31 Mayıs 2016 Salı

2016'da İlk Pikniğimiz, Sivas Divriğ'liler Pikniği - 29.05.2016 - Haftasonundan Kalanlar



2016'nın ilk pikniğini, geçtiğimiz Pazar günü (29.05.2016) yaptık. Güzel olmasına güzeldi, hiç yoktan akrabalar ile beraberdik; azınlıkta da olsak. Ama ben henüz kendime yeni gelebildim, zira epey hastalandım ben piknik sırasında; salgın mıdır, açık hava çarpması mıdır, feci mide rahatsızlığı yaşadım. Tam olarak tadına varamadım bu piknik'imizin, ama yine de güzeldi; diyorum ya ailecek ve akrabalarla olmak bile güzeldi...

Orhangazi-İznik Piknik alanında idi, piknik yerimiz. Divriğli'lerin pikniği idi. Annemin tarafta babamın tarafta Divriğili bizim. Aslında daha kalabalık olurduk da, çoğu akrabalarımız burada değil bu aralar. Divriği Pilavı ve pikniği için toplanılmıştı. Bizim kahvaltılığımız da, piknik malzemelerimiz de tamdı. O gün sabahın erken saatlerinde gittik piknik yerine; Veli amca, Sakine amca, annem, ablam,eniştem, Kağanım ile beraber, Babam bizi bıraktı ve işine gitti oradan da. Kahvaltıya girişmeden hemen öncesinde ve kahvaltı sırasında, alana hazırlanan kolonlardan internetten çalan şarkılarla başladı şenlik. Türküler gırla idi, güzeldi de. Kahvaltı sonrası ise hemen halaya geçti büyükler küçükler...

Piknik'ten hatırımda kalan türkülerden birkaçı şöyle idi; Sivas Halayı idi (Hani şu Sivas'ın Kızları, diye sözleri olan), sabahtan benim aklıma takılan ve söyleye söyleye ablama da bulaştırdığım ve en nihayetinde sazıyla sanatçımız gelmeden öncesinde çaldırdığımız Öf Öf şarkısı, Bir de Sen Sivas'ı Seyret, Yar Bende Seni şarkısı... Bunlar haricinde hatırımda kalmayan birçok türkü de söylendi, davul zurnadan sonra da önce de saz eşliğinde halaylar da çekildi. Davul Zurna akşam 17.30'a kadar falan piknik alanında idi... Türkülerden en sevdiğim ise o gün Öf Öf'tü, zira bu aralar yine dilime dolanan türkülerden biri oldu kendisi... :)

Türkü de dinleyen biriyim ben; gerek bazı Anadolu türkülerimizi sevdiğimden, gerekse de ablamın küçüklüğümden beri türkü dinlemeye daha tutkun oluşundan kalma bir alışkanlık. Ama seçerim ben Türküyü de işte, her türküyü dinlerim diyemem. Bir de; İyi saz çalan, çalarken güzel sesiyle türküsünü söyleyen biri olursa bulunduğum ortamda, bilsem de dinlerim bilsem de. Bu da ayrı bir mesele tabii ki. :)

Valhasıl akılda kalanlar; sazlı sözlü dinletiler, halaya koşan ailem ve akrabalarım, muhabbete katılmaya çalışan bir bendi. Bir araya gelmek güzeldi, muhabbeti de pek severim de; ben rahatsızlandım öğleden sonrasında işte. Rahatsızlanana kadar biraz kitabımı okudum, kendimce müziklerle ve açık havayla hem kendimi hem de muhabbetleri dinledim. Ama uzun zaman olmuştu bu kadar açık havaya çıkmayalı herhalde, bir de ortalıkta salgın varmış efendim; mide ve bağırsakları hasta eden bir mikrop. Pek halsiz düşürdü beni o gün bu durum, 14.00'ten 17.00'e kadar sancısını ve sıkıntısını çektim. Bahsetmiştim, ablam geçen hafta bu mikrop sebebi ile rahatsızlanmıştı, onun ilaçları iyi geldi bana saat 17.00'den sonra alınca... Ama sonrası da fena idi, halsizliği bitmedi 20.30'da eve dönene dek arttı durdu. Ta ki yatana kadar... Unutmadan, uzun zamandır böyle bir halsizlik yaşamamıştım ben. Daha bugün öğlen toparladım kendimi, aman sizler dikkat edin dostlar...


Arada akraba piknikleri yapmalı böyle, halaylı ve sazlı sözlü. Ama benim bir isteğim daha var esasında bambaşka, yemekten çok atıştırma faslı olsun ama sazı sözü bol olsun isterim... Ki bundan seneler öncesinden beri, ki bu yapmak istediklerimin listesinde bulunan henüz gerçekleşmemiş maddelerden biri hala. Yapmak İstediklerimin Listesi, burada. :)


Eskisi kadar buluşmaların sık olamadığından bahsediyorum ya, görüşemediğimiz kısımlar ile bu piknik vesilesiyle görüştük buluştuk işte. İşte tam da bu yüzden diyorum, bitmesin bağlar tükenmesin eski zamanların halleri diye... Güzel bir piknikti; babam geldi akşam işten çıkıp, mangalımız biraz geç -babam bile geldikten nice sonra- yandı. Ama sazı sözü güzeldi, ortamı güzeldi. Ayarlasak ayarlasak kaçsak böyle alanlara. Yemesi içmesi hiç önemli değil, maksat muhabbet, birliktelik ve gönül açlığını doyurmak olsun. Ben böyle düşünüyorum. Dilerim nice pikniklerimiz olur bu yaz da, ama 2016'nın bu ilk pikniğindeki gibi hasta olmam ve nice anılar ve fotoğraflar biriktirmiş olurum sevdiklerimle yine... 

Siz siz olun, aman bünyenize dikkat edin bu ara. Ben uzun zamandır böyle halsiz ve böyle yorgun düşmemiştim. Bu yazı bugüne bu yüzden sarktı. Bir de zorla da olsa, Mayıs'ı bu yazı olmadan uğurlamak istemedim. Son yorgunluklarımı atmadım hala, ama daha iyiyim bugün. Mayıs'a güle güle, Haziran'a merhabam şifa dileklerimle. Sevgiler... :)


28 Mayıs 2016 Cumartesi

Uzay Terapiye Yeniden Başladık, Saçımın En Kısa Hali - (23.05.2016-27.05.2016)


"Haftanın notlarını yazayım, bir yeni haftayı daha bitirirken." dedim. Yazamadım, malum sınavlara çalışmam gerekliydi ve nihayet dün sonunu getirdim. Şimdi kaldı, sınavlara doğru son tekrarlarım. Bu sefer olacak inşallah, finallerimi de layığıyla verdiğim zaman bu seneyi de geride bırakıyor olacağım.

Hafta içinde yazamamışken, bende bu hafta neler oldu neler bitti yazma kararı aldım.


İlk olarak, hafta başında nihayet Uzay Terapi'ye başladık. 2016 yıllık ek tedavime de nihayet başladım. :) Söylenenlere göre, bu sene 60 seans değil 30 seans veriliyormuş. Yaş sebebiyle SSK 18 yaş üstüne artık karşılamıyor tedaviyi diye söyleniyormuş. Yorucu bir düşünce içerisine girip çıkıyorum esasında, ama sonra da diyorum ki; "hele 30 seansımı bitireyim de belki değişir yine bu durum o zamana dek..."



Bu haftabaşı benim Uzay terapiye yeniden başlayacağım, Kağanımın da yeni kesilmiş saçlarıyla okula gidişi olacaktı. Bir poz çekinelim dedik bizde, üstteki fotoğraf da bu pozlardan biri oldu işte... :)

Uzay Terapi'de randevulu seanslarım, bu sene Pazartesi ve Cuma günleri olacak. Geçen sene Ali abi ile çalışmıştık, bu sene de Orhan abi ile çalışıyorum. Yine umudum içimde taştı çok şükür, Uzay Terapi bana en iyi gelen tedavilerden biri çünkü biliyorum. Olur diyorum, olacak da. Ben çabalıyorum, çalıştığım insanlar işlerini bilerek yapıyorlar. Allahımın izniyle bu sene de yol katedecek ve inşallah da ayağa kalkacağım yeniden...

