22 Ağustos 2012 Çarşamba

Antalya'da Bulunmak...


10 yıldan beri Antalya garip geliyor. Ankara gibi değil hissettirdikleri. Antalya eksik, Antalya 10 yıl öncesinden beri garip...

10 yıl içinde 3. gelişim Antalya'ya. Ve her defasında aynı his, aynı eksiklik... Eskisi gibi Antalya'dan tat alamıyorum. Her geldiğimde hissettiğim eksiklik, Anneannemin Dünya'da var olmayışı. Bu eve her gelişimde yokluğunu derinden hissetmek, fazlasıyla can sıkıcı...

Hayat dediğimiz; doğmak, büyümek ve ölmek biliyorum. Ama kimilerinin ölümü çok erken ve zamansız geliyor. Daha o olacaktı, daha bu olacaktı düşüncesi anıldıkça anılıyor... Anneannem çok erken öldü ve çok çabuk yalnız bıraktı bizi. Kabullenmesine kabulleniliyor ölüm ama Anneannem gibi birinin yokluğuna alışmak çok zor geliyor.

Bu ev onsuz, sessiz ve boynu bükük gibi sanki. Tüm güzel anıları barındıran bu ev, az bir sessizlikte boğuyor hüzüne...

Antalya'da bulunmak böyle benim için. Antalya yarım ve eksik... Ne zaman mezarına gidiyoruz Anneannemin, hüzünle doluyor geri kalan eksiklik... Huzur içinde yat Anneanneciğim. Mekanın Cennet Olsun... Seni o kadar çok özledik ki...



Resimde soldan sağa, Anneannem, Kucağında benim küçüklüğüm, Mavi bikinili de Ablamın küçüklüğü...

Resmi dün eski resimlere bakılırken babamla çektik. Bizim evdeki resimler arasında bu resim yoktu sanırım, o kadar çok resim var ki bizde de hatırlayamadım.

Dedemde eski resimlerin çoğunun filmleri duruyormuş. O filmleri inceleyip almayı düşünüyoruz giderken. O kadar eski resimler var ki... Dün çok etkilendik Annem ve Babam ile akrabalarımızın eski hallerini gördükçe... Eski ama herkesi tanımak mümkün yine de. Bakış, duruş, sima yetiyor tanımaya... Ailem fazla değişmemiş. :) 

Sevgilerimle...


21 Ağustos 2012 Salı

Bayramlarda Çocuk Olmak İstiyorum


Bayramlarda çocuk olmak ve bayramın tadını doya doya çıkarmak istiyorum. Bayramlar benim olsun yeniden, doya doya şeker yiyeyim istiyorum. Artık yanımda bir eşlik eden olmayınca yediğim şekerin tadını küçüklüğümdeki gibi alamıyorum.

Ablam yanımda olursa, kuzenlerim yanımda olursa ya da arkadaşlarım yanımda olursa, yediğim şekerlerin de, dolma ve baklavaların da tadı bir başka güzelleşiyor. Küçükken evdeki dolmaları ve şekerleri ablamla arada derede kaçırır, çerez gibi yerdik. İşte dolmanın asıl tadı o anda çıkıyordu meydana, biraz munzurlukla. :)

Şimdi aynı munzurluğu bazen babamla yapıyoruz. :) Ama eskileri özlüyor genellikle insan. Geçmişte kalan anların tadı ve cazibesi bugünlere nazaran çok fazla oluyor daima. Ama Eskileri özlesek de, bayramlarda ne kadar kalabalıksan o kadar yeniyor evdeki herşey. Sevdiklerinle bir arada olunca; dolmalar çerez gibi gidiyor, şekerlerse lüp lüp...

Eskileri bu kadar övüyorum ama, şimdiki bayramları da sevmiyor değilim. Bir farkı var şimdiki bayramların, küçük değilim ve bayramlarda küçük olmanın tadı benden sonra gelen küçüklerimin. :) Ama sevdiklerimle kalabalık bir bayram geçiriyorsam eğer bende çocuk oluyorum birden. Eskilere dönüyorum, çocuklar gibi mutlu olup şekerleri yemeye dalıyorum.

