30 Eylül 2021 Perşembe

LGMD Farkındalık Günü - 30 Eylül 2021

 

Sabahtan beri unuttuğuma şaşırıyorum ama evet böyle bir günümüz vardı. Bugün "Dünya Muscular Dystrophy Limb Girdle Günü" ve ben Dünya üzerindeki LGMD Hastalarından biriyim... =) 


Farkedilmem gerektiğine daha birinci sınıfta iken varmıştım, hastalığımın çıktığı senenin hemen ertesi idi. Anasınıfında o kadar zorluk yaşamamıştım ama hastalığımın ilk zamanlarında ben büyüme sancılarımı herkesten daha değişik yaşıyor ve sık düşmelerim, çabuk yorulmalarım arkadaşlarım tarafından dışlanmalarıma sebep oluyordu. İşte ilk o zamanlar, "benim bilinmem, tanınmam ve ailelerin çocuklarına bahsedilenlerinden olmam lazım!" demiştim. Sonra hep şunun hayalini kurdum, okullara gidiyorum seminerler düzenleniyor ben ve benim gibi arkadaşlarım konuşuyor. Ailelere diyoruz ki; "Biz varız, öcü değiliz, ucube değiliz. Sizin çocuğunuz nasıl komşu çocuğundan farklı ise biz belki de ikisinden birden daha çok farklıyız. Lütfen çocuğunuza anlatın, korkmasın ve de dışlamasın."


Bu hayal internet sayesinde biraz gerçek oldu aslında, ben artık kendimi bir başka şekilde anlatabiliyorum. Yazıyorum, tanımadığım kimselere de ulaşabiliyorum. Şehir şehir gezmeme gerek kalmadı, ama şayet yapabilecek durumda olsaydım en çok yapmak isteğim buydu benim. "Topal, sakat, özürlü, mızmız, sütten ve de benzeri" sözlerle anılmak hiçbirimizin hakettiği bir durum olamaz çünkü!


29 yaşıma geldim öyle böyle, bugün yine LGMD Günü ve ben birkaç senedir böyle günümüzün olduğunun farkındayım. :) Şu yukarıdaki tekerlekli sandalyedeki fotoğraflarım var ya, o durumla da o fotoğrafların varlığıyla da birkaç senedir barıştım aslında. Yani ben de onların varlığının beni rahatsız edemeyeceğini farkettim yani. :) Farkındalık dediysek, o farkındalığı ben de kendi sandalyeli fotoğraflarıma bakmak açısından geç başardım; birkaç sene önce... Bunun da sebebi hep beni birilerinin gördüklerinde verdikleri tepkilerdi aslında. Ben de dönem dönem engelli arkadaşlarım gibi görünmez olmayı çok istedim. Şimdi de görünür kılır oldum kendimi, yavaş yavaş kademeyi arttırmaya devam ederek.. (:


Muscular Dystrophy Limb Girdle, kasların kendi yeterliliğini sağlayamadığı bir DNA Bozukluğundan sebep oluşan rahatsızlık hali. Eskiden ben hastalık demek istemezdim ama şimdilerde kas erimesi bir hastalık değil durum bozukluğudur diyen doktorlarımız da var. Henüz tedavimiz hala yok, çalışmalar devam ediyor olsa da pandemi dönemi dolayısıyla denemeler hayli azaldı. O yüzden hala bekliyoruz. Düzenli doktor kontrolleri ile durumu kontrol altında tutmak ve düzenli fizik tedavilerimiz ile hayat kalitemizi arttırmak dışında, kesin tedavimize hala zaman var... :/ 


Limb Girdle, kol ve bacak kaslarında güçsüzlüğe yol açan kas erimesi hastalığının alt gruplarından biri de olsa her bir hastada ayrı seyir gösteren bir hastalık. Tıpkı birimizde kollarda daha fazla güçsüzlük görülürken, bir diğerimizde bacaklarda daha fazla güçsüzlük görülüyor... Benim genellikle şu sıralar bacaklarında daha fazla güçsüzlük var ama bizim durumumuz tüm kas gruplarını içerdiği için, çoğu zaman solunum kaslarım daha fazla etkilenmekte ve bacaklarımdaki güçsüzlüğü yok saydırabilmekte. O yüzden fizik tedavinin boyutu benim için hayati önemde... 


Düzenli kontrollerimi olamıyorum pandemi başladı başlayalı ama şu an hala randevu almakla uğraşıyorum. Başarabilirsem en son geçen sene yaptırabildiğim kontrollerimi bu seneden yaptırmaya devam edeceğim. Pandemi döneminde en zorlandığım bir şey de bu oldu işte; doktora gidemiyorum, gitsem kontrol olamıyorum. Doktorlardan azar işitebiliyorum. Dilerim bu sefer azar işittiğiö diğer doktorlara gitmeyerek bunun önlemini de almış olacağım! =) 


Üst kolajda göründüğü üzere bir zorlandığım mevzu da kan aldırma durumum... Gerek ince damarlı biri olmam gerekse de dirseklerimde bulunan dejenerasyon gereği hemşireler kan almakta zorlanıyorlar benden. :) En az 15 dakikada alındı en son, ama en uzunu 45 dakikada alındığı da olmuştu! Neyse ona da alıştım ama annemi alıştıramadık bu konuya. Kıyamıyor benim canım bana... :)


Hayatım böyle renkli işte. Aslında böyle bir hayatım olmasına rağmen seviyorum. Böyle diyorum, çünkü 10 sene öncesine kadar ben yürüyebiliyor konumunda idim. Şimdi yürüyemiyor desteksiz bile ayakta duramıyorum ama fizik tedaviyle neler başarabileceğimi de, nelerin beni yorup tüketebileceğini de öğrenmiş oldum bu sayede. Daha çok dikkat ediyorum kendime, daha da fazla seviyorum olan biten her şeye rağmen hayatımı ve de kendimi. 