Bu Pazartesi, emekleme pozisyonu ile başladık çalışmalara. Ki fizik tedavimde de bunun için uğraşıyoruz. Ama Uzay Terapinin ekipmanları sebebiyle daha kolay olduğunu gördüm bu Pazartesi. Fizik tedavide ekipman kullanmadığımızdan yavaş yol alıyoruz tabii. Ama her ikisine de ihtiyacım olduğunu biliyorum, azimle çalışıyorum bakalım. Güzel olacak her şey, aldığımız yeni yolları da belirgin şekilde görebileceğiz inşallah. Hepimiz için hayırlısı olsun, tedavilerimizi ve çabalarımızı eksik etmeyelim gündelik işlerimizden bile; aman ha!


Bu hafta yeniden saçlarımı kestirdim. Kıpkısa diye bir kavram var ya hani, bu sefer aynen öyle oldu saçım. 


Şu üst resimdeki hallerim bu haftabaşından; solda kestirdiğim Salı gününün akşamı yıkadıktan sonrası, sağdaki de ertesi günü Çarşamba günkü hali. Yani kısacası, haftaya uzun saçla başlayıp kısa saçla devam ettim bu hafta. :)

Kulak altı istemiştim bu sefer, istediğim gibi de oldu aslında boyu. Ama nedense resimlerde de görüldüğü gibi, önde kısa istediğim kısımlar biraz tokaya giremeyecek kadar kısa olmuş. Neyse artık, o da 2 haftaya düzelir dedim geçtim. Bu hali de güzel ama 2 hafta sonraki hali de çok güzel olacak. Saç uzatmak da bir hobi oldu bende galiba bu arada. Bunun da ötesi, sanırım amerikan kesim dedikleri kadar kısa olur artık. Olabilir de tabii. Yaptırmam diyemem, çünkü ne için "asla" dedi isem Asla'nın garip çekiminden kurtulamıyorum sonra.!

Yok yok saç tutkum bitmedi hala tabii, sadece takıntı dahilinde değilim ergenliğimdeki gibi. Saçlarımla oynamayı seviyorum hala sadece. Kışın uzun, yazın kısa kullanmayı seviyorum. Omuzlarımın üstünde de, ensemde de yakışıyor bence de bana. Yakıştırmadığım zamanlar geride kalmış ve bakış açım değişmiş olsa gerek. Eskiden olsa kestirmezdim, uçlarından al tamamdı benim için. Şimdi ise; uzun saçlarımın yeri ayrı, kısa saçlarımın yeri ayrı benim için. Gece kısa saçla uyumanın keyfi de, uzun saçla uyuma halleri de başka tabii... 


Telefonumun Rom'unu yeniden değiştirdim.

Pazartesi günü Uzay Terapimde yaptığımız hareketlerden bahsetmek üzere, ayrı bir yazı yazmayı düşünüyordum ama olmadı. Zira Yalova'da Uzay Terapi'de iken çektiğim bütün fotoğraflarımı silmişti yine telefonum; Vivo_Rom'un bir hatası olduğunu sandığımı söylemiştim, belki de ben yapamadım bilmiyorum. Öncesi iki günde de uğraştığım üzere, bir türlü durumu çözememiştim. Ama güzel bir romdu, burada bahsetmiştim.

Bende Salı günü Ram raporumu yeniletip saçımı kestirip geldikten sonra, yeni rom arayışına geçmiştim. "Sorunsuz Rom" başlığı altında bulduğum nice romlardan birinde karar kıldım ve yeni rom'u uyguladım telefonuma. Önce Stock Rom, sonra geçici Cwm ve yeni rom uygulaması vs derken, bir baktım bu işi de hallettim. Nazar değdirmeyeyim kendi kendime ama silinmiyor artık şimdiki rom içinde resimlerim de. Onun linkini de buraya bırakmıştım tabii ki, incelemenizi öneririm. Bu yazıyı yayınladıktan sonra, diğer yazıma da bırakayım diyorum bu linki... 


Ve Biraz Da Mevsimsel Hastalıklarla Bitti Bu Hafta...



Her gün veya her gün olamasa da sık aralıklarla yazamayınca böyle oluyor, anlatacak çok şey birikiyor. Bir yazıya ne kadar şey sığdırdım değil mi yine. Sığdırmam gerekenlerden biri de; Biraz da hastalıklarla geçirdik bu haftayı. 

Sanırım bir salgın gibi, mide bulantısı ve üşütmüş gibi iştahsızlık ile dolu bir hastalık var bizim aile üzerinde dolaşan. Ablam da Kağanım da bu hafta, mide bulantısı ve halsizlikle boğuştular. Şimdi her ikisi de iyi, ama Kağanım ile bugün yine hastaneye gidip test yaptıracaklardı. Kağanımın rahatsızlığı için, parazit veya mikrop mevzusu da olabilir demişlerdi. Dedikleri gibi de mikrop çıkmış, ilaç kullanmaya başlatmışlar. İnşallah bir an önce toparlar kuzum, dün halsiz halde yatması gerekirken bile oyun oynama derdinde bana gülümsüyordu üstteki resimde kuzum; "çocuklar hasta olmasın hiç inşallah, hep oyun oynayabilsinler" diyorum bu yüzden yine bu ara yine sık sık...

Kağan'ım ile uğraşırken, kalan son derslerimi de bitirme uğraşlarıma devam ettim bu hafta yine. İşimi şansa bırakmamak için gece yarısı birlere ikilere kadar çalıştığım da oldu bu hafta. Kendimi hala Sındırgı'da okuyor gibi hissettim öyle gecelerde yine... Ama babamla maç izleme keyfimi de, Kağanım bizde kaldığı akşam bir yandan çekirdek çitleyip bir yandan da beraber oynayışlarını izleme fırsatımı da kaçırmadım tabii yine. :)


Haftaya haftasonu sınavlarım var ve bu sefer daha da hazırlıklıyım çok şükür. Bazen düşünüyorum bu arada, bu bölümü okuduktan sonra ne yapacağım acaba. Plan ve programlar bitmiyor, hiç bitmesin de zaten; ne öğrenmek, ne öğretmek, ne de yazmak... 

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Geride Kalan Günlerden Notlar..


Aslında bu yazıyı dün yazmayı düşünüyordum ama bugüne kısmet oldu. Bu saatte ne yazısı, bile dedim kendime; zira çok yorgunum aslında. Ama içimde böyle anlarda da yazma aşkı tutuşuyor yazmadan duramıyorum. Yazıyla konuşmam gerek, içimdeki coşkuyu bir şekilde akıtmam gerek. İşte yine yazmam gerekti ve yazdım bende.

Geride Kalan günlerden notlarım var; aslında bugün çektiğim fotoğraflar telefonumun azizliğine uğramasa idi bugün yaptıklarımızdan bahsedecektim size. Ama ondan öncesi bugün biraz geride kalan günlerden bahsedelim istedim. Neler yaptım ve neler geçiriyorum aklımdan... Mutlu haftalar olsun hepimize... :)


Bende Snapchat'teyim; Bir İnstagram Değil Ama...

Bir giriş yapmadığım Snapchat kalmıştı, ona da el attım efendim. Aslında epeydir hesabım vardı, ama bu kadar sık kullanmıyordum. Telefonum (Galaxy Ace) snapchat'i destekleyen cinsten değil. Ama tabletimizde bakıyordum arada, biri snap attı mı diye arada. Ama annem telefon değiştirince, daha doğrusu eniştem telefon değiştirip anneme telefonunu verince bende oradan kullanmaya başladım snapchat hesabımı; birkaç hafta kadar oluyor bu. Derken bir baktım, kısa yazmak üzerine de başarılı olabiliyorum. "Ama bir blogger, bir instagram değil" demeden de geçemiyorum. Malum uzun uzun yazmak benim tabiatım da var... 

Bu arada Snapchat'te adım; didolatte92 

Bilindik sosyal medya hesapları gibi bağlantı aracılığı bulunmamasına rağmen, bazen de "iyi mi ki burası?" diyor insan. Ama sonra diyorum ki, geri dönüp bakamayacağımız sileceğimiz bir sürü görüntüler çekiyoruz. Amaç ne ki? Sorgulamacı kişiliğim, bu tarafı bir yandan sorgulamaya devam ediyor. Bir yandan da, her şeyi silmiyoruz da ne oluyor; "yine bize hüsran, bize yine eskileri hatırlayıp üzülmek var." diyerekten kendime de laf çarpıtmak isterim. Zira, bu aralar gerekli görmediğim şeyleri silme kararı almıştım. Başardım da, silmekte zorlandığım eski birkaç hatırayı daha sildim. Şimdi canımı yok yere acıtan ve bir yere varmayan o hatıradan eser yok. Zamanı şimdi imiş diyorum bir de, aradan bunca sene geçip de silemeyişimin başka sebebi olamaz bence... 



