26 Nisan 2016 Salı

Fırsatları Kaçırmadık - Haftasonundan Kalanlar


Bu haftasonu, yani geride kalan haftasonu; fırsatları kaçırmadan yakaladığımız, mutlu anlarla dolu bir haftasonu idi. Annemin doğum gününün bulunuğu haftasonu idi öncelikle. Ki hem 23 Nisan tatilinden istifade, hem de anneme sürpriz yapabilmek için birkaç gün öncesinden ayarlamaya çalıştığımız üzere; İstanbul'dan Pelinim ve Mustafam geldi 23 Nisan sabahına. Anneme olduğu kadar, bana da sürpriz oldu gelişleri haberim olmasına rağmen, çünkü öyle uzun zamandır bekliyordum ki geleceklerini bir sorun çıkar belki yine diye son ana dek az biraz umutsuzluğum vardı. Neyse ki o umutsuzluk gerçekleşmedi de geldiler nihayet. :) 

Ne zamandır ertelenen bir şeydi bu, fırsat olmadığından ve bir türlü fırsat yakalanamadığından ötürü. Nihayet gelişleri bu sefer gerçekleşti ve Pelinim de şu "geleceğiz inşallah ama fırsat olmuyor bir türlü" zincirini kırdı. Herhalde düşünüyorum ki, şeytanın bacağını kırdık. Cumartesi sabahı 11.00'dan sonrasıydı kapı çaldığında, annemin şaşkınlığını ve geriye çekilip bir anlık gözlerine inanamayışını unutamayacağız. Bir de elbette, Kağanım ablam ve eniştem üçlüsü ile de nihayet tanıştırabildiğimize çok mutluyuz; bir onlar kalmıştı tanışamayan Pelinimlerle... 



Geldikleri sabahtan olan şu iki resimin anlamı büyük bence, baktıkça şu iki şeyi unutamayacağım; 

Birincisi; Kağanımla nihayet tanıştı Pelinim, ki daha bundan 4-5 sene önce Kağanım anne karnında iken "Erkek mi olacak, kız mı olacak?" diye iddiaya girdiğimiz zamanları hepimiz çok net hatırlıyoruz. O zamanlar annem ve ben kız olacak diye hissederken, Pelin'im "Görürsünüz içime doğuyor erkek olacak." demişti ve bu dediğinde de haklı çıktığını görmüştük 1-2 ay sonrasında... Bu haftasonu Kağanımla vakit geçirmeler de bu sebeple garipti. 3 üniversite arkadaşı yeniden yan yana idik ve bu sefer Gemlik'te; Kağanım ve Mustafamla... (3 üniversite arkadaşı; Pelinim-Ben-Annem. Ben annemle beraber okudum 2 senelik örgün öğretimimi Sındırgı'da ve o sebeple tüm arkadaşlarım annemin hem arkadaşı hem de evlatları oldu, çok şükür.)

İkincisi; Pelinim ve Mustafam, nihayet Gemlik'e ilk defa kalmaya geldiler ve bunun son değil bir başlangıç olmasını umuyoruz. Bir de; Kağanım Pelin ablası gibi Mustafa abisini de çok sevdi, ki kolay kolay her erkekle anlaşamaz yeğenim. Bayanlarla arası daha iyidir... :)

Benim için anlamı büyüktü onların gelişinin, ben gidip gelebildiğim dostluklarımın olduğu kişilere sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. İnsanın hayatında böyle kişiler olmalı, sizler için fırsatlar oluşturabilmeli ve emek verebilmeli. Sizin de her türlü fırsatı oluşturmak için can atacağınız ve emek vereceğiniz dostlarınız olmalı. Benim hayatımda güzel dostlarım var beni-bizi çok mutlu eden. İyi ki'lerimden Pelin ve Mustafa, ayaklarına sağlık...



Annemin doğum günü, dolu dolu geçti demiştim. Üstteki resimler gecenin ortasından idi. Halamların da olduğu beraber bir yemek yedik öncesinde ve bol sohbet vardı gün ve gece boyunca da.

Annem, iyi ki doğmuş ve bizleri de doğurmuş. Varlığına en başta şükrettiğim varlıktır kendisi, en güzel doğum günlerini hakeden ve "nice anılarımız nice kutlamalarımız olsun inşallah senelerce" diye devamlı dua ettiğim. Dilediğin kadar güzel olsun yeni yaşın anneciğim ve sağlıcakla mutlu anlarımızla dolu olsun... :) Bu sene ile 4 sene oldu, 4 senedir Kağanımla kutluyoruz çok şükür doğum günlerimizi. Yine hem annemin doğum gününü hem de 23 Nisan çocuk bayramını kutlamak için kestiler pastalarını, bu sene de. Ve bu sene için de unutulmayacak anları biriktirdik, çok şükür...

İnsan uzakların yakın olabildiği anlara minnet duyuyor bazen, nasıl konuşasım varmış Pelinim ile Mustafam ile. Muhabbet muhabbeti açtı. Okulun bitmiş olmasına uzun zamandır çok üzülüyordum, haftasonundan kalma bir duygum var ki; daha az üzülüyorum okulun bittiğine, güzel dostluklar biriktirmişim ki yavaş yavaş birlikteliklere fırsat yaratır olmuşuz. Şükür...

Geldikleri günün akşamında önce ablamla, gece bitmeden önce de eniştem ile de tanıştırdık ki; bu da güzel bir fırsat idi bizler için. Beraber anıları yad etmek de güzeldi, bildiğimiz veya bilmediğimiz. İhtiyaç duyuyormuşum hala, böyle birlikteliklere ve kavuşmalara. Allahım eksik etmesin bu güzellikleri hayatımızdan; nice mutluluklarımızı yaşayalım daha beraber, nice anılar katalım hayatlarımıza beraberliklerimizle...


Cumartesi gecesi, yatağa yattığımızda uzaktaki arkadaşlarımın gelişiyle gerçekleşen mutlu bir uykuya geçiş süreci vardı. Öyle bir uyku ki deliksiz şekilde... Bu bir süredir oluyor bana, birkaç senedir. Meromla yazları kavuştuğumuzda, onlar geldiğinde veyahut biz onların yanına Antalya'ya gittiğimizde. Beraber geçirdiğimiz günlerin ve akşamların ardından öyle güzel uyuyorum ki; deliksiz, mutlu ve "günümün dolu dolu geçti her anı" diye düşünerek. Kavuşmanın mutluluğu diyorum ben buna, uzakların yakın olduğu ve kaçırdığınız hayatları içinize sindirdiğiniz mutlu anların hissiyatı.

