunlukta farkedemedim bile, 18 yıllık evimizi bırakıyor olduğumuzu... Şartların daha iyi olacağına ve hayırlısını beklerken çok umut ettiğim şeye kavuştuğum için olmalı, son güne dek üzülemedim de aslında...

10 Ocak 2020, taşınma günü öncesinde annem ve babam elektrik ve suyu kapattırmaya çarşıya indiler, oturup yarım kalmış "İtiraflarım" kitabımı okuyup bitirdim ve "Robin Hood"a geçmiştim ki; kapalı televizyona gitti elim, açamadım. İşte o zaman anladım ki, bir zamanlar hiç taşınmak istemediğimiz bu evden taşınıyorduk. Daha iyi şartlar için, ailem ve benim sağlığımı daha iyi koruyabilmek için... 

O günden beri ara ara düşünüyorum; okul servisinden inip anahtarımla açtığım apartman kapısından girip kendi başıma çıktığım merdivenleri, babamın sırtında indim ve o binayı babamın sırtına yaşlanmış halde yürüyerek terk ettim. Zoruma gitmedi yine ama daha rahattım bu sefer, babama da anneme de daha az dert olacak, onların sağlığını da koruyabileceğim şartlara doğru ilerliyorduk bu sefer... 

Oysa o merdivenleri yürürken kah dinlenerek kah "bir çırpıda!" çıkabilerek, kendimce totemler uydururdum. "Şu kadar sürede çıkarsam, şu olacak.", "Şu kadar dinleneceğim, eve gidince de hemen ödevime geçeceğim.", "Dinlenmeden çıkar isem, tökezlemez isem kendimi ödüllendireceğim!"

Yani öyle güzel anılar biriktirdik ki o evde, biz o sitenin en çok dışarıda oynayan nesliydik bir zamanlar. Her şey Damla, Bahadır ve benim arkadaşlığımızla başlamıştı; "Damla, Duygu, Seda, Melike ve ben" ile devam etti. Hıdırellez ateşi de yaktık, gece yarılarına kadar dışarıda oynamalarımızı da zorladık, Ramazan akşamları iftar sonrası dışarı çıkıp sahura kadar eve de girmedik sitenin tüm çocukları ve gençleriyle... En büyük mevcudiyetimiz 10-15'e kadar ulaşıyordu bir dönem. Sonra zamanla azaldık, evlere tıkıldık ama her şekilde bir olabilmeyi sürdüredebildik. Şartlar değişti, değişmek durumunda kaldı ve öyle devam ettik işte...

Sonra aklıma gelen bir diğer mevzular dizisi; o evde ortaokulu bitirdim, liseyi bitirdim, üniversiteyi bitirdim, çok ağladım çok güldüm. Ablam evlendi, ben teyze oldum sonrasında, ailemiz büyüdü de büyüdü... Olabildiğince çok yazımı o evde yazdım, o evde okuma alışkanlığımı kazandım. "Bir evi bir barınma ortamından fazlası yerine koymamak lazım; hiçbir şeye bu kadar bağlanmamak lazım" diyebilmeyi de o evde öğrendim... Her şey değişebilirmiş, ama aklınıza gelebilecek her şey. Hazırlıklı olmak gerekirmiş... Gün geldi, şartlarımızı da düzelttik çok şükür işte; artık evden çıkmalarım da, evden çıkartılmalarım da daha kolay olacak. Belki bu azaltılmış zorluklar dizisi, sağlığıma daha olumlu sonuçlar olarak geri dönecek bile. Umut oradayken de buradayken de hep var olacak kısacası işte... :)


Yazamadım işte bu yeni dönemin işleyiş süreci gelişirken, heyecanı ve hüznü içindeyken; ama bol bol ördüm, biraz da okudum bu arada... Hüzün o kadar büyük değil aslında, güzel anılarımı biriktirdiğimiz dostlarımızı tanıdıklarımızı görmeye devam edeceğiz zira; heyecanını da biraz baskılıyorum artık galiba. Güzel bir gelişme benim için, daha nicesine adım atabileceğimize inandığım tarzda güzel bir gelişme... :) 

