22 Mart 2017 Çarşamba

Şiirlerle Hayat #19 - Çaresizmişim...


Şiirlerle Hayat yazı dizimde, bana bile sürpriz halde benim şiirlerimden birini yazmak istedim bugün. İki hafta önce -8 Mart 2017 Çarşamba günü- Damla bize geldiğinde, beni geçmişe götürecek bir defterimi getirdi. Benim tuttuğum ilk günlüğüm ve ilk defterim olan mavi defterimden sonra, en eski sayabileceğim aşağıdaki defterimi... Elimdeki en eski defterimi; 2005-2006 senesinde tutmaya başladığım ve seneler önce bitirip rafa kaldırdığım defterim sanırken meğer benim bile unuttuğum bir defterim varmış; Damlamın dolabında saklanır dururmuş... :) 

(Damla benim çocukluktan beri arkadaşım, bir yazımda da birçok yazımda da bahsetmişimdir. En çocuk, en pervasız zamanlarımızı biliriz birbirimizin. Meğer o deftere de az ama öz o anları anlatan ne anıları sığdırmışız...)

Seneler önce, içerisinde taş çatlasın 15 sayfalık benim yazdığım ve birçok yerden aldığım alıntı söz ve cümleleri okumak ve birilerine alıntılar yapmak için benden almıştı. Bahsetmeliyim ki, teknolojinin daha bizi bu kadar ele geçiremediği zamanlardı. İnternete girerdik de, henüz yeni yeni ve çoğumuzun evinde sınırlı internetin olduğu zamanlarda bugünkü kadar teslim etmemiştik kendimizi... Geçen hafta Damlanın getirdiği defterimden sonra şöyle dedim kendime; "Meğer ne cesaretle şiirler de yazmaya çalışmışım zamanında!" 

Mavi defterim ise ilk günlüğümdü, tüm öfke dolu anlarımı ve nefret ettiklerimi olabildiğince açık yazdığım defter olduğu için birkaç sene sonrasında parçalayıp atmıştım. Nefret büyütmek istememiştim kimseye, geçmişin beni ağlatan anıları bugünlere taşınsın istememiştim; ki hala "iyi ki yırtıp atmışım" diyebiliyorum şimdi...



Gel gelelim bu defter elime geçtiğinden beri, o zamanlardaki cesaretime ve kendime güvenime de hayret doluyum. Defterin bir yerinde şöyle demişim bir platonik aşkıma; "Kendimden eminim ki, bu karşılıksız sevgime bir gün senden karşılık bulacağım. Ve bu seni tanımaktan daha kolay olacak..." İnanır mısınız, kime dediğimi ve neden bu kadar net konuştuğumu da hatırladım bu cümlelerden sonra... 

Madem burada açıkladım, onu da söyleyeyim; ortaokuldaydım ve sevdiğim kişi içine kapanık bir karaktere sahipti. Ve ben onu sevdiğimi belli etmemeye çalışsam bile, onun beni anladığını biliyordum. Ne umut verirdi benim istediğim-istemediğim bağlılıktan yana ne de arkadaşlığını esirgerdi benden. Ve yakın olsak da birbirimize, ben bile bazen onu çok çok iyi tanımadığıma inanırdım. Şimdi geride kaldı herşey, bugün de yazsam arkadaşlığımız sürer ama öyle bir şeyden yana umudum yok. Ama iyi ki yaşatmış bana o hisleri ve yazmışım, dedirtti bu defter bana. Zira o yaşatmasaydı bu hisleri gerçek arkadaşlığı ve ben yazmasam da sevmenin bu karmaşık ama tadılası dünyasını yaşadığımı unutacaktım...

Şiirler böyleymiş meğer, yazıldığı döneme dair bilgileri kendinde taşır ve hatırlatırmış. Bu öğrendiğime göre 2004teki ben ile bugünkü bildiklerimi karşılaştırdım... Dosdoğru ve tüm içtenliğimle. Hayat işte... :) İyi okumalar...


Gelelim en acemi bulduğum ama bir o kadar da yorum yapma isteğimi dürtüleyen kendimi nitelendirdiğim ve şiirimin adına tam uygun "ÇARESİZ" adlı şiirime;

Günler geçmiyor sensiz
Dertler tükenmiyor sevgisiz
Sen olmayınca sevgilim
Hep kalıyorum çaresiz

Akşam oldu burada
Kaldım yine sensiz
Yakamozu izliyorum
Şu anda çaresiz...

Didem Köse...