Pelinimlerle yattığımız gece de böyle oldu; aynı geceye uyumak, sabahında aynı güne uyanmak. Üstteki resimlerde Pazar gününden kalma işte. Annemi de beni de öyle mutlu ettiler ki, anılarıma bir yenisi daha eklendi. Nicesine olsun inşallah...

Sizler de hayatınızdaki hiçbir fırsatı kaçırmayın mümkün olduğunca, diyorum bitirmeden önce bu yazımı. Biz bu haftasonu fırsatları kaçırmadık ve dostluklarımızı pekiştirdik. Uzaklar yakın olsun her fırsatta, çünkü hayat zaman ilerledikçe bu anların birleşimlerini kollar hale getiriyormuş insanı; iş güç, hayat gailesi ile büyürken... 

Dostlarımın ve hayatımdaki tüm güzelliklerin varlığına şükür. İyi ki'lerime ve uzaktaki yakınlarıma selamlar olsun, birlikte biriktirdiğimiz anılarımızın olduğu anlarımız için hep daha çok fırsat oluşturabilelim. Pelinime ve Mustafama da, 23-24 Nisan 2016 tarihlerindeki haftasonuna da anlam kattıkları için teşekkür ederim. Sevgilerimle... :)

23 Nisan 2016 Cumartesi

Bugün 22 Nisan, Yarın 23 Nisan


Yarının geleceği bugünden bellidir bazen, biz bugün tamı tamına böyle bir gün yaşadık işte. Kağanım ve ben için durum böyleydi en azından. Kağanımla beraber teyze-yeğen içimizde 23 Nisan coşkusu vardı; şarkılar söylemekten ve bu anlamlı bayramımızı kutlamaktan vazgeçemeyiz. Zira biz geçmişten geleceğe böyle geldik, böyle yetiştirildim ben ve yeğenimi de böyle yetiştireceğiz inşallah... Neyse geleceğim geçmiş meselesine, şimdi önce bugünden bahsedeceğim. :)


Bir çocuğun bayramını alamaz kimse elinden, denemesinler bile. Onların elleri merhametli, yürekleri temiz ve minnetleri en içten. (Öncelikle bunları söylek geldi içimden.)

Bu sabah, kahvaltımızı etmiş oyuncaklarımızla oynamak için hazırlanmıştık ki, üst resimlerde görünen deniz diplerinden yelkenliler çıkıvermiş. "Teyze, arkana bak! Yelkenliler gelmiş!" diye sevinç nidası ataraktan beni döndürdü denize. Yelkenlileri seyretmeye onu da alıştıralı çok oldu, o da seviyor benim gibi şimdilerde. "Düşecek mi, sallanıyor, bak nasıl sıralanıyorlar" diye diye izlettim bu zamana dek. Doğayı sevsin, güzelliklere gözünü de gönlünü de açsın dedik; açtı çok şükür. :)

Yelkenlileri seyrettik bu sabah, ilk çıktıklarında 50 adetti, denize yayıldıktan sonra 53 adet oldular. Gözden kaybolana dek onları takip ettik, o arada sohbetler de ettik. Atatürk'ün 23 Nisan'ı bizlere hediye ettiğinden bahsetti Kağanım, kreşe başladığı zamanlarda 29 Ekim'de de Cumhuriyeti kurduğundan bahsetmiştik ve iyice kavranmıştı. Artık bayramların ve bu coşkuların daha da çok farkında, kıymetini bilecek de biliyorum. Bayrağı taa küçüklükten sevmesinden belliydi belki de. Her çocuk biraz karakteriyle, biraz da gördüklerinden aklına ve kalbine yatanı kendine katarak büyüyor işte. Kağan'ım mutluluğu seçti, nefreti değil sevgiyi seçti diyorum ben. Olduğunca onu gösterdik, nefreti bilsin istemedik bile. Ama elbet onları da deneyimliyor işte. 

Üst resimlerde ellerini gösteriyor kuzum, bugün ellerini çektirmek istedi. "Bu elimi çek teyze, bu elimi de çek teyze." Pozlar verdi işte bana böylece. Bugünkü farkındalığını da unutamayacağımdan ve aklıma geldikçe de satırı satırına hatırlamak istediğimden ötürü yazmak istedim işte bugünü bende... Kuzuma ve cümle kuzucuklara maşallah olsun. Atatürk'ümüzün tüm çocuklara ve büyüklere armağan ettiği bu anlamlı bayram 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı gibi, bir ömürleri mutlu ve anlamlı olsun... :)


Geçmiş dedim bir de; her milli bayramda kendi bayramlarımızı kutladığımız zamanlarda geliyor aklıma. Yıllar Geçerken, sayamadığım kaç 23 Nisan kutladım bende. Hiç aklımdan çıkaramadım, stadyum yürüyüşlerimizi mesela ve 23 Nisan'a doğru bando sesleri altında işlediğimiz derslerimizde içimin coşkusunu... Sonra bayrağımızın ve Atatürk'ümüzün farkına vardırılarak ve akıllara kazınarak geçirdik nice bayramlarımızı. Şikayetçi miydik peki? Hayır. Kutlanılmayan bayramlardan ötürü pişman olacak olanlar da bizler olmayacağız, biliyorum. Ben benim gibi kutlamaktan ve çocuklarımızı mutsuzluğa sürüklemeyenlerden yana olanların çoğunlukta olduğunu biliyorum, her şeye rağmen...


Düşünüyorum ve düşlüyorum işte; çocukluğum, farkındalığım ve nicesini. Benim küçüklüğüm belli bir yaşa kadar stadyumlarda geçti 23 Nisan'larda. Ne zaman Ortaokulu ve Lise'yi okuyacak yaşlarıma geldi sıra, 23 Nisan'larda evde idim ama yine erkenden kalkar Tv karşısına geçerdim. Ankara-İstanbul-Eskişehir-Sakarya ve nice şehirlerin stadyumlarında kutlama coşkularını izlerdim. Askeri okullar ve asker kostümü giyenler ne yapmış, hangi ilkokul hangi gösteriyi düzenlemiş; oradan oraya zaplar iken nasıl da heyecanla kapılırdım bu coşkuya. Tv karşısında bile bu coşkuyu kaybetmeyen bir nesilde büyüdüm ben, iyi ki de böyle büyümüşüm. Berna Laçin'in sunduğu çocuk programları ve onlardan çook öncesinde de Barış Manço'nun programları, bir de Susam Sokağı karakterleri. Hepimiz bilinçli idik, biliyorum bilinçli de olmaya devam edeceğiz...