Böyle bir gün de bir hastalık da benim ve benim gibilerin içinde var; ama bundan ibaret değiliz aslında, bununla beraber yaşamayı öğrenip hayatı sürdürüyoruz çok şükür. Farkındalık günleri neden var diye düşünürdüm eskiden, işte bu sebeple var. Bilin diye. Hani anlamayıp dışarıda  gözünüzü dikip rahatsız ettiğiniz, cık cık çekerek acıdığınız, bize zorluk çıkaracak engellemelerinize dikkat etmediğiniz için var. Engelliler Farkındalık Günü, Engelliler Haftası ve benzeri nice günler bunun için. Oysa hayatta kimsenin alanına zorluk çıkarmamak adına dikkat etse her birimiz, yaşardık biz de gül gibi aslında... :)


Dışarı çıkamıyorum yeteri kadar insan dikkat etmediği için, hayata katılamıyorum yeteri kadar insan beni farketmediği ve de benim de bir şeyler yapmamın gerekliliğini fark etmediği için; tüm bunları birilerini yeteri kadar beni bizi umursamadığı için, devletimiz gerektiği kadar hayatı bizler için düzenlemediği için yapamıyorum. Bu da burada birilerinin gözüne ilişsin. Değişim bir kişi ile başlar, bir kişi daha bir kişi daha derken kitlelere ulaşabilir. Bizler ister isek eğer... :))


Neyse, tüm bunları anlatasım varmış ve de yine anlatasım güncelleyesim gerekiyormuş yeniden demek. Rahatladım, ferahladım ve de güç doldum yeniden... Bana verildiği gibi size de bir seçim şansı veriliyor bu hayatta, 99da bunu farkettiğim üzere ya hastalığım var diye hayata küsecektim ya da onunla savaşabilmek için hayata daha sıkı sarılarak tutunacaktım. Ben hayata sımsıkı saeılmayı tercih ettim. Ya siz, hayata sıkı tutunanlardan mı hayatı umursamayanlardan mısınız? Dilerim yaşamı her şeye rağmen sevmeyi ve sımsıkı tutunmayı başarabilenlerden olursunuz. Çünkü böyle yaşamak her zaman daha zevkli geliyor bana... :))


Yazıyla, örgüyle, kitaplarla, müziklerle, ailemle akrabalarımla, arkadaşlarımla ve sevdiklerimle tutunuyorum işte. İsteyip de başarması çok kolay, bahane edin şekil değiştiren bulutları çiçek açan ağaçları, gülen bir çocuğu ve güldürebildiğiniz sevdiklerinizi. Hayat güzel, yaşamak özel...

Beni Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Beni yeni fark eden herkesi de ayrıca hoşgeldiniz diyorum. Sevgilerimle... :))

29 Eylül 2021 Çarşamba

İstifleme, Erteleme, Okuduğun Kadar Yaz - Eylül 2021

 

Çok şey yapmak isteyip de yapamadığınız zamanlar oluyor mu? Ben o zaman dilimlerinden birindeyim bu sıra. Biliyorum Eylül'le veya başka bir şeyle de alakası yok, benimle ilgili ama bir şeylere bağlamak daha iyi hissettiriyor kendimi. Sebebi yok... 

Misal çok yazmak istiyorum, yazmaktansa "en doğru zamanı" beklerken öğütüyorum zamanı. Her şeyi erteleyesim var, ama her şeyi. Uykuyu ertelemeyi, gece okumalarımı ertelemeyi, kendimi arındırmam gerektiğini hissettiğim dijital fazlalıklarımdan arınmalarımı ertelemeyi bırakabildim neyse ki; yaklaşık son iki haftadır yani! :)

Yazmaya yeniden hislerimi anlatarak dönmeyi tercih ettim velhasıl. İyi okumalar... =)



İstifçilik Bence Bu;


İstanbul'dan döneli ikinci hafta başına döndük; döndüm döneli anlatmak istediklerimi, İstanbul'u anlatttıktan sonra öteledim. Oysa yapmak istediğim daha da fazlasını içeriyordu. Sonra tamam yapamıyor muyum bir şey, kaydettiğim ve bakmadığım fazlalıklardan arınayım önce dedim. 

İnstagram hesabının kaydedilenler bölgesini kullanır mısınız bilmem, iki haftadır orada biriktirdiklerimi ve bakacağım derken bir kısmına bakıp üzerine birikenleri "ayıklıyorum ayıklıyorum, bitmiyor!" :) Çünkü ben bir garip istifçiyim, sonra bakarımcıyım, "şu şimdilik dursuncuyum!" Yaşayan bilir, berbat bir şey. Kendimle birkaç aydır olan savaşımı nihayet ben kazandım. Son bir haftadır, yeni bir şey kaydetmek ve hazırladığım klasörlere gerçekten gerekli değilse eklemek yasak bana; kendim tarafından yasaklandı! :) Derdimi sevelim bence, küfretmeyin! Bu durumlar, insanı nasıl engelliyor ben çok iyi biliyorum çünkü. Eskiden bunun farkında bile değildim, son birkaç senedir biriktirip sonradan atabilmesini veya silebilmesini de öğrendim kendimce! Bence yani...

Bunu enerji bilimleriyle uğraşan insanlar şöyle açıklıyor; enerjiyi nereye toplarsan, o kadar diğer yerlere yönlendiremezsin kendini. Tamam da o nasıl bir şey, arka tarafa düşmüyor mu beynimizde derseniz; düşmüyor işte. Ne kadar çok şeyi yarım bırakırsanız, sorumlu bir kişilik olsanız da olmasanız da enerji bir yerden sonra kötü anlamda etkileniyor. Bu durumu farkettiğim ilk seferden beri, evde kullanmadığım eşyalardan arınmanın ne kadar iyi geldiğini farkettim. Ama bir o kadar da arınamadığım birçok şey var biliyorum. Dilerim yakın zamanda onlardan da kurtulacağım. En azından enerji merkezim eskiye nazaran daha iyi odaklanma konusunda, ama dijitalde bir şeyler bırakmaya başladım sonra. 

Youtube, İnstagram ve Facebook'ta kaydedilenler kısmım çok dolu. Eskiden Daha Sonra İzle kısmını bile tam yönetemez durumdaydım ama şimdi onunla çok iyi anlaşıyoruz mesela. Öncesinden beri fotoğraflarım çok düzenlidir, o konudan yana da sıkıntım yok. Ama İnstagram ile ilgili çok net bir şeyi farkettim; o akışta olan instagram anasayfası var ya, bir şeyleri kaçırmamak için beni kaydedilenler kısmını hep daha fazla kullanmaya itti. Misal bu konuda bir yasak daha getirdim kendime, kaydedilenler kısmını bir daha böyle kullanmayacağım. İnstagram'ı kullanmayı mı bıraksan? dediğinizi duyar gibiyim ama instagram üzerinden satış ve de pazarlama yapmaya da uğraşıyorum. Oradan yazmayı da seviyorum, her ne kadar bir ara birilerini takip etmekten ötürü orada da yazmaya odaklanamadı isem de; şimdi öyle değil durumlar... 

