30 Mart 2015 Pazartesi

Büyük Hayaller Kurun...



Bir haftaya daha girdik, üstelik güneşli havalarla girdik yeni haftaya. :) 2 gündür balkonda yemek yemelere başladık biz, üstteki fotoğraf bugünkü gün batımının... Havalar artık ısınmaya başladı yani bu sıra... :)

Bugün ile, başladık bir haftayı daha yaşamaya. Ve bir hızla günü bitirmek üzereyiz yine... Dün Kağan'ım geldi yine evinden. Bu aralar biraz asabilerdeyiz ama şükür iyiyiz. Yine bu sıralar bir geçiş dönemindeyiz. Bu geçiş dönemleri geçer diye bakıyorduk, ama artık her dönem başka bir geçiş olacağını kavradık iyiden iyiye. Kabullenmek de iyi birşey... =)

Bana gelince, dersler ve tedaviler ile uğraşmaya devam ediyorum hala. Bu aralar sağlığımda gelişmeler var, ki bunlar tüm bu yoğunlukta epey ferahlatıyor bizleri. Yorulduğumuza değiyor şükür, dedirtiyor... Küçük de olsa, mutlu eder mi dediğimiz şeyler bunlar. Ufak adım atmalarım başladı mesela, sanki biraz da kilo verdiğim belli oluyor gibi. Ama gelişmeler daha da ilerleyecek inşallah. Daha belirgin olacak... Büyük hayaller kuruyorum, kurmaya da devam edeceğim... 

Bugün bir cümle okudum, çok hoşuma gitti. Büyük Hayaller Kurun diyor o cümlede, bende kuruyorum diyorum bugün yine. Bu hafta da, kurduğumuz büyük hayalleri gerçekleştirme yolunda verimli bir haftamız olsun inşallah.  Sevgilerimle... :)

Büyük hayaller kurun. Çünkü sadece büyük hayaller ruhlarımızı hareket ettirecek güce sahiptirler. 
(Marcus Aurelius)

28 Mart 2015 Cumartesi

Bazen Mümkün Değil, Kitap Okumak...

Bir varım bir yokum bu sıra. Ama takipte ve buralardayım. Şükür iyiyim ve iyi yönde gelişmeler de bulunmakta hayatımda. Yazacağım inşallah en kısa zamanda... :) Sadece bu sıra yine yazamaz oldum. Malum ders çalışmalar ve tedavi son hız devam ediyor. Bu yoğunlukta, yorgunluğa dayanamıyorum ve bloğuma fırsat bulamıyorum maalesef. Ama şükür tek sıkıntım, kitap okuyamamak. Sebebi ise alt resimlerde görüldüğü gibi... 


Bazen kitap okumak, mümkün değil Kağan'ımla. Ve bu hafta içinde, kademe atladık bu konuda. Resimlerde de görüldüğü gibi, artık kitabımı elimden kapıyor ve sayfa numaralarıyla ilgileniyor kuzum. Kitap okutmadığına mı laf etsem diye çok düşünemiyorum, yiyesim geliyor hemen çünkü. 41 kere maşallah kuzuma ve verene bin şükür...

-Bu yazıdaki resimler bu Çarşamba, yani 25.03.2015 gününde çekildi. :)-

 Annanne-torun, ben tedavide iken Özdilek'e veya dışarıya gezmeye çıkıyorlar. Tedavim bittikten sonra bazen ya 5-10 dakika yalnız kalıyorum onları bekliyorum, ya da beraber oturup servisi bekliyoruz... Bende o aralığı doldurabilmek için, yanımda kitap taşıyorum. Ama Çarşamba günü ben tedaviden çıkmadan yetiştiler bu sefer bana annemler. Önce oturduk birşeyler atıştırdık, sonra da "madem öyle kitabımı elime alayım" dedim servisi bekleyene kadar. 

Sonuç üstteki resimlerdeki gibi oldu işte... Beyfendim aldı eline kitabımı, kendi okuyacakmış. Girdi annannesinin kolunun altına, başladı sayfalarına bakmaya. Harflere anlam yüklemeye çalışmasa da henüz, dikkatini çeken sayılar ve resimler şu an... :)


Bir süre o hallerine hevesle baktık annemle. Klasik olarak; "Gün gelecek, kuzum benimle beraber kitaplar da okumaya başlayacak." diye düşledim yeniden. Sonra bir almaya çalışalım dedik, kitabın ön tarafına bakarken. "Kuzum ver hadi okuyayım kitabımı" dedim, elimi uzatarak. O da "Olmas" dedi. Sonra da üstte sol taraftaki gibi sarıldı kitaba delim. Siz söyleyin ne yapalım biz bu kuzuyu? =)

Kuzum maşallah, bizimle oyunlar üretiyor bir süredir iyiden iyiye. Sol taraftaki resimlerden sonra; bizimkine gülerken annemle, bir daha uzattım elimi. Bu sefer de sağdaki resimdeki gibi hem sarılıp hem de kahkaha atmaya başladı. Bu sıralar; bir yalandan büyük gülmesi, bir de gülmelerimize bazen gerçek bazen de yalandan katılması var ki, bayıltıyor bizi. Yine o gülüşü karşısında kalakaldık ve gülmekten başka bir şey yapamadık o an yani. Alem çocuk benim yeğenim, maşallah... :)

Kağanımın bu hallerini de mi görecektik ve daha neler neler göreceğiz zamanla acep? Bunları söylemeden edemiyormuş insan, yanında bir insan yavrusu büyürken. Canım yeğenim ile; merak ve heves ettiğim herşey, çok şükür birer birer gerçekleşiyor. Allahım iyi ki vermiş onu bize...

 Yani diyeceğim o ki, bazen mümkün değil kitap okumak. Tatlı bir maalesef ile... =)

Mutluluklar bizlerle olsun dilerim...

25 Mart 2015 Çarşamba

13. Bursa Kitap Fuarı Gezimiz... (22.03.2015-Pazar)

Bir fuar yazısı zamanı daha geldi işte. Fuar zamanını sevdiğimi söylemiştim değil mi? Ama yine bitti... Bol resimli bir yazı, haberiniz olsun... İyi okumalar :)


2015 Kitap Fuarı biteli 3 gün olsa da, bendeki etkisi hala sürmekte. Senede 2 defa olsa bile, gidilebilecek bir yer benim için mavi çatılı o bina. Senede 1 kez gittiğim, ama bir sonraki fuara kadar unutamadığım güzel bir atmosferi içeriyor o bina... :)


Bu resim, fuardan çıkıp arabamıza binmeden öncesi. Araba önünde çektireyim dedim, 2 sene önceki elleri kolları dolu ve mutlu fotoğrafımın benzerini. Sonuç budur...  Bu sene, kendi rekorumu da kırmış bulunmaktayım sanırım. Bu da güzel bir şey. Senelik kitap alışverişimi yarısını yapmış sayılabilirim bu fuarda. 