Değerler yitirilerek düzeltilemez hiçbir şey, bana göre bu böyle. Diyorlar ki; "Bu sene Çocuk Bayramı kutlanmayacak." Çocuklar üzerinden de mi yapılacak kısıtlamalar, bir çocuğa dur oynama ve bugün de mutlu olma mı denilecek! Ben bugün; "bugün 22 Nisan ve biz bugünden kutlamaya başladık bayramımızı." demeye geldim özellikle. Yarın 23 Nisan, şarkılarla ve coşkuyla oynamaya devam edeceğiz yeğenimle. Çocuklara eziyet edilen ülkelerin varlığının altında, bir de çocuk bayramını esirgemek doğru gelmiyor bana. Daha çok çocuk mutlu edilmeli, keşke bedenimden ve maddiyatımdan gücüm olsa da ben yapabilsem diyorum; olmuyor elbette, ama kısmet...

Yarın 23 Nisan; tüm dünya çocuklarının mutluluklarını bir ömür boyunca ellerinde bulundurabildiği bir dünya diliyorum. Ne kötü ki, bunu dilemeden önce kutlayabilmeyi dilerdim; 23 Nisan kutlu olsun! Diyerek geçmeyi. Yarın 23 Nisan ve benim sizden bir ricam var; önünüze kaç çocuk çıkarsa, benim adıma da yüzüne gülümseyerek ve en azından biraz yanında oturup oyun oynayarak, onu mutlu eden şeylerden bahsederek mutlu eder misiniz? Sadece yarın değil, her mutluluk hissine kapılmaya ihtiyacınız olduğunda yapın bunu. Çok ama çok iyi geliyor. 

Bir çocuk diye bakmamak gerek, bir çocuk gözüyle bakmak gerek dünyaya. Psikologların klasik tedavi yöntem başlangıçları boşa değil ya; önce çocukluğa iniyorlar malum. Çocukluk mühim, çocuklarımızın mutluluğunu bastırmayalım. 

23 Nisan, hepimize kutlu olsun... :)

21 Nisan 2016 Perşembe

Oluklu Bambu Örneği İle Boyunluk Ördüm - Kendimce İsim de Verdim...


Şöyle demişim 12 Mart 2016'da; Oluklu Bambu örneği ile boyunluk ördüm 2-3 hafta önce, annemin kuzeni Suna abla için. Geçtiğimiz hafta Cumartesi günkü Akraba günümüzde de el emeğimi teslim ettim ona. İyi günlerde kullanır inşallah. :) 

Bu yazı taslaklarımda o zamandan beri duruyor ve ben ancak bugün devam ettiriyorum. Hayat çünkü, derslerle yuvarlanıp gidiyordum epeydir. Dönemin ilk sınavlarını bitirdim geçtiğimiz haftasonu ve ikinci olarak yazacağım yazı bu olmalı dedim, yazacağım çok şey varsa da tam olarak yorgunluktan yazabilir halde değildim.


Bu Oluklu Bambu Örneğini, Suna ablama yapacağım boyunluk örgüsü için değişik bir model olsun diye ararken buldum ve bir video yardımı ile yaptım ben. Öncelikle o videoyu paylaşmak isterim, video burada. Benim o videodan yola çıkarak ördüğüm boyunluk ise resimlerde görüldüğü gibi... Anne İşleri kanalının emeğine sağlık, anlatım çok anlaşılır geldi ve kolayca kavradım modeli. :) 

Boyunluğu ipi bitene kadar yaptım, ipim kendiliğinden çift ip krem rengi bir ipti. Tüysüz ve organik tip dediklerinden sanırım, alerjen ipler gibiydi. İpi çok severek kullandım, tek sorunu ipim bitmeye yakın çift ip teke düştü üretim hatası idi sanırım. Sonrasında da ipi tekrar çift ip yapıp, düğümle birleştirdik yeniden... 

Örgü örneği çok zevkli bir modeldi benim için. Detaylarını bir kez de ben verecek olursam; 120 ilmek'ten başladım ve 5 numaralı misina şişle ördüm, örgü bittikten sonra ölçmüştüm ama şimdi net hatırlamıyorum ölçülerini. O yüzden uzunluğu ve genişliği ile ilgili net bir şey söyleyemeyeceğim. Ama uzunluğu da genişliği de yeterli boyutta idi, Suna ablamın boynu uzun olduğu için sorun olmadı bir de sanırım tabii. Yumuşak ip ile örülürse, 120 ilmekten fazlası ile başlanılabilir. Benim ipim sıkı bir ipti, 120 ilmek ile de tek kat boğazı sıkmayan cinsten bir boyunluk oldu.



Misina ile ördüm ben videoda gösterildiği gibi ve ileride yine kendime de yardımcı olabileceğinden açıklayayım bir de maddelerle yaptığım kadarıyla;

İlk Sıra; 120 ilmek atıyorsunuz misinalı şişimize, sonra şişimize ilk 1 diyerek attığınız ilmekten tarafa dönüp o taraftan örmeye başlıyoruz en başta. Bu işlem örgümüzün dikişsiz bir örgü olmasını sağlayacak birleştirme sırası. (Misina potlaşıyor elbet bu işlem sırasında, ama ördükçe yayılıyor misinanın her noktasına örgü. İlk sırasını düz örgü ile örerek başlıyorsunuz böylece.) Tüm örgü boyunca yuvarlak daire çizip duracağız, ilmeklerin götürdüğü yere kadar. 

İkinci Sıra; sıranın tamamını 2 düz 1 ters örgü ile örerek devam ediyoruz. (Sıranın bittiğini başladığınızda ilmek atarken bıraktığınız fazla ipten anlayabilirsiniz. Daha sonradan da çizgi şekilde dikiş varmış gibi oluşuyor zaten, ördükçe de başlangıç ve bitişi anlıyor hale gelir oldum ben)

Üçüncü Sıra; 3. sıraya gelince, şişimize ilk ilmeği örmeden ipi bir kez doluyoruz ve 2 ilmek düz örüyoruz ve başta doladığımız boştaki ipimizi bu ördüğümüz 2 ilmeğin üstünden ipimizin olduğu tarafa geçiriyoruz ve bırakıyoruz (Sanki kesim yapıyormuşuz gibi). Sonraki 1 tersi örüyoruz ve kalan sıranın devamını böyle devam ettiriyoruz. (1 dola-2 düz ör- doladığını 2 ilmek üzerinden geçir bırak ve 1 ters ör.)

Dördüncü Sıra; 3. sıra bittikten sonrasında ise, yeniden 2 düz 1 ters örüyoruz ve bir diğer sırada da 3. sırada yaptığımız işlemi tekrarlamak üzere 2 ve 3. sıraları örgü bitene kadar tekrarlıyoruz.