Neyse, bu konuda kurallarımın son durumu şöyle kendimce;

Geceleri yatağında kaydedilenleri izleyip&okuyup silmekten başka takılmak yasak.
Yeni bir şeyler kaydetmek, bugünden itibaren yasak.
En son kaydedilenleri temizledikten sonra klasörlerini de inceleyecek ve kullanmadığın ne varsa sileceksin. (Bu da en zor madde gibi geliyor nedense, varması zor gibi. Zira kaydırılan ekranla 15-20 arası kaydırmadan daha 7-8 kadar kaydırmaya yeni düştüm. İnternet çok iyi bir şey, ona kapılmadan yaşarsak eğer...)


Şimdi bunları neden anlattım bilmiyorum, esasında ben bu sıralar ne yapıyorum "neden yazamıyorum"u konuşacaktım ki; bu madde demek ki aklımda en baş maddede geliyormuş. Senelerdir bir şeyleri biriktiriyorum, sanırım artık sorumluluğu içimde yük olmaya başlamış! :)



Ertelediğim bir diğer konu, dil meselesi idi. Yine kendi istediğim üzere bir iki ay önce çalışmalarımı bıraktım, onun mutsuzluğu da benimle... Ertelemekte üstüme tanımıyorum resmen bu sene! 

"Bunun yerine ne yaptın Didem peki?" derseniz eğer; aldım elime örgü ipimi ve 4,5 numara misinalı şişimi (Üst kolajda göründüğü gibi), en az 6-7 kez olmayacak sayılarda ilmekler atarak atkı ve boyunluk örmeye çalıştım! Sanki 7 senedir falan örgü ören ben değilmişim gibi... :) Daha bugün az biraz mantıklı olabilip, örebileceğim sayıya mantığımı koyup bir boyunluğa başladım ama utancımdan bitmeden onun da fotoğrafını buraya koymayı kendime yediremedim... =) Bu konuda kararın nedir peki Didem derseniz eğer; 

-- İngilizce öğrenmek için bir ara çok sık kullandığım iki uygulamayı (Duolingo, Voscreen) yarın sabah kullanmaya geri dönüp, bir ay sonrasında da şu ingilizce altyazılı dizi izleme meselesini artık ertelemeden ele alacağım. Kendime söz... :) (Buraya geri döndüğümü de yazarım haftaya inşallah!)


En son kendime diğer notum, "Okuduğum Kadar Şevkle, Dizi Ve Program İzlediğim Kadar Motivasyon İle Yazsam Keşke!" Olacak...




2019 Aralık'tan beri düzenli günlük yazmadığım için yine her şey sarpa sardı gibi hissediyorum ve istediğim gibi yazamıyorum. Çünkü gün içerisinde kafamdan o kadar çok düşünce geçiriyorum ve hepsini yazamayacağımı ve yazmamamın da gerektiğini düşünüyorum ki, geriye yazacağım diğer şeyleri ifade edemez duruma geliyorum. Bu nasıl bir his biliyor musunuz, bir odanın içerisinde en köşeye yığılmış kitaplara ulaşmanız gerekiyor ama o kitaplara ulaşmanız için de öncelikle o yığınlara doğru birikmiş eşyaları odadan çıkartıp boşaltmanız gerekiyor! Kesinlikle böyle bir his işte... :)

Günlük yazmadıkça içimdeki hislerle baş edemez olduğumun farkında olsam da, şuralara iki üç cümle yazıyorum diye kendimi hep erteledim aslında. Oysa bana günlük yazabileceğimi ilk defa öğütleyen ilkokul öğretmenim hala ara sıra "günlük yazmayı hiç bırakma Didem!" diyor bana. "Öğretmenim bir süredir bıraktım, her şey çok oldu ve ben günlük yazmaktan bir ara çok yorulmuştum! Şimdi ise geri dönemiyorum..." diyemedim. Peki öğretmenim, dedim hep. Belki de cümlelerimi yazarken bazı tekrar eden cümlelerimi gördü veyahut hissetti. Ona söz verdiğim gibi dönmem gerekiyor, bu da beni son zamanlarda çok rahatsız ediyor...

Üstte gördüğünüz defter, benim 2020'deki doğum günümde döneceğim diye yeniden yazmaya başladığım günlüğüm. O deftere çok hevesle geçtim, devam edemedim. 1 Eylül'de yazdım tekrar ama yine devam edemedim... Diyeceğim o ki, ben buraya düzenli yazamaz hallere bürünürken aslında önce erteleme hastalığına yakalandım kendimce. İstediğim gibi giden şeyler olduysa da, bir şeylerin istediğim gibi gitmiyor olması beni etkiliyor dedim önce. Şimdi farkediyorum ki, tembellik ettim ve bu tembellik de hoşuma gitti. "Sadece yap!" kısmını es geçtim, hep doğru ve güzel zamanın gelmesini bekledim..

Oysa şu andan başka doğru ve güzel zaman yok, sizce de öyle değil mi? İşte ben bunu bile umursamayı erteledim!


Peki tüm bunları bugün buraya nasıl yazmaya cesaret ettim ve neden yazıyorum biliyor musunuz? Sadece yapabilmek için öncelikle kendime bunları yazıya dökerek de itiraf edebilmem gerekiyordu. Çünkü ben "o-bu-şu" beni okuyan okumayan ne der, düzgün bir yazı yazmadım diye; "bir beni ilgilendiriyor ve birilerine belki ders bile olmaz, bunları anlatacağım da ne olacak" gibi düşüncelere kapılıp kendi tembelliğime çekildim! Sosyal medyanın büyüsüne kapıldım, videoların ve dizilerin büyüsüne kapıldım, zaten bir şeyler tam da istediğim gibi olmuyor ki; "Ben de en iyisini yapabilmeliyim!"in büyüsüne kapıldım.

Neyse işte, gördüğünüz gibi şimdiki yorgun ve yazmaktan uzaklaştığı için bir yanı kendi içinde mutsuz Didem ile aranıza geldim. Düzenli yazdığım sürece ve erteleyerek olduramadığımı bildiğim için ertelediklerimi de kontrolüm altına aldığım sürece yeniden daha da mutlu olarak yanınızda yerimi alacağım bence... 