Telefon Ve Rom-Root Mevzusu

Tabi üstteki resimden bu resimden de belli olduğu üzere, telefonumla uğraşıyorum yine Perşembe gününden beri. Birden bire çöktü yine telefonum (Galaxy Ace S5830i). 4 senedir kullanıyorum bu telefonu, çekmediğim kalmadı desem yeridir. Hatalı üretim diye duymuştum, birçok kez garantiye gitti. Garantiden sonra da tamamen çöküşe geçmiş de, beni çileden çıkarmıştı. Bende nihayetinde kendim yazılım atma kararı almıştım 9 ay önce, zira para ile attırıyorum da ne oluyor iki ayda bir 30 Tl ödüyorduk. 

9 ay önce bir yazılım atmıştım, o zamandan bu yana arada format atmak zorunda bırakıyordu beni ama onun haricinde bir sorun çıkarmamıştı; geçen haftaki perşembe gününe kadar. Yazılım attım ertesi gününe bende yeniden, ama artık orjinal sürüm kabul etmemeye karar vermiş. Şu an yeni bir telefon alabilecek durumda değilim, gerek maddi gerek de manevi. Aldığım her telefon elimde kalıyor, yoruldum doğrusu. Ben de inat edip bir sürüm buldum ve telefonuma yükledim, Cumartesi günü. Bu sürüm, benim telefonum gibi garantisi bitmiş telefonlar için bir rom uygulaması. Rom ve root uygulaması diyorlar adına. Bu iki konuda, detaylı bilgi okumadan işlem yapmayın lütfen. Telefonunuzun garantisinden de olabilirsiniz, tüm sorumluluğu kabul ediyor olun lütfen.  Linklerini de eğer birilerinin daha işine yararsa diye, Google profilimde paylaştım: burada ve burada bulabilirsiniz...

Hala ufak tefek sorunlarım yok diyemeyeceğim, en azından bu sürümü tamamen kusmuyor telefonum (Artık ben böyle diyorum, resmen kendi sürümünü kabul etmiyor). Bir sorunum var, bugünkü sorun kendisi işte; bugün Uzay Terapi'ye başladım yeniden ve terapi sırasında dinlenmede iken çektiğim fotoğraflar silinmiş. Ne yapalım, bunun için de birkaç gün uğraşacağım gibi gözüküyor. Bu yazıyı yazmadan öncesine kadar uğraştım epey çünkü...

Telefonumun yeni hali hayırlı uğurlu olsun bana o zaman, dilerim en az 9 ay da bu sürer. Telefon değiştirme sıkıntısına da, telefonum bozuldu sıkıntısına da girmek istemiyorum. Telefon konusunda benim kadar şanssız insanın olmadığını iddia edeceğim de, iyi düşünme politikama aykırı. Şükür ki, bir şeyler anlamak zorunda kaldım ve anlar oldum artık bu konulardan. Çok da rahatsız değilim ama dakika başı hata vermese daha güzel olacak... :) 


Yeğenim Ve Kapüşon Meselesi 

Gündüzlerim Kağanımla başlıyor şükür. Hala değişik hallerle geliyor, aksini de bekliyor değilim aslında. Her yeni hafta, bir başka değişimini bekler halde heyecanımı yeni tutuyorum resmen. Onun büyüyor oluşunu izlemek, hayatımdaki en büyük mucizelerden biri. Anne olmadan, olmuş gibi hissediyorum çok şükür. Haftaiçi ablam gelip Kağan'ı bırakıyor ve işe gidiyor. Eskisi kadar her gün erkenden uyandırıyor diyemeyeceğim. Ama çoğu sabah, bir önceki akşamın haberleri ile veya uyandığı sabahın haberleri ile geliyor ve güne hep acayip hallerde başlatıyor. Çalışmıyor oluşumu aratmıyor bana doğrusu. Onunla geçen sabahlar daha güzel ve rahat...

Tripleri oluyor, triplerimiz oluyor. Doğrusu bende ona bazen trip atıyorum, çünkü diğer türlü anlaşamaz oluyoruz bazen değişken hallerimizle. :) Bir süredir kafasına kapşonlu hırkası veya bulamadı ise bir süveterini geçirerek dolaşma gibi bir huyu vardı, saçlarını kestirdiğimizden sonra o boşluğu öyle doldurmuştu bence kendisi. "Kız Tokam bu benim" diyordu, neden taktığını sorunca. "Sen erkeksin ama Kağan" dediğimde de, "Ama ben böyle takmayı seviyorum" diyordu. Velhasıl, bu takıntısından vazgeçirmek kolay olmadı. Ayrı bir yazı çıkar, sebepleri olarak gördüklerimi yazarsam buraya. :) Kafasının terleyebileceği ve hasta olabileceğini, bu durumun hoşumuza gitmediğini anlata anlata ona doğrusunun bu olmadığını aşılamayı başardık işte 2-3 hafta süren bir sürede...

Bu süreçte, yeğenim alt komşumuz Gönül ablaya da biraz tutuldu. Göbül ablayı çok sevdi ve onunla da vakit geçirmeyi çok ister oldu. Bu duruma Gönül abla da el atınca, Kağanımı ikna etmek daha kolay oldu diyebilirim tabi. Çok şükür ki, gerek biz, gerek Gönül abla gerek de kendi evlerinde anne ve babasının etkisi ile bu alışkanlık def edildi. (Mission Completed diyebiliriz.)

Ve geçen Cuma; ilk doğru düzgün ve uslu şekilde berber macerasını yaşamış yeğenim, babam ve annemin ikna kabiliyeti sayesinde. Üstteki resim o günkü berber macerası sırasında çekilen fotoğraflardan biri. Kağanım küçüklüğünden beri saç kestirmeyi seven biri değildi ve o koltuklar ile aletlerden korkuyordu. Nihayet bunun da zamanı gelmiş olmalı ki, bunu da yaşadık yeğenimle. O gün eve gelişleri bana sürpriz oldu. Bugünümüze şükür etmekten başka ne diyebilirim bilemiyorum da şimdi... :)


Derken günler geçti, 23 Mayıs'a eriştik ve sizlere bu yazıyı yazıp yayınlamak nasip oldu işte. Baktım 2-3 aydır doğru dürüst yazamıyorum, ta ki geçen haftaya kadar. Bundan sonra da geri dönüş niteliğinde olsun, eskisi kadar doğru dürüst bahsedip yazabileyim sizlere deneyimlerimi ve gözlemlediklerimi inşallah. Çünkü ben çok özledim, siz de özlemiş olun isterim. Sevgilerimle, dileklerim hepinize mutlu anlar olmasından yana. :) 

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Dikkatsizim, Galiba Yorgunluktan


Dikkatsizliğim hakim bu aralar, en belirgin olayını da dün yaşadım bu durum hakkında. Sene başından beri 21-22 Mayıs diye bildiğim finaller, meğerse 4-5 Haziran'da imiş. Hata ediyormuşum meğer, taa ne zamandır yanlış geri sayım yapıyormuşum. O sebepten, hatamı düzeltmeye geldim bugün. Sevgilerimle, başlıyorum...



Gelin anlatayım bakın nasıl oldu bu dikkatsizlik hadisem; Benim sene başında aldığım sınav tarihleri hala geçerli sanıyorum ben. Vizelerin sonuna dek tarihleri takip ettim de, nasıl oldu ise yorgunluktan mı nedir girmedim son sınavlar açıklandığından beri işte Aöf'nin sitesine. Vizeler sonrası zaten 1 ayım var çalışmak için dedim ve verdim kendimi derslere yeniden, kendimden emin bir şekilde. :) Meğer ikinci dönem başına kalmadan değişmiş demek ki, öyle bir belirti olmamasına rağmen benim tahminim bu üstelik. (Üstteki resim, bugün Aöf'nin sitesinden aldığım screen görüntüsü. Yani dönem sonu sınavlarına 13 günümüz var daha, sakin olalım.)

