23 Ekim 2016 Pazar

Pazar Yazısı #29 - Umut Dolu Bir Pazar



Geçen hafta pazar günü soldaki resimdeki haldeydi masam, bu pazar soldaki halde... Geçen haftadan beri balkonda çalışmalarıma başladım, büyük masada çalışmak yayılarak çalışmam açısından benim için çoğunlukla daha iyi oluyor. Ama yayılmayı da geçtim, balkondaki masamda çalışmak daha rahat oluyor odamdaki masamdan. Bir süre daha odamda değil balkondayım, soğuklar gelene kadar işte... 

Epeydir Pazar yazısı yazmadığımın farkındaydım, bugüne kısmet oldu. Geçen haftadan beri bitirmeye çalıştığım dersim, Girişimcilik Ve İş Kurma'yı bitirmek bugün için planımdı ama henüz bitiremedim. Başlayacağım deyip başlayamadığım birkaç dersim daha beni bekliyor. Bunlardan en çok başlamak istediklerimden bir diğeri de, dönem derslerimden bağımsız dil çalışmalarım. Kısa zamanda onlara da geri dönüş sağlayacağım inşallah... Bu Pazar ders değil, geçmiş ve bugünle dolu değerlendirme Pazar'ı oldu ders çalışamamamdan ötürü ne yazık ki...


Bu Pazar nasıl bir pazar biliyor musunuz; umutlarımın daha da dorukta olduğu, olsun istediklerimin daha da kalbime dolduğu bir Pazar yine. Şimdi bakıyorum; bir yanda başlayamadığım derslerime rağmen, bir yanda delicesine başladığım ve sürdürmeye çalıştığım yazma çabalarım hakim. İyi yoldayım bence, eskisi gibi korkmuyorum. Endişelerim de var ama atabiliyorum bu sıra onları da üstümden. Sadece dersler boğuyor bazen, bir de beklemek...

Kontrol edebildiğim kadar kontrol edemediğim şeyler de var tabii ki. Sağlık konusunda haberler bekliyoruz, yolunda gitmesini beklediğimiz kontrol ve tedavilerimiz ve yakın çevremizden gelecek iyilik haberleri... Bu sıralar bazen bir noktaya takılıp kaldığım da oluyor bu düşünceler bazında. Bir şeyi kırk defa incelediğim, bir şeyin üzerinde gereğinden fazla durduğum ama bunun kendimi daha iyi hissettirdiği de ortada. Emin olamadığım hislerim ve düşüncelerimi kollamakla da meşgulum yani, derslerim ve de yazma uğraşlarımın da haricinde...


İyi miyim iyiyim çok şükür, bir şekilde çabalıyoruz ve hayat sürüp gidiyor böyle işte. Şimdi yazının sonuna doğru gelirken, hava yazmaya başladığımdan beri üstteki resimdeki gibiydi mesela. Şimdi o bulutların arasından güzel bir güneş süzüldü denizin üzerine ve sis tüm denizin üzerine büyük ölçüde yayılmışta olsa güzel açıldı hava. Bugün biraz bugünlerimizi kendimce aklımda irdeleyip duruyorum yine, bu hava altında... Böyle bir Pazar işte.

Mutlu Pazarlar olsun demeye geldim ama ülke gündeminin yoruculuğundan ötürü ana haber bültenlerinden uzak durmaya çalıştığım günler geçiriyorum aslında bir de bu ara. Umarım ülke gündemimizle delirmeden başa çıkabiliyorsunuzdur sizde benim gibi...

Şimdi ben önce dersime sonra da yazma uğraşıma döneceğim. Sonra bugün veya birkaç güne kadar Wattpad'de yazdığım hikayemin yeni bölümünü de yazacağım inşallah. Baktınız mı acaba Hayaller Denizi adlı hikayeme? Hala bakmadıysanız, bakıp bana fikrinizi sunarsanız çok sevinirim... :)

Güzel bir Pazar diliyorum hepimize; beklediğimiz yerlerden güzel haberler alabildiğimiz, yapmak istediğimiz uğraşlarımıza geri dönebildiğimiz güzel bir Pazar geçirelim ve günün sonunda da güzel bir haftaya girelim inşallah. Sevgilerimle... :)

21 Ekim 2016 Cuma

İyi Olacak


İyi olacak diye düşündüğüm ne varsa, bir şekilde sabrıma destek oluyor. Kötü düşünmekse aynı orantıda tüketiyor beni. Geçmişte ve şimdilerde birçok kez deneyip kendimi iyi olacağına karşı alıştırdıkça ve böyle telkinler verdikçe kendime, hayatın daha fazla üstesinden gelebildiğimi gördüm ve görüyorum... Ve bu konuda birçok araştırmada var ki, ne yöne yönelirsen beyin de hayatınızı o tarafa doğru kontrol altına alabiliyor. Kötüyü düşünürseniz panik oluyor ve işleri daha da sarpa sardırıyor, iyiye yönelik düşünürseniz her şeyi olura yönlendiriyor en azından gidilecek yollara daha da iyi adapte edebiliyor beyin... Düşünce gücü diye bir şey var, düşünceleri ve de temennilerimizi yönlendirebileceğimiz artık kendi elimizde. Bunun varlığına bende inanıyorum, bir araştırmayı buradan okuyabilirsiniz...


Bu hafta iyi olacağına inanmak istediğim biri var, her şeyin yolunda gideceğine inandığımız ve düşündüğümüz bir ameliyata girecek bir akrabamız bugün. Sorarsanız bana kimdir diye; kendisini yakınen hiç tanımam ama içim çok yandı, sadece gençliğine, sevdiklerini daha yakından tanıyor oluşuma ve sadece akraba olduğumuza değil bir insanın ve insanların canının yandığına da yandım. Şifa bekliyor o Allahtan, iyi de olacak inşallah yine Allahın izniyle. Ama Allah biliyor ya, bir yandan da akrabamız için endişeliydim bu haftanın başında, bunu geri plana itmeyi ve sadece iyi olacağını düşünmeyi tercih ettim 2 gün önce. Bu genç çocuk benim lisede pek sevdiğim bir arkadaşımın da nişanlısı aynı zamanda. Allahım yakınlarına ve sevdiğine bağışlasın, tüm şifa bekleyenleri ve akrabamızı... Yarım kalmasın, yarım kalınmasın diliyorum...

Herşey iyi olacak diyorum ben bugün, Allahın her günü mübarektir ama müslümanlıkta bugünün de ayrı yeri olduğuna inanıyoruz. Dilerim bugün gireceği ameliyat çok güzel geçer ve Allahım hepimizin yüzüne bakar. Dualarım tüm şifa bekleyenlerle ve akrabamızla...

