29 Mayıs 2019 Çarşamba

Kendinden Başla - 29.05.2019


Merhaba, bugün dışarı çıkıp bir sürü işimizi hallettik de geldik. Ama şüphesiz bunlardan en güzeli, yeni saç kesimimdi. Artık daha seve seve gittiğim saç kesimlerimden bahsediyorum hani birkaç yıldır. Bu sefer ne istediğimi tamamen bilerek ve model bile seçmeye gerek duymayarak gittim. Sonuç öncesi ve sonrası ile aşağıdaki fotoğrafta... :)


Bugün Ram randevum vardı, Rehabilitasyondan fizik tedavimi alabilmek için senelik çıkarttığımız eğitim raporu için RAM (Rehabilitasyon Araştırma Merkezi)'nde idik önce... Bayramdan sonra eğitim raporum yenilenmiş olacakmış yine. Hazır çarşıya inecekken, hafta başında telefonlarımızın garanti işlemlerinin bittiği mesajını almış olduğumuzdan; Bursa'ya da gidip telefonlarımızı almayı bugüne ayarlamıştık. Sonrasında da İkea ve Anatolium AVM'ye uğrayıp ihtiyaçlarımızı aldık... 

Gemlik'e geri dönmeden önce arabada telefonumla fotoğraf çekindim hemen, öncesi ve sonrası yapabilmek adına. Gemlik'e dönünce de, bir sene önce gittiğimiz aynı kuaföre yeniden gittik. Eve gelince de fotoğraf çekindim  yeniden... Sonuç üstte gördüğünüz gibi ama öncesinde ben söylemek istiyorum; bir saç bu kadar mı değiştirir simayı? :) 

Değişiklik kesinlikle gerekli arada, dümdüz bir saçtan geçtiğim şu şekilli kısa saçımla oldukça havalı oldum. Açıkçası ben bedenen de ruhen de ferahladım bugün... Sıcak havayı çok seviyorum ama ensemin terlemesinden ve saçlarımın daha da çabuk kirlenmesinden hoşlanmıyorum. Uzun saçı yıkaması kışın ayrı zor, yazın apayrı zor bize göre. Kışın daha az yıkanıyoruz sonuçta ama yazın neredeyse her gün yıkanıyor insan... 

Velhasıl, bence böyle kendi üzerimizde; ruhumuz veya bedenimiz için düzenlemelerimiz şart olmalı ara sıra. Ben bu sene epey uzattım bu arayı zira... :) Küçüklüğümde her kuaför çıkışında kısa saçlarıma ağlarken, şimdi seve seve kendi isteğim ve fikirlerimle gider oldum. Kızları kısa saçı sevmeyen annelere sesleniyorum; kendi hallerine bırakın veya aldırmayın, günü gelecek onlar da kendi istekleriyle kestireceklerdir bence... (:




Öte yandan; garantiden telefonlarımızı bugün aldık ve 2-3 haftalık telefonumun yokluğunda hem uyku düzenimi oluşturdum, hem de sosyal medya orucu tutmuş gibi oldum. Bir yandan son zamanlardaki kötü haberlerin varlığından biraz soyutlanmak iyi bile geldi; akıl sağlığımı koruduğuna inanıyorum biraz olsun, bir de hiçbir şey yapamadığım için dert etmemek gerekiyor diyorum çoğunlukla durup durup kendime. Ama öte yandan da ağzımda bir tek dua, "Allahım sen ıslah et kötüleri ve fırsat verme iyiliği yenmelerine! Cümlemizi koru kötülerden ve kötülüklerden rabbim!"


Gündem çok sıkıcı biliyorum, belki de epeydir hiç bu kadar kötüsü olmadı diyebiliriz bu aralar. Ama bir şekilde hayat devam ediyor ve özellikle benim gibi hayatı pamuk ipliğine bağlı olan ve stres yönetimi çok iyi durumda olması gerekenler için devam etmesi daha da zor geliyor. O yüzden üstteki gibi bakmamaya, bazen ben ne yapabilirim'i daha ağır şekilde söyleyip, kendimi daha çok geliştirmeye itmeye çalışıyorum. Düşünsenize, yapabileceğim tek şey; daha fazla yazarak nasıl faydalı olabilirim ve birilerini daha derin düşünebilmeye itebilirim... Zira her defasında ben de daha derin düşünmem gerektiğini farkediyorum... 

Bana kalırsa da, diğer düşünenler gibi teknolojiye kapılıp esas doğruları ve gerçekleri, hayatın ta kendisinde gerçekler için yaşamayı unutuyoruz bazen. Gerçek olanlar sadece buradaki olaylar, diziler, filmler değil. Onlar bizi daha çok geliştirmek için araç olmalı daha çok, bence böyle... Feyzalamadığım daha az şeyle ilgilenmeye bu sebeple ağırlık veriyorum işte.

Her birimizin özellikle bu dönemlerde, önce kendimizden başlayarak hayata daha ne kadar çok katkı sağlayabiliriz diye düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Önemli olan bu olmalı; birilerine hakaret etmek, kötülük yapana daha çok kötülük dilemek ve bu kötülüğü daha çok yaymaktan öte; önüne geçebilmeye öncü olmayı istemeyi sürdürmemiz gerek... Kötülere inat değil, iyilik adına ve iyilik istememizden sebep; bunu düşünerek ve bunun şevki ve gerekliliği ile...

Ben hep kendimden başlamaya gayret ediyorum, özellikle seneler önce kendimi kötülükler karşısında savaşanları izlerken tükettiğimden beri... Kendimi tüketeceğim tek nokta, ben ne yapabilirim ve ne gibi bir katkı sunabilirim olmalıymış; tersine çevirip, iyiliği daha çok yaymak adına... Ben daha kötü olunca, stres ile hastalanınca, her şey daha çok toparlanmıyor ve daha çok kötüleşiyormuş benim için de.

Bugün kendimden başladığım nokta, saçlarıma hareket vermek oldu; daha derinde daha güzel şekilde devam edebilmek için, telefon kullanımımda şu 2-3 haftadır olduğu gibi ara vermeye de gayret edeceğim günler. Daha da fazla yazmaya ve her birimizin iyi olduğunu düşündüğü alanda hayata katkı sağlaması gerektiğini söylemeye de devam edeceğim... :)

Görüşmek üzere, sevgilerimle... (:

24 Mayıs 2019 Cuma

D&R Kitap Alışverişim - Mayıs 2019



Merhabalar, epeydir Bursa Kitap Fuarı'ndan beri büyük bir kitap alışverişi yapmamıştım; birer ikişer aldıklarım haricinde tabi! :) D&R'ın internet sitesinden alışveriş yaptım 17 Mayıs 2019'da, benim istediğim bazı kitapların indirimi o gün son buluyordu çünkü. Derken Salı günü de elime geçti kitaplarım. Yeni kitap kokusunun mutluluğunu, çok yerde bulamayanlardanım... 