Şuraya kendi resmimi de koyayım madem dedim, bu resmi 2004'te çekindiğimize emin olarak paylaşıyorum bu arada... Geçmişi bugüne taşıyan defterimi de 2004'te tutmuşum, eklemeden geçmeyeyim bu arada...


Gördüğünüz gibi kafiyeye önem, yeni yeni görmeye başladığım Türk Edebiyatı derslerine uygun. Kafiyeye önem ve mübalağa sanatı da hakim, zira ben ekvator'da yaşayan birine sevgi beslememiştim "Akşam oldu burada!" nedir? (!) :) Sanki Amerika'daki birine aşık oldum da sadece burada akşam oldu. Tövbe tövbe diyorum hemen ciddiyete geliyorum. :)

Beni en çok güldüren bu akşam olgusu olmadı tabii, beni güldüren "birinin varlığının olmamasıyla çaresizliğe bürünmemin bu kadar ciddi boyutta olmasıydı. Kısacık bir şiir olabilir ama içinde o zaman ki hislerimin ciddiyetini iyi hatırlıyor ve anlıyorum. Hayatı olduğundan daha ciddiye almam hem güzel hem de bir o kadar da birçok şeyi öğrenmemiş olmanın gerçeği zamanla öğreneceğimden habersizliğimin resmiyeti...

Şimdiye bakıyorum da, yazmaktan korkar haldeyim. Yazının beni bu kadar etkilediğini ve o anları kaleme aldığım gibi hissetmediğim gerçeği var şu anımda. Dertler hala tükenmiyor elbet, o yaşımdaki Didem'e öncelikle bunu söylemek isterdim; "2004'ten bu yana bir şey değişmedi Didem. Ama sen yaşamı sevmeye devam ederek yaşıyorsun hala." Diye...

Zamanla birilerinin yokluğundan çok, varken yok gibi hissetmenin daha çok dokunduğunu anladım mesela. O yüzden "Birinin gerçek yokluğunun acısı daha hafifmiş inan ki. Birileri varken yok hissettirince insan anlıyormuş, "yokluk" denen olgu "varlığın yokluğundan" daha hafif kalıyormuş..."


Ve son olarak da şunu söylemek isterdim; "Sadece sevgisizlikten değilmiş meğer dertlerin tükenmemesi; karşıdaki seni sevmese de, saygı ve anlayış ile de yaklaşsa yetermiş... Ve sevgi de, saygı ve anlayış olmadan işe yaramıyormuş meğer..." 

Birini severmişsin ama, o seni sevmese de onun sana nasıl davrandığı önemli imiş asıl! Bu şiiri yazdığım kişiden sonra, kimleri kimleri sevecekmişim meğer. Önemli olan sevmekmiş öncelikle hala, ama "gerisinde mutlaka saygı da gelmeliymiş karşıdan" diyecekmişim. Tahmin eder miydi, 12-13 yaşındaki ben? Oysa gurursuzlukla dolu bir sevgi idi o zamanlar bilinen, sevecektin gururunu hiçe sayacaktın. Bize öyle öğretilmişti belki de. Sevmese de şansını zorlamaya ve içten içe yanmaya devam edecektin sevmeye ve ona belli etmeden de olsa yaşayacaktın işte...

Üstteki olgular hala değişmedi esasında, dediğim gibi değişen tek şey "Aslında varlığı hakim olan kişilerin yok gibi hissettirmesinin daha acı olduğunu öğrenmem" oldu. Ve şimdi ile o zamanı kıyasladığımda, o zamanlar şiir yazmaya ve sevdiğim beni sevene dek kendimi göstermeye karşı daha cesur olduğumu anlayabiliyorum. Esas çaresizliği bilmiyor oluşum da cabası.

Esas çaresizlik; sen onu severken seni görsün diye çabalamak değil de, sevdiğini söyledikten sonra her şeyin yalan olduğunu gösteren belirtilerle geride bırakılmakmış. İnsan böyle anlarda, biri seni sevdiğini söylemeden önceki anlardaki arkadaşlığından bile şüphe duyar, yalan olduğunu hisseder olurmuş...

Velhasıl, çok çaresizmişim (!). Varlığımı hissettirebilmeyi geçmişim. Şimdilerde "sevgilim" demeye cesaret edemezken kimseye, en güzeliyle yaşamışım aşkı kendimce. Ama en çok onsuz kalışıma nasıl da dertlenmişim. Oysa önemli olanın bu olmadığını bilememişim... :)

Sevgilerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bloğuma hoşgeldiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

İnşallah beni yorumlarınızdan mahrum bırakmazsınız... :)