Dünyayı kurtaracaksa iyilik kurtaracak diyorlar, bende buna inanıyorum diye bugün bunu yazmak istedim. İyilik düşünüp, iyilik bulalım inşallah. Kötü enerjilere yönelmeyip, iyi enerjilere yönelelim. Ve biz insanlar, güçlerimizi birleştirdikçe daha iyiye gideceğimize inanıyorum. İyi olacak diye inandığımız ne varsa, bugün yine iyiye gitsin ve iyi şeyler olsun dilerim. Dualarınız hepimizle olsun, benim dualarım ve iyi dileklerim hepimizle. Bugün iyi dileklerle ve inançlarımla iyi haberler bekliyorum, dünyanın ve hayatlarımızın iyiye gitmesi adına her iyi haberi bekliyorum yine...

Güzel günler-iyi günler bize gelmez Hz. Mevlana'nın da dediği gibi, o zaman bizim güzel günlere gidebilme gücümüz hep içimizde olmalı. Sevgilerimle...

17 Ekim 2016 Pazartesi

Yine Bir Uzay Pazartesi, Kaldığımız Yerden Devam - 17.10.2016


3 ay gibi bir aradan sonra, bugün Yalova'daki Uzay Terapime yeniden başladık nihayet. Bugün yine bir Uzay Pazartesisi'ydi, devamı daim ve hayırlı olur inşallah... :)

3 ay kadar önce bu seneki ek tedavimden 5 seans almıştım, bugün ara verişimden sebep bir kez daha muayene olduktan sonra başladık terapilere, 6. seansımı da aldım. Şimdilik 25 seansım daha var, sonra verirlerse bir 30 daha. Uzay Terapi yine iyi gelecek diye umuyorum. Bilirsiniz benim için Uzay Pazartesi bugün, Cuma günleri de Uzay Cuması. :) Bakalım, inşallah iyi gelir yine uzay terapi seanslarım geçen seneki gibi. Başladık yine işte, hadi hayırlısı...



Bugün egzersizlere Ali abi ile kafeste ağırlık basma çalışarak hafif dozda başladık. Orhan abinin dersleri epey doluydu, Cuma günü Orhan abi ile yine devam edeceğiz... Bir nevi durum değerlendirme dersiydi bugün yaptığımız. 3 ay ara vermiş olmamın getirdiği hamlamışlığımdan ötürü, zorlandım ağırlık basmada. Ama yine de iyiydim bence. Yazın aldığım deniz terapilerinin ve yaptığım hareketlerin etkisi de vardı belki diye düşündüm...

İstatistiklerim de var bu konuda tabii; 3 ay öncesinde 12,5 kilo ağırlık basabiliyordum karnıma çekip itme egzersizini yatar pozisyonda kafeste yaparken, bugün 12 kilo ağırlıkla çek bas hareketini yapmakta zorlandım. Sonra düz şekilde ayağımı yukarı kaldırma indirme egzersizinde 4 kilo ağırlık basabildim bugün yine biraz zorlu da olsa ve bu durum çek bas hareketine göre daha iyiydi diye gördüm. Ayağımı havada tutan sistemle yanlara açma egzersizinde 1.5 kilo ağırlığa devam ettim, sanırım en iyi yaptığım hareketlerden bir diğeri de buydu bugün... İtiraf etmeliyim ki, bugün yaptığım egzersizlerin birçoğunu bağımsız değil Ali abinin de yardımını alarak yapabildim. Ama yine yavaş yavaş eski halime gelmek üzere kaslarımı ısındıracağız diye düşünüyoruz... Bir de daha kötü de olabilirdi, iyiydim...

Kas Erimesi hastasıyım, yorulmak yasak tabi birçok beden hastalıklarında da böyle diye bahsediyorum hep. Bugün çok fazla yorulmadım yine, biraz yavaştım biraz da hafif ilerledik. Ara vermişliğin üzerine ağırlık yüklemek doğru olmadığı için. Ama yine Uzay Terapi kendimi dolu dolu hareket yapmış hissettirdi, beni bu yazıyı yazmaya iten tek etmen bu esasında. Eve döndüğümüzde; havanın daha da soğumaya başlamış olmasından ötürü biraz yorgun döndüm. Şimdi hala uykuluyum biraz, ama şükür ne ağrım var ne de pelteliğim...

Ali abinin gördüğü bir durum da var ki, karın kaslarımın zayıflığı. Ne yazık ki yeni terapiye başladığımız fizyoterapistimle henüz karın kası çalışmaya başlamadık ve bende hafiften almıştım ama biraz bu konuya daha da ağırlık versem iyi olurmuş. Bu da bugünün notlarından biri olarak kar kaldı yanıma... :)

Yani işte; bugün güzeldi, bir uzay terapi seansım daha güzel geçti. Hareketlerimi yaparken zorlanmış da olsam, yine sırtımın ısınmalarını hissetmek güzeldi benim için. Kasların ısınması, çalışması açısından iyi biliyorum. Sırtımın ısınması da, yapabildiğim bir şeyler olduğunu yine hissettiren cinstendi bugün de. Bir şeyleri az ya da çok yapabildiğimi görüyor olabildiğimden ötürü daha iyi hissediyorum yine. Bu sebepler dizisi bugün ara vermiş olmamızdan ötürü ham olmama karşı moralimi bozmama sebebim oldu. Yalova bana iyi geliyor, iyi gelmeye de devam edecek. Diyeceğim son cümle de şu; güzel gelişmeleri vermeye devam edeceğim yine, bu yazı dizilerini yazdığım ilerleyen zamanlarda yine. Sevgilerimle... :)


15 Ekim 2016 Cumartesi

Altın Gibi Albüm; Harun Kolçak Çeyrek Asır Albümü

Dün günlerden Harun Kolçak günüydü annemle benim için. Ne zamandır varlığını bildiğim ama bir tek klip çekilen Gökhan Türkmen ile Yanımda Kal şarkısını dinlediğim, Çeyrek Asır albümünü nihayet bende dinledim. Dün annem mutfakta iş yaparken bense balkonda ders çalışırken yakaladık bu fırsatı. Bende bu deneyim ve düşüncelerimi Snapchat'te paylaştım. Çok sıklıkla olmasa da Snpachat'i kullanıyorum işte bende. Ama resimlerin 24 saatte kayboluyor olması iyi mi değil mi hala çözebilmiş değilim. :)

Bu arada Snapchat kullanıcı adım; didolatte92




Bu yazıya gelince, dün Snapchat'te paylaşırken bu yazıyı yazmayı düşündüm. Gelip geçici bir Snapchat hikayesinde değil burada da yorumlarım bulunsun istedim. Albümdeki şarkı yorumlarının hepsi çok güzeldi, üstelik hepsini de çok beğendik. Annemle beraber; "Harun Kolçak'ın bildiğimiz-bilmediğimiz ne güzel besteleri varmış." dedik aynı zamanda da. En beğendiklerimiz oldu içinden 5 adet. Bugün de burada değinmek istedim bu albüme, zira dün takıldığım gibi bugün de devam ediyor albümün bendeki etkisi... 