Bir diğer neden yazdığım meselesine gelince, bilhassa bu sorumluluğu sizlerin karşısında alayım ki, yapmama gibi bir şansım kalmasın istedim... :) Bence ben dil çalışmalarıma da, yarım bıraktığım kitaplarımı da okumalarıma, okuduğum kadar günlük yazarak yazılarıma da, dış dünyanın büyüsünden çok içimin bana söylediklerine odaklanmaya da geri dönebilirim. Sonbahar tüm bunlar için en ideal mevsim sonuçta? Neyi nasıl görmek istersen, o seni öyle karşılar belki de! Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?


Yorumlarda benimle beraber misiniz, kendiniz için neler yapmak istediğinizi yazar mısınız? Hem birbirimizi kontrol edebiliriz, hem de bir zaman sonra dönüp bu söze karşı neler yaptık haber verebiliriz birbirimize?

Size zarar veren enerjinizi emen her şeyi biriktirmeyi bırakmaya, ertelediğiniz için üzüldüğünüz alışkanlıklarınıza dönmeye ve sizi çok iyi hissettirdiği halde yapamadığınız o şeye odaklanmaya var mısınız? Ertelemeden, hemen başlamak üzere. Ben bu sabah başlıyorum, zira şimdi uyuyacağım! Yarın Facebook sayfamda, haftaya da bloğumda bir yazıyla durumdan haberdar edebilirim inşallah... =) 

Sevgilerimle, yorumlarda görüşmek üzere... :)

24 Eylül 2021 Cuma

Gezdik Gördük İstanbul - Eylül 2021


Nihayet Gezdik Gördük İstanbul diyebiliyorum! :) Geçen haftanın tüm günlerini İstanbul'da geçirdik ve bu hafta yeniden evimizdeyiz. İlk defa İstanbul'da gezmek için bulundum bu sefer, amacımız günübirlik gitmek veya biraz evde kalıp dönmek değildi. Hem misafirlik etmeye, hem de turist gibi İstanbul'un belirli yerlerini gezmeye fırsat bulabildik nihayet... Orada olduğunuz, bana bu anı yazımda eşlik ettiğiniz için çok teşekkür ederim... =)


Bir haftaya şu toplu kolaj ile oldukça gezilip görülmüş yerler sığdırdığımıza şahit olun istedim; uzaktan gördüğümüz Kız Kulesi'ne kadar koyduğum kolajı sırasıyla da inceleyeyim dedim. Kız Kulesi, Galata Kulesi, Ayasofya Camii, Sultanahmet Camii, Emiönü sokakları, Dikilitaş, Eminönü Çarşısı, Edirne Selimiye Camii, Kuzguncuk sokakları ve Kuzguncuk Sahili... Bir haftamız daha olsa daha nereleri nereleri gezerdik de, bu kadarını sığdırabildik sağlık durumum sebebiyle de... :)

İnstagramımı takip edenler biliyor çoktan ama yazımın detaylarına girmeden buradan da belirtmek isterim yine; benim için en özel en beğendiğim nokta Galata Kulesi oldu, sonrasında da Edirne Selimiye Camii... :)


Pazar günü yola çıkmıştık, öğlen 14.30 suları çıkıp akşam 18.00 civarı Ayşe teyzemlere varmış bulunduk. Biz körfezi dolaşıp gittik yine, hem böyle tercih ettiğimizden hem de gezerek gitmeyi tercih ettiğimizden. Mavişimi aldım yanımıza, ablamlar Marmaris'e tatile gittikleri için onlara bırakma şansım yoktu zira... Yolculuk güzel geçti, ama hiç heyecanım yoktu gibi geldi. İlk gördüğüm Galata Kulesi oldu, sonra Kız Kulesi derken vardık Bağlarbaşına işte. Bir hafta boyunca kedili bir evde kaldık biz, bu bir ilkti benim için. Evin her köşesinden iki kedinin de çıkıyor olması çok hoşuma gitti. Çok sürmeden bana alışmalarını da sağladık kediciklerin ama Mavişimi üst katta oturan annemin diğer teyzesinin eşinin evine bırakmak durumunda kaldık. Gerek kedilerin merakı, gerekse de Mavişimin korkma durumu etken oldu bu duruma... :)

Ayşe teyzemlerin iki kedisi var, biri babaanne Debra diğeri de şu üst kolajda benim yan tarafımda duran torunu Pan. İkisi de dünya tatlısı ama en yanımıza yaklaşanı torun olan Pan'dı... Diyorum ya, bir hafta boyunca kedili bir evde olmak güzeldi. Yer yer bir yerlerden çıkıyor olmaları, alıştıktan sonra Pan'ın gelip koltukta birkaç adım uzağımda yatıp uyuması; annem ve babamın sorumluluğuna bırakmak durumunda kalıyor olmasaydım, kesinlikle bir kedim veya köpeğim olsun isterdim evimizde de. Mavişim var, orası çok ayrı ama 4 patili canlılarımız da her anlamda çok cezbediciler şimdi! =)


İstanbul'daki ilk iki günümüzde evde idim; gerek 3 kat merdiven çıkarılmış olmamdan ötürü gerekse de bir gün öncesinde belimi ve dizimi incitmiş olduğumdan ötürü hassaslığımdan yana dinlenmem gerekli olduğu için... Şimdi iyiyim ama o ilk 3 gün çok ağrılı geçti benim için, sonrasında biraz hafiflese de ağrılarım yer yer artmayı da ihmal etmedi ne yazık ki... 

O iki gün içinde yanımda götürdüğüm kitabın ilk kitabını bitirdim, Mutlu Prens... Tam bana hitap eden hikayeler değildi ama güzeldi. Arka tarafında Küçük Prens'i barındıran ikili kitaptı bu. Elhamra Yayınlarının A101'de satılan kitaplarındandı, İstanbul'a gitmeden birkaç gün önce babama aldırmıştım A101 Aktüel'de görünce. Bir tanesinin fiyatı sadece 6 TL idi ve tek korktuğum çevirisi iken şükür ki o da sorunsuz çıktı! İki kitap birden içeriklerinde nasıl bulunuyor ki diye soranları, dün videosunu koyduğum üzere buradaki instagram Reelsime beklerim... :)

İki gün boyunca kedilerle takıldım, annemler gündüzleri dışarıda iken kitap okudum dizi izledim. Kuzenim Cem ile vakit geçirdim. Derken günler geçti, o iki gün boyunca gezme planları yapıldı ve Çarşamba günü başladık gezi turlarına... :))

Galata Kulesi Önceliğimizdi...