Ve Bence bayram; Küçüksen veya sevdiklerinden oluşan kalabalık ile geçiriyorsan, Şekeri, baklavayı ve dolmayı paylaşacağın sevdiklerin yanındaysa güzel...

Sevdiklerimizle şeker tadında nice bayramlar geçirmemiz dileğimle... İyi bayramlar diliyorum...

Fakat...


Bayramlarda veya başka zamanlarda çocuk olmayı istememin bir sebebi daha var, yazımı bitirmeden eklemek istiyorum...

Terörden ve bu kötü şeylerden haberdar olmamak istiyorum bazen. Küçüklüğümde bu kadar korku dolu değildim. Daha mı azdı, ya da bana mı hissettiriliyordu bilmiyorum ama, Her şehit haberinde, her saldırıda yıkılıyorum. Tüm neşem kaçıyor. Ve dün dayımın nişanından geldikten sonra aldığım tüm haberlerle aslında tüm bayram bitti benim için... 

Şehit olan Tüm vatandaşlarımıza ve Askerlerimize, Allahtan rahmet diliyorum. Yakınlarına da baş sağlığı ve sabır diliyorum... Yaralılarımıza da acil şifa versin Allahım inşallah. Diliyorum bu son olsun...



17 Ağustos 2012 Cuma

Mersin'de Tatil Ve Tatil Sonrası İçin Alınan Kararlar


Mersin'de tatil güzel gidiyor. Bugün 4 gün oldu. Kızkalesindeyiz 4 gündür. Yarın Taşucundaki halama geçip, Cumartesi günü de Antalya'ya yolculuk yapacağız. Tatil güzel ve dinlendirici geçiyor esasında. İnsan zaman zaman böyle şeyler arıyor. Halamlara gelmek çok iyi oldu hem benim için, hemde annem ve babam için. Birarada tatil yapmayalı baya olmuştu...

 Kızkalesi...

Kızkalesinde denize girmek çok güzel. Genellikle yüzme bilmeyenlerin ve çocukluların tercih ettiği yer Kızkalesi. Rahatsızlığım açısından benim en rahat olduğum plaj ve deniz burası. Dalga problemi ve birden derinleşme problemi olmadığı için denizden zevk alıyorsunuz. Ben dalgayı pek sevmem. Kızkalesinde bazen deniz çarşaf gibi bile oluyor. Hafif dalgalar felan...

Denize ilk girdiğimiz gün, başta zorlandım bu gelişimizde . Malum rahatsızlığım ve kasılmalarım sürüyor hala. Uyum aşamasını kolay geçerim denize girince demiştim oysa. 1,5 saat civarı sonra alıştım ilk gün. Kas Erimesi hastalarına yazları en güzel tedavi olarak denize veya suya girmeyi öneriyorlar doktorlar. Ben kendimi bildim bileli bu böyle.

Kaç senedir denize girememenin acısını çıkarıyorum burada şimdi. Denize girdikçe ağrılarım azaldı birkaç gündür. Dün biraz ağrım vardı, Mersin Merkez'deki işlerimizden ötürü denize giremedik ve yol yordu. Eve gelince yatıp dinlenince sabaha geçti anca.

Dün Mersin'e Sındırgı'daki bir Hocamın yanına gittik. Ben Sındırgı'da okurken, son senemde 3-4 ay kala Mersin'e gelmek zorunda kalmıştı Fizyoterapitim Özkan abi. Dün Mersin'e onu görmeye gittik. Ve durumumu da kontrol etti Özkan abi.

Uzun zamandır görmediğin birini, uzun zaman sonra görmek çok güzel. Özkan Abimi cidden çok özlemişim, o da bizi görünce çok sevindiğini söyledi. Sağolsun çok ilgilendi yine bizimle. Durumumu kontrol etti zaman ayırıp.

