15 Ağustos 2017 Salı

Hayat Hikayem #3 - Çocukluk Anılarımda Hastalığım


Hayat Hikayem serisi, fazlasıyla ihmal ettiğim bir yazı dizim. Ama yine de ilk yazımın sonrasında gelen ikinci yazımdan daha kısa sürede geldi diyebiliriz değil mi? :)

Bu yazı dizimin ilk yazısı; 18.02.2013 tarihinden beri bloğumda, burada.

İkinci yazısı ise; 24.03.2017 tarihinden itibaren bloğumda, o da burada... 

3. yazı da bugüne kısmetmiş... :) Bu kadar beklettiğim için özür dileyerek yazmaya devam etmek istiyorum, Çocukluk Anılarımda Hastalığım başlığı ile beraber...


Size hastalığımda dönem noktası olarak adlandırdığım ortaokula geçmeden önceki zamanlarımızdan bahsetmek istiyorum bu sefer... Hastalığım çıktıktan sonra, duyduğumuz birçok şeyi denediğimiz zamanlara denk geliyor elbet o zamanlar... (Alttaki resim, hatırladığım kadarıyla o zamanlarda çekilen bir resim. Ama ne yazık ki o aralar ne kameralı telefonlar ne de fotoğraf makineleri çok fazla yaygın değildi. Fazla resim de bulamadım, 2005 senesi öncesine ait.) 



Biliyorum; Engelli dendiğinde aklınıza yürüyemeyen, yürüse de konuşamayan, konuşsa da düşünemeyen veya bir şekilde kendine yetmekte hep zorluk çeken insan geliyor. Ama aslında öyle değil... Her biri ayrı zor, her biri birbirinden ayrı hastalıklar dizisi değişik şekillerde doğuyor ve şekilleniyor. Dilerim bedensel veya zihinsel, Allahım hepimize hastalıklarımızla savaşmaya yardımcımız olsun... Benim engel durumum, bedensel ve tüm kaslarımı etkileyebilen bir hastalık ve her bir hastalık kadar elbette zorluğu var.


Hastalığımın ortaya çıktığı ilk zamanlarda, ufak tefek aksaklığım görülüyordu sadece. Bu durum da "trafik kazası mı geçirdin, yoksa doğuştan mı?" diye sorularla dönenlerle karşılaşmama sebep oluyordu. Her defasında atlamadan şöyle söylediğimi hatırlıyorum, "Rahatsızım, hasta değil. Bir rahatsızlığım var..." Dediğim gibi o zamanlar daha hastalığımın tam ismini bile unuttuğum zamanlardı...


O zamanlardan bu zamanlara; bana verilen bu bedende bu hastalığı yaşıyor olmamın bir sebebinin de, tanıştığım birçok kişiye "böyle hastalıkların sadece trafik kazaları veya doğuştan sebeplere bağlı olmadığını öğretmek" olduğunu da düşünür oldum zamanla... 

Dediğim gibi sorulduğunda; annemler "hasta" bense "rahatsızlık" der geçerdim o zamanlar. "Hasta olan kişi yürür müydü, koşar mıydı, hadi geçtim onu bunu, merdiven çıkar iner miydi?" Sanırım en baştaki hataya bende düşmüştüm o sıralar işte. Her bir hastalık zor ve bilmeyen bilmiyor; biz engelliler de içimizde çeşit çeşit hastalıklara ayrılıyoruz esasında... Ve o zamanlar diye bahsettiğim zamanlardan beri, bir de kötü ithamlarla da anılmaktan vazgeçilemeyen tayfayız; mesela "Özürlü" denilmesi gibi. Kimden özür dilemeliyiz? "Kime göre özrümüz var da kabahatimiz büyükmüş gibi davranılmayı hakediyoruz acaba???" (Kafamda deli sorular)


O sıralara geri dönelim; hastalığımın ismini dahi aklımda tutamayıp unuttuğum ve "rahatsızlık" demeyi daha doğru bulduğum zamanlarıma... Herkes diyordu ki, hasta olan kimseyi görmedik senin gibi yürüyen... Evet yürüyordum, yerine göre koşuyor bile sayılırdım. Ara sıra zorlandığım da olsa, merdiven de çıkıp iniyordum. Küçüklüğümden iyi bir arkadaş-dost olarak bugünlere gelebildiğimiz ilk dostlarımdan Damlam ile tanıştığımızda, "Söylemesen hasta olduğunu, anlamazdım bile!" demişti. İlk zamanlarda düşmelerim haricinde o kadar da belirgin değildi hastalığım işte...


O zamanları aktarabileceğim şekilde, Damlam ile bisikletlerimizin üzerinde iken çekilmiş resimlerimiz olsun isterdim şu an; ama yıllar yıllar sonrasında, -geçen sene- dostum Meromun aldığı bisikletli küpem ile bunu resmedebilirim dedim... Damlam, Merom; ikisi de can dostum şimdi... Bu küpeleri de, bisiklet anılarımı da, dostlarımı da çok ama çok seviyorum!..