2 sene önceki fuar gezimizin yazısı burada. Bu sene annem Eniştem ile beraber gezmelerde idi Fuar günümüzde, Kağanım da annesi ile evde. Yani bu sene fuarda babamla beraber gezdik, epey eğlendik yine... :)


Babamın fuar içinden çıkmadan önce, telefonumun kamerasına vermiş olduğu fotoğraflarla devam edecek olursak; Gözümüzü ve gönlümüzü doyurduğumuz bir fuar gezisi anımız daha oldu. 

Ayrı standlar boyunca, dolu dolu kitapları karıştırabilmenin keyfi daha da büyük benim için. Önce kafamda ve not aldığım kağıdın bulunduğu cüzdanımdaki notlar çerçevesinde öncelikli kitaplarımı aldım. Sonra da, geriye kalan 3 kitap 12,5 kampanyasının kucağına atıp kendimizi, bitirdik fuar gezimizi. Ama aldığım kitaplara birazdan resimlerle de değineceğim tabii ki... :)


Çıkışta, Bursa`nın iş alanlarıyla ilgili bir stand da bulunmaktaydı. Babam orada kitaplara bakarken de bir poz alalım dedik. Tabii babam buralarda, ciddiyetinden ödün vermemiş. Pozlarda böyledir bazen babam... :) Sağolsun babacım; beni oralara kadar götürdü yine. Ve bende doya doya, kitap arkalarını okuya okuya ve inceleye inceleye bir araştırmacı edasında kendimi o atmosfere kaptırdım gitti... 

Sonuca gelince; Bende babam da, epey eğlenceli bir 3 saat geçirdik kitaplar arasında. Katkısı bulunan babama da anneme de, saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum bu arada yeniden... :)


Ve arabamıza binmeden önce, mutlu baba-kızın halidir bu. Madem geldik, Fuar selfie'si yapmadan olmaz dedik. İşin garibi, benim telefonumun ön kamerası ve kamera tuşu olmadığından, selfie çekemeyiz desem de; "sen bana bırak o işi" dedi ve bu fotoğrafı çekti bir kerede babam. Helal olsun, diyorum babama bir de buradan. :D 

Kısacası mutlu bir fuar gezisini, eli kolu dolmuş ve kütüphanemize 14 tane yeni kitap almış olarak bitirdik Pazar gününü. Etkileri bu hafta hala sürüyor. Geçmez etkisi, kitaplar bitse bile... 


Ve 13. Bursa Tüyap Kitap Fuarı'ndan Almış olduğumuz Ganimetlerimize Gelecek Olursak;


Yapı Kredi Yayınları, listemde uğrayacağım en baş sıralarda geliyordu zaten. Fuarın da hemn girişinde idi şansımıza... Bu yaşıma gelip de, doğru dürüst bir Yaşar Kemal ve Sabahattin Ali Romanları okuyamamış olmanın eksikliğini hissediyordum epeydir. O sebeple bu fuarı beklememin en büyük sebeplerinden biriydi, bu iki yazarın kitaplarını alabilmek...

Yapı Kredi Yayınlarından %30 indirimli olarak aldığım kitaplar; 

Yaşar Kemal-Yılanı Öldürseler
Yaşar Kemal-Tek Kanatlı Bir Kuş
Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali-Kuyucaklı Yusuf

Evet sonunda bu kitapları okuyacağım için, epey mutluyum... Yakınlarımdan temin edemediğim ve böyle bir fırsat elime geçmediğinden, bu zamana kısmet oldu ancak.. :) 



Ve İkinci uğradığımız yer, Can Yayınları Oldu. Sebebi ise, bu küçük güzel; Küçük Prens'ti. Antonie de Saint-Eupery'nin herkesten duyduğum, ancak bu yaşıma kadar okuyamadığım bir kitaptı. Açıkçası çok fazla beğeniyle bahsedilen kitaplardaki en büyük korkum, çeviri sebebiyle beğenmeyecek olmak. Çünkü daha önceden başıma geldi. O sebeple, Cemal Süreya ve Tomris Uyar'ın çevirisiyle, bu sene Can Yayınları tarafından Küçük Prens'in yayımlandığının okuduktan sonra listeme eklemiştim öncesinde... 

Şimdi tek merakım, okuduktan sonra, benim de favori kitaplarım listeme girecek mi? Ben çevirisini yapan iki önemli yazarımıza epey güveniyorum doğrusu... :)


Listemdeki kitaplardan aldıktan sonra, Epsilon'un kampanyasına geri dönüş yaptık. Ki sebebi, 3 kitap 12,5 tl kampanyasıydı. 2 sene önce April yayınlarının 3 kitap 10 tl kampanyası vardı, bu sene de Epsilon yayınlarının 3 kitap 12,5... Onca kitap arasından, ilgimizi çeken bu 4 kitaptı. Eh olmuşken 4 olsun madem dedik, kampanyanın üstüne biraz ekledik ve bu 4 güzeli aldık, Epsilon yayınlarından...

Patry Francis-Yalancının Günlüğü
Jessice Brockmole-Mektubunda Diyorsun ki
Carol Shields-İyilik
Filiz Akın-Lezzete Merhaba

Bu 4 kitabın da sahipleri belli. İçlerinden Filiz Akın ve Jessica Brockmole'u annemle bana aldık, diğer iki güzel de ablam ile bir arkadaşıma ait.... :)


Ve Gelelim Fuar'ın Sonundaki Güzel Tanışmaya;


Fuardan alacaklarımız bittikten sonra, üst resimde gördüğünüz üzere Yeni Kuşak Enstitüleri Derneğinin standında imza vermek üzere bulunan Nadir Gezer ile tanıştık. Babam kendisini görmüş bilirmiş, "Bir selam verelim, sen tanıyor musun Nadir bey'i" dedi. Ben "Hayır" deyince. "Kendisi iyi bir yazarımızdır." dedi. 

Başta selamlaştıktan sonra; babamla Nadir Bey sohbet ederken, yan standdan bir yazar beni "kitabımla ilgilenir misiniz?" diye sohbet etmeye çağırdı. Ben, o bey ile yazarlık hakkında sohbet ederken, Nadir bey'in kitabını yazarken yardımda bulunan dostu duymuş beni. "Nadir bey ile duyduk, Nadir bey size kitaplarını hediye etmek istiyor." deyince takılı kaldım bir an. Akülü sandalyemi zaten sohbette bulunduğum yazardan babama çevirmiştim o sıra. Nadir bey, kendisi gibi yazar ve şair olan eşinden bahsetti bana. Ve yazar olmak istediğimi duyduğunu söyledi. Eşinin de bir rahatsızlığı esnasında çıkardığı şiir kitaplarından hediye etmek istediğini söyledi. Ben "kabul edemem." desem de, Nadir bey "eşinin de kendisinin de mutlu olacağını" söyledi. Bana imzalarken de, sonrasında da biraz eşinden bahsetti. Ayten Gezer'den. İyileşme sürecindeymiş kendisi, acil şifalar olsun inşallah. Nadir beyi tanıdığıma çok mutlu oldum. O kadar hoş sohbet ve güler yüzlü biri ki, çok memnu olduk babamla. Gönlünden koparıp bana hediye ettiği kitapları da, hoş sohbetini de, ömrüm boyunca unutamayacağım. :)

Bir de söz verdim kendisine; kitaplarım çıkınca Nadir Bey ve eşi adına imzalayıp bende onlara göndereceğim. İnşallah Allahım o zamanlarda ayağa kalkmış şekilde, ellerimle götürebilmeyi nasip eder de bana... :)


Nadir Gezer'in, Eşi Ayten Gezer'in benim için imzaladığı şiir kitapları;

Yeniden Doğmak
Türkü Baba
Güneşi Paylaşmak... 