Özkan abi beni ilk tekerlekli sandalyede görünce şaşırdı. Şaşırmaması elde değildi, tahmin edebiliyorum. Sındırgı'da iken az buz da olsa dışarıda zaman zaman annemin omzunda felan yürüyordum, ağrım ve kasılmam olmadıkça... Ancak ağrılarımın artışından ötürü uzun mesafe yürüyemez oldum artık.

Kontrol sırasında da, sonrasında da söylediğine göre kaslarım daha çok gerginleşmiş. Dizimin üstünde gerginleşen kaslar, diz kapağımda şiddetli ağrıya sebep vermekteymiş. Bu durumdan haberderdardım zaten. Ancak kasların durumu daha da gerginliğe gitmiş, ağrılarımın artmasına sebebiyet buymuş.

Tüm bu ağrı ve rahatsızlıklarımın durumunu en hafife indirebilmek için 7 madde verdi ve biraz da kızdı bana. Haklı da. Bu yaz iş-güç, ablamın doğumu derken, ne zamanın geçtiğini anladık, ne de tam anlamıyla yoğunlaşabildik ağrılarıma. Ağrıyor diye ben dokundurtmadım biraz da annemlere. 

Tatil Sonrası İçin Alınan Kararlar...

Dünden beri 7 madde üzerine ciddileşip yeni kararlar alıyorum. Biraz azar işittikten sonra ama bu sefer kesin kararlar olacak inşallah. Ağrıları geçirmenin çözümüne gerdirme egzersizleri verdi Özkan abi. Bir de soğuk uygulama... Birkaç egzersiz tavsiyesinde bulunup, "Bunları eksiksiz yaparsan düzeleceksin, inanıyorum. Ve yapacaksın da." dedi...


O 7 maddenin başında Solunum var, asla unutmamam ve bırakmamam gereken... Tüm bunları bastıra bastıra söyledi. Unutmamam gerek! Benim bu maddeleri  notlar şeklinde hazırlayıp odama, cüzdanıma ve çantama koyup göz önünde bulundurmam gerek. Eve gidince ilk iş bu olsun mesela. Şimdilik çantama notlar hazırlarım.


Güvendiğim birine görünüp aldığım tavsiyelerle, kararlılığımı ön planda tutup devam edeceğim yoluma inşallah. En baş madde solunumu unutmayacağım mesela. Aldığım kararların devamlılığını sürdürmeye uğraşacağım ve bu sefer bir alışkanlık haline getirene kadar, zaman zaman "Aman bugün de yapmayayım." demeyi göze almayacağım. 

İşte böyle, bu gece son gecemiz Kızkalesinde, yarın Taşucuna geçeceğiz. Sonraki günde Antalya'ya hayırlısıyla. Ve ben çoğunlukla her yolculuğa çıktığımızdaki gibi kararlar almaya devam ediyorum. Ve tabiiki uygulamaya... 

Şimdi yazıyorum buraya, çünkü ne zaman yazıya dökersem kendimi o şeye karşı daha çok sorumlu hissediyorum. Bu da ne demek oluyor, yazıya döktüysem bir kademe daha sorumluyum, Aileme, Özkan Abime, sevdiklerime ve kendime... Ve bu yazıyı okuyanlara... :)



Kötü Günler Geçecek... :))

12 Ağustos 2012 Pazar

Ankara, Ankara...


Ankara'dayız hala. Yola çıkmadan önce yazdığım yazıda, Ankara'da 1 gün kalıp ertesi sabah yola devam edeceğiz demiştim. Ancak nazar boncuğumuz olsun, bir aksilik çıktı bugünde kaldık Ankara'da. Arabamız Ankara'nın içinde iken, Saniye teyzemlerin evine varmadan patırdama sesleri çıkartmaya başladı.