Ablamlara geldiğimiz akşam alerjik halde göz sulanması ve burun tıkanıklığı şikayetlerim başladı. Bu sefer neyden alerjim depreşti bilmiyorum ama fazlasıyla rahatsız ediciydi. Öncelikle bu sebepten yazamadım... Şikayetlerim daha çok artmadan önce haftasonu boyunca örgü örebildim ve de kitap okuyabildim, ama hafta başında iki gün boyunca erken kalkıp doktora gidince yorgun düşüp doğru düzgün örgü bile öremedim. Üstteki beni çok yoran kitabı da daha dün bitirebildim, alerjim bu hafta başında doktora gittiğimizde doktorumun verdiği ilaçlarla daha iyi şimdi neyse ki. Ve ben yazmak istediğim bundan sonraki konularımı, bir sonraki "İnternet Günlüğüm" yazımda yazmaya devam ediyor olacağım inşallah. Bu yazının konu bütünlüğünü başka bir yere yönlendirmek ve konudan çıkış yapmak istemiyorum zira...

Son olarak yazamadığım sürede bir bere boyunluk örebildim, birkaç tane de bere boyunluk yarıladım. Nedense çoklu şekilde örgü örüyorum bu aralar, canım öyle istiyor çünkü! :) İzleyeceğim bir sürü film, yazacağım da birçok yazım var aslında ama çok azını gerçekleştirebiliyorum gelişen durumlar neticesinde. Şayet yazabilirsem görüşeceğiz ya, o zamana dek iyi bakın kendinize. İstediğiniz gidişatlara ve dönemlere sahip olun en hayırlısından inşallah. Beklentilerinize hakim olun, tavırlarınıza da; Rabbim neylerse güzel eylermiş, bekletirmiş ama en güzelini eyleyebilmek içinmiş. Bizim için hayırlısı olduğuna inandığımız bir dönem başladı, şükürler olsun ki; darısı tüm isteyenlere olsun inşallah. (:

Sevgilerimle...

9 Ocak 2020 Perşembe

Bu Bir TBBT Yazısıdır - Ocak 2020



En son Kasım 2018'de yazdığım "Bu Bir Gossip Girl Yazısıdır" yazımdan sonra, bir yabancı dizi izleyip bitirmemiştim ki; The Big Bang Theory'yi bu hafta başında son bölümlerini de izleyerek bitirdim. Yine yazısını çeşitli sebeplerim  olması sebebiyle yazma gereği duydum. "Bu bir The Big Bang Theory Yazısıdır" diyorum yani bu sefer de, ismi gereğiyle baş harfleriyle yazdım başlığa; kısaltmayı sevmesem de, bazen ben de gerek duyuyorum işte... 

İlk izlediğim yabancı dizim "Bu Bir One Tree Hill Yazısıdır" yazımı da burada bulabilirsiniz. Ki hala favorimdir, yerini doldurabilen gençlik dizim de hala bulunmamaktadır... :)




The Big Bang Theory'ye gelince; kendi alanında izleyip de beğendiğim tek dizi olabilir o da... İlk izlemeye başladığımda, lise 3 veya lise sonda idim. O zamanlar sevmeyeceğimi, konusu gereği beni cezbedemeyeceğini düşündüğüm dizi, bir zaman sonra fırsat buldukça Cnbc-e kanalındaki yayınlarına denk gelmeye uğraşır olduğum keyifli bir dizi oldu benim için... Çoğu zaman Türkiye Ana Haber bültenlerinin hemen sonrasında yayınlanıyordu ve dizilerimiz başlayana kadar da bitiyordu. O zamanlar en çok bu hali beni cezbediyordu, Türk dizilerinin süreleriyle karşılaştırınca  "tadımlıktan ziyade, doyuruyordu da"...