Son zamanlarda baştan sona severek dinlediğim albüm oldu Çeyrek Asır albümü. Allah Harun Kolçak'a sağlıklı ömürler nasip etsin, bir tek şarkısıyla 90'lara götüren nadir sanatçılardan biri kendisi. :)


Madem öyle geçiyorum beğendiğim şarkıları not etmeye; :)

Albümden en beğendiğimiz hareketli şarkı yorumu, Hakan Kahraman ile düeti Vermem Seni Ellere idi. Albümü dinlemeden öncesinde de bildiğim bir Harun Kolçak şarkısıydı. Ama bu halini de çok beğendim. Ve albümün dinlediğim en son parçası oldu aynı zamanda, bende birkaç kez daha beğendiğimiz şarkıları açıp dinledikten sonra en beğendiğim şarkıları da eklemeye başladım Snapchat'e. 



Albümden en beğendiğimiz kadın yorumcu ve düetlerinden biri, Elimde Değil şarkısına Işın Karaca'nın sesinden yapılmış yorumdu... Bendeniz ile yapılan düeti de ayrı güzel bulurdum ama birçoğunun yorumlara yazdığı gibi hissetmedim şarkılarda, eskiler daha iyiydi tamamen bozulmuş diye. Aksine yeni enstrümanlarla besteler kalitesinden ödün vermeden aynı güzelliğiyle duruyor bence.




Albümden en beğendiğimiz erkek yorumcu ve düeti Gitme Seviyorum şarkısına Tan Taşçı'nın sesinden yapılmış yorum oldu. :) Başa sarıp sarıp dinledik dün annemle, bugün ise bir defa dinleyebildim. Tan Taşçı'nın şarkıdaki tok ses yükseltişleri ve Harun Kolçak'ın kendi sakin ses tonu ile yükselişi nasıl uyumlu geldi. Ben en iyisi bu yazıyı bitirince tekrar dinleyeyim diyorum. :)


Annemin beğendiği bir diğer şarkı ise, Zara'nın yorumu ve düeti ile Korkuyorum şarkısı olmuş... :) Orhan Gencebay'ın Onur Albümündeki Dilenci şarkısına da yorumu ayrı güzeldi Zara'nın, zaten sesi de güzel. Ya Zara sevilmez mi? :)

Bunlar haricinde es geçemediğim bir şarkı da, Gülçin Ergül'ün yorumuyla Ağlat Beni şarkısı oldu. 



"En az sevdiğim düet yorum ise Aygün Kazımova ve Sinan Akçıl'ın İkinci Sen şarkısına yaptığı yorumdu." Demiştim dün anneme de. Bugün farkettim ki sadece youtube'da albüme katılan yanlış bir şarkı imiş. Bu şarkıda bana birkaç enstrüman fazla geldi, birkaç yerde ses eksik ya da fazla gelmişti. Fena değil ama bilmediğim bir şarkı demiştim, albümdeki şarkılara rağmen. Dikkatsizliğimin kurbanı oldum, albümden parça sandım. :) Bu şarkı Çeyrek Asır albümünden değil, youtube'daki bir kullanıcının Harun Kolçak'ın Çeyrek Asır albümünün şarkılarını topladığı albüm arasına kattığı bir parçaymış sadece. Ben daha dün dinledim valla. Fena değil ama bana fazla gelen bir enstrüman var, çözebilmiş değilim hala. :)


Ben albümde her bir parça ayrı güzeldi, diyerek geçsem de olurmuş gibi düşünmedim değil şimdi bu yazının sonuna doğru gelirken. Albümdeki tüm şarkıcıların yorumları da güzeldi bizce yani. Hem Harun Kolçak'ın ne değerli bir besteci ve şarkıcı olduğunu bir kez daha görmüş, hem de ne değerli seslere sahip olduğumuzu bir kez daha anlamış olduk. Kısacası altın gibi bir albüm olmuş. Harun Kolçak'ın 16 şarkısı var albümde, en beğendiğimiz "klibi çekilen Gökhan Türkmen düet-yorumu Yanımda Kal şarkısı ile beraber" 6 şarkı var. Hafife alınmayacak ve her gün dinlenebilecek "Bizim annemle her fırsatta dinleyeceğimiz" bir albüm olmuş bence. Sanatçılarımızın ve Harun Kolçak'ın emeğine sağlık, Allah güzel ömürler versin hepsine...

Sevgiler... :)


Eklemeliyim; Bu albüme şarkı söyleyerek sesleri ve yorumlarıyla emek veren sanatçılar; Aşkın Nur Yengi, Yaşar, Işın Karaca, Zara, Kubat, Gökhan Türkmen, Tan Taşçı, İren Derici, Gülçin Ergül, Umut Kuzey, Tuğba Yurt, Bedük, Hakan Kahraman, Alişan Göksu...


14 Ekim 2016 Cuma

Bir Resim Birçok Şey, Yeğenimin Gözünden...



Yeğenimin resim çizerek anlattığını ve benim de anladığımı düşündüğüm, hisler ve hayaller dünyasına dalmaktan büyük mutluluk duyuyorum bir süredir; onun hayal dünyasını keşfedebilme şansına sahip olmak, benim 6 senedir en sevdiğim uğraşlarımdan biri haline geldi.

 Yeğenimin resim uğraşı, hayal dünyasını en iyi yansıttığı yer oldu özellikle de geride bıraktığımız yaz aylarının başlangıcından beri. Evlerle başlayan maceralarımız; gökyüzüne, çöp adam çizmelere, doğayı ve çizgi film karakterlerini resmetmeye kadar gitti. Şimdilerde de; Rüzgar gülleri, denizler, evler, tekneler çizmelerini de eklemiş halde devam ediyor şükür... Ben nasıl yazıya yönelmiş halde isem, yeğenim de yaşının ve ilgi alanının el verdiğince resme yönlendirmiş halde kendisini anlatma işini; 3-4 aydır işte. Ve resimle çocukların kendilerini anlatabildiklerini bildiğimizden ötürü, resim yaparken onun ne hislerde olabildiğini daha iyi anlıyoruz ailecek bir süredir; "anlattığının da dışında yani."

Merak ediyorum ve de araştırıyorum bu konuyu, psikolojiye de giriyor ya hani sonuçta çocukların çizdiği resimlerle hisleri ve düşünceleri neler diye. Sizler de gözlemliyor musunuz yakın çevrenizdeki çocukları? Ben kreş çağına gelmeden önce, geçen seneden önce yani, oynadığı oyunlardan ve oynama şekillerinden çözmeye çalışıyordum duygu durumunu. Şimdi ne diyorum biliyor musunuz; ne ara resimleriyle kendini anlatabileceği yaşa geldi bu çocuk? Çok şükür rabbime, gözlemleyebildim ve gözlemleyebiliyorum... :) 

Yanımda taşıyabileceğim şekilde hatıralık bir hale sokabilmek için çekmiştim üstteki fotoğrafı geçen haftanın başında. Kısaca sizlere de anlatayım mesela, hem benim anladığım hem de onun bizlere anlattıklarından çıkardığım sonucu; Gemide biri var resimde, o kendisiymiş. Bu yaz ikimiz için de tekneye binmek bir ilkti ve bu ilki beraber gerçekleştirmiştik. Teknede olmayı, benim kadar sevenlerden biri olmuştu o gün. Anlaşılan o ki unutmamış ve unutmak istemiyor kuzum. Aralıklarla hala çiziyor kendisini teknede ve de bazen tek bir tekneye sığdıramayıp hepimizi birden fazla tekne çiziyor kuzum. Tekne turumuzdan sonraki günlerden beri; herkesi  çizer olmuştu deniz üstünde, buna devam ediyor hala yani...