Nazar boncuğu olsun desem de, yola çıkmadan önce kontrolden geçmiş olduğu için arabanın bu durumu canımızı sıktı biraz. Baştan beri Egzoz sandık, egzoz da değişmişti üstelik ama, ses egzoz sesine benziyordu. Bugün tamire gitti araba, sorun bujilerden ötürüymüş. Velhasıl bir miktar daha para sıkışmış arabaya. Çıkarttırdı Babam ile Kamil amca bugün... :)

Şimdi Dikmen'deyiz, yarın da Mersin yolcusuyuz hayırlısıyla...


Ankara, Ankara...




Ankara'da bir gün daha fazladan kalmak benim işime geldi ne yalan söyleyim. Ankara, Ankara... diye seslenmem, Ankara için söyleyecek çok sözümün olmasındandır. 

Ankara hakkında söyleyecek öyle çok sözüm var ki. Bu şehir Bursa'dan sonra söyleyecek çok sözümün olduğu, belki de, tek yer... Çok gecem geçti bu gökyüzü altında. Çok sabah bekledim. Çok gündüzleri yoruldum, çok geceleri dinlendim. Hüznü de, sevinci de tattırdı bu şehir bana. Bursa'dan sonra, kendi şehrimden sonra, kendimi yabancı hissetmediğim tek şehir Ankara...

Ankara ile ilk kendimi bilerek tanışmam Hacettepe Üniversite Hastanesi ile gerçekleşti. Ankara ve Hacettepe ile tanıştığımda 5-6 yaşlarındaydım... Nereden nereye...



Bu şehir benim, bende onun çok kahrını çektim. Son 2 gelişimde de, bu şehirden çoğu zaman hastane sayesinde sıkılmış olsam da zaman zaman, bu şehri çok sevdiğimi anladım. İçinde hatıralar barındırdığım bir şehir Ankara. Hayatımda garip bir yeri bulunan bir şehir...

Çoğu zaman hüzünlü, ama hüznünü göstermeyi pek sevmeyen, Kişileştirilmeye münasip bir yapısı olan ve hüznünü anlayanlara kucak dolusu sevgilerini sunan bir şehir... Yeter ki Ankara'yı yaşamasını bilsin insan...

Ankara bana göre böyle bir yer işte. Gide gele sırrını çözdüm bu şehrin. Hatıralarını paylaşman için soğuk rüzgarlarını esirgemez Ankara, içindeki hüznü paylaşırsın esen rüzgarla. Sakinleştirir, rahatlatır seni. Bir şehir insanın nasıl tüm hüznünü alır derseniz, Ankara'ya ya da Bursa'ya benim gözümden bakın derim. Başarabilirseniz eğer deneyin...

Dün Ankara'ya varıp, Saniye teyzemlerde yemeğimizi yedikten sonra balkona çıktım annemin yardımı ile. Sofra toparlanana kadar yalnız kaldım gökyüzü altında. İçime çektiğim nefesi böylesi kişileştirebilmek yeniden, çok tanıdıktı...





Eskiden otobüs ile gelirdik çoğunlukla annemle. AŞTİ'ye (Ankara Şehirler Arası Otobüs Terminali) her inişimizde, biraz bıkmışlıkla biraz da hissettiğim o anlamsız sevgi ile "Yine biz geldik Ankara." Der, sonrada birisinin beni duyup duymadığına emin olmak için etrafıma bakınırdım. Zamanla bu durum istem dışı sesli konuşmaya dönmüştü çünkü. Senede en az 2 kere gelip, sonra da her geldiğimizde 1 aya yaklaşık kaldığımız bu şehrin yabancı gelmemesi artık garip olmasa gerek...

Dün gözlerimi kapatıp soluduğum havadan tüm bu gökyüzü altında yaşadıklarımı ve Ankara'nın bana hissettirdiklerini anımsadım... Birçok sebebi geldi aklıma burada hüzünlenmemin ve tebessüm etmemin... Ankara'da çoğu şarkı hüzünlendirmeye müsait geliyor. Ve Ankara dışında yazdığımdan çok şey yazmak, hep yazmak geliyor içimden.

