1 Ağustos 2019 Perşembe

Cesur Yeni Dünya - Okudum


Temmuz'da okuyup bitirdiğim son kitap ile Ağustos'a merhaba demek kısmetmiş. :) Okudum, fikirlerimi yine size yazıyorum... Temmuz çok yoğun ve sevdiklerimle dolu dolu geçti şükür. Bu sebeple az kitap okudum ama Ağustos'da yeniden daha çok kitap okumayı umuyorum. Hoşgeldin Ağustos, sakin sakin geç e mi? Daha sıcaklara doyamadım ben... :/ :)


Cesur Yeni Dünya, Mayıs ayında yaptığım son kitap alışverişimde aldığım kitaplar arasında idi. Tabii nicedir de okumak istediğim kitaplar arasında idi ve maalesef beni beklentilerimden uzağa götüren bir kitap oldu... Beklenti büyük olunca, genelde böyle oluyor işte...

Şöyle ki, kitabın 1932'den bu yana yazılmış en kült bilim kurgu ve geleceği görme konusundaki ütopik kitaplardan olmasının yanı sıra, bana çok fazla karamsar geldi. "Yok ya bu kadar da olmaz," dedirtti. Aldous Huxley'in hiçbir baskısında değiştirmeyi düşünmediği içeriğine saygı duyuyorum öte yandan da ama yazım dili de fazla yüzeysel geldi... :) 

Bu ön girişleri de geçersek, açıkçası demek istediğim; belki de bu konuda çok taş yiyeceğim ama bazı yerlerde okunanların içeriği tam anlaşılmasın diye uğraşılmış gibi düşünmedim değil. Anlatım çok detaylı değildi bana göre ve de hikaye oldukça karamsar olunca, bende bu hisleri ortaya çıkardı ilk okuyuşta. Sonra zamanla biraz hikayeye kapılmaya başladım zamanla, sonuçta ne olacak diye düşünürken; böyle bir dünyada hiç yaşamak istemeyeceğimi düşündüm durdum, bitirene kadar... (:

O dönemde, bu dönemden de ötede yaşanacak bir zaman dilimi için yazılan bir kitap için gerçekten düşünülen ütopya çok sıradışı tabi bir de. Eleştirilerime bakmayın yine de siz ama edebi yönünü sevemedim ben, kitabı okurken çok zorlandım... Bir hikaye tarzı anlatımdan öteye (çeviriden ötürü olduğunu düşünmek istiyorum), bir o yandan bir bu yandan bakalım derken eksik kalmış gördüm kendimce. Tabi bir eleştirmen değilim ama kendimce fikirlerim bunlar... 


F.S. 632, kitaptaki ütopyada geçen zaman dilimi. Yani Ford'tan Sonra... İnsanların kulukça merkezlerinde üretildiği, şartlandırma ile yetiştirildiği bir zamandan bahsediyoruz; hipnodepya denilen uykuda eğitim ile sağlanıyor bu... Bir sınıflandırma hakim bu arada bu toplumda da (Alpha'dan başlayıp, Betha, Gamma, Delta ve Epsilon diye gidiyor.); en üstten en alta olmak üzere, işçiyi de yönetim tarafında çalışacakları da onlar belirliyor. Üst sınıflarda yaşayanlar daha akıllı, alt sınıflardakiler ise akılsız doğacak şekilde bile ayarlanmış. Şartlandırmaları da buna göre yapılmış, misal işçi sınıfına çiçekler ve kitapların kötü olduğu öğretilmiş, üst sınıflara da alışverişin ve çiçeklerin güzel olduğu öğretilmiş... 

Acıdan ve de bireysellikten öte, "Herkes, herkes içindir." fikri var. Anne babalık diye bir kavram yok, herkes herkesin akrabası ve anne babalık ayıp utanç kaynağı bile sayılıyor bu dönemde. Misal;

Cesur Yeni Dünya’daki bedenler tuhaf bir şekilde ruhsuzdur, ki bu da Huxley’nin değindiği noktalardan birinin altını çizer: Her şeyin ulaşılabilir olduğu bir dünyada hiçbir şeyin anlamı yoktur. (Sayfa 15)