Sonra örgün öğretimde iki sene önlisans okumak için gittiğimiz Balıkesir'de, yatmadan önceki haftaiçlerimde iki gece denk gelir oldum; toplamda üç bölüm veriyorlardı o geç saatlerde de. Derken, öyle böyle izledim işte... Balıkesir'den dönüp birkaç sene daha TV kanallarından "kimi zaman denk gelemesem de" takip ettikten sonra bir yıl izlememiştim ki, 2017 senesinde diziyi en başından internet ortamından izlemeye karar verdim. İlk 4 sezonu 2017de, son 8 sezonunu da 2018-2019 senelerinde izledim. 

2020 başına da son sezonun 15 bölümünü bırakmıştım işte. Bu haftanın başında izlediğim son bölümleriyle bitti gitti The Big Bang Theory de işte. İlk fragmanlarının yayınlandığı zamanı hatırlıyorum da, sözde "hiç hoşlanmaz idim! Kesin sıkıcı idi!" Ama beklediğim gibi olmadı. Fen konuları sevmeyen beni, matematik'e belirli bir süreden fazla kafa yoramayan beni bile dizi cezbeder halde bilgileri ve tam yerlerinde komedileri içeriyordu...

Dizinin konusu ciddi anlamda tamamıyla fizik üzerine değil, diyebiliyorum şimdi; dizi sosyal ilişkileri bozuk 4 bilim adamının hayatlarını konu almakta aslında... Bu bilim adamlarından ikisi aynı evde, kendi kuralları ile yaşamakta iken; bir karşı cinsleri karşı binalarına taşınıp tüm dengeleri yerinden oynatmaya, terazinin ayarlarıyla oynamaya gelir ve işte oradan sonra karşıt dünyalar çarpışır. Zaten filmin ismi de bu karşıtlığı anlatmaktadır; The Big Bang Theory, aslında gerçek Türkçesi Big Bang Teorisi ama Türkçe yorumlayanlar "Karşıt Dünyalar Çarpışınca" da diyorlar diye gördüm... :)

Üst fotoğrafta göründüğü gibi; oyunlarında, işlerinde ve uğraşlarında, başaramadıkları ve başardıkları her bir durumda heyecanla bulunan 4 arkadaş. Yer yer arkadaş demek de zorlu üstelik ama birbirleriyle dalga da geçen birbirlerine destek de olan türdenler ve arkadaşlık da böyle bir şey ya zaten. Hani çok sevseniz de, kimi zaman sevmiyor gibi takılırsınız. Yer yer şımarmasın istediğiniz, çok sevdiğinizi söylediğinizde değeri yitip gidecekmiş gibi belli edemediğinizdir arkadaşlıklar; özellikle de erkekler konusunda. Bu da öyle bir şey sanırım işte... (:

Dizi ilk başladığında, Sheldon gibi bir karaktere sabredebildiğini gördükçe daha çok sevmeye başladığım "Leonard Hofstadter (Johhny Galecki)" karakteri benim dizide ilk sevdiğim karakterdi. Sonra diziyi 2017'de ilk bölümden itibaren izlemeye başladığımda, "Sheldon Cooper (Jim Parsons)" karakteri en favori karakterim olmaya başladı ve hiçbir karakter onun üzerine de geçemedi bitene dek.. :) 

Dizinin salak kız karakteri, diye gördükleri Penny (Kaley Cuoco) ise; dizinin salağı falan değil aslında, o çok akıllı görünenlerin yanında görmeye alışkın olmayan birini gören izleyicinin yorumu... Benim-sizin gibi biri Penny; fizik ve matematiğe yatkın olmayan bir dünyalı aslında. Nasıl her fizik ve matematiğe ilgi duymayan ortamın içerisine bir fizikçi gönderir de, onun orada kendini garip hissetmesini seyredebilirsiniz; dizide bunu izliyoruz işte. Penny, çok akıllı ve sosyalleşme becerisi en üst düzeyde bir kız. Başrol kadın oyuncumuz aynı zamanda kendisi... Sezonlar boyu onun değişimini de izliyoruz ki, bilim adamlarıyla dolu bir ortama yerleşmek hiç de kolay olmasa gerek! :) 