Yazın bu zamanlarında, Ankara serin ve hüzünlü yine. Benim için sanki... Çok şey paylaştık bu gökyüzünde. Ankara'da son gecemiz yine.

2 gündür Ankara çok şey fısıldadı kulağıma yine. Durma Didem, Pes Etme Didem, Yenilme Didem, Vazgeçme Didem... Birçok düşüncemi okudu ve "Yorma Kendini" dedi... O susmadı, bende susturmadım. Yalnız kaldığımız her an, veya irtibat kurduğumuz her an bir şeyler fısıldadı kulağıma.

Velhasıl Ankara bana iyi geldi yine. İçimi ısıttı, tüm soğuğuna rağmen. Sevmekten vazgeçme beni dedi resmen. Bir şehri bu kadar kişileştirmek saçma gelecek belki. Ve birçoğu İstanbul'u kişileştirip konuştururken, ben hep Ankara ile konuşmayı tercih ettim.

Söylenecek o kadar çok sözüm var ki daha bu şehirle ilgili...

Bir yaşadığım şehir Bursa, bir de Ankara... Hayatımda en büyük yerleri edinen 2 şehir.

Bu şarkı da yazımı bitirmeden benden size gelsin madem, Ankara denince klasikleşmiş şarkılardan, Zuhal Olcay-Ankara'da Aşık Olmak... :)


Sevgilerimle...

Didem KÖSE

10 Ağustos 2012 Cuma

Ve Beklenen Tatil Yolculuğu Başlıyor

Sonunda beklenen tatilin yolculuğunun başlayacağı gündeyiz. Bahsetmemiştim sanırım. Ailecek yapılacak olan bu tatilin hayali 1 senedir vardı. Ve 2 senenin sonunda, ailemle tatil amaçlı bu şehirden uzaklaşıyor olmak yeniden, çok ama çok güzel.

Birkaç saate yola çıkıyoruz, ve hazırlık telaşı ile yazım ancak bu zamana kaldı. 2 yılın ardından gideceğimiz bu ailecek tatil, baya heyecanlandırıyor beni... :) Araba yerleştirildi ve hazırlıklar son hızıyla devam ediyor ve bitmek üzere neredeyse.

Tatil için Bursa'dan uzaklaşmak, bu yazın sonuna yakışır olacak. Uzun süre oluyor Ankara'ya ve Mersin'e gitmeyeli. Onun heyecanı da büyük tabii.

Çizilen rotamıza bakıldığı zaman; Yolculuğumuz Ankara yolu üzerinden başlayacak Allahın izniyle (Mersin'den önce 1 gecelik dinlenme yerimiz Ankara), bir sonraki sabaha da yolculuğa Ankara-Konya istikameti ile devam edeceğiz.. Mersin'e giderken  Konya'da Hz. Mevlana ziyareti yapma düşüncemiz var. Aslına bakılırsa kaçtır Mersin'e gittik, fakat otobüs ile gittiğimiz için hep Hz. Mevlana'yı ziyaret etme amacımıza ulaşamadık bugüne dek.

Velhasıl Mersin sonrasında da Antalya ile devam edeceğiz yolumuza Allahın izniyle.  Ailemle yolculuk yapmak çok zevkli olduğundan, öyle geliyor ki bu uzun yolculukta da vakit çok eğlenceli geçecek yine... Hele ki 2 sene sonra denize girecek olmak da ayrı bir heyecan.

Ablamlardan geçtiğimiz Pazar günü geldik evimize ve bugün yola çıkıyoruz. Yiğenimi, ablamı ve eniştemi özleyeceğiz. Ve aradan tam 1 hafta bile geçmemiş olmasına rağmen ben şimdiden çok özledim Kağan'ımı. :)

Bu yolculuk yazısı biraz aceleye gelmiş oldu, kusuruma bakmayın. Hazırlıklar tamam ve son hızla bilgisayarımı  da kapatıp alıyorum yanıma...