Damla ile ilk tanıştığımızda, dostluktan ve arkadaşlıktan epey ağzı yanmış biri idim.
 O zamanlar İlköğretimin son sınıfı olan 5. sınıfa geçtiğimiz o yaz dönemiydi. Sınıfta birçok kişiyle kah anlaşıyor kah anlaşamıyordum, 2 kız arkadaşım vardı yine sınıfta; en iyi anlaştığım kişiler onlardı. Ama diğer taraftan da tüm sınıfa göre gülsem suç, ağlasam suç zamanlarımdı. Zira dışlandığımda veya bir oyuna sütten alındığımda ağrıma giden durumlara ağladığımda "Sen çok ağlıyorsun, mız mız gibi ağlıyorsun.", herhangi bir şakaya veya bana söylenen bir söze de kendimle barışık halde güldüğümde "Ben senin gibi hasta olsam, gülemezdim." şeklinde sorulmamış soruların cevaplarını alıyordum durmadan...

4. sınıfı bitirdikten sonraki yaz mevsiminde Temmuz'un sıcak bir gününde taşındık sitemize, birkaç hafta sonrasında da Damla ile karşılaştık tanıştık ve kaynaştık işte. İlk defa annelerimizle merdivenlerde karşılaştığımızda, Damla'nın saçları küt olarak omuzlarında kesilmiş ve bandana takmıştı. Hala o halini hatırlayabilmek güzel ve komik aslında. :) İlk konuşmalarımız, ikimizin de bir önceki oturduğu evden ve komşularından nasıl zor ayrıldığımız idi. Ben ona nasıl ağladığımı, o da buraya alışmakta çok zorlanacağını söyleyip duruyordu. Düşünün, 3 blokluk sitede yalnız biz vardık. Hadi onu da geçelim, sitemizin yeri o zamanlar dağ başı gibi nitelendirilebilirdi. Şehrin çok az dışında kalıyorduk... Başlarda gerçekten zor oldu, ablamla bol bol atari oynuyorduk ve televizyona acayip bağımlı olmuştuk. :) Ama sonra o durumlara da yavaş yavaş alıştık. Güzel yanı da vardı ki; siteye taşınan her kişiyi tanıdık, yeni insanlarla tanışırken birçok anı biriktirdik Damlamla... :)





Damla gerçek anlamda benim en iyi olduğum hallerimi görenlerden biri şimdi, o zamanlardan bu zamanlara kadar... İlk zamanları daha iyi anlatabilen, Damlaların kapısının önünde onun dışarı çıkmasını beklerken ki bir fotoğrafım bu da. Fotoğraftan önce Damlayı bu halde bekliyordum ki, o hazırlanıp geldiğinde bu fotoğrafı çekmişti. (Sanırım ilk onun kameralı telefonu olmuştu da her birimiz kıskanmıştık onu... :) ) 

Damlam ile o ilk tanıştığımız zamanların sonrasında kaynaşmamız kolay, can sıkıntılarımızı geçirmek epey maceralı olmuştu işte. Bisiklet sürerdik çokça. Sonra bu bisiklet sürmelerimiz, uçurtma uçurmalara, koşup-zıplamalara ve etrafı ilk defa beraber keşfetmelere doğru ilerledi... Bisiklet sürerken deliler gibi yaralanmaktan da, oyunlar oynarken en can acıtıcı kavgalarımızı etmekten de kaçınmazdık. İlk tanıştığımız zamanlarımıza dair, deli gibi koşturduğumuz ve bisikletlerimizi yokuş aşağı sürmeyi ihmal etmediğimiz o anlarımız; sanki daha dün yaşanmışcasına hala taptaze aklımda. İşte bu anların her biri tanrımdan unutmamayı dilediğim anılarımdan haline geldi zamanla...


Damla ile sanırım birkaç aya yakın süre yalnızdık o sitede, belki de ben yanlış hatırlıyor olabilirim bu noktayı. Zamanla sitede bir çocuk daha olduğunu öğrenmemizle, sitemizin ilk hallerinin macerası daha delice olmaya başlamıştı. Aramıza "Bahadır" isminde bir erkek çocuğu katıldığında, öncelikle garip hissetmiştik. Anlaşıp anlaşamayacağımızı düşünüp durmamızdan olsa gerek, başlangıçlarda epey anlaşmazlıklar yaşadık aramızda. Sonra Bahadır da bize alıştı ve bisiklet sürmelerimize katıldı. Fotoğrafının olmadığına üzüldüğüm bir köpeğimiz oldu, adı "Kral". Sitemizin köpeği, her birimizin akşam yemeğinden artırıp onu doyurduğu bir can olmuştu bizim için...

Tüm bu bahsettiklerim olurken ben ayakta, sapasağlam ve dimdik idim. Henüz bir rehabilitasyon merkezinden fizik tedavi bile almıyor, annemle evde hareketlerimizi yapıyordum. Bir de bol bol dışarı çıkıp arkadaşlarımla yürüyüp koşup oynuyordum...