Bağlarbaşı'ndan çıkıp önce metroyu kullandık, sonra Marmarayla karşı yakaya geçtik. İkisi de çok kolaydı ve yaya halde artık ailemle bir yerlere gitmeye zorlandığım Bursa gibi bir yerden sonra bana umutlu hissettirdi kendimi... İstanbul'da bu ulaşım alanlarının bulunmasını oradaki engelli arkadaşlarıma kolaylık olarak gördüm. Geçtiğimiz noktalarda buraya kadar hiç zorlanmadık aslında. Engellilere yönelik kolaylık gördüğüm şeyin büyük zorlukları da oluyordur insanlar tarafından oluşturulan elbette, yaşadığım kadar internet üzerinden gözlemlediğim birçok kötü yan var; ama İstanbul'da yaşıyor olsa idim, buradaki evimiz orada olsaydı çok kolay şekilde hayatın daha çok içinde olurdum hissi benimle idi gezimizin bu kısmında... 

İlk durağımız Galata Kulesi'nin sokağına çıkabileceğimiz eski tramvay hattının bulunduğu yere gitmek oldu. Önce o hatla o sokağa çıktık... İstanbul'da herkesin en sevdiği genelde Kız Kulesi olur, benim ilgimi çeken bölge o dizi ve filmlerde de gördüğüm Galata Kulesi olmuştu. Kız Kulesi'ndense de, Mersin Kız Kalesi daha çok beni içine çekiyor zira... Galata Kulesi İstanbul'da gezip görmek istediğim yerlerden biri idi, bir de Sultanahmet Camii ile İstinye Sahilini çok merak ediyordum o kadar. Uzaktan sadece İstanbul'a duyduğum ilgi bu kadardı işte. Galata Kulesini en öne koymamız bundan sebepti işte...

Bunu tekrar çok net söyleyebilirim ki, Galata Kulesi sanki beni çağırmıştı... Hani çevresinde veya yöresinde olduğunuzda kendinizi rahat hissettiğiniz, tamam hissettiğiniz yerler vardır ya; onlardan biri de Galata Kulesi imiş meğer! Çevresinde sokaklarında ve de yakınlarında çok iyi hissettim kendimi. Hatırladıkça da o his benimle olmaya devam ediyor, devam edecek de galiba bundan sonra... Tıpkı Bursa Tophane, Mersin Kız Kalesi, Antalya Işıklar Caddesi ve benzeri yerlerdeki anılarımı düşündüğümde iyi hissettiğim gibi... 

Sonraki Duraklarımız; Eminönü, Dikilitaş, Sultanahmet Camii, Ayasofya Camii idi...



Galata Kulesi çok güzeldi, tepesine çıkmasam da görüntülenebildiği İstanbul'un da çok güzel olduğunu biliyorum ama Galata Kulesi'ne tepesine çıkamayacağımı bilerek gittim o gün aslında. Bana çevresinde olmak bile yetti, o sokaklar o gün bana nedense çok şey hissettirdi. Eskinin hissiyatını yaşadım sanki. En son böyle hissettiren Tophane (Bursa) ve Kız Kalesi (Mersin) olmuştu bana. O hissi net haliyle tanıdım, içime çektim işte... 

Galata Kulesi'nin seyir tepesine benim yerime annem ve babam çıktı işte, İstanbul'u seyrettiler beraber. Dilerim daha iyi olduğum bir vakitte oraya ayakta giderim ve bu sefer Galata Kulesi'nin tepesine de çıkma fırsatını elde edebilirim... :) 

Eminönü'ne gitmek üzere epey yol yürüdük sonra. İstanbul sokaklarındaki tramvay hatlarını kullanması çok zordu işte. İstanbul'da yaşıyor olsam tek başıma tramvayları kullanarak gidip gelemezmişim meğer. Öncelikle çoğunun kaldırımla arasında boşluk kalıyor, sonrasında da binerken ve inerken çok ama çok hızlı olmanız gerekiyor; bir seferinde inenler müsaade etmediği için inemedik de, bir sonraki durakta inmek durumunda kaldık zira. Tramvayın kapılarının açık kalma süreleri çok kısa. Ya insanlar inecek sadece, ya da binecek; veyahut inen veya binen kişilerin yarısından azı kadar yolcuyu ancak alacak. Süre o kadar kısa çünkü... 

Neyse, Eminönü'ne gittik işte. Tadilat olan camiiden ötürü o televizyonda gördüğüm ambians içerisinde bulamadım Eminönü bulvarını. Mısır Çarşısı ise tam beklediğim gibi kokuyordu. Her orayı yazan insanın, "baharatların ve de kuru yemişlerin kokusu orada çok başka" dediği kadar vardı... :) 

Eminönü'nde balık ekmek yemeden olmaz dediler, ben kendim evde bile yerken annemin bana dokunmayacağı şekilde yaptığından ötürü cesaret edemedim. Ayşe teyzem bana iki seçenek sundu, "Balık ekmek mi yersin, ıslak burger mi?" Islak Burger'i de hiç yememiş biri olarak, daha çok merak ettiğim üzere Islak Burger'i seçtim. Böylece annem ve babam karşıya köprüye geçtiler, biz de Ayşe teyzemle Eminönü Bulvarının arka taraflarına doğru ilerledik. Eminönü'ndeki o camiinin arka taraflarına yani. Oraları da çok sevdim, üst kolajda en ortada bulunan fotoğraf bahsettiğim arka sokaklardan birindeki eski bir tünel üzeri yapı idi... Çok vaktimiz olmadığı için fotoğraf çekip ilerledik, Ayşe teyzem adını ne olduğunu söylemişti ama unuttum. Fotoğraftan görüp de hatırlayan varsa eğer, yorumlarda yazabilirseniz çok mutlu olurum... =)

Bambi Cafe adlı yerde yedik Islak Burger'i, sanıyorum İstanbul'da şubeleri olan bir cafe. Gezerken birçok şubesini gördüğümü hatırlıyorum zira... Islak Burger'i beğendim, akşama halamlara yemeğe gitmeyecek olsa idik bir tane daha yiyebilirdim; ilk defa yediğime göre baya lezzetli buldum ben. :) Çay içip ıslak burgerlerimizi yedikten sonra, ayrıldığımız meydanda tekrar annemlerle buluştuk ve istikametimizi Sultanahmet'e doğru çevirdik... 