Diliyorum Allahım cümlemize hayırlı yolculuklar nasip etsin. Yazmaya devam edeceğim tatilde de. Yolculuk anıları ve tatil anıları bitmez. Yolculuk sırasında yazamasam da yazılarımı, durduğumuz duraklarda Vodem'imle bağlantıya geçtiğim an yazılarım burada olacak...

Ankara-Mersin-Antalya bekle bizi geliyoruz... :)))

Sevgilerimle... Didem KÖSE

2 Ağustos 2012 Perşembe

Şiirlerle Hayat #1 - Pablo Neruda Ve Hayatı Doya Doya Yaşamak (Martha Medeiros)


"Yavaş Yavaş Ölürler" (*)

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler,
İzzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
istemeyenler.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
her gün aynı yolları
yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve
değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyen,
veya bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan
kaçınanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar
yavaş yavaş ölürler.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet
değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk
almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler.

Pablo Neruda


...

Yavaş Yavaş Ölürler, hayatını yaşamayanlar demiş Pablo Neruda. Ne güzel demiş. Doğru değil midir? Hayatı yaşamadıktan sonra doya doya, yaşamanın ne anlamı kalmaktadır. Hayat herşeyin gerek tatlısını, gerekse acısını çektirir insana da, Vazgeçersen acıdan kaybedersin hayat oyununu. Savaşmaya hazır olduğun an, bizdensin der çeker içine seni hayat. Bazen üzer, kırar, bazen de güldürür delicesine...


Hayatın içinde acı tatlı dengesini yaratabilmektir marifet işte. Ne saplanıp takılmak bir yere, ne de tamamen toz pembe görmek tüm herşeyi. Ne kapılıp gitmek kötü olan şeylere, ne de zorlamak kendini başka biri olmaya... Tüm bu hayat içinde dengeyi tutturabilmek marifet. Hayata kötü gözle bakmamak mesela...


Evrene enerji verme meselesi derler hep ya hayata, bence olay kendinle iyi mesajlaşabilmekte işte. Ne evren, ne de başka birşey. Olması gereken tek şey, hayatla ve kendinle barışık olmak. Hayat bir akıl oyunu der kimisi, kimisi de kalp işi... Bence yarı yarıya hayat. Ne kalpte tamamiyle, ne de tamamiyle akılda...


Ve hayatı doya doya yaşamanın yanında ölümle de bağdaştırmalı hayatı işte. O zaman ciddiyetine varırız anca bizler. Bir söz var ya bunun üzerine;

 "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın!" diye...

Sevgilerimle... :)

*Önemli Not; Bu yazı dizisi altında paylaştığım ilk şiirdi bu. Ve çoğu gibi bende Pablo Neruda'ya ait olduğunu sanıyordum ve severek okuduğum bir şiirdir kendisi. Bu şiirin Pablo Neruda'ya ait olmadığı söyleniyor. Birçok kişi gibi ben de öyle sanıyordum ve araştırıp internetten birçok yerde Pablo Neruda'ya ait olduğunu bilsem de, değilmiş meğer. Bu yazının altına yorum yapan arkadaş sayesinde öğrendim bende, tekrar teşekkür ederim. Gerekli bilginin linkini vermiş kendisi sağolsun, o linke buradan da ulaşabilirsiniz. 

Araştırsam da kendimce, yeterince bir bilgiye ulaşamamışım meğer. İlk paylaştığım ismiyle kalsın istiyorum bu yazı, çünkü çoğumuz böyle bildik bu zamana kadar da. O yüzden asıl eser sahibinin ismini de eklemeyi uygun gördüm başlık kısmında. Şiirin aslı Brezilyalı şair Martha Medeiros'a aitmiş. Emeğine sağlık. Beğendiğim şiirin asıl sahibini öğrenmek beni mutlu da etti. Bilgi kirliliklerini temizleyebilmek ve eserleri asıl sahipleriyle anabilmek dileğimle. Sevgilerimle... :)