Sonra balıklarımız var, yeşillik var deniz üstünde bile olsa. Kağan'ın çoğu resminde yeşillik barındırmasını, doğaya karşı olan sevgisinden ötürü olduğunu düşünüyorum artık bu resminden sonra özellikle de... Biraz da kötümser olmak istemiyorum ama o yeşillik çizdiğinde hep aklıma gelen şu oluyor, ileriki yaşlarında resmettiği gibi ol yeşillik alan bulabilecek mi? Bu düşüncem şu sebeple, doğup büyüdüğüm ve yaşamımızı sürdüğümüz ilçe olan Gemlik'te çocukluğumdan beri varlığını hatırladığım birçok zeytinlik 5-10 sene gibi bir sürede yok oldu. İster istemez üzülüyorum yanlarından geçerken, o alanları binalaşmış gördükçe..

Kağanımın resimlerinde en çok çizdiği resim, açık ara farkla ev resmi ve ondan sonra gökyüzü temaları geliyor. Ev içerikli resim yapacaksa eğer, ilk çizgilerini ev çizmek için kullanıyor yeğenim. Çocuklar doğar doğmaz bebekliklerinden beri bir güven arıyorlar, yeğenim güven unsuru olarak ev çiziyor bana göre. Kağanım için güven kavramının bulunduğu yer; ev ve evin içindekilerle olmak demek bence. Bir resimde olmazsa olmaz dediği etmenlerden biri haline geldi ev çizmek onun için çünkü... 

Bir rüzgar değirmenleri kaldı değinmediğim ki biz onlara da rüzgar gülleri diyoruz, yeğenim öyle dedikçe bizde de öyle kaldı adları valla. Düzeltsek de, rüzgar gülü onun için hala... Gördüğü somut şeyleri de daha çoğunlukla çiziyor Kağan, bu rüzgar güllerini de Ankara'dan dönüşümüz sırasında yol boyunca gördükten sonra çizmeye başladı. Demek istediğim; tüm bu benzetmelerini, aklına sığdırarak kağıda yansıtmaya çalışıyor. Kendi yansıtamıyorsa da bizlerden yardım alarak kağıda yansıtıyor, tüm bunlar kendi çabasının ürünü yani kuzumun. Bugün bu yazıyı yazarken değinmek istediğim en baş konumdu bu resim çizme konusu. Çünkü oldum olası bu konulara merakım vardı. Kağanım üzerinden devam ettiriyorum bu somut belirtileri hayatın içinde daha çoğunlukla. İnsanın psikolojisini ve bir şekilde içindekileri yansıtma hali, gerçekten değişik ve güzel geliyor bu sıra yine bana. :)

13 Ekim 2016 Perşembe

Şiirlerle Hayat #15 - Memleket İsterim...



Bugün Cahit Sıtkı Tarancı'nın ölüm yıldönümü, 13 Ekim 1956'da bu hayata veda etmiş. Ama hayat üzerine öyle şiirler ve anılar bırakmış ki, hayat sürüyor ve onun ismi ve şiirleri de hala hükmünü sürdürüyor...

Daha önce bu yazı dizimde bir şiirini paylaşmıştım, Desem Ki adlı şiirini. Öyle çok severim ki o şiirini, benim için yeri ayrı, özel şiirlerden birisidir...

Ama Cahit Sıtkı Tarancı'nın tek sevdiğim şiiri Desem Ki de değiil, bugün ölüm yıldönümüne özel Memleket İsterim şiirini paylaşmak istiyorum. Ülkemizin Cahit Sıtkı Tarancı'nın istediği gibi ve birçoğumuzun da istediği gibi bir memlekete kavuşma hayali daha çok bu sıra.

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli şairlerinden birisidir. En ünlü şiirleri "Yaş Otuz Beş" ve "Memleket İsterim"'dir. Şair hakkında daha fazla bilgi okumak isterseniz, buradan vikipedia sayfasına ulaşabilirsiniz...


MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı


Düşünüyorum da okudukça, özellikle de bugün; taa o yaşarken bile kardeşin kardeşe düşmanlığı zengin ve fakir dertleri sıkça ozanlarımızın ve şairlerimizin de şiirlerinde yerini almışlar...  Bu şirini okudukça bir şeyler söylemek istiyorum ben Cahit Sıtkı Tarancı'ya. 
Mesela şunları söylemek isterdim; olmadı be Cahit abi, biz hala sırf farklılıklarımızdan ötürü birbirimizi çekememezliğimize ve düşmanlığımıza bir çare bulamadık. Bizim bu düşmanlıklarımızdan beslenenleri bir türlü görmek istemedi kimimiz. Es geçtiler bizim hayallerimizi birçok kişi ve hala da es geçiliyoruz... 
Ülkemizin başından dert eksik olmuyor, hala dertsiz bir memleket istiyoruz. Çözüm yolları aranmasına şahit oluyoruz, bir şey yapamıyor olmamıza da dert yanıyoruz... Memleket istiyoruz, yeşillikler, oyun alanları ve de uçurtma uçurabilecek yerlerimiz olsun diye. Ama çocuklarımızı sokaklara bile salamıyoruz ki artık... Tarla mı dedin? Ağaçlık alanlarımız da azaldı be Cahit abi... 
Tüm bunlara rağmen, hala umut etmeye çalışıyorken buluyoruz kendimizi. Umut ediyoruz, sizler gibi yazarları okuyarak öğütler almaya çalışıyor çoğumuz. Umudumuzu yıkanlara rağmen, toparlanıp umut ediyoruz. Hepimizin ağzında bir "hayırlısı" duası var. Yıkılıyoruz çoğu zaman ama sevdiklerimizin hayatta olduğuna şükreder halde de buluyoruz çoğu zaman kendimizi...
Yine de sizler rahat edin istiyoruz. Hala sizlerin de istediği memlekete erişmeye uğraşıyoruz, tam ulaşacağız derken kendimizi daha da güçlendirmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Hala umut ediyoruz, okuyoruz ve yazıyoruz kimimiz. Hayallerimizi yeni nesillere taşımaya devam ediyoruz. Birçoğumuz da başarabiliyoruz tüm yazdıklarıma rağmen, içimizde güzel bir nesil de yetişiyor esasında. Umut etmeye değer değerlerimiz bir yerde hala hakim ama bir o kadar da korkutan taraf var işte karşı karşıya gelip farkettiğimiz...
Böyle işte. Yaşıyoruz ve güzel bir memleket isteyerek sürdürüyoruz hayatımızı. Toprağın bol olsun Cahit abi. Sevgilerimle...