Sheldon ve Leonard, iki yakın ev arkadaşı. Ama yakın dedi isem, bildiğiniz yakın ev arkadaşlar gibi de düşünmeyin hemen... Biri olabildiğince sosyalleşme uğraşında olup becerikli olamayan Leonard, diğeri ise sosyalleşme amacı olmayan kendi hayatını bile katı yazılı sözleşmeler ve planlamalarla düzenli götürme uğraşında olan, "asosyalliği" bir yaşam felsefesi bilmiş ve neredeyse birçok şeyden hoşlanmayan Sheldon... Sheldon'ın, Leonard'la yaşadığı ev için hazırladığı, kendi sınırlarını da onun sınırlarını da belirlediği, her ihtimali düşündüğü bir sözleşmesi bile var. Bir yandan korkunç, bir yandan da komik geliyor filmi izlerken bu ayrıntı. Karşınızda takıntılı, titiz ve kurallarına sıkı sıkıya bağlı demenin bile az geleceği bir şekilde "kurallara saygılı" bir ev arkadaşı var. Aslında yaşadığınız trajikomik durumlarıyla, hayatı eğlenceli kılar bu durumlar da diye düşündürüyor ama elbet içerisinde olsak epey zorlu durumlar... :) Evde koltukta oturduğu yeri değiştiremeyen, yediği yemeklerin günlerine ve içeriğine kadar planlı, tuvalet yapma günleri bile haftalık planında yazılı, çalışma stratejileri, izleyeceği film ve diziler ayarlı... Aklım almıyordu yani benim de başta, Sheldon karakterinin bir kız arkadaşı bile olamaz gibi geliyordu; fakat o bile oldu ya dizide, her bir gelişmesi efsane idi üstelik de... 

Howard (Simon Helberg) ve Raj (Kunal Nayyar) ikilisi vardı bir de, onların arkadaşlığı ise bazen yakın arkadaşlıktan da öteye gidebiliyordu; ki onların komedisi de buydu… Howard, annesiyle beraber yaşayan bir Yahudi karakter; Raj ise, kadınlarla konuşmak konusunda onların bulunduğu ortamda konuşamayacak kadar çekingen bir Hintli. Aralarındaki komedi, birbirlerinin inançlarını ve yaşayış biçimlerini eleştiren değilse de alaya alırken eğlendiren bir şekil almış zamanla. Çünkü birbirlerinden çok farklı olup da, iyi anlaşabildiklerini farkeden yakın arkadaşlar onlar da…

Sonra ana karakterlerden bahsetmediğim bir diğer iki kişi, Howard'ın önce kız arkadaşı sonra da karısı olan Bernadette (Melissa Rauch); Sheldon'ın kız arkadaşı ve çok zor da olsa ilerleyen bölümlerde karısı olabilen Amy Farrah Fowler (Mayim Bialik)... Bu iki karakter de kendine has idiler. Üstelik Bernadette'in hayatında herkes kendini bulamazdı ama Amy karakterinde herkes kendini bulabilirdi bana kalırsa... Bernadette, kısa boyuna ve ince sesine rağmen, özgüveniyle kendini birçok alanda yükseltebilmiş; özellikle de sivrilmekte başarılı olduğu, sert mizacı ile... Ama Amy öyle değilmiş, özgüvenden yana eksik kalmış ve genelde çekingen davranmış bu konulara... En beğenilen en kabul gören olmak daha kolay bu zamanda ya, Amy karakteri en sönük kız olmuş okul hayatı boyunca. Ne bir erkek arkadaşı olmuş, ne tavırları hareketleri benimsenmiş. Oysa o kendine has tarzı ile hep var olmak için uğraşmış durmuş. Derdi herkes için iyi olmak değilmiş ama olduğu gibi kabul görmekmiş... Amy, Sheldon ile tanıştıktan sonra zor da olsa kendini olduğu gibi kabul ettirebildi Sheldon'ın arkadaşlarına ve onun da arkadaşları oldu onlar... Olduğu gibi kabul etmek, bir insanı değiştirmeden ve birilerini hep standart oldukları takdirde sevmelerden öte mükemmel bir davranış gibi geliyor bana. Aramızda, dış görünüşü veya hayata karşı bakış açılarından yana; zevklerinden ve farklılıklarından yana, kendini olduğu gibi kabul ettiremeyen o kadar çok insan var ki...