Örgü istediğimiz boyunluk boyutuna gelince kesiyoruz ve son kestiğimiz ilmek ile ilk kestiğimiz ilmek ucunun açık kalan kısmını dikişle dikerek bitiriyoruz... Sıranın sonu ve başını dikerek, örgünün eksik kalan dikiş yerini de bitiriyoruz yani.

Ve Bir de Modele Kendimce İsim Verdim; 

Bu örneği iki aşık örneği olarak adlandırdım kendimce. Ördükçe çıktı bu isim ortaya, içimden geldi yani. 

Bir sırada iki düz bir ters yapıp, diğer sırada bir doluyor iki düz örüp doladığımız boş ipi üstlerine alıyoruz ya; orası tam iki aşık'ı kavuşturuyormuş gibi geldi bana. Benim için İki Aşık Modeli oldu örerken. O dönem duygusal dönemimde idim ve ondan böyle düşündüm sanırım. Modele bu ismi çok yakıştırdım; İki Aşık Modeli bu, kavuşturmak bana kalmıştı habire kavuşturdum durdum iki aşığı işte. Bende durumlar böyle idi o aralar, hala da İki aşık modeli isminin daha çok yakıştığını düşünüyorum. :)

Şimdi başka bir örgü örüyorum, sınavları bitirmişken dün yine başladım biraz örgü örmeye. Ama bu sefer sürpriz, sahiplerine ulaşana kadar yayınlamayı düşünmüyorum burada. Yenilik lazımdı, deniyorum ve geliştiriyorum bu yüzden yine kendimi. Gerek vardı yeniden örgüye sarmaya da, ne olsa yine yakındır derslere başlamak. Bu arada kitap da okuyabiliyorum bu dönemdeki ilk sınavlarım bittiğinden beri. Kendimi iyi dinlendiriyor ve fırsatlarımı değerlendiriyorum. Ders çalışmalarıma başlasam bile bırakmayacağım inşallah yine okumalarımı. Bahsederim yakın zamanda, bu aralar neler gözüme takılıyor ve aklımda ne tilkiler dönüyor diye... :)

Neyse, mümkün olduğu zamanda yine görüşürüz. Belki birkaç saat sonra, belki de yarına. Sevgilerimle...


19 Nisan 2016 Salı

Vize Haftasonuna Dair - Nisan 2016

Biten yorucu ama güzel bir vize haftasonundan sonra, yeniden buradayım. Bu sene 4. senemi okuyorum, İkinci Üniversite Açıköğretim Sosyoloji şeklinde. Ama bu sene bittikten sonra son 1 senem daha olacak, malum 2. sınıfımda geçirdiğim hastalıklı dönemim ile alttan kalan dersler sebebiyle bu seneye dek uzadı. Seneye kalan 4. sınıf derslerimi de alarak bitireceğim inşallah. Bu dönemin de vizeleri bitti ve de çok şükür güzel geçti, darısı finallere inşallah... :)

Ve bu yazı biten vize haftasonuna dair... :)


İlk resim Cumartesi gününden, ama hayır araba falan almadık; o gün akşam gittiğimiz avm'nin girişindeki Hyundai standındaki iki arabadan biri idi (diğeri Elaktra idi). Bakmadan geçmedik tabi biz de, ama elaktra'nın bagajı daha büyüktü. :) Bakma amacımız 2 sene sonra arabamızın 5 senelik vergi muafiyet süremiz doluyor (engel durumum sebebiyle).

Cumartesi günü; hayli sıcaktı ve hayli yorucu bitti. Ama güzeldi. Sabah erkenden yola koyulduk, saat 8'de; hafif bir kahvaltı sonrasında elbette. Önce ablamdan Kağan'ı aldık, ablam kendi arabalarıyla bizde bizim arabayla yola koyulduk. Zira sınav yerlerimiz birbirinden ayrı noktalardaydı. Cumartesi sabahında 2 dersin sınavına girdim, hayli güzel geçti ve erken kalkma durumuna alışık olmamama rağmen neşem yerine geldi. Ama dışarıya çıkana kadardı tabi bu durum. Şansıma öyle sıcaktı ki hava, annem o gün havanın 28 derece olduğunu söylüyordu. Ben ki; sıcağa dayanıklı biriyim, ben bile nefes alamayacak noktaya geldim. Hissedilen kesinlikle 28 değildi, özellikle de öğlen sınavına gitmek üzere girdiğimiz avm'den çıkarken... 

Sabah sınavı sonrası yakındaki avm'ye girip biraz dolaşıp biraz da bir şeyler yiyerek, saat 14.00'a kadar vakit doldurduk. Saat 14.00'da da ben yine annem-babam ve Kağanımla sabahki sınav yerime, ablam da kendi sınav yerine gitti. Öğlen ki sınavımızı da böylece güzel geçirerek bitirdik. Ve Bursa Anatolium'da soluğu aldık. Annem ve babamla burada gezinmek üzere ablam ile yeğenimi yolladık buradan da. 

Anladığım şu oldu ki Cumartesi günü; dışarıda olmaya ve erken kalkmaya alışık olmadığımdan ötürü hayli etkilenebiliyormuşum. Ben sıcağı çok seven biriyken, neden böyle oldu anlamadım Cumartesi günü. Gezmek isterken, başımın ağrısı ve tansiyon düşüklüğüm ile durgunlaştım ara ara. Çok az dışarı çıktım bir süredir, evde olmam gerekiyordu ders sebebiyle, bunun etkisinden olmalı. Cumartesi akşamı eve nasıl geldiğimizi anlamadım resmen, sıcağın beni yorduğuna tanık oldum uzun zaman sonra. Pazar günü sabahki sınavlarım için çalışmak üzere bir türlü odaklanamadım, neredeyse ağlayarak tekrar ettim derslerimi.  Pazar gününe uyanmak üzerine de yattım sonra; 



Pazar günü; sabah sınavlarıma çalışarak ve biraz olsun pekiştirerek hazırlandık çıktık evden. Pekiştirebildim en azından biraz ama yine de çok kötü geçmesini bekliyordum sınavımın. Sınav yerine bu sefer önce ablam ile Kağanı alarak ve önce ablamı sınav yerine bırakıp sonra da biraz yol kaçırıp sınav saatimde ucu ucuna yetişerek girdim sınavıma. Komiktir ki, beklemediğim kadar iyi geçti. Dilimi ıssırmayacağım, cevap anahtarıma güveniyorum çünkü. Ama yine de sürpriz olmamasını diliyorum tabi.. :) 

Velhasıl böyle bitirdik işte sınavlarımı ve ver elini gezme duraklarımız Avmlere... Pazar günü gezme yerimiz Ikea idi, üstteki fotoğraf da yeğenimin oyun sehpası önünde oynamasından görüntüler. Ikea hakkında diyeceklerim var. Her ne kadar dolambaçlı bir yapısı olsa da (Ki bu güzel bir içerik bence, tüm içeriğe bakabilmenizi sağlayan güzel bir strateji), ben çocukları bile eğlendirebilecek bir yer olduğu için çok seviyorum Ikea'yı. Uzun zaman olmuştu gitmeyeli ve Kağanımla gidişimiz de epey eğlenceli oldu bu sefer.



