Velhasıl bunu hissedince de yazmalıyım dedim, hem "İzledim" yazısını hem de bu tarzda izlediğim filmlere dair analizlerimi... İyi okumalar. :)
Başrollerinde Haley Lu Richardson (Stella) ve Cole Sprouse (Will)'un oynadığı 2019 yapım bu filmde; ikisi de kistik fibrozlu gencin, birbiriyle tanıştıktan sonra aynı düzen içinde yaşama tutunma çabaları anlatılıyor. Acı ortak olunca mı desek, yaralarını bilip hayata bakışlarından etkilenmeleri sonucu mu desek bir çift aşığımız oluyor yine... Aynı Yıldızın Altında (The Fault İn Our Stars) filmindeki gibi; çiftimizin yaralandıkları yerler bir, bakış açıları az biraz farklı. Ortak bir noktada, hayatı sevmeye dair hayallerinde birleşiyor onlar. Sonuç olarak, ortak oldukları bir savaş başlıyor sonra...
Bu savaşın kuralları katı yalnız, en az altı adım uzak durmalılar birbirlerinden. Çünkü Will'in vücudunda bir bakteri var, o bakteri akciğerinde kist bulunan kişiye büyük zararlar veriyor... Aşk için, ölmemek için, hayatları sürsün diye birbirlerini yaşatabilmek için 5 adıma indiriyor bu sınırı Stella. Bir adım fazla yakınlıkları, onların aşklarının başlangıcı oluyor; "ben hayattan bir adım alacağım sadece" diyor Stella, bir bilardo sopası uzunluğu işte. Bir ucundan Will tutuyor, diğer ucundan Stella...
Filmi izleyince aynı şu günlerde yaşadığımız durum geldi benim de aklıma tabi. Yaklaşamıyoruz kimseye, en az bir metre kuralı var bizlerin de hayatında. Filmdeki başrollerle bizim aramızdaki tek fark ise, biz kimin hasta olduğunu bilmiyoruz ama onlar kendi tehlikelerinin netliğinin de farkında. Gerçi izledikten sonra, bir o kadar da her ikisi de kötü dedim ama; gerçekten insanın insana dokunamıyor olması veya herhangi bir olağan durumdan yoksun olması, her açıdan öylesi kötü ki... Şu an sevdiklerimize dokunamıyor olmaktan endişeliyiz, ondan öncesinde kendi çıkarlarımızdan yana yoksun olan birçok şeyden yana şikayetçi idik ayrı ayrı. Yani aslında neyden yoksunsak onun kölesi, ulaştığımız her şeyin de nankörüyüz bir nokta da ya! Maalesef hepimiz değilse de, birçoğumuz böyleyiz işte...
Öte yanda, birçok hastanın halinden anladı bizi yok sayma çabasında olan bir kesim şimdi. İstemsiz buradan da düşünüyorum. Hayatı tam olarak böyle yaşamaya alışmış birçok hastalık sahibi, engel sahibi sınırlamalar içinde yaşamakla zorunlu, sosyal hayata katılmakta ise epey sıkıntılı anlar yaşayan bizler için sağlık kontrollerinden ve tedavilerden uzak kalmak epey zorlu zamanlar geçiyor misal. Bunun herkes için geçerli olabileceğini, çektiğimiz sıkıntıları anlıyor herkes şimdi; başka kalıplarla ama...
Filme tekrar dönecek olursak; ben konu bütünlüğünü iyi aktarabilmeyi başarmış oyuncular sayesinde, izlediğim filmlere kendimi adayarak izlediğim için bu filmin birçok yerinde de başrol oyuncumuzun hareketlerine içerledim. Ama bir o kadar da başrolün hareketlerine çok hak verdiğimi farkettim... İnsan bir şeyleri son kez yapabiliyor olduğunu hissettiğinde, hayatında ilk defa yaptığını bile deli cesaretiyle sahipleniyor işte. Oysa hayat hep bundan ibaret, bize farketmesi fazla zor geliyor. Yaşamımızın belli noktalarında gidişat bizi çok yanıltıyor; çok kuralcı, çok doğrucu ve az hata yapar konumda olsak bile...
Stella beni bu açıdan öyle yanılttı ki, oyunculuğunu iyi yaptığı için kızdığım kadar geri sahiplendim sonucunda tabi kendisini. Ben ne hatalar yaptım, Stella gibi; hayatıma malolacağını umursadım mı ki? Hayat şaşırtmasın, afallatmasın yeter ki... (Spoilerlar vermemek için, konu içeriğine değinmiyorum yine!)
Filmin konusu birçok açıdan birkaç filmi andırıyordu bence; Aynı Yıldızın Altında (2014) ve Everything Everything (2017) filmleri gibi... Bir de hastalıkları olan kişilerle aşk yaşayanlar adına birçok film izlemiş olduğumu farkettirdi bana; İlk Aşkım (2012) , A Walk To Remember (2002), Love, Now (2012), Zero (2018) gibi ve biraz daha düşünsem dahası da çıkar eminim ki... Sanırım seviyoruz acıdan beslenmeyi, bir o kadar da acıdan ibaretiz aslında ya! Ama gerçek hayata gelince, sizler de demiyor musunuz şöyle; filmlerdeki gibi daha sık bizi anlayan birileri karşımıza çıksa da! Yalnız olduğumu düşünmüyorum aslında ama bir o kadar da bana özgü bir düşünce imiş gibi geliyor bu tarz filmleri izlerken...
