9 Ağustos 2019 Cuma

Gerekli Mi Gerekli - Ağustos 2019


Bu yazıyı iki haftadır yazmayı düşünüyordum, sonunda netliğe vardırdım işi. Önemli bir konu dedim ve yazıyorum... :) Öncesinde sormak istiyorum; hayatınızda kendiniz için olduğu halde, "gerekli mi" diye düşünmeye ittiğiniz şeyler neler? Bir düşünelim, neden ilk vazgeçtiklerimiz kendimizle ilgili hep?

Bazen bulunduğumuz durumlar gereğince, kendimiz için mutluluğa bağlanacağı halde gerekli mi gereksiz mi diye önce düşünüyoruz. Mero'mun Antalya'dan yanıma geldiği haftaya dek, oje sürmek, tırnaklarımla ilgilenmek ve bir beni ilgilendirecek birçok şey için gerekli mi? diye düşünüyordum bir süredir. Yaklaşık bir senedir tırnaklarıma şeffaf oje harici bir veya iki kezden öteye renkli oje sürmedim.

Şimdi düşünüyorum da, gerekli tabii ki de! Tırnaklarımı renkli görmek, bana iyi geliyor. Ama bir yerde "zaten hep evdeyim" demeye başladığımda, o renkli ojeler bir daha parmağıma değmez oldu. Neden ki? Ta ki bir yıl sonrasında Merom gelince yanıma işte... Parmaklarımıza oje süreriz diye iki ojemi götürmüştüm ablamlara giderken, zaten epi topu şeffaf ojemi de sayarsak 5 renk ojem vardı işte... :) O da oje getirmiş ve sürdüğümüz sürüştürdüğümüz zaman diliminde, öncesinden bu yana düşündüklerim bambaşka idi...


Yazıma daha net olarak geçmeden söylemek istiyorum; Önemli olan oje sürüp sürmemek değil, kendinizle ilgilenirken bir yerde, daha çok bu dünyada mutlulukla kalabilmek olgusu... Önemli olan o parmakların renklenmesi de değil, sizin kendinize verdiğiniz değeri ilgiyi somut ve görünür halde arttırabilme durumunuzun kıymeti... 
(:



Bir yıldan sonra yeniden oje sürmeye başladım şimdi. Tamam kışın oldukça az uğraşıyordum ama hiç bu kadar kendimle ilgili olmaktan uzak kaldığımı da bilmiyorum bu zamana dek. Diyorum ya, durum oje sürmek değil gerçekten... Gerek görmemek olgusu çok ince. Tamam, çoğunlukla evdeyim ama neden gerekli olmasın ki? Bir de birileri görünce garipseyebilir diye, neden abartıya kaçmaktan çekiniyorum ki... Bunu sorgulayıp da ötelediğim zaman dilimi, Merom en son giderken bordolu bir oje sürdüğünde geride kaldı. Daha çok yakıştırdım, mutlu oldum, kendime değer olgusu olarak gördüm. Ki söylemek gerekir ki, kendisine değer vermeyen bir kız da değilim. Ama olabiliyormuş demek ki bende bile böyle şeyler dedim! :)

Üstteki kolaj resimde bordo ojeyi Merom döneceği gün sürmüştü bana, bir hafta boyunca çıkartmak istemedim. En son soyuldu da, doğum günümde mecburen asetonlamak durumunda kaldım... Diğer tırnak kenarlarımın da düzeltilmesi ve beyaz oje sürülmesi işlemi ise Sedama ait. İlk defa bu kadar detaylı manikür yaptım sanırım, somut soyut ilişkisi çok değerli. Göz güzel görünce, kalp daha da mutlu oluyor tabi... İkisine de çok teşekkür ederim, birçok şeyin farkına varmamı yeniden sağladılar... (:


Bu sene sosyal medyada tırnağına azıcık olsun oje sürememekten şikayetçi anneleri okudum önce, sonbahardan bu yana! Sonra bu annelerin kendisine oje sürmezken en çok evlatlarından fırça yediğini de... Belki de bu ve bunun gibi durumlarla, zaten o dönem dedemin ağırlaşan sağlık durumu ile daha çok engellilik olgusunu hissettiğim zamanlardı. Ve bu sene daha çok içselleştirdim kendi içimde... Bir kadını mutlu görebilmenin, öncelikle kendine önem vermeyi de ihmal etmemesinden geçtiğini küçücük çocuklar görebiliyor; ama birçoğumuz bunu çoğu zaman yok sayıyoruz...