Ikea, çocuklar için oyun hafızasını geliştirebileceğiniz sayılı avm'lerden biri bence. Kağanım epey sevdi ve ilk defa gittik bu kadar büyüdükten sonra beraber. Ve çok oyun oynadık hep beraber gezerken, annem ve ablam inceleyerek gezerken avm'yi biz de yeğenim-dedesi ve ben oyunlar oynadık beraber. 

Malum dışarıda oynayamıyor çocuklar, böyle geniş mekanlarda da enerji dolup taşabiliyorlar. Ama sağlıklı değil elbet; bir sürü ışık bir sürü enerji kaynağı var, koşup oynasalar da yetmiyor. Yine de dün epey yorulmuştu yeğenim, sanıyorum koşturmanın olduğu kadar, odak noktasının birçok kez değişmesinden de kaynaklıydı. Üstteki fotoğraflar bir kısmı, mutfaktan banyoya daha birçok şekilde günlük yaptıklarını tekrarlayarak oyunlar oynadı. Dedesiyle süt ve çay içtiler salondaki bardaklarla, saatlere baktılar, çerçevelere ve kitaplıklara da... Ikea, bir çocuğun da eğlenebileceği bir yer diyorum yani. Herhangi bir abur cubur veya oyuncaklara takılıp kalmayacağı bir yer. Tabi oyuncak reyonunda dolaşmadığınız sürece. :)


Ve bir de bu haftasonu bilgiyarda iken çok kullandığım bir aparatı yenileme fırsatı bulduk. Mart ayında kablomun kırıldığı noktadan artan temassızlık yaşadıkça sarmaya karar vermiştim ama kısa süreli bir çözüm oldu bu. Daha önceden de yazımda yazdığımdan bu yana babam galip geldi ve yenileme mecburiyetinde kaldık. 12 tl verdim ve sağ taraftaki eski kablomdan daha sağlam görünüyor. Umarım ömrü de sağdakinden uzun olur, zira çok kullandığım bir aksesuar kendisi. :) Telefonunla bilgisayarıma bağlanmazsam olmaz.. :)

Haftasonumuz böyle geçti işte, sınavlarımıza girerek, arabanın içinde bir terleyip klima açarak, ben klimadan nefes alamaz hale gelince kapatarak, bir açarak... Sonra avm duraklarımızda soluklanarak, sonra yeşilliklerle dolu bölgelerden gezerek eve dönmeyi de ihmal etmeyerek. Ama bol bol da haftasonunun sıcağıyla boğuşarak geçirdik vize haftasonunu... Bu yazın gelmesinden korkuyorum ama dünden sonra, eve kendimi zor attım ben dün çünkü. Çok güzel bir gün geçirmiş olmamıza rağmen, yorgunluğumu atmam hayli zor oldu ve bugün de biraz ham gibiyim. Allah yardımcımız olsun, bu yaz çok sıcak olacak diyorlar. Gerçi sıcağa dayanabilirlik seviyeme hala güveniyorum, son 2 güne rağmen... :)

Bugün sabah zor uyandım ve sabahtan beri de hamdım. Yavaş yavaş kendime gelmeye başladım ve bu yazı sizlerle. Finallerim 1 ay sonra; gerek fiziksel olarak gerekse de derslerime bir an önce yeniden erkenden çalışmaya başlayarak hazırlanmaya başlamam gerek. Kendime güveniyorum ama ben havanın beni şaşırtmayabilecek olmasına güvenemiyorum. :) Sevgiler...

14 Nisan 2016 Perşembe

İnternet Günlüğüm 2016 - #2 - Günbatımları Dizisi (Nisan 2016)


Bu ara en çok çektiğim fotoğraf günbatımları idi, zira dün de dahil kafamı dersten kaldırdığım sırada başlıyordu günbatımı ve bende seyrine doyamıyordum  elbet. Salı günü gece itibariyle bitirdim vize ünitelerimi ve dün çalışmaya ara vermiştim. Bugün ve yarın olmak üzere de tekrarlarımı yapıyor olacağım. Yeğenim kreşe gidince başlayan ve o eve gelene dek (17:30) süren özet çıkarma mevzuuları şimdilik bitti nihayet. Ve 2 gün sonra da sınavlarım var. Artık hayırlısı...



Bu süreçten bahsedeyim derken, 2 gün önce son çektiğim resimlere bakayım bir dedim. Ve gördüğüm hep günbatımı fotoğrafları oldu. Bu yazının adı bu sebepten Günbatımı dizisi. 5 Nisan, 7 Nisan, 11 Nisan ve 12 Nisan; derken yazımın bitişinde paylaşacağım dünün günbatım fotoğrafları var bir de... Profesyonelim diyemem, ucun kıyısından bile geçmiyorum. Ama profesyonel olmayı da istemiyorum zaten, acemiliğin de getirdiği güzelliklerin değeri başka bence diyorum. Bunlar benim gözümden mesela, ötesi var mı? Benim için hatıraların en güzeli, siz okuyanlar içinse gözlemlerin ve sunuluşun en güzeli olmalı. Öyle olmasını diliyorum yani... :)


Ders çalışmaktan yorgun düşen ellerimin nihayet bu klavyeye yeniden dokunabildiğine memnunum. Yarın yazabilir miyim bilmem, ama haftasonu yine yazamayacağımı biliyorum; sonuçta sınavlarım olacak bu sefer de. Geri dönüyorum dönemiyorum, bıraktım bunu sorgulamayı. Bu sıralar sosyal medyanın diğer mecraalarında bulunuyorum, burada olamasam da. (Twitter; twitter.com/twit_dido, İnstagram; instagram.com/didolatte_)


Gün Batımları İle Meditasyon yapıyorum bu ara, onları izlerken sorguluyor ve kendimi toplamaya çalışıyorum... 