Küçükken sakladığım bir Sultanahmet kartpostalım vardı, yaklaşık 20 yaşıma kadar sakladım ama sonrasında kayboldu. İstanbul'da gezmek istediğim bir diğer mekan olmasının başlıca sebebi o kartpostaldı işte. Kartpostal sonbahar mevsiminde Sultanahmet Camii'nin ön avlusunda bir bankla beraber çekilmişti. O bölgeye gittiğimizde önce Dikilitaş'ı gördük ve inceledik, gerçekten en büyüleyici yapılardan biri dikilitaştı o gün gezdiklerimizin içerisinde. Sonra Ayasofya'ya ilerledik ve annemle Ayşe teyzem camii içerisini gezerken ben o tanıdıklığı bulabilecek miyim merakıyla Sultanahmet Camii'sine ilerledim babamla. Sonuç şu ki, Sultanahmet o benim kartpostalda gördüğüm gibiydi ama o avlusu sanki birebir benzer değildi. İçselleştirdiğim için mi daha başka hatırlıyorum bilemedim, uzaktan o kartpostaldaki Sultanahmetti, yakından değil... :) 

Bu da böyle bir anı olarak kar kaldı yanıma velhasıl. Keşke o kartpostalı kaybetmemiş olsaydım ama o gün Galata Kulesi'nden aldığım bileklik ve Galata Kulesi Kartpostallarını hiç kaybetmeyeceğimi umuyorum ve diliyorum! :) İstanbul turumuzda görmek istediğimiz yerleri böylece bir güne sığdırdık işte, akşamına Hatice halamlara yemeğe gittik 


Çorlu Ve Edirne Hesapta Yoktu. Ama Oraları Da Gezmek Nasip Oldu...


Haftanın başında İstanbul'da olduğumuzu duyan Malik abimler (Malik abi, annemin kuzeni) bizi Çorlu'ya davet edince, Perşembe günümüzü Çorlu'ya gitmek üzere planladık. Aslında Çorlu'ya gitmeyi daha sonraya attığımız için hiç hesapta yoktu ama orasını da gezip görmek nasip oldu çok şükür... :) Perşembe günü akşam üzerine doğru gittik, bol bol sohbetlerle ve yemeklerle dolu bir arada bir gün geçirdik. Malik abimin kızlarla görüşmeyeli en az 6 sene olmuştu, olabildiğince hasreti ertesi gün giderdik kızların okulları sebepli ama her iki gün de çok güzeldi! :)

Cuma günü Edirne'ye götürdü bizi Malik abim, kızlar okulda iken Malik abim Aysel yengem annem, babam ve ben doluştuk bir arabaya gittik. Selimiye Camii'ni gördük gezdik önce, ama sonra Mimar Sinan'ın esinlendiği Eski Camii'yi de gezdik gördük... Edirne gezdiğimiz gördüğümüz kadarıyla, binalara ve aynı yapıda çirkinlik diyebileceğimiz konutlara esir olmamış bir şehirdi. Eski sokaklarını gezdik, tava ciğeri yedik, Karaağaç'a kadar gittik, Meriç ve Tunca Nehirlerini geçtik... Selimiye Camiinin varlığı ile sıkıldıkça gezip oralarda takılmalık, bizim eski şehirlerimiz gözüyle bakabildiğim bir şehir olarak hatırlıyorum hala Edirne'yi... 


Selimiye Camii'nin altına bir park yapılmış, orada hatıra fotoğrafları çekindik. Beni en çok o eski zamanlarda o upuzun minareler nasıl yapılmış ve kondurulmuş öyle diye düşündürdü ve etkiledi Selimiye... Eski yapıların sırrını bir türlü anlayamayacağız gibi geliyor bazen, şayet zaman makinesi denen şey icat edilir ve de o döneme gidebilirsek belki! :))

Akşam eve dönüp çay keyfi yaparken Kızlarla da vakit geçirebildik. Sohbet muhabbet o kadar kendine çekti ki, dayanabildiğimiz yere kadar sohbet ettik. O akşamın en büyülü anlarından biri, zamanında ödünç verdiğim ama bana bir türlü geri dönmeyen çok sevdiğim bir kitabın canım Berilim sayesinde bana geri dönmesi oldu! (Başka suret ve başka kişi sayesinde)

Kitaplardan bahsediyorduk o akşam kızlarla, Beril de iyi bir okur olmuş ben görmeyeli. Kitaplığını incelediğim sırada gördüğüm Stepheine Meyer kitaplarını söyledim. Bir tek benim sevdiğim kadar sevememiş Göçebe'yi. Oysa şu yazımı okuyan varsa bilir, filmine kadar çok sevdiğim bir yapıttır. Fantastik kitap ve filmler içerisinde en başarılı bulduğum ilk içeriktir benim için... Bundan bahsettim Beril'e, hatırladığım hikayeyi anlattım. Bir de kitabımı zamanında ödünç verdiğimi ama bana dönmediğini söyledim. Berilcim bana kendi kitabını vermek istediğini söyledi, "zaten başta da pek anlayıp sevmediğimi söylemiştim. Bir yere bağışlayacağıma senin olsun," dedi. Bu muhabbet beni o kadar çok mutlu etti ki! Beril'e çok seveceği bir hikaye seçmek istiyorum bir dahaki buluşmamıza. Benim kadar mutlu edebilmek için biraz da... :) Bilen bilir, bir kitapla mutlu edebilmenin yeri çok ayrıdır okurlar için. Ben Berilin gözünde de gördüm o hissi... =) Tekrar teşekkür ederim canım Berilim...

Üstteki her bir fotoğrafımızı anımızı çok sevdim, Aysel yengemlerle kızlarla ve Malik abimle daha çok kavuşabileceğimiz zamanlar nasip olur inşallah ömrümüze. Uzun zamandır böylesi birbirimize özel olarak görüşemiyor, hep kalabalıklarda görüşebildiğimiz kadarıyla yetiniyorduk. Daha nicesine olur inşallah... (:


Vee Son Gezi Durağımız, Kuzguncuk...