Yalan yok, bir yılın sonunda Merom bana şeffaf ojemin dışında bir renk oje -koyu pembe- sürdüğünde, aklıma ilk gelen o bahsettiğim annelerden biri oldu. Evladının annesinin kendine dair dikkat edemediği noktalarına dair üzüntüsünü belli edince; çocuklarını uyuttuktan hemen sonra uykusundan fedakarlık edip seve seve nasıl tırnaklarına bakım yapıp oje sürdüğünden bahsetmişti o kadın. Evet, bu ona öyle bir iyi gelmişti ki; o dönem, "gerçekten ben de en basitinden ben de oje sürmemeye başladım bu sıra?" diye düşünüp kendimin farkına varmıştım ve tırnaklarıma oje sürmüştüm yine ertesi sabaha.... Ama gel gör ki devam ettiremedim, tırnağımın bile uzun durmasına tahammül edemez olmuşum o sıra...


Hata bende, öncelikle kimseyi suçlamıyorum artık bunu belirteyim ama içten içe hala "neden" arıyorum! Hayat hikayeme dair kendi içimdekileri yazdıkça ve de birileri duysun bilsin farketsin isterken... Ama hala hatırlıyor ve içerlemeden edemiyorum demek ki; Avm'de alışveriş yaparken dudağımdaki parlatıcıyı gören bir kızın, yanındaki kız arkadaşına dönüp "Şu engelli kıza bak, bu halde ruj sürmüş bir de!" dediği anımı... Sonra ellerimi ojeli gördüklerinde laf ettikleri olmadı aslında ama neden ben ojeye bu sene vurdum işi bilmiyordum; ki Yalova'ya gidip geldikçe oje sürmek de bir şeyler takmak bile saçma gelmeye başladı. Birilerinin dikkatini çekip, birilerini üzmek şaşırtmak veya garip hissettirmek istemiyordum galiba. O da bir dönemdi geçti diyelim... :)


Meromla geçirdiğimiz 13-21 Temmuz 2019 tarihleri arasında, iki kez oje sürdük ve ikisinde de yine iyi hissetmeye başladım. Kabullendiğim bir şey var, son atak geçirdiğimden beri çok değişik geçiş dönemlerim oluyor ve her biri kendimi - çekincelerimi tanımama vesile oluyor. 

-- Mesela ilk seneler mevsim geçişleri çok sıkıcı ve bunaltıcı idi. En özgür alanım olan denizden ayrı kalıyor olmak ve soğuk havaların bana çok acı çektiriyor olmasından ötürü; soğuk, rüzgarlı mevsimlere geçişleri sevmiyor ve iç bunaltılarımla geçiriyordum mevsim geçişlerini. Sebepsiz ağlayışlarım oluyordu o dönemler ve mutsuz değilim ama ağlayasım geliyor'u anlatamıyordum kimseye. Ta ki mevsim soğukları bir rutine oturana dek... (Birkaç sene sonra anlayabildim sebebini, o zamana dek de hep mevsim geçişi vurdu deyip durdum kendimce.)

-- Sonra bunun ardından, bir dönem yazmaya sık ara verişlerim ortaya çıktı. Yazamıyor ve içinde bulunduğum hiçbir şeyi anlatamıyordum, sanki kendim bile anlamadan içime kapanıyordum. Geceleri uyku uyuyamıyordum yazamadıkça da. Bu beni o kadar sıkmıştı ki, "yazamayışımı yazar" olmuştum... :) Altından ne çıktı dersiniz, içinde bulunduğum durumun kalıcı olacağına dair korkumu yazmaktan kaçınmak! Ne zaman o korkumu farkettim ve onu yazabildim, duraklamalarımı da kabul ettim. Yazamayışlarımı yazamayışım çok sık olmamaya, sadece bir üzüntü veya bir sıkışıklık hali olduğunda var olmaya devam etti... (: 


Şimdi de bu oje mevzuusu... Makyaj yapmayı sevmem, açıkçası beceremem de. O yüzden eskisi gibi bir farım dahi yoktur. Parlatıcıları çok sevdim hep, parlatıcılarım var kendimce. Bir de ilk fırsatta BB krem almayı düşünüyorum bu sıra... :) Krem sürerim, parlatıcımı sürer çıkarım ben genelde bir yere gideceksek bile... Ama gel gelelim, oje hep başka bir şeydi bizim için; arkadaşlarımla süslenmek konusunda, takı takmakla birlikte ortak mevzularımızdandı diyebilirim!