Amy en başta sevmediğimiz, bize itici gelen ama sonra tavırlarıyla sevdiğim bir karakter oldu işte. Bernadette ise normal gördüğümüz, tanıdıkça çoğu özelliği ve tavrını normal bulamayıp zaman zaman bir karakter olarak sert mizacını itici bulduğum ama yine de onu öylece de kabul edip sevebildiğim bir karakter oldu işte...


Dizide benim en merakımı cezbeden ve böyle bir oyun olsa dediğim Dungeons ve Dragons (Zindanlar Ve Ejderhalar) oyunu oynadıkları bölümler vardı sonra. Bu oyuna D&D diyorlardı çoğunlukla, ama gerçekte böyle bir oyun bulunmamaktaydı Türkiye'de ilk baktığımda. Şimdilerde Türkiye versiyonu da bulunan oyunun, online'da da oyun platformu bulunmakta imiş... Hikayeleştirilen ihtimaller dizisine bağlı bir oyun, D&D. Belirlenen mekandaki oyun platformu içinde, rollerle oyun oynanmakta... Her oyuncu karakterlerinin hamleleriyle oyun gidişatının değişimine sebep oluyorlar. Üstte göründüğü halleriyle beraber, birbirlerine verdikleri cevaplar da komediye sahne oluyor tabi. Kadın karakterlerin de D&D oynadıkları bölümler favorimdi bu arada… :)

Benim en sevdiğim bölümler Amy karakteri de diziye dahil olduktan sonra devam etti aslında, fakat 4.sezondan sonrasını beğenmeyen bir kesim de var tabii ki. Ama ben bu konuda şunu savunuyorum; nadir diziler vardır, bir karakteri itici kılığında diziye ekleyip de, onu dizinin en sevilen oyuncuları konumuna getirebilen. Bence Amy bu karaktere sahipti dizide. Sheldon ile önce çok yakın arkadaş oldular, Sheldon göremese de Amy ile aralarındaki aşk da başlamıştı tanıştıklarında esasında; birbirilerinin konum ve karakterlerinden çok hoşlanmışlardı. Sonra bunu güzel bir yere bağladılar ama çok sancılı oldu. Düğün günlerinde "gelin ve damat odalarında" aynada teori bulmaları ise, daha bir efsane idi onlar için... Bence o sancıları “Sheldon’ın Sancılarını” izlemek çok güzeldi. Her ne kadar 1 sezon daha devam etse izlerdim desem de, tam zirvede bıraktıklarını düşünüyorum; her çiftimizin aşkları en güzelce bitti, Raj’ınki hariç ne yazık ki!