7 Ekim 2016 Cuma

Yine Bursa'da Çarşı Gezme Günü Ve Yine Engelli Yollar - 06.10.2016


Dün Bursa'daydık, bir önceki gün akşam üzeri Saniye Kivramız ile Kamil Kivramız gelmişti. Onlar ile beraber Bursa Kapalı Çarşı tarafında idik. Onlar da kim diye soracak olursanız, yeğenim Kağanın kivraları ve annemlerin çok uzun zamandan beri aile dostları... Biz uzun zamandır bir aileyiz onlarla yani... 

Dün yine Bursa'da idik. Onlar geldiği zaman bir kapalıçarşı gezmesi yapılır, heykel'deki dükkanda bir yemek yenilir. Buraya geleceğim ama sırayla gitmek istiyorum esasında... Öncelikli olarak dün, Aöf kaydımın son ayağı olan para yatırıp kitaplarımı alma kısmını gerçekleştirdik, Nilüfer'deki Aöf bürosunda. Saat 14.30 sularında bitmişti galiba işimiz... 4 tane yeni dersimin kitabını aldım, öncelik olarak da (sanırım 4 seneyi de bitirmiş olmamdan ötürü) alttan kalan bu dönem için son 2 dersimin parasını ödedim ve bu dönemin yeni derslerinin 4 kitabını da aldım. 4 seneden sonra, ilk defa para ödedim Aöf'de okurken. Sağolsunlar %91 engelli raporum bulunduğu için, ücretsiz okuyordum 4 senedir.

Aöf bürosunda işimizi bitirdikten sonra Heykel'e doğru yola çıktık...



Bu resim tarafımdan çekildi, burası Osmangazi'de bir kaldırımın engelsiz rampasının tam önü. Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosunun bulunduğu kaldırımdan hemen öncesi. Arabadan sonra Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nun bulunduğu kaldırıma geçiyorsunuz zaten. Bursa'da yaşayanlar ve o tarafa gidenler bildi mi? Bilenler de bilmeyenlere aktarsın lütfen. :) 

2 sene önce, yine hemen hemen aynı tarihlerde, bu caddeye çıkmadan önce karşı ara sokaklardan birinde otopark'tan çıkmış ve Engel-Li bir kaldırımla karşılaşmıştık. Onun da yazısını yazmıştım, burada. Ben böyle sesleniyorum, -Engel-Li Kaldırımlar, Engel-Li Yollar- zira insanlar sadece hastalıkları sebebiyle engelli olmuyor, engellendiği birçok şey de oluyor hayatta. Yaşadıkça anlıyorum bunu bir engelli olarak, üzgünüm ki... :)

Heykel'de KapalıÇarşının yan taraflarında bir Katlı Otopark var. Dün engellenme orada başladı aslında. Bakın bu kadar karamsar biri değilim, biliyorsunuzdur da beni takip ediyorsanız. Ama artık bir şeylere göz yummamak gerektiğine cidden kanaat getirdim, çünkü sustukça bir şeyler hep aynı kalıyor. Bir umut değişir belki diyor insan, bir umut değişir belki bir şeyler diyorum. Sizden de aynı duyarlılığı bekliyorum dostlarım... 

Dün Heykel'e Kapalıçarşıyı gezmeye gittik; Saniye kivram, Kamil kivram, Annem, Babam ve ben. Buraya kadar her şey iyiydi, keyfimiz yerindeydi. Katlı Otopark'a girmeden annemleri bıraktık, babamla arabayı park edip akülü arabamı kuracak ve yanlarına gidecektik. 4. katta yer bulabildik, "ama neyse ki asansör var baba, duvarlarda yazıyor" dedim. Ama duvarlarda şöyle yazıyor (Merdiven A.Sör). Ben bunu merdivenler ve Asansör burada anladım. Değilmiş maalesef. Akülü arabamı kurduk, babam önden bende akülü sandalyem ile arkasından ilerlerken, "Geri dön kızım, merdivenle inip biniliyormuş asansöre." dedi. İlk hayal kırıklığım burada oluştu tabi, dapdar merdivenlerden iniyorsunuz ve asansöre öyle biniyorsunuz. Eski bir bina olduğundandır herhalde dedik. Arabaların katları çıktıkları rampalardan ilerleyerek, 4 katı indik. 

Annemler otoparkın girişinde bekliyorlardı, onlarla beraber yola koyulduk. Gideceğimiz yer, Heykel'de dükkanı bulunan "İskender Kebap'ın esas yeri olduğu söylenen yer" değil, bir diğeri olan 3-4 kaldırım sonrasında 2 sene önce gittiğimiz dükkandı. Güzel güzel gidiyorduk başta ama üstteki engele takılana kadar. Yapabileceğimiz tek şey, kaldırımın üstünden inebilmemdi. Bunun için babam arkadan sıkıca tuttu ve ben yavaşlatılmış şekilde inebildim böylece...



Biz o kaldırımdan indikten ve gideceğimiz ilk dükkanın kapalı olduğunu gördükten sonra çektik fotoğrafları. Üstteki ilk resim; kaldırıma çıktıktan sonrası, bu resim de geri dönüş yolumuzda o kaldırımdan çıkmadan öncesi...

Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nu geçmiştik ki, gideceğimiz mekanın kapatıldığını ve dükkanın boş olduğunu gördük. Geri döndük ve ben bu açıdan da çekebildim fotoğrafı böylece. Gördüğünüz gibi engelli rampasının tamamen üstü, hiçbir önlem veya hiçbir imkan bırakılmadan tamamen engelli rampası kapatılmış. Düşünmeden ve sormadan edemiyorum, "Ben orada tek başıma geziyor olsam, nasıl gezeceğim?" Tamam elbet biri yardım ederdi, ama benim o hissettiğim çaresizliğim ve kendime güvensizliğim. Kendimi haksız bulmuyorum, bu bir ifşadır. Sizden de aynı duyarlılığı gösterip, engelli rampalarının önüne konulan arabaları ve engelli rampaları kullanılamaz hale getiren böyle durumları görmezden gelmemenizi ve böyle ifşa etmenizi istiyorum. #EngelliYollar yazın, #Engelleme yazın ama lütfen destek verin. Artık lütfen hep beraber, "İşte Türkiye böyle" demekten öteye geçelim. Ben bunu gerçekten çok istiyorum, çünkü ben şanslı idim ama bir başkası şanslı olamayabilir. 