Kitaplarım kalp ben! =); bugünkü instagram paylaşımıma yönlendirmek istiyorum bu sözü söylemişken de o zaman... =)

Altı ay olmuş, D&R'ın sitesinden alışveriş yapmayalı ben. O kitapları okuyup bitirdiğimden sonra da, Mart ayında Bursa Kitap Fuarından kitaplarımı almıştım zaten. O kitapların da bitimiyle, kitapsız kalmıştım ki nihayet yine kitap alışverişimi yaptım. Elimde kitaplığımda birkaç tane okurken yarım bıraktığım kitap harici okunmamış kitabım yok yine, geçen seneden beri iyi alışkanlık ettim bunu. Elimde okunmayı bekleyen kitabım varken, yeni kitap almıyorum artık... ;)

Herkesin verdiği paraya acımadığı bir alan vardır ya alışveriş yaparken, benim de alışveriş yaparken verdiğim paraya acımadığım alanım kitaplar. Her defasında hesabımı uydurup okumak istediğim kitaplardan daha çok kitap almaya uğraşırken buluyorum kendimi... :) 

Son zamanlarda kitap dükkanlarından kitap almak daha zor, internet sitelerini veya fuarları kolluyorum epeydir. Bu sene için ilk D&R alışverişim oldu bu böylece ve 7 kitapla sonlandı. Eğer okumak istediğim kitaplardan daha fazla uygun fiyata bulabilse idim, sayıyı daha da çoğaltabilmeyi dilerdim. (: Ama 6 ay önceki kitap alışverişime baktım da; yine D&R'dan, bu sefer 5 kitap alışverişi yapıp 86 TL ödemişim. Bu demek oluyor ki, bu sıralar fiyatlar azalmış bile aslında... Zira bu sefer 7 kitaba, 82 TL ödedik; taksitli alışveriş sağolsun, 3 ayda ödeyeceğiz daha. Annemler şimdiden diyorlar, ödemeleri bitmeden okuyup bitirme hepsini. =) (Benim şimdiden yakınlarımın kitaplıklarından okumadığım kitaplar bulmam lazım o zaman!)

Şaka bir yana, birazdan kitaplarımı kendimce inceleyeceğim ve fikirlerimi sizlere yazacağım da; bir 2,5 ay sürer hepsini okumam diye düşünüyorum zaten... :) 



Neler aldım neler, diye heyecanla anlatmaya "Esir Şarkılar Vadisi" adlı kitapla başlamak istiyorum... :)

Kimberley Freeman'ın bu kitabını, Mart ayındaki fuarda Arkadya Yayınları stadında görmüştüm ve fuarda gördüğüm en kalın romandı tabii. Önce kalınlığı ile dikkatimi çekti, sonra da yazarı ile... Geçen sene yazarın "Kor Adası" kitabını okumuş ve yazı dilini çok beğenmiştim. Fuarda aklıma not etmişsem de, hazır çıkmadan önce standın önünden bir kez daha geçtiğimizde de aklıma not etmeme rağmen; dışarı çıktığımda unutmuş ve telefonuma ne kitabın ne de yazarın ismini hatırlayamadığımdan not edememiştim de! :) 

Sonra emin olamadığım için Kimberley Freeman'ı araştırmadığım için de, geçen aya kadar ara sıra aradığım bir kitaptı. Arka kapağını okuyup hikaye çok ilgimi çekmişti çünkü; kitap 816 Sayfa ve fuarda bu sebepten de epey pahalıydı da... Arkadya Yayınları'nın kitaplarını da araştırıp bulamamıştım bu arada tabi... Derken geçen ay arkadaşımla kitap konuşurken ve Kimberley Freeman'ı konuşurken; "Galiba onun kitabıydı!" diye düşündüm araştırdım ve buldum. Neticede Mayıs ayında da D&R'da indirime girdi, sepetim alarm verdi ve epey indirimli şekilde aldım... (: 

Kitap D&R'da 34 TL idi, Fuarda 35 TL; tabi bu aya kadar. Ben D&R'ın bu ayki indirim günlerinin fırsatıyla 22 TL'ye aldım... Özel günleri çok sıkı takip etmek gerekiyormuş, şimdi buna daha çok eminim. :) Ama gerçi baktım da, indirimi bugün de hala devam eden kitaplardan; 24 TL'ye D&R'da şu an...

Rita Hunter - Kış Nefesi

En son Güz Fırtınası kitabını okumuştum Rita Hunter'ın, ben onun kalemini bir ayrı seviyorum. İlk başta benim de yabancı yazar sandığım Rita Hunter, aslında bizim Türk yazarlarımızdan desem; başlangıçta sadece bir kitap alışverişi sırasında, indirim zamanı görüp de şans verenler benim gibi hayret edeceklerdir eminim. :) 5. Rita Hunter kitabımı okuyacağım, her biri benim için özel zaten. Diğer kitaplarını okumak da kısmet olur sonra umarım... Bu kitabı da indirimden 12.90'a aldım. 

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

Yaklaşık bir senedir okumak istediğim bir diğer kitap, fuarda da maalesef bütçemin bitmesi sebebiyle kendisini alamamıştım İthaki Yayınları standından. Başka bir kitaba, Kafes'e şans vermiştim. Ama nicedir de, D&R'dan indirime girmesi için takipte olduğum bir kitaptı. İndirimden 12 TL'ye aldım ve okuyacağım zaman umarım beni çok şaşırtır, olumlu anlamda! :) Bu kitaptan beklentim nedense çok büyük...


Başıbozuk Sevdalar - Canan Tan

Ah Canan Tan, ortaokulda okumayı bana yeniden sevdiren kadın. İz kitabından sonra aramız açılmıştı Canan Tan ile, tabii bundan kendisinin haberi yok! =)) En son Kelepçe kitabını okumuştum, İz'e nazaran daha Canan Tan kitabıydı... :)

Bilmiyorum, sizin de bazı yazarlara karşı kırgınlığınız oluyor mu? "Piraye, Eroinle Dans, En Son Yürekler Ölür, Yüreğim Seni Çok Sevdi" gibi kitaplarından sonra, birçok okuyucunun da yorumuyla benim gibi düşündüğüne emin olduğum gibi; İz'de bir beklentiyi karşılayamama durumu hakimdi. Canan Tan'a öyle alışmıştık belki de biz, ondan ötürü... Sonra öyle bir şey oldu ki, okuyamadım ben de birçoğu gibi. Ama takip etmekten de vazgeçemedim, hala çok seviyorum Canan Tan'ı tabi.. :) "Başıbozuk Sevdalar"ın yorumlarını çok iyi görünce de "Aradığım fırsat bu, zaten öyle çok Canan Tan okumayı özlemiştim ki!" dedim kendi kendime. D&R'da indirimde görünce de, sevine sevine sepete attım! :) Kitap 9.90'dı D&R'da...

Halil Cibran - Ermiş

Epeydir okuma listemde olan bir diğer kitap, çekinerek de olsa bu baskıyı okumak istiyordum bende. Türkiye İş Bankası Yayınları'nın Ermiş kitabını, 5.41 TL'e aldım ve çekinsem bile yine de okumak için epey hevesliyim. Bakıp göreceğiz... (:

Theta Healing Ritim - Vianna Stibal

Listemde ilk kitabı vardı ama D&R indiriminde "Ritim" kitabı vardı Vianna Stibal'ın. O kim diyecek olana, Theta Healing öğretisinin keşfedeni diyebilirim. Kendisinin kanseri yenmesinde faydası olan tekniğini, tüm dünyaya danışmanlık yaparak öğrettiği Theta Healing yöntemi ile beynimizi teta durumuna (4-7 Hz) nasıl getireceğimizi ve yaratıcı enerjimizi nasıl bulacağımızı öğretiyormuş...

Vianna Stibal'ı yaklaşık bir senedir biliyordum, ben de onun macerasını ve öğretilerini okumak istiyordum. İlk kitabını alamadım, bütçem gereği. Ama Ritim kitabı indirime girmiş, kilo vermek üzerine de olsa teknikleri öğrettiğini söylüyordu arka kitabında diye aldım. Hiç değilse kilo vermek konusunda enerjimizi nasıl yöneteceğimizi de öğrenirim dedim. :) Henüz biraz inceledim tam okuyamadım ama çok fazla teknik yok gibi görünüyor içinde. Esas meditasyon içerikli tekniklerini de hala çok merak ediyorum Vianna Stibal'ın tabii ve internette derin içerikli bir bilgi yok bu konuya dair... Ben bu kitabı 15.05 TL'ye aldım indirimle. 