Burada 1. notumuz; Kendinden emin dahi olsan, tedbiri elden bırakma. Kontrol et, iyice emin ol ve devam et...

Dünden beri net olarak anlamış bulunuyorum ki, pek dalgınmışım ben bu sıra. Bu nasıl dalgınlıktır ve yorgunluktur bilmem, bu sene derslerden epey yorgun düşmüşüm. İlk dönem yapabilirim yetiştirebilirim sanıp 9 ders birden almamdan ötürü olsa gerek; bu sene derslerden değil de, sınavlardan çok çabuk bıktım. O sebeple, finallere sarılayım bu dönem 7 dersin 7'sini birden vereyim derken fazla dalgın oldum çıktım...

Ben yorgun hissediyorum kendimi, beynen yorgun hem de. Vücut yorgunluğundan da beter olabiliyor bazen. Aslında ikisi de birbirine bağlı da; beden yorgun ise vücudu yoruyor, vücut yorgun ise bedeni. Ama beyin yorgun olunca da, insanın hali bir başka oluyor. Hepten yorgun düşebiliyorum bu sıra işte bende. Ne zamandır düşünmek yoruyor beni, akışa kapıldım gidiyorum. Meditasyon mu? Beynimi boşaltmayı becerebiliyorum ara sıra da olsa. İşe de yarıyor. Ama bu zamanlar dersler haricinde pek fazla bir şey yapabildiğimi de söyleyemem yine. Nasıl yorgun düştü isem, beynimin kapasitesini zorlamak için uğraşacak halim kalamayabiliyor. :)

2. notumuz; Beyninin kapasitesini zorlamak için candan uğraş gösteremeyecek kadar yorma kendini. Sonrası tamamen fiyasko oluyor ve hep aynı şeylere devam ediyorsun.

Şimdi sınavlara son 2 haftam var. Kendimi yormadan bu süreci lehime çevirebileceğim, fırsatları kaçırmamak için uğraşıyor olacağım inşallah. Kaldı ki, bu durumu kendi şansım sayıyorum, 5 dersten geçebilirim ancak diyordum düne kadar. "Şimdi geriye kalan, tam hazırlanamadığım 2 derse de dolu dolu çalışarak 7 dersimin 7sini birden verebilirim." diye inanıyorum. Allah sevdiği kuluna eşşeğini önce kaybettirir sonra da buldurur derlermiş ya, benimki de o hesap oldu çok şükür işte...


Son olarak 3. notum ile; Fırsatları şansa çevir, lehine çevirmek için uğraşmayı ihmal etme. Ne kadar yorgun olursan ol!

Diyorum ve bu yazımı da burada noktalıyorum izninizle. Okuduğunuz için, Allah bu kıza akıl fikir versin dediğiniz ve demeseniz de bu kızın böyle bir duaya ihtiyacı olduğunu kavradığınız için, bana katlandığınız için teşekkür ederim. :) Beraat Kandili bugün; kandilimiz kutlu, dualarımız kabul olsun inşallah. Sevgilerimle... :)


20 Mayıs 2016 Cuma

Emine Teyzem Ve Gölcük (14.15).05.2016) (2) - Haftasonundan Kalanlar

Neredeyse 1 hafta daha bitmek üzere, bahsetmeyi bitiremediğim geride bıraktığımız haftasonundan bu yana. Ama bitmedi diyeceklerim, malum bir finallerimin daha arifesindeyim. Gece fırsat bulmuşken yazıyorum yine ikidir ve de ertesi güne yayınlıyorum. Bu da öyle bir yazılardan işte. Sizlere Emine teyzemden bahsetmek isterim; özü sözü, gülen yüzü bir ve değerli bir Türk kadını. Hükümet gibi kadın dediklerinden. 

Emine teyze de kim derseniz, Annem ile babamın ve kendisinin de anlattığı üzere; annemde de babamda da emeği bulunan bir şahıs kendisi, gençliklerinden bugüne dek... Annemlerin küçüklüğünden beri komşularıymış, babamla annem evlendikten sonra da yine aynı mahallede oturmuşlar Ankara'da ve bu seferde ev sahipleri olmuş Emine teyzem. Yeri gelmiş bir anne de olmuş, bir abla da. Sağlıklı ve mutlu bir ömrü olsun bundan sonrasında da yine inşallah. İyi okumalar... :)


Geçtiğimiz haftasonu Cumartesi günü, yola çıktığımızda saat 8'e doğru idi ve güneş batmak üzere idi. Evimizin yokuşundan aşağı inip, yola doğru kıvrıldığımız anda çektiğim fotoğraftı üstteki fotoğraf... 

Yolculuk güzel geçti, gideceğimiz yer taa küçüklüğümde Gölcük depremi sonrası gittiğim ama hayal meyal hatırladığım yıkık dökük binalarıyla Gölcük-Değirmendere idi. Yine gittik ve hatırladığım sadece şehir de değildir. Çok net hatırlıyorum, birçok kez gittiğimiz ve o zamanlar ismi başka olan şimdi ki Migros'un oradan aldığımız Sanal bebekleri; ablama ve bana alırdık ve nasıl da oynardık... Emine teyzemin, kızı ve kızının kızını da çok net hatırlıyorum da; Emine teyzemle net tanışmış olduğumuzu hatırlamıyorum bir işte.

Emine teyzem, eşini kaybetmiş ve tek başına yaşıyor şimdi. Eskisi gibi kalmadığı için Ankara'daki mahallesi ve mahallesindekiler, Ankara'ya geri dönmeyi düşünmemiş bir daha. Sıkılıyorum oralarda diyor. Değirmendere'ye gelmişler ve burada kalmış Emine teyzem. Kızlarını da bir oğlunu da, şehir dışına evlendirmiş ve gelip gidiyorlarmış birbirlerine işte şimdilerde de.... 

Saat 22.30 sularında ancak bulduk Emine teyzemin oturduğu evi biz o gün, fazlasıyla yeni yapılaşma ve iç içe evler varmış annemlerin dediğine göre. Son geldiğimizden bu yana epey değişmiş, bir de bu eve ilk kez gidiyor oluşumuz gerçeği vardı tabii. Sora sora bağdat bulunurmuş ya, bulduk o misal bizde Emine teyzemin evini.... Artık üst taraflara çıktıkça ve yolda giden yayaları bulamayınca, gördüğümüz arabaları durdurmaya başladık. Velhasıl bulduk nihayetinde de...

Emine teyzemin evine girdiğimizde ve oturup hazır demlenmiş ocakta bekleyen çaylarımızı yudumlamaya başladığımızda, saat 23.00'dı. O saatte, Emine teyzemin demlediği ve bizim için hazırladığı lezzetleri midemize gömerken evini ve kendisini incelemeye başladım. Ağzından şükür'ü eksik etmeyen ve yüzündeki gülümsemesini gülümseme olsun diye değil, yaradılıştan gelen şekilde bünyesinde barındırdığını anlayabildiğiniz bir yaşama sevincini gösteriyordu resmen... 

Emine teyzemle sarılıp ettikçe annem ve babamın sordukları ilk sorulardan biri; "Eee ne yapıyorsun Emine teyze?" idi mesela. 
Her defasında güzel gülümsemesi ile şöyle cevap vermeye başladı Emine teyzem; "Valla kimseye bir şey etmiyorum kızım/oğlum." :)

Emine teyzemin yaşanmışlıklarının ve deneyimlerinin etkisi ile bir çok biriktirmiş olduğu cümleleri var, büyük sözleri... Herkesin almasını düşündüğüm cümle arası deneyim içeren cümleleri olduğunu tespit ettim gittiğimiz akşamdan ben. Emine teyzeyi çok sevdim ve bu büyük sözleri hem sizlerle paylaşmalıyım hem de hayat günlüğümde bulunması gerek dedim. Laf arasında söylediği cümleler bazen espri içeriyor bazen de büyük bir hayat dersi. Bunlardan bir tanesi öğüt verircesine idi mesela, gittiğimiz akşam yatmadan önceki muhabbetimiz bitmeden şöyle demişti bir cümle arasında;

Bencil olmayacak bir insan, bencil oldu mu kaybeder hafızasını da hatıralarını da. dedi Emine teyzem, eskilerden birinin kaybettiğini duydukları hafızasından bahsediyorlardı annemle. Bana dönüp, o lafı söyledi işte. Bence de bencil olmayacak bir insan Emine teyzem, kaybetmemek için kendisini ve çevresindekileri... 