Çorlu'dan Cumartesi öğlen vakti döndük İstanbul'a geri, hem Ayşe teyzemle hem de üniversiteden arkadaşım Pelinim ve annesi ile Kuzguncuk'da buluştuk... :) 

İstanbul'a giderken iki arkadaşımla görüşmeyi çok istiyordum, biri Pelinim biri de Dilekcim idi. Dilek ile görüşemedik, yine! Kızı hasta olmuştu, iyileşmişti biz gidene kadar ama o halde diğer yakadan kalkıp gelmesi riskli olacaktı ikisi için de. Başka zamana artık dedik... :) Pelinimle ve ailesiyle de görüşmeyeli, 5-6 sene olmuştu yine... Araya pandemi girmeseydi yine bu kadar uzamazdı ama bir türlü olamadı işte. Biz gerekeni yaptık, kısmetse pandemi ortamı rahatlar rahatlamaz onlar bizi yeni evimizde ziyarete gelecekler inşallah! (:

Ekmek Teknesi'nin çekildiği, Perihan ablanın sokağının bulunduğu, Refika'nın Mutfağı'nın bulunduğu (ki uygun zamanda gitseydik, çok uğramak isteyeceğim bir yerdi orası) Kuzguncuk; sevdik, oturduk, çaylarını içtik ve de gezdik. En önemlisi o gün arkadaşımla yıllar sonra yeniden görüşebildik. Pandeminin sayesinde görüşemez olduğum dostlarımdan biri oldu Pelinim de. Pandemi öncesi görüp de artık göremediğim birkaç arkadaşım daha var böyle. Pelinimle başlatmış olalım ve diğerleriyle de kavuşalım inşallah!! :)



İşte bir İstanbul macerası böyle geçti, hiç tahmin edemeyeceğim kadar dolu dolu. Senelerdir İstanbul'a gezmemek üzere o kadar çok gidip dönmeye alışmıştım ki, gezince öylesine yordu beni İstanbul ama hiçbir anından da pişman etmedi. Biraz zorlu ve yorucu idi kabul ediyorum ama çok güzeldi... Daha şurada iki gündür dinlenmiş hissediyorum kendimi, perişan etse de mutlu etti neyse ki! Dilerim yine gezip dönmesi mümkün olan günler geçiririz, ama asansörlü evlere gider ve giriş çıkışlarda bundan sonra hiçbir zorluk yaşamayız! 

Cumartesi günü akşamı Ayşe teyzemlere gittik yine, o merdiveni son kez çıktım. Dilerim Ayşe teyzemler daha yeni ve asansörlü bir binaya taşınırlar da oradan, daha çok gider gelir kavuşuruz ve bir arada oluruz... Cumartesi akşamı da Pazar günü de dolu dolu geçti, Neslihan ablam eşi ve Cem ile de sohbetlerle geçti gitti bir tatil daha. :)

Yazımı en sevdiğim fotoğraflardan ve mekanlardan biri ilan ettiğim Galata Kulesi adına sonlandırmak istedim. Daha iyi koşullarda gitmek nasip olursa eğer İstanbul'a, bu sefer sadece Galata Kulesi çevresini gezmeye ve oralarda yemek yemeye de çalışacağım. Annem Ayşe Teyzem ve de ben, planların kahramanı olarak bu tatili de yedik gitti diyorum. Çok şükür ki!

Sevgilerimle; bu tatilde yorgunluğun en büyük kısmını benimle yaşayan babacığıma yürekten teşekkür ediyorum. 
 Yazımdaki ve tatilimdeki her bir sevdiğimi kucaklıyor, siz okuyan arkadaşlarıma da çoook teşekkür ediyorum... =)

9 Eylül 2021 Perşembe

Eylül Geçişi - 2021

Eylül geçişi çok hızlı gerçekleşti sanki; Ağustos Eylül'le bütünleşmiş gibi, Eylül bir ayın sonrası değil de devamıymış gibi... Bana öyle hissettirdi, tüm değişen havasına rağmen güzel de geldi. Umarım hepimize öyle güzel gelir ki Eylül, artık iyi şeylerin zamanı gelmiş de bu güzelim ay gelmiş deriz her birimiz!! =)


Eylül kışa hazırlık ayıdır ya hani, bizim evde de durum aynen böyle... Eylül başlamadan Ağustos'un son haftasında başladı hazırlıklar, kuru bakliyatları hazırlamak benim işimdi ve annem yine soslarla uğraşmayla pek meşgul idi bu ara. Ben de barbunya bezelye ve beyaz fasulye gibi öğeleri ayıkladım bu zaman dilimlerinde. Allah ağız tadıyla yemeyi nasip etsin cümlemize inşallah, bu hazırlıklar tadı yaz sonunun ve birbirimizle birlikteliklerimizin.. :)

Salı günü Defnem de bana yardım etti; ben açtım fasulyelerin bazılarını, o da küçücük elleriyle kaba attı. 17 aylık yeğenimin şu sıra küçük çabaları ve aramıza karışmak adına uğraşları hakim! (: Daha nice etkinliklerimize, beraber uğraşlarımıza olacak bu uğraşlar inşallah... =)

Hazırlık demişken, Eylül bana yazma hazırlıklarıma dönme hevesi ve fırsatı da sundu çok şükür. Hep bahsediyorum, hayat hikayemi de hikayelerimi de yazmalarıma hep dönmeyi ve yazmalarıma devam etmeyi istiyorum ya; onun hazırlığını da giriştim ve bir yerden yeniden başladım şükür! Bu sefer yapabileceğime dair inancımı da içimde taşıyorum ama devamını Allahım da nasip eder inşallah. 

Sosyal medyada insanlar, blog yazarlarının "her şeyi yapabiliyorum havasına kapılmayın, yapamıyoruz ve çoğu şeyi tamamlayamıyoruz. Bu en normali." demiş. O normaller arasında da bir ben varım demek ki, Ben istediğim her şeyi yapabilen bloggerlardan olamadım hala ne yazık ki! :) 

Erteleme huyunun, bir işte istikrarlı bir şekilde devam edemiyor olmasının nedenlerini nasıllarını araştırırken birkaç yöntem sunduklarını gördüm. Öncelikli olarak beyninizi susturun, erteleyecekseniz eğer korkuları erteleyin demişler. 

--- Yöntemlerden biri; "-1-2-3 Tıp- de ve beynini susturup sadece yap. İyi kötü doğru yanlış nasıl olursa, bırak sadece olsun" düşüncesini dile getiriyorlar. Aklımdaki çoğu hayalimin veya isteklerimin gerçekleşememesinin başlıca nedeni sonuçlarını düşünmekten odaklanamıyor oluşum olduğu çok açık ve net!

--- Yöntemlerden bir diğeri; Yapacağınız iş her ne ise onu küçük küçük parçalara bölün, bir seferde hepsini yapma fikri tüm mutluluklarınızın düşmanı diyorlar... 