Sen Ancak Sevdiğinsin - Serdar Özkan

Birkaç sene önce "Ekim Yağmurları" kitabıyla tanıdığım Serdar Özkan'ı yeniden okuma fırsatımı da bu alışverişimle nihayet devreye soktum ve alışveriş kutumdan dün ilk başladığım kitap oldu bile kendisi... Bugün son sayfalarını okuyup bitireceğim üstelik. :) 

Serdar Özkan'ın yazı dili o kadar güzel ki, yine Ekim Yağmurları tadında bir şey beklerken bu sefer daha sade bir yazı diliyle karşılaşmayı beklemiyordum doğrusu. Yine zevkle okudum, bitti bile. Düşünüyorum da; nicesi var anlatır, kısacık kitabı bitirtemez, nicesi var okursunuz da bitirmek istemezsiniz. Serdar Özkan da benim bitirmek istemediğim tarzdan doğrusu. Keşke Kayıp Gül'ü de alsaydım dedirtti bana ama bir dahakine de Kayıp Gül'ü ya da Ölümsüz Kalp kitabını alacağım... 

Çok alıntı aldım kendime bu kitaptan bu arada şimdiden, iki tanesini bu yazımın başındaki yönlendirdiğim İnstagram bağlantımda paylaştım ama bir küçük alıntı da burada paylaşayım istiyorum. Bu arada 4.90 TL'ye aldım bu kitabı da... :)

"Hepimiz sevgi aramıyor muyuz? Hepimiz sevilmek istemiyor muyuz? Suya ihtiyacımız olduğu gibi sevgiye ihtiyaç duymuyor muyuz? Kimimiz ümidini kesiyor, sevilmekten ya da sevmekten. Ama bu ihtiyaç yok olmuyor, göz ardı etsek de, sevgi yolunda defalarca acı çekmiş olsak da, bu ihtiyaç ortadan kalkmıyor. Vazgeçebiliriz. Yıllar bizi sert, kırılgan ya da acı biri haline dönüştürebilir, umursamaz görünebiliriz, ancak ruhumuz hep onu arıyor. Sevgiyi. Sevgiden yaratılmış çünkü ruh. Ve aslını arıyor, kendini arıyor." (Sayfa 29. Sen Ancak Sevdiğinsin - Serdar Özkan)


Ya siz bu ara ne okuyorsunuz ve okumak istediğimiz ortak kitaplar var mı acaba? :) Yorumlarda kitaplardan konuşabiliriz bence. Benim okumak istediğim çok yazar ve çok kitap var bu sene, geçen seneden de fazla. İndirimleri araştırmaya da devam edeceğim ama iki raflık kitaplığım da doldu bu arada yine. Ne yapmalı diye düşünüyorum, bir bağış kutusu hazırlama düşüncesindeyim en çok da... :) Sizde durumlar ne okumak isterim. Sevgilerimle... :) 

23 Mayıs 2019 Perşembe

Hayat Hikayem #7 - İlerleme Mevzusu


Yeniden bir Hayat Hikayem başlıklı yazımla merhaba demekten mutluluk duyuyorum, zira en son 2018'de 6.'sını yazdığım yazımın başlığı "Fizyoterapi Hayatımın Bir Parçası" idi. Hayat Hikayem yazı dizimi yazmaya başladım başlayalı da, yazmayı ertelediğim konu başlığı ise bu "İlerleme Mevzuusu" idi... O zaman diğer "Hayat Hikayem" yazı dizisi yazılarımı buradan bulabilirsiniz dedikten sonra, iyi okumalar diliyorum yeniden... :)

İlerleme Mevzuusu demişken, başlığıma "Atak" kelimesini yakıştıramadığım için öyle yazdım aslında başta. Ama şimdi de şu detayı geçmem gerektiğini düşündüm, bu demek değil ki "Atak" kelimesinden korkuyor ve ürküyorum. O kelime ile barışalı çok zaman oldu ama ben ve benim gibiler için büyük bir öneme sahip hala. Oraya "İlerleme Mevzuusu" yazmamın da sebebi var elbet. Oradan başlayayım istedim... :)



Hayatımda Üniversiteye gidebileceğim seneye dek, en büyük hayalim örgün öğretim üniversite okumaktı. Tabii üniversiteye gidene dek de hastalığımla ilgili bildiğimiz ve bir tabu olmaktan öteye geçemeyen şey, hastalığımın ilerleyebilir özellikte olması idi...

Hastalığın ilerlemesi ne demekti "net" olarak bilmiyorduk. Tamam kötüye giderdi her şey; çok kilo almak da, çok kilo vermek de yasaktı bana mesela ve hala da öyle. Çok strese girmem, çok ağır sıkıntılar yaşamam yasak. Çok egzersiz yapıp, çok hareket edip yorulmam da, çok hareketsiz kalmam da yasak. Bu yasakların bilincinde, yeme içme düzenimiz de hayat düzenimiz de hakim bizim evde hastalığımı bildik bileli...

Sonra üniversite hayatımın başladığı sene geldi, ki şimdi 9 sene geçti üzerinden o zamanın, ama gerçekten düşününce bol stresli ve üzücü bir sene idi benim için diyebiliyorum... Geçmişte kesinlikle gitmek istemediğim nadir senelerden biri, geçmişe kesinlikle gitmek istemiyorum; her daim şimdinin daha iyi olduğunu öğrendim zira... 2010-2011 eğitim ve öğretim yılını Sındırgı'da başlatmadan 7 ay önce, aynı sitede yaşadığımız yakın arkadaşımızı bir kazada kaybettik; 5 Mart 2010'da. Onun acısı, sızısı ve özlemi sürüyorken, belki de yaşadığım şehirden ayrılmak hem bir o kadar iyi hem de bir o kadar zor gelmişti bana. Ama nasıl dengeledik o 7 ayda hayatımızı hala hayret ediyorum... Canımız dediğimiz arkadaşımızın özlemi hala bitmedi, bir ömür de bitmesin istediğimiz şekilde devam ediyor da. Ruhu şad, mekanı cennet olsun canımın bir kez daha... (<3)

Ticaret Meslek Lisesi çıkışlı olduğum için, son senemde bir senelik staj yapmıştım 2009-2010 eğitim ve öğretim yılında. Öğretim yılının sonunda staj dosyamızı teslim ettikten sonra bir de okul bitirme sınavımız oluyordu bizlerin. O sınavı da geçtikten sonra nihayetinde, Sınavsız Geçiş Sistemi hakkımızdan yararlanarak veya sınav sonucumuza göre tercih dönemimizin zamanı geldi. Ben o sene sınavsız geçiş hakkımı kullanmak istemiş, sınava girmemiştim. Ve tercih döneminde de kendi bölümümün olduğu yerleri yazdık çoğunlukla.