Tekrar geri döndük biz o yolu, İskender'in esas yapıldığı dükkana gidebilmek için. Babamın arabamı sabit tutmaya çalışarak tutması ile beni indirdiği kırmızı arabanın arkasındaki yüksek kaldırım betonundan, babamın ve oradan geçen bir amcanın (Allah razı olsun) yardım etmesi ile çıkartıldım o kaldırımdan ben. Peki bunu yaparken düşmemiz de olası değil miydi, bellerin incinmesi veya bir aksilik olması işte... İnsanın aklına gelmeli, böyle bir engelleme yaparken engellemelerinin de farkında olmaları sağlanmalı artık...


Diyorum ki; yollarımı-yollarımızı engellemeyin. Biz engelliler de sizler gibi ulaşabilmek istiyoruz. Nasıl gitmek istediğiniz yol üzerinde bir yıkım ve yapım çalışması olunca uzun yolu tercih etmek durumunda kalıyorsunuz ve bu sizi çaresiz bırakıyor; bu onun da ötesinde geliyor bana. O yüzden artık engellemeyin diyorum, daha çok ve sizden de bunun desteğini istiyorum. Çünkü biliyorum ki el ele verirsek başarırız. Ve başarmak için önceliğe kendi farkındalığımızla başlamalıyız. Hiçbir engelli rampaya araba parketmeyip, hiçbir engelli rampaya da belediye çalışanlarının koca beton yığınlarını bıraktırmayarak! :)


Gelelim günümüzün geri kalanına; Üstteki fotoğrafları çektikten sonra yolumuza devam edip, Heykel caddesindeki meşhur İskender Kebapçıya gittik. Her zaman gittiğimiz bir kebapçı değil burası, birkaç senede bir kivramlarla gidiyoruz. Gerçekten İskender'i çok güzel yapıyorlar burada. Ustasından mı, yoksa gerçekten etinden mi bilmiyorum. Galiba her biri... :) 

Küçük ve mavi bir dükkan burası, öyle ki 5 masa kadar var içinde. Bu masalar dolu iken içeri kimse alınmıyor, dışarıdaki taburelerde sırada bekletiyorlar. Almadan birkaç dakika öncesinde kaç kişi ve kaç porsiyon istiyorsunuz diye soruyorlar... Bir masa boşaltıp, bir masayı anında dolduruyorlar. İşlerini iyi yapıyorlar, rast gitsin hep işleri de inşallah... Carrefour ve Korupark mağazaları için de tecrübeli garson aranıyormuş, dün o arada beklerken camında asılı olan ilanını da çektim o arada... :) Tavsiye ederim...


Öğle yemeğimizi yedikten sonra Tayyare Kültür Merkezi'nin yan tarafından inerek Uzun Çarşı girişinden Kapalı Çarşı gezimize başladık. Hanımlar üst resimde, iki sene öncesine yine beraber gezmiştik dün gezdiğimiz tüm çarşıları ve baktım ki değişen yapılandırmalar çok. Restore edilmiş, bayraklar asılmış. Ben bu reterosyanu hoş bulduğum kadar, eskiyi yeni gibi yapmış oldukları açıdan bazı noktaları beğenmedim. Ama evet kapalı çarşımız çok güzel, hep sürsün bu varlığı inşallah...

Dün gezdiğimiz çarşılarda eskiyi koruyan yapı bence havlucular çarşısında hakimdi, 2 sene önce gittiğimizdeki gibiydi. Bu beni mutlu eden noktalardan biriydi dün için. Ve Saniye teyzem, annem havlu ve bornoz alışverişlerini tamamladılar; bu da birkaç senede bir gerçekleşen güzel bir gelenek oldu bence. Annem ve Saniye teyzem ile oraları gezmek benim için çok eğlenceli günlerden biri demek. :) Bu seneki gezimiz ise, amacına en çabuk ulaşılan bir gün olarak tarihe yazıldı bence..

Dün; biraz engelli atlamalarla bolca da güzel gezmelerle geçti. İnsanın hayatında bazı alışkanlıkları çokça da destekçileri olmalı, hayat böyle güzel esasında. :) Sevgilerimle...


5 Ekim 2016 Çarşamba

2016'nın İlk 9 Ayında Okuduğum Kitaplar


2016'nın İlk 6 ay'ı bittikten hemen sonra gelip bu yazıyı yazamadım, henüz çok fazla kitap okuyabilmiş değildim bence. 2016'nın bitmesine son üç ay kala, okuduğum kitap sayısı 11 adet olmuş şimdi. Hedefim yine 50 kitaptı sene başında. Ama ben daha son 3 ay bitene kadar 20'in üzerine çıkabilecek miyim acaba ona bakıyorum şimdi. Geçen sene 22 kitap okumuştum, en azından bu seneyi de geçen seneden daha fazla kitap okumuş olarak bitirmek istiyorum...

Elimde okunmayı bekleyen kitaplarım ve benim de onları okumak için sabırsızlığım hakim doğrusu. Bakalım, zaman gösterecek ne olacağını... :)


İlk 6 ay dersler sebebiyle okuduğum kitap sayısı 5 adet oldu; 

1.) Ateşböceğinin Şarkısı - Kristin Hannah
2.) Dido - Efe Moral
3.) Gece Yolu - Kristin Hannah
4.) Kelepçe - Canan Tan
5.) Kumarbaz - Dostoyevski

Resimdeki 4 kitapla beraber bu 5 kitaptan en sevdiğim iki kitap oldu, onlar da Kristin Hannah kitapları; Ateşböceğinin Şarkısı ve Gece Yolu. (Canan Tan'ın Kelepçe kitabı, kitaplığımda kalmış.) 

Ateşböceğinin Şarkısı, Ateşböceği Yolu kitabının devamı. İlk kitap kadar sürükleyici değil ama bilindik karakterler olmasının getirdiği bir güvenle okutturuyor kendisini. Gece Yolu'na gelince, Kristin Hannah'ın başka karakterlerini de okumak çok güzeldi. Bambaşka hikayeler ve bambaşka duygulara sürüklüyor insanı. Bence Kristin Hannah, işini bilen yazarlardan kesinlikle...


Yaz tatilinde okul zamanından bir tık fazla okumuş gibi görünsem de aynıydı aslında; Zira Nazım Hikmet'in şiir kitabı bir akşamda bitiverdi, bildiğim ve sevdiğim şiirlerini yaz boyu okumaya devam ettim sonrasında da. Yazın okuduğum kitaplar ise şunlar oldu;

6.) Sekizinci Renk - Gülten Dayıoğlu
7.) Henüz Vakit Varken Gülüm - Nazım Hikmet Ran
8.) İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali
9.) Sevda Sözleri - Cemal Süreyya
10.) Aslında Hayal - Kürşat Başar


Bu kitaplara yorumum şu ki, ilk 6 aydan daha verimli ve daha zevkli geçen okuma zamanı idi benim için. Bu demek değil ki, ilk 6 ayda okuduğum kitaplar güzel değil. Ama derslerin olmayışının verdiği bir rahatlıktı bu galiba. 4 kitabın haricinde, wattpad üzerinden de birçok kitap okudum esasında. Aslı Karabulut'un Ateş Ve Buz'u, Ayşe adlı yazarın Aşk Nöbeti kitabını, Büyük Kaçış adlı Emine Doğan'ın kitabını, Ruh Savaşçıları Akademisi isimli bir seri kitabın Moira Sarmalı isimli ilk bölümünü (yazarının ismi Büşra Yılmaz)... Ve daha birçok aklıma gelmeyen wattpad kitabı okudum. Bunların yanı sıra üstteki 4 kitabı bir de. 