Ertesi güne uyandığımızda kahvaltı hazırdı, annem ile Emine teyzem en erken kalkanlardandı. Babam da benden önce kalkmıştı. Uykum hafiftir benim, uyandıklarını duydum konuşmalarını da dinlemiş bulundum biraz, ama sonra geri uyudum her defasında. Gecesinde rahat uyuduğuma şükrettim. Daha önce hiç uyumadığım evlerde, uyurken hep aynı endişe vardır içimde; hissettiğim uykumda, huzur mu olacak rahatsızlık mı. Rahatsız olabiliyorum, başka yerlerde ilk defa yattığım zamanlarda. Emine teyzemin evinde huzursuzluk değil huzur hakim olmuştu, rahat uyudum şükür ki... 

Kalktım sonrasında, önce kahvaltı sonrasında da muhabbet keyfine devam. İnsan orta yaşlı her kişinin yanına giderken endişe duyar ya, gitmeden önce böyle bir endişe vardı içimde elbet. Ama muhabbeti sıkıcı olmayan ve kendini habire başa sarmayanlardan Emine teyzem. Yüzü güleç, fikri anaç olanlardan... Cümle aralarında verdiği lafları ertesi gün de yazmaya devam ettim ister istemez tabii ki.

Dedi ki bir defasında da mesela; "Ağlayanın malı, gülene yaramaz yavrum." Ve ilerleyen cümlelerinden birinde de; "Haramın binası olmaz." Bunlar benim ilk defa duyduğum sözlerdi. Ve ben bayılırım; büyüklerin bilindik veya bilinmedik deneyimlerini, doğrusu ile ama eski ve kendilerinin öğrendikleri atasözleri ile anlatışlarına...


Mesela bizim bildiğimiz; Gönül ota da boka da düşer'i Emine teyzem şöyle söylüyor; Gönül düştü bir boka, o da mis gibi koka. :) Hem güldürür hem de öğretir Emine teyzem demek ki...

Ve Emine teyzem bir de şunları söylüyor hepimize;

Başa gelmedik iş olmaz ayağa değmedik taş olmaz.
Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını sallar...

Kahvaltı ettik, çay içtik, kahve içtik ama özellikle de bol bol sohbet ettik ve öğütler aldık işte Emine teyzemden o haftasonu. Bir kez daha fırsat bulur da gider miyiz bilmiyorum, sağlıklı güzel bir ömrü olsun Emine teyzemin bundan sonra da. İnşallah bundan sonra bir fırsat bulduğunda da o gelecek, belki kızı ve damadı ile... O konuşurken yazdım sırası geldikçe üstteki sözlerini hep, ertesi gün de ona yazdığımı söyleye söyleye yazdım. Artık "bunu da yaz kızım" diye diye, yazdırdı birkaçını da bana sağolsun. Gitmeden önce fotoğraf da çekmek ve çekinmek istediğimi söyledim, yazacağım seni yazı yazdığım bloğuma" dedim Emine teyzeme. "Yaz kızım, istediğin gibi. Tamamdır. Unutma beni." dedi ve duasıyla uğurladı bizleri sağolsun. Unutmam, unutmak istemem diye yazmak istedim işte bir de buraya...

Canım Emine teyzemin laf arasındaki bir başka öğüdü ile veda edeceğim sizlere izninizle birazdan, öncelikle büyüklerinizin sözlerini unutmayın ve kulak ardı etmeyin. En büyük dersler hep onlardan, Allahım başımızdan eksik etmesin inşallah.... Ve Emine teyzemin ağzından kaydettiğim sözlerden sonuncusu;


Ne olursan ol, iyi ol güzel ol çirkin ol ama merhameti elden bırakma... (Emine Teyzem)


Merhametli halleriniz hep sizinle, mutluluğunuz ve gülümsemeniz hep üzerinizde olsun. Sevgilerimle... :)

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Güvercinimiz Karakuş - (14-15).05.2016) (1) - Haftasonundan Kalanlar



Size bugün geride bıraktığımız haftasonunda, Cumartesi günü bir süreliğine bizim güvercinimiz olmaya karar veren "Kara Güvercinimiz Karakuş'tan" bahsetmek istiyorum. Bir çok fotoğraf çekebileceğim kadar çok kaldı bizimle o gün aslında, ama ben ayıklayıp koymayı tercih ettim. Nedenine gelince, burayı resimlerinden çok bizimle sürdürdüğü kısa maceramızdan bahsederek doldurmak istedim... :)

Cumartesi günü Gölcük'e annemlerin küçüklüklerinde Ankara'da mahallelerinde oturan ve babamla evlendikten sonra da 5 sene boyunca ilk ev sahipliğini yapan ve üzerlerinde çok emeği olduğunu her defasında dile getirdikleri, telefonla görüşmeyi hala sürdürdükleri Emine teyzeyi ziyarete gidecektik. Bu benim Emine teyze ile, büyüdükten sonra ikinci karşılaşmam, mantık çerçevesinde de ilk tanışmam olacaktı; ki oldu da, bundan bir sonraki yazıda bahsedeceğim inşallah...

O akşam, Babam erkenden eve gelmiş ve biz yemeği hazırlayana kadar apartmanın altındaki bilardo odasına gitmişti. Aradan yarım saat kadar geçmişti ki babam geri geldi. "Misafir getirdim bak size," diye seslenerek içeri girdi. Elinde bu kara güvercin, "Beni ziyarete gelmiş herhalde, salona girdi birden." diye anlattı. Bu "Karakuş"umuz, bizim apartmanın girişinin yan tarafında içeriye doğru girişinde 5-6 adımlık payı olan bir yere, Babamın Bilardo oynadığı salonumuza ani giriş yapmış. Babamın söylediğine göre, öyle pek de telaşlı değilmiş. Biraz uçmuş çıkmaya çalışmış ama babama çabuk güvenmiş olmalı ki çok da bir yerini zedelememiş, hemen uysallaşmış ve kendisini tutmasına izin vermiş... 

Babam eline almış ve yukarı getirmiş, açsa karnını doyurmak ve su vermek için. Ve tabii bize de göstermek için. İlk geldiğinde yaralı sandık annemle, çünkü çok çabuk alıştı ve kalp çarpıntısı sever sevmez kesildi neredeyse. Bu tür kuşlardan pek korktuğum söylenmez, yırtıcı olduğuna kanaat getirmedikçe. Kuşları çok severim, çok severiz. Birçok kuş besledim ve büyüttüm zamanında da. Onları izlemek benim için büyük bir zevk, gökyüzünde uçarken resmen insanın içine ferahlık veriyorlar. İsim koyma merakım var sanırım, ihtiyacını giderip göndereceğimizi bile bile isim koyduk; şanına yakışır şekilde, "Karakuş" dedik o'na. 

Bununla da kalmadı, boynuna bakma gereği duydum ben. Çünkü bir süredir birkaç kez gidip gelen bir kuş vardı, balkon demirimizin üzerine konan ve bir süre durduktan sonra  uçup giden. O gidiş gelişlerinde dikkat ettiğim özelliği, güneş vurduğu zaman daha da belirginleşen boynundaki mor şekilde parlayan lekelerdi bu kara kuşun. "Karakuş"un boynuna baktığımda da bu mor leke vardı, "Acaba?" dedim. Yetmedi, o olduğuna da gönülden inandım. Belki de aşağıdaki düğün salonunun güvercinlerinden biridir de gelip gittikçe balkon demirimize konup bana selam veren bu kuştur. Belli mi olur? Bilirsiniz, inanmam pek tesadüfe. Kader gibi değil de, bir nedeni olduğunu düşünürüm işte yaşadıklarımızın... :)



"Karakuş"; ekmeğini başta yemedi ama gönderemedik de onu bir türlü. Önce annem, sonra babam denedi ise de gitmedi işte. Babamın dediğine göre "şımardı ilgimizi görünce." Güvercinler böyle olurmuş da zaten, köpek gibi evcil ve sadık olabilirlermiş. Ne kadar enteresan değil mi? Bu kadar olduğunu bende bilmiyordum. Boynunu başını kanatlarını sevdirdi durdu bizlere, gıkı bile çıkmadı. Öyle güzel ve candandı ki; göklerden haber gelmiş gibi, bir mesaja sahipmiş gibi bir an'ı yaşattı bizlere. Tamam bizlere değil, bana... :)

Yaklaşık 1 saat boyunca gitmedi balkonumuzun mermerinin üstünden biliyor musunuz? Bir süre babamla masada durdu. Babam ona su içirdi ama kanatlarını ev içinde uçmaya çalışıp da yaralamasın diye tutarak tabii. Balkonda bekledik, su içmesini yemek yemesini. Uçurmaya çalıştık sonra, uçmadı. Babam üst fotoğraftaki gibi yukarı da kaldırdıysa, elinden de bırakmaya çalıştıysa da bir türlü inmedi tırmandı babama. Benim için garipti işte, babam da -biliyor olmasına rağmen güvercinlerin huyunu- hayret ettiğini söyledi.