Vereceğim tek spoiler -dizinin sonuna dair- bu olsun madem; ah be, Raj gibi becerikli-beceriksiz birini nasıl böyle heder edebildiler bilemiyorum... Bir erkek düşünün oldukça duygusal ve bu duygusallığını karşı cinsin karşısında yeterli düzeyde kullanamıyor ve bir yerde endişelendirici boyutta sergiliyor. Raj tamamiyle böyle bir karakter… Dur durağı yok, ne yapsa en sonuna dek gidiyor ve elbette ki hüsrana uğruyor. :) Ailesinin bulduğu kızla evleniyordu en son, onunla dahi işler tıkırında gidemedi. Bir yerde yine kendi bozdu işi. Ben tam sevmiştim o karakteri, Raj’ın tavırlarıyla ve yaşadıklarıyla o karakteri de sevemedim yine sonrasında. 5 veya 6. sezonda Raj gibi çekingen bir kız vardı aslında, “Tam dengini bulmuş Raj, beraber açılırlar!” demiştik ki; o kız (Lucy), Raj’dan da beter çıktı. Gerçi bu komedileri izledik işte ama tüm karakterlerin mutlu sona ulaşabildiğini görmüşken, Raj’ın köpeğiyle yalnız kaldığını düşünmek üzücü oldu yani…

Benim bir diğer karşıt fikirleriyle karşı karşıya geldiğinde çok eğlendiğim ikili de, Sheldon ve Howard’ın anneleriydi. Sheldon’ın annesi oldukça Hristiyanlık inancına sahip dindar bir kadın, Howard’ın annesi ise Sheldon kadar olmasa da sosyal ilişkiler konusunda geri kalmış sert ve dini inancı bulunmayan bir kadın. İkili bir araya geldiğinde ahlak üzerine sohbetleri de oldu, Hz. İsa üzerine de. İnançları olduğunca sarsmadıklarını hala düşünüyorum ama inanmayan bir kişinin sorduğu her soruya da yer verdiler ki, böyle bir filmde yer alması gereken bir yandı bu konu da...


Dizinin beni bir diğer yandan cezbedici yanı; saygı konusu, ilişkilere dair yaklaşımlar konusu çok inceleniyordu. İlişkiler üzerine, karşıt durumlar ve olgular üzerine işlenen konularda bazen abartılar vardı; sanıyorum beni tek rahatsız eden bu durumdu ama dizi bunu bile kaldırabiliyordu... Saygı meselesine devam edecek olursam; oyunlar oynayan, hayata karşı faydalı olmaya çalışan insanların “gelişmiş bir dünya düzeyinde” yaşayabilmesini izliyoruz aslında. Filmin bu yanından bakınca, “kadına şiddet uygulayan”, “erkeği kalıplara sokmaya çalışan”, kadını küçülten, erkeği yücelten bir ortamda geçmeyen bir diziyi izlemek; hayatın değişebileceğine ve gerçek dünyada yaşanan bu gibi şeylerin bir gün son bulabileceğine inandırıyor. Bir nevi “ütopya” kurulmuş; insanlar eğlenerek ve de her koşulda konuşarak, yeri gelince konuşmayarak da çözebilir meselelerini diyebiliyor ve inanıyorsunuz işte…


Konu bu olunca; “insan meşguliyetlerine ve hayatını kendi tercih ettiği ve beğendiğince yaşama düşüncesine odaklandığında, esasında geri kalan hayatı boyunca karşılaşmak durumunda kaldığı tüm sorunlara daha da çözüm odaklı bakabiliyor.” Dedirtiyor. Dizi film izleyen, kendi zevkleri bulunan, birileri olmasa da yaşayabilirliğini hesaplayan; hayatı başkaları için değil, önce kendi için dünyasını güzelleştirerek “saygıyı” kendinden başlayarak dünya merkezine koyan kişi ve kişilerden bahsediyorum… İzlediğim çoğu trajikomik olayların, kimi zaman çözümlenmediğini görsek de alınan derslerine şahit olduk. Hayat bu dedirtti; en bilgisizinden, en bilgilisine, karakterler bunları öğretti. Benim için alanında efsane olarak kalacaktır…