Hani Türkiye'de birçok açıdan eleştiriler mevcut kadına çocuğa ve erkeğe dair, her özgürlüğe ve de her kolaylığa sahip değiliz ya işte; bu kitapta da kadınlar için her türlü özgürlük var, erkekler için de. Ama gel gelelim "sistem işleyişine yapılan yorum çok doğru olmuş!", bu sefer de o kadar çok özgür ki her şey; özgürlüğe kendi için kısıtlamalar getirmeyi, düşüncelerini ve hayatını bu yanda yönlendirmeyi düşünen insana kötü gözle bakılır olmaya başlamış insanlar. Dünya üzerindeki sistem işleyişlerinin eleştirisi çok doğru olmuş (tekrar söylüyorum); böyle bir durum olsa, insanoğlu bu illa böyle abartacak bir nokta buluyor vesselam... :)

Gelelim takıldığım bir diğer noktaya, insanlar aşırı mutlu ve kaygısız olsun diye uğraşılmış bir düzen anlatılıyor kitapta. Uyuşturucu ilaçları içmek tercih değil şart gibi bir durum halini almış, mutsuz olmak diye bir şey yok ve bu sefer insanlar bundan şikayetçi olmaya başlar duruma geliyor. Üzüntüye yer vermeyişlerini de şunun gibi sözlerle anlatıyorlar;
Bugün alabileceğin keyfi asla yarına erteleme. (Sayfa 109)

Bunun yanı sıra herkesin çalıştığı bir yer var, işsiz kimseyi bırakmadıkları nokta çok doğru; keşke dünya üzerinde en azından bu sağlanabilse diye düşünmedim değil okurken. :) Eski kitapları okumak yasak ama o günün değerlerini öğrenmemek diye bir şey söz konusu değil. Tabii devlet her şeye yardımcı olduğu için de çalışmamak gibi bir durum söz konusu değil. Adamlar resmen demiş ki, "Biz size eski dünya üzerinde tabulaştırdığınız cinselliğe her türlü izin veriyoruz, gerisi için bize bağımlısın. Şartlandırılacaksın, mutlu olacaksın ve bunun için beraber çalışacağız." Bana boş bir dünya gibi geldi, tüm iyi gibi görünmesine rağmen... :)

Ama kitabın şurası bugünü de etkileyen bir konuyu içeriyor bence; "Mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek." (Sayfa 42)


“İnsan mutluluk konusunu düşünmek zorunda olmasa, yaşam ne kadar eğlenceli olurdu.” diyor kitap bir de (Sayfa 182). Ama insan sırf mutlu olsa da, bu dünyanın ne anlamı olurdu diye düşündürmeden edemiyor kitap devamında, hep ama hep... Bence deniz bir dalgalanacak ki, durgunluğunun tadını çıkarabilelim bir noktada! Benim gibi düşünmeyen var mıdır bilmiyorum ama mutsuzlukların mutluluklara tat verdiğini düşünüyorum. Misal absürt olacak belki ama acının üstüne ayran içmek gibi bir şey bu, insan her an gülemiyor işte. Dalgalanıp da durulmanın kıymeti diye bir şey var...

Tabii şu nokta var; suç oranları azaltılsa, insanları hukuk içinde yaşatsak, saygı sevgi baki olsa da, biz aradaki ayrık otları ile uğraşsak yine. Ama insanın mutlu anlarına dokunulmadığı gibi mutsuz olduğu anlara da dokunulmasa... Her şeyin bir sınırı olsa, sistem insanı insanlıktan çıkarmasa!


Kitabın bir diğer anlamadığım noktası burası idi, eksik buldum ciddi anlamda; bu insanlar mutluluk içinde yaşıyor, amenna da, her şey birilerinin istediği gibi olduktan sonra ne anlamı var böyle bir dünyanın da? Savaşlar olmasın tamam, birileri ölmesin öldürülmesin tamam, ama insanları ruhsuzlaştırmak da insanlıktan çıkarmanın bir diğer yolu. Sanırım bu kitabın en iyi noktası, paraya ve de mala mülke değer verilmemesi idi. Ama robotlaştırılmış beyinler ve bedenleri değildi güzel nokta. Haz ve de mutluluğun tamamen serbest kılınması ile de mutlu gibi görülen mutsuzluğa yol açıldığını düşünüyorum...