Bir seneden de fazladır, dedemin hastalığıyla başlayan dönemle beraber sıklıkla oje sürmemeye başladım. Sadece şeffaf besleyici oje sürmeye devam ettim... Ama etrafın algıları kesinlikle besliyor bazı çekincelerinizi işte. Yalova'ya döndüğümüzde hiç hatırlamıyorum sözlü bir tabirin olduğunu ama birkaç bakış ve yanındakini yine dürtüş etkiledi beni önce biliyorum. Sonra Mayıs ayında enfeksiyon geçirdiğimde, acile gittiğimizde alındım bir hemşireye; kızarcasına "tırnağınızda oje mi var?" diye sordu. "Yoo" dedim. "Alet algılamıyor ojeden sebep nabzınızı!" dedi. O kadar suratsız ve azarlarcasına söyledi ki ya da o an ben çok alıngandım bilmiyorum. "Sadece şeffaf oje ama!" dedim canımın acısıyla. "Birkaç gün de geçti üzerinden, üstelik tek kat." diye ekledim. Benim suratımın düştüğünü görüp tavrını değiştirdiğini çok net hatırlıyorum, "Yok canım, sadece alet böyle algılamıyor da. Ondan işte." dedi ve bir küçük gülümsedi. Şimdi düşünüyorum, o tavırdan neden o kadar etkilendim. Hassas zamanlarımda hala mı alıngan olabiliyorum, hiç tanımadığım ve bilmediğim birinden bile? Demek ki...

Elbette ondan öncesinden beri oje sürmekten pek çekinir olmuştum, "ne gerek var benim için!" demeye başlamıştım ama son aylarda da bunu düşünerek sürmediğimi iyi biliyorum... :)



Velhasıl; insanın kendine dikkat, özen ve ilgi göstermesi gerekli mi gerekli! demek için geldim... Ben iyi olursam, çevreme daha da iyi olurum. Bedenim ilgi gördüğünü bilirse, ruhuma o kadar hassas davranır. Beden-ruh bütünlüğü mühim, bildim zamanla ve zihinle de en hassas noktadan bağlanıyor neticede... :)

Üstteki kolajda da dünden beri benim ilgilendiğim tırnaklarım var. Dün annem ve babamla dışarıya çıkmadan önce uzamış tırnaklarımı kısalttım biraz, sonra törpüledim ve vakit kalmadığı için şeffaf ojemi sürdüm ve dışarı çıktık. Bugün ise, kahvaltı sonrasında oje sürmekle uğraştım kendimce. Önce tüm tırnaklarıma pembemsi bir kırmızı oje sürmüştüm ki, sonra vazgeçip Merom gibi iki renk oje sürdüm... Çok basit gibi görünebilir ama kıymeti hissedilir, bilinmelidir... (:



Gerekli mi gerekli; kendimizle ilgilenmek, ruhumuzu doyurmak, her şeyin bizden başladığını ne olursa olsun unutmamak... Bu benim için ojeydi bir zamandır, sizin için resim yapmaktır, belki bir başkası için makyaj yapmaktır... Mutlu olduğumuz şeylerden vazgeçmemek yani, önemli olan. İnsanların mutlu olduğu alanları, sırf siz hoş görmediğiniz için yargılamaya kalkışmayın.

Ve gün gelir başkası bir başka konuda da laf atar, zamanla unutmamam gerektiğini bilsem de durduramadığım noktam bu sanırım; en olmadık zamanda birinin söylediğine takılmak! beklenmedik durumların içinde, zayıf anlarınızda hassas noktanızdan vuruluyorsunuz sanırım. Bu değişmiyor ve bizleri güçlendiriyor da esasında. Evet, olması gereken şeyler yani! Ama unutmamam ve unutmamamız gerekir; "İnsanlar konuşur! Saygıdan yoksun, dikkatten uzak, kendi değerleriyle dolu dolu konuşur..."

Düşünün ve bunu unutmadan da umursamayın, onlar bilmese de siz biliyorsunuz; "Saygıda mecbur, sevgide özgürdür hepsi!" Hatırlatmayı da elbet unutmayalım...

Bazen insanların da değil, kendi kafamızın şartlara ve anlara razı gelmediği anlar da vardır aslında! Böyle anlarda kendinizi bir şeylerden mahrum eder ve çevreye öyle uyum sağlar, kendinize öyle geleceğinizi düşünürsünüz ya yeniden. Benimki biraz da buydu ya, geçti gitti şimdi ama bu sefer ki gerekli mi gerekli bir şey miydi diye düşündürdü işte...

Gerekli mi gerekli; kendini bilmek, özüne dönmek ve bir şekilde sana iyi gelenleri bazen özlemek... Ben kendimi zor keşfettim yine, ama bir aydır düşündüğüm konuyu yazmak daha da iyi gelecek bildiğim için yazdım bir de... Benim içime dönmem meğer çevreden değil, kendimden de kaçmamla son bulabiliyormuş ve bu yeni bir durum da değilmiş işte...


Geç olsun güç olmasın. Deneyimlerimden dersler çıkarır, herkese ve her yere yetişebilirken; ısrarla kendimize yetişmekten ve kendimize yetmekten vazgeçmeyiz umarım. Zira yazımızın ve ayın mottosu olarak, bu durum gerekli mi gerekli! :)

(: Sevgilerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)