Bu yaz nereye gitti isem, istediğim her kitabı bulamadığımdan elimde okuyacak kitabım azdı. Evdeki kitapları da götürmemeye kararlıydım, ağırlık fazla oluyordu ve dönerken bırakmaya da kıyamıyordum. Antalya'ya giderken arabamızın daha da dolu olması, beni 3 kitaptan fazla götürmemeye teşvik etti. Derken döndük  Eylül başında ve yine okunmayı bekleyen birçok kitabım var şimdi... Bakalım son 3 ayda ne yapacağım, beni bekleyen kitaplarımın hepsini okuyabilecek miyim? :) 


11.) Langa - Nermin Karahan

Yaz sonu kitabım ise; Nermin Karahan'ın Langa kitabı oldu. Dönem kitabı tarzında bir kitap; 80'lerin mahallelerinde büyümüş bir çocuğun, Nermin Karahan'ın çocukluğundaki insanlarını anlatıyor. Değişik ve anısal bir kitaptı..



Ve şimdi, Ankara'dan gelmeden önce Saniye Kivramlardan aldığım iki kitaptan bir diğeri olan Bir Gün (David Nicholls)'ü ve geçen ay internetten sipariş ettiğimiz kitaplardan biri olan Sinestezya (Jeffrey Moore)'yı okuyorum. Ekim ayında bu iki kitaptan da fazlasını okuyabilerek, okumak için sabırsızlandığım diğer kitaplarıma da geçmek istiyorum. :) 

Böyle işte; yine ders çalışmalarıma başladım bu arada, kitaplarıma ağırlık veremeyecek olmaktan korkuyorum açıkçası. Bu korkumu gerçek etmemek için de, her iki tarafa da yönelmeye çalışıyorum. Gündüz ders çalışıyorsam akşam kitap okuyorum, akşam ders çalışacaksam gündüz kitap okuyorum. Güzel geçiyor şimdilik esasında, beni bekleyen kitaplarım da dehşet. Hadi inşallah diyorum işte... 


Benim 9 ayda okuduğum kitaplar böyle işte, 11 adet. Bu kitaplar arasında sizin de okuduğunuz kitap var mı? Peki sizce, 3 ayda okuduğumdan daha fazlasını da okuyabilir miyim? :) Neden olmasın, kendimize güvenmekte fayda var. İstedikten sonra yapamayacağımız hiçbir şey yok da derler hem. Hadi inşallah diyelim yine o zaman... Bol okumalı günlerimiz olsun, Sevgilerimle... 


4 Ekim 2016 Salı

İnternet Günlüğüm 2016 - #5 - Eylül Sonu, Ekim Başı...

Başlıksız başladım bu yazıya öncelikle, kısa kısa anlatıp geçeceğim belki de dedim resimler üzerinden. Sadece yazmak vardı içimde yine, ama nedense başlığının ne olacağına karar veremedim bir türlü. Oysa başlık bulmada üstüme yoktur diye övünürdüm kendi kendimle, bir de konuşacağım o kadar konu var yani neyin tutulması da dedim kendime.. 

Sonra bayadır İnternet Günlüğüm yazı dizime yazmadığımı düşündüm, böyle bir giriş yapayım bu haftaya dedim. Geçen hafta ve önceki hafta birçok resim çekmeme rağmen, iki haftadır haftada 1 veya 2 yazıdan öteye geçememişim. Bende bugünden itibaren inşallah dedim ve resimlerle başlamayı istedim. Eylül Sonu, Ekim Başı İnternet Günlüğüm yazısıdır bu. İyi Okumalar... :)


Daha Sonbaharın bile başında olmamıza, kışa giriş yapmamıza rağmen; ben örgü örmeye hızlı bir giriş yaptım Eylül ayında, Ekim başında da örgü örme aşkımı bu kararlılığımla sürdürmeye devam ediyorum. Şimdiden 3 parça örgü örmüş haldeyim ve  2 tane ise yarım ama bitmek üzere örgüm var elimde. Üst resimdeki ilk iki resim, Eylül ayında kaç ilmek başlayacağım konusunda çok kararsız kalıp birçok kez örüp söktüğüm ama en nihayetinde 120 ilmekle örmekte karar kıldığım krem rengi boyunluğun resimleri. Kendi kafamdan çıkardığım bir model oldu (önlerde tüm sırayı 2 ör 1 kes 1 dola, arka sıralarda haroşa), duruşu da çok hoşuma gitti ama örgüyü bitirip bir diktik ki dar olmuş. Esasında yapmak istediğim dökümlü bir modeldi benim yani. Ama olmadı... 

Hani vardır ya "neye niyet kime kısmet durumu", o örgü şimdilik sahipsiz kalmasında karar kılınarak kenara alındı. Uygun gördüğün birine hediye et, diyorlar... Allahtan bir tane daha aynı renkten ipim vardı, bir öncekinde yapmaya niyetlendiğim kişi için tekrar başladım boyunluğa. 170, 175, 180 ya da 200 ilmek mi olsun derken Gönül ablamla 200 ilmek olmasında karar kıldık ve annem Bambu Modeli örmemi önerdi. Geçen sene daha kalın ve daha da beyaza yakın bir krem rengi iple, Suna ablama örmüştüm bu modeli ama o da uzunlamasına bir boyunluktu.  

Geçen sene ördüğüm Oluklu Bambu Boyunluk, resimleri ve yapılışı ile burada. Bu sefer aynı modelin dökümlüsünü yapıyorum...

Yani Ekim ayında da şöyle devam ediyorum; örüyorum, söküyorum ama en nihayetinde güzel bir model ortaya çıkarıyorum. Geç oluyor ama oluyor yani, bu sıralar pek bir kararsızım ama geçecek bu da inşallah... :)



Gün geçmiyor ki bir şey daha öğrenmeyeyim ve bunu size de bildirmek istemeyeyim; Lolipop ip dedikleri ip çeşidi de varmış. "Çok şeker ve çok fonksiyonlu bir dil değil mi ama dilimiz?" dedirtti bu bilgi bana öğrendiğimden beri... Geçen hafta ördüğüm bir örgü uğraşımın sonuna doğru gelmişken ipim bitti, bende o ipin aynısından annem ve babama bir tane daha almaları için örgü ipinin kağıdını ve ördüğüm örgüyü verdim. 