Bu yazıyı çok uzun tutabileceğimi düşünmüyorum daha aslında; 12.sezon’un 25. Bölümü diye adlandırabileceğimiz, Penny ve Leonard karakterlerinin dizi çekim alanlarında çekim hatıralarından bahsettikleri bölümü de izlediğimde, içim böyle cız etmedi değil yani… Liseden bu yana var olduğunu düşündüğüm bir dizi son buldu, daha ne olsun işte. :) Beğenmemiş olduğum bölümler de oldu ama hiç devam etmemeyi düşündüğüm sezon olmadı şükür ki… Karakterlerin abartılı bulduğum halleri olmuş da olsa; Sheldon, Amy, Leonard, Penny, Raj, Howard, Bernadette, her birini o kadar özleyeceğim ve dönüp dönüp kendimce belirlediğim bölümlerde sevdiğim hallerini öyle izleyeceğim ki… Bundan sonra nice böyle dizilerle tanışabilirim, dilerim ki…

Şimdilik izlediğim bir başka dizim yok, yarım kalan birkaç dizim varsa da; bitirmek isteyip de son buldurduğum, eski veya yeni bundan sonra bir “Bu Bir … Yazısıdır” ne zaman gelir bilmem. Bir dahakinde görüşene dek, izlediğiniz dizilerin tavsiyelerini ve yorumlarını da bu yazımın altına beklerim ama… :) Ben şimdi istemsiz, bir başka komedi dizisini bu dizi kadar benimseyene kadar arayışta olacağım. Ama tavsiyelere de açığım. Yeni dizi fikirleşmelerinde ve beğendiğim beğenmediğim film ve dizi yazılarımda görüşmek üzere. Sevgilerimle... (: 

5 Ocak 2020 Pazar

Pazar Yazısı #65 - 2020'nin İlk Pazarı


2020'de ilk yazımı, 2020'nin ilk pazarı olan bugün 5 Ocak 2020'de yazıyorum. Kendimi ve dünyamı anlatabildiğim, hepimiz için yaşamı anlamlandırabilmeye devam ettiğim nice yazılarım olsun diliyorum... :) Haydi 2020 de hayırlı uğurlu olsun hepimize inşallah...


Bugün yine bir pazar günü idi ve benim için birkaç gündür olduğu üzere yine en çok örgü örerek geçti. Dün akşam başladığım bir bere boyunluk ile ilk defa yapmaya uğraştığım üzere nasıl olacağını benim de merak ettiğim yeşilli kahverengili köpek kazağı ile ilgilendim. 2020'nin ilk pazarı da olabildiğince doluydu yani... :) 

Kısmetse önümüzdeki günlerde uğraşlarımız değişecek, durumlar kesinleşince bahsedeceğim buradan ben de ama şimdi elimizdeki sipariş örgülerimizi bitirmeye devam ediyoruz ablamla bu günlerde... 2019 sonu yine sipariş almaya başladık ablamla, biriktirdiklerimizi çevremizden yılbaşı hediyesi almak isteyenlere ulaştırmıştık öncesinde de; derken 2020 örgü siparişlerimiz üzerine de örmeye ve üretmeye devam ediyoruz şimdi... :) Allah bereket versin, kendimizce de kazanıyoruz işte. Kendi ürettiğini satmanın hazzı çok başka, işin içinde emek olunca her biri çok başka zaten ama...

2019 sonunda, birçok üçgen şal bitirmiştim; çoğunun hala kenar örgüleri bitirilmedi, onları da annem fırsat bulabildikçe emek emek işliyor işte. 2019 sonunu da iki yarım şal örgümle sonlandırmıştım ki, yılın ilk 5 gününde 2 günde birini bitirerek iki şal bitirmiş halde devam ediyorum yani... Çok amatör de olsa bir instagram hesabımız bile var bu arada, ama elimizde siparişler varken orayı daha fazla aktif etmeye cesaret edemiyorum şu an mesela. Örme konusunda hızlı olsak da esasında, şu üstte bahsettiğimiz birkaç gün içinde değişeceğine inandığımız durumları bekliyoruz ya; bir süre yoğun olacağız ve biraz sabretmemiz gerekiyor şimdilik... :) 


İşte bu haller içerisinde, dün bir koyu kırmızı şal daha bitirdim. Kenar motifleri bitince o da çok güzel olacak bence; ama o işlem için o da biraz bekleyecek, onun gibi bekleyen yaklaşık 10 adet şalla beraber... :) 4 hazır şalım var satışını bekleyen, 10 tanesi de kenar örgüsü için sıra bekliyor işte...