Gün batımını izliyorum ve ders çalışırken de bol bol "neden süreyi bu kadar kısa tutup uzun uzun bir sürü genel bilgilerden sınava tabi tutuyorlar?" diye düşünüyordum bu ders döneminde de. Yok bir cevabı veya çıkış yolu bunun, elbette biliyorum. Öğrenmeyi çok seviyorum ama mecburen 7 ders okuduğumdan sebep minimum düzeyde öğrenir kalıyorum, sınavlara kadar 7 dersten de sorumlu olduğum ünitelerimi bitirmeye çabalarken. O kadar çok ayrıntı, o kadar çok ince nokta var ki; bazen takılıp dikkatimi çeken yerleri "ne olursa olsun" diyerek okuyorum, zaman kaybetmeyi göze alarak elbet. Sonrasında taramalıya bağlayarak, geri kalanını öğrenmek istediğim yerleri geçici hafızama eklemek üzerine erteliyorum. Bildiğiniz gibi, hızlı ezberlemek durumunda olduğumuz hafızamız "geçici hafızamız" oluyor. Sınavdan çıkıyorsunuz, birkaç saate aklınızda kalan şeyler minimum düzeye inmiş yine...

İşte bunlara çok deli oluyorum, bu ders dönemimde de bunları düşündüm. "Neden sorgulanıyoruz bu kadar çok?" diye sordum ister istemez yine. Sorgulanmaktan da öte, gerekli gereksiz bilgileri öğreniyoruz ve hayatı es geçirmeye iteleniyoruz resmen! Örgün öğretimimdeki üniversitemde şanslıymışım çok şükür, dedim bol bol. Evet orada da çok sorgulanıyorduk, ama ben şanslıymışım meğer ya tüm kitaptan sorumlu olacak olduğumda bile son ünitelerin ağırlıklı olduğunu biliyordum. Hem Öğretmenlerimden hayata dair de, okuduğum bölüme dair de öğrenmişliğim çok oldu. Ama şimdi Aöf okurken, bu sene özellikle öğrendiğim şeyler hem çok hem de az görüyorum ki. Pekiştirme fırsatını bulabildikçe, zihin hazinemi dolduruyorum şükür ki. Ama dediğim gibi, neden bu kadar çok ayrıntıya boğuluyoruz ve süreler kısa ki?


Öğrenmek bu kadar kısa sürede gerçekleşemez ki; bu kadar hafife alınmamalı da bence...

6 dersimi yetiştirdim, 1 dersimi yetiştiremedim vizelere doğru. Tam anlamıyla öğrendiğime inanıyorum bu sefer de şükür ki, ama epey sıkıntılı bir süreç oldu yine benim için. Neyse ki, bu senenin ilk dönemindeki gibi olmadı. Ama o 1 dersimi yetiştiremememin sebebi; 4 ağır ders olarak nitelendirdiğim derslerimin tümünden, toplamda 20 üniteden sorumlu olmam idi. 20 üniteden o dersimin 5 ünitesini çıkartıyorum, zira ayrıntılı çalışamadım o dersime. Ve şimdi muhtemelen o dersin sınav sorularında ayrıntılarda boğulacağım ve geçer not almakta da zorlanacağım. Allahım emeklerimizin sonucunu almakta yardım etsin bizlere inşallah, ne diyeyim daha...

Biliyorum çok konuştum ama ihtiyacım vardı, öğrenmeyi çok seven biri oldum ama gerekli olanları öğrenmekten yanayım. Eğitim sistemimizi zayıf buluyorum. Ki ben dikkat eksikliği çeken bir öğrenci oldum öğrenim hayatım boyunca. Böyle olunca, uzun süreli çalışmalar eziyet olabiliyor. Ki bunu atlatmış olmama rağmen, zorunluluktan ötürü yapılan bu uzun süreli çalışmalar çok çabuk stres ve sıkıntıya sokabiliyor beni. Öğrenmek değil, sınav geçmek üzerine çalışmak zorunda kalıyoruz biz öğrenciler. Benim de şikayetim bu yüzden... Diyeceğim o ki; çok hata yapıyoruz. Biz öğrenciler bu süreçle savaşamıyoruz. Ama en önemlisi de bu süreçle savaşamadığımız görülüyor da, çözüm bulan olmuyor.

Korkuyorum biliyor musunuz, yeni gelişecek ve gelişmekte olan nesillerimiz ne olacak bilemiyorum. Ben şanslı imişim, güzel bitirmişim okulu.. Şimdi geç bitirsem de olur, ki bu benim ikinci üniversitem. Ama yine de yapmaya ve bir an önce bitirmeye uğraşıyorum. Öğrenmeye değil, sınavlara girip çıkmaya yorulduğumdan. Bölüm bitse de bu bölümle ve birçok şeyle ilgili öğrenmeye devam ediyor olacağım. Çünkü hayatın içinden benim bölümüm. Bu sene, sınavlara ayrıntılı şekilde çalışmak zorunda kalmam beni fazla yorar oldu. Bu alana ilgim olduğu için, ikinci üniversite olarak "Sosyoloji bölümünü" seçmiştim. Ama artık sona yaklaşmışken, sınavlar daha fazla yorar oldu. Az kaldı, kendimi böyle avutuyorum. Öğrenmeyi seviyorum ama fazlasıyla gözetim altında ve sınavlar adı altında öğreniyor olmak hoş değil. Başka türlü değerlendirilemiyoruz, sürekli başkalarının belirledikleri konular çerçevesinde ve sorular altında değerlendiriliyoruz. Ve her birimiz farklı farklı iken, aynı sınavda sorgulanıyoruz (!) Çok fazlasıyla konuşulacak şey var bu konuda, ömrüm boyunca da değiştirilmedikçe sorgulamaktan vazgeçmeyeceğim konu olacak bu "eğitim mevzuusu".


Dünün Günbatımı ve Sorgulama Seansı...



Dünün sorguladığım günbatımları fotoğraflarını paylaşır ve giderim; bakalım ne zaman döneceğim... :)

Bu arada neden sorguladığıma gelince, hayal gücümü sunmadan geçmeyeceğim elbet. Ortada güneşimiz var, kenarlarında da inatla onu batırmaya çalışan güneşimiz; yarın yeniden doğacağını bildiğimiz... İlk 2 resimde bulutlarla bir meydan okuma var güneşin arasında. Ama 3. resimde iki yandan bulutlar sıkıştırsa da gösteriyor kendini güneş. 4. resimde kendi batıyor elbette, "ne olsa yarın yine doğacağım." Diye. Dünya üzerinde bitmeyecek, durmayacak, dönmeyecek sandığımız her şey, başka surette dönecek. Bunu her gün anlatıyor güneş bizlere. Doğa üzerindeki düzenin, her zerresini hayatımızda bulmaya bayılıyorum. Güneşin doğuşu, vazgeçme bölgesinin bizzat ortasında da olsak pes etmememiz gerektiğini hatırlatıyor adeta. Artık ne kadar zor olsa da!