Yaşadığım bu güzel anları ciddi anlamda unutamayacağım...


Ve bir de unutmadan bu iki kitap var, Nilüfer Belediyesinin destek verdiği yazarların kitaplarıymış. Son 2 kitap kalmıştı ellerinde; bu iki kitap da, yazarlarının Bursa üzerine yapılan araştırmaları ve nicesini içeriyormuş. 

Yaşadığımız şehre dair de birşeyler bilmek gerek dedik bizde, tanıtım standından bilgi aldıktan sonra. Bu iki kitap ücretsiz, sadece bir form doldurduk aldığımıza dair. Bunun yanında, birçok kitap ayracı ve bir de tanıtım gazetesi ve broşürleri verdiler bir de sağolsunlar...


İste böyle güzel ve dolu dolu bir gündü... Kitaplarla dolu dolu geçen bir gün, hiç boşa geçmiş sayılır mı? Fuar gezimizin sonunda, tüm elimize geçen kitaplarımızın beraber görünüşü de üstte görülen resimdeki gibi. Hepsi sıra sıra okunsun ve okuduğumuz hayatlar da çook olsun. :) 

Babama, anneme ve fuarı gerçekleştiren herkese teşekkür ederim. Nice nice okuma yazılarımda da görüşmek dileğimle. Okuduğunuz için teşekkür ederim... :)

Not; Bence en güzel alısveriştir, kitap alışverişi. Her alışveriş güzeldir ama, kitap alışverişinin de bende kendine has hazzı vardır. Birçok hikayeyi önce eve, sonra da zihinlere ve hayal dünyasına taşımaktır.. Bol okumalı günlerimiz olsun...

20 Mart 2015 Cuma

13. Bursa Kitap Fuarı Açıldı... :)


Senenin beklediğim en güzel zamanlarından biri, yine geldi çattı işte. Yazısı geç bile kaldı esasında. :) Geçen sene gidememiştim ama, bir önceki sene oradaydım. 1 tek gündü yine benim için, ama çok güzel bir gündü. Senenin o malum haftası, Kitap Fuarı haftası gelince, tek bir gün ayarlayıp kendimize gidiyoruz fuara. O standların arasında kaybolabilmek, o kadar güzel ki benim için. :) Bu seneki gidiş günümüz de, hayırlısıyla kısmetse, 22'sinde gerçekleşecek. Heyecanlıyım, annem ve babamla standlar arasında dolaşacağımız o günü bekliyorum doğrusu... :)



Gitmeden önce yazmıştım yine, 2 sene önce. Yazısı burada... 11. Kitap Fuarı'nda; Kahraman Tazeoğlu ile karşılaşmak ve küçük bir sohbet etmek, o fuardan beklediğim en büyük istekti. Muradıma da ermiştim, fuar yazımı da yazmıştım sonra. Ki 2 sene önceki o fuar gezimizin yazısı da burada... :)

Bu sefer de, 13. fuar oluşu yazmama sebep oldu. 1-2 senedir, 13 sayısının karşıma çıkışına şaşırıyorum. 13 uğursuz derler vs, bir ara bende inanırdım buna. Ama Allaha şükür bu zamana kadar uğursuzluğunu görmedim. Kaderde yazıyorsa veya hayırlısıyla bilemem tabii, ama Allahım herşeyin hayırlısını yazsın yine de... Bu sene de devam ediyor 13 sayısının karşıma çıkması. Üstelik uğursuzluktan çok, uğur bile getirdiği oldu. İyi olaylara vesile olduğu, güzellikler sunduğu... :)

Bu 13 sayısının mevzuusunu, burada açmayacaktım esasında ya; neyse, daha sonra ayrıntısıyla da açarım ben bu konuyu...

14'ünde başlayan 13.Kitap Fuarı 22'sinde son buluyor... Ben 22'sinde orada olacağım inşallah. Sizler kendinize gün belirlediniz mi? Gitmeyi düşünüyor musunuz? Ben senelik kitap alışverişini oradan tamamlayanları biliyorum. Ve bu sene de benim için çok güzel olacağını şimdiden tahmin edebiliyorum.  Son 2 gün, heyecan dorukta... :)

Ve bu sene fuardan beklentim; Ayşe Kulun ile tanışmak ve kampanyaları yakalamak ve eve okumak istediğim kitaplar listemdeki kitaplar ile dönebilmek. :) Bir sürelik kitap eksiğimi giderebileceğime inaniyorum yine. Hepimiz için güzel bir haftasonu olabilmesi dileğimle, mutlu haftasonları...


Not; Yazıdaki resim, Google Görsellerden alıntıdır...

18 Mart 2015 Çarşamba

Ne Ara...?


Hayatın kendisi birçok sorgulama hadisesi ile doldurulabilir kapasitede biliyorum ama; bazen çok sık soruyorum hayatıma dair, Ne ara buralara geldik? Ne zaman bu kadar zamanı geride bıraktık? Bu sıra, yine sık sık kendimi tekrarlar vaziyetteyim. Kağanım beni ve bizi bir üzüyor, bir şaşırtıyor çünkü... :)



Mesela; geçen haftanın ardından, bu hafta biraz daha olumlu geçiyor günlerimiz. Asiliğimiz, biraz azalmış durumda. Bu hafta Pazar günü; annesi bizimle kaldı, sabahtan işine bizim evden çıktı gitti. Gece de rahat uyuduk, sabah ağlasak da biraz susturmak ve ferahlatmak daha kolay oldu Kağanımı...