Nihayetinde akşam yemeğimizi yerken, mermere bıraktı babam "Karakuş"u. Ben elimden kaçırırım da, evin içine kaçar diye almadım elime. Ama sevmeyi de ihmal etmedim. "Karakuş" yemeğimizi bitirene kadar gitmedi mermer üstünden, yemeğimizin sonrasında bile gitmedi ki. Gözlerini yumdu ve uyumaya başladı, hasta sandık ama "babam sadece yorgun bence." dedi. Çünkü yarası da beresi de yoktu. Yemeğimizi yiyip bitirdikten sonra, uçmadan hasta olmadığına inanmayacağımıza karar vermiş babam. Elini alıp uçurtuyorum artık, dedi. Annem ile; hasta galiba uçmak istemiyor, desek bile. Fotoğraftaki gibi aldı yine eline ve birçok kez göklere doğru ittirdi. 3-4 derken, 5.'de uçtu "Karakuş". Sapasağlamdı, hiçbir sorunu yoktu ve bize garip bir saat geçirttikten sonra uzaklara doğru uçtu gitti işte... :)

O gittikten sonra da biz toparlanıp, camları kapatıp Gölcük yollarına yolcu olduk. Geri geldi mi acaba diye çok düşündük, gerek yolda gerekse de Gölcük'de kaldığımız 2 gün boyunca. Pazar günü eve döndüğümüzde hava karanlıktı ve yağmur bastırmıştı. Birilerine bizden selam gönderdi mi? Acaba bir yerlerde hala posta güvercinlerini kullananlar var mıdır? Güvercinlerinin birilerini seçmeleri bir anlam taşır mı? Karakuş'un bizlere gelmesinin bir nedeni var mıydı? "Karakuş"da bana-bize umut ve mutluluk vermesi için gönderilmiştir belki uzaklardan? Diye düşündüm durdum böyle ister istemez işte. Bilirsiniz belki, hayalperestimdir ve kendimce yorumlama sanatım da vardır içimde. 

Ve bir de bir şeyi daha düşündüm bu yazıyı yazana dek; acaba bir daha gelir misin Karakuşum, mavi göklerde süzülerek, boynundaki mor lekeyi bana sergilemek için? 

"Karakuş"umuza ve hepinize sevgilerimle... :)


11 Mayıs 2016 Çarşamba

3 Ay Biter, 21 Gün Başlar


Bundan yaklaşık 3,5 ay önce, yeni bir maratona başladığımı ve bu maratonun 3 ay süreceğini bundan da büyük bir gelişme katetmeyi beklediğimi söylemiştim. Bundan "detaylı halde de bahsedeceğim daha sonra" demiştim de, bahsedememiştim hani. İşte o 3 aylık süre bitti bile. Aralarda verdiğim 1-2 haftalık dinlenme süreleriyle ve üzerinden geçen 1 hafta ile 3,5 ay olmak üzere tamamlandı bile...

3,5 ay önce bahsetmiştim bu konudan ayrıca, o yazımı da burada bulabilirsiniz... 




Gelelim benim bu 3,5 aylık süreye neler sığdırdığıma, ne alışkanlıklar kazandığıma;


  • Bu 3 aylık süreye girmeden önce; hiçbir günü eksik bırakmamak üzere diyaframa ağırlık koymalarıma başlayacağıma dair plan yapmıştım kendime. Aralarda günler atlamış da olsam, yapamadığım günleri toplarsak, sanırım o da 2 hafta çıkar sadece hesap olarak...
  • Oturduğum yerde yaptığım -şimdilik ayak hareketlerimi ön planda tutarak- hareketlerimi, günlerimin alışkanlığı boyutuna getirip hiç unutmadan her fırsatta yapmayı amaçlamıştım. Yaptım da, şimdi ağrım olmadıkça es geçmiyor ve bu ihtiyacımı unutamıyorum resmen.
  • İçtiğim su miktarının, en azından günde 8 bardak olmasına dikkat etmeye karar vermiştim. Ve her gün sabah kalktığımda, dişlerimi fırçaladıktan sonra kahvaltıdan önce içtiğim su ile 1 diyerek saymaya başladım. Ve bu yolda da öylesi bir yol katettim ki, her gün su içmeyi yeniden unutmamaya ve çok sevdiğim o bol su içme alışkanlığımı kendime hatırlatmak zorunda olmama sebep kalmadı.
  • Yediklerimi kontrol etmeye devam edecek ve sağlıksız beslenmek adına, abur cubur diyebileceğim besinleri hayatımda bulundurmayacaktım bu süreçte. Zaten yeterince az olan bu unsuru toplamda daha da az'a indirdim. Ve sağlığım için yeniden, öğlen ve akşam yemeklerim için tek bir tabak yemek yeme kararımı yeniden uygulamaya başladım.
  • Düşüncesel olarak kendimi geliştirmeye gayret vereceğim demiştim bir de. Hiç değilse, "yatağıma yattığımda mutlaka aklımdan bütün düşünceleri atarak; ne istiyorum, nasıl istiyorum -ve isteklerimi de geç- bu boşlukta beynimin yönlendirdiği gibi nerelere gidiyorum, nerelerde zihnimi olabildiğince sağlıklı şekilde olumsuz düşüncelerden arındırabiliyorum" diye daha da detaylı bir şekilde zihnimle oynamaya odaklandım. Bir tür meditasyona sakinlikle de giriş yapmış bulundum, daha ciddi anlamda üstelik...

Ve nihayetinde 3,5 ay bitti. Yapmak istediklerimi yerine getirdikten sonra, alışkanlık edinmek istediklerime kavuştum ve bırakmak yok bundan sonra Allahımın da izniyle... Ama bu arada başka bir şeyleri daha keşfettim ve kendimi bu konularda da geliştirdim. 

Mesela ağrı eşiğim çok düşüktür benim. Bu süre içinde istemeden ağrı eşiğimi dayanma derecemi güçlendirerek geliştirdiğimi gördüm. Ağrılı gecelerim ve gündüzlerim sürüyorsa bile, dayanmaya gücüm ve çare aramaya halim var artık yeniden. Tamamen hakim değilim tabi hala vücuduma, o hakimiyet için denize girebileceğim zamanı (yani bu yaz'ı) bekliyorum. Ama belirgin ölçüde aldığım gelişme şunlar oldu diyebiliyorum; ağrılarımı dayanabilecek hale getirmek ve bu ağrılara çare olabilecek durumları anlayıp uygulayabilmek... Bu benim için aldığım başlangıç gelişmelerden biri, devamı geleceğine inancım hala büyümeye devam ediyor çok şükür...


Ve 3,5 Ay Biter, 21 Gün Başlar...


Gülüşümle azmimi yineleyebildiğimi görebiliyorum ve gülüşümle de kazanacağım zaferimi... :)


3,5 ay bitti ve bu sürede aldığım tüm notlarla beraber gelen alışkanlıklarım yanıma kar kaldı. Üstteki fotoğrafımın altına yazdığım gibi, yeniden gülüşümden ve neşemden azim aldım. Zaferime epey odaklanmaya karar kılmış durumdayım da ve bitmedi-devamlı da sürdüreceğim. Sadece bu alışma evrelerinden ötürü saydığım günler bitti. Üstüne Pazar akşamından başlayan 21 günlük bir süreç daha başlattım kendim için. Bu süreçte olacaklar, aslında hem devam eden ama bir türlü alışkanlık edinemediğim türden noktaları bulunan şeylerden...