Öte yandan kitap okurken olduğu gibi, yazı yazarken olduğu gibi; yeni ihtiyaç listeleri değişiyormuş meğer. Üstte gördüğünüz beyaz örgü, hem bere hem boyunluk olarak kullanılacak ponponlu bir aksesuar olacak. Onun şişi yeni... Misinalı şiş kullanmaya alışık olan ben, küçük örgülerim için de 15 cm'lik düz bir şiş kullanıyorum (üstte yeşilli örgümle görüldüğü üzere). Ama lastik örgüsü ve de misinalı şişe küçük ama küçük şişime büyük gelen ilmek boyutlarım için biraz uzun bir şişe ihtiyacım olunca; boyutu 25 cm birer şiş aldırdım anneme, biri 3,5 numara ve diğeri 4 numara... 

Küçük örgülerim için 15 cm'lik şişlerle çalışıyordum; eldiven örerken, saç bandı örerken, küçük battaniye parçaları örerken işte... Bu şişlerimi de bere boyunluklarım için ve biraz daha enlemesine uzun bebek yelekleri ve hırkalarını örerken kullanacağım. Örgü örmenin de aynı şişlerle devam edilebileceğini düşünürdüm önceden, ipine göresini geçtim; ördüğüne göre bile şişleri ipleri değişiyor maalesef. :) Örülecek o kadar örgüm var ki, okunacak kitaplarım olduğu kadar; şükür diyorum, çok şükür... =)


Okuyacağım kitaplar, öreceğim örgülerimin yanı sıra; izlemek istediğim dizi ve film listelerim de var ki, birini 2019'da bitirmeyi umarken bu haftaya sarktı. The Big Bang Theory'yi kısmetse bu akşam bitireceğim, 12. sezondan son üç bölümü kaldı izlemediğim. Yıllar sonra bitiriyor olduğuma üzülüyorum şimdi, ara vererek de olsa yaklaşık 10 senedir izlediğim bir dizi zira kendisi... :)

Bugün bu sene adına düşündüğüm bir diğer konu da, birkaç yarım kalan film serilerimi bitirmek istiyor olmam ve de dil çalışmalarıma geri dönüş yapmamdı. Tabii ki, bu yazımla bloğuma döndükten hemen sonra... :) Eksik kalan yazılarımla yeni başlayacak haftayla buralarda olabilmeyi umuyorum...

2020'nin ilk pazarı, üstte gördüğünüz yeşil ve kahverengi renklerinin bulunduğu köpek kazağının sırt parçasını örmeyi bitirerek geçti çoğunlukla. Ama Youtube'da izlemek istediğim videolara da odaklandım bu arada, etrafımda sohbet eden aileme katıldım, yer yer ara verip yeğenimle oyunlar da oynadım. Derken gün geçti işte, ben de bu yazımı ancak yazabildim...


Şimdi de öyle bir hafta diliyorum ki, her birimizin hayatında hayırlısıyla güzel gelişmelerle yer alsın. İşlerimiz yolunda gitsin, emeklerimizin karşılığını alalım... İstemsiz yeni haftanın bir an önce başlamasını ve neler olup biteceğini görmeyi bekliyorum işte. Örgüyle, toparlanma ile, silkelenmeyle ve kitaplarla dolu dolu geçsin; huzurla gelsin ve nihayetine bağlasın olaylarımızı... Amin. :)

Sevgilerimle, mutlu akşamlar ve mutlu haftalar...