--- Bir diğer aklıma yatan düşünceler de şunlar idi; "Ben yapamadığım için başarısız değilim, herkesin yolu farklı ve ben istediğim sürece istediğim gibi yapmakta özgürüm." Bunu dahi düşünemez olmaktan uzaklaşmamalıyım! Kabullendim, düşündüm ve doğru buldum. Aslında hiçbir kimseyi bağlamayan hayalimi kendi sebeplerim doğrularım veya yanlışlarım yüzünden tamamlayamadığım için strese girmeme zerre gerek yok. Mükemmel olmak için uğraşmama da, mükemmel olmaya da ihtiyacım yok; bunu kabullenmem en büyük gerekliliğim...


Velhasıl Eylül hazırlık ayı, ben de sakinleşmeye yaptığım veya yapamadığım için kendimi üzmemeye uğraşmaya kendime söz verdim. Bunun için hazırladım ve kendi enerjimi depolamaya çalışıyorum. Tüm sene boyunca bu konuda başarılı olabilecek miyim göreceğiz zamanla! :)



Eylül Geçişi çok fazla film izlemeye başlayarak mümkün oldu. Bu film furyası Annemin Yarası'nın ilk yarısını ayın 3'ünde izleyerek başladı, sonra aynı gün üst üste film izleyerek devam etti. Üst kolajda görünen filmlerin yanı sıra, biri yeniden izlemeyi isteyip de izlediğim Five Feet Apart (2020) diğeri de annemle izlediğimiz İtalyan filmi Aşk Ve İsyan (2019) olmak üzere iki film daha izledim... Film izlemelerle başlayan ayları sevin ve öyle devam ettirmeye çalışın! Ben son iki gündür yine film izlemez oldum. Ayı 8 film izleyerek açmış olsam da, hala izleyesim var aslında işte... :)

Bu arada, bloğumun instagram hesabında izlediğimiz Yeşilçam filminden iki Reels videosu bıraktım. Eski filmler içerisinde hem yoğun duyguları hem de hataları barındırıyor deriz ya; işte onlardan ikisini buradan ve buradan izlemenizi rica ediyorum... :)

Eylül ayına hangi filmleri izleyerek başladınız? Annemin Yarası (2016) isimli Türk Dram filmi ile Endless Love (2014) isimli Yabancı Romantik Drama filmi izle başladım Eylül ayına... Bu ay Netflix üyeliğini kapattırmayı düşünüyoruz, daha fazla bile izleyesim var ama hiçbir şey yapmadan da film izleyerek zaman öldüremem. Sonra üstte bahsettiğim hikayelerimi kim yazar sonra?! (:


Ağustos'un son haftasında, bir sürpriz paket geldi bana. O paketten çıkanlardan biri Küçük Prens saksısı idi. Gördükçe mutlu eden, beni daha çok hayallere sürükleyen bu güzel hediyem arkadaşım Ayşenimdendi o sürpriz! :) Canım benim öyle güzel düşünmüş ki, ben taş saksıyı nasıl saksı olarak kullanacağımı henüz bilemediğimden içerisine en son taktığım takılarımı koydum. Masamın üzerinde duruyor ve uyurken uyanırken hep o selamlıyor beni; acayip mutlu oluyorum! Eylül ayına Küçük Prens ile girdim, belki onun mutluluğu bile benim şu mevsim geçişlerindeki ona buna takılma hallerimi ferahlatmıştır. Kim bilebilir? Eylül için, sizleri de böyle mutlu edebilecek güzelliklerle karşılaştırsın hayat; can-ı gönülden bunu diliyorum... =)

Gerdirme yaparken yattığım yerde yapmam gereken hareketlerime döndüm sonra; Eylül bana iyi gelecek gibi hissederken birkaç gündür kasılmalarım başladı ama takılmamaya uğraşıyorum onlara da... Aslında bırakmadım gibi görürken, bu sıra egzersizlerim ister istemez bu mevsim geçişinde ne kadar yaparsam da az geliyor. Çünkü yaz gidiyor! Hiç yollamak istemesem de, yaz gidiyor sonbahar geliyor. Düzgün karşılamaya uğraşıyorum sadece, havalar soğudu diye moral bozmamaya uğraşıyorum! :) Soğuklarla derdim olduğu hiç belli olmuyor değil mi? (Ooo hadi ama camooon dostum! :D)


Bu gece okuyup bitirdiğim kitabım ile beraber, Eylül başlarken elime iki kitap aldım. Biri kolajda göründüğü üzere hala okuduğum "Aşk Bekliyor" kitabı, diğeri de yatmadan önce okuyup uyuduğum "Yolunu Kaybeden Anıların Bekçisi". İkisi de ayrı güzellikte kitaplar ama Aşk Bekliyor'u sayfaları dağıldığı için sadece gündüz vakitleri okuyabiliyorum, şayet bilgisayar başında başka işlerle uğraşmıyor isem o da. İnsanın gece kitap okurken uykusunun gelmesi normaldir yatakta, ama benim gündüz okurken iki gözümü açık tutamayacak derecede uykum geldiği için okuyamadım doğru dürüst kitabımı. 

Size Eylül başlangıcına dair iki kitabı da önerebilirim ama taraflı olarak "Yolunu Kaybeden Anıların Bekçisi"ni öncelikli sırada önermek isterim bu arada. 1000kitap profilimdeki inceleme yazımı buradan okuyabilirsiniz kitaba dair. Ama şunu tekrarlamakta fayda var, beklenmedik gidişata ve sona sahip kendine has kitaplar okunma sırasında her zaman en başta olmalı. Bu kitap da öyle güzellikte bir kitaptı işte... :))


"Eylül Geçişi" adlı bir yazı yazmak istedim böyle işte, nasıl başladım "Mevsim Geçişi sendromum olmadan" belirtmek adına... Zira önceki senelerde hiç dikkatiniz çekti mi bilmem, zerre yazı yazma isteği bile olmadan geçirirdim Eylül ayını. Beni çok zorlar, boğardı sanki! Geçen sene çok hafif geçirmiştim, bu sene neredeyse yok gibi geçiyor şükür... Meşguliyet mi demeliyiz buna, bir yerden de olsa istediğim üzere kontrolü elime nihayet alabildim hayatım adına mı dememiz lazım? Her ikisinden de biraz var gibi... 2021'de bir işim oldu, zaman zaman zorlanarak da olsa sorumluluklarıma daha çok sahip çıktım ve düzenimize kendimi oturttum bence. Hala yazamadığım birkaç duygu durumum var, size nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum belki de. Sanırım hafif atlatıyorum dediğim de bu işte, ben bile tam anlamlandıramıyorum... :) Sakinim iyiyim Eylül'deyim... 

Bana yorum yazın, beraber kendimizi anlamlandıralım ne dersiniz? 
Sevgilerimle...