  • Mesela yeme içme düzenim epey var, ama tatlı açısından kendimi durduramadığım zamanlar sıklıkta yine. Benim bu durum bazen, ayda 1'i 2'yi geçiyor üstelik. Bu duruma el ettiğim zaman da çok iyi hakim olabiliyorum kendime. Benim şimdi istediğim şey şu; tatlıya olan bu isteğimin açlık boyutuna ulaştığında, deli gibi saldırma hallerimi durdurabilmek. Mesela az yediğimde bile, biliyorum ki yetiyor. Bir zerresi tüm tatlı ihtiyacımı durdurabiliyor. Ama içinde bulunan şekerin hissettirdiği, "Doymadın, ye biraz daha." hissi resmen beni alıkoyuyor. Yedikçe yiyesim geliyor. Bu duruma çare olacak bir şey biliyorum, deli gibi istek duysam da bir süre yememek... Ve üniversiteye gitmeden öncesinden başlayıp, üniversitede iken uyguladığım üzere; kola'yı bırakmamda bu çok işe yaramıştı. Tatlı bazen kendimi bağımlı gibi hissettirmeme sebep oluyor resmen...

  • Yediğim tatlı miktarı, günde 1 fincan şekersiz Türk Kahvesinin yanında yediğim 1 küçük parça ile sınırlı da olsa; bazen öylesine istiyorum ki, bu durum kendimi bağımlı gibi hissetmeme sebep oluyor resmen. Belli ki içerisindeki maddeler istek duyuruyor. Bu sebeple 21 gün boyunca; yedim içtim listem yapmayı ve bu yedikçe alışkanlık yaparak daha da çoğunu isteten tatlı meselesinden de, az yemek yemeyi sürdürme meselesinden de kurtulmayı amaçladım öncelikle kendime yeniden...

  • 3,5 aylık süreçte, ön planda tutmadığım ama yine çaba harcadığım kol hareketlerime yeni egzersizler ekledim. Kollarım 3,5 ay öncesinden daha iyi konumda, biraz daha açıldı gibi hissediyorum. Egzersiz hareketlerime kattığım eklemelerin de işe yarayacağını umuyorum... Bu eklemelerin de kollarımı biraz ağrıttığını eklemeliyim, ama birkaç güne o da geçer diye düşünüyorum. 
  • 21 gün boyunca gerçekleştirmeyi istediğim bir diğer şey de düşünsel boyutta. Düşünmek istemediğim ve beni deli ve istemediğim noktalara çekmesin istediğim düşüncelerim var. Düşünmemem ve içimde büyütmemem için, 21 gün boyunca kendime bunu da alışkanlık edinmem gerektiğini ve yerlerini olumlu düşüncelerim ile desteklemeye çalışacağım. 

21 Günün başlamasının gerektiğini düşünmem şu sebeptendir ki; "bir şeyi alışkanlık edinmek istiyorsanız, 21 gün boyunca tekrarlayın." diyorlar hep, 6-7 senedir duyuyorum hep ve de uyguladıkça faydasını da görüyorum. 3 ay ise bir şeyin etkisini gösterebilmesi için gerekli olan başlangıç süresi...

Ne zamandır sağlığımdan bahsetmiyor oluşumu, bugün bu yazı ile noktalamak istedim. Ne zamandır da yazmayı düşünüyordum zaten. İyiyim, biraz ağrılarım var ama eskiye nazaran daha hakimim kendi durumuma. Çok şükür... Ben liste tutmayı, yazmayı ve yazarak hayatıma gerekli düzenleri oturtmayı seven biriyim. Sormak isterim, sizin yaptığınız listeler var mı, uygulayıp da amacınıza ulaştığınız programlarınız var mı? Yazın bana lütfen. :)

Buralardayım, iyiyim ve azmimi yükledim kalbime çıktım yine bir maratona. 21 gün bitince neler olur göreceğiz zamanla. Sevgilerimle, görüşmek üzere... :)

5 Mayıs 2016 Perşembe

İnternet Günlüğüm 2016 - #3 - Üst Üste Geldi Hüzünler - (Mayıs Başı)



Mayıs'a bir başladık pir başladık. Hafta başı değişik ve verimli olacak derken Mayıs ayı için, kötü haberlere giriş yaptık. Hasta haberlerinden önce vefat haberi geldi, sonrasında da hasta haberleri düştü ardı ardına. Ben şimdi bu yazıyı yazarken, babam Ankara'dan yeni döndü; diğer akrabalarımızla beraber defin işlemleri ve baş sağlığı ziyaretlerinden... İçimizde ve dışımızda, gökyüzü gibiyiz annemle günlerdir; bir açılıp bir kapanıyoruz, bır sıkılıp bir dökülüyoruz. Alahım beterinden korusun cümlemizi... (Üst Resimde gökyüzünden kareler; 04.05.2016'dan)


Sevgili İnternet Günlüğüm; 

Mayıs başladı, haftanın ilk gününde baba tarafından en büyük kuzenimizin vefat haberini aldık. 54 yaşında idi, kalp krizindenmiş vefatı. Allahım rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. İçimiz sıkılıp sıkılıp açılıyor hala, şoktan çıkabilmiş değiliz. En büyük keder halamın gönlüne düştü elbette, Allahım sabrını versin dilerim cümlemize... 

Babam Pazartesi günü akşamdan Ankara'ya yola çıktı işte bu haberi alınca. En büyük yeğenini toprağa vermek zordu elbet, vefat eden abimi görmedim ama evlatlarını biliyor ve tanıyordum küçüklüğümden beri. Sabır dilemekten ve dua etmekten yapacak bir şey kalmayışına da, ben kuzenimi tanıyamadan kaybetmiş oluşumuza da üzgünüm bir de... Hayat uzak şehirlere atmış, Hüseyin abim evlenmiş uzak ülkelerde bile çalışmıştı hep. Kısmet olmamış ben büyüdükten sonra karşılaşmak, mekanı cennet olsun.

Annem gidemedi ise de Ankara'ya, Pazartesi günü babamı yolladık gece otobüsüyle ve uzaktan haberleri almaya devam ettik işte. Ertesi gün akşam olduğunda, Salı gecesine doğru da bir başka akrabamızın vefat haberini aldık daha sonrasında telefonla. Yine Ankara'da, bu sefer anneannemin hala oğlu imiş vefat eden. Ben ve ablam tanımıyoruz, ama annem elbette tanıyor ve biliyormuş kuzenini. Üst üste geldi acılar, sıkıntılardayız biraz. Ama daha beterinden korusun dilemek gerekirmiş, beterin beteri varmış ama üst üste gelen acılar da epey feci oluyormuş... Ölümün büyük farkındalığı içinde kendime bir kez daha çeki düzen vermem gerektiğini hissediyorum derinden, 3 gündür...


Gökyüzü gibiyiz işte, Mayıs ayında üst üste gelen acılar ile doldu bulutlarımız ve çağlıyoruz. Halamın acısını düşünemiyorum, uzakta ve ulaşamaz durumdayım şimdi ama yine de acısına sabır duaları etmeden geri duramıyorum. Annem ve ablam, oflamalarının sebebini "Anne olunca daha iyi anlayacağımı." söylüyorlar. Ben bilemesem de tam olarak şimdi, "Allahım düşmanıma bile evlat acısı vermesin." diyebiliyorum şükür...

Vefat haberlerinin ardından, bir o kadar da hasta haberi aldık İnternet Günlüğüm... Annemin amcasının hasta olduğunu öğrendik önce, sonra da bir diğer amcasının eşinin hasta olduğunu öğrendik. Ve acil şifalar dileyebiliyorum maalesef yine sadece. Kemter amcamı bilirim ve çok da severim; anneannem daha sağ iken Antalya'ya gidiş gelişlerimizde hep karşılaşırdık tatillerde ve çocuk-genç demeden kişiye vakit ayırmasını bilen biridir kendisi. Dünyamızın Kemter amcam gibi büyüklere daha çok ihtiyacı olduğunu düşünürüm hep... Ve anneannemin vefatından sonra ilk ve son kez gittiğimde annemlerin köyünde dağlardan bize sakızlar topladığını ve daha birçok da anımı hatırlıyorum amcam ile ilgili aslında. İşte uzaktan da olsa hastalarımıza acil şifa duaları edebiliyoruz. Cümle hastalara da şifalar olsun inşallah...