O senelerde bir büfemiz olmuştu bizim... O büfemiz olduktan sonra sitemize taşınmış, Damla, ailesi ve de birkaç komşumuz ile tanışmıştık. Yeni hayatımıza alışırken, bazen ailecek yemeklerimizi dükkanda yer olmuştuk, bazen de annem sadece babama eşlik eder biz ablamla evde olurduk. Annem ile babam ortak çalışıyor-çalıştırıyordu büfemizi. Bazen annemle otobüse binip gidiyor yemek yiyip dönüyorduk, bazen ablam gidiyor babama okulu olmadığı zamanlarda yardımcı oluyordu, bazen annemin de babamla beraber dükkanda kaldığı durumlarda evde tek başıma kaldığımız da oluyordu ablamla... Tabii bu dediklerim ablam evlenip de Çanakkale'ye gelin gidene dek idi. Böylece biz bir 5 sene ayrı şehirlerde kaldık... :)


(Dağınık anlatmamaya çalışsam da ne zormuş; ablam evlenmeden önce ben ameliyat oldum esasında, oraya gelmeden de nereden çıktı bahsetmem bilmem...) :)   Bu resim de ablam ve kuzenimiz Bahadır abi ile ameliyattan (kas uzatma ameliyatımdan) öncelerinde çekindiğimize emin olduğum diğer resim...


Velhasıl; çocukluk anılarımda hastalığımın adı "rahatsızlık" idi. Damla ile tanışıp ilk çocukluğumu yaşadım, okul hayatımda o çocukluğumu yaşamama izin veren arkadaşlarım pek olamadı. Her oyunda süttendim, dediğim gibi ağladığımda da "mız mız" idim. İlköğretim çağımdaki arkadaşlarımın hatıra defterime yazdığı birçok cümle de şöyle idi; "Didem sen çok iyi bir kızsın, seni çok seviyorum. Ama bir de bu kadar çok ağlamasan daha iyi olur."

Diyeceğim şudur ki bu konu üzerinde son olarak; daha çocukluğumda anladım, ağlasan da gülsen de kabahattir kimilerine göre. Hayatı severek yaşamayı kabul etsen bile, çocukluğuna vermezler duygularını yaşama biçimini bile... Her biri gibi çocuktum ve çocukluğumu yaşamak istiyordum ben de sadece. Ama bunları onlara anlatmaya çalıştıkça ağlıyor görünüyordum. Bende onlar gibi sütten olmadan oyunda olmak istiyordum. Varsın oyundan ilk atılan olsaydım, ama "ben de oynuyorum" dediğimde; "Didem sütten" denilmeseydi. Çok basit görünen bu olgu, çocukken istemsiz olarak dağlar kadar büyük mesele oluyor inanın ki... :)


Ben Damlam ile yaşadığım çocukluk anılarımı hiç unutamıyorum; bisiklet sürmelerimizi, terleyip eve dönmelerimizi, Bahadır ile anlaşmazlıklarımızı ama sonra orta yolu bulup güzel bir komşu olabilmemimizi, sitemizin ilk köpeği "Kral'ı", daha neler yaşayacağımızı bilmeden dolu dolu tadını çıkardığımız "Altın" değerindeki çocukluk anılarımı ve devamını... Geri dönmek ister misiniz deseniz, istemem. Bir kez yaşandı ve bir daha yaşandığında o tadı vermeyecek biliyorum...

Ama o zamanlar, bir ameliyat geçireceğimin farkında bile değildim. Bir daha dost edinemem, başka arkadaşım olmayacak, "okul arkadaşlarına dair bir beklentim olmamalı" düşüncesinde idim. Bir tek iki kız arkadaşım vardı dediğim gibi, "geriye kalan 18 kişi bana düşman mıydı sanki, neden üzüyorlar bu kadar beni?" diye düşünürdüm. Bir ameliyat geçirene ve duraklama evresi diyebileceğim seneleri atlatana dek, en iyi hallerimdi bu anılar. Sonra bir ameliyat geçirdim, "bir daha hiç iyi olamazsam?" dedim ama daha iyi günlerimi de gördüm...


Devamı gelecek, Kas Uzatma Ameliyatım bölümü ile beraber... :) Biliyorum birçok tanıdığım seviyor bu yazı dizimi, bende seviyorum ama sanki bölük pörçük yazıyorum gibime de geliyor. Yazı aralıklarını bu sebeple geciktiriyorum, daha çok düzenlemeye tabii tutuyorum bu yazı dizimi. Lütfen yorum yazın ve bana sevip sevmediğinizi anlatın. Anlatımımdan memnun musunuz merak ediyorum...


Umarım severek okuyor ve anlıyorsunuzdur beni. Sizleri seviyorum, orada okuduğunuz sayılarla belli oluyorsanız da sadece; yorum yapmasanız da, iyi ki varsınız... 

Okuduğunuz için teşekkürlerim ve sevgilerimle... :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)