Benim ilk başladığım ipin üzerinde Ormo diye yazıyordu, ama ürünün çeşit ya da renk kodu ile ilgili bilgileri yoktu kağıdının üstünde. Bu sebeple ilk gün çarşıya gittiklerinde annemler ipin çeşidinin adının Lolipop olduğunu öğrenip gelmişlerdi ama aynı ipten bulamamışlardı. Ertesi gün babam çarşıya indiğinde bir dükkana sormuş ve bulmuş. Lolipop ismini üstünde görünce daha da akılda kalıcı oldu benim için, resmini çektim bende. Örgü şeklini aldığında da renkler çok başka güzel duruyor. Akıllı ip diye nitelendiriyordum bu ipi de, lolipop olduğunu öğrenmek garip ve güzel oldu benim için. Bakalım daha neler öğreneceğiz beraber... 

Sizin öğrenip de garip bulduğunuz ama yine de sevdiğiniz herhangi bir bilginiz var mı bu arada böyle? :)


Sabahları ayılamıyorum birkaç gündür, buna sanırım kışa doğru gidiyor olmamızı sebep gösterebilirim. Geçen hafta Perşembe günü çıkardı annem bana yorganımı, galiba biraz erken ama ben en nihayetinde dayanamayınca soğuğa üst üste ince battaniyeler de örtsem... Yorgan ile yatmaya başladığımdan beri daha deliksiz uyumama rağmen, yeniden yataktan ayılamadan kalkmalarım başladı resmen. 

Geçen haftadan beri mutlu mesut yorganımın içerisinde yatıyorum ve sabah kalkınca da sarılıyorum böyle. Yorgana geçiş yapıp da ertesi sabaha uyandığım ilk sabah çektim üstteki resmi. Sabahları da çok haşır neşiriz ve böyle ayrılamaz haldeyim. Değişik bir resim olduğu için paylaşmak istedim bu resmi de. Kış sezonu benim için başladı, dediğim gibi geçen hafta resmi olarak da gerçekleştirdim bunu...


Geçen hafta ders ekleme kaydımı yapmıştım internetten, henüz kitaplarımı almaya gitmediysek de, Cumartesi günü de nihayet ders çalışmalarıma yeniden başladım. 6 ders aldım bu dönem, kalıyor seneye bu dönem adına son 3 dersim inşallah. Geçen sene bu dönem alttan kalan derslerim sebebiyle, 4. Sınıf görünümlü 3. sınıf öğrencisi olduğumu söylemiştim. Bu sene de 5. senem olmasına rağmen 4. sınıf öğrencisiyim. 

Nedense bu sefer, içimde daha çok renkli kalemle çalışma aşkı oluştu; Cumartesi günü farkettim. Ders çalışmamı bitirmiştim, "Kaydedilmiş olsun dedim tarihe de, ders çalışmalarıma yeniden başladım diye." Sonra çektiğim resme bir baktım ki, en bol renkli kalemlerle ders çalışmamı yapmışım; 3 renkli kalemden 6 renkli kaleme transfer etmişim farketmeden. İşin garibi; bunu ders sırasında değil, ders çalışmam bittikten sonra farkına varmam ya zaten... Dalgınım biraz sanırım.  "Bu dönem defterlerim kitaplarım daha renkli olacak ve umarım derslerimde başarım da yine hakim olacak" diye yorumluyorum bu fotoğraf karemi madem öyle. :)


Gelelim bu aralar, yapacağım deyip yapamadıklarıma. Sonbaharda olabiliriz, soğuk kahveye geç kalmış da olabilirim ama kahveye karşı istek duyar hallerimi tutamıyor şekilde buluyorum bu sıra yine kendimi. Malum kahve tutkum baki ama sert kahve sevenler tarzında değilim. Geçtiğimiz Pazar günü anneme; bir kahve hazırlayalım da dolaba koyalım yine, dedim canım çekince. Ama o kahveyi ne o gün ne de ertesi gün içemedim. Hadi bir sayfa daha okuyayım da, hem iyice de soğusun bu arada dedim durdum kitap ilerledikçe.

 Sonra saat geçti, Türk kahvesi keyfi yaptık alt komşularımızla. Benim kahvem esasında çok soğuk oldu ama ben akşam çayına dek içemedim yine de. Akşam da çay varken, akşam soğuğunda soğuk kahve içemezdim. Şimdi bu yazıyı yazarken içiyorum Pazar günü yaptığım soğuk kahvemi, buz gibi nefis olmuş. Ama gel gör ki, akşam olsa içemem bu kahveyi. İyi zamanlama yapıp, hava kararmadan önce bugün aldım elime kahvemi iyi mi? =) Bir öyle bir böyle hallerde, yaparım deyip geciktirme hallerindeyim bugün birçok şeyi...




Yetti mi peki bu yapacağım deyip yapamadıklarıma örneğim, hayır. Wattpad'de yayınlamaya başladığım bir hikayem var bu sıra, çok yeni çok taze diyebiliriz (daha iki haftalık kendisi). :) Daha iki haftalık demişken, gerçekten çocuğum gibi olmaya başladı. Zira, Eylül ayının başlarında yazamıyor oluşuma dair dostumla konuşmamızdan bahsetmiştim ya, o konuşma sonrası yazmaya başladım ve 4 bölüm az da olsa büyük gelişme oldu bu sıra benim için; birçok yarım bıraktığım hikayem olduğunu düşünürsek. 

Dün yayınladığım son bölümünü bir haftada yazdığımı söyleyerek bu aralar ki kararsızlığımla, 2016 Sonbaharının beni bu sefer de kararsızlık ile etkilemeye çalıştığını büyük bir farkındalıkla eklemeyi bir borç bilirim. Hüzün bunalımlarına sokmasın da, buna da razıyım tabi yine de... 1 haftada kaç kez okudum o bölümü bilmiyorum, baştan sonra birçok kez değişti resmen bölümün gidişat cümleleri. Sonuçtan memnunum tamam da, 1 hafta boyunca aynı bölümü okumaktan yorulmuş olduğumu yayınladıktan sonra dün aldım; fazla sevindirik ve rahatlamış hallerimden...


Wattpad'de yayınlamaya başladığım hikayeme buradan, wattpad profilime de buradan ulaşabilir ve okuyabilir misiniz rica etsem? Beni fikirlerinizden ve yorumlarınızdan mahrum bırakmayın olur mu? :)


Kısacası şöyle tüm yazdıklarımı toparlayacak olursam, Eylül sonu Ekim başı; kararsızlıklarım, incelemelerim ve geciktirmelerimle dolu geçiyor resmen. Güç de oluyor geç de oluyor resmen birçok şey bu sıra, "Ama oluyor ya nihayetinde çok şükür, bu Sonbaharı da böyle geçirelim madem öyle." diyorum bende. Sevgilerimle, yeniden görüşmek üzere... :)