Böyle yorumlamak ve böyle kurgulamak istedim kendimce, böyle istiyor kalbim ve zihnim işte. Güneş bulutlar onu ittirdiği için veya başka çaresi olmadığı için değil, ertesi gün daha ışıl ışıl doğup parlayabilmek için batıyor. Her yeni günü inadına, dünyamızın sahibi olduğuna inandığımız rabbimizin bize sunduğu yeni bir şans olarak görmeye devam etmemiz gerekiyor. Kendi kendime bile olsa, bu hayalimi ve gördüklerimi yazmak inanılmaz motive ediyor beni. Dilerim sizlere de bir parça olsun ihtiyaç duyduğunuz bir cümleyi sunabilmişimdir. Sevgiler... :)

8 Nisan 2016 Cuma

"Yazamıyorsan, Yazamayışını Yaz" Demişler


Yazamayışımın sebebi şudur ki, derslere daldım dostlar. Esasına bakılırsa yarım saat öncesine kadar şu yazıyı yazamayacaktım. Babam sağolsun bu yazı ortaya çıktı, aşağıdaki resmimi çekmesi ve bana göstermesi üzerine bu yazıyı yazmalıyım dedim bende. :)


Ders çalışmaktan yazamadım bu hafta da, 2-3 haftadır ağırlığı bir verdim ki yine derslere sormayın. Bugün önemli yerlerin altını çizerek çalışıyordum, benim için basit olan bir derse. Bugün gündüz de çalışasım gelmedi de akşamdan başladım çalışmaya. Derslerimi bitirmeden önce bu fotoğraf çıktı (22:30), babam tarafından habersiz çekilmişim. Uzun zamandır ilk defa habersiz çekildiğim fotoğraf bu. Bu zamana kadar hep, ders çalışmaya başlamadan önceki hallerimi çektim ara ara. Bu çok güzel bir ilk dedim ve yazmaya karar verdim... 

Ben çalışırken kulağımda kulaklıkla, bilgisayardan müzik dinleyerek çalışıyorum. Bazen bu müzik işi bir videoda konuşarak bir şeyler anlatan bir vlogger'da oluyor; ara sıra onun mimiklerine de göz gezdirirken verimli halde de çalışabiliyorum. Genelde yazarak çalışıyorum, önce özet çıkarıp sonra da onları yazarak çalışıyorum. Velhasıl bu hafta da böyle bitti; gündüzleri daha çok vloggerların sesleri, akşamları da daha çok müziklerin eşliğinde yazdım durdum. Epey kolayladım ama derslerimi...

Tüm hafta boyunca, akşama bir yazı yazayım; "Bu alanda da mola vermeyi ihmal etmemem gerek, boğulmamam için" dedim. Ama ihmal ettim, yazamadım. Geceleri okudum onun yerine; yazılanları, yazdıklarımı ve nicesini... Derken bugün üstteki resim çıkana kadar, aklımda birçok yazacağımı tutuyordum. "Yazamıyorsan, yazamayışını yaz Didem." dedim sonra da. Okuyalı baya oldu bunu, "yazamıyorsan yazamayışını yaz ve geri dön yazmaya." diyordu. Ciddiye alıyorum doğrusu bu konuyu. Bu sefer benden değil, derslerimin sorumluluğundan ötürü yazamadım demeye geldim bugün de işte...

Nasıl odaklanmışım hayret, kulağımdaki kulaklık sebebiyle babamın telefonunun deklanşör sesini de duymadım. Ben böyle habersiz çekilen güzel fotoğraflara bayılırım biliyor musunuz? Bazen kötü çıkar ama doğaldır işte. Bir de öylesine çekilip de tüm güzelliğiyle size bakan fotoğraflar vardır, nefistir. Diyeceğim o ki ve belli de oluyordur ki, çok beğendim bu fotoğrafımı. 

Derslere böyle odaklandığım anlarda, Youtube'un otomatik oynat özelliği sayesinde birçok müzik keşfettiğim de oluyor. Bu akşam odak noktamdaki müzikler, Tarkan'ın eski şarkılarına döndü mesela. Önerilen müziklerde Tarkan'ın "Bir Oluruz" şarkısını gördüm. Bu şarkı çıktığı zaman milli maçlardaki coşkumuzu ve o zamanlarda bu şarkının konuşuluşunu ve dillerden dillere dolandığını hatırladım. Sonrasında "Sen Başkasın" ile devam edip, "Ölürüm Sana" ile devam ettim... Derken geldim buralara kadar anlatıyorum işte. En son Kış Güneşi'ne kadar geldim işte, sizde dinlemek isterseniz burada bulabilirsiniz. En sevdiğim slow şarkılarından biridir Tarkan'ın. Eski şarkılardan alınan tadı bazen hiçbir şarkıdan alamıyor insan, kaç yaşında olursan ve kaç sene geçmiş olursa olsun... 

Ben yazamazken ve hep ders notları tutma çabasında iken, çevremde birçok şey oluyor. Kayıtsız kalıyorum gibi oluyor, izlemekle yetiniyor gibi oluyorum. Farkettim ki bu arada, her şeyi kontrol edemem ben. Bunu kabullendim bu süreçte, her süreç bir şeye vesile oluyormuş. Yoğunum, yorgunum ama bunları düşünebiliyorum. Aslında farkında olmadan kontrol etmeye odaklandığım ve beceremediğimi kabul edemediğim birçok şey varmış. Yazamayışımın arasında, bunları da farkettim işte ben bu aralar...

Yazamayışımı yazdım bugün. Zira bunu yazmak bile o kadar rahatlatıyor ki işte... Az kaldı sınavlarıma, bu haftasonu değil önümüzdeki haftasonu ara sınavlarım var. 1 ay sonrasında da finallerim. 1 sene sonra da bitecek İkinci Üniversitem inşallah... Yazamıyorum ama içimdeki düşüncelere yönelirken buluyorum hep kendimi. Ders çalışırken bu kadar düşündüğümü hatırlamazdım, bu sene daha çok düşünüyorum çalışırken. Hem her şeyin düşüncesi hem de hiçbir şeyin düşüncesi var aklımda bu ara. İnsan ders çalışırken hayatına karşı derin düşünür mü; düşünüyorum işte. Sevgiler, mutlu haftasonları olsun hepimize... :)


2 Nisan 2016 Cumartesi

Geçmişe Yazılan Birkaç Hatıra Ve Küçük Cep Kolonyası


Beklenen Olduğu Düşünülse De Garipsenen...