Bu filmin en sevdiğim bir yanı, erkek başrol karakterimizin düşünceli yanı olsa da; diğer yanı şu üstte gördüğümüz çizim idi. Akciğerin yaşamsal bağlamda önemi bir resimle bu kadar güzel anlatılırdı... Filmde gördüğüm anda sevmiştim ama afişe yansıttıklarını da bu film için resimlere bakarken gördüm ve sevindim kendimce...
Şimdi biz her ne kadar gerçek yaşam üzerinde, dışarıyla bağlantımızın ciğerlerin sağlamlığı ile bağlantılı olduğunu anladıysak; film de bir o kadar güzel noktaya değinmiş, "akciğer yoksa, yaşam da yok!" Sağlık olsun şu süreç sağlıcakla geçsin gitsin de, izlediğim tüm bu tarz filmleri gerçekle bağdaştırmaktan uzaklaşayım yeniden istiyorum ben de... Doğrusu günümüzle birçok eski filmin bağdaşıyor olması beni korkutuyor şu sıra... Ama konumuz bu değil şimdi;
Ben bu filmi izlerken Aynı Yıldızın Altında, İlk aşkım ve Aşk, Şimdi filmleriyle çok bağdaştırdım. Kendimi sık sık onları düşünürken buldum. Zira aynı tarz acı ve kabullenilmiş bir hayat öğretisi vardı o filmlerde de; "ölmek için yaşıyoruz, bizler ölüme herkesten daha çok yakınız." Bir taraf bu düşünceye tamamen bağlanırken, diğer kişi yaşamında "Yani herkes gibiyiz işte ama biraz daha farkındayız sadece. Öyleyse biz de daha çok yaşamaya odaklanabiliriz" düşüncesiyle var olma çabası içinde... Takdir ettiğim nokta tabii ki ikinci nokta. Hepimiz öleceğiz ya, en azından çabalamadım dememeli noktasındayım ben de daima. Allah ayırmasın o noktadan da inşallah...
Öte yandan, ağır bir eleştiri olacak ama; hayatım boyunca çevremde hiç hasta olana duyulan saygıya veya ilgiye dair zerre benzer durum görmedim ben de... Bu tarz filmlerin aynı tarz öğretide bulunmasına gitgide sinirlenmeye başlıyorum aslında; "hasta isen büyük bir aşk senin, hasta isen büyük dostluklar ve hayat öğretileri hep senin." Allahım işini bilir elbet, konu bu değil ama "bir yandan eksik isen, öbür yandan tamsın ödül senin gibi bir durum hep ön planda değil! Tek bir öğreti izleniyor ise de hayatı az biraz olsun doğrular nitelikte bir şeyler de yer almalı artık bu filmlerde. Bakın bu gerçeklik daha çok konu olur, benden söylemesi! :)
Demek istiyorum ki, çok hastaneye gittim, çok kişiyle tanıştım. Her biri birbirinden çok önyargılı idi, hayata dair ise sizin gibi bilgiç bakışları yoktu. Çoğu dinlemeyi bile tercih etmedi, çoğu herkes gibi göremedi, çoğu bakmadı, gören de bir kereliğine öyleymiş gibi yaptı gitti. Kadını erkeği böyle olduğunu, en azından ülkemizde gözle görülür biçimde bu tarz bilinçlere sahip olmadığımızı da söylemeden edemiyorum! :) (İçimden geçen bir hissiyat olarak burada kalsın istedim. Böyle filmler çok hoş, izlemesi çok umut verici ama bizim ülkemizde de genci yaşlısı böyle cesur ve de girişken olabilse keşke dedirtiyor hala bir de. Hayatı kendi çıkarları için yaşamaktan öte yaşayanları da bu gözler görebilse.) (=
Not; aşk açısından bizim ülkemizde neden böyle yürekler yok demiyorum, elbette var! Aşkın yeri yurdu yok zira. Ama insan olarak bu bakış açılarını çok fazla göremiyoruz gibime geliyor sadece. Filmlerdeki gibi olsa hayat, dışarı çıktığımda sorunlar yaşamaktan daha uzak sosyal bir hayatım olabilirdi kısacası benim de. Filmlerdeki gibi olsa hayat, filmlerle bağdaştırmayı uygun dahi görmezdim bir tek günümü. Türkiye'de bu benim düşünceme göre hayat ise hala büyük bir hayal benim için işte.. :))
Five Feet Apart filmi beni etkiledi, ama esas olarak aşkın can bulduğu hallerle değil o ikilemde kalma sahneleriyle. Şu an içinde bulunduğum ikilemleri düşününce, film daha anlamlı geliyor. Ben keyif aldım izlerken, sizler de keyif alarak izlersiniz dilerim ki...
Başka bir izledim yazısına, başka bir düşünce içeren yazıma veyahut bir "Didem'in Gözünden" içerikli yazımla bu bloğumda da görüşmek üzere.
Sevgilerimle... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)