O listeyi hazırlarken, 32 kutunun 25'ini doldurduk diye hatırlıyorum. Üzerinden 9 yıl geçti, yanlış hatırlıyor da olabilirim tabi... Tercih listesini doldururken; annem, babam, ben ve matematik öğretmeni komşumuz Nilay ablam vardık balkonumuzda; çay keyfi eşliğinde yazdık listemi... Listeye başta karışmayan babama annem dedi ki; "Bir yer de sen söyle Mehmet?" Babam da esprili şekilde aynen şöyle dedi, "Ben söylerim, ama söylediğim yer çıkarsa karışmam?!" Olur mu olur dedik, güldük geçtik. İstemediğimiz yerler değil sonuçta hiçbiri, sadece kendi bölümüm "Dış Ticaret" olan yerlerden biri çıksın da diyorduk. Listede 3 adet başka yer vardı, onlar da ilk 6'nın sonunda idi. :)

Babam 7. sıraya "Sındırgı"yı yazdırdı bize. Sebebi, Balıkesir'in köylerinde Bandırma'da iken iş sebebiyle gezmiş ve Sındırgı'yı da o sebepten biliyor olması idi... Tercih sonuçları geldi, "yerleşmiş olayım ne olur, Gemlik olsun ne olur" dualarıyla açtım ekranı. Sonuç hayatımın değişeceği yer oldu; Sındırgı'ya yerleştirilmiştim, üniversitemi Sındırgı'da okuyacaktım. İlk başta yazdığımızı bile unuttuğumuz ve orası neresi dediğimiz o yer, hayatımızda en sevdiğimiz yer oldu. 7 sayısının hayatımda yeri hep farklı oldu ve üniversitede yerleştirildiğim şehrin de tercih listemden 7. tercihimin olması, benim için büyülü bir durumdu... :) 

Şimdi farkettim, bu yazı da Hayat Hikâyemin 7. Yazısı ; konumuz yine 7... (: Bunu ayarlamadım ama  tesadüf  diye bir şey de tamamen  yok derler ya. Hayat işte... :)



Sındırgı'da bir öğrenci evimiz vardı; iki sene boyunca annemle kaldığımız, çok komşumuzu, öğrenci arkadaşlarımızı ve çoğu fırsatta işten fırsat bulup tatillerde geldikçe babamı ağırladığımız... Kimi zaman babam geliyor bizi ziyaret ediyordu, uzun tatillerde de gelip bizi götürüyordu Bursa'ya ve arabayı yine bize bırakıp  dönüyordu sonra. 2 sene tatillerde turist olarak geçirdik kendi evimizde zamanımızı. Geri kalan zamanlarda annemle, öğrenci evimiz arabamız, okul hayatı  ve komşularımız ile geçen Sındırgı'daki güzel öğrenci evimizdeki hayatımız... 

"Babam çalışmaya devam etmese geçinemeyeceğiz, hayat bir şekilde sürmeli ve ben de okumalıyım", derken ailem benim için kocaman fedakarlıklar yaptılar bu süreçte de; her birine minnettarım, canlarım onlar benim...

Üstteki fotoğrafta, öğrenci evimizin önündeyim. Karşımızdaki iki katlı müstakil ev ile aramızdaki yarım duvarın üstünde, fotoğraflamaya çalıştığım üzere gördüğünüz pencereli kısım bizim öğrenci evimizdi; üstteki balkonlu kısımda da ev sahibimiz oturuyordu. Girişleri farklı olan apartman idi bir nevi, evimiz çok ama çok güzeldi. Farketmeden üniversiteye gidene dek hayalini kurduğum gibi bir öğrenci evimiz oldu 2010 ve 2012 seneleri arasında kaldığımız... :)

O iki sene boyunca kaydımız orada kaldı tabii annemle, seçimlerde oy da kullanmak nasip oldu, Balıkesir'de ÖMSS sınavına  girmek de. Bir yanımız okul sebebiyle "Sındırgı'lı" bizce... (:

O iki sene boyunca rehabilitasyona Sındırgı'daki bir Rehabilitasyonda devam ettim tabii ki. Sanırım en zoru Gemlik'teki rehabilitasyonumdan ve fizyoterapistimden ayrılmak olmuştu, çünkü 3 senelik ilk rehabilitasyon eğitimimden sonra bu bir ilkti... İnsan, karşılaşmadıkça başına ne gelir gelmez bilemiyor hani; beni baştan ayağa anlamamakta ısrar eden bir fizyoterapist ile karşılaştım Sındırgı'da. Ayakta gittiğim Sındırgı'dan, ilk uzun tatilimizde Bursa'ya döndüğümüzde ne yazık ki atak geçirmiş olduğumu öğrenmem kısmet oldu sonra...

Anlatması cidden zor hala ama o ilk ilerleme mevzuusuna Sındırgı'daki fizyoterapistimin yanlış değerlendirmeleri etken oldu maalesef... Aradan geçen 9 yılda artık bir şeylerin olması ve bizlerin hayat sınavında yön değiştirmesi gerektiğini kabullendim. Hala bazen ağrıma giden şeyler olabiliyor ama geri alamam ve değişen durumlar sebebiyle öğrendiklerimi de yok sayamam, biliyorum da... Yani, "Olan Oldu" diyorlar bu duruma.

Ben yürüyerek gitmiştim oraya ve dediğim gibi ilerleme mevzusuna sebep olabilecek büyük bir üzüntüm vardı ama biz bu üzüntüye bir dayanak bulabiliyorduk. "Ölüme çare yoktu", Allahım almıştı yanına arkadaşımızı... Sındırgı'da Fizik Tedavime devam etmem şarttı, başta anlaşacağız sandığım fizyoterapistimle epey farklı eğitim yöntemi olduğu gerekçesiyle rehabilitasyon değiştirme fırsatım da vardı ama imkan olamadı ne yazık ki. Sebebi hem diğer rehabilitasyonun uzakta olması, hem de daha bir aylık çalışmamızda bana olanların olması mevzusu...

Sındırgı'daki fizyoterapistim, kas hastalıklarında sık görülen ve tamamen geçirilmesi mümkün olmayan diz ve dirsek kasılmalarının çok gerdirme ile açılabileceğini iddia etti. O zamanlar 12 senelik Kas Erimesi hastası idim ve gerdirmelerde pasif gerdirmeyi bırakalı bile yıllar olmuştu benim için. Aktif kas hareketliliğim iyi durumdaydı ve olduğu gibi kaslarımı benim hareket ettirmemin daha ağırlıkta olduğu derecede egzersizlerle desteklenmesi gerekiyordu... O fizyoterapistimle çok tartıştık bu konuda,

O "Ben gerdirme yapacağım, bu dizlerinin tamamen açılması gerekiyor." dedi. 
Ben "O dizlerimin tamamen açılması mümkün değil, zaman alır. Kas hareketliliğimi kaybetmemem gerek. Hareket yapmamız gerek." dedim. 
O "Ben 4 senelik üniversite okudum, benden iyi mi bileceksin!" dedi bir süre sonra açık açık. Neredeyse her ders bunun tartışmasını yapıyorduk zira...
Bense "Ben 12 senedir bu hastalıkla yaşıyorum, sen benim hastalığımı benden iyi bilebilir misin?" dedim.  
Fizyoterapistim duraksadı, "Evet, haklısın!" dedi suratı düşerek ve tekrar devam etti; "Ama yine de benim dediğim olacak!"  
Elbette elden bırakmadım bu zorba tavrına karşı savunmamı. "Gerekirse hareket yapmam, yine de sadece germe yapmana izin vermem. Bu benim hayatım." dedim. 

İnsan gerçekten başına gelmeden anlamıyormuş sevgili okuyucu, daha tedbirli olabilirdim diye düşünüyorum şimdilerde. Bir aylık zaman diliminde, kaslarıma onun yaptırdığı 3-4 ders gerdirmenin dahi bu kadar bana etki edeceğini düşünemedim. Daha iyi bilseydim eğer... Elimden geldiği kadar da direndim ama karşılaştığım hiçbir öğrenci benim gibi memnuniyetsizliğini belirtmiyordu ki, bir beni sevmedi ve beni belki de ukala gibi gördü! diye düşündüm. Tek derdim, verimli fizik tedavi alabilmeye devam edebilmek ve üç senelik fizik tedavinin beni getirdiği noktayı gördükten sonra asla ama asla geriye düşmememi sağlayabilmekti... 