Ve büyük bir farkındalığa daldım gönlümde;

Pazartesi günü sabahı ve öğleninde kafam öylesine dolu idi ki, bir türlü tamamlayamadığım uğraşlarım ve isteyip de gerçekleştirmeyi başarabilecek miyim gelecek planlarım için. Dostum Meromla konuştum, ne yapacağımı bilemediğimi ve kafamın çok karmaşık olduğunu söyledim. İşte o günün öğlenine kuzenimizin vefat haberini aldık. Bu sefer şok olmuş şekilde "Ne kadar gereksiz şeyleri dert ediyorum kendime, ölümün belki de tek gerçek olduğu bu dünyada..." diye düşündüm durdum ister istemez de... 

Pazartesi gününün gündüzündeki kadar kederli değilim yapamadıklarıma. Bir de yapmam gereken işleri ertelemeye hevesli değilim şimdilerde... Kederliyim bir tek yitip giden, belki de hiç vakit geçiremediğim kuzenimi kaybettiğimize. Ve de kederliyim ölümün daha gerçek olduğu dünyada, çok şey yapabileceğimi iddia ederek kendime ve en iyisini yapmaya yönelik düşünsel anlarımda geçen zamanlarda yaşayamayadığım zamanlarıma... 

Geldi mi üst üste gelir hüzünler derler zaten. Allahım sabrını versin inşallah... Zor olacak alışmak, yaşananlar üzerine yeniden hayata. Bir kez daha deneyimliyormuşum gibi, ölümü bile bile hayatı ve yaşamanın nasıl olması gerektiğini.Yapamadığıma kanaat getirdiğim birçok şeyden yolumu ve tavrımı değiştirmem, kısa olan şu dünyada daha da faydalı olabilmekten yana kendimi geliştirmem gerektiğini bir kez daha kavradım ben; Mayıs başlı başına giriş yapar yapmaz...

Görüşürüz İnternet günlüğüm. Kıssadan hisse; Hayat kısa. Hayatta varlığı esas olan şey ise, ciddiye aldığın şeylerin tüm ciddiyetini yaşamın gerçek değerlerinden üstün tutmamakmış işte... Sevgiler...


1 Mayıs 2016 Pazar

Not Aldım Veya Not Ettim #28 - #CananDağdeviren


Bu yazı dizimde hayatımdan ve hayatımızdan aldığım notlarımı okuyabilirsiniz; Gözüme çarpan, konuşulmaya ve hatırlanmaya değer bulduğum, uzun veya kısa da olsa değinmek istediğim ve haftanın notları dediklerimden bir kuble... :)

Diğer Not Aldım Veya Not Ettim yazılarımı burada bulabilirsiniz...



Canan Dağdeviren




Adını duydunuz mu hiç haber kanallarında? Ben Fox tv haricinde bir yerde duymadım, twitter'da başarısıyla eğitimiyle veya herhangi bir şekilde yaptıklarıyla büyük gündem de oldu mu bilmiyorum. Ama benim dünyama koca bir gündem olarak oturan isimlerden biri bir süredir. Beklediğim; günler boyu konuşulduğunu, haber saatlerinde baş haber olarak da verildiğini görmekti. Öyle her bulunduğum ortamda konuşulduğunu da duymadım. Birçok karşılaştığım kişiye ben duyurdum, "Canan Dağdeviren'i duydun mu?" diye sorarak. "Duymadım, ne olmuş ki?" diye cevap aldım sonrasında da. Konuşulmadıkça ve görmedikçe utandım biliyor musunuz? Ülkemdeki başarıları sonradan duydukça utanıyorum ben. Başarılarımızın hiç konuşulmadığını bir kez daha gördüm ve utandım işte. Sonra da dedim ki, neden ben yazmıyorum? Duyduğumu, okuduğumu ve gurur duyduğumu...

Canan Dağdeviren ne yapmış biliyor musunuz? Giyilebilir kalp pili üretmiş, şu zorlu, tehlikeli ve stresli bir süreç olarak bildiğimiz kalp pili ameliyatına savaş açmış işte. Bunu Türkiye'de değil, Amerika'da doktorası sırasında yapmış. Ve Harvard Üniversitesi'nin genç akademi üyeliğine seçilen ilk Türk olmuş 2015'te. O kadar gurur duydum ve o kadar mutlu oldum ki. Umudumuzun sesi olur belki dedim, hepimize faydası olur. Umut doluyor insan böyle haberlerle, ama buna izin vermiyorlar bazen, anlıyor insan; böyle haberleri duyamadıkça veya geç duydukça...

Canan Dağdeviren kimdir peki? 1985 doğumlu, Sivaslı baba ve Adanalı bir anneden olma, Ankara Hacettepe Üniversitesi'nden mezun fizik mühendisimiz. Şu röportajında okudum; 5 yaşında iken kendisine hayal edinmiş kalp hastalarına yardımcı olabilecek bir şeyler yapabilmeyi. Dedesinin 28 yaşında kalp yetmezliğinden vefat ettiğini 5 yaşında iken öğrenince... Ve 28 yaşına kadar kalp hastalarına yardımcı olabilecek bir şey yapabilmek olarak hedefini belirlemiş. Ne mutlu ki hepimize, o hayalini gerçekleştirmiş. Helal olsun, başarılarının daha da devam edeceğine emin olanlardanım bende. Röportajın tamamını okumak isterseniz, burada bulabilirsiniz...

Ben üniversitede iken öğretmenlerimden duymuştum Forbes dergisini ilk defa. Forbes dergisinin "30 yaşından küçük 30 bilim insanı listesi" 'ne de girmiş Canan Dağdeviren 2015'de aynı zamanda. Helal olsun, başarılarının devamı da olsun diliyorum. Canan Dağdeviren hakkında daha fazla bilgi; vikipedia'da.


Ben bu güzel bilim kadınımızdan bahsetmeyi epeydir düşünüyordum aslında, ama epeydir doğru dürüst yazamadığımdan ötürü ancak geliyor işte bu yazı. Ben yazmayı düşünürken ve zamanına karar verememişken, birkaç gün sonrasında Stephen Hawking ile görüşmeye gittiğinin haberini aldım; internetten elbette. Daha fazla duyurulması gerektiğini hala düşünmeye devam ettim. Canan Dağdeviren ile Stephen Hawking'in buluşmasının önemli sebebi ise, Als hastalığı için geliştirdiği cihazmış. Canan Dağdeviren de benim için umut demek artık. İsmini ve soy ismini unutmak istemiyorum, unutmayın istiyorum. Bir çare girişimi olsun tüm hastalıklarımıza. Ve öncü olsun bir de, tüm gençliğimize ve hayallerini gerçekleştirmek isteyenlerimize...

Ve Canan Dağdeviren'e benden kocaman selam olsun, başarılı ve mutlu bir ömrü olsun. Haberlerini aldıkça gururlanmaya devam edeceğim, Canan Dağdeviren'in ve nicesinin... :) Ve artık biliyorum ki elime bir para geçecek olsa; ihtiyacı olanlara olduğu kadar, böyle araştırma yapanlara da ödenek vermek isteyeceğim. Duysun elinde çok olanlarımız, böyle yetenekli insanlarımız var; tüm insanlığa faydası dokunabilecek kadar bilgili ve duyarlı...

Ne isterim biliyor musunuz bir de sizden? Canan Dağdeviren'i takip edin ve duyurmaya devam edin. Hissediyorum ki devamı gelecek bu başarılarının, inanıyorum. Bir de kayıtsız kalmayalım lütfen; çevremizde gördüğümüz yeteneklere, kendini kanıtlamaya çalışan ve bunu başaran insanlarımıza... Bunları görmezden gelmedikçe ve göz önünde tutabildikçe, hem yeni nesillerimizin öncüleri çok olacak hem de yetişen güzel beyinlerimizle güzel günlere daha çabuk kavuşacağız. İnanmayı sürdürelim lütfen, inanmadan ve ummadan nasıl sürer ki bir ömür?

Beni okuduğunuz için çok teşekkür ederim, umarım bende Canan Dağdeviren gibi hayallerimi gerçekleştirebilirim. :) Sevgilerimle, daha güzel günlere olsun...

Canan Dağdeviren'in twitter adresine buradan ulaşabilirsiniz... Bu yazımdaki resimler, Google Görsellerden alıntıdır.