Kitap ise şöyle diyor bu konuda; =)

“Mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelenin ihtişamlarından hiçbiri yoktur. Günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne altüst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. Mutluluğun yüce bir yanı yoktur.” (Sayfa 220-221)

Tüm bu doğrultuda, benim çoğu okuyucunun yorumu gibi; "vay be nasıl bir öngörü" dediğim bir kitap olmadı. Ben daha çok, "Allahım nasıl karamsar bir dünya!" dedim... Kitapta din konusu da işlenmiş ama Allah kavramı yok tabii ki bu arada. İnsanları üretimhanelerde istedikleri kadar üretebiliyorlar ve Ford Aşkına diyorlar bir durum olduğunda da... :) Bu noktaya dini yönden bakacak olanlar eleştirebilir belki ama ben eleştiremedim bu noktadan. Öyle bir dünyada elbet öyle denirdi herhalde dedim ama eksiklikleri yok mu cidden de diye düşündüm kendimce de...

Hastalıklar birçok bölgede bitirilmiş, bazı insanlar buna karşı gelmiş anladığım kadarıyla; başka bir bölgede yaşayanlar var, ki buraya "Ayrık Bölge" diyorlar ve buraya da gidiliyor kitapta... Bu söylenen sistemle değil, eski sistemle yaşayan üreyen ve hayatına devam eden kimseleri incelemeye gidiyorlar kendilerince. Bu kişilerden birini, Vahşi dedikleri bir insanı da "yeni sisteme" getiriyorlar; uyum sağlayabilecek mi yoksa sağlayamayacak mı? diye. Anne baba ile büyüyen, normal bir ortamda doğan büyüyen biri elbette öbür türlü yere ayak uydurabilir mi? Uyum sağlayamıyor Vahşi de... Onun karşı çıkışlarına getirdikleri bölgelerdekilerin tümü "delirmiş" diyee bakıyorlar. Bu kadar karamsar bir kitabı okuyup sonucunda Vahşiye hak vermemek de elde değil tabi! :)

Vahşi'yi önsözünde anlatırlarken, sevmeyeceğim karakter olarak görmüştüm ama sonuna kadar hak verdim adama sonra... Tabii sonra sonunda o da abartılı bir şekilde, insanlıktan uzaklaşıp çadır hayatına girişti ama paçasını kurtaramadı şartlandırılmış insanlardan! :) Hep takip edildi, hep rahatsız edildi...


Son yorumlarım şunlar olsun o zaman; böyle bir kitap asla beklemiyordum, beni şaşırttı ama iyi anlamda değil ne yazık ki... Böyle bir ütopyada yaşamak istemem ama dediğim gibi 1930'larda böyle bir dünyanın olabileceğini düşünebilmek gerçekten iyi bir hayal dünyası ve de engin bir düşünce ister. Edebi yönünü beğenemedim, okurken zorlandım; misal en çok da, 5 sayfa boyunca aynı paragrafta üç dört kişinin kafa sesini ard arda okurken sıkıldım... Bunlar haricinde okuduğum en garip bilim kurgu kitabı idi, çünkü Aldous Huxley'in ütopyası çok karamsar idi; neredeyse iyi hiçbir nokta bulamadım... Üstüne acaba daha masalsı ve daha iyimser bir bilim kurgu romanı var mıdır diye de düşündüm, daha sonra araştıracağım da! Ama bu kitabın üstüne bir süre başka bu tarz hayal dünyası okumak istediğimden de emin değilim... :)

Bir özeleştiri de yapacak olursam gitmeden önce, bu tarz eski kitapları okumadan önce bol bol düşünmeye devam etmeyi sürdürmem gerek. Klasikleri, kültleri boşuna sevmiyor değilim yani, yaramıyor bana böyle karamsar kitaplar. Kitabı bitirdiğim gece dört bir yandan sarılıp, mutlu edilmeye uğraşılıyordum. Ama nasıl mutsuzdum! Sevdiklerimin ve gerçekten sevenlerimin olmadığı bir dünyada, sıkıcı bir şekilde hayatta kalmaya çalışıyordum! Etkileniyorum çok çabuk da! =)

Okuduğunuz için teşekkürlerimle ve kitaptan en sevdiğim alıntıyla sonlandırıyorum bu yazımı. Sevgilerimle... (:

"Ama ben yan etkileri severim." 
"Biz sevmeyiz," dedi Denetçi. "Biz her şeyi keyifli yapmayı yeğleriz." 
"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum." 
"Aslında," dedi Mustafa Mond, "siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz." 
"Öyle olsun," dedi Vahşi meydan okurcasına, "mutsuz olma hakkını istiyorum." 
"Eklemek gerekirse, ihtyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz." 
Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda Vahşi, "Hepsini istiyorum," dedi. 
Mustafa Mond omuzlarını silkti. "Hepsi sizin olsun," dedi. (Sayfa 238)... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)