Sonra, "Ne yapsan olmuyor bazen" olgusu devreye girdi. O atak o sene geçirilecekmiş. Fazla gerdirmelerin etkisine, Sındırgı'nın soğuk havası tuz biber ekti ve Bursa'ya döndüğümüz ilk uzun tatilde (Kasım 2010) Bursa Anatolium Avm'ye annem ve Yurdagül yengem ile gezmeye gittiğimizde daha önce hiç böyle ağrı yaşamadığımı iddia edebileceğim diz ve baldır ağrıları yaşadım. Bu ağrı sanki 3 gün top koşturmuşum da, kaslarımın hali kalmamış derecesinde idi! Evet, o derece ağır idi...

Anatolium Avm'nin koridorlarını bilen bilir Bursa'daki, 10-15 adımda bir oturabileceğiniz koltuklar bulunmakta; saksılarıyla beraber. Annem ve Yurdagül yengem dükkanlara girerken, bulduğum her koltuğa oturdum ve 5-10 adımdan fazla adım atamaz hale geldim o gün... Sonra Anatolium Avm'nin yanındaki Ikea'ya geçme kararı aldık. Biraz da orada turlayalım, diye. Doktorlarımın gerek görmedikçe tekerlekli sandalyeye binmememi söyledikleri sebebiyle, (ki böyle bir şeye cidden gerek duymamıştım hiç), o gün de ağrılarıma rağmen tekerlekli sandalyeye binmeyi reddettim. Keşke reddetmemem mümkün olsaydı. O kadar çok ağrım vardı ve tek bir bakışı bile kaldıramazdım ki, keşke ülkemde bilinçlendirme her an her yaş için mümkün olabilse bizler için! (Benim bu yazıları yazmamın en belirgin sebebi de bu zira!)

Ikea'ya geçmek üzere dışarı çıktığımızda, Anatolium Avm'nin önünde bir un çuvalı gibi yığıldım yere. Un çuvalını bir yere destekleyerek dik konumda koymazsanız düşer değil mi, aynı o şekilde düştüm ben de. Bayılmadım ama annem ve yengem düştüğüm esnada göz bebeklerimin beyazlarını birkaç saniyeliğine gördüklerini söylüyorlar. Çevredekilerin de yardımıyla kaldırıldım yerden, daha doğrusu annem kaldırırken ona destek oldular daha çok. Sonucunda İkea'ya geçmeden önce tekerlekli sandalyeye bindirildim.

Gezmeye devam ettik Ikea'da, ilk fırsatta Uludağ Üniversite Hastanesinde iyi bir doktora randevu almayı aklımıza not ettikten sonra... Kendim dahil, annem ve yengemi de korkutmuş ve morallerini epey bozmuştum ama "stres yok kuralı" devreye girdi. "Olurdu öyle şeyler, çok yorgundum. Düşünmeyecektik ötesini..." Annem ve yengem moralimi düzeltmek için türlü türlü komiklikler yaptılar, şimdi bir tanesi bile neydi hatırlamıyorum ama çok güldürdüler ki beni; düşmesin moralim ve de esas gücüm, kuvvetim ve inancım... Öyle anda iyi olmayı düşünebilecek değil, neden düştüğünü ve nasılını sorgulayabilecek durumda oluyor insan çünkü... İyi ki varlar, o gün güldüğümü de hatırlıyor isem onların çabaları sayesinde, yürekten destekleri ve varlıkları sebebiyle... <3

Sonra ilk alabildiğimiz randevuyla bir ya da birkaç gün sonrasında da Uludağ Üniversite Hastanesinde muayene oldum. Film çekildi, doktorum beni dinledi ve gelen kan ve film sonuçlarına göre; "Bağ doku oluşmasına ramak kalmış, söylediğine göre de fizyoterapistinin ağır gerdirme yaptırması buna sebep olmuş olabilir." dedi.

Hayatımız bundan sonra değişti ama şayet ben üniversite okumuyor olsam ve bir uğraşım olmasa nasıl olurdu bilmiyorum. Direnişi elden bırakmadık, neşemizi de; hayatı bu kadar sevmeseydim, altından kalkamayacağım bir yük binmişti üstüme ve altından da kalkamazdım. Çok net konuşuyorum!


Hüznümü de yaşadım, sitemimi de ettim ama... Tatilimiz bitince, Sındırgı'ya döner dönmez rehabilitasyonumuza haber verdik; müdürümüzün fizyoterapist ile görüşmesi sonucu, evimize bizi görmeye ilk gelen kişi o fizyoterapistim oldu. Özür diledi önce, üzüntüsü de yüzünden okunuyordu ve başıma gelen için o da keşke diyordu. Kızamadım da fazla, sadece "Bunun olmasını istememiştim işte." dedim. Ucuz atlatmıştım, yapabildiğim kadarıyla rehabilitasyondaki herkese "Lütfen size uymayacak ise, ağır bir şey yaptırmayın." demek oldu. Çok geçmeden, benden daha kötüleri olduğunu öğrendik o rehabilitasyonda (ayrıntı  vermiyorum, gerekenler sonrasında yapıldı neyse ki). Herkes birer birer anlatmaya başladı sonra derdini; ülkemde ne yazık ki, ses çıkaranı görmedikçe sesini çıkarmayanlar hakim! "Birileri ne der?" diye diye, kendi başına gelenleri anlatmaktan uzak bir anlayış hakim ne yazık ki...

O fizyoterapist bir aya kalmadan gitti sonrasında da işte, askere diye gidip rehabilitasyondan ayrıldı. Çok ama çok şanslıydık ki, yerine eski tıp öğrencisi bir fizyoterapist geldi. Allahım bana onu kurtarıcı olarak gönderdi, Sındırgı'ya döndükten sonra başlayan kasılma tipi nöbetlerimi de o fizyoterapistim geçirdi! Yığılıp kaldım birkaç ay boyunca zira ama kullandığı teknikler ve yenilikçi egzersizlerle, beslenmemi bile o zamanımıza göre şekillendirerek beni oldukça iyileştirdi. Atağın etkisiyle gelen kasılmaları iyileştirdi ama ağrılarını, yorgunluklarını ve zamanla unutturduğu birçok kas becerimi geri kazanmak seneler aldı ve de almaya devam ediyor. Hep sağlık olsun inşallah ve Allahım hep karşımıza işini en iyisiyle yapmayı amaç edinmiş kişiler çıkarsın karşımıza... :)

O ilk fizyoterapistimizden sonra gelen doktorumuz da gitti bir süre sonra tabi ama beni büyük ölçüde toparladı da gitti... İkinci senemizdi galiba, "Ben gitmek zorundayım ailemle göç ediyorum ama sizleri çok güvendiğim bir arkadaşıma emanet etmeden gitmeyeceğim." dedi bizlere. (İşini severek yapmak ne demek, onun örneği bu bence). Beni ve tüm fizik tedavi hastalarını o arkadaşına emanet etti gitti...