Alt başlıkta bahsettiğim şey, ölüm. Yaşı, yeri ve zamanı ne olursa olsun insanın, garipseniyor işte. Allah mekanını cennet eylesin; annemin halasının vefat haberini aldık, geçen hafta Perşembe günü. 2-3 aydır komadaydı ve acı çekiyordu söylenene göre. Güzel bir hikayesi vardı halamızın, eşi ile birbirlerini çok sevmişlerdi ve ömürlerine sadece ikisinin olduğu evlatsız bir aşk sığdırmışlardı. Ama halamın eşinin vefatı ben halamı son gördüğümden birkaç yıl önce gerçekleşmiş, ben eniştemizi hiç görmedim. Senelerdir yalnız yaşıyordu evinde halam, annem ile telefonda görüşüyorlardı ve Ankara'ya gittikçe de uğruyorduk yanına...


Kardeşleri, kardeşlerinin çocukları yakınında oturuyordu, iç içelerdi ama. 2009'da gitmiştim ben en son yanına halamın annem ve babamla; hatırlıyorum da eşinin kendisine yazdığı şiirlerini okumuştu bize o zaman yine. Nasıl aşk dolu şiirlerdi, "Yalnız kaldım, o gidince" diye birkaç gözyaşı dökmüştü o gün bizim önümüzde halam. Ölümü içten içe beklediğinden de bahsetmişti o zaman yine, annemlerin de söylediğine göre cidden çok severmişler birbirlerini. Zaten annemler hep şöyle der küçüklüğümden beri; Allah sevdiğinden ayrı koymasın insanı, çok zor...


Arardı bizi halam, annem de onu arardı. Zamanında birkaç laf etmişliğimiz ve yine konuşmuşluğumuz vardı benim tarafımdan da halamla. Her aradığında beni sorar, sağlığımın ve gidişatımın bilgisini alırdı. Annemin ve dayılarımın küçüklüklerinde de büyük yeri olan bir halamızdı. Yer yer kızdığından ama kendilerini sevdiğini bildiklerinden bahsederler annemler senelerdir. Şimdi bir büyük daha gitti diyoruz bir haftadır, esasında sıralı ölüm isterken bile alışamamışlığımıza hayret içerisindeyiz bu bir haftadır...


2009'da gittiğimizde bana güzel bir küçük cep kolonyası vermişti halamız; şeffaf bir plastik şişenin içinde, lila rengi idi kendisi. O gidişimizde benim halamı son görüşüm olmuştu... Unutamam da o cep kolonyasını, küçüklüğümden beri severdim zira cep kolonyalarını. Ama saklayamadım o kolonya şişesini. Yol boyunca midem bulanıyor diye onu koklamıştım midem bulandıkça arabada, o yolculukta burnum kanamıştı sonra. Sanırım çatlak burun damarımı aktive etmişti, durduramayınca İnegöl'de hastaneye gittiğimizde böyle söylemişlerdi. O yüzden dönünce eve bir köşeye koymak zorunda kalmıştım, sonrasında da kaybolmuştu sanırım...


Halama "bir daha geleceğim hala, yine geldiğimizde Ankara'ya" demiştim o son gördüğüm sene, benden söz almıştı ve hatıra olması için o küçük kolonya şişeyi vermişti. Ama gidemedim bir daha yanına işte. Malum onun ertesindeki sene atak geçirdim Ankara'ya da gidemedim ve daha henüz 2009-2010'daki halim kadar toparlayamadım kendimi... Ve son Ankara'ya gittiğimizde de (Temmuz 2015) durumum sebebiyle evlerine çıkamadım, selam göndermek durumunda kaldım halama annemlerle... Şimdi "İyi ki Ankara'ya Temmuz 2015'te gitmişiz, gördük halamızı son kez bu vesileyle." diyor annemler...


Halamın enişteme duyduğu sevgisinin, birbirlerine tutunmuşluğun ve kavuşmak için dua edişlerinin hatıırası kaldı aklımda. Onun hayatının zorlu bitişiyle, -hüzün saklayan havası olduğunu düşündüğüm- Ankara'nın yanına bir anı daha kar kaldı diye düşünüyorum bir haftadır. Hatıralarla besleniyor şehirler ve bu dünya...


Bir hayatın daha bitişiyle meydan buldu hatıralar ortaya çıkmaya ve bu yazıyı yazıyorum işte. Aslında hayatımda duyduğum birçok aşk hikayesi var, yazmayı istediğim. Ama yaşanamamışlıklar ve yaşanmışlıkları sanırım, "yazmak ne haddime olanların yanında" diyorum ve erteliyorum yazmayı. Sonrasını düşünüyorum yazdıktan sonra, sonrasında ne hissederim ve ne hissettiririm diye. Ama sanırım er geç bunu yapacağım, hissettiğim kadarıyla...


Halam ile eniştem kavuşmuştur şimdi diyorum, diyoruz.
Öyle umuyoruz, "öyle olmasını istiyordu ve istediğine kavuşmuş olsun inşallah." diye dua ediyoruz. Her arayan halamın eniştemin yanına gömülüp gömülmediğini de soruyor. "Eniştem daha yaşıyorken yan yana mezarlarını almışlardı zaten." diyor annem, bu cümleler benim yüreğimi burkuyor ister istemez... Dünya üzerinde yaşayıp da kavuşamamak ağır geliyor bazı hikayelerde, zira öteki dünyaya giden dönmüyor ve kesin olarak bilemiyoruz orayla ilgili olanları; sadece inanıyoruz...


Diyeceğim o ki; bir aşkın son diğer tarafı daha sevdiğine kavuştu belki de. Böyle umuyoruz her birimiz. Halamı iyi hatıralarla anıyoruz, ne mutlu ki. Şemsi Halam ve Garip Enişteme Allahtan rahmet diliyorum. Ve er ya da geç, tüm sevenlerin kavuşabilmesini diliyorum. Dünya üzerinde olmasını diliyorum özellikle de; Halam şanslı olanlardan ki kocasıyla bir yarı ömür yaşamış da aslında, ama daha az şansı olanların hikayesini de duydum ömrüm boyunca. Hakkımızda hayırlısı olsun, Allahım sevenlerin kavuşmasını ve ebedi dünyada da huzura erişme bahtını nasip etsin cümlemize...


Ve böyle bir hayatta yaşadığımızı ölümlerin ardından daha çok kavrıyorsak; ertelememeli ve fırsatları kaçırmamalıyız belki de. Daha çok yaşamalı ve daha çok yaşadığımızı hissetmeye çalışmalıyız... Sevgilerimle.