Pazartesi günü, Yalova'ya Aktif Fizik'e gittik. Tedavi sonrası, giriş koridorunda oyunlar oynarken Kağan beyle, ister istemez düşündüm; ne ara hayatımıza girdi de, büyüdü yeğenim? Sanırım bu şaşırmam hiç geçmeyecek. Zevk bile alıyorum, sorgulamaktan. :) 


2,5 sene oldu Kağan'ım hayatımıza gireli. Değişik pozlar da vermeye başladık bu sıra yine ve daha çok. Üst resimdeki halimiz, poz vermelerimizden biri mesela. Maşallah, öyle de güzel hakim oluyor ki an'a. Ben çekene kadar bekliyor, bir de gelip kontrol ediyor. Beğenmez ise, olmadıysa tekrar geçiyor eski yerine... İnsan ister istemez; "bak bak şuna, neydi ne oldu sıpa..." diyor işte. :)


Sonra bir de annanne ile poz vermelerimiz var tabii. Bazen istiyor bazen istemiyor. Üstteki fotoğraf nadir olarak, yanında kabul ettiği fotoğraf... Beyefendi, tekli fotoğraf çekmelere de tutuldu bu sıra. Telefonu önümden çekip alıyor, kamerayı açıp bana uzatıyor "Çek, çek" diye. :) O da teyzesine alıştı, "Al al, kendi rızamla çek bari. Madem kurtuluş yok senden!" mantığını kullanıyor bana karşı artık. Akıllı çocuğun hali başka maşallah... :D


Ve son olarak; Annanneyi koltuktan kovmaya çalışma çabaları esnasında gıdıklanmaya tabii tutularak gafil avlanan Kağanımın anneannesi ile oyun haliyle son verebilirim yazıma. :) Ne ara büyüyecek Kağanım diyorduk, büyüyor. Ne ara yürüyecek diyorduk, yürüyor. Ne ara konuşacak diyorduk, bülbül gibi şakıyor. Allahım bozmasın, hepsine bin şükür. Ama çenesi bir açıldı kuzunun, pir açıldı.  İngilizce sayılar saymaya da başladık bu sıra, maşallah... Haftaya çok şükür iyi başladık. İyi bitirelim diliyoruz... :)


Ve bir haber vermek istiyorum;

Ben bu sıralar, çok sorguluyorum ve çok düşünüyorum yine. Hayatımı sorgulamadan geçirmeyi istemem de şahsen. Sorgulamak; acısıyla tatlısıyla bugüne kadar olan hayatı içine sindirmek demektir. Sorgulama, nereden nereye geldim demektir. Ve ben, çok üzüldüğüm ve sevindiğim anılarımı tamamen sorguluyorum daha çok. Aklıma geleni yazıyorum, bu olur bu olmaz diye kafamda kurguluyorum. Bir hayalim için, daha çok çabalıyorum bu ara...

Ne ara, bu noktaya varabildim bilmiyorum. Ve ertelediğim ve geciktirdiğim onca zamana biraz kızıyorum bu arada. Ve bunu da biliyordum, başlayabildiğim zaman hayalime "o bile büyük bir ferahlık ve sevinç dolduracak" diyordum. Ama ne ara, bilmiyordum. Meğer o ara, bu araymış. 2015 uğurlu mu geldi acep, ulaşır mı hayaller gerçeğine? Ne dersiniz? :) 

Bir yerden başlayalım iyi haberlere diyorum; nasıl başlayacağım derken başladım gibi nihayet. Ama dillendirmeye korkuyorum. Hayırlısı diyelim o vakit, hayaller ve rüyalar gerçek olsun inşallah... :)

15 Mart 2015 Pazar

Seviyorum... #3 - Saklı Düşler


Bu haftanın şarkısı benim için, Cengiz Kurtoğlu'ndan Saklı Düşler parçasıydı. Sebebi ise şu, Beni Böyle Sev'in 83. bölümünden finaline kadar daha bu hafta izledim bitirdim; bazen gece, bazen de gündüz... Sanırım 84.bölümün sonuydu, Reyhan ve Mazhar için bu şarkıyla klip vardı. Nasıl kaçırmışım bu şarkıyı dedim, o andan itibaren hafta başından beri dinlemeden duramaz oldum... Dilime takıldı adeta... :)

Dinleyin göreceksiniz, çok zarif bir şarkı... Bundan 10 sene kadar önce Cengiz Kurtoğlu'nu sevmezdim. Daha doğrusu, biraz eski parçalarını dinleye dinleye yılmıştım o zamanlar. :) Son kirada oturduğumuz evde, karşı komşularımız ev sahibimizdi. Büyük oğulları Uğur abi, evde olduğu zamanlar genelde Cengiz Kurtoğlu çalardı. Bende gerek kız kardeşi Ayşegül ablam, gerekse de annesi Fatma teyzem ile oturup sohbet etmeye ve onlarla vakit geçirmeye bayılırdım. Evde olduğum bazı günler veya akşamlar onlarda olurdum. Çok dinlemiştim yani küçüklüğümde Cengiz Kurtoğlu'nu...


Şöyle bir durumdu benimki; hani süreki biri dinle çok seveceksin, izle çok beğeneceksin der ya, sizde de gereksiz bir antisempati oluşur. Hani bir dur ben karar vereyim dersiniz. Onun gibi değilse de tam olarak, buna benzer birşeydi. Ama şimdiye hiçbir etkisi kalmadı... Oradan taşındığımızda, Cengiz Kurtoğlu'nun sesini bile özler olmuştum. Daha sonralarda da çok dinledim. Ve Cengiz Kurtoğlu'nu dinlemeyi seviyorum artık ciddi ciddi... :) Ve bu şarkı ister istemez, o zamanları hatırlattı bana tüm hafta ve hatırlatmaya da devam ediyor...

Cengiz Kurtoğlu sevilmeyecek bir insan değil, sesi de şarkıları da arabesk'in en güzel ve en naif örneklerinden bence. Hiç dinlemediyseniz, Saklı Düşler'e bir şans verin. 
Benden size gelsin bu şarkı, Mutlu dinlemeler... :)

Pazar Yazısı - #13 - Verimli Haftasonu...


Bu hafta epey yorucu ve hızlı geçti, Bu yazımda bahsetmiştim en son sizlere. Bitmek üzere olan bu hafta içinde yazdığım ilk ve tek yazı oldu zaten kendisi. :)

Ama haftasonu, bir o kadar sakin ve verimli geçti çok şükür. Nihayet son hızla başladığım ders çalışmalarım mı dersiniz, epeydir vakit ayıramadığım masamda verimli takılmalarım mı dersiniz, yoksa yoğun bir haftanın ardından miskinliğe değil de tüm bunlara odaklanarak toparlandığımı mı anlatayım dersiniz? :) Hepsi şükür gerçekleşti yani...

Derslerin beni bekliyor oluşu epey rahatsız ediyordu bir süredir, başladım bu haftasonu nihayet. Odamdaki masama uğramayışımdan ötürü, gözüme epey dağınık gelen kitapların düzensizliğini tekrardan toparladım. Dağınıklığa ve düzensizliğe, pek tahammülüm yoktur fazla eşyalarım konusunda... :) Ders planımı da yaptım. Dün akşam ve bu sabah, dinlenme evrelerini de ailecek atlattığımıza göre, yeni haftaya hazırız demektir. Bundan sonra; yine düzenli ve bol ders çalışmalı, ama rahat günler beni bekliyor en azından. :)


Pazar günümüze, yani bugüne gelince; Bugün YGS sınavı vardı öncelikle. Umarım sınava giren herkesin sınavı güzel geçmiştir. Bizim tanıdıklardan bildiğim 3 kişi vardı sınava giren. Başta onlara ve herkese geçmiş olsun dilerim...

Biz güne geç başladık bugün, Pazar günlerinin adetidir bence bu çoğu zaman. Bugünü de bol çalışmalı ve üst resimde gördüğünüz defterlerime daha fazla zaman ayırmalı bir gün ayırdım kendime. Malum bu hafta, pek zaman ayıramaz oldum yine derslere ve birçok şeye. Ama gönlüm hep yazmakta ve elim hep bir kalem arayışındaydı. Bende iki gündür, fırsatımı değerlendiriyorum. Yazdıkça yazıyorum. Bu hafta size bahsedeceğim birkaç konu var mesela şimdiden, güzel konular da bence üstelik. :)

Farkettim yine, 1 hafta yazamasam çok özlüyorum burayı. Özlemişim yine, hayatımın parçası oldu bu blogta farkede farkede... Bizde iyi haberler var şükür bu haftasonu, ama bu haftaiçine dair endişelerim var hala biraz. Kağanımın özlem dolu hırçınlıklarıyla başa çıkabiliriz bu hafta inşallah diyorum, dualarımda ve dileklerimde. Sizler bu Pazar gelecek haftaya dair ne düşünüyorsunuz acaba, merak etmeden de edemiyorum... :)

Bizde böyle efendim, sizin Pazar'ınız nasıl geçiyor? Aklınızdan, gönlünüzden neler geçiyor? Umarım hepimiz için hayırlısı olur bu hafta. Sevgilerimle... :)

13 Mart 2015 Cuma

Yoğunluk Dolu Geçti Haftamız. / (9-13 Mart 2015)



Her güne bir olay sığdı yine bu hafta, olaysız geçen günlerimiz az oluverdi artık. Allahım beterinden korusun yine de ama, Kağanım epey huysuzdu bu hafta. Bugün Cuma ve anne-babasının alıp eve götürme günüydü. Babası geldi, götürdü bile. Umarım ferahlar ve biraz olsun durulur da gelir haftaya... :)

Her haliyle seviyoruz sevgi azalmıyor ama, yorulunca sinirlerinizin zorlandığı nokta ona denk gelsin istemiyoruz işte. Ona ne yaptığını, durması gerektiğini anlatsak da, pek işine gelmiyor. Bildiğini yapıyor yine... Anne-babasını da özlüyor, yanında istiyor; ama yapacak birşey yokken de başetmek daha da zor hal alıyor. Çünkü ne sizin bir yapabileceğiniz var, ne de onun elde ettiği. Velhasıl; bu haftayı yorgun, yoğun ve üzgün geçirdik, Kağanımın halleriyle... 


Üstteki resim, Yalova Aktif Fizik Rehabilitasyonun giriş katının koridorundan, Ocak ayında çektiğim bir fotoğraf.. Işıklandırmaların yansıması dikkatimi çekmişti, hemen telefon kamerasını açıp fotoğraf çekmeye koyulmuştum bende. Velhasıl, Pazartesi günü Kağan'ımı zoraki ikna ederek haftaya yine Yalova yollarında başladık... Malum Pazartesi günü Uzay Terapi günümüz... :) Neyse ki, Pazartesi günü pek fazla zorlamadı kuzum...


Salı gününe gelince; kıpır kıpır yerinde durmayan ama bu enerjisini her dakika haylazlığa daha çok odaklayan bir Kağan vardı evimizde... Öyle ki, teyze-yeğen dolu dolu oynayarak geçen zamanımız, birden Kağanımın kalkıp annannesinin yanına giderek telefonunu temizlik kovasına atmak ile durgunlaştı. O andan itibaren, bir an önce telefonu çıkarmakla, kurulamakla ve Kağanımı uyutup icabına bakmak ile uğraşır olduk. :) Olan oldu, yapılacak tek şey kurtarma çabalarına başlamaktı. Kağanımı öğlen uykusuna yatırmakta başarılı oldum da, telefonu direk pirince yatırmaya koyuldum. Yukarıdaki Pirinç dolu kavanoz bu durumun sonucunda oluşan manzara... :) 

Telefonunuz suya mı düştü? Aklınızda olsun, Yapılacak şey şu; telefonu parçalarına ayır, bir havlu ile ıslaklığını kurula ve direk pirince göm... Sonuç kesinlikle başarılı, test edildi onaylandı. :)

Ama biz telefonu kapatıp, açma gibi bir hataya da düştük. Siz siz olun, telefonu hiç çalıştırmaya kalkışmayın. Sesi direk gitti annemin telefonunun çünkü. 1 gün pirinçte bekledikten sonra, sesi de kendisi de geldi ama şükür. Telefonu açmadan direk pirice gömmek olmalıymış yapacağınız işlem. Ama telefonun eski olmasının da etkisi çok büyük diyorlar bu durumda. O kadarını bilemiyorum tabii ki. Allah kimsenin başına vermesin dilerim...


Çarşamba Günü, kendisine ördüğüm bereyi beğenmiş olan Kağanım beresini kafasına takmaya başladı. Bu görüntüler de beni adeta mest etti. Sonunda yeğenime ördüğüm bere'yi, 1 hafta sonra kafasında görebildim çok şükür. :) Yazısını yazmıştım, burada bulabilirsiniz... Kağanım takarsa beresini, fotoğrafını da çeker paylaşırım demiştim. Ben sözümü tuttum... :)


Bu arada Çarşamba akşamı, annemle bana ördüğümüz bereyi de bitirdim. Ancak hala dikmeye fırsatım olmadı. Diker dikmez, yazısı ve fotoğrafları gelecek inşallah bu berenin de... 


Ve Perşembe yani dün akşam, nihayet ders çalışmalarıma başladım yeniden. Bu dönem de biraz zorlu geçecek, ders çalışma yoğunluğu bakımından sanırım. Eee malum dersler çook ve evimizde küçük yeğenim var. :) Dün annemler Kağanımla ev oturmasına gidince, işte beklediğim fırsat bu dedim oturdum ders başına. Sonuç 1,5 ünite bitirebildim. Ama başlangıç için fena değil diyorum ben. 


Ve dün gece yatmadan önce, bir ilk gerçekleşti; Kağanım ilk defa bir gece benim yatağımda uykusuna daldı. Bu zamana kadar çok uyuttum Kağanımı, benim için büyük zevkti onu uyurken izlemek. Ama dediğim gibi dün geceki bir ilkti. Kuzucum teyzesinin yatağında uyumak istemiş. Uykusuna daldıktan sonra annem geri yanına yatırdı... Öncesi oyun oldu tabi "fotoğraf çek" diye tutturunca, dayanamadım azıcık flaş patlattım. Sonrası gördüğünüz üzere, üstteki resim... Kağanım bu durumu da oyunu çevirdi tabii ki, gülüşünden belli değil mi? Maşallahlarınızı ve nazar değmesin dualarınızı bu tarafa alabilir miyiz? Epey ihtiyacımız var bu sıra... 

Bu hafta yeniden hayret ettim işte tüm bu olaylar yaşanırken; "hem bu kadar üzülür ve kızarken, hala yüreğimden taşan duygularla nasıl sevebiliyorum yeğenimi" diye. Böyle karmaşada olan bir ben değilim tabii ki, annem ve babam da bu karmaşadalar. Böyle böyle büyüyecek biliyorum ama, bu zor anların üzüntü dolu yorgunluğu var ya; o epey bitkin düşürüyor insanı. Sonra üstteki gibi bir gülüyor bize; teyzem, annanem, dedem, aşkım diyor, yorgunluk yerle bir oluyor. Yerini tatlı bir düşünme ve mutluluk hali alıyor; "Tüm bu karmaşaya, 5 harfli bir insancık nasıl sokabilir ki insanı; Siz deyin evlat, torun, yeğen. Bende diyeyim "Canan" Can'dan öte işte. Allahıma bin şükür verene...


Çok duygu dolu, bol konuşmalı bir yazı oldu sanırım. Ama kendimi anlatmasaydım tüm haftayı toplu halde değerlendirerek, çatlayabilirdim. Yazamadığım şu 4 günlük zaman diliminde epey yazmaya çabaladıysam da, ancak bugün fırsat oldu. Sevgilerim ve dualarım sizlerle... :)

8 Mart 2015 Pazar

Pazar Yazısı - #12 - Kadınlar Deyince...

Pazar Yazılarım için, buraya bakabilirsiniz... :)


Bugün Kadınlar Günü ama; annemin teyzesinin rahatsızlığı sebebiyle, annem bugün yanımızda değil. Günübirlik ziyaret için İstanbul'da. Akşama dönecek İstanbul'dan hayırlısıyla... Ablam da eniştem ve Kağanım ile beraber gelecek bu akşam... Onlar bugün yanımızda değilse de, her gün onların günü benim için. İki hatunum da; kalbimde-evimde ve şu güzel ömrümde kalbimin en güzel yerlerinin sahibiler... :)

Ve Kadınlar Deyince, benim aklıma gelen ilk unsur annelerimiz ve annelik içgüdüsünü taşıyan kadınlarımız. Neden bilmiyorum, kadın budur, diye demiyorum. Ama içinde anneliği ve belki de yaradılıştan gelen saf sevgi ve şevkat ile dolu içgüdüleri hepimizin taşıdığını düşünüyorum...

Küçüklüğümden beri düşündüğüm şuydu benim; Kadınlar Gününü kutlamak, annelerimizin ve fedakarlık gösteren tüm kadınlarımızın hakkı. O sebeple; her sene birileri tarafından kutlansa da Kadınlar Günüm, ben henüz kendimi Kadınlar Günü kutlama şerefine nail görmüyorum sanırım... :)

Tabii şunu da dilimden düşürmüyorum; bir ömür sürmeli bir kadının hatırlanma, şefkatle ve anlayışla kucaklanması... "Kadının kadına zulmünün bittiği, erkeğin de kadına her türlü şiddetten uzak durduğu günlerle dolu bir ömür diliyorum bugün yeniden."

Ve bir kadın olarak, özel günlere önem veriyoruz ister istemez işte. Değer verdiğimiz erkekler tarafından; bir gün değil, her gün hatırlanmamız dileğimle; Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun. Tüm annelerimizin ve cefakar kadınlarımızın öncelikle de... :)



Biz babamla geçirdik yani bugünü; sabahında dolu dolu bir Pazar kahvaltısı, öğlen film keyfi ile. Akşama da dizi keyfimiz var bakalım... Güzel geçiyor ve güzel de biter inşallah hepimizin Pazar'ı. Mutlu Pazarlar hepimize... :)

7 Mart 2015 Cumartesi

Damla'mla İzledim - Hadi İnşallah

*Bu bir İzledim yazısıdır... :) 


Şubat ayında izlediğim ve beğendiğim filmlerden bir diğeri de Hadi İnşallah filmiydi. Ve sonunda bende izledim bu filmi... Önce tek başıma, hemen sonrasında da Damlamla izledim; ki komedi veya dram, bir sevdiğinle izlediğin güzel bir filmin keyfi başka oluyor. Yani Damlamla da film izlemek bir başkadır benim için, diyorum yani... :) 

Uzun zamandır böyle güzel ve sıcak bir komedi izlememiştim sanırım, izlediğime çok memnun olduğum bir film oldu bu açıdan. Malum, ortalık dram dizileri ve dram filmlerinden geçilmiyor. Her biri, bir öncekinin klişesini sürdürüyor da sürdürüyor. Yeniliğe açık olan az sayıda film veya dizi var sektörde.. 

Neyse konumuz Hadi İnşallah filmiydi :) ; 

Kadroda, Murat Boz harici deneyimli oyuncular vardı. Ve hepsi de birbirinden güzeldi. Ancak Murat Boz'un oyunculuğuna da gelince, tek kelimeyle "olmuş" demek isterim... :) Çok içimi ısıtan bir oyunculuğu vardı filmde, umarım ilerleyen zamanlarda da komedi alanında görürüz yeniden kendisini...

Gel gelelim, Pucca'nın kitabından derleme olan bu filmin kitabını ne yazık ki henüz okumadım. Ancak söylenene göre; kitap ve karakterlerden yola çıkılmış, yani karakterler aynı ama konu birebir anlatım değilmiş. Ama karakterler çok başarılı şekilde sunulmuştu dediğim gibi. Gidebilseydim eğer sinemaya, sinemada epey memnun eden bir film olurdu ki; beni evde de epey memnun etti filmin kendisi... :)


Film; 

Pucca'nın üniversite hayatıyla beraber biten aşkından sonra, Pekmez ile tanışıp aralarında bir aşk adına gelişen olayları anlatıyor. Okuduğu şehirden, memleketi İzmir'e dönen Pucca iş arayışına girer. Pucca görüşmeye gittiği bir işi reddedecekken Pekmez'i görmesiyle işi kabul eder... Ama hepimizde şu sabit fikir vardır ya, "Allah çirkin şansı versin inşallah". İşte Pucca'nın başından aksilikler eksik olmuyor bundan sonra da. Ama bu aksiliklerin komiklikleri ve muhabbetlerin doğallığı ekran başında öyle bir sarıp sarmalıyor ki, size de "Pucca'nın da, yazan ellerinin de, filme geçiren ve oynayan oyuncuların da emeğine sağlık" demek kalıyor... :) 

Ancak bu kadar anlatabilirdim filmi işte, izleyin derim baştan sona... Ben Damlamla da film izlemeyeli epey olmuştu, bunun da tadını Antalya dönüşü çıkarttık o okuluna dönmeden. Yeniden bir araya gelip bir film izlemek süper oldu, özellikle de benim için... O sebeple Damlama da teşekkürlerimi bir borç bilirim. Her beraber anımız çok özel ve güzel... :)


Farkındayım; O kadar hayat gailesine kapılıp gidiyoruz ki büyüdükçe, beraber film izlemelerimizin bile ne kadar özel olduğunu nadir hatırlayabiliyoruz. Zira fırsat bulamıyoruz, mümkün olmuyor. Okuyoruz, koşturuyoruz, okul bitiyor, işe girip koşturuyoruz... Derken hayat geçip gidiyor. Güzel ve sosyal anlarımızı, sevdiklerimizle daha çok kılabilmemizi diliyorum. Zamanlarımızı fırsata çevirmelerimiz, daha çok olsun inşallah... 

Sevgilerimle... 
:)

6 Mart 2015 Cuma

Mero'mla İzledim - Her Çocuk Özeldir...

*Bu bir İzledim yazısıdır... (Ve evet yine) :) 

Şubat ayında, izlediğim film sayısı 11 idi, öyle çok özlemişim ki film izlemeyi. :) Geçen sene izlediğim filmlerin yarısı bile, bu sayıya eşit gelmez herhalde. İzlemek istediklerime öncelik vererek, film listelerime zaman ayırmaya başladım yani Şubat ayında... 

İzlediğim filmlerin hepsinden bahsetmeyeceğim ama, bahsetmek istediğim birkaç film var sizlere. Bunlardan biri de Antalya'da dayımlarda kaldığımızda, Merom ile izlediğimiz film; Taare Zameen Par, yani Yerdeki Yıldızlar. Bir diğer adıyla da Her Çocuk Özeldir... İzlemek istediğim ama bir türlü ertelediğim bir filmdi, Merom ile izlemek kısmetmiş. :)


Sevdiklerimle film izlemeyeli, birkaç ay olmuştu yine herhalde, Şubat ayında Antalya'ya gidene kadar... Merom ile biraraya gelince; sohbet etmek kadar film izlemek de ayrı bir geleneğimiz oldu zamanla.. Yalnız başına film izlemek kadar, bir dost ile film izlemek de ayrı güzel oluyor tabii... :)

Filme başladığımız zamanlardaki yavaşlık, "tek başına izlesem sonunu getiremezdim bu filmin" dememe sebep olmuştu. Benim ilk izleyişimdi bu filmi, Merom benden önce epey izlemiş... Ama film hızlanınca çok seveceksin dediği kadar vardı doğrusu... 

Bir öğretmenin, özel bir çocuğun hayatına dokunuşunu anlatıyor film. Evet, Her Çocuk Özeldir, fikri buradan doğuyor. Her çocuk özeldir de, birçok ülkede yapılan hata eğitimi genele yayarak çocukları da standartlaştırmak üzerine maalesef... Bizim eğitim sistemimiz de, bu gibi durumlarda baş sırada iyi olmayan durumda bence...


Mero'ma sormuştum; çok mu hüzünlü bir film hep, diye filmin başlarında. O da bana, 3 Idıots'da çok üzülmüş müydün okul sahnelerinde, dedi. Evet, dedim bende. İste o kadar da değil, dedi bana... Evet film ağlatmadı, aşırı hüzünlendirmedi. Derken, sonuna yaklaştıkça güzel olay örgüleri sürdü ya, işte oralarda içim gitti... :) Ve şu üstteki resim, beni benden aldı...


Diyeceğim o ki, şans verilmeyecek bir film değilmiş, ben zaman bile kaybetmişim izleyene kadar... 3 İdiots gibi, bu filmi de Merom ile izledim ilk. Sanırım Amir Khan filmleri, Merom ile bizim ortak filmlerimiz olmaya başlıyor böylece... :) 

Film hakkında çok bilgi vermek istemiyorum ama; başrollerin oyunculuğu ve konunun güzelliği, mest ediyor insanı. Öğretmenler keşke öğrenci odaklı olsa diyor ya insan normal hayatta da, filmi izledikten sonra bunu daha çok tekrarlar olmanız çok büyük bir olasılık. Hayat hep çocuklara acımasız davranıyor aslında, bunu sizde farkediyorsunuzdur. Yerdeki Yıldızların, sönmesine ve kayıp gitmelerine izin ve olanak vermemek dileğimle. Sevgilerimle... :)


Ve Mero'ma sevgilerimi sunuyorum, bu sefer de çok güzel bir film izlettin bana. Seninle film izlemelerimizi de, seni de çook seviyorum dostum... :) 

4 Mart 2015 Çarşamba

Bahar Yorgunluğu Mu Geldi Yine?

Haftaya öyle hızlı başladık ki, yorgunluğumun nedenini bile anlayamadım; ta ki bugüne kadar. Üzerimde bir yorgunluk hakim ki, bugün Yalova'ya fizik tedavime bile gidebilecek durumda değildim. Zaten gitmeyecektik de annemin hastane randevusu sebebiyle ama, gidecek olsaydık bile gidemezdik yine işte... (Halsizliğim olsa bile, uzun cümle kurmakta üstüme yok.. :) )


Bahar Yorgunluğu denince; Kağan'ımın daha dün çektiğimiz şu resmi çok güzel anlatıyor durumumu aslında, sere serpe oturmak istiyor bir yanım hep... :)

Pazartesi günleri, bildiğiniz üzere Uzay Terapi günlerimiz. Bu hafta Uzay Terapi'ye gitmek için uyandığımdan beri, uyku problemli bir hafta oldu benim için. Uyudukça uykuyu alamamak, esnemelere her an gebe şekilde dolaşmak kaçınılmaz bir olay bu bahar yorgunluğu dediğimiz şeyde maalesef. Bu hallerin etkisindeyim işte bende yine... Bugün toparlanmaya başladığım gerçeği içime biraz su serpiyor; kendimi 1 hafta boyunca uyumamış gibi hissediyor olsam da hala... :) (Ama yine de şükür. Ergenliğimde daha kötülerini de yaşamıştım)


Pazartesi günü Uzay Terapi seansımdan çıktığımdan beri yorgunluk halim ile sürükleniyorum oradan oraya işte. Bahar daha tam anlamıyla gelmeden, cöee der demez, yorgunluğuna kapılmasam olmaz zaten... (Tarzım değil!)

Neyse, bu yorgunluğu geçirebilen en güzel şey su içmek oldu bu 3 gündür. Pazartesi günü Yalova'dan döndüğümüzde; önce yol yordu dedim, dinlenince geçer sandım. Ancak susuz kaldığımı farkeder etmez de su içmelerime başladım. Ama bir türlü geçmek bilmeyen bir susuzluğum oluyor, yorgunluk bastıkça. Dinlenme işlemlerimden çok, su içmek işe yaradı yani.


İşte bu resim de, Pazartesi gününden beri bardakla dost olan bir garip Didem'in resmi işte... Yapmak istediğim daha güzel görünmesiydi ama ortaya bu fotoğraf çıktı işte.. Ama işin komik yanı, komik de geldi bana. Paylaşmadan edemedim şimdi, garip de mi? :D


İşte o akşam bu akşamdır; halsiz düştükçe ve göz kapaklarıma pusular kurulunca, yorgunluğuma ferahlık katan suya sarılıyorum. Şu 3 gündür içtiğim su miktarı ile, bir kuyu kururdu herhalde...=) Birazcık su içmeyi ihmal ettiğim an, vücudum alarm verir zaten normalde de. Bu 3 gündür, sürekli alarm halinde neredeyse. Tüm organlarım, "su,su" diye inliyor. Size de oluyor mu acaba böyle? İnşallah kolay atlatırız o zaman... :)

Kısacası; bahar'ın gelmesine evet ama yorgunluğuna hayır, diyorum bu ara yine. Bahar yorgunluğumuzu çabuk atlatabilmek için yapmamız gerekenler şunlarmış;

-Bol bol su içmemiz baş olayımız olmalıymış; ki dediğim gibi, normalden de fazla içmeye başladım ben suyu bu sıra. Ki zaten normalde de genellikle bol su içen biriyim, istisna haller dışında...

-Kaliteli uyku uyumamız gerekiyormuş; çok uyumak ve sık sık uyumak değil de, kaliteli uyumakmış önemli olan... Bu bugünlerde yapamadığım birşey sanırım; halsizliğime göre konuşuyorum. :)

-Bol C vitamini almamız gerekiyormuş; bu bahar yorgunluğu döneminde, ıhlamur ve kuşburnu içmeye çabalamak bizim için iyi olacakmış. C vitamini açısından epey faydalılarmış. Bir de siyah çay haricinde, yeşil çayı da tüketmiyorsak eğer tüketmemiz lazımmış...

Bu 3 madde yeterli olacakmış işte. Bir de bildiğim, uzun süren yorgunluğa teslim olmamak. Biraz kendimizi toparlamak için zorlamak, birkaç gün sonra fena olmaz. Yoksa bu yorgunluğa takılıp kalınca, sonu feci olabiliyormuş bildiğim kadarıyla. En korkulan da buymuş; yorgunluk diyip geçmeyin yani, "her şeyin fazlası zarar" diye boşa demiyorlar sonuçta... Sevgiler. :)

2 Mart 2015 Pazartesi

Bu Benim İçin Bir İlk; Bere Ördüm...


Bir ilk'e daha imza attım dün, Mart'ın ilk günü ile. Bere ördüm ilk defa, hem de kimseye danışmadan etmeden. "Olursa olur, olmazsa da yeniden yeniden yaparsın Didem." dedim. Dediğim gibi de oldu. :) Berenin tepe kısmına geldiğimde, bir kez denedim olmadı. Söktüm yeniden denedim. Amanın bir de baktım ki, olmuş... :) 

Diyeceğim o ki; "5 numara şiş'im var mı? Var. Bir yumak ipim var mı? Var. E ne duruyorum, Bere örsem yaa Bere örsem yaa..." Dedim ve ördüm işte, böylece yeniden buradayım... =)


Örgümüz çok basit esasında. Bir tek; benim gibi sıra içinde eksiltmeli kesmelere yeni yeni adapte oluyorsanız, orası biraz zorluyor o kadar. Üst resimde de gördüğünüz gibi. Ön düz, arka ters diyerekten başlayıp; her kademe 8 sıra olmak üzere 8 kademe sıra örüyoruz. Her yüz değişmeli olarak, 8 düz-8 ters-8 düz-8 ters olarak devam ediyorsunuz. Ta ki, 7. kademe bitene kadar... 


Son kademe kesme işlemine ayrılıyor. Bitmiş hali üst resimde görüldüğü gibi, dikilmeden öncesi yani... :) 

Anlatıma çok çabuk geçtim değil mi? Ben bile bu kadar çabuk anlatım beklemiyordum kendimden... :) Neyse kesim işlemine gelirsek; ben model üzerine yaptım, buradan örnek üzerine ördüm bereyi. Ancak benim ipim yumuşak ip olduğundan, örnekteki kadar görünümü sıkı olmadı elbet. Çok normal bir durum olduğuna kanaat getirdim. 

Öyleki, sadece modelde 70 ilmek başlayın diyor, ben 80 ilmek başladım. Onun haricinde 8 kademe 8er sıradan yaptığım halde, benim berem epey küçük oldu. Kendimize yaparken, önceden Kağanıma yapmış oldum. Kuzuma verdiğim sözümü de hemen tutmuş oldum böylece... Sana bere öreyim mi dediğimde, yap yap demişti birkaç gün öncesinde kuzum. Ama henüz taktıramadım beresini beyfendiye... :)


Neyse modelde anlatılıyor ama, bende alıntı olarak buraya yine aktarayım; üstte görünen tepe kısmı, kesim işlemi yapılan yer yani...

8. kademenin ilk sırasında, 4 ör 1 kes şeklinde devam ediyoruz, 
2. sırasına, yani arkaya geçtiğimizde; ters şekilde kesmeden örmeye devam ediyoruz.
3. sırasında, 3 ör 1 kes şeklinde sırayı tamamlıyoruz, 
4. sırasında, yani arka tarafı yine ters şekilde kesmeden örmeye devam ediyoruz. 
5. sırasında, 2 ör 1 kes şeklinde sırayı tamamlıyoruz,
6. sırasında, yani arka tarafa geçtiğimizde bu sefer arkayı da düz örüyoruz.
7. sıraya geldiğimizde, 1 ör 1 kes,
8. sıraya geldiğimizde de, yine düz örüyoruz...

İşlemimiz bittiğine göre son iki sıramız kalıyor. Son iki sıramızın ilk sırasını, 2 şer 2 şer alarak örüyoruz sıra sonuna kadar. Son sıramızı da kalan ilmeklerimizi artık tamamen keserek bitiriyoruz... 

Sonuç, örnek modeldeki gibi ve benim modelim gibi oldu ise başarılı. Ego olarak değil, başarabildiğim için söylüyorum bunu. Ve söyleyebildiğim için bunu çok mutluyum. BAŞARDIM... :)


Dikilmeden öncesi böyleydi, elimle tutup dikilmiş hali nasıl olacak diye bakmıştım... Yapabilmişlik garip bir his bırakıyor insanda... :)


Ve dikilmiş hali de bu... :)

İnsanın, emeğiyle bir şeyler üretmesi öyle güzel bir duygu ki... İşe yararlık, yapabilirlik; çok tatmin edici bir his... Canınız mı sıkılıyor, eliniz mi boşta, aklınız karman çorman mı? Elinize güzel bir uğraş alın ve becerinizi konuşturun...

Hiçbir başarım yok demeyin; çizim, boyama, müzik söyleme, resim çekme, resim çekinme ve daha nicesi. Mutlu olduğunuz, yapmaktan hoşlandığınız elbet birşeyler vardır. Hepimizin var... Yeri geldiğinde kendimizi eğlendirebildikçe, mutlu bireyleriz ancak... :)


İşte böyle, benim için bir ilk'i daha sonlandırabilmişliğimle karşınızdaydım bugün. Mart'ın başı, benim için güzel bir olaya adım atmışlığımla başladı. 1 tam yumak bile bitmediğinden, başka bir yarım kalmış sert ipim ile bir kez daha deniyorum şu an. Ufak bir yazısı gelir mi onun da, bilemiyorum şimdiden. Umarım örnek modeldeki gibi sıkı bir bere olur diye düşünüyorum. 

İnşallah sizlerde denemek istersiniz ve bana yazarsınız olur mu... :) Yaptığım bere ile ilgili de görüşlerinizi yorumlarınızı almayı isterim... Okuduğunuz için çook teşekkür ederim. :)

Not; Örnek modelin sahibinin ellerine sağlık ve anlatanın da anlatımına sağlık. Anlatımı gayet açıklayıcı idi benim için. Umarım size de faydası olur, bu yazının da. Sevgiler... :)