Üstteki kolajda, Sındırgı Rehabilitasyon manzaralarımızdan topun üzerindeki kişi, Sındırgı'da üçüncü ve son fizyoterapistim oldu böylece. Belki istemezler bunca zamandan sonra sık sık da konuşamıyoruz diye suratlarını gizledim. İsim de kullanmıyorum ama hala takipleştiğimiz ve yardıma ihtiyaç duyduğum anda sorduğum ve sorularımın cevaplarını aldığım fizyoterapistlerimden biri kendisi. Diğer fotoğrafta annemin yanında bulunan kişi de, rehabilitasyonumuzda müdür yardımcısı ve sekreteri konumunda idi; bizim ders düzenlerimizi o ayarlıyordu. Hepsine selam olsun... :)

Son senemde Sındırgı'daki üçüncü fizyoterapistimle çalıştık ve okulumu bitirdik döndük. Ama o fizyoterapistim de, Gemlik'te iki arkadaşına teslim ederek bıraktı beni. Edindikleri işi severek yapıyorlar, bu çok belli değil mi sizce de? Durumumu o fizyoterapistim de hassas görüyordu hala ve gidince kendi rehabilitasyonumdaki fizyoterapistimi bulamayacağımı öğrenmişti ve bize "iki arkadaşım vardı, iş arıyorlar şehir değiştirmek istiyorlar çünkü; Gemlik'e yönlendireceğim o zaman, hangi rehabilitasyona yönlendirebilirim sizin için?" dedi. Benim rehabilitasyonumu söyledi isek de, onlar Gemlik'te başka rehabilitasyona başvurmuş ve işe girmişlerdi... Gemlik'e döndüğümüzde, o diğer rehabilitasyonda iki fizyoterapist ile verimli şekilde fizik tedavilerime devam ettim bir sene boyunca da... :)

Derler ya; "Bir musibet bin nasihatten iyi gelir!" Başımıza geldiğini düşündüğümüz o musibet, çok canımızı yaktı, çok değişiklikler gösterdi vücudumda ve bizi çok incitti. Ama bize çok iyi de insanlar tanıttı... Daha sonrasında gösterdiği gelişmelerle yürümeyi de unutturdu bana ama çok sağlam dersler de verdi! Hayatı sevmeyi ve ne olursa olsun kucaklamam gerektiğini iyiden iyiye benimsetti. Bir daha atak geçirsem, bir kez daha ayağa kalkmayı bilmeyi ve bunun gerekirse hayatımın tek uğraşı olsa da devam etmeyi yeniden ve yeniden öğrenmem gerektiğini belletti... (: Teşekkür ederim, geçmişimden bugünüme gelen tüm bu insanlara ve öğretilerime...


Üstte gördüğünüz fotoğraflar, 2 sene örgün öğretim okuduğumuz okulumuzda ilk fotoğraflarımız Dilek ile. Canım Dilek, benim Sındırgı'da ilk tanıştığım arkadaşım ve iki sene boyunca sıra arkadaşımdı... :) Hala görüşür, hala en başından beri iyi halimi de kötü halimi de gördüğüne mutlu olurum doğrusu... Onunla beraber birçok arkadaşımız oldu ve birçoğuyla da hala görüşüyoruz; Sındırgı'da üzücü olaylar yaşadık ama hiçbiri dostluklarımızı ve geçirdiğimiz güzel anıları geçemedi neyse ki... :)

2012'de geçirdiğim atak sırasında, beni en sağlam durmaya iten şeylerden ilki ailem ve sevdiklerimin varlığı iken; ikincisi eğitimim ve hayallerimdi. Eğitimim, devam etmemi sağladı. O üniversite benim hayalimdi. Kimine göre sadece iki yıllık öğretimdi, benim için bir ömürlük heyecan kendisi! Ömür boyu unutmayacağım hayallerin gerçekleşmeye başladığı yer üniversite hayatımı geçirdiğim Balıkesir'in Sındırgı ilçesi... Keşke bu bloğu, acısıyla tatlısıyla 2010 senesinden beri tutuyor olsaydım diyorum bazen. Aklımda böylesi bir bloğu tutmak, o zamanlar olası değildi. Belki o zamanlardan beri tutmuyor oluşum daha bile iyi, şimdi bile o günleri unutmayı düşlememiş olmam da...

Acısıyla tatlısıyla bu hayat benim ise ve en büyük hayallerimden biri gerçekleşirken geçirdiğim o atak da benim! Bir ikincisini de yaşadım sonrasında, Allahım bir diğer üçüncüsünü yaşatmasın... Her birinde öğrenmem gereken öğretileri algıladım. İkinci atağımın sebebini ve sonrasını bir başka "Hayat Hikayem" adlı yazımda yazmak istiyorum ama bilmelisiniz ki, ikincisi biraz benim stres konusuna önem vermemem ve kendimi hayata çok kaptırmamdan sebep oldu. Ama öğrettiği gerçek de hayatımda pusulam oldu; hastalığımın varlığını hayatım için ciddiye almayı da kendime "mutluluk gibi mutsuzluk dolu anlarımın dozunu da ayarlamam gerektiğiydi." Aklımdan bir an olsun çıkarmamayı dahi düşünemeyeceğim derecede hayatımın en büyük öğretisidir hala! :)

Hayatlarımız kader üzerine kurulu demeyeceğim, bizzat sadece kader üzerine kurulu değil bence. Bizim seçtiğimiz yollara da bağlı çoğu kader diye algıladıklarımız... Hayat kaderin de ördüğü şekilde, bizlere bir şeyler öğretmekle yükümlü. Onları bize sınav etmekle ve bizim onlardan sadece tek başımıza dersler almamızla değil, her birimizin bir diğer anlattığından da kendine dersler çıkarmasıyla ibaret... Misal bu yazımda şunu diyorum; eğer o fizyoterapist ile karşılaşmasam, belki hayatımda başka bir noktadan kırılma noktası yaşayacaktık?! Bilemiyoruz.

Bildiğim şu ki; Kendimizi girmemiz gerektiği söylenen bir yoldan çıkış yolunu kademe kademe ararken bulduk bu 9 yılda! Ama o yollar bize çok doğru biriktirdi ve çok yanlışı da netlikle bildirdi, hayatın amacını da istediklerimiz doğrultusunda öğrenmemizi sağladı... Sağlık olsun, her şeyden önce sağlık. Üniversite yaşamımı, tüm bu anlattıklarıma rağmen yaşamamış olmayı dilemezdim ve hala da dileyemiyorum. Şu an tek derdim; yaşanan yaşandı, ben bir kez daha yürümeyi nasıl öğrenebilirim? düşüncesi üzerine şekillenmeye devam ediyor. :) Ama onu sorgularken de hayat içerisinde öğrenmekten, üretmekten ve sorgulamaktan vazgeçemiyorum. Yumurtasından zorla çıkarılmış bir civciv belki kaslarım, nasıl güçlenebilirler onu arıyorlar sürekli. İnanıyorum bir gün dahasını aramaktan vazgeçirilecekler, çünkü tedavileri bulunmuş olacak onların da. Umudum hep var... 

Okuduğunuz için teşekkür ederim, sevgilerimle... :))

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Geçmiş Mi Şimdi Mi - 18.05.2019


Hani bazen düşünürsünüz, geçmişi yeniden mi yaşamak isterim yoksa şimdiye devam etmek mi? Ben yine bu sıra düşünmedim diyemem bu ikili olguya, hele ki Mayıs ayının başında geçirdiğim rahatsızlık çok fazla düşündürdü...

Hastayım, hasta olmadığım halimde yaşamak istedim yeniden. O enfeksiyon beni bezdirmişti, nedenini "Her Şeyin Başı Sağlık" adlı yazımda anlatmıştım hani bu hafta başlamadan önce... E şimdi de düşünüyorum, hayır yaşamak istemem yeniden geçmişi yaşayıp Mayıs başındaki sıkıntılarımı dahi yeniden çekmek istemem. Yaşadığım güzel günler uğruna değer mi, belki eski bir yaşıma dönerek kendimi koruyacağım yaşamayacağım o eski günleri; ama belki işte, yok yine de istemem! Böyle garip düşüncelere kapıldım bu ara, sonra da ardı arkası geldi işte... :)



Bugün bu konuyu yazmak nereden aklıma geldi peki dersiniz? Facebook hatırlattı, 7 yıl önce bugün üstteki dizeleri paylaşmışım. (: Bazı dizelerin size o zaman neler hissettiğini hatırlıyorsunuz ya hani, kalbimin acısını hissettim yeniden; şimdiyi değil, o zamandakini! :) Belki şimdiki aklımla o zamana gitsem, "değmez" diyebileceğim. Ama acısı yine taze olacak ya, o kırgınlıkların ilk zamanlarda her defasında olduğu gibi zorlu geçtiğini artık kabullendim...

Geçmiş Mi Şimdi Mi diye sorulunca, "şimdi" diyorum hiç şüphesiz... :) Oysa bu aralar şimdimdeki durumlara ve davranışlara aslında anlam da veremiyorum çoğunlukla, hem de her anlamda. Ama geçecek, değişen ve değiştiğine üzüldüğüm şimdide ne varsa; yakın zamanda bu durumu da atlatacağımı umuyorum diyelim...

Bundan başka, geçmişimde yapabileceklerimi şimdi yapamıyor ve bugünü geçmişten beri süregelen isteklerim doğrultusunda şekillendiremiyor olabilirim ama başka şeyler yapıyorum şimdilerde... Biz İnstagram'da bir örgü siparişi alabileceğimiz hesap açtık ablamla, dün de bir ay oldu açalı aslında; ancak yazabiliyorum. Çok az takipçimiz var şimdilerde ve de henüz satışa açılmamış halde ama o da olacak inşallah. İnstagram hesabımızın adı; orgulerimizvar :) Akmasa da damlar zamanla inşallah, olur ya istersek gerçekleşir hayallerimiz bir açıdan daha işte...

Örmeyi seviyoruz ablamla beraber, kimine göre amatör ama elimizden en iyi geldiğince kendimizi geliştirmeyi isteyerek devam ediyoruz işte... Ablam iş sonraları akşamları kafasını boşaltıyor örgüyle, ben kendi başıma bir şeyler üretebiliyor olmanın heyecanını ve mutluluğunu yaşıyorum örgü sayesinde... :) Geçmiş mi şimdi mi dersek, bu sebepten bile şimdi diyebilirim. Üretmek güzel şey çünkü... (:


Bir de şu sıra yazmak olgusunda durgunluğumu yitirip bitirme uğraşındayım da, bu olgunun öncesindeki uğraşlarımdan beri şu anıma bakıyorum da; sırf çalışma hayatına atılamadığımdan sebep bile, bunca zamanki durgunluğumun süregeldiğini de artık iyice hazmettim. Yani diyebilirim ki, bu durgunluğa son vermek için de çalışmalarım mevcut. Yakın zamanda bir "Hayat Hikayem" yazısıyla, şu anda da bir süredir yazmaya uğraştığım ama nicedir hep ertelediğim "İlk Atağım" bölümünü yazmak istiyorum.

Çünkü biri bana sorsa, "Atak senin için nedir?" diye, derim ki; "Bir atak geçirdim, hayatım değişti!" Bundan ötürüydü yazamamam ve yazmakta zorlanmam. Bu ayın başında geçirdiğim enfeksiyon ve tansiyon kaynaklı hastalığım bana ve aileme "ya yine bir atak geliyorsa?" diye düşündürdü ya, var işte her şerde bir hayır yine! Hayat Hikayem ile geri dönmek istiyorum buralara, çalışamıyorum ama bizim hayata katılamadığımız alanlarda da yazacağım çok şey var daha... :)


Bu sıra üzüldüğüm birçok şey var aslında ama enfeksiyon geçirip yatmadan önce; "hastalansam da şu huzursuzluklar bitse!" diye düşündüğüm zamanlardaki gibi değilmiş hayat, önce sağlık sonra huzurmuş... Şükür ki şu an iç huzurum da, rahatlığım da hakim sağlık anlamında. Ama gel gelelim, çok uzaklaştık hayatta birbirimizden. Çevremde görebileceğim ailemden başka kimsem kalmadı nedense, herkes kendi telaşesinde anlıyor ve de algılıyorum da ama bazı noktaları asla anlamıyorum ve anlıyor gibi yapma kararı aldım şu sıra! Bu konuda geçmiş mi şimdi mi diye sorguluyorum kendimi, içim geçmiş diyorsa da aklım şimdi diyor. "Şimdi görüyorsun işte, görüşemediğin halde bile kimler çabalıyor tersi olabilsin diye" diyor aklım bana... Aklımla oynatmaya niyetim yok kimseyi, kendi başıma bir şeyler yapmak için uğraşıyorum şu sıra ve düşünüp üzüldüğümü de, düşünmemem gerektiğini de görüyorum işte.

Bugün annemin ve benim telefonumuz garantiye gitti, haberli olan sadece yakın çevrem var. Yani yazdığım ve konuşabiliyor olduğumuz kişiler. O kadar azmış ki yakın çevrem meğer, biraz üzücü geldi. Ama vardır bir hayır dedim yine. Birilerini anlamaya çalışırken en çok anlaşılamadığıma üzülüyorum şu an. Öyle ki, kendimi en olmadık zamanda anlatırken bile, çaba gösterilmediğini görmek üzdü bu sıra beni. Durgunluğumu bu yazımla bitiriyor olayım madem dedim işte tüm bu sebeplerle. Geçmiş mi şimdi mi dersem bir kere daha; geçmiş olmasa şimdinin öğretilerini bu kadar net algılayamazdım, biliyorum diye yanıt vereceğim bir kez daha! :) 


Yarın 19 Mayıs 2019 bu arada; şimdiden gençlik bayramımızın ve de Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a ayak basarak bir milletin "Kurtuluş" yolunu açtığı o güzel günün 100. Yıldönümünü kutluyorum. O gençlik ateşiyle yarın kendim için bir kez daha ayağa kalkmayı ve buralara sağlam şekilde geri dönmeyi umuyorum.

İçimden geldiği gibi yazdım yine bugün ve o samimiyetle okuyup hak vereceğinizi de hissediyorum. Sevgilerimle, şimdilik yine görüşmek üzere diyorum... (: 

12 Mayıs 2019 Pazar

Her Şeyin Başı Sağlık - Mayıs 2019


Mayıs 2019 hastalıkla başladı ve öyle de bitecek sanırken, çok şükür toparlandım diyebilir halde bloğumun başındayım ya... Yeniden merhabalar ve mutlu pazarlar olsun hepimize. Her şeyin başı sağlık; en iyi halimin olmadığı aşikar olan 2-10 Mayıs tarihleri arasında, bir kez daha sağlığımın kıymetini anladığım günlerin ardından söylüyorum bunu. Sahip çıkalım sağlığımıza e mi! :) Onsuz hayatı tanımlamak zor....


Geçen hafta bugün iyiydim, üstteki fotoğrafları bile çektim günlüğümü yazarken... İlacım bitmişti, kalp ilacım ve bir türlü de bulamıyorduk. Hafif baş dönmelerim ve minik minik dengesizliklerim başlamıştı o zamanlar aslında, anlayamamıştım. Düşünmüştüm sadece, "Nasıl olacak böyle?" diye... 

Yaklaşık 1-2 aydır elimde kalan son tablet sebebiyle, iki güne bir alıyordum zaten ilacımı. Derken sonucunda bulamadığımız ilacın elimde kalanları da bitti. Bu sıra, kalp şeker ve kanser ilaçları gibi ciddi ilaçları bulamıyoruz maalesef ülkemde... Ben geçen hafta doktora gidene kadar, ilacımın bulunabilir olduğunu düşünüyordum, depolarda bir yerde belki vardır? diye. Meğer anlaşmaları imzalanamamış ve üretilmiyormuş şu sıra... Hal böyle olunca, önce ilaç bitti ve 5 gün içinde rahatsızlandım; sonra da Almanya'daki kivralarımıza haber ettik de, oradaki üretiminden getirmelerini rica ettik. Tabii doktorumun da onayıyla...

Perşembe günü tansiyon ile başladı rahatsızlığım, öyle bir rahatsızlıktı ki ama Yalova'da başladı, tedavimi alamadım o gün ve elim ayağım boşaldı tümden sanki. Sonra eve geldim yatak döşek ağrıdan sızıdan kalkamaz hale geldim. O hafta başında Kağanım hastalanmıştı, ateşli gribal hastalık geçiriyordu. Vücut düşünce demek ki, onun enfeksiyonundan da kaptım bir şeyler; ertesi güne kadar buna ihtimal veremedik bile... 2 Mayıs Perşembe günü öyle bir güçten düştüm ki, başımdan başlayan ağrı tüm vücuduma yayıldı. Ve gribal enfeksiyon tarzı bir rahatsızlık geçirdiğim aklımın ucundan bile geçemediği o gün, tüm belirtiler (Allah korusun) "atak belirtilerinin tıpatıp aynısıydı!"

Vücut titremeleri, kasılmalar, sinir sistemi ağrısı olduğunu artık bildiğim yanmalar ve migren ağrısı sanabileceğim derecede hassasiyetle dolu baş ve boyun ağrısı... Tüm bunlar olurken, ağlayarak ve de dualar ederek geçirdim o günü; bitsin Allahım, ne olur korktuğum şey olmasın diyerek... Tüm bunlar, bir tek tansiyon düşüklüğü ve kalp ritmi bozukluğundan sebep oldu işte.

Cuma günü hastaneye gittik sabahtan, ama canımı sürüdüler sanki; ben uzun zamandır bu kadar düştüğümü hatırlamadığımı düşündüm durdum, ama diğer yandan da "çaresi bulunacak" diye ummaktan ve güzel şeyler olacak diye düşünmekten alıkoymamaya uğraşıyordum. Önce Kardiyoloji doktoruma gittik, Almanya'dan getireceğimiz ilacı onaylattık ve daha ilacın uzun bir süre Türkiye piyasasında olamayacağını öğrendik. İşin kötüsü muadillerini çok kullandım ve benim kalbime iyi gelen tek ilaç şu anda kullandığım ilaç oldu. Şu anda kullanabiliyorum, zira o gün doktorum elindeki numune ilaçlardan verdi. Eğer ilaçlarınızı arıyor ve bulamıyorsanız, doktorunuza hemen başvurun; ben beklemekle hata bile ettim belki de...

Kardiyoloji doktorum o gün beni hiç ama hiç iyi görmedi tabii ki, hastalığımda gerileme olmuş olabileceğini bile söyledi. Norolöji doktoruna kontrol olmamı istedi, "biraz toparlanır toparlanmaz, ilk fırsatta." dedik. Sonra elimde "kıymetlimizzz" ilacımızı almış hastaneden ayrılıyorken, şiddetli bir öksürüğe tutuldum, hala ağrılarım zaten geçmemiş ki, o öksürükle kusacak vaziyete ve ağrılarım yeniden katlanır vaziyete geldi... Annem bir akrabamızla konuşuyordu bu sıra ve ben "Anne gelmişken bir KBB doktoruna da gidelim, ben kötü öksürmeye başladım." dedim. İyi ki gitmişiz! Kbb doktoru boğazlarımın kötü enfeksiyon kaptığını ve tüm ağrılarımın ondan olabileceğini söyledi. Nasıl bir kuş gibi rahatlayabilirdim ki daha fazla, diye düşündüm o an...

Eve geldik, doktorun yazdığı ilaçları almışken yalan yanlış bir şeyler yemeye zorladım o gün kendimi ve ilaçlarımı içtim. O gün bir yattım, taa akşam 7'ye kadar uyumuşum. İki günlük ağrı, sanırsınız hiç uyumuyormuşum etkisine almıştı beni. Allahım sağlıklı hallerimizi aratmasın, bizleri sağlıklarımızdan geri koymasın inşallah... (Amin...)



Gelgelelim, bitti mi ilaçları kullanınca derseniz, ilk gün öyle gibiydi. Sonra ertesi günlerde, antibiyotiğimi bitirmem gerekiyor diye zorladı isem de kendimi; baş dönmelerim, mide bulantılarım, halsizliklerim ve vücudum benim değilmiş gibi hissetmelerim gibi, göğüs ağrılarım, vücut titremelerim bir türlü geçmedi. Doktorun verdiği ilaçlar beni toparlayacak diye içmeye zorladığım her seferinde daha başka bir şikayetle beni perişan etti. İlk 3 gün kustum, sonraki 3 gün hep yattım uyudum ve kafam bulanık dolaştım, diğer günlerde de artık kafamı ve kendimi hiçbir yönde toparlayamıyorum diye ağlamalara başlar oldum...

Derken, Cuma günü nihayet ilaçları bıraktım. Ben kendi kendime bırakmak zorunda kaldım, acile gittiğimde bana hiç serum bağlama önerisinde bulunmadılar, istediğim halde vermediler. Benim hastalığımı bildirdiğim halde bir an önce çözüm odaklı davranamadıkları için, kullandığım ilaçlar artık kanama yapmaya da başladığı için; kas gevşeticiyi de, antibiyotiği de bıraktık Cuma günü. Çünkü beni uyuşturmaya ve faydadan çok zarar vermeye başlamıştı. İlaç görevini bence yerine getirdi ki, biraz öksürük var sadece başka sıkıntım kalmamış da... Vücudu kendinin bilememek, kaslarımın bu kadar gevşek olduğunu hissetmek ve bazen de hissedememek çok acı geldi!

Dün ve bugün iyiyim, kaslarımı biliyorum ve kafamı toparlayabiliyorum. Bir tek Salı günü toparlayabilmiştim ve biraz ilaç aralığı uzun olunca sağlam kafayla yazabildim biraz İnstagram ve Facebook sayfama. Onun haricinde, buralarda olmadığım süre içerisinde ne kitap okuyabildim ne de örgü örebildim. Meğer tahmin ettiğimden de çok sıkılıyormuşum hiçbir şey yapmazsam! Şimdi iyiyim şükür ki; sağlam değilken hissettiğim, "sağlığımın kıymetini daha iyi bileceğim!" düşünceleri ile dolu doluydu. Uykuma da, bazen ertelediğim dinlenme ritüellerime de daha çok dikkat edeceğime söz verdim kendime. :) Sağlık çok ama çok kıymetli, 10 günlük aradan sonra buraya dönüşüm bu konular varken başka bir konu olamazdı!

Oradasınız, sağlığınıza dikkat ediyorsunuz değil mi? Ben kendime söz verdim, sizler de söz verin. Ne sağlığınızı ne de ona bağlı olarak hayatınızı ihmal etmeyin. Döndüm ben, çok şükür de iyiyim ve daha iyi günlerimi yazacağım